Üç “Ulus”!!!

referandum-harita

Son Referandum, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla ivme kazanan ve artık hızını yitirmiş yukardan Türkiye modernleşmesinin sonucunda, birbirinden kültürel ve ruhsal bakımdan kopmuş üç “ulus”un oluştuğunu göstermiştir: Devlet “ulus”u; İslam “ulus”u; Özerklik “ulus”u.

TV kanallarından birindeki bir “Amerikan güreşi” programında  gözümü ilişen ve bana gevezeliğinin geri zekâlılığından kaynaklandığı izlenimini veren Rasim Ozan Kütahyalı adlı delikanlının, sırf benzer bir dil konuştukları için Azerilerin “Türk milleti”nin bir parçası olduğu yanılgısı, herhalde ulusun tanımındaki “dil birliği” faktörünü abartmasından kaynaklanmaktadır. Oysa “ulus” denen topluluklar, dil birliğinden çok kültürel ve ruhsal ortaklıklarla oluşur, toplulukları bir arada tutan en önemli unsurlar bunlardır.

Referandum göstermiştir ki, yukarda sözünü ettiğim üç topluluk (“ulus”) birbirinden neredeyse coğrafi “sınırlar”la bile ayrışacak ölçüde bir kültürel ve ruhsal kopuş içindedir. Taraf gazetesinin biraz da aşağılamak ya da alay etmek amacıyla ortaya attığı “tuzlu su muhafazakârları” deyimi, Devletçi “ulus”un Trakya, Ege ve sahil şeritlerinde yoğunlaşmasına bir göndermedir. (Sahil şeridinde yoğunlaşan bu “ulus”un ne kadar “tuzlu su muhafazakârı” olduğunu bilemem ama sırtını AKP’ye ve Türkiye’nin, birazdan değineceğim en muhafazakâr kesimlerine dayayarak kahramanlık yapmaya çalışan Taraf’ın ve Yasemin Çongar başta olmak üzere yazarlarının çoğunun “tatlı su liberalleri” olduğunu söylemek mümkündür. Tarihte özgürlük mücadelesinin kahrını çekmiş gerçekten kahraman liberalleri tenzih etmek için bu terimi kullanmak zorunlu oldu artık.) Bu kesim, ruhsal ve kültürel yönelimleriyle, diğer iki kesimden gerçekten kopup yoğunlaşmış ve adeta katılaşmıştır. Başlıca özelliği devletçi olmasıdır ama bu tanım bu kesimi tanımlamakta artık biraz yetersiz kalıyor gibi. Bu “ulus” Türkiye modernleşmesinin yarattığı görece “kültürlü” ve “eğitimli” bir kesimdir. Tüm devletçi ve ulusalcı önyargılarına rağmen, “ilerlemeci sol”a açıktır, hatta “ilerlemeci sol” bu ulusun içinden çıkmıştır denebilir. Üniter devletçi ve yukardancı, elitist yönelimlerini ne kadar eleştirirsek eleştirelim bu “ulus”, Tarafçıların ve bir kısım Radikal yazarının şımarıkça yaptığı gibi öyle elimizin tersiyle kolayca bir kenara atabileceğimiz ve bozuk para gibi harcayacağımız bir kesim değildir. Türkiye’nin toplumsal ve politik hayatında olumsuz ve olumlu yanlarıyla dikkate alınması gereken ve ilerde, içinden devrime omuz verebilecek öğeler çıkartması muhtemel, ciddiye alınması gereken bir kesimdir.

Taraf’çıların “yönetime el koyduğu”nu iddia ettiği “halk”, Orta Anadolu’da yoğunlaşmış İslamcı-muhafazakârlığının oy deposunu oluşturan ve 1950’lerden beri bütün sandık yarışlarından “zafer”le çıkan, kendisi “yönetime el koyamasa” da, sağcı muhafazakâr partilerin “yönetime el koymasını” sağlayan İslam “ulus”udur. Kemalist modernleşmeye büyük direnç gösteren bu “ulus”un kültürel ve ruhsal motivasyonu her zaman İslamiyet olmuştur ve “Devlet Ulusu” ile eskiden beri büyük bir ruhsal ve kültürel uyuşmazlık içindedir. Bu uyuşmazlık artık bugün bu iki kesimi iki ayrı “ulus” olarak görmemize neden olacak bir kopuş noktasına gelmiştir. İslam “ulus”u, liberallerimizin sandığı gibi “demokratik” bir yönelim içinde falan değildir. Geçmişteki Alevi katliamları ve Sivas’taki Madımak katliamı bu “ulus”un en aşırı unsurları tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu “ulus”un en başta gelen özelliği, yukardan modernleşmeye direnmesi ve Anadolu Muhafazakâr-sağcılığına dayanan politik partileri iktidara getirmesidir (Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğruyol Partisi ve AKP). Hem boykota hem de “hayır”a en büyük oranlarda olumsuz cevap verip “evet”e yığılan illeri gözden geçirdiğimiz zaman bu durum daha iyi görülür: Erzurum, Erzincan, Elazığ, Bayburt, Adıyaman, Maraş, Malatya, Kayseri, Sivas, Niğde, Aksaray, Nevşehir, Konya, Karaman, Yozgat, Kütahya. İşte, “yönetime el koyan” ve orta Anadolu’da yoğun ve bütünsel bir kitle oluşturan kalabalık budur. Buraların İslamcı-muhafazakâr Anadolu sağcılığının en koyu bölgeleri olduğu açıktır. Nasıl olmaktadır da, bu dinsel bağnazlığın kaleleri şimdi “demokrasinin” kaleleri olmaktadır? Mantığını kaybetmişçesine “halka güveneceksin” türü fetvalar veren gazetecilere hayret etmemek mümkün değil.

Gazeteciler bir el çabukluğu daha yaptılar. Örneğin, tarihte görülmemiş ölçüde büyük bir boykot eylemini gerçekleştiren (katılım %9) Hakkari halkını hiçe sayarak ve sandığa giden bölgedeki polis ve memurların oylarına dayanarak Hakkari’yi bile “evet”e boyayıp ortaya sahte bir harita çıkarttılar. Oysa toplamda %50’ye varan bir boykot gerçekleştiren Kürt halkının yaşadığı bölgelerin ayrı bir renge boyanması gerekirdi. Bu renk, “Özerklik Ulusu”nun haritasını çok net bir şekilde ortaya koyacaktı. Orada çok farklı kültürel ve ruhsal şekillenmesiyle başka bir “ulus”, başka bir halk yaşamaktadır. Bu “ulus” bugünkü somut durumda, politik haritanın güneydoğu parçasında fiilen kültürel, ruhsal ve hatta politik bir özerkliğe yönelmiştir. İslam “ulus”u ile ortak dinsel bağlardan gelen bazı iç içelikleri (Bitlis örneği bunun göstergesidir) olmakla birlikte, bu bağ da onun özerk yaşama talebini bastırmaya yeterli olmamaktadır. Devlet “ulus”u, üniter devletçiliği ve politik partisi CHP’nin aptalca yönelimleri nedeniyle Özerklik “ulus”una en uzak noktadadır bugün. Yeni telafi edici politikalar üretilmediği sürece iki “ulus” arasındaki uçurum büyümeye devam edecektir.

MHP, İslam “ulus”unun ikinci partisidir. MHP faşizmi her zaman, yukarda adlarını andığımız şehirlerin oluşturduğu İslami faşizan eğilimlerden beslenmiş, militanlarını bu bölgelerden devşirmiştir. MHP’nin “sekülerliği” hiçbir zaman politik manevraların doğurduğu ihtiyaçların ötesine gidememiştir. Son referandumda MHP, AKP ile yaptığı taban kavgasını sınamaya kalkmış ve yenilgiye uğramıştır. Anadolu sağcılığının ve İslamcılığının Devlet “ulusu” ve onun partisi CHP ile olan kan uyuşmazlığı nedeniyle bölünmez bir bütün olduğu bir kere daha kanıtlanmıştır. Bu anlamda, kurnaz bir politikacı olan Devlet Bahçeli’nin MHP’nin geleceği açısından politik bir hata yaptığı söylenebilir. Ne var ki, buradan, MHP’nin “işinin bittiği” sonucunu çıkartmak yanlıştır. Anadolu sağcılığının ikinci partisi olan MHP, önümüzdeki seçimde, “evet”e kaptırdığı oylarını yeniden toplayacak ve AKP’nin İslamcı-muhafazakâr seçmenin beklentilerine gereğince yanıt veremediği ölçüde AKP’nin tabanını oymaya devam edecektir.

Bir de bu üç temel “ulus”tan tamamen farklı ruhsal ve kültürel özellikler gösteren, hem kısmen boykota, hem de büyük oranda “hayır”a cevap verip “evet”i hezimete uğratarak çok farklı bir profil çizen “Dersim ulusu” vardık ki, Anadolu sağcılığının göbeğinde bir ada gibi görünen bu “küçük ulus” başlı başına başka bir yazının konusudur ama ben Kayseri ve Konya’nın oylarıyla ayağı kalkıp göbek atan “yetmez ama evet”çilerimizin yerinde olsam, Kayseri, Konya ve Kütahya’ya özgürlük dersi vereceğine kuşku olmayan Dersim’i neden kaybettik, daha doğrusu neden hiç kazanamadık diye derin derin düşünürdüm.

Gün Zileli,
15 Eylül 2010

What's your reaction?

Excited
0
Happy
0
In Love
0
Not Sure
0
Silly
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Tarih Felsefesinde Liderlerin Rolü ya da Kılıçdaroğlu Meselesi

Artıgerçek Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin rolü” meselesine dönüp dolaşıp yeniden gelmek zorunda kalıyorum: http://14s.962.mytemp.website/2021/12/23/tarihte-bireyin-rolu-uzerine-iki-zit-bakis/ Bugün sosyal medyada, özellikle Uğur Dündar’ın bilinen meş’um açıklamasıyla yeniden gündeme gelen Kemal Kılıçdaroğlu tartışması, beni ...

Son Kale !

Artıgerçek Günlük siyasete ilişkin ilgimi son seçimden itibaren neredeyse tümüyle kaybettim. Televizyondaki ilgili programları görür görmez kanal değiştiriyorum. Hatta diyebilirim ki bu, “ilgiyi yitirmekten” çok, iyice balçıklaşan, bataklığa dönüşen siyasal alana tepki. KÜÇÜK SİYASET MİDE BULANDIRIR! Belediye başkan adaylarını, partilerin ...

Totaliter Rejime Bir Kala…

Artıgerçek Siyasi iktidar, farklı toplumsal kurumlar tarafından denetlenmediği zaman toplumun üzerinde korkunç bir baskı ve zorbalık aracına dönüşür: Tek partili totaliter diktatörlük. DENETİM DIŞI, KEYFİ İKTİDAR “Liberal demokrasiler”in mucidi batı burjuvazisi, mutlak siyasi iktidarın kendi üzerinde de baskı kuracağını bilerek ...

100 Comments

  1. Birincil faktör olarak AKP propaganda sürecinde alevi karşıtlığı kartını oynadığı için. RTE, Kah yargıda “Tunceli Sivas Erzincan” standartları var diyerek, kah “artık dedeler karar veremeyecek” diyerek orta anadoludaki alevi düşmanı faşizan kitleyi kışkırtıp kendi saflarına çekti. Geleneksel olarak MHP-AKP arasında paylaşılan anadolu muhafazakar tabanı ağırlıklı olarak AKPye döndü.

  2. Liberal tayfanın sosyalist kesim tarafından 2007-8 aralığında açıkça teşhir edilmesinin üzerinden yıllar geçti. Ama şu an zafer sarhoşluğuyla etrafa laf atan güruh belli ki daha fazla tepki çekiyor. Tepkiselliğin spontan gücü herhalde…

    MHP-AKP ilişkisi konusunda da olay daha üst boyutlardadır emin olun. Eski ülkücülerin islamcı gençleri (80 öncesi) kollamaları (kendileri de büyük ölçüde islamcıdırlar aslında) bilinen bir gerçek (tabii %100’ü böyle midir bilemem). Ancak bu bürokrasi vesaire konusunda gözden kaçan gerçekler var. Çiller dönemi (öncesi ve sonrası da var tabii) kontrgerilla taktiklerinde islamcı örgütlerin beslendiği ve büyütüldüğü bilinen birşey. Ki o dönem bürokrasinin üst mertebesi olarak ortaya konabilecek pek çok ülkücünün de mevcudiyeti gizli değildir. Yani liberal muhafazakar kanat ideologların iddia ettiği monşer (kemalist kastediliyor) bürokrasi kavramı bir anlamda hedef saptırma amaçlı bir kavram icadıdır. İşin aslı kemalist ülkücü ve islamcı kadroların iç içe (ve bazen farklı) devlet organlarında çalışmış olmalarında yatar. Bu birlikte çalışma önce piyon sonra muktedir sırasını izlemiştir. İslamcı bürokratlar bu kuşağın son temsilcisi olmakla beraber yeni değildirler. Tabii şunu da ekleyelim Uğur Mumcu tarzı ‘aydınlanmacı kemalizm’ devlet kadrolarında pek yer edinememiştir (söylemsel olarak bu kemalizm kullanılır o ayrı). Tabandan gelen (burjuva kökenli olmayan) aydınlanmacı kemalist eğilimlere sahip birçok kimse işkencelerden geçirildikten sonra düzenin 80 sonrası hegemonik yeniden yapılanmasıyla beraber pasif-aktif kemalizme mahkum edilmiştir. Şimdi liberal tayfanın nefret kustuğu kesimler genelde bu çerçevede ele alınabilir.

