Toplumsal Devrim Hareketinin Son Durumu
Eylül martirlerimiz, Ahmet Atakan ve Serdar Kadakal’ın anısına…
Dünkü yazımda, “Bundan sonraki yazıda, bugünkü durum itibariyle, toplumsal direniş ruhunun güçlü ve zayıf yanları üzerinde duracağım” demiştim. Fazla gecikmeden yazmakta fayda var.
Dün bir “hastalık” metaforundan yola çıkmıştım. Hatta bazı arkadaşlar bu metafordan pek hoşlanmadılar. “İktidar da bizi hastalığa benzetiyor” dediler. Gerçi ben dünkü yazımda “iktidar hastalığı”ndan söz etmiştim. Toplumsal muhalefeti ise hastayı, yani iktidarı toptan ve kesin ölüme götürecek olan faktör olarak ele almıştım.
Bu yazıma da, belki hepimizi irkiltecek bir metaforla başlayayım. Bugün toplumsal muhalefetin durumunu bir gaz bombasına benzetebiliriz. Gezi isyanında yoğun bir gaz kitlesiydi, şimdi ise bu gaz kitlesi yoğunluğunu kaybetmekte, çünkü atmosfere ve çevreye yayılmakta.
Bugün duruma baktığımız zaman görüyoruz ki, Mayıs-Haziran’da toplumsal sarsıntının merkezini oluşturan Gezi Parkı ve Taksim Meydanı artık böyle bir merkez olmaktan çıkmış, hatta giderek önemini kaybetmeye başlamıştır. Öte yandan hareket hem İstanbul, hem de Türkiye çapında kenarlara doğru yayılmaktadır. Artık kültürel direniş merkezi Taksim değil, Kadıköy’dür. Kadıköy’de yerleşim yerlerinin bulunması direnişe esaslı bir lojistik destektir. Ayrıca direniş kültürel boyutlardan sınıfsal boyutlara doğru yayılmaktadır. Sarıgazi, Gazi, Nurtepe, Ankara-Tuzluçayır, Hatay-Armutlu vb. semtlerdeki direnişlerin sertliği ve sürekliliği bunun göstergesidir.
Mayıs-Haziran isyanındaki yoğun katılımı bu direnişlerde göremeyebiliriz. Ama bu da doğaldır. O bir ayağa kalkıştı. Şimdiki ise sürekli bir ayakta durma halidir ve daha sürekli ve uzun vadelidir. Bu yüzden katılım yoğunluğunun yerini direnme sürekliliği almıştır. Dolayısıyla, katılımcıların sayısında görece bir azalma gözlenirken dirençlerinde de görece bir artış söz konusudur. Kadıköy’de üst üste üç gece sabahlara kadar süren direniş bunun göstergesidir. Ayrıca direnişçilerin cesaretinde ve polis şiddetine daha direngen yöntemlerle karşı koyma iradelerinde de bir güçlenme olduğunu görmek gerekir.
Tek tek şahıslar bazında duruma bakacak olursak, isyanın ilk günlerindeki “ünlü”lerin sayısında (bu “ünlü”lere, Çarşı’nın kitlesini değil ama önde gelenlerini, ayrıca “karanfil”e sığınan Taksim Dayanışmasını da katalım mı?) bir hayli azalma olduğu gözlenebilir. Bu da doğaldır. Bunlar fazlasıyla göz önünde insanlardır ve iktidarın şimşeklerini anında üzerlerine çekmişlerdir. Bir kısmı teslim olup iktidardan özür dilemiş, bir kısmı yılıp kenara çekilmiş, bir kısmı daha ihtiyatlı davranma yolunu seçmiştir. “Ünlü”lerdeki bu azalma toplumsal devrim hareketinde bir moral bozukluğuna yol açmamalıdır. Çünkü mücadele saflarından 10 “ünlü” gitmişse onun yerini on binlerce “ünsüz” genç, hem de çok genç militan almıştır. Ayrıca toplumsal mücadelede tek tek insanların yılma, yorulma eğilimine girebileceği hesaba katılmalıdır. Bir savaş gibi düşünün. Yıpranan birlikler geri çekilir. Yerini yeni, taze birlikler alır (gerçi böyle militarist bir metafor da pek hoşa gitmeyecek ama).
Toplumsal devrim hareketi içinde yer alan güçler açısından duruma bakacak olursak, orada da bazı değişimleri gözlemlemek mümkün. Gezi’ye katılan “liberal-sol” kesimden unsurlar, bugün kenara çekilmiş durumdadırlar. Bunun bir sebebi, hareket içindeki yoğun ulusalcı katılımdan rahatsızlıkları olabilir ama bence esas etken bu değil. Bu olmadığını bizim Kınalıada Forumlarından bile görmek mümkündür. Kınalıada’da ulusalcılığın esamisi bile okunmadığı halde “liberaller” yine katılmıyor. Çünkü durumu gözlemek istiyorlar. AKP iktidarı ile toplumsal güçler arasında yoğun bir kavga sürüyor. “Liberal-sol” ise bir yandan AKP’den hoşnut değil; AKP’nin kendi umut ve beklentilerini boşa çıkardığını düşünüyor ama bir yandan da toplumsal devrim mücadelesine katılmakta istekli değil. Daha açıkçası, sokağa uzak. Tüm umut ve beklentilerini sandığa bağladığından sokak hareketine uzak durmayı tercih ediyor.
Diğer yandan, ilginçtir ki, ulusalcı kesimin katılımında da bir azalma gözlenmekte. Özellikle 5 Ağustos’taki Ergenekon kararlarından sonra, ulusalcıların örgütlü güçlerinin katılımında gözle görülür bir azalma olduğu açık. 5 Ağustos’ta çok yoğun bir saldırıya uğradılar, TGB’ye yönelik tutuklamalar oldu. Acaba bir miktar tırstılar mı? Ergenekon kararlarından dolayı moralleri mi bozuldu? Bilemiyorum. Bir süre gözlemlemekte fayda var ama örneğin TGB’lileri pek göremiyoruz meydanlarda ve çatışmalarda. Aslında ben ve benim gibi bir siyasi ve ideolojik konumda bulunan insanların ulusalcılara ilişkin tavrı da bir tuhaf. Hani, gelip gittiğiniz kahvede hiç sevmediğiniz biriyle her gün karşılaşmak hoşunuza gitmez ama o sevmediğiniz kişiyi günün birinde her zamanki yerinde görmediğiniz zaman meraka kapılır, hatta ona alışmış olduğunuzu hissedersiniz ya, onun gibi bir şey. Gezi mücadelesi boyunca ulusalcıların durup dururken “istiklal marşı” söyletmeye kalkma gibi girişimleri ya da “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” gibi rahatsız edici ve saçma bir sloganı, başka duyarlıkları dikkate almadan atmaları gerçekten rahatsız ediciydi. Ama şimdi mücadele saflarında ulusalcıları göremeyince de rahatsız olduk. Hoşlanmazsın, gıcık olursun, tamam da, sonuçta ulusalcılar da bu mücadelenin bir unsuru. Neden şu aşamada böyle bir unsurun buharlaşıp gitmesini isteyelim ki.
