Testi ve Kubur!
Şu hayatta insanın başına her şey gelebilirmiş meğer. Hayatımda tek bir yazısını bile okumaya değer bulmadığım Hıncal Uluç gibi yazarlık altı bir şahsın ortaya saçtığı beynindeki pislikler hakkında bir yazı yazacağıma rüyamda görsem inanmazdım. Hem de, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip atmamıza neden olan şu Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimi günlerinde işi gücü bırakıp böyle bir yazı yazmaya girişmek… Olacak şey değil. Ama oldu işte.
Hıncal Uluç, “yardımcısı” Fatoş aracılığıyla haberdar olmuş Defne Joy Foster’in ölümünden (yeni zenginler, ayıplarını örtmek için “hizmetçi” yerine bu sözcüğü kullanıyorlar artık) ve sabah sabah Sabahgazetesindeki o meşum yazıyı yazmış bunun üzerine. Keşke “yardımcı” Fatoş, Hıncal Uluç’a böyle bir “yardım”da bulunmasaydı. O zaman, bir umut bu ya, belki de o ucube yazıyı yazmamış olurdu.
Hıncal Uluç, Sabah adlı varakpârenin 4 Şubat günlü nüshasında, şu anda ona cevap verme ve kendisini savunma olanağına sahip olmayan bir insana, iki gün önce ölen Defne Joy Foster’e “ahlaki” bir saldırıya geçerken aslında kendi düşük ahlak ölçülerini de ortaya koymuş. Bu yazı Defne’nin onuruna halel getirmez. Ama onursuz gazeteciliğin ve köşe yazarlığının ne demek olduğunu çok güzel anlatır.
Bir zamanlar (belki şimdi de) Playboy’larda boy gösteren Hıncal Uluç adlı magazin yazarı, hayatı talihsiz bir şekilde son bulmuş, savunmasız bir genç kadın karşısında kılıcına davranmış, aslan kesilmiş ve mahallelinin önüne düşüp “zina yapılan” eve baskına giden mahalle imamı havasında, ağzından köpükler saçarak ahlak dersi vermeye kalkışmış.
Efendim, Defne gibi evli, bebek sahibi bir kadının, sabaha karşı bekâr bir erkeğin evinde ne işi varmış? Üstelik de kanında tonla alkolle. Bunu uygun bulmamış Hıncal Uluç. Dolayısıyla Defne’nin kocasının yerinde olmayı hiç mi hiç istemezmiş. Hani Defne’nin boşanma kararı olsaymış bir şey demeyecekmiş ya da boşanmak için mahkemeye başvurmuş olsaymış veya evini ayırsaymış. Bunun adı “ihanet”miş (bu hain kelimeyi, kendisi de biraz insafsız bulmuş olacak ki, tırnak içine almış).
Bir kere, sen o “bekârın evinde” neler olduğunu nereden biliyorsun? Haydi “tecrübe konuşuyor” diyelim ve bunu geçelim. Evli bir genç kadın, “bekâr” erkeğin evine gitti ve onunla birlikte oldu diyelim. Bundan sana ne? Seni ne ilgilendiriyor? O kadının nasıl bir duygusal dünyası olduğunu nereden biliyorsun, o anda nasıl bir ruh halinde olduğunu nereden bilebilirsin? Kocasıyla nasıl bir ilişkisi olduğunu, onunla neler yaşadığını bilmen mümkün mü? Ayrıca, Türkiye’yi bilmiyorum ama batıda çok sayıda (evli ya da değil) “açık ilişki” (open relationship) vardır. Yani çiftlerin uzun vadeli bir ilişki yaşamaları, aynı evde oturmaları, hatta resmen evli olmaları, çocuk sahibi olmaları, cinsel hayatlarını birbirleriyle kısıtlamaları anlamına gelmez. Eğer isterlerse, bir kereliğine ya da daha uzun süre başkalarıyla ilişkileri olabilir. İki taraf da karşılıklı olarak bunu bilir ve bu durum onların uzun vadeli “partner” olmalarına, hayatı paylaşmalarına engel değildir. Böyle bir ilişkide “aldatma” ya da “ihanet” söz konusu olmaz. Bunu “ihanet” olarak görmek sadece bizim modern ya da ataerkil ilkel kültürümüzün kurbanı olan erkek ya da kadınların zihniyet dünyasına özgü bir durumdur.