    İktidarın hegemonik alanının genişlemesiyle birlikte; sol ve sağ liberal yazarlar devrimci kesime de saldırıda bulunarak yeni (aslında eski) düzenin taban sağlamasına (yer yer pekiştirmesine de) yardımcı olmuşlardır. Bunu kılıçdaroğlunun kökeni, dedelerden emir alma gibi bizzat iktidar odağının yarattığı polemiklerde alınan tutumlarda da görebilirsiniz.

    Boşuna dememişler ‘Liberal rezil bir sözcüktür’ diye…

  3. Üç ulus,iki Türkiye,beş halk,dört deniz vb sözler/ayrımlar eski kaba Maoculuktan kalma olmalı.
    Gün Zileli siyasal çözümleme yapmayı orjinal ayrımlar icad etmek olarak anlıyor.
    Bu Maoculuğun eski hastalığıdır.
    Temel ayrımları ve saflaşmaları çözümleyemezseniz böyle kaba ve yaşamdan kopuk sözde tahliller yapılır.

  4. temel ayrım ve saflaşma nedir

  5. Benim söylemeye çalistigim ancak Ak Partili olarak üslup sikintisi , belki de yetersizlik nedeniyle iyi ifade edemedigim gerçegi Zileli tevil yollu itiraf etmis. Kendisi ve bu sitedeki insanlarin ezici çogunlugu devlet ulusundandir (benim Kemaliye dedigim ülke), Zileli sadece geçmis ve bugün için degil gelecekte de bu ulusa bagli kalacagini ifade ediyor. Neden? Kusura bakmasin ama bu yaklasimla elestirilerimizi hakli çikariyor, Konya’yi, Kayseri’yi, yani bizi kazanmayi hayal bile etmiyor. Kumsalda oynuyor. Bu durumda, bizim de kendisini baska bir ulusun “sol”u olarak niteleyen insanlarin pesinden asla gitmeyecegimizi ifade etmemiz normal karsilanmali degil mi?

  6. – mesaj, küfür nedeniyle kaldırıldı –

  7. gün bey süreç tahliliniz cuk diye oturmuş. akp bu ülkeyi üçe ayıran refarandum sürecini ören sertliği kendisi yarattı. akpye bu süreçte yamanan bir liberal kitle olduğu ve solda bir dezanformasyon yaratmaya çalıştıkları açık.

    yurttaşların ramazan ayında sigara içtiği için dövüldüğü illerin, demokratik yönelimleri değil olsa olsa çıkarcı ilişkileri veya dünya anlayışları itibariyle akpye oy verdiklerini düşünüyorum.

    zaten bu haliyle giderse, akpliler kendilerinden başkasına iş, aş, demokrasi, özgürlük hakkı tanımayacak çıkarcı çizgilerinde ısrarcı olurlarsa akp dışında kalan toplum kesimleri artık isyan eder diye düşünüyorum.

    çünkü söylemleri de baştaki liderleri tarafından kesin hatlarla toplumu ayırmaya bizden olanlar olmayanlar şeklinde kurgulanan bir dil. bu dilin sahipleri bu coğrafyaya çok zarar verirler.

    artık sadece kendilerinin değil, başkalarınında haklarına saygılı olsunlar, din üzerinden toplum kesimlerini ayırmaktan, mezhepçilikten vazgeçsinler, iş, aş, sınav olaylarında torpil yapmasınlar. bu kafayla çok eleştirdikleri cuntacılardan hiçbir farkları yok. diktacılıkla toplumu idare edemezsiniz.

  8. feritagah.wordpress.com

  9. harita tercihiniz ilginç. Evet oylarını “koyu” ve “ılımlı” olarak ikiye ayırmışsınız. Son derece yerinde bir tasnif. Ama “hayır” oylarına aynı uygulamayı yapmamışsınız. Örneğin Artvin ve Hatay yüzde 50-51 ile “hayır” çıkmış iller. Bunlar da aynı biçimde “ılımlı hayır”cı iller olarak düşünülebilir. Hayırcı illeri monolitik bir blok olarak görmek de çok yanlış değil mi?

  10. Kendi memleketini büyük göstermeye çalisiyor, Kemal ulusunun evladi.

  11. Savaş suçlusu olarak halen aranan Sırp General Rakto Mladiç’in günlükleri yayımlandı. Günlüklerde, “50 bin Boşnak’ı öldürmek bir şey değil, onu sonra da yaparız. Önemli olan Müslüman halkı bu topraklardan temizlemektir” dedi.

    hosgeldin Mustafa Kemal Atatürk, hosgeldin solcu, devrimci, Marksist, Leninist Miloseviç bozuntulari.

  12. Oglun yasindaki adama neden takiliyorsun, birak R.O. Kutahyali ile yasitlari ugrassin. Vallahi anlamadim yani, Berktay, Calislar , sonra Murat Belge …bunlar hadi neyse de Kutahyali artik tuz biber ekti. Neredeyse rahmetli Hasan Yalçin dönekler kitabi gibi, eeee armut uzaga düsmez demisler. Saka, saka…..

  13. Allah özgürlüğün teminatıdır(mı?)
    Toplumlar başsız olur mu? Toplum yaşamında düzenleyici bir organizasyon gerekmez mi? Toplumlar kendi sezgisel hukuklarıyla yaşamlarını sürdürebilirler mi? Toplumların başlarında birileri olup ta toplumun yine de özgür olması mümkün müdür?
    Bu yazıyla yukarıdaki sorulara cevap aramaya çalışacağım. Küçük komünal topluluklarda dahil olmak üzere bilinen tarihte sürekli topluma yön veren önderler olmuştur. Bunlar doğal olarak öne çıkmış önderlikler, soydan gelen liderlikler(aristokrasi), krallıklar babadan oğul a, günümüze yaklaştıkça “seçimle” başa gelen “demokratik” yönetimler şeklinde olmuştur. Kimi zaman aile, kimi zaman bilginin, kimi zaman da iyi savaşçılığın getirdiği iktidarlar şeklinde olmuştur. Buna anarşistlerden tepki gelebilir ancak küçük bir takım anarşik yaşam denemeleri olmuştur onlarda da mutlaka bir takım önderler öne çıkmıştır(ispanya da Durruti, Ukrayna da Nestor makhno gibi). Çünkü bilgiyle, savaşla ya da zenginlikle, illa ki öne çıkıp iktidar olunacaktır, her zaman iktidarla mücadele edilir.
    Allah’ın özgürlüğün teminatı olabilmesi meselesine gelirsek, karşı çıktığımız iktidarlar nasıl oluşur? Mülkiyetle, bilgiyle, kahramanlıkla v.b.
    O zaman bütün mülkiyet Allah’ın olduğu zaman bu aynı zamanda var varlıkların mülkiyet edinememesini de beraberinde getirir. Çünkü Allah mülkiyetin sahibi ancak kullananı değildir. Doğal olarak biz ise bütün doğa herkesin ortak kullanım alanı olacaktır. Tek yöneticilik yok varlık olarak Allah’ta olduğu zaman hepimiz eşitlenmiş olacağız, tek yöneticimiz ise bu yaşamın içindekiler gibi yaşamımıza devletler gibi müdahale etmeyecektir, onun bütün göndermeleri vicdanımıza ve erdemimizedir.

  14. Evet, ılımlı hayırcı ve koyu hayırcı bölgelerin de ayrılması gerekirdi, arkadaşın eleştirisi haklı. Haritayı bu şekilde yeniden düzenleyeceğim ilk fırsatta. Ancak birkaç güne ihtiyacım var, hayırcı oyların oranlarına il il bakmam ve ayrıştırmam gerekiyor.

    Öte yandan, yukardaki arkadaşın Kütahyalı ile ilgili eleştirisini de ciddiye alıyorum. Belki biraz ileri gitmiş olabilirim. Belki de Kütahyalı’yı makalemin satırlarına konu etmeme gerek yoktu. Ancak, bir Tv kanalındaki o “Amerikan Güreşi” gerçekten sinir bozucu. Amerikan güreşini bilirsiniz, güreşçilerin rolleri önceden belirlenmiştir ve ona göre güreşir gibi gösteri yaparlar, amaç seyircinin ilgisini çekmektir. Kütahyalı adlı gençle, Ümit Zileli’nin saçmalık ölçüsündeki çekişmeleri bence Amerikan güreşinden farksızdır. Ve benim için bu her iki yarışmacı da değersizdir. Bu yüzden adını anmam bile gereksizdi belki de.

    Kişileri neden ele alıyorum, bunu burada bu vesile ile açıklayayım. Yükselenler ve şımaranlar biraz silkelenmelidirler. Benim yazılarımı 2000’li yıllarda takip edenler bileceklerdir. Ben kim yükselmekte ve dolayısıyla şımarmaktaysa onunla uğraşırım. Bundan dört beş yıl önce yazılarımın hedef aldığı kişiler ağırlıklı olarak ulusalcılardı. Ama bugün, görünen o ki, ulusalcılar alta düşmüş durumdadırlar. Hiçbir zaman galip takımı alkışlamam ve mağlup takıma ne kadar karşı olursam olayım fazla yüklenmem. İsterseniz bunu bana özel bir kişisel vicdan tutumu olarak alabilirsiniz. Bugün adı geçen kişileri özel olarak hedef almamın nedeni, medyada fazlasıyla parlamış bu tiplerin biraz silkelenmeleri gerektiğini düşünmemdir. Şahin alpay’ın da sırada olduğunu duyurayım bu arada.

  15. benzetme cuk oturmuş.

  16. Ben kim yükselmekte ve dolayısıyla şımarmaktaysa onunla uğraşırım. Bundan dört beş yıl önce yazılarımın hedef aldığı kişiler ağırlıklı olarak ulusalcılardı. Ama bugün, görünen o ki, ulusalcılar alta düşmüş durumdadırlar. Hiçbir zaman galip takımı alkışlamam ve mağlup takıma ne kadar karşı olursam olayım fazla yüklenmem.

  17. Bu politik görünümün altındaki sosyolojiyi, ilişkiselliği iyi okumak gerekir diye düşünüyorum. Bu tablo Gün Zileli’nin de belirttiği gibi hiç de iç açıcı değil. Aslında bu manzara Türkiye’nin, muhafazakârlığın değişik biçimlerine hapsolduğunu gösteriyor. Kürt hareketi de bundan tamamen muaf değil. Bunun temelinde kesinlikle Gün Zileli’nin söylediği gibi yukarıdan modernleşme yatıyor. Ancak bu modernleşmenin tek sakat yönü yukarıdan olması değil, aslında tam anlamıyla bir modernleşme de olmaması. Türkiye’nin modernleşmesi ya da kapitalistleşmesi sürecinde eski toplumsal formasyonlar tasfiye olmadı. Üstelik iktidar etmenin bir aracısı olarak işlev gördü, yani iktidar ile bütünleşti. Kapitalist ilişkilerin yanında ona eklemlendi ve karşılıklı birbirini besledi. Türkiye’de emekçi kesimlerin önemlice bir kısmında önemli bir yer tutan dinsel ve feodal bağlar, 80 öncesinde kentlerde modern bir işçi sınıfının ortaya çıkmasını önleyemedi. Yukarıdan modernleşmeciliğin sopası ordu, 12 Eylül saldırısıyla sınıfsal örgütlenmeleri imha edip yerine feodal ve dinsel örgütlenmeleri ikame etti.

    Yukarıdaki harita bugünkü Türkiye gerçekliğinin en doğru temsili olmuş. “Ilımlı Evet” bölgeleri Türkiye’de işçi sınıfının en yoğun yaşadığı İstanbul, Kocaeli, Bursa, Zonguldak, Karabük, Antep gibi sanayi kentlerinin önemli bir kısmını barındırıyor. Üstelik bu kentlerin neredeyse tamamı, Türkiye’deki emek hareketinin tarihi açısından önem arz ediyor. Bu muhafazakâr manzaranın ton farklarının evrilebileceğini düşünüyorum. Tabii bu daha koyu tonlara, faşizme evrilme riskini her zaman taşımakla beraber, demokrat dönüşümleri de gerçekleştirebilir. Tekel işçilerinin direnişi sırasında yaşanan dönüşümü gördük. Türkiye’nin en koyu muhafazakâr bölgelerinden, böyle ilişkilerin göbeğinden gelen kadın, erkek emekçiler bütün o feodal, dinsel kısıtlamaları aştılar. Dolayısıyla bu kesimlerin demokratik bir kitle tabanına evrilmesi mümkündür diye düşünüyorum.