Diğer yandan, Kürt hareketinde, şehirlerdeki toplumsal devrim mücadelesine olumlu bir yaklaşım gözlemek mümkün. Kürt hareketi, yıllardır yürüttüğü mücadeleyle zaten toplumsal devrim mücadelesinin çok çok önemli bir unsuru, hatta temel taşıdır ama Gezi isyanında çeşitli nedenlerle geri planda durmayı tercih etti. AKP iktidarının “barış süreci” palavrasını fark ettiği oranda da yeniden eski muhalif tavrını almaya başladı ama aslında şu an itibariyle hâlâ beklemede. Hükümetin “demokratikleşme paketi” adını taktığı “hediye sandığından” nelerin çıkacağını bekliyorlar. Yine hoş olmayan bir metafor kullanacağım ama özellikle Kürt arkadaşlar kusura bakmasın. Seyahatten eve dönen kocanın getirdiği “hediye paketinden” evin hanımının beklediği kıymetli kumaşlar çıkmazsa varın siz düşünün evin içinde çıkacak çıngarı. Bana soracak olursanız, parasını başka yerlere harcayan evin beyinin hediye sandığında kırpık, uydurma kumaş parçalarından başka bir şey yok. Eğer durum buysa, toplumsal devrim hareketinin Kürt bölgelerine hızla yayılacağını ve oralarda bugün görülenlerden bile daha sert direnişler başlayacağını öngörebiliriz.
Sonuç olarak, toplumsal devrim mücadelesi hem yayılıyor, hem de daha dirençli bir hal alıyor. İyimser olmak için çok neden var.
Gün Zileli
14 Eylül 2013
Haziran ayında “yılsonuna kadar” AKP hükümetinin bir halk hareketi tarafından yıkılacağını yazmıştınız. Bu öngörünüzden çark ettiniz mi?
tabii ki. O gün durum bana öyle görünmüştü. Ama şimdi mücadelenin çok daha uzun erimli olacağı anlaşılıyor. iyi ki hatırlattınız bunu. Böylece hatalı bir tespiti saptamış olalım. Siyasi tahminlerde yanılma payı büyüktür. Toplum ele avuca gelmez bir şey. Onu tamamen anlayacak büyük akıllar yok.
sanirim daha once yazmistim. liberal sol ve ulusalcilik eksenindeki bir karsitliktan cok, radikal direnis yontemleri ve sokaga (hadi suna devrim diyelim) sokaktaki kendiliginden yada orgutlu devrimci cizgilere yan cizmek olarak iki ana celisen kesimden bahsetmek gerekmekte. Zileli deginmis ve ulusalcilar ile liberal sol un eylemden uzaklasmasinin es zamanli olmasina sasirmis.?? sasirmak yerine bunun sosyolojisini dikkate alsa idi ne güzel yazilar yazardi. liberal sol denilen kesimle ulusalci denilen kesimlerin ideolojik olarak catisan( bu catismada incelenmeli bence) ideolojileri, onlari eylemde neden ayni tutumda birlestirebiliyor??? yada aslinda bu iki kesimde , bu iki kesime butunluklu olarak tabii olmayan genis kitlelerin etkinligi uzerinden kendi politik tutumlarina kar saglamak, ama tovbe kitlelerin eyleminin radikallesmesi ve sureklilesmesinden korkan kesimler olmasinlar…ortak paydalari cok, ve halen kitle eyleminin iktidar karsisinda onun mesruiyet demagojisi karsisinda bir yasal legitim sagladiklari ve bunu kitlelere karsi dahi kullanmakta tereddut etmemeleri(gezi forumunda kitleyi fircalayan EMEP yetkilileri)onemli bir olgu. eger kitle hareketi sureklilesecek ve radikallesecekse, eylem mesrulugu konusunda bu cevrelerin santajindan kurtulmak bilincinin yayginlastirilmasi bir görevdir gibime geliyor.
ankarada ethemin katledildigi gunun toma polis telsizi cözümlerinde gecen baaagzi cümleler ne kadar ilgimi cekmisti. söyle soruyor polis sefi , aralarinda (direniscilerin) iletisim kurup konusabilecegimiz yasal parti gruplari varmi? var efendim diyor memur amirine. kücük bir sey ama bence onemli birsey…
İstanbul’dan emin değilim ama diğer bölgelerde TGB başkanının ziyareti vb söz konusuydu twitterdan gördüğüm kadarıyla. Hatta bir videoda M Kemal’in askerleriyiz duydum son hafta içinde. Ama her ulusalcı M Kemal’in askeriyiz diyerek alana girecek diye bir koşul da yok.
Gazi nurtepe tuzlucayir armutlu gibi mahallelere direnisin kaymasi diye birsey yok, onlar direnisin basindan beri vardilar, diger gruplar cekilince Zileli onlarin direnisinin guclulugunu tespit etmek geregini görmüs. ayrica direnisin bu mahallerere kaymasi ile sinifsallik iliskisi umariz yanlis kurulmuyordur, yoksa gecekondu mahallelerinde isci sinifi orgutledigini zanneden , genel halk icinde isci sinifini eriten, zararli kucuk burjuva ihtilalciligine dusulur. isci sinifi dedigin isyarlerinde ekonomik grevlerin politiklesmesi ile felan skolastik bir pedagojik yontemle harekete gecer , gayrisi isci sinifini inkardir, zinhar gabul etmeyuz:)))isci sinifi deyince fabrikada isci anlariz baskada bisey anlamayuz
TGB’li degilim ama organizeli calıştıklarını ve her eyleme katıldıklarını söyleyebilirim, şahit oldugum için. En son bu hafta Salı günü Dayanışma’nın yanısıra, TGB de Taksim’de büyük bir kitle topladı. Fakat TGB daha cok Kadıkoy’de aktiftir, Kadıkoy Ulusalcıların merkezi sanıyorum.