Kaldı ki, böyle bir sözleşme olmadığı durumlarda da çiftlerin birbirlerine haber vermeden, geçici olarak bu tür ilişkilere girmeleri “ihanet” olarak nitelendirilemez. Bu tür şeyler insani, olağan ve daha önemlisi sadece çiftlerin özel hayatlarına ilişkin, onları ilgilendiren durumlardır. Ne arkadaşlarını, ne yakınlarını, ne çocuklarını, hele hele ne de kamuya seslenen gazete köşe yazarlarını, magazincileri, televolecileri ilgilendirir. Ancak bireysel özgürlük ve sorumluluk ilişkisi çerçevesinde ele alınacak, kişisel hikâyeleri ortaya getirmeden, soyut ve felsefi planda tartışılacak bir sorundur bu.
Hıncal Uluç, İngilizce bildiğini göstermek için İngilizce örnekler de vermiş ama doğru karşılıklarıyla değil. Bir kere “falling in love” değil, “fall in love” olacak. Bu, Türkçedeki “aşık olma”nın karşılığıdır. Öte yandan, “make love” “aşk yapmak” değil, “sevişmek” anlamına gelir. Sevişmek ise, her haliyle son derece insani bir edimdir ve ne olursa olsun “ihanet” sözcüğüyle bir arada kullanılmaması gerekir.
Hıncal Uluç, Defne’yle ilgili meşum yazısını, “su testisi su yolunda kırılır” türü, ahlakçı olduğu kadar gayriahlaki ve hayatı anlamayanların işin içinden çıkamadıkları zaman kullandıkları “atadan kalma” bir deyişle bitirmiş.
Testi su taşır.
Ya kubur? Sadece pislik akar içinden.
Gün Zileli
4 Şubat 2011
Harika ötesi bir yazı Gün ağabey, “bird brain” maço feodal kafa kuburlar işte!
Ama bunlardan sürüyle var, yani “high society” bunlar.
Tüm gün elim-ayağım dolandı birbirine bu denyoya laf yazıcam diye. Her biri küfürdü yazıp yazıp sildim… Kızmak bile ödül çünkü.
Evlilik, birliktelik gibi kavramları yeniden başka biçimlerde de mümkün ve doğal olabilirliğini sorgulattığın için binlerce teşekkür Zileli. İyi ki varsın…
defneye cok üzüldüm hıncali kinadim ,ama sizinde tarzinizi asla tasvip etmedim ,sizde nemalaniyorsunuz bu isten ,netice hincalin degisik bir versiyonu cıkıyor ortaya
çok sağolun, birazcık sinirim yatıştı en azından… Sabahtan beri kaç kişiyle bu konuyu benzer şekilde konuştum belli değil, üstüne de sizin yazınızı okuyunca, cevap yazmadan geçemedim. Sizi Hıncal Uluç hakkında yazı yazmaya kadar götüren nedenler beni de ilk kez bir sitede okuduğum bir yazıya yorum yazmaya götürdü. Ölünün arkasından konuşulmaz gibi saçmasapan bir argümana sığınmadığınız için de ayrıca çok memnun oldum. Zira yaşarken de ölüyken de bir kişi hakkında pekala konuşulur. Öyle geleneklere, toplumsal normlara dayanarak, Hıncal Uluç ve onun duygularına tercüman olduğu milyonların safsatalarını geri püskürtemezsiniz. Bu sadece sözün üstüne örtmek olur. Önemli olan bu adamların neye dayanarak başkalarının hayatını yargılama hakkını kendilerinde bulduklarını sormaktır ve siz de bunu gayet güzel yapmışsınız. Az bile söylemişsiniz, şimdi yazarken yine sinir geldi bana, daha fazla uzatmayayım…
demek ki neymişş sende en az hıncal kadar kullanıomussun defne yi…
“aslan kesilmiş ve mahallelinin önüne düşüp “zina yapılan” eve baskına giden mahalle imamı havasında, ağzından köpükler saçarak ahlak dersi vermeye kalkışmış”
aslında bu cumleyi kullanma için bir sebep yoktu ortada ama siz yinede bi sekilde dine nasıl dokundururum die çabalamıssınız. hıncal bey in dini acıdan olaya bakmadıgını hepimiz bilioruz dimi gerek yok bu laflaraa o zaman …
ayrıca batıdan ornek vermek durumu kurtarmaz.batı yapıo die bizdemi yapıcaz. batıyıda goren bi siz değilsiniz artık insanlar batıdan orneklerle acıklamara tok…Turkiyede eski turkiye deil.gecti o batıda bole donemlerii….
ellerine sağlık sayın zileli. aşağıda ki linkte benzer görüşlere yer verilmiş.
http://www.bianet.org/bianet/toplum/127656-defne-joyun-ardindan-nebbaslar-ahlakcilar-ve-mutsuzluk-uzerine
Hıncal Uluç’un yazısını kötüleyeceğim diye, “norm” dışı şeyleri “norm-al” mişler gibi lanse etmeye başladık.. Bu da fazlasıyla yanlış..