    Koyu muhafazakar bölgeleri biraz daha detaylı incelemek lazım bence. Haritanın bu kısmında Kayseri, Konya gibi “Anadolu kaplanları” diye anılan sermayenin doğum yeri kentler var. Muhafazakârlık sanırım bu bölgelerde daha direngen olacaktır. Buralar geleneksel olarak cemaat ve tarikat örgütlenmelerinin çok güçlü olduğu ve sermaye gücünü de elinde bulundurduğu yerler. Bu illerde 12 Eylül sonrası ekonomik düzenin, yani Özal’lı yılların sağladığı imkânlarla piyasaya entegre olan ticaret sermayesi, tarikatların ilişki ağları içinde güçlendi ve çeşitli imalat sanayi kollarında da faaliyete başladı. Burjuvazinin diğer kesimleriyle işbölümü de yaptılar. Tabii ki, bu cemaat ve tarikat yapıları içinde geleneksel, kültürel değerler ve bağlar aynı zamanda sömürü ve ucuz işgücü için de kullanıldı/kullanılıyor. Bu gelişim süreci içinde bu sermaye tipi neo-liberalizmin seyri doğrultusunda kapitalist düzene, bütün bu dinsel ve feodal ilişkilerden yararlanarak (ucuz emek-tüketim) kullanarak entegre oldu. Bunlar iri kıyım esnaf olmaktan çoktan çıktılar ve büyük sermaye guruplarıdır. Bu ilişkiler emek-sermaye çatışmasını önleyen bir afyon niteliği de taşıyor. Tabii ki, siyasette de ifadesini sağ partilerde bulan bu muhafazakâr ya da İslamcı burjuvazi şu anda AKP ile iktidardadır. Yabancı sermaye ile konsorsiyumlar oluşturup özelleştirmelere, ihalelere vs. girmiş; enerji, medya vs. gibi sektörlerde de faaliyetteler. Bu ekonomik ilişki içindeki sermaye aktörlerinin koalisyonu niteliğindeki AKP’ye oy verenler de İslamcı sermaye grubunun sömürdüğü emekçiler ile büyük kentlerin varoşlarında cemaat/tarikat ilişkilerinden ya da bu ilişkilerin etkilerinden çok da vareste olmayan emekçi kesimler. Dolayısıyla bu koyu muhafazakârlığın emek-sermaye çelişkisini gizleyen bir işlevi var ama bir yandan sermayenin yaşadığı dönüşüm bu çelişkiyi keskinleştiriyor. İşte geçtiğimiz yerel seçim öncesinde tartışmaları gördük. “Cipe binen türbanlı-durakta bekleyen türbanlı” benzeri tartışmalarda çelişkinin açığa çıktığına tanık olduk. Bu çelişkilerden yararlanmak ve emekçileri kazanmak için demokratik bir üçüncü cephenin olması gerekir.

    Haritada bir de hayırcı muhafazakarlar var. Bunların da “ılımlı hayırcılar”, “koyu hayırcılar” diye ayrılması daha iyi olurdu bence de. Uzatmadan onları da şöyle sınıflandırıyorum ben. Bir kısmı refah düzeyi yüksek şehirli orta üst sınıf. Bunlar Kemalizmin neferleri. Sermaye ile ilişkilerine hiç girmeye gerek yok. En bilinen kesim. Bunlara “Beyaz Türk” de deniyor. Bunların da muhafazakâr ve bağnaz Kemalistler olduklarını düşünüyorum. Hatta, bugün Türkiye’de liberallerin, solcuların vs. arasında yazan-çizen, düşünce üreten pek çok kimse bu çevreden çıkmıştır. Hatta şimdi onlara “tuzlu su muhafazakârları” diyen Yasemin Çongar da bu çevreye aittir. Hatta AKP’ye hayırhah bakan, söylem düzeyinde soyut bir halkın halkçılığını yapan ancak işçiler ve emekçilerle ilgili somut bir durum ortaya çıktığında sınıfsal nefretlerini açığa vuran bize özgü liberaller de bu sınıfsal ve kültürel olarak bu kesimin mensubudur.

    Hayırcılar arasındaki bir diğer grup da kentlileşmiş iyi kötü bir düzen tutturmuş görece daha iyi koşullar içindeki proleter kesimler ile proleterleşen orta alt sınıflardan oluşan ılımlı hayırcı bir kesim var. Bu kesim bence Türkiye’de faşizme en uzak kesimdir.

    Bütün bu haritanın ortaya koyduğu şey Türkiye’de sermayenin insafına terk edilmiş ve onların “savaş salamına” döndürülmüş emekçileri, ezilenleri, dışlananları demokratik bir mücadelenin kitlesi haline getirecek üçüncü bir cephe. Bu cephe bence liberter olmalı. Öyle olursa, “özerklik ulusu”nun da sorunları çözülür.

  18. sınıf politikalarını göz aradı etmemek gerek ama kimlik politikalarını tamamen gözden kaçıran bir okuma çok yanıltıcı olur.

    1) türk muhafazar sağının oluşturucu kimliği “türklük” değil islamdır. İ

    2) türk muhafazar sağının iki tarihsel ötekisi vardır. “kürt” ve “alevi”.

    3) Birinci önermeyle ilişki halinde, alevilik başat ötekidir.

    4) Orta anadoluda AP-MHP-MSP tabanı ortak bir havuzdan beslene gelmiştir .Bugün anadolu muhafazakarlığının mevcut konjenktürdeki iki temsilcisi AKP ile MHP’dir

    5) Ref. gidilen süreçte MHP “habur” kartını oynadı, AKP “dedeler” kartını.

    6) Çok şaşırtıcı olmayan (ama çatışmaların yoğunluğu dolayısıyla yüzde yüz öngörülemeyen) bir biçimde 2’nci önerme bir kez daha doğrulandı.

    7) Bugün 27 mayıs sonrası sağda yaşanan (yaşatılan) bölünme AKP’nin kurumsal kimliği altında büyük ölçüde giderilmiştir.

    8) Yüzde 50-60 bandında bir AKP ile merkeze yaklaştığı oranda yüzde 35-45 bandında bir CHP’li sisteme geri dönülmüştür. Bu kabaca 26 mayıs 1960’ta “müdahale” edilen tabloya dönüştür.

    9) Ne İzmir ne kayseri, bundan sonra mücadele “ılımlı evet” ve “ılımlı hayır” iller üzerinden yürüyecektir.

    2 a) Kürt illerinde, 1976 yılından beri, ve AKP kurulana kadar hala etkinliğini sürdüren, bir MHP tabanı mevcuttu. Bu “türk kürt ve zazayı” anti komünist, anti alevi tabanda türk milliyetçiliğine bağlıyordu.

    4)a) Milliyetçi Cephe hükümetlerinin alameti farikası.

    7) a) Siyaseti bırakma kararı alan Erbakan’ı almanyadan geri getiren omzu kalabalıklar hatırlansın.

  19. Bu kafa acan yazisi dolayisiyla Gun abiye tesekkur ediyor ve dikkatini islamci muhafazakar yani koyu evetci bolgenin su ozelliklerine cekmek istiyorum

    1. Bu bolgeler devleten en cok sosyal ve hertulu yardimi saglayan bolgelerdir. Devlet calisanlarinin cogu bu bolgelerdendir.

    2. Ve bu kesim 12 eylul sonucu guclerini doruga cikaranlardir

  20. Bir ek daha
    3. sonuc olarak bu kesim turkiyenin arti degerini en az ureterek yiyen kesimdir

  21. duzeltiyorum
    1. Bu bolgeler devleten en cok sosyal ve hertulu yardimi alan bolgelerdir. Devlet calisanlarinin cogu bu bolgelerdendir.

  22. 8) a) Sahil şeridi ve Trakyanın kemalist eğilimi “cumhuriyet devrimleri”nin sonucu ve başarısı değildir. Denebilir ki, Trakya ve Ege mk selanikte karga kovalarken de “kemalistti”. Cumuriyetle birlikte, Osmanlı’nın “merkez” islam kültürü kemalizmle bugün artık birbirinden ayırtedilmesi güç ölçüde eklemlenmiştir.

    Tarihte yok olan, din-mezhep-tarikat-partiler çoğu zaman bastırıldıkları için değil, artık varlık sebeplerini yitirdikleri için yok olurlar. 17 kasım 1922, bir asır öncenin, 18 haziranın rövanşıdır. Artık birileri kemalistlere pozitivizmin öldüğünü söylemelidir. ki kendi tarihlerine dönüp geleneklerini yeniden üretebilsinler.

  23. Bu isyancilar Kenan Evren’in Danisma Meclisi üyesi, Ciller’in yalakasi Kamer Genç’i neden seçip meclise gönderdiler? Neden yillardir hep sülalelerini kitir kitir kesip, canli canli atese atabnlara oy verirler? Delikanlililik bu mu? Hadi canim sizde. Ne zaman ki aleviler laikçilik maskesi altinda gizlenme ikiyüzlülügünü birakip kendi kimliklerine açikça sahip çikarsa zaten onlarin korkudan dolayi destekledigi beyaz-katil Türklerin de isi bitmis demektir.

  24. Cibilliyet sudur: Büyük dedeleri 1 buçuk milyon Ermeni’yi kitir kitir kesmistir. Dedeleri tek parti devrindeki isyanlarda onbinlerce kürdü daragaçlarinda sallandirmis, Dersimlileri yakmis, varlik vergisi çikartmis, 6-7 Eylül’ü gerçeklestirmistir. Babalari 27 Mayis’da basbakan, bakan asmis, 12 Mart ve 12 Eylül’ü yapmis, 40 bin kürdü daglarda keklik gibi avlayip, bir kismini da faili malum etmistir. Kendileri 1968’lerde , 1970-80 arasi babalarinin verdigi görevle darbelere ortam hazirlamak için provokasyonlara alet olmus, daha sonra sik sik miting yapip “ordu göreve” diye bagirmis, paçasi elvermeyince “ne cami-ne kisla” diye kivirtmak, eregenkona yazilip Veli Küçük ve Levent Temizlerle mesai yapmak, referandumda MHP’li kurtlarla dansedip, hayirci MHP’lileri Birgün gazetesinde solcu ilan etmek. Iste cibilliyet budur. Cocuklarini da “iyi” yetistirecekler, onlar da islamofob olacak, Israil’le çalisacak, müslümanlara bomba atacak, öyle görünüyor gelecek.

  25. Ermeniler 95 yil sonra Aktamar’da ayin yapiyor. Simdi siz buna da karsi çikarsiniz. “AKP’nin gizli gündemi” dersiniz. Daha sonra seriat devleti kurmak için Ermenilerle anlasti iddiasini ortaya atarsiniz. O da olmazsa Ermenileri emperyalizmin usagi ilan edersiniz, olur biter. Hadi bakalim TKP, ÖDP, Halkevleri Alfabenin bütün harfleri ve ergenekonun bütün renkleri, hadi, hadi…

  26. Dersimliler Kürt degil mi? Kürtler içinde muhalif olan kesimlerin sözcüsü konumundaki BDP boykot propagandasi yapmadi mi? Hatta insanlari tehdit edip oy kullanmalarini engellemedi mi? O halde Dersimli BDP’nin genel çizgisinden farkli davrandi, hatta Dersim’deki BDP bile degisik davrandi. Neden? Cok isyanci, çok mücadeleci olduklari için mi? Bana bu sorunun cevabin i verin ve beni Dersimlillerin derin kemalistlerin etkisi altinda olmadigina inandirin. Beni Dersim katliaminin fiilen ve mânen basarili olmadigina inandirin.

  27. akpli.. sen neden sadece tartışmaları provoke etmeye çalışıyorsun?

  28. eleman faşist provakatör…

  29. Alevi köktendinciligi kuyrukçulugu, katliamci CHP kuyrukçulugu, devlet kuyrukçulugu, beyaz Türk kuyrukçulugu gibi hatalarinizdan vazgeçme firsati verenlere neden fasist provokatör demektesiniz?