Bir de evet ben de Ulusalcıların bazı söylemlerinden rahatsızım, ama bir taraftan onlara haksızlık yapıldıgını dusunuyorum, kırılma noktası TGB nin Silivri çağrısıydı, ve Taksim Dayanışma Bileşenleri destek vermediler kendince haklılıkları vardır bilemem. Yalnız dışarıdan bakan biri olarak, haksızlıksa bütün haksızlıkların karşısında durulmalıdır, birlik olunmalıdır, haksızlığın kime yapıldıgına bakılmaksızın. Malesef o aşamada değiliz, bu da direnişe gölge düşürmüştür kanımca.
Aynı kanıdayım.
Gicig bir soru sorsam;
Bu Ulusalcilar iktidara gelse bu sefer onlari devirmek icin AKP’ yle beraber yürürmüsünüz?
Yoksa Sizin isiniz gücünüz akp yi yikmakmi?
Sehit yerine martir yazinca ne degisiyor? Martir de hristiyanlarin sehit kavrami. Yillarca sehit suheda edebiyatini elestirdiniz, simdi ayni kelimeyi baska turlu soyleyerek mi farkli danranmis oluyorsunuz?
seyahatten eve dönen koca ve evde hediye beklenen kadın benzetmesi pek olmamış. kürt arkadaşlara yapıldığından değil, benzetmenin cinsiyetçi maiyeti sebebiyle. benzetmede de olsa bu tür cinsiyet rollerini ve stereotiplerini zikretmemekte fayda var diye düşünüyorum.
Yürürüm.
İşim gücüm iktidarları yıkmak.
Fark şu ki, Martir, bir dava uğrunda mücadele eden ve acı çeken herkesi kapsar. Yani hapisteki bir devrimci de, halen yaşıyor olsa da devrim martiridir. İslamiyette ise sadece ölenlere şehit denir.
o zaman fıkra bile anlatamayız. Hayatı da bu kadar kurutmamak gerekir bence.
sanırsam islamdaki şehid tabirinin de( ( her ne kadar “ölü-ler” için kullanılsa da) “ölüm” kavramıyla ilgisi yok gibi…”şehadet” yani tanıklık kavramıyla ilişkili…
şehitler ölmüş sayılmazlar… onlar dahil oldukları olay, mücahede ne ise, ebediyen tanıklığına devam ederler…
hatta tam ifadesini hatırlamıyorum, (şehitlere) “ölüler demeyin, onlar ölümsüzdürler ki siz bilmezsiniz” mealinde ifade de var.
Gıcıg akpden muhalefet olmaz gıcıg.bunlar para ve iktidar manyağı.onlar olmazsa bunlar anaplı.mhpli.chpli.olur alim allah.
AKP’yi devirmek için Atsızcılarla da beraber yürürmüsünüz? Veya Türk Solu’yla?
Ulusalcılarla bunların arasında fazlaca bir fark yok da ondan sordum.
Onlar benimle yürüyorsa sorun yok. Gezi’de Türk Solu da vardı. kimse gidip kafalarını kırmadı.
Ohhh bi ulusalci darbeci ergenekoncuyu daha iceri tiktilar Merdan Yanardag tutuklandi , en tehlikeli ulusalci ergenekonculardandi, ulusalcilarla kürt sorunun cozumunu AKP yi distalayarak halletmenin mumkun oldugunu syluyordu , yerlermi, merdan yanardag icerde simdi bir nebze daha ozgurlesti turkiyem. durmak yok yola devam.. (martir konusundaki yanitiniz, yetersiz kalmis, yani sadece yasayanlarada martir denmesi martirin din kokenli bir terim olmadigini aciklamiyor, ben eger devrim sehidi diyorsam ve bunu bu memelekette herkes dinle alakasi olmayan bir anlamda kullandigimi biliyor ve oyle anliyorsa, gereksiz bir polemik bence, hemde sehit yerine martir konulunca iyice civitan bir polemik, bari baska birsey bulunsa, ayrica ilk anlami dinlerde paganizmde hatta ,olan bir ton kavram ve gelenek anarsistlerinde kullandigi bu gunlere ilk anlamlarini kaybederek gelmis olabilirler, ne yapacagiz simdi, dil devrimimi????)
fikra meselesinde kurutmamak diyen Zileli sehit martir meselesinde kurutuyor:)
Çok fazla müslüman kokan bir deyim olduğu için kullanmıyorum.
“Çok fazla müslüman kokan bir deyim” demişsiniz ama müslüman olmayan Araplar da şehit demiyor mu sonuçta? Hıristiyanlar, Dürziler vs.
Kelimelerin anlamları sosyal değişimler nedeniyle evrim geçirdiğinden şehit demek yanlış değil. Öyle olmasaydı, “şehit”i tanık anlamında kullanacağımız gibi “vatan”ı memleket, “millet”i ümmet, “hürriyet”i köle olmama anlamında kullanırdık hala.
Valla şehit deyimi bana hitap etmiyor kısacası. Bence bu feda kültürüyle mücadele kültürü arasındaki farktır.