Elbette çiftler arasında olan sınırları yalnızca çiftler çizer, toplumsal normlar bundan sonra devreye girer, ama bana ölçüsü kaçıyor gibi geliyor.. Siz de yazınızda biraz abartmışsınız..
Hıncal Uluç’un hatası çok büyük. Ama yaptığını kötüleyeceğiz diye, çürüttükçe çürütecez diye, olmayan şeyleri var gibi göstermenin, toplumca “ideal” olarak (istesek de istemesek) yorumlanmış olan şeylerin, aslında öyle yorumlanmamış olduğunu iddia etmek de saçma..
Ama bu Türkiye’nin kaderidir zaten.. Ufak tefek suçlar işlenir, işlenir kimse ses çıkartmaz, sonra büyük bir suç işlendiği zaman öyle bir yasa çıkar ki, suçlu olmayanlar da güme gider.. Bakınız, futboldaki tribün yasası, telefonlardaki sabit ücret davaları..
Herşeyin .okunu çıkartmadan yerer ve ya översek daha doğru bir şey yapmış oluruz
böylesi ağır ve çarpık zihniyetler gibi ‘muhafaza’ edenler -ki kendisinin muhafazakarlıkla ilgisi yoktur tribünlere ve akp,ye oynuyordur- senin ‘norm’ ve ‘norm dışılık’ dediğin şeyi oluşturuyor zaten. Sen bu insanların senin önüne sürdüğü ahlaksal, toplumsal lokmaları yersen onun adı ‘norm’ oluyor. ‘Ölçü’ oluyor.
Devletin, sistemin ve cilacısı gazete köşecilerinin ‘norm’u da ‘ölçü’sü de uymuyor gündelik yaşama. Demek ki uyumsuzluğu doğuran onlar. Daha huylu, uysal, sakin kalalım diye. Veya şu bildik hikaye; gündemi çarpık fikirleriyle ayaklandırırken bir köşeci, kim bilir şimdi neler oluyor görmediğimiz ve duymamızın dahi istenmediği….
fuck the norm!
Bu yazıyı okurken insanların çoğunluğunun bu kadar geniş bir perspektife sahip olmaları için kaç yıl geçmesi gerekecek diye merak ettim.
İngilizce düzeltme kısmında saçmalamışsınız ,çok gereksiz olmuş
İngilizce açıklamayı ukalalık olsun diye yapmadım Mert. Hıncal Uluç, yazısında, “make love”ı tam sözcüğü sözcüğüne “yapmak” olarak almış ve ucuz cinsel ilişki olarak anlamış. Oysa “make love” ucuz ve yüzeysel cinsel ilişki anlamına değil, sevişmek anlamına gelir. Bunu anlatmak istemiştim.
İyi bir yazı… Aklına sağlık.
yeni zenginler, ayıplarını örtmek için “hizmetçi” yerine bu sözcüğü kullanıyorlar artık
Bu kısmı anlayamadım
Gün hocam,
yazı çok güzel,
bu olaydan sonra sendika.org adlı “devrimci” site oray eğin adlı manyağın ahmet altanı hedef almak için yazılan ancak, ahmet altana vurayım derken, oğlu üstünden cezalandırıp, belden aşağı vuran akşam gazetesindeki saçma yazısını alıp yayınlamış. hani bunlar liberallere karşılar ya…
tahammülünüz varsa bir de o saçma yazıya bakın isterseniz…
hazır normlardan konu açılmışken naormal üstüne bir şeyler söyleyelim…
NORMAL
Normal genel anlamıyla; normlara uygun olan anlamında kullanılan sözcüktür.
Toplumsal normlar diye hayatımızı yönlendiren kurallar vardır. Bunlar yasalar, gelenek-görenekler, ahlak kuralları v.b dir. Bunlara toplum kuruculuk anlamında normatif değerler denir. Her toplumda yaşamdan edinilen tecrübe ve ortak akılla normlar oluşturulur ve bunlar artık herkesin uyması gereken davranışlar haline gelir ve benimsenir.
Bu normların dışındaki davranışlara anormal davranış denir. Görünürde toplumun kendi oluşturduğu normlarda ne kötülük olacak denilebilir. Ancak durumlara göre toplumun oluşturduğu her norm fetişleşir. Yani değişmez, uyulması zorunlu kurallar haline gelir. Her norm oluştuğu andan sonraki her aynı durum için gericileşmiştir artık. Baskı unsuru olur.