  30. hem faşistlikten hem provokasyondan belki vazgeçersiniz diye ama nerde…

    kürt, alevi, ermeni düşmanlığı her tarafına işlemiş. umutsuz vaka…

  31. Turkish hayirci solun kurtleri, ermenileri, alevileri savunmasi aslinda abukluktur. önce iyi bir özelestiri gerek.

  32. yok ya… senin gibi yüzsüz faşistler postal yalarken ermeniler bu ülkede sosyalist mücadele veriyordu tosuncuk…

  33. buna alevileri kürtleri de dahil et… sonra git komünizmle mücadele derneğinden çıkan önderlerine tapmaya devam et. hadi canım, hadi gülüm…

  34. Komünizmle mücadele dernegi ABD yanlisi idi , öyle de. TKP’li komünistler ne yanlisi idi? Rus yanlisi. Ya digerleri? Ordunun kuklasi. Ordu size “kitaaa dur” dese, hemen o gün eylemlerinizi birakir, hazirola geçersiniz. 13 Eylül 1980’de oldugu gibi. TSK’yi tam olarak sivil idareye bagladigimiz gün Genelkurmay’a söyleyecegiz, sizi sokaktan çagirip, evinize geri yollayacak.

  35. ahhahhahaha… devrimci kahkahalarımızla…

    israil dostunuz, abd dostunuz, işiniz gücünüz dezenformasyon. bu sitede yaptığınız demagojinin haddi hesabı yok, gelmiş bir de rusya falan diyorsunuz. ne TKP sizin yarınız kadar dış mihrakçıydı ne de diğer solcuların orduyla sizinkinin binde biri bağlantısı vardı. Eee o zaman bu hazımsızlık niye? Muktedir olmuşsun kurtar türkiyeyi. millete bak sünnetli mi diye, aleviler şöyle, kürtler böyle, ermenileri zaten iyi kovduk de. Sonra aa biz abdliydik siz russunuz.

    Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme zorunluluğudur diye boşuna dememişler ağız ishali gibi hergün orda burda biz 7 kuşak demokrasiiyiz dersiniz böyle. Kuşağınız da belli kılıcınızdan akan kan da… Şimdi ne anlatayım senin gibi hem faşist hem demokrata…

  36. Erdogan, Lula ile, Ahmedi Nejat’la, Chavez’le aniliyor. Türk Solu Netanyahu ile, asiri siyonistlerle, Avrupa’daki radikal siyonizm yanlilariyla birlikte anilmakta. Kusura bakma ordu ile birlikte yaptiginiz ABD’yi bize karsi kiskirtma taktikleri sökmediyse. Kilicindan kan damlayanlar Kemalizm ve onun soldaki müritleridir.

  37. a aa bak okudukça gülüyorum…

    şimdi de lulacı olmuş bizim faşistler… sizin abdyle aranızı nasıl bozalım biz kimiz ki bir avuç başıbozuk. görüldüğü üzre yine kemalizme sarılmışsın. hayır hayır o da seni korumaz. sıyrıl bu komplekslerden anlat bize allahlı kitaplı anarşizmini de içimiz açılsın… ordu falan demişsin bir de.ordu kimi kovalıyor kime terörist diyor sen kime terörist diyorsun be faşist tosuncuk.dön bir yazdıklarına bak ondan sonra konuş. çok faşist gördü bu ülke ama yerli malı TM faşist bir başka oluyormuş…

    atatürk kalmadı atakürt verelim ahhahahahahha

    kahrol düşman al sana bomba…

  38. akpli senin provokatif tarzın gerçek ulusalcılara değil burada yazan demokratlara zarar veriyor. sen gelmeden önce burada düzeyli tartışan, demokrat bazı rumuzlar tamamen kayboldu. referandum gündeminin içine ettin.. anarşist bir sitede, devrimci çevrelerden gelip de refarandumda evet demeyi düşünebilecek insanlara abuk subuk mukaddesatçı jargonunla saldırmakla neye hizmet etmiş oldun acaba? başka bir yerde olsa çoktan yasaklanırdın.

  39. akpye oy verenler yaşam tarzları ve dinsel bağnazlıklarının devamını sağlayacak şekilde davranan, demokrasiyle barışamayan, özgürlüğü sadece başörtüsüne özgürlük sanan garip kitle. çöl dinlerini öyle benimsemişler ki, hayattan kopmuşlar. bunların oylarını alanlarda küresel güçlerle işbirliği halinde hamuduyla götüren, eş, dost, ahbap, cemaat zenginleştiren badem bıyıklı politikacılar. adamların yaşadıkları ülkeden bile haberleri yok. daha dün akşam bunlardan biri kpss neden iptal oldu? çalışanlara ayıp değil mi dedi. hönk oldum be arkadaş! türkiye günlerdir bu skandalla çalkalanıyor, badem bıyıklı politikacımız kpssnin neden iptal olduğuna bile vakıf değil. işine gelmemişte olabilir. neyse konumuza geri dönelim, eğer bu akpnin burjuva kesimleri ve liberal besleme gazetecileri, cemaat gazetecilerini gazeteciden saymıyorum, bu bağnazlığın, gericiliğin temsilini elinden bırakmayan illeri demokrasi kaleleri gösteriyorlarsa, onlara bir tavsiyem var. yazları akdeniz ve ege’de değil siirt ve konya’da yapsınlar tatillerini, görelim? öyle bedavadan sallamak yok. yukarda bir cemaat kafalı yazı yazmış, moskof uşağı komonistler kafalı diyerek, kaz kafalı! siz 12 eylüle şak şak çekenlersiniz, şakşakçılar sizi. 2011 genel seçimlerinde tepe taklak gideceksiniz. o zaman size kimse acımayacak ama, o zamana kadar yazın bakalım…

  40. sahilleri abartili bi sekilde muhafazakar/statukocu ilan edenlerin iddialarini -hakli olarak- curutmek gibi icin bu kadar kafa goz yaran bir yaziya ihtiyac var miydi, gercekten cok merak ediyorum Gun Bey. Hem de sahiller icin yapilan yekpareci yaftalamanin bir benzerini ic anadolu icin yapma bahasina… Ulus kavraminin basit bir sekilde kullanimina mi yanmali, yoksa kavramin manasiz bir sekilde parlatilip -farkinda olmadan da olsa- kutsanmasina mi? Tum bunlarin yaninda bu bolgelerin tarihsel devamliligindan yoksun -cabaya ragmen mecburen hala oyle- olarak degerlendirme aceleciligine ne demeli? Satiraralarindaki “bu anadoluda yasayan ve milyon senedir ayni yobazlikta devam eden dincilerin hicbiri herhangi bir sosyalist/devrimci/anarist projede ise yaramaz” seklindeki altmetin umarim benim uydurmamdir.

    cok sevdigim bir yazar ile ilk iletisimim bu elestiri yazisi oldu. Umarim bu beni nankor bir okur yapmaz…

  41. Sinan arkadaşım, yazımdaki yanlış anlama olasılıklarını önleme ya da düzeltme fırsatı verdiğin için teşekkür ederim. Bu tür kısa yorum yazılarında ayrıntıya inememe, unsurları tek tem ayıramama ve global ya da toptancı bir şekilde ana noktalara vurgu yapma riski elbette vardır. Dolayısıyla, siz de takdir edersiniz ki, oylamada esas eğilimlere dikkat çekerken diğer yüzdeleri, diğer eğilimleri bilerek ve biraz da okuyucunun anlayışına güvenerek ihmal ettim. aklımın köşesinden geçmez iç anadoluyu toptan sağcı ya da muhafazakar ilan etmek. Kıyı ve trakya bölgelerini de toptan değerlendirmek elbette büyük hata olur. Sadece yüzdelerin verdiği ana eğilimi tespit etmek istemiştim. Kaldı ki, toplulukların ve insanların değişebileceğine inanan bir insan olarak en sağ veya dinci, muhafazakar bölgelerin bile bir toplumsal altüst oluş ortamında değişeceğine, olumlu potansiyeller ortaya koyabileceğine inanırım. Öte yandan, “ulus” kavramı her seferinde tırnak içine alınmıştır, sadece bir metafor olarak kullanmak istedim. Bu bile aslında “ulus” diye bir şeyin varlığına inanmadığımın bir göstergesidir.

  42. Cöl dini…. badem biyiklilar…. size acimayacagiz …..aralarinda Canan Aritman da var mi? Kemal’in isgal ordusunun neferleri.

  43. AKP’li sen düz faşistsin ve gericiliğin en yoz örneklerinden birisin. “Soy, sop, ata, dede, baba, kardeş, cibiliyet, sünnetli penisler, Kürtlüğü tartışmalı Dersimliler vs.” gibi ırkçı, feodal, dinci karışımı açıklamaları dilinden düşürmeyen yoz bir faşistsin sen. Niyetin de her hangi bir şeyi tartışmak değil burayı sabote etmek.

    Burada bir konuyu dert edinip üzerine tartışacak arkadaşlara AKP’li faşistin bu tür sabote etme amacıyla yazdıklarını yok sayıp tartışmayı ve yorumları sürdürmeyi öneriyorum. O zaman da kopyala-yapıştır yöntemiyle birkaç ekran uzunluğunda alakasız metinler yapıştırıp zekasızca sabotaj yöntemleri uygulayacaktır ama ne yapalım. Bizim bahtımıza da bu zekasız düştü.

  44. “Soy, sop, ata, dede, baba, kardeş, cibiliyet, sünnetli penisler, Kürtlüğü tartışmalı Dersimliler vs.” gibi ırkçı, feodal, dinci karışımı açıklamaları dilinden düşürmeyen yoz bir faşistsin sen. Bunu senin Kemalist patronlarin yapmakta. Carpitmaciligi Hürriyet gazetesinden mi ögrendin?

  45. kemalist patron ha… sizin akif bekilerin, liberal bozması yazarların sahip olduğu türden patronlar bunlar herhalde. aslında doğan medya çalıktan çok şey öğrenecektir bu konuda ama…

    patronsuzlar, topraksızlar, işsizler… bunlar sizin yabancı olduğunuz şeyler tabii ama anla artık devrimciler böyle işte abdye falan da düşman… aramızda evlenmeyen tipler bile var… bu gomonist mantık böyle işte…

    not: acil durumlarda kemalizm camını kırınız. kemalizm hayat kurtarır. ahhahahahahaha

  46. Begenmedigin Arap dini ve diger ortadogu dinlerinin tarih boyu yarattigi catismalarda ölenlerin en yüz misli bir tek 20’inci yüzyilda komünist rejimler tarafindan gerçeklestiriklmek basarisini göstredi. Eli kanli, totaliter komünizmin fasizm ve nazizmden en ufak bir farki yok. Ama tabii 50 sene geriden gelen senin gibi gericiler bunu bilemez.

  47. 50 sene geri mi?

    Gomonizm neymiş onu bilmeyen faşistlerin yaptığı propaganda 50 sene öncesine ait orası kesin. Neyin ne olduğunu da aç oku öğren biraz aydınlanırsın belki. Faşizmin dışında da düşünceler var bu dünyada. Faşizmle bir ömür tüketilmez. Allah akıl vermiş fikir vermiş, biraz çalıştır şu saksıyı.

    Bir de gerici denmiş. İrticacı mı diyorsun bize izmirli faşist monşer darbeci. kemalin uşağı, hürriyetin memuru. dersimliler de çok şey bu arada ahhahahahaha…

    gomonizm de çok kötü ha.. huzur isyanda (böyle mi yazılıyordu bu)

    imza: genç bir sivil

    Anahtar kelimeleri veriyorum: Komünizmin kara kitabı, adnan oktar, tayyip reis, bbp, akp, von mises, hayek, friedman.

  48. Her tartışmayı ama her tartışmayı provoke edip olayı bir iftira ve slogan atma yarışı olarak gören bir akpli ya da akpliler yüzünden bu sitede tartışma ortamı bitti. her fırsatta her kesimi birilerinin adamı ilan eden bu kişi ya da kişilerle bir şey tartışmak imkansız. bu sitedeki tartışma ortamı uzun zamandır itinayla yok ediliyor.

  49. arkadaşın akpli olması değil sorun. bu basit bir troll vakası. trollün hangi görüşte olduğu önemli değildir. troller tartışmak için değil sadece kavga etmek için gelirler. günün internetin eski medyalardan farkını anlamamakta ısrar eden, son derece arkaik ve bağnaz “özgürlük” anlayışı yüzünden burası internetteki tek troll free platform.