zileli kendi tarifi ile toplumsal devrimci anarşist olduğunu söylediğine göre kendi saptaması ile kürt özgürlük hareketi bizdeki toplumsal devrimci dinamiklerin en önemli temel dinamiği olduğunu söylemesine rağmen sürekli bu dinamiği itibarsızlaştırmak işlevi üstlenip milli zilli ve ulusalcı duygulara seslenmek toplumsal devrimemi yoksa toplumsal devrimin asıl engeli mevcut sistem kapitalizme ve ideolojisi liberalizme mi hizmet eder?sol liberallerle millici ulusalcıların karşıt gibi gözüküp aynı toplumsal devrime aynı tavrı göstermeleri paradoks değil tam tersine sistemin ve ideolojisi liberalizmin hizmetinde anlayışlar olup sistemle sorunu olmamasından olabilirmi?zilelideki bu seviyedeki akp karşıtlığı sistem karşıtlığının önüne geçmesi millici sapma ile açıklanabilirmi bütün bunlardan toplumsal devrimci anarşizm çıkarmı?varsa toplumsal devrimci dinamiklerin(HDK) Kİ MUHAKak vardır eksikleri olumlu eleştiri ile eleştirip katkı vermesi gerekirken zilelinin asıl toplumsal devrimci dinamiklerin özgürlükçü kesimlerini sürekli itibarsızlaştırıp ulusalcı millici ve Cindoruk gillere güzelleme yapması sisteme hizmet etmek yada ben sana daha iyi hizmet edecekleri ve programı biliyorum seslenmesi gibi algılanırmı?eski efendilerin yeni efendi akp eleştirilerine eleştirisinin çok benzemesi zilelinin eski efendilere mesajı olabilirmi?bu seviyede verimsiz yeni bir anlayış kural kurum işleyiş öneremeyen bilinenleri en uygun dille ben açıklarım yazıları ile hürriyet,radikal,taraflı,tarafsız gazetelere başyazar olabilmek için yazılmış yazılar izlenimi edinmemiz sadece benim sorunlu olmamla açıklanabilirmi?işlevin nedir?hepimizin işlevi nedir?yapıp yapmadığımız işler neye hizmet ediyor?sokaktaki sıradan sistemin mağduru her türden bir insanın sistemle bir şekilde mücadelesi ile bir şekilde hayata tutunup bu günlere gelebildiğini ve gelecek beklentisi i,çin toplumsal muhalefetin bir bireyi olarak mücadele ettiğini bilirsek o sıradan bireyin zileli neresine düşer?çok sağına ve gerisine düşmezmi?anarşizme haksızlık yapmamıza neden olmadan anarşizmin yakasından düşmeyi hiç düşündümü?beyaz aydınlıka lider olabilir hiç bir eksiği olduğunu sanmıyorum ve devamla hüriyete baş yazarlık daha iyi yapacağına eminim
işi gücü iktidar yıkmakmış?önce kendi iktidarını yık yüzleş haksızlık yapmamak için devrimci gelenekler içinde zileli seviyesinde özeleştiri yapıp geçmişini olumlu tüketebilene rastlamadım.yanlız sorun şurda geçmişine devrimci geçmiş diyebilmek bile zor çok sorunlu yer yer karşı devrimci bir gelenektende beklenen özeleştiri olabilir tüketme sorunu yaşıyor gibi geldi hala kendini anarşist sanıp özgürleşememiş zihnindeki eski karakollardan kurtulamamış milli sapma ve geçmiş sol hastalık en devrimci öncülükle yeterince yüzleşememiş tüketemeyip özgürleşememiş olup toplumsal özgürlükçü devrimci olamama sendromu ile kendi iktidarını sürekli yeniden üretmek zorunda kalmak haksızlık yapmamak için zilelinin işinin zor olduğunu söylemeliyim.aslında kimin işi zor değilki?hepimizin asıl işi zor olmasından kolayını seçmiş olmadıkmı?
Artik su HDK ya bi destek ver Zileli kurtar bizi , biliyoruz Feda kültürüne karsisin ama:) bu ulkede HDK dan baska Toplumsal ilerici dinamik kurum akim yapi orgut yok zaten 🙂 Kurtar bizi Zileli yoksa cildiracagiz:)
Sehit yada martir Almanlar Unser Gefallenen diyorlar sanirim, düsenlerimiz diye cevrilebilir, kavgada yitenlerimiz gibi, bunun disinda sehit diyene de martir diyenede bi itirazim yok. ama eger martir diyenler sehit diyenlere siz hala islam kulturunden kurtulamamisiniz diye bir elestiri getirirlerse, bunu dogrusu haksizlik olarak görürüm. Feda kültürü ise cok ayri bi elestiri konusu olabilir. [Filistinde islamla iliskili olarak ortaya ciksada, 2. dunya savasinda ve latin amerikada hic te cennet beklemeden kendini bir ideal ugruna feda etme ornekleri var, ama bunu bir politik cizgi bir kultur haline getirmek (dinsel cennet beklentisi icermese bile) bu elestirilmeli , yinede sol un kullandigi sehit kavrami turkiyede feda kulturunu yaratmaya calisan gruptan daha eskidir diye dusunuyorum.. ] Lütfen HDK ya destek veriniz Zileli lutfeeeen 🙂 bitsin bu iskence:)
devrimci olan HDK ya katilir yoksa ergenekoncudur odur budur sudur…:) ve bu da ozgurlukculuktur…. ameeen.
Herseyden önce sehit,martyr gibi kelimeler fanatiklerin,izmcilerin kullanacagindan batida agza alinmazlar..
Mücahitler icin kullanilir,Dinciler icin kullanilir..
Cok nadir durumlarda kahraman kelimesi kullanilir,kullanilmalidir..
Gicig bir kelimedir.. cook gicig..
Aslında Zileli de uzun zamandır görülen bir eğilim de siyasal çoğulculuk. Siyasal Çoğulculuk için bir hareket ve eğİlimin ideolojik ve siyasal etkisi ,sınıfsal çıkar ve ilişkileri söz konusu değildir olsunlar yeter gibi bir ‘özgürlükçülük’ pozisyonudur.. apaçık bir liberalizmdir.. TGB-İP ya da Genç Türk gibi hareket ve partilerin birer siyasal akım olarak gerici çizgileri söz konusu edilmez.. Burada mevzu ‘sadece olsunlar’ gibi argümanın ne kadar yetersiz olduğudur. Oysa amaç şoven ve milliyetçi etkiyi devrimci demokrat çizgiye kanalize etmek ve toplumsal politikanın ilerici öğeleriyle kaynaştırmaktır bu yapılmazsa ideolojik ve siyasal hakimiyet chp gibi partilere geçer.. Gezi isyanın en önemli sonucu olarak gördüğüm şey gücünü ne yönde örgütleyeceğidir.. sadece muhalefet etmek yetmiyor kurucu iradede olmak zorunda ki toplumsal olsun.. Ek olarak Gezi İsyanının AKP’nin seçmen tabanı üzerindeki etkisi üzerine tek bir yorum gelmemesi Gün Zileli’nin yazısın da geçmemesi önemli bir eksiklik oysaki toplumsal devrimci politikanın akp’nin kendi tabanı üzerinde tekelci etkisini kırmak ve kendi muhalefetinin bir parçası yapması da bir zorunluluktur…
Benim gicigima yaziyorsunuz..
Nazilerle yürünmez.. Sosyal Nazilerle asla ,asla..
Hayatta oy vermedim.. Akp Kürt sorunu cözdügünde oyumu verecegimm..
Size gicigmi geldi?
toplumsal devrim hareketinin şimdiki durumu konuşulurken es geçilemeyecek bir konu da herhalde, ” durumdan siyasal devrim türetmek için didişenler”in varlığı ve görüşleridir.
bu konuda soL gazetesinden m. çulhaoğlu, k. okuyan ve y. alogan ı izlemek benim için baya bir “öğretici” oluyor.
okuyan örgütlülük meselesinde, biz anarşistleri “örgüt” konusunda eleştirirken, örgütlenmeye karşı olduğumuz sonucunu çıkarıyor : “tkp” gibi bir örgütünüz yoksa, yenilmeye mahkumsunuz böylesi bir örgüt,” güç katmalı, akıl eklemeli, enerji vermeli”ymiş,(16 eylül, soL)” bunu söylüyor okuyan… sscb “a dan z ye kadar” örgüt-lüydü de ne oldu? ekonomik planlaması bile vardı, hem de “komünizme geçmeye hazırlanan… düşmanın tek kurşun atmadan galip geldiği bir “örgüt”ün yönettiği…
örneğin ispanya ya da ukrayna ya da bakalım…orda da var yenilgi…ama dişe diş ve kahramanca…hayatını savunma mücadelesi, bir ideolojinin doğrulanması gibi bir yapaylık yok.
fark ne?