Anormal olan iyidir. Çünkü fetişleşip gericileşen normu, kıracak, aşacak ya da normalin dışındaki her davranış, kendisi de fetişleşinceye kadar daha ilerici ve sezgisel olacaktır.
Zaten toplumsal yaşamın tarihinde önemli durakları ve köşe taşlarını, bulunduğu duruma göre anormal olanlar yaratmıştır. Dünya yuvarlak diyen Galileo, evlilik zorunlu olmamalıdır diyen Emma Goldman, bir siyahla evlenen beyaz, Enel hâk diyen Hallac v.b.
Sonuç olarak bir genellemeyle normal olan ya da anormal olan iyidir, diyemeyiz. Normal ya da anormalin iyiliği ya da kötülüğü kişiye göre değişir. Ancak yine de durumları aşanlar normların dışına çıkanlardır. Çünkü normal olan statiktir, kendini korur, değişmez.
O zaman yasa, gelenek görenek, ahlak kuralları yerine, sezgisel olarak oluşan her durum için o duruma uygun ve o duruma mahsus sonuç çıkarılmalıdır. Anormal olan her kabuğu kırdığında yeni bir normal yaratmış olur, yine anormal olan onu da aşacaktır. Hayatta ulaştığımız her doğru, sadece aştığı duruma göre ilericidir. Ve kendisi normalleşince gericileşecektir. Yeni bir anormale ihtiyacı olacaktır. Bu süreç biz istesekte istemesekte böyle devam edecektir. Yoksa ilk toplumsal normlar ya da yazılı yasalar bir daha değişemezdi.
Sanırım iyi açıklayamadım: “Hizmetçi” sözcüğü, hizmetçilik Türkiye’de ne yazık ki aşağılanan bir meslek olduğundan, giderek kullanılması uygun bulunmayan bir deyim haline gelmiştir; bu yüzden de hizmetçileri olan zenginler, bu “ayıbı” örtmek için “yardımcı” deyimini icat etmişlerdir. Hani günümüzde kadına -sanki kadınlık utanılacak bir şeymiş gibi -“bayan” deniyor ya, ona benzer bir şey.
Bir insanın evinde isleri yapacak birini çalıştırması ayip mıdır ? Bence kesinlikle değildir , diyebiliriz ki sosyal haklar verilmiyor eksik, ama bu ülkede doğru giden nedir ki?
Ne yazık ki öyle. Televizyon dizilerinde bile körükleniyor bu. Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinde, evini geçindirmek için hizmetçilik yapan bir kadının nelerle karşılaştığını izleyebiliyoruz. Oysa hizmetçilik onurlu bir meslektir. Bir emekçinin alınteriyle ekmeğini kazanmasından daha onurlu ne olabilir ki. .
farklı partnermiş..fall mış…falling miş…geçeceksiniz bunları efendi…bal gibi, ayna gibi ihanet işte…kocasına ihanet etmiş…bitti bu kadar birşey..
tutup da ben şu olayı böyle yorumluyorum batı şöyle yorumluyor diyerek üstü örtülmez gerçeğin…
ha şu an konumuz bu değil ölmüş bir insanın ardından edilecek laf değil derseniz yüzde yüz katılırım..allah gani gani rahmet eylesin…
ancaakkk..ihanet etmedi etmiş olsa bile evlilikler de ihanet arada iyidir değişiklik olur heyecan kaybolmasın derseniz de bu değerli fikirlerinizi her yerde dile getirmemenizi öneririm..nacizhane…
Zaman, Yeni Safak, Akit gibi gazetelerde ve islami sitelerde daha çok Ankara’daki patlamada ölen isçilerle ilgili haberler yer alirken Hürriyet, Vatan gibi gazeteler ve solcu, devrimci, komünist sitlerde Defne Joy Foster’in ölümüyle ilgili yorumlar var. Neyse “sol”u fazla elestirmeyelim, neticede sol da bir ölüdür, ölünün arkasindan konusulmaz.
İmkanlarım ölçüsünde dile getiriyorum zaten. Senden ve senin gibi sulanmış beyinlilerden korkacağımı mı sandın.
Sol’un ölüsü bile yeter senin gibilere. Yiğidi öldür, hakkını yeme.
Hem siyaset bileceksin, hem top,
Üstelik sanat ve kadından
en iyi sen anlayacaksın.
Yeter mi…yetmezzz
Ekonomi,sosyoloji,astronomi,
yetmezzz felsefeden de anlayacaksın.