  50. Feeding troll demişsiniz de bu troll beslenme ihtiyacını medyadan internetten alıyor genelde. Dikkat edin hiç kimse ona laf atmasa da kendi çapında yorumculara kişisel hakaretten tutun da ırkçılıktan cinsiyetçiliğe, mezhepçiliğe kadar tonlarca yazı yazmış bu troll. Bu sebeple kendisi buradan gönderilemiyor. İlla gönderilsin de demiyoruz (hemen itirazcılar çıkacaktır). Ama kendisi fikirlerini düzgün ifade etme zorunluluğunu öğrenmeli. Yoksa bu tarz bir ‘fikir özgürlüğü’ platformu faşizme kucak açmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Faşizm de bir düşünce değil suçtur…

    Bir de küfürleşen elemanlar var tabii bu da hoş değil. Ancak provokasyon olduğu sürece internet ortamında her zaman küfür olacaktır. Misal küfürlerin silinmesine kimsenin itirazı olmadı… Trolle verilen imkanlar da maalesef engellenemiyor. Görmezden gelmek en doğrusu gibiyse de bazen kişisel hakaretler yüzünden kızan kimseyi de neden tepki verdin diye suçlamamak doğru olur…

  51. bu sorun bu kafayla hiçbir zaman çözülmeyecek. burası da hakaretlerin havada uçuştuğu düzeysiz bir ortamdan öteye gidemez. site çökmeden önce de bu konu hakkında yazılmıştı. burası bir dergi ya da herhangi bir yayın organı değil. yazıyla iletişim kuruluyor olması burayı bir yayın organı yapmıyor. dolayısıyla burada “sansür” diye bir tartışma olması bile abes aslında. troller gerçek hayattaki provokatörlerin karşılığıdır. bir ortamda kendi aralarında tartışan bir grubun arasına dalıp da tartışmayı sabote eden tiplere benzerler. adamın niyeti halis olmadıktan sonra istediğiniz kadar dil dökün. böyle birine gerçek hayatta nasıl muamele edilirse, trollere de öyle edilir. edilmediği müddetçe herhangi bir tartışma ortamı da oluşamaz.

  52. Trolllerin tartışma platformundan uzaklaştırılması bir komünde birinin onu bunu yavşaklıkla suçlayıp akabinde komünden uzaklaştırılmasından farklı bir şey değil. Bu nedenle trollük yapanın bu forumdan uzaklaştırılmasını öneriyorum. Biliyorum bu öneri pirüpak özgürlükçüleri rahatsız eder fakat gelinen nokta tüm sitede tartışmanın imkansız bir hale gelmesi.

  53. aynen katılıyorum… ama ‘fikir özgürlüğü’ ifadesiyle oldukça ilgili arkadaşların da gönlü olsun diye kendini ifade etsin dedim. yani vesayet falan tarzı analiz terimleri kullanan evetçi vs. yazarlar hiç bu kadar tepki görmedi. ama faşist provokatörün durumu farklı… sonuçta bu faşiste gösterilen tepkinin 2 katı stalinist eğilimleri olan yorumculara gösterildi ve onlar ortamı direk terk etti. fikret uzun diye bir eleman vardı misal… bir provokatör gider diğeri gelir…

  54. Arkadaşlar, sansür doğru bir şey değildir. Benim bütün arkadaşlara önerim şudur: Bu arkadaş düzgün bir tartışma tutumu takınmadıkça ve sabotajlarına devam ettiği sürece kendisine cevap verilmesin ve arkadaşlar o yokmuş gibi normal tartışmalarını sürdürsünler. Bunu denemek o kadar mı zor yani. Hemen işin kolayına kaçmanın ne alemi var. Bu arkadaş bile belki kendisine cevap verilmediğini görüp normal bir tartışma üslubunu zorunlu olarak baenimseyebilecektir. Benimsemezse de kendisi bilir. Cevap vermiyoruz saçmalıklara, saçma suçlamalara. Ona en iyi cevap budur.

  55. Arkadaşlar, sansür doğru bir şey değildir.

    Gün “sansür” meselesi değil ki bu …

    Öyle de bir diyorsun ki sanki bunca yıl çıkardığınız dergilerde ülkücü-islamcı vs. yazılar basıyordunuz. “arkadaşlar ülkücü bir okurumuz bizleri “gomünist allahsız” olmakla itham eden bir yazı göndermiş. sansürcü olmayalım, bu sayıda yer verelim.” 🙂

  56. Gün Bey bu denendi zaten. Ancak şimdi de sinerji yaratır gibi hadi çocuklar cevap vermiyoruz demek şöyle sonuçlara sebebiyet veriyor ki durum içler acısı: Neymiş Dersimliler şöyle, Kürtler de böyle, solcular darbeci diye gidiyor bu liste. Bir terör ortamı yorumlara hakim olunca da kimse ciddi ciddi tartışmayı bırakın konuşamıyor bile. Kimse hakaret yiyeceğini bile bile buraya yazacak kadar sabırlı değil. Sitede dönen muhabbete bakın. Herkes oturmuş bu elemanın ona buna yönelttiği faşist yaftalamalarını izlemek zorunda mı, değil. Dolayısıyla sitenin bir platform olma ihtimali baştan yok ediliyor. Meseleyi basit bir sansür olarak algılamayın lütfen. Olay faşistlerin konuşma özgürlüğü gibi bir konu ve burada aktif olarak karşı duruş olmazsa kaybeden faşistler olmayacaktır…

  57. “arkadaşlar ülkücü bir okurumuz bizleri “gomünist allahsız” olmakla itham eden bir yazı göndermiş. sansürcü olmayalım, bu sayıda yer verelim.”

    aynen…

  58. Peki arkadaşlar, madem genel eğilim bu yönde, o zaman şöyle yapacağız. “Troll”cu dediğiniz kişiden bundan böyle gelecek yorumlarda eğer tutumu devam ediyorsa o yorumları kaldıracağız (gerçi bu biraz zaman alabilir, çünkü siteyi dtoğrudan ber yönetmiyorum). Ben, tartışmayı sabote eder nitelikte görürsem herhangi bir measajı, sitenin teknik işlerini yönetin arkadaşa sabotaj nedeniyle kaldırıldı mesajıyla birlikte kaldırmasını söyleyeceğim. Ama eğer sabote amacıyla değil, doğrudan fikir tartışması düzeyince bir şeyler söylüyorsa kaldırmayacağız. Buna ne dersiniz?

  59. Bol şans!

    : )

  60. Bana sansür uygulama karari alindi ve hemen Oda TV’de Gün Zileli’nin yazisi iktibas edildi. Iki olay arasinda bir baglanti görmüyor musunuz? Oda TV hakkinda ne düsünmektesiniz? Oda TV’den ilgi ve destek görmek ne anlama gelir hiç düsündünüz mü? Gün Zileli kendine yazik etmekte, batmakta olan beyaz Türklerle beraber batmanin ne kendisine ne de sevenlerine bir yarari olmayacak. Soner Yalçin’in destegine muhtaç ise vay haline.

  61. Ben mesajlarında hemen bir kısıtlama yoluna gitme taraftarı değilim. Bu kişinin faşistin teki olduğuna ve buradaki ortamı sabote etmeye çalıştığına dair en küçük bir şüphem yok ve sadece bu niyetle burada bulunduğunu düşünüyorum. Nasıl bir demokrasi düşmanı olduğu bu sitedeki pratiğiyle gayet net bir şekilde ortadadır.

    Ama yine de dediğim gibi hemen kısıtlama yoluna gitmenin taraftarı değilim ve arkadaşları biraz daha zor olanı benimsemeye davet ediyorum. Bu türlü yazdığı her şeye kayıtsız kalalım. Bu yolla dışlayalım ve o kendinden geçmiş bir şekilde orada zeka ve karakter düşüklüğünü sergilemeye devam etsin. Şimdiye kadar en küçük bir belirtisini göstermedi ama belki artık bir düzey takınmayı gözden geçirir.

    Tamam tahmin ediyorum, onu yok saydığımız zaman da sitedeki okumaları zorlaştıracak türlü şeyler, 4-5 ekran uzunluğunda “Evet” benzeri saçmalıklar döşenecektir ama biraz çaba gösterelim. Artık çok açık ki, biz ona yanıt verdiğimiz ve ciddiye aldığımız her defasında amacına ulaşmış oluyor.

    Bu yollu da başa çıkamazsak Gün Zileli’nin önerdiği türde kısıtlama o zaman uygulansın.

  62. Bakınız “Bana sansür uygulama karari alindi…” şeklinde başlayan yorum klasik bir troll ürünü. Provokatörleri siteden uzaklaştırmaya bu yorumdan başlayabilirsiniz.

    Tebrik ederim. Doğru ya da yanlış, önceki gibi düzeyli bir tartışma ortamının yakalanmasını istiyorum.

  63. Bu yazıları Zileli mi yazıyor yoksa bir başkası mı diye içimden geçirmeden edemiyorum. Çok saygı duyduğum ve görüşlerini sık sık kullandığım Zileli’nin giderek faşizan ve ‘ötekileştirme’ üzerinden bir söylem geliştirdiğini görüp üzülüyorum. Romantik bir devrimcinin nihai sonucu bu olmamalıydı kanımca. Yani sonuç olarak insan kendini ne kadar sakınsada, yine de bir grup içinde kitle psikolojisinin etkisinde kalıyor. Romantik devrimcinin evrimsel süreç içinde geldiği nokta, ulusalcı geçinen, gerçekte ceplerine cukaladıkları dolarlarla düşler kuran sahtekarlara istemeyerek olsa da düşünsel destek veren bir yerdedir. Biz yine de seni eski romantik devrimci halinle hatırlayalım.

  64. Zileli böyle duygusal baskılara yüz verir mi bilmem : )

  65. “Romantik devrimci”den ne anlamam gerektiğini bilemiyorum ama siz beni yine öyle hatırlayın daha iyi. Bende hiçbir temel değişiklik yok. Konjonktüre göre elbette vuruş yapılacak noktalar değişiyor, bu kaçınılmaz. Yazılarım incelenirse, 2000’li yıllarda, 2008’e kadar ağırlıklı olarak ulusalcılarla uğraştım, yazılarım daha çok onların eleştirisine yöneliktir. 2008’den sonra ise ağırlığı liberallerin eleştirisine vermek durumunda kaldım. Çünkü bugün iktidarın ataktaki gücü onlar. Bunun zorunlu olduğunu göremeyen “romantik devrimciler” varsa onlara biraz gerçekçi olmalarını önermek zorundayım. Ama bu yön değişikliği sadece taktiksel plandadır, staratejik olarak ulusalcılarla da liberallerle de aynı uzaklıktayım. Sanırım duruşumu bu şekilde açık seçik izah etmiş oldum.

  66. Zileli bu konuda haklı. Bugün iktidardaki görüşün temsilcisi olan, hükümetçe himaye gören, patronlara her gazetede en az birer tane bulundurulması salık verilen; toplantılarına valilerin, kaymakamların katılıp alkış tuttuğu “aydınları” deşifre etmek muhalif etik açısından doğru tutumdur.

  67. sansüre hayır,
    herkes istediğini yazsın, rahatsız olan onunla muhatap olmaz, hem yazana cevap yetiştirmeye çalışıyor hem de yazdıklarından dolayı sansür,
    bu eğer bir yazı yorum sitesi ise yanlılş,
    mesela ben yukarıda bir şeyler saçmaladım kimse ilgilenmedi, bende devam ettiremedim…
    ama adam yazıyor kadeşim, cevap verin güzel oluyor…
    sansüre hayır, sansüre hayır
    düşünceye özgürlük,

  68. “Dersim ulusu” bu topraklardaki tüm devrimci özlerin izini taşır. Dersim gerçek bir isyandır, hem Türk milliyetçiliğine ve aynı zamanda Kürt milliyetçiliğine karşı. Dersim hiçbir zaman PKK’nin kalesi olmadı. Olur da yarın öbür gün, Türk devletine “alternatif” bir Kürt devleti kurulursa buna direnecek yegane yer Dersim coğrafyası olacak. PKK Dersim’de Dersim’li olabildiği ölçüde güç kazandı.

  69. güzel site yapmışsınız çok beğendim bundan sonra bu sitenin takipçilerinden olacağım favorilerimede ekledim başarılar diliyorum tekrardan…

  70. 1-ulus ve ulusçuluk tanımlanabilir mi?
    demir küçükaydın’ın deyimiyle şöyle bir paradoks mu;
    tanımlanınca yok olan bir ‘şey’… ya da olmadığı durumda tanımlanabilir.(heisenberg’in ünlü belirsizlik ilkesi örneğiyle söylüyor)
    2-uluslar var olduğu için mi ulusçuluk denen bela var? yoksa tersine ulusçuluk ideolojisinin yarattığı bir sonuç mu ulus denilen nesne?(türk ya da kürt olmayı seçen, isteyen,vazedenler olduğu için mi türk, kürt ulusları var? tersine türk ya da kürt ulusları var olduğu için mi bunların ulusçuluğunu isteyenler mevcut?)
    dahası bir önceleme söz konusu olmak zorunda mı?
    3-ulusçuluğu “ulusal olanın politik olanla (devlet) çakışması” olarak tanımlayan gellner’ci tanım ne kadar açıklayıcı?

  71. Bu soruların hepsi yanlış sorular. Ulusçuluk bir burjuva ideoloji olarak var. Burjuva ideolojileri burjuva pazarı yaratmak, sınırlarını çizmek, düzenlemek ve işlemesini sağlamak için vardır. Bu konuda en başarılı tespitler Fransız Düzenlemeci’lerden gelir. Ulusçuluk ve ulusüstü gibi kavramlar, burjuvanın dolayısıyla sermayenin hareketliliğine göre ortaya çıkar ve sönümlenirler. Yani halihazırda ulus kavramına yönelik en güçlü tezler “hala” Marksist ve Marksizm türevi yaklaşımlardan gelir. O soruların hepsi sermaye ve hareketliliğini sorgulamadıkça yanlıştır.