çok açık ki, “örgüt” ile “örgütlenme” arasındaki fark…akıl eklemeye ihtiyaç duymayan, kendinden ve mücadelesinden emin ve gücünü kendinden alan bir örgütlülük… “örgüt”e kendini yönettirmek yerine, kendisi örgütlenmiş bir halk..her şeye rağmen yenilmiş, denebilir… ama farkı inkar edemeyiz…biri (sscb) utanç yenilgisi ve ideolojik iflas iken, diğeri (ispanya veya ukrayna) ilkelerin can pahasına savunulması ve bunun yarattığı moral değer, yani onur..işte fark bu.. gezi de de buydu mesele..”.iktidar için örgüt” ile örgütlenmiş halk farkı…
y. alogan ise bence tam bir “türk akıllı milliyetçi” : “ulus devlet kavramıyla hesaplaşmaya kalkarsanız, zaman içinde mikro milliyetler ve dini mezhepler biri biriyle hesaplaşmaya başlar” (mış ve devam ediyor aloğan) “kasıtlı olanlar bir yana, BU BAsit gerçeği ANLAYAMAYACAK KADAR APTAL olanlara şaşmamak elde değil”(17 eylül soL) ve verdiği örnekler, yugoslavya, ırak ve suriye… üçü de küreselleşmeye direnen kapalı ekonomiler,halkara ve inançlara tahammülsüz diktalar…
soL u okuduğumda hep aynı kanı uyanıyor: marxizm en rafine devlet ideolojisidir ve türkiye de ilgi görmeye devam etmesinin sebebi de bu “devlet-ulusu” savunmanın en kestirme yoludur…
ama marksın dediği bişey var: “tek devrimci olan, gerçektir”…
biraz iktidar rüyalarından uyanıp gerçeğe bakmanın zamanı gelmedi mi, dersiniz?
“çok açık ki, “örgüt” ile “örgütlenme” arasındaki fark…akıl eklemeye ihtiyaç duymayan, kendinden ve mücadelesinden emin ve gücünü kendinden alan bir örgütlülük” yani hiçbir şey.. Bu tür afili laflar modern devlet cihazı karşısın da toplumsal muhalefet ve onun ezilen sınıf ve katmanlarını ihtiyaç duyduğu muhalefet araçlarından objektif olarak yoksun bırakmaktır, başka da bir anlamı yok böylesi bir dönemde….
” ve verdiği örnekler, yugoslavya, ırak ve suriye… üçü de küreselleşmeye direnen kapalı ekonomiler,halkara ve inançlara tahammülsüz diktalar…” Küreselleşme sanki çok matah bir şeymiş gibi ortaya koyulması sonra da bunların karşısına çeşitli ülkeleri koyup karşılaştırma yapmak tam karikatürizmdir.. Yugoslavya öyle kolaylıkla bir iki kelimeyle geçiştirilecek bir mesele değil dünya kapitalizmi ile eklemlenme tarzı olsun avrupa içindeki konumlanması olsun ve kendi içinde gelişme tarzı ve eşitsizlikleri egemen ülke ve siyasetlerin iştahını kabartan bir ülkeydi… Irak küreselleşmeye direniyordu hiç değil ne yaygın bir meta üretimi vardı ne de buna bir uygun işbölümü ve formasyon ne vardı peki petrol amerika bölgesel anlamda rekabet gücünü fransa-hollanda-almanya karşı korumak (çünkü saddam üç ülkeye de de petrol sağlıyordu)ve artırmak, iran’ı kuşatmak ve israil güvenliğini sağlayıp bağlaşıklarının sayısını artırmak… Suriye meselesi önümüzde duruyor konuşmaya bile gerek yok…
m.alişer e katılıp kendini en devrimci öncü örgüt,parti sanıp devlet-iktidar sistemin hegemonyasına hizmet ettiğini bir türlü anlamayan Ortodoks sol marxist stalinist geleneklerin bütün işlerini tamamlamışta işleri anarşizm eleştirisine kalmış gibi bizlerin örgüt örgütlenme anlayışı devlet-iktidar anlayışımızı eleştirmeleri devletçi iktidarcı gelenekler olup kapitalizmin ideolojisi liberalizme dahil siyasi anlayışlardan farklarının bu konuda olmayışları çok açık.katkı vermek için örgüt iktidar anlayışlarına anarşizmin zapadist pratiğide eklemekte fayda var itaat eden komuta gibi alternatif yerel yönetimler iyi belediye kendi yerinde doğrudan demokratik yöntemleri kurumlaştıran otonom belediye pratikleri ekleyebiliriz bütün bu yeni evrensel deney ve pratiklerin geleneksel Ortodoks jakoben sol merkezci iktidarcı otoriter geleneklerin anlaması mümkün değil kendi iktidarlarıyla bile yüzleşemeyip yaşadığı topraklardaki halkların çok gerisine düşmüş anlayışlardan beklentimizin olması belkide bize dair bir sorun olabilir
parti,devlet,örgüt, sol, marksist,stalinist, ortadoks otoriter vb tren vagonu gibi sıralanmış bir sürü şey.. Sol liberal çöküntü dönemine ait argümanlar…
“tabii ki. O gün durum bana öyle görünmüştü. Ama şimdi mücadelenin çok daha uzun erimli olacağı anlaşılıyor. iyi ki hatırlattınız bunu. Böylece hatalı bir tespiti saptamış olalım. Siyasi tahminlerde yanılma payı büyüktür.” Gün Zileli
Abi seninle nesine iddiaya girmiştik? Ben kazandığıma göre alacağımı isteyebilirim senden. 🙂 siyasi tahminlerde yanılma payı büyük olabilir ama ben yanılmadım.
Gerçi daha süren var. En son 3 ayı 5 aya çıkarmıştık. Hatta yıl sonuna kadar uzatalım süreyi. Hatta sömestr tatiline kadar bile uzatabiliriz. Okullar yarı tatile girecek. Belki işe yarar. 🙂
Seçimlere kadar sarkıtmayalım ama. AKP yine alacağı için uzun süre devrim olmaz ondan sonra. Boş yere bahsi ertelemiş oluruz.