Sırası geldiğinde en iyi ahkamı
sen keseceksin.
Dünyayı en iyi sen görecek,
her şeyden az az bilecek,
kendini çok satacaksın.
Takacaksın fuları,çıkacaksın ekrana,
ona buna bok atacaksın.
Ezilmiş halkların tek eğlencesi
futbolla da dalganı geçeceksin.
Sakın haaa
ham yapar seni erman abin.
Yeter mi… yetmezzz
Sonra gevrek kahkahanın
en iyisini sen atmalısın.
Dedikodunun en güzelini sen yapmalısın.
En büyük reytingi sen almalısın.
Akşama tık’ın yoksa üzülme,
bunca ahmağa sokacak
kalkık kalemin oldukça
en büyük entellektüelsin.
Zaten magazin basınında, popüler kültür odaklarında hiç tartışılmıyor konuşulmuyordu. Sizin gibi yazarı burada açlıkla arıyoruz Gün Ağabey bu konuları burada dillendiremiyoruz. Kaynaklarımız bile Türkçe’ye doğru düzgün çevrilmemiş, çevirilenleri ise bulunmaz durumda. Cidden çok teşekkürler, siz de yazmasanız bu yazıyı kimse yazmayacaktı.
ne acıklı değil mi???bütün güzel özelliklerimiz gibi bunu da unuttuk..ölünün arkasından konuşulmazdı hani????hani evli kadınlar hakkında ileri geri konuşmak dedikodu yapmak ayıp tı??gözümüzle görsek bile içimizde saklardık hani??? hani genç kızlar için de uygunsuz şeyler söylemek günahtı??ortada yazılıp çizilen boyutlarda bir kötü durum var ise madem (ki kimsenin haddi değil fikir yürütmek)en azından o durumun yarısının sorumluluğunu üstlenicek bir ahlaklı adam da gerekiyor..nerde????ben açıkçası hiçbiryerde onunla ilgili bu tarz sorumsuz ve kötü yazılara rastlamadım???su testisi tek başına yola çıkmadı kırılmadan önce di mi???arkanızda amcalarınız, dayılarınız yoksa ölüm bile kurtuluş değil gördüğünüz gibi bu ülkede..minicik oğluna şanslı ve insaflı bi ömür diliyorum..sizin de elinize sağlık çok güzel yazmışsınız..
sallama anonim kardeşim
“Yeni Akit’in soyadı ile müsemma Serdar Arseven’i, “kucakta zıplatılırken” bir kez gördüğü genç kadının ölümünü tariflerken, kâfirlerin içkisinden başlayıp, laiklerin ahlaksızlığına dem vuran cümlelerle geliştirip ardından cenaze marşı niyetine 10. yıl marşı ile bitirmiş. Ne ilgi, ne kurgu ama (!)”
bianet.org
Biz aylar önce bunları yazdık burada sayın Zileli 🙂 Bunlar faşist dedik bunlardan fikir çıkmaz dedik dinletemedik…
Ayrıca ölünün arkasından da konuşulur efendim. Ama bu tarz ‘ahlakçı’ geçinen faşistlerle, kutsal ailecilerle konuşulmaz mücadele edilir. Sözün söyleneceği yer vardır orada söylenir. Adam gelmiş komünist siteler chp medyası hürriyet, vatan diyor hala laf yetiştiriyorsunuz. Böylelerine yorum yazma imkanı verilmemeli.
Hocam eline sağlık, burada seninle doğrudan irtibat kurma -olması gereken bu ama ‘norm’al de sizin gibi teorisyenlere ulaşmak ‘yıldıza ulaşmak’ gibidir ya…- serbestisiyle sallayıp duran genelde ‘anonim’ olan arkadaşlarla alınmayan yollar üzerinde durmak çok can sıkıcı. Sen bu dirimi, her seferinde tane tane anlatma sabrını nereden alıyorsun? Cibran, Ermiş’i yazarken seni mi anlatıyordu aslında? Bir bedenin tasarrufu, onu ne şekilde kullanma tasarrufu sadece ve sadece kişinin kendi iradesine bağlıdır. Doğaçtan ir akşam yaşamak istemiş belli ki, kocasını ve çocuğunu sevmiyor demek illa aralarında sorun var demek değil ki bu.. Niyet kötüyse cümleler de öyle oluyor. Anonim’ler, cümlem hepinize…
Norm’un ne demek olduğunu sanırım herkes gayet iyi biliyor, ama yine de açıklamalar için teşekkürler.. Kaldı ki bahsetmiş olduğum norm-al ya da anorm-alliklerin iyi ya da kötü olduğu değil, var olup olmadıklarıdır..