  72. Evet ama Marx da dahil Marksistlerin ulusal konuda esaslı surette çuvalladıklarını da artık kabul etmek gerekir. Bir yandan ilerlemeci mantıklarıyla Hindistan’da sömürgecileri desteklemeleriyle, bir yandan da UKTH pragmatizmleriyle, bir yandan anti-emperyalizm adına ulusal hareketlere kuyrukçuluk yapmalarıyla, daha ne diyeyim.

  73. Timur senin söylediklerin de doğru değil. Marksizm’le ilgili yapılan en büyük iki hata onun her şeye cevap verdiğini sanmak ve Marks ve Engels’ten ibaret olduğunu sanmak. Marksizm esas olarak kapitalizmin röntgenini çeker ve mücadele yönü sunar. Marksizm bir devlet kuramı değildir ki günümüzün devlet ve ulus denklemine geniş geniş değinsin. Fakat Marksizmin açtığı düşünsel izleği takip eden pek çok düşünür (söz gelimi Fransız Düzenleme Okulu) ulus ve devlet sorununa gerçekten tatminkar yaklaşımlar geliştirebilmiştir. Marks bu konuda çuvallamadı, Hindistan örneğinde eleştirilebilir. Doğrudan bu mevzuyla ilgili de değil. İlerlemeci mantık da eleştirilebilir. Zaten Marks’ın ağzından çıkan her şeyi default olarak her şeyin cevabı sananlar genelde Marks’ın çuvalladığı sonucuna varır. Bir kere Marksizmin tam olarak ne olduğunu anlamalı, daha sonra kapitalizmin röntgenini çekerken diğer sorunlar hakkında bize sunduğu geniş bakış açısının farkına varmalıyız. Misal düzenleme okulu Marksist olduğu kadar Markstaki araçsal devlet mantığını eleştirir. Fakat ortaya attığı hemen her şey yine Marksizm kökenlidir.

  74. Uluslar ve ulusçuluk konusunda ideolojik bir determinizmin ne kadar etkili olduğu tartışmalıdır. Yani ulusçuluk veya herhangi bir ‘fikri akım’ kendi ideallerini bu kadar başarılı ortaya koyabilecek araçsallığa sahip midir? Ulusçuluk konusunda ulus ulusçuluğu bir anlamda öncelemiştir. Belli çekirdek aydın gruplarının ideolojik yönelimi olarak ulusçuluk ulusların oluşumuna sebebiyet vermemiştir. Oluşan devlet yapılarının ulus birimlerini ihtiyaç duyduğu sınırlara (alabildiğine geniş olmalı bu sınırlar) taşıması gerekliliği büyük ölçüde pragmatiktir. Tabii bu pragmatik sınırlar dil birliği vesaire gibi verili bağlantıları (toplumsal harç mı dersiniz artık) kullanarak yayılma olanağı bulmuştur. Ancak klasik marksist tarih şemasında da ulus devletlerin yeri vardır. Kapitalist piyasa mantığı temel olarak merkezi devlete bir dönem için şiddetli bir ihtiyaç göstermiştir.

    Emperyal ama gevşek yapılı devletlerin bölünerek görece daha kontrollü ulus devletlere parçalanması bir anlamda gereklilik halini almıştır. Bu olayın kanlı bir propaganda süreciyle içiçe geçmesi sınırları keskinleştiren çatışkının bir sonucudur. Ancak 2. savaş sonrası dönemde kapitalist dünya ayakta kalmayı başarmış ve ulus temelli çekişmeleri AB tarzı yapılanmaların genişletici piyasa etkisini kullanarak yeni bütünleşmelere gidilmiş ve sistem kendine yeni bir yol çizmeye başlamıştır. Bu bağlamda ulus için gellnerin tanımı (işin iktisadi boyutu tanımda göz ardı edilmiş gibi gözükse de) bir ölçüde doğru kabul edilebilir. Küresel vatandaşlık hadisesi gibi konularda da politik hegemonyanın yeni kimlikler dayatması, gündelik hayatın normal bir pratiği olarak gözlenebilir.

    Marksistlerin tutumuna değinmek gerekirse, olayın politik praxise dayandığını yani ucunun politikaya dokunduğunu hatırlatmak gerekir. Yekpare bir marksist tutum olmadığı gibi ukkth tavrının %100 yanlış olduğu da iddia edilemez. SSCB’nin dünya politikasında manevra alanını genişletme amaçlı yaptığı hamleler pür marksizm denilerek mahküm edilemez. Ulusçuluk konusunda Otto Bauer’den Stalin’e çok farklı yorumlar mevcuttur ve hepsi de farklı koşullar içerisinde ortaya atılmıştır. Ancak şu an için dahi enternasyonal dayanışma iddialarının ötesine geçilememiş (hatta bu seviyenin yakalanamamış) olması bazı konularda ipucu olmalı.

  75. Marx ölmedi, ama biz ölüyoruz….

    (Ne harika bir kitaptı o. Gün, yok mu yine böyle çeviriler elinde?)

  76. Var. Margarete Buber Neumann’ın Under Two Dictators: Prisoner of Stalin and Hitler adlı 341 sayfalık anılarının çevirisinin 271. sayfasındayım. Yani 70 sayfa kaldı bitmesine. Ekim sonunda bsitirmeyi planlıyorum. Buber Neumann, Sovyetler Birliği’ne birlikte sığındıkları kocası Heinz Neumann tutuklanıp GPU tarafından öldürüldükten 6 ay sonra tutuklanıyor (1938) ve Karaganda toplama kampında 2 yıl zorunlu çalıyşmaya tabi tutuluyor. Sonra diğer Alman komünistleriyle birlikte, Brest/Litovsk köprüsünün üzerinden Gestapo’ya teslim ediliyor GPU tarafından. Ravensbrück kampında’da 5 yıl yaşamayı başarıyor. Hitler yenilince serbest kalıyor ve satıya iltica ediyor. Aynı kampta ölen ean yakın arkadaşı Çek gazeteci Milena, Kafka’nın sevgilisi olarak bilinen Milena’nın ta kendisi.

  77. “Düzenleme okulu”nu bilmiyorum. Neyi düzenlemişler? Biraz daha bilgi verirseniz belki daha sağlıklı bir tartışma yapabiliriz.

  78. Çok kısaca şunu söyleyebilirim, Fransız Düzenlemeciler olarak bilinen ekolün üyelerine göre, tartıştığımız konu kapsamında ulus devlet, ulus ve ulusçuluk gibi olguların ortaya çıkışı, güçlenmesi, sönümlenmesi veya günümüzde olduğu gibi farklı biçimlerde devam etmesi, genel anlamda sermayenin faaliyetlerinin düzenlenmesine bağlıdır. Yani sermeye çevriminin (artı değerin ortaya çıkışının) verili koşullar altında mümkün mertebede en kısa sürede, en verimli ölçüde sağlanması sağlamak için ortaya çıkan düzenlemelerdir. Bu en başta sermayenin hareket edeceği koşulları düzenleyen devletin düzenlenmesi demek. Ulus devlet ve ulusçuluk, kapitalizm tarihi içinde sermaye çevrimini verili koşullar altında en verimli biçimde gerçekleşmesini sağlamak için hep dönüşümler geçirdi. Söz gelimi kemalizm ve Türk ulusçuluğu, sermaye birikiminde ulus devletlerin ve ulus pazarların merkezi roller üstlendiği dönemlerde ortaya çıktı, gelişti. Daha sonra adına küreselleşme de denen süreçle beraber sermayenin uluslararası faaliyetleri büyük ölçüde artış gösterdi ve ulus devlet ve ulusçuluk buna göre tekrar şekillenmeye başladı.

    Bu genel çerçevede ulus, ulusçuluk ve diğer mevzular tartışlabilir. Marksizm ölmedi, görünenin kısırlığına kapılanlar onun yaşadığını göremiyor.

  79. Marksizmin ölmekte ya da yaşamakta olduğu değil mevzumuz. Öte yandan niye ölsün ki. Madem kapitalizmi güzelce tahlil etmiştir ondan gereğince yararlanmasını bilmeli bugünkü insanlık. Bir düşünceyi mezara gömmekte hiçbir fayda yok. Ama ölen bir şey var: O da dünyayı fethedeceğini sanan dogmatik marksizm. Bu ölmese de iflas etti, apaçık bir şey.

    Diğer yandan, sermayenin hareketleriyle ulus ilişkisi gayet açık ama bilmem sorunu tek başyına buraya hapsetmek ufkumuzu fazlasıyla daraltmak olmaz mı? Bu izah temel yönelişi izah etmekle birlikte geriye kalan birçok şeyi anlatmakta yetersiz kalır gibime geliyor. Örneğin yüzyılımızdaki şu çelişki izaha muhtaçtır: Bir yandan sermaye hareketleri klasik ulus devletleri geriletiyor ve sermayenin daha rahat akışkanlık göstereceği daha geniş çerçeveler oluşturuyor ama diğer yandan da yerel plandaki mikro milliyetçiliklerde büyük bir artış gözleniyor. Ulusalcılar bunu emperyalizmin ulus-devletleri parçalamak için kışkırttığını söylüyorlar ama hiç de tatmin edici bir açıklama değil bu.

  80. Yerel plandaki mikro milliyetçiliklerin artış göstermesi doğrudan sermayenin küreselleşmesinden kaynaklanır. Bu ABD veya batı emperyalizmi bir kinle diğerlerini bölüyor parçalıyor demek değildir. Aslında mevzu her bir mikro olarak tanımlanan milliyetçilik üzerinden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekliyken şunu söyleyebiliriz genel olarak; sermaye birikiminin ulusal düzeye bağlılığı gün geçtikçe aşınırken, merkezi ve ulusal bütünlükler aşınıyor. Türkiye’de olan da bu zaten. Fakat bunun üzerinden ABD Kürtleri kullanarak bizi bölmek istiyor sonucu çıkmamalı. Ulusalcıların yaptığı bu zaten. Kürt sorunu 100 yıllık bir sorun olarak bugün ulus devletlerin aşındığı bir dünyada daha çok sesini duyurabiliyor. Bu olayın Kürt sorunu açısından fiili olarak bir yönü. Genel anlamda diğer bir yön ise şu; ulus ekonomileri esnerken fordizm olarak bilinen kitlesel üretim/kitlesel tüketime dayanan sermaye birikim biçimi esniyor. Daha çeşitli, farklı, kitlesiz üretilen ve daha kitlesiz, kişisel tüketilen bir ekonomi içinde yaşıyoruz. Kitlesel üretim/tüketim kitle toplumunu gerekli kılıyordu. Kitlesel olmayan üretim/tüketim kendi toplumunu yaratıyor. Postfordizm, postkapitalizm gibi yeni terimler bunu ifade ediyor zaten. Bu nedenle kitle toplumu, türk toplumu esniyor, dağılıyor. Fakat ortadan kalkmıyor, o başka bir tartışma konusu.

  81. Bu bakış açısı dünyamızı daraltmaz. Tam olarak ne oluyor? sorunun cevabını verir. Ve bu yolu kullanarak pek çok sorun hakkında pek çok doğru şey ileri sürülebilir.

  82. Mikro milliyetçilik veya kimliksel alanlara dönüş siyasetsizliğin (sınıfsal siyasetsizlik diye okuyabilirsiniz) bir tezahürüdür. Yeni dünya düzenine eklemlenmekte zorluk çeken veya zorluk çıkartan gruplar tepkilerini meşrulaşan kimlik siyasetleri üzerinden dillendirmeye başladılar. ‘Kendi için sınıf’ olamayan toplumsal sınıflar küçük statü/grup/kimliksel tabakalara bölünerek siyasal alanda görünür hale geliyorlar. Küreselleşmenin dayattığı kimlikler denebilir bunlar için.

    Kürtlük üzerinden konuşulacaksa örneğin 1960larda ve 70lerde verilen mücadelede ‘kürtlük’ başka arayışların içinde bir unsurken (başatlığı tartışmalıyken) şu an insan hakları söylemine eklemlenmek zorunda kalan bir kimliksel mücadele halini almıştır. Bunun iyiliği kötülüğü normatiftir ve kimsenin de kürt hareketini neden kimliksel taleplerin var diye suçlaması mantıklı olmayacaktır. Çünkü sınıfsal temelli hareketler sönümlenirken kürt hareketi ayakta kalmasını bu uyuma borçludur.