Yalnız, bahis neydi?
valla bahsin ne olduğunu ben de unuttum:)
solun bence en bariz yanlışı, olayı sınıf değil de hala ve ısrarla devlet-iktidar perspektifinden okumasıdır- hem de “sınıf ideolojisi” olduğu iddiasına rağmen.
sermayenin küreselleşmesini engelleyecek hiç güç yoktur. sermaye üretici güçlerin gelişimi demektir ve küresel ekonomik ölçekte hareket etme aşamasına ulaşmışsa, buna gözümüzü kapatarak çözüm arayamayız.
çözüm mülkiyetin ve devletin -ki zaten aynı şeydir- ilgası için mücadeledir. küçük sosyalist devletçikler denemesi artık mümkün değildir.
Sanki Altan kardeşleri okuyor gibi oldum. Liberal Solcular Afkanistan da talibanı gösterip geri ekonomik ilişkiler ve idari yapıların aşılması, kapitalist ilişkilerin oraya taşınmasını da küreselleşmenin askeri çizgisi, emperyalizmi enternasyonalizm olarak satmışlardı.. Küreselleşme adı altında belli başlı “gelişmiş ülkelerin” gelişmekte olan ülkelerin ulusal mali politikaları üzerindeki kontrollerini kırmak abd-japonya-ingiltere-almanya vb dayattığı ekonomi ve iş bölümü çerçevesi içine hapsetmek ve daha önemlisi kapitalizmin dünyayla liberal kapitalist tarzda bütünleştirilmesi şeklinde gelişmiştir.. politik açıdansa Uluslararası burjuvazinin farklı ülkelerin işçi sınıflarını ve emekçilerini rekabet içine sokarak kazanım ve haklarını aşağıya doğru çekilmesidir yani bir sermaye stratejisidir..
kimin söylediği değil neyin söyleNdiği önemli…( yoksa ben de her halde” gururlanacağın” mesela bir lenin okuyorum sandım, diyebilirim. bu ise sadece komik gelir bana…)
kapitalist sermayenin karını maksimize etmek için ulus devlet yapıları dahil, her tür engeli aşması, bu işin yasası mıdır?
militarist-savaş taraflısı sermayeler bunun ne kadar karşısında durabilir?
konu hakkında daha fazla uzatmayacağım, çünkü çok yazdım.
küresellik o denli mantıksal bir olgudur ki, sadece ” sağıyla, soluyla iktidar dinine intisap etmiş olanlar” bu gerçekliği yadsıyabilirler…
hatta o pek “güçlü savaş makinası” abd(evleti-usa), bu işte en zararlı çıkacak olandır.
kısaca artık burjuva üretim sistemi, devletleri ve onların “güvenliğini” değil, kapitalizmin temel kurali olan kar oranını artıracak ekonomik işler peşindedir. bunun için din, milliyet vb ayrımlar üzerinden giderse, rakibine pazarı kaptırma riski var.
dolayısıyla sermaye en kısa zamanda en yüksek kar etmek için küresel bir çevrimiçilik halindedir. borsa hareketleri bunu ifade ediyor.
dinle burjuva kardeş,
bir takım “gelişmiş kapitalist ülkelerin fazla nemalandığı, diğerlerini sömürdüğü vb “leninist” tezler artık bişey ifade etmiyor. artık böyle değil. o senin dediğin, “emperyalizm” çağıydı.
şimdi kapitalist sınıf küresel olarak “küreyi” sömürüyor. ve artık o etnik, mezhebi vb bir sınıf değil, kar marjlarını artıracak olanların kar ortaklığı sınıfı…ve hala yeryüzünün bazı parçaları bu üretim ilşikilerinden aslan payını alıyorsa, karın artış miktarındandır, yoksa milli kaygılardan değil.
durum değiştiğinde gemiyi ilk terk eden de bu sermaye oluyor. dolayısıyla sınıfın ulus devletle olan ilişkilerinde bir çözülmeden söz edilir…
kısa olsun dedim ama gene de uzattım. anlaşılmayacak bir konu da yok…eğer marxtan bişeyler anladıysak ve iktidarcıl önyargılarımızdan kurtulup olaya özgür bir akılla bakabilirsek…
Emperyalist sistemin hiyerarşik olması belli başlı emperyalis-kapitalist merkezlerin bu hiyerarşide yer bulma konum kapma mücadelesi devam ederken bu tür liberal-ekonomist tezler pek de özgünlük taşımıyor.. Ulus Devlet ya da milliyetler meselesi kapitalizmin yapısal bir özelliğidir ve aşılamamıştır. Ulusal ekonomiyi de kendine yeterlilik ya da otarşi ile karıştırmamak ta önemli.. Ayrıca kar’ı maksimize etmek ve sermaye ihraç etmek için emperyalistler gittikleri bölgenin dikensiz gül bahçesi olmasını ister bu da yetmez devletin kamu kaynaklarını sermaye çekmek kullanır.. vb Lenin olarak okunmak benim için bir onurdur ama Altan kardeşler olarak okunmak bir onur meselesi olur mu sanmıyorum..
“şimdi kapitalist sınıf küresel olarak “küreyi” sömürüyor. ve artık o etnik, mezhebi vb bir sınıf değil, kar marjlarını artıracak olanların kar ortaklığı sınıfı…ve hala yeryüzünün bazı parçaları bu üretim ilşikilerinden aslan payını alıyorsa, karın artış miktarındandır, yoksa milli kaygılardan değil.” yalnız bu komik olmuş küreselleşme küreyi sömürüyor liman işçisini değil suriye de mezhep temelin de boğazlaşmayı da değil karların berisindeki kapitalistlerin sınıf çıkarları da değil kendinden menkul bir kar artışı.. Kapitalistlerin karları nerdeyse siyasal çıkarları da ordadır..
T.Friedman dan aktaralım “Pazarın gizli eli, gizli bir yumruk olmaksızın asla çalışmaz. McDonalds, F-15 jetlerinin yapımcısı Mcdonnell Douglas olmadan gelişemez. Dünyayı Silikon vadisi teknolojileri için güvenli yapan gizli yumruğun adı, ABD Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Donanması ve Deniz Piyadeleridir”
arasın son cümlesi meseleyi özetliyor: “kapitalistlerin karları nerdeyse çıkarları da oradadır. ”
ya da daha iyisi, “gizli el ve yumruk meselesi”. mcdonnel douglas, ekonomik açıdan mc donalds kadar kar getirici olmadığında kim buraya sermaye yatıracak kadar “akıllılık” gösterecektir.
ulus devletlerin var olmadığı değil, ekonomik olarak var olma imkanlarının hızla ortadan kalkmakta olduğudur söz konusu olan.
bir de bu militarist zihniyetten kurtulamayan iktidar özlemcileri… f15 ler onların istemi üzerinden üretim imkanı buluyor.