Gün bey yazınız çok güzel. “ihanet” konusunda bahsettiklerinizin altına imzamı atarım, çok doğru anlatmışsınız, zira ihanet kelimesi içinde hainliği, hıyaneti barındırır, zinadan çok..
Lakin, “Kaldı ki, böyle bir sözleşme olmadığı durumlarda da çiftlerin birbirlerine haber vermeden, geçici olarak bu tür ilişkilere girmeleri “ihanet” olarak nitelendirilemez. Bu tür şeyler insani, olağan ve daha önemlisi sadece çiftlerin özel hayatlarına ilişkin, onları ilgilendiren durumlardır.” kısmına katılmam mümkün değil..
Sözleşme olmaması durumunda, haber vermeden yapılan bu durum bir hıyanettir ve dolayısıyla ihanettir kanımca..
Abarttığınızı düşündüğüm bunu bu şekilde yazmanızdan ziyade yazabilmenizdir..
Keşke elimizde olsaydı da bu sözleri bir de bu olaylar yaşanmadan yazdığınızda alacağınız yanıtları görseydik.. Emin olun yukarda yazılanların en az %80 i bu görüş aleyhinde yorumlar olucaktı.. Tabi içlerinde sizi fanatik olarak sevenlerinkini tenzih ediyorum..
Kastettiğim buydu.. Siz hakikaten böyle düşünüyor olabilirsiniz.. Ve elbette saygı duyarım.. Lakin bu bir kışkırtmada birini idam etmek için ya da sövmek için önüne her gelene evet diyecek, her yazılana ayılıp bayılacak insan topluluğunu da görmezden gelemiyorum.. Saldırma güdülerim bilincimi o kadar saf dışı bırakamıyor, gözlerimi kör edemiyor demek ki..
Nedenmiş o? Yorum yazma fırsatı veriyoruz ki, müteassıp karşıdevrimi net olarak görebilelim. Yasak sadece yasaklayanı kör öder, unutmayın. Fikir geliştirmenin en iyi yolu karşı fikre kendini ifade olanağı tanımaktır. Yoksa kendimiz çalar kendimiz oynarız.
çok haklısınız, %100 doğru
peki o cümleyi o şekilde 1 hafta önce yazabilirmiydiniz? Cesaretinizden şüphem yok, eminim yazabilirdiniz.. Zaten ben sözüm yazabilmeniz ya da yazamamanıza değil..
Sözüm aldığınız karşılıklara.. O cümlenin 1 hafta önce, bu olaylar yaşanmadan önce yazılmış olsa yine bu şekilde karşılık bulabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz?
Abartmayın arkadaşa: Halkın müteassıp duygularına sırt dayamak kolaydır. Ezilen insanların gerçek dostu, onların önyargılarına ve kadim geleneklerine sırt dayamak yerine bu tür şeyleri göğüsler ve ilk başta tecrit olmak pahasına da olsa gerçeği savunur. Ayrıca halk, hiç de göründüğü ve gösterildiği kadar müteassıp değildir. Üstü örtülü bir şekilde de olsa “kaçak” ilişkileri sessiz sedasız tolere edecek kadar izanı vardır.
sagı,,solu ,biraktim insani olarak bir kadin bir anne olarak esefle kınıyorum .yazılan elestirileri
defne ne niyetle gitti basina ne geldi yargilamak sorgulamak bana ,,bize düsmez ileride ,evladının annesı ıcın olumsuz yazılar görmesı ne acı,,klavye basına gecen herkes ahkam kesıyor sy zıleleı esınız kızınız dılıme dahı getırmek ıstemedıgım sızın kaleme,aldıgınız sekıldemı yasıyor ,ve destekleyenler sözüm sizede ya birakın alahınızı seversenız ,,gencecık bır can gıttı mınıcık bır bebek kaldı o can bebegın hatırına bu sacma sapan konu bıtsın
Tolere etmek başka “ihanet” olarak addetmemek başkadır..
Elbette herşey gibi “ihanet” de tolere edilebilir.. Ama ihanet olduğu gerçeğini değiştirmez.