    Kimlik politikalarının değer kazanmasının bir ayağı da soğuk savaş sonrası hegemonik yönelimlerde gizlidir. İnsan hakları ve anti terörizm söylemleri ABDnin 1980lerde ortaya çıkardığı yeni konseptle beraber devrime inancı kalmamış sol tarafından da benimsenmeye başlamış ve yeni hegemonyanın temeli atılmıştır. Kosova savaşı ve sonrasında (11 eylül) günümüze kadar hakimiyetini kabul ettiren insan hakları (anti terör ve uluslarası müdahale) söylemi (beraberinde NGOculuk da gelmiştir) hakim kılınmıştır. Soğuk savaş sonrası kimliklere dönüş hikayesi bir anlamda mecburi bir dayatma olmuştur.

    Postfordizm konusunda ise benim kitlesel olmayan üretim gibi noktalarda tereddütlerim var. Hizmet sektörü vesaire genişlemiştir bu kabul edilebilir ancak kitlesel üretim 3. dünya denilen kısımda hala geçerliliğini korumaktadır. Teknolojik devrim sonrası bilişim gibi sektörler fordizmin üretim bandı karikatürünü etkilemiştir. Ancak işçi sınıfı hala kitlesel üretimin içinde taşeronlar aracılığıyla yalnızlaştırılmış ve örgütsüzleştirilmiş dahi olsa mevcuttur.

  83. Evet, Ertan’ın söyledikleri açıklayıcı nitekilte. Bununla birlikte, Anton’un son paragrafı da dikkate alınmalıdır. Uzak asyada örneğin kitlesel üretim devam ediyor daha doğrusu oraya kaydırıldı.

  84. İşçi sınıfı tabiki mevcuttur. Anton’un söylediği son paragrafı şu şekilde değerlendireceğim: Küresel ölçekte kitlesel üretim ve tüketimden gittikçe uzaklaşılıyor. Uzak doğuda yükselen trend kitlesel üretim değil. İmalat sektörü uzak doğuya kaymış durumda. İkisi farklı şeyler. Örneğin TV’nin üretim bandında bol miktarda üretilmesini kitle üretimine denk sayamayız. Kitlesel üretim o kadar etkindi ki insan hayatına “beyaz eşya” kavramını sokmuştur. Üretim esnasında pratiklik ve verim sağlamak için tüm ev aletlerini beyaz üreten Kapitalistler, bugün uzak doğuya giderek, yine çok büyük miktarlarda ama tamamen farklı amaç ve kullanımlara hitap eden yüzlerce çeşit mal üretiyorlar. Aynı yerde her çeşit renk ve türlerde TV, MP3 çalar, Bilgisayar vs. vs. üretebiliyor bir şirket. Zaten batıda kitlesel üretim yok doğuda var demek küresel kapitalizmin mantığına aykırı. Ayrıca gelişen üretim teknolojisi sayesinde binlerin çalıştığı fabrikalar uzak doğuda bile kalmıyor artık. Doğuda ve batıda üretim ve tüketim mantığına uygun olarak iş yerleri de küçülüyor. Taşeronlaşma yükseliyor. Atölyeler geri dönüyor. Boing firmasının belirli bir fabrikası dahi yok. Devasa uçakları üreten şirket tüm dünyada başka irili ufaklı şirketlerle el ele. Hele ki bilgisayar ve türevleri alanının lideri uzak doğuyu postfordist üretimin dışında tutmak çok büyük bir yanlış.

    Buna karşılık işçi sınıfı iki temel yenilgi aldı. Birincisi, sermaye artan hareketliliği ile zamana ve mekana bağlılığı ciddi ölçüde aştı, emek nerede ucuzsa oraya yöneldi, gelişen teknoloji ile 10 işçinin yapacağı işi 1 işçi yapmaya başladı. Hatta çoğu yerde ona bile gerek kalmadı. Emeğin artı değerin oluşması süreci içindeki rolü esnedi. İkincisi, birincisine bağlı olarak işçi sınıfı bölündü. Bu doğrudan fiziki olarak çalışma yerlerindeki bölünme olarak ortaya çıktı. 20 yüzyılın ortalarındaki gibi, binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar toplamdaki en büyük üretimi yapmıyor. Artık atölye tipi ufak, taşeronlaşmış, hem küreselleşmiş hem yerelleşmiş bir çalışma biçimi söz konusu.

    Yani toplamda sermaye emek karşısında her alanda mevzi kazandı.

    Bunun anlamı, sınıfsal aidiyetlerin yerini etnik, dini aidiyetlere bırakması ve kitle toplumlarının esnemesidir.

    Şimdi bu gelinen noktada, sermaye bu denli güçlenmişken, emek bu denli geri plandayken bir daha sormalıyız devrim nasıl mümkün olur diye.

    Bu sorunun cevabını henüz bilmiyorum.

  85. Hizmet sektörüne yaşanan kaymayı kabul ettiğimi söyledim, bu da emek yoğun imalat sektöründe yaşanan istihdam kaybını açıklamaya yönelik bir adımdı. Ancak atölye tipi üretimden bahsediyorsanız emek yoğun sektörlerden söz etmek elzem. Yani olay basit fordist karikatürün parçalanmasından ibaret. Ancak bu fordizmin yok olduğu anlamına gelmiyor, dediğiniz gibi üretim süreçlerindeki otomasyona kayış teknolojinin gelişmesiyle atbaşı gidiyor. Ama istihdamda yaşanacak keskin düşüşlerin sermayenin işine gelmediği de bir gerçek. Daha açık olalım, sermaye emeği ‘parçalı bir fordizm’e sevkediyor, aslında buna mecbur. Fabrika gibi ortamlarda eski silahlarını kullanmakla birlikte taşeronlaştırma hadisesi de dünyanın proleterleştirilmesi gibi bir sonuca varıyor.

    Postfordizme itirazımın bir sebebi de bu olguyu vaktiyle haddinden fazla olumlu karşılayan ve hemen üzerine giden bazı yeni sol aydınların tutumlarıdır brlirteyim…

    Meselenin çözümü yeni örgütlenme pratiklerinde yatsa da işçi sınıfının öz yönetim güdülerine (eğer hala umut var diyorsak) seslenmek mantıklı olacaktır. Bireyciliğin son raddesine varılmış şu zamanlarda kollektif bilinç yaratmak çok zor ancak bu bahane değil tabii…

  86. yeni sol aydınlardan kasıt andre gorz gibi proletaryaya elveda diyenlerdir yoksa direk yeni sol akımlara bir düşmanlıktan bahsetmiyorum ekleyeyim…

  87. malişer alakasız bir şeylerin yukarıda yazdıkları hakknda ne düşünüyorsun?

  88. Mevcut gidişatı fordizmin parçalanması olarak özetleyemeyiz. Tabiki fordizm yok olmuyor. Ama ademi merkezi üretim biçimleri, yoğun biçimde bilgisayarlaşarak yoluna devam ediyor. Söylemek istediğim nokta, bu koşullar altında işçi sınıfının nasıl örgütleneceğiydi. Ankara’da Ostim sanayi sitesi vardır, bilmem biliniyor mu? Çok geniş bir alanda küçük sanayiciler muazzam büyük işler yapıyor. Binlerce işçi çalışıyor belki onbin, bilemiyorum. Her bir atölye ortalama 5 ila 20 kişiden oluşuyor. Hepsinin yaşadığı çelişki başka. İşçi ve patron arasındaki ilişki fordist fabrikalardan çok farklı olarak usta-çırak ilişkisi içinde. Aldıkları ücret bir fabrika işçisi kadar belki daha fazla. Şimdi bu pratikler tüm dünyada öylesine yaygınlaşmış ki, burjuva ideologlar bunlardan hareketle insanın yeteneğini körükleyen zanaatkarlığın yeniden doğduğunu iddia edip işçi sınıfının çelişkilerinin ortadan kalktığını bile iddia ettiler.

    Durum onların dediği gibi olmasa da, emeğin sermaye karşısında çok ciddi oranlarda güç kaybettiği gerçek. Hepsini bir daha özetlemeyeyim.

    Türkiye devrimci hareketinin işçiler içinde çok sınırlı olmasının, yayılamamasının ardında yatan nedenlerden biri de bu.

  89. Politikanın, devletlerin ve diktatörlerin haksızlığına uğrayan insanların hayatının peşindesin değil mi? Bu hayatların sessiz çığlığını, acının mağrur olgunluğunu çevirdiğin kitaplarda ve yazılarında görüyorum. Hep.

    Neumann’ın Milena kitabını okumuştum. İki diktatörlüğü ‘içeriden’ anlatan ve senin heyecanla çevirisini yaptığını düşündüğüm bu kitabını da merakla bekleyeceğim.
    Eline, zihnine sağlık.

  90. temelde anlayışlarımızın birleştiğini sanıyorum. bu tartışmayı derinleştirmekte fayda var. Bu arada ulus-devletlerin kaderi üzerinde de derinleştirebiliriz tartışmayı. Acaba ulus-devletler hem liberallerin hem de ulusalcıların sandığı gibi yıkılıyor mu, yoksa biçim değiştirerek yeni koşullara uygun ulus devletler halini mi alıyor? Örneğin yeni ırak devleti de bir ulus-devlet değil midir?

  91. alakasız gibi gelse de, meselenin saltık sermaye üzerinden ve mülkiyetle ilişkisi kurulmadan tartışılmasını birazcık eksik buluyorum.tartışmanın çok daha verimli olabilmesi için, mülkiyet boyutunun da düşünülmesi iyi olmaz mı?

    sonuçta kategorik sermaye düşmanlılğıyla kifayet edilmesini yeterli bulmuyorum.
    sermayeyi her kötülüğün anası görürsek, toplumsal üretimin mümkünatı nasıl olacak?
    sermaye dediğimiz ne ki?
    insanın emeği, bilgisi, teknik ve gelecek tasavvurları tüm tarihsel ve toplumsal yaşamı..sermaye toplumsallaşan insanlık demek diye düşünüyorum.
    sömürü vb tüm kötülükleri doğuran da o değil mi, denirse..
    bence mülkiyet biçimine dönüşerek, toplumsallık niteliğinden uzaklaşmasında aranmalı bu kötülükler..diye de ekliyorum.

  92. Sarikizci generallerin 2003 yilinin baslarinda Baykal’i angaje etmelerinden beri devam eden devrim sartlarini olgunlastirmak için gerginlik yaratma, her öneriye “hayir” deme ve kiskirtma politikasiyla darbeye ortam hazirlama siyasetleri izleyen CHP referandumdan sonra yeni CHP yönetimi ve onu destekleyen hakim siniflar (Tüsiad) ve generaller çetesi (Kosaner) orta vadede devrimcilikten vazgeçti. CHP olagan kosullarin muhalefet partisine dönüstü.

    Halkin oylariyla kazanilan demokratik devrim, akintisina Kürt milliyetçilerini de katarak baris için bir umut isigi yakti

    Bu denklemin disinda kim kaldi derseniz, fasist MHP ve oyuna getirilerek MHP ile basbasa birakilan nasyonal-sosyalist (IP) ve kemalist-sosyalist (Emep, TKP , ÖDP vs. vs.ve vs. kaldi. Simdi kardes kardes MHP ile fasistçilik oynamaya birakilan “hayirci” sol kolay kolay hafizalardan silinmeyecek bir aciyla yasamaya mahkum. Artik provokatörleri onlari provoke edenlerle birlikte içeri tikmadalarve 1970’ler sartlarina takilip kalmis olanlar Sezen Aksu’nun deyimiyle iki cihanda lekeliler.

  93. Birgün gazetesi, bir tür sol ve aptallık…

    ….

    Bir de karalama, çarpıtmayı, siyaset, hatta varoluş tarzı olarak benimseyenler vardır… O ahlaken bu işin en düşük şeklidir. Ve o şekle en çok bizim dünyamızda, basında rastlanır…

    Pek çok gazete ve gazeteci psikolojik harekâtların gönüllü aracı olurlar, onların tarzını benimser, onlar gibi çalışırlar.

    Bu işi iyi yapanlar da vardır, kötü yapanlarda…

    Kimileri ise yaptıklarını ellerine yüzlerine bulaştırırlar.

    Seçim döneminde Birgün gazetesi, malum, kesin “hayır”cı bir politika izledi. Ve 12 Eylül Anayasası’nın değişmesine destek veren, “evet” oyu vereceğini ilan eden yazarlara dair haberler yapmaya başladı.

    30 Temmuz tarihli “Solcuları darbecilikle suçlayanlar 12 Eylül’ü nasıl karşıladı” başlıklı bir haberde Nazlı Ilıcak, Ahmet Kabaklı, Rauf Tamer’in 12 Eylül 1980 dönemi yazılarından alıntılar yapılmıştı.

    Muhabir, 2001’de ölen Kabaklı’yı da “evet”çi yapmıştı, ama ne gam!

    Ve ardından benim adım ve şu alıntı geliyordu:

    “Eylül zaferlerinin en sonuncusu olarak 12 Eylül harekâtını kaydetmede fayda var. 12 Eylül dış düşmanlara karşı bir zafer değildir. Ama bir yönüyle ondan daha ehemmiyetlidir.”

    Ne cümle ama… !