Tartisma güzelde,Tam Kafakafaya vurusmuyorsunuz..
Ekonomik sorun tabiki tüm toplumsal sorunlarin temelini teskil ettiginden en önemli temel konudur.. Kimsede fazla tartismaz. Tek taraflidir,yüzeysel olarak islenir..
Düsmandir,kötülenir,üflenir bu Gizli düsmana karsi savasin tüm Taktik ve stratejiler komutanlarimizca kurulur..
Sonuctada yapilan sadece savas oyunudur..
Ekonomiden anlamiyacaksak hic Politaka yapmaga gerek yok. kuracaginiz devletlerdede zaten kacacaklardir millet..
Kapitalistlere siyasi çıkarları için Emperyalizmin sopası gerekli Kapitalistler sadece üçüncü dünya ülke ve halklarıyla mücadele etmiyor hatta sadece işçi ve emekçi sınıflarının kazanımlarını geriletmek için de mücadele etmiyor aynı zamanda Dinle burjuva rumuzlu arkadaşın dediği gibi emperyalist hiyerarşide rekabet güçlerini artırmak için birbirleriyle de rekabet ediyor ve bu rekabet statikleştiğin de yerlerinden memnun olmayanlar dünyayı yeniden paylaşmak üzere savaşa katılıyorlar. M.Alişer ekonomist-determinist tezleri fazlasıyla Liberal.. Dinle Burjuva’nın verdiği son anektod (Thomas Friedman) emperyalizmin ideolojik-siyasal ve ekonomik çıkarlarının berisindeki mantığı vermesi açısından çarpıcı..
bir kez daha liberalizmin burjuva ikiyüzlülüğünün felsefesi olduğunu hatırlamak gerekiyor. o hem burjuva sömürüsü için “ilişilmedik alanlar” hem de mülkiyetini koruyacak devlet ister.
kısaca hem asgari ve hem de mülkiyetinin bekçi köpekliği için güçlü bir devlet arzular.
bu onun paradoksudur.
liberterler ise bu konuda nettir. ne devlet ne de mülkiyet var olmamalıdır. piyasaların önündeki en büyük engel biri birini tamamlayan bu iki engeldir: devletin garantörlüğünü yaptığı mülkiyet. bu mülkiyet bekçiliğnini karşılığını devlet “yurttaş-tüketiciden” haraç ya da vergi olarak alır ve kendini ve fonksiyonlarını bu kaynaklardan finanse eder, hepimizin bildiği gibi…
açık ki küreselleşen sermaye, burada bir engel teşkil ediyor olmaktadır. karını artıracağını gördüğü anda, fabrikasını sırtlayıp, ucuz emek, geniş pazar ya da ucuz kaynak alanlarına taşınıyor. bu durumda devletin vergi alabileceği asıl kaynak da mülksüz ve yoksul kitleler oluyor. güvenlik, sağlık, eğitim vb pahalı alanları yoksul halk kesimleri omuzlamış oluyor.
burada hala ulus devleti savunmanın alemi ne?
ikinci olarak şu ekonomik determinizm meselesi:
anlaşılmayan nokta, burada kimin determinist olduğu…
her şeyi ekonominin belirlediği durum, mülkiyetçi devletçi yapının, kısaca kapitalist sistemin bir sonucudur. küresel çağında kapitalizmin küresel devlet inşasından vaz geçmesi beklenemez. ulus devlet yerine, küresel devletini ikame etme sürecindedir. mai-miga-nafta-ab-dünya bankası- imf ve küresel hukuk bunu hedefliyor. dolayısıyla ekodeterminist olan bu yapı.
buna karşılık, üretim alanlarının küresel ölçekte piyasaya (ama gerçekten özgür, anarşist yani mülkiyetin ve devletin kontrolünden azade bir piyasa) mal ve hizmet sürebildiği, komünalist bir ekonomik işleyişin savunanı olarak benim gibi düşünenler ekonomik determinist değil, olamaz..
emperyalizm kapitalizmdir….
aralarında ekonomik bir bağıntı olsa da, bence tümüyle aynı şey değiller…roma bir ” imperium”du. keza asur, pers, osmanlı, abbasi vb pek çok örnek var. imparatorluklar, elbet ekonomik nedenler de içinde olmak üzere, başka halkları ve topraklarını işgal etmişlerdir. üretimlerine, doğal kaynaklarına, emek ürünlerine el koyup sömürürlerdi.
ancak bu “haraççı” bir ekonomik ilişkiydi. ve asıl neden, siyasal egemenliklerine yönelik bir tahakküm biçimiydi. temel, birincil neden bu siyasal boyun eğdirme ve köleleştirme amacıyla yapılmasıydı.
kapitalizm çağının bir döneminde emperyalizm yaşandı. devletle egemen sınıfın ekonomik çıkarları bir dönem için çakıştı. bir dönem “emperyal bir ortaklık için işbirliği” yapmalarını sağladı.
ancak bu durum, sermayenin temerküzünde ulus devlet yapılarının artık bir engel teşkil etmeye başladığı ve kabaca soğuk savaşın bitip, “reel sosyalizm denen devlet kapitalizminin” havlu atmasından sonra, artık küresel kapitalizmin engeli kalmadı.
sermayenin birikim miktarı, uluslar ötesileşir , küre ölçeğinde devinir hale gelince (borsalar), buna uygun mülkiyet ilişikileri ve “üstyapı” yani küresel kapitalist tek devlet için fırsat doğmuş oldu.
şimdi artık ulus devletleri öncelikle ekonomik manada tasfiye etme ve küresel pazarı inşa etme çağındayız. yani devletler üzerinden değil, doğrudan sermaye üzerinden bir küresel kapitalizmden söz etmek gerekiyor.
dolayısıyla “emperyalizm” bizi ulus devlet savunurluğu gibi geri bir pozisyon almaya yönelten, “fosilleşmekte olan bir kavram bence…
Üretim Teknikle,teknolojiyle olur..
Bu Know -how Sermaye sahiplerin elindedir.
Daha 20 yil önce General Motor rakiplerinden,Toyoto VW lerden 10 kat üstünken Simdi Toyota birincilige yükselmis,VW yakinda onu gecme durumu var.