Halk tolere edebilir dünya tolere edebilir, hatta gün gelir meşru, hatta gün gelir ideal hale bile gelebilir bu bahsettiğiniz kaçak ilişkiler ama “ihanet”
olduğu gerçeğini değiştirmez
Annemin tercihi sizi ne ilgilendirir be gafiller!
son sözüm zombi beyinli hincala,,sene de bir yazisini okumakta fayda var aralık 31 de senelerdır her yıl sonu kaleme aldıgı kol dügmesı ve sac tokası yazısı ,,,,,,,, ılgılenenlere
“Bugün sesimizi boğuyorsunuz ama mezardaki sessizliğimiz hayattaki konuşmamızdan daha etkili olacaktır”
Hıncal Uluç’unki gibi saçma bir yazı bir hafta önce yazılsaydı, bir hafta önce de yazardım tabii ki. Yazılar ve görüşler durup dururken ortaya çıkmaz. Yazmayı teşvik eden bir şeyler olması, bir şeyler yazılması gerekir genellikle.
“Size nasıl geliyorsa öyledir”
İç dinamiklerini bilmediğimiz bir ilişkiyi irdelemeyi bırakalım lütfen. Örneğin ben eşim dışında biriyle asla birlikte olmadım, olmaya da gerek görmüyorum. Kendisinin de ha keza böyle bir şeyi ciddi olarak düşündüğünü zannetmiyorum. Bu bizim ilişkimizin vardığı noktanın doğal sonucu. Ama her ilişki farklı biçimlerde kurulur. 2 insanın birbirini sevmesi başkalarıyla da cinsel anlamda birlikte olamayacakları anlamına gelmez. Kaldı ki yorumlarda da defalarca belirtildiği gibi ben dahil kimseyi ilgilendirmez bu. Cinseliği tabu haline getirip olaya köhnemiş ahlakçı bir açıdan bakarsak resmi olduğu gibi göremeyiz.
ben söylememe rağmen yine kendi yazabilme ve yazma durumunuz üzerine açıklama yapmışsınız..
bir kez daha yazıyorum.. daha doğrusu kopyala yapıştır yapıyorum:
“Cesaretinizden şüphem yok, eminim yazabilirdiniz.. Zaten ben sözüm yazabilmeniz ya da yazamamanıza değil..
Sözüm aldığınız karşılıklara.. O cümlenin 1 hafta önce, bu olaylar yaşanmadan önce yazılmış olsa yine bu şekilde karşılık bulabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz?”
Buna soruma lütfen olabildiğince dürüst karşılık verin.. Zira benim sıkıntım böylesine güzel bir yazı kaleme almış olan sizinle değil.. Karşılık verenlerledir.
(Yazınızın bazı bölümlerine katılmıyor olmam güzel bulmamı engellemez takdir edersiniz ki, güzel ve doğru bulmadığım başka bir şey, anladığınızı umut ediyorum)
o cümle ile kasıt:
“Kaldı ki, böyle bir sözleşme olmadığı durumlarda da çiftlerin birbirlerine haber vermeden, geçici olarak bu tür ilişkilere girmeleri “ihanet” olarak nitelendirilemez. Bu tür şeyler insani, olağan ve daha önemlisi sadece çiftlerin özel hayatlarına ilişkin, onları ilgilendiren durumlardır.”
cümlenizdir, yukarda da belirttiğim üzere..
Yazıma yorum yapanların yorumlarıyla ne sorununuz olduğunu gerçekten anlamış değilim. insanlar doğal olarak aşağılık bir ahlak bekçiliğine tepki gösteriyorlar, farklı bakış açılarıyla da olsa. Böyle bir olay bir hafta önce olsaydı yine tepkilerini gösterirlerdi. Sorunuzu ne kadar anlayabildiysem o kadarıyla cevap verdim elbette.
Evet, bir hafta önce de aynı yanıtı verirlerdi. Bir hafta öncesiyle sonrası arasında ne fark var ki.
“Nedenmiş o? Yorum yazma fırsatı veriyoruz ki, müteassıp karşıdevrimi net olarak görebilelim. Yasak sadece yasaklayanı kör öder, unutmayın. Fikir geliştirmenin en iyi yolu karşı fikre kendini ifade olanağı tanımaktır. Yoksa kendimiz çalar kendimiz oynarız.”
Faşizme herhangi bir ifade özgürlüğü tanımak onu meşrulaştırmaya kadar vardırır işi. Ortalıkta fikir namına birşey olduğuna inanıyorsanız yazılanları bir daha okuyun. İlişkide ihanet affedilmezmiş, öyleymiş böyleymiş. Kendi kafasındaki aptalca-temelsiz-gereksiz çizgileri hayata hakim kılma derdinin tezahürüdür burada kurulmaya çalışılan dil. Bunu fikir olarak değerlendirmek Voltaire tipi bir davranış gibi görünse de mevzubahis faşizm olduğu için kötü bir yanılgı olacaktır.
Ha ayrıca bu düşünceye sahip bir insan burjuva basına röportaj vermemeyi neden kendine ilke yapar onu da anlamıyorum. Siz verin röportajı fikirleriniz tartışılsın orda da. İlkeler önemli değil mi Gün Bey.
Kendiniz çalıp kendiniz oynamadığınız da diğer yazıların altındaki tartışmalardan belli. Ama sitenin adında aşk ve devrim geçiyor Gün Bey unutmamak lazım-unutturmamak lazım.
Buraya yazan muhafazakar arkadaşların faşist olduğundan tam olarak emin değilim ama öyle de olsalar da yasağı doğru bulmam. Yasak, son tahlilde faşizmin işine yarar. Fikirleri ne kadar zavallıca da olsa bizim daha net fikirler geliştirmemize hizmet eder. Karşıtını yok edersen kendini de yok edersin bir anlamda.
Medyaya yazmamak ve röportaj vermemek tutumu bir ilke tutumudur. Medya isterse benim bir yazımı alıp basar, buna bir şey diyemem ama medyaya bile bile demeç vermek sermayenin ideolojik hegemonya organlarına bir şekilde katılmak anlamına gelir. Bugüne kadar medyaya yazan bütün devrimciler ellerini verip kollarını kaptırmışlar ve devrimden koparak yozlaşmışlardır. Bunu unutmamak gerekir.
Ama yeri gelmişken, istisnalar olduğunu da belirteyim. Örneğin bu istisna, bugünkü Taraf’ta çıkan, Ümit Kıvanç’ın “Mısır Devrimi- Hızlandırılmış Kurs” yazısıdır. Eğer yazının altında email adresi olsaydı yazıp Ümit Kıvanç’ı kutlayacaktım. Harika bir yazı. Herkese salık veririm.
faşizme söz hakkı vermek fazşizmi meşrulaştırmaz, aslında söz hakkı vermemenin kendisi faşizmdir.
faşizme mi!
vay vay vay
“Abartmayın” adı ile yorum yazan arkadaşa bir cevap vermek isterim. Zira anladığım kadarıyla sorusu Gün Zileli’ye değil, onun yazısına yorum yazan bizlere. Dolayısıyla cevabı da bizden alması gerekir diye düşündüm. Bu yazı bir hafta önce, bu olaylar yaşanmadan önce yazılmış olsaydı ve eğer tartışmamız “ihanet” kavramı hakkında olsaydı, ben Gül Zileli’nin yazdıklarını yine desteklerdim. Alıntılanan ve eleştirilen ifadenin devamındaki, alıntılanmayan kısım benim fikrimi yeterince yansıtıyor aslında: “Ancak bireysel özgürlük ve sorumluluk ilişkisi çerçevesinde ele alınacak, kişisel hikâyeleri ortaya getirmeden, soyut ve felsefi planda tartışılacak bir sorundur bu.” Evet aynen böyle. İhanet ya da aldatma meselesi de, cinsellik, aşk vb. gibi kişisel hayatı ilgilendiren pek çok konu gibi, tek tek insanların hayatlarını gündeme getirmeden, ilkesel ve teorik düzeyde tartışılabilir. Ve kişi bu teorik zeminden hareketle pratikteki davranışlarını düzenleyebilir. Başkalarının hayatına da bu pencereden bakacaktır elbette, ancak bu onların yaşam alanına ve kendi pratiklerini uygulamalarına engel olmayacak bir tarzda olmalıdır. İyi sorgulanmış temellere sahip olmayan kişisel fikirlerimize evrensellik yüklemeden önce, kendimizden çıkıp tüm insanlık için model olabilecek olanı düşünmemiz gerekir. Aksi durumda yaptığımız şey, vicdan sahibi bir avuç insanın yaşam alanını daraltarak hayatı onlara zindan eden toplumsal önyargıları yeniden üretmekten başkası olmayacaktır.
yurtsevmeyen e katılıyorum. zira bu tip hataları tarihte komunistler ara ara yaptılar ve süreç içinde yozlaştılar.
Osman komünistler o hata dediğiniz şeyi kendi içlerinde uygulayınca yanlış yaptılar. Ama koskoca faşizme karşı mücadele tarihini çöpe atmayalım lütfen…
tabii ki Anonim v 2.0 (komunistler “hata dediğim şeyi” kronştad ta ukrayna da ispanya da öldürdükleri 10 binlerce anarşiste karşı uygulayarak yanlış yapmadılar. gayet iyi anladım sizi.). komunistlerin faşizme karşı verdiği mücadele özelikle ispanya iç savaşında zerre