    Muhabirin ağzından iştah suları akmış, o şehvetle şüphe duymak, benim asker meselesiyle ilgili tavrımı düşünmek filan aklına gelmemişti herhalde…

    Yazı 1982 Eylül’ünde Sızıntı dergisinde, yani Fethullah Gülen hareketinin yayın organlarından birisinde çıkmıştı.

    Sordum soruşturdum, yazıyı kaleme alan Ali Bayramoğlu cemaat üyesi bir öğretmendi. Muhtemelen onun büyük dedesinin adı da benim büyük dedeminki gibi Bayram’dı.

    Her neyse, Birgün gazetesi işinden, bir okur e-mail’iyle haberim oldu.

    Bakıp geçtim…

    Ama o yayın kesmedi Birgün gazetesini, aynı haberi 13 Eylül’de internet nüshasına koydular.

    Bana gelen e-mailler artmaya, okurlarş, bu doğru mu, diye sormaya başlamıştı. İşin tadı kaçıyordu. Hrant Dink Ödül töreninde karşılaştığım Birgün muhabirine derdimi anlatıp, düzeltme koyun, dedim…

    Umurlarında olmadı…

    Sızıntı dergisindeki o yazı orijinal haliyle internette dolaşmaya, tartışma konusu olmaya başladı.

    Ve bana gelen sorular arttı.

    Okurlara tek tek cevap vermek yerine, toplu bir cevap vermek için yazdım bu yazıyı… Ama bir tür solculuğun serancamına da işaret etmek istedim.

    Ucuzluk, ahlaki düşkünlük, tetikçilik, düşünme ve anlama boşluğu…

  94. ÖZÜR DİLENMELİ
    Başbakan Erdoğan, halkoylaması öncesinde, Eskişehir Odunpazarı Meydanı’nda düzenlenen mitingde “Dersim’i uçaklar bombalarken CHP neredeydi?” diye sormaktaydı.
    Başbakan Erdoğan 1938’de hükümetin Dersim ayaklanmasını silah kullanarak bastırmasını suçlayarak tarihsel gerçekleri saptırıyordu. Böyle bir saptırma resmi tarihe(!) karşı olan özel tarihçilere yakışırdı ama 2010 yılının Başbakan’ına yakışır mıydı?
    Teori Dergisi Ocak 2009 ve Şubat 2010 sayılarında iki kez Dersim dosyası yayınladı. Okunması gerekir: 1938 Dersim harekâtından sonra Tunceli seçmen halkının yüzde 80.8’i olan 37 bin 621 vatandaş “Hayır” oyu kullanıyorsa bunun ne anlama geldiğini iyi görmek gerekir. Halk Tunceli’de derebeylik ve haydutluk düzeninin sona erdirilmesinden, bu sayede özgürlüğüne kavuşmaktan son derece memnundur. Halk derebeylik düzenini değil Cumhuriyet’i seçmiştir. Günümüz Tunceli halkına, yüksek bilincinden dolayı, Cumhuriyet’in ve tarihin teşekkür etmesi gerekir.

  95. Özür dilerim. Özdemir yani özdemir Ince adli amca bu yaziyi Hürriyet adli ceridede 29.09.2010 günü yayinliyor. Ne demisti AKP’li?

  96. Timur,
    Ulus devletlerin yıkıldığını söylemek şu aşamada birer safsatadır. Liberaller bunu kapitalizmi parlatmak için söylerken, ulusalcılar kapitalizm içinde kapitalist dönüşüme ayak direyeceklerini sanarak beyhude bir çabayla, biraz da kendi tezlerini kuvvetlendirmek adına bunu kullanıyorlar. Bir kısmı tümüyle inanıyor da olabilir.

    Ulus devletler, zaten soğuk savaş döneminin Keynesyen büyüme modelinin bir örgütlenmesiydi. Bu büyüme modeli üçüncü dünyaya kamucu gelişme stratejilerine olanak veriyordu. Hatta bu görece bağımsız modeller Doğu Blokuna karşı Batı emperyalizmi tarafından kullanıldı bu ülkelerin SSCB kontrolüne girmesini engellemek için.

    Her neyse, daha önceki yorumlarda da izah ettiğimiz gibi sermayenin zaman ve mekandaki davranışı boyutlandığı için ulusal sınırların bölgeler, şehirler, kıtalar ve tüm küreye dönük biçimde esnediğini görüyoruz. Bu nedenle geride kalan paradigma değişime uğruyor. Kemalizmin yerini neo Osmanlıcılık alıyor. Kemalist ulusçuluk deforme olup neo Osmanlıcı Türk-İslam sentezine evriliyor. AKP devletleşiyor.

    Irak’a bir ulus devlet diyebilir miyiz bilmiyorum. Her ne kadar Baas Partisi Arap milliyetçisi olsada, bir ulus kimliği yaratmada Kemalistler kadar başarılı olamadı. Feodal, dini kimlikler Irak’ta çok güçlü. Devlet örgütlenmesi ve diğer aidiyetler de bu yöndeydi.

  97. katılıyorum ama bu eski ırak devleti için de söz konusu. Şunu demek istiyorum ki, emperyalistler işgal yoluyla kurdular diye “ulus/devlet” “ulus-devlet” olmaktan çıkmıyor. Zaten eski ulus-devletler de senin dediğin gibi kapitalist sistemin ihtiyaçlarına göre oluşmuşytu. Bu bakımdan bunları emperyalizme karşı mücadelenin kaleleri olarak görmek saçmadır. Yeni-Osmanlıcı Türk-İslam sentezi görüşüne katılıyorum. Bu aynı zamanda, Türkiye’nin bugünkü yayılmacı devlet idealleriyle de çok güzel örtüşüyor. (Kafkasya/ya, Türki bölgelere, ortadoğu’ya açılımlar ve bu arada uzun vadeli olarak Çin ve Rusya ile ittifak arayışları vb. (bizim ulusalcılar da Avrasyacılıklarıyla bu teze pek uzak değiller).

  98. halk’ı ulustan ayırmak gerekmiyor mu?
    ben halk denince, üretimin ilk toplumsallaşma sürecinde koşulların zorlamasıyla bir araya gelen ve bu zorunluk gereği az çok ortak bir dil ile anlaşan bir yarı-doğal insan birlikteliği anlıyorum. bir de bunların günümüze kadar gelen örnekleri var: örneğin kürtler…bu tip halklara, kendi doğal evrimleri içinde, kendilerini dilin mitik ifadesine de uygun olarak yaratan(hak)ın yaratısı olarak “halk” denmesi de arapçadan gelen güzel bir denk geliş örneği, denebilir.
    ulus ise bu temel üzerinde sermaye ve devlet birlikteliği ve de eş zamanlı olarak ulusçuluk ideolojisi inşa etmekle oluşan daha “burjuva modern” bir birlik.
    dolayısıyla, ulus ya da ulusçuluk öncelenemez.

  99. teşekkürler güzel makale olmuş

  100. Doğarken seçme şansımızın olmadığı mensubiyetlerimiz vardır.Bunlardan bazıları Cinsiyetimiz,Milliyetimiz ve İnancımızdır.

    Bunlardan ikisini değiştirme şansına sahipsinizdir.Cinsiyetinizi bugün kısmende olsa ameliyat olarak değiştirebilirsiniz. İnancınızıda öyle Müslüman olan biri Hıristiyan, Budist veya Ateist olabilir.Ama Milliyetinizi değiştiremezsiniz !

    Çünkü anne babanızı değiştiremezsiniz !

    Asimile olabilirsiniz inkar edebilirsiniz başka bir kimlik alabilirsiniz ama bütün bunlar gerçeği değiştirmenize yetmez…

    Sadece maskeler…

    Özelimizde konuşacak olursak bugün Koçgirili,Dersimli Kürt Alevilerinin en temel sorunlarından biridir kimlik sorunu. Konuyla ilgili bilimsel,akademik söylemlerden çok hayattan bir örnekle devam edeceğim. 1989 yılına kadar köyde yaşadım.Köydeki üretim ilişkilerini kitabi bilgiler dışında yaşayarak tecrübe edinmiş şanslı biri olarak görüyorum kendimi.

    Kağnı arabasında da yetiştim Harman makinesine de…

    Büyüklerimiz sohpetlerinde muhabbetlerinde Türk Alevilerini ve kendilerini tarif ederlerken ”Em Kurmancinê” Yani biz Kürdüz,Kürt ve Alevi kimliğini özdeşleştirdikleri bu kelimeyi kullanırlardı.

    Türk Alevilerini tarif ederlerken de ”Ew Tirkê bi rê ne” Yani ”Onlar yola gelen Türklerdir” Sonradan Alevi olmuşlardır manasında ”Em li rê ya heqinê’,ew Tirkê bi rê ne” Biz hak yolundayız onlar yola gelen Türklerdir” sözcüğünü köyde yaşayıp ta duymayan yoktur…

    Ne olduysa bu kendine Kurmanc diyenler birden has Türk oldular. Türkmenistandan geldik Şeyh Ahmet Yesevi nin torunlarıyız der oldular…

    Bu durumun altında yatan şey nedir ?

    ya bu insanlar korkak !

    Ya çıkarları bu yönde !

    Ya da ne ???

    Çünkü bu acınılası durumu sadece asimilasyonla açıklamaya çalışmak fırsatçılık olur…

    Devlet Kürt yoktur onlar dağlı Türklerdir gibi bir saçmalığı topluma nasıl yutturmaya çalıştıysa,Türk-İslam sentezinin borazanlığını yapan Rıza Zelyut,Cemal Şener,Baki Öz gibi yazar tayfası da Kürt Alevisi yoktur sonradan Kürtçe öğrenmiş Türklerdir diyerek asimilasyona hizmet etmişlerdir..

    Mantık ve akıldışı bu tezlerini bilimsel bir çalışmaymış gibi sunmalarıda cabası.

    Hangi okulda öğrenmişlerdir bu kürtçeyi hangi akademide ?

    16 yy da Yavuz Selimden Kaçan Türkmen-Aleviler (Dersim ve Koçgirilileri kastederek) Şafi Kürtlerden kürtçe öğrenip kürtleşmişlerdir. Şah İsmaile karşı en büyük desteği Yavuz Selim Şafii Kürtlerden almamışmıdır?

    Türkmenler nasıl oluyorda Şafi Kürtlere sığınıp dil öğrenmişlerdir ?

    Peki onlara dil öğretenler inançlarına neden müdahale etmemişlerdir ?

    Bütün bunların cevabı yoktur.

    Mezar törenlerinden,Düğünlere,Giyim kuşamdan Gağand,Xizir, Heftimal gibi ritüellere Alınlarında ki akıtmalara kadar hiç bir benzerlikleri yoktur…

    Bunun cevabını veremediklerinde de ;

    ”Efendim Şafi Kürtlerle bizi bir mi tutuyorsun onlar kanımızı içse doymazlar,gerici şeriatçıdır onlar.”

    Farzedelim Şafi Kökenli bütün Kürtler gerici !

    Bu yüzden millet mi değiştiricez ? Türk olunca gericilikten kurtulmuşmu olucaz ? Koçgiri,Dersim,Maraş,Çorum,Sivas …

    Bizi katledenler Faşit Türk milliyetçileri değil miydi ?

    Bu bir bahane olamaz…

    Aslını inkar eden haramzadedir .H.z Ali

    http://www.jarudiyar.com/dersim/kocgiri/851-cihan-celik-tirke-bi-re.html

Comments are closed.

More in:Kürt Sorunu

Fetih… İşgal… Kurtuluş…!!!

Artıgerçek Savaşlar genellikle devletlerin egemenlik taleplerinden ya da iddialarından çıkar. Bir devlet, bir ülkenin topraklarına göz koyar ve sonunda savaş çıkarıp o ülkeyi kısmen ya da tamamen işgal eder. İşgalci devlet, bu eylemine meşrulaştırıcı adlar koyar. Daha kadim zamanlarda bu ...

Sol’un Geçmişteki Takıntıları…

Artıgerçek Sık sık duyuyorum, kimi arkadaşlar, “senin Sol’dan başka derdin yok mu? Durmadan sola vuruyorsun” diyorlar. Birincisi, eleştiriyi “vurma” olarak değerlendirmek oldukça muhafazakâr bir bakış açısıdır. İşin aslı, bir düşünceyi “vurmak” istiyorsanız onu eleştiriden azade tutun! İkincisi, sol kökenden geldiğim ...

Barış Süreci ve 7 Haziran-1 Kasım 2015 Terör Dönemi

Suruç’ta öldürülen Ece Dinç ve arkadaşlarının anısına… Türkiye, AKP’nin Meclis’te çoğunluğunu ilk kez kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleriyle, çoğunluğu yeniden kazandığı 1 Kasım 2015 seçimleri arasında görülmemiş ölçüde yoğun bir terör dönemi yaşadı. Bu dönemde, Suruç patlamasında 32 genç, Cizre’deki ...