Olay sadece basit bir isci sömürüsü degildir yani.
Vw kendi iscisine aylik 5000 eu harciyor 7 fabrikasinda.
Cinde 11 fabrikasinda ödedigi aylik ise 500 eu.civarinda.
Cinliler kendi iscisine dahada az öderler..
Herseyin basi bu teknolojiyi ise ne marks gibi ekonomisler nede politakacilar yaratirlar..
Bunlarin Patenti var.. Cinde hersene yarim milyon patent kaydi ediliyor, ABD dede öyle. japonlar almanlar digerleri 100 binler!
Bu sekilde yani Üstün teknikle yapilan uluslararasi sermayenin ( Emperyalist kapitalin) her ülkeye faydasi var..
Isterse karlari 10 misli olsun I Phone Cinde 10 dolara üretiliyor. 50-100 mislisine satiliyor..
Calisanlar somut olarak akil Almaz ölcüde sömürülüyor. Ama Soyut olarakta Cin iliskisindede kendileride kazaniyor.
Neden? Teknoloji sayesinde…
Konuya derince girmek istemiyorum cünkü ben birsey kazanamiyorum Burda.
O yüzden tek Cümle söyleyim; Kürdistan devleti kuruldugunda su tek lidere dayanan yönetime girmeniz daha basinda iflaz etmeniz demektir..
Bir kisidenen,hem kral,hem mühendiz hem ekonomist hem Doktor hem cöpcü vs .vs olunmaz..
Böyle toplumlari kizildereli büyücüler yönetir. ülke asla..
Savas, dis emperyalist devletler cagi bitmistir..Devlet ici azinliklar halklar sorunu tabiki devam etmektedir..
şehit konusunda zileli gibi düşünen biri;
Şehitlik İslami bir kavramdır ve bu kavram cennettin ve hurilerin varlığını öngörür. Ateistlerin şehitlik hakkında yaptıkları övgüler mide bulandırıcı bir suistimaldir. Bunlar insanları aptal yerine koyuyorlar ve ölümü yücelterek kendi başına bir amaç haline getiriyorlar.
http://dersimsite.org/tiranlik.html
Bilindiği gibi, radikal sol özellikle son yıllarda realist olmak bir yana, iyice dengesizleşti. Güçsüzlükten, ırkçı ve İslamcı toplum tarafından kesin bir biçimde reddedilmiş olmaktan ve ağır devlet teröründen bunaldı. İntiharcı sapık tarikatlara dönüştü. Ölmek ve özellikle acı çekerek ölmek kendi başına bir amaç haline getirildi. Gruplar üyelerinin öldürülmesini içeren barbar rituallerin dışında bir şey yapamıyorlar. İslamcı faşistlerin militanlarını kurban etmesinden çok etkilendiler. Ateist oldukları halde, dinsel bir kavram olan şehitlik mertebesine erişmeyi mide bulandırıcı bir biçimde en yüce amaç haline getirdiler. İntihar etmeyi kabul etmek devrimciliğin ulaşabileceği en üst düzey olarak saptandı. Feci acıları içeren uzatılmış intihar eylemlerini en ince ayrıntılarıyla kamuoyuna göstermek süretiyle devrimcilikte ne kadar kararlı olduklarını göstermek istediler. “Hedef kitle” dönüp bu insanlıkdışı görüntülere bakmadı bile. Aydınlama çağı, hümanizm, bilim, demokrasi ve insan hakları bu gruplar tarafından ayaklar altına alındı. Akıl, mantık ve deneyin yardımıyla karar kılma mekanizması aşağılandı ve prensip olarak reddedildi. Fikir oluşturma ve “tartışma” kültürü bakımından bu grupların dünyası Stalin dönemi Sovyetleri Birliği veya Taliban rejimi ile karşılaştırılabilir. Kısacası, “devrimciler”in dünyası yüce amaçların, fikirlerin, kahramanların, acı çekme süreci kasıtlı olarak uzatılmış intiharların ve özellikle yüce otoritelerin dünyası oldu.
http://www.dersimsite.org/hayalden.html
Gicig yine bosbos konusuyon.o patentleri meleklermi indiriyor?zenginler aklindan patentmi uyduruyor?muhendisi ilim adami var.onlar yapiyor.onlar isci degil ciscimi?tobe tobe.gorende ustunde dusunmussun sancak.postadaki ekonomi yorumlari gibi seninkide.kafa yor kafa.bide goren isvecten yaziyor sancak.tayyip tek kafa degilmi?ondan gelmiyormu emirler?igneyi kendine cuvaldizi kurtlere batirmayi ogren once.yoksa anca bu kadar.
Ulusalcıların alandan çekilmeye başladığını söylemişsiniz.İstanbul’u falan bilmem de taşradaki üniversitelerde ,yeni dönemle birlikte ‘gezi ruhu’nu üniversiteye taşımaya çalışan grup tgb’dir.Zaten biz yoksak herhangi bir hareket de yoktur.
Biraz kibir kokmuyor mu?
45. Gene yendin beni..
Akil bir sinira dayaniyor.Akilsizligin ise siniri yok..
Dünya gicig iste..
“Kapitalistlere siyasi çıkarları için Emperyalizmin sopası gerekli “Kapitalistler sadece üçüncü dünya ülke ve halklarıyla mücadele etmiyor hatta sadece işçi ve emekçi sınıflarının kazanımlarını geriletmek için de mücadele etmiyor aynı zamanda Dinle burjuva rumuzlu arkadaşın dediği gibi emperyalist hiyerarşide rekabet güçlerini artırmak için birbirleriyle de rekabet ediyor ve bu rekabet statikleştiğin de yerlerinden memnun olmayanlar dünyayı yeniden paylaşmak üzere savaşa katılıyorlar.” bir bok bilmiyorum ama anarşist arkadaş basit bir doğruyu güzel ifade etmiş, katlıyorum.
Gezi’nin bileşim ve niteliğini taşıyacak tek seçenek devrimci siyasal çizgi ve doğrultudur.. Herhalde kibir değildir ..
iyide o devrimci çizgi hangisidir?her önüne gelen devrimci çizgi çiziyor.anaokulunun duvarına döndürdünüz burayı.
işçi ve emekçi haklarını-Demokratik meseleleri sınıf mücadelesi zemininde çözümlemesi ve inşası Marksizmin hareket noktası noktasıdır..
anonim 48 isimli arkadaş, anarşist değilim Marksistim düzeltelim.. Eyvallah..
http://abcgazetesi.com/hkpli-dayi-muhallebi-yapmiyoruz-devrim-yapiyoruz-2478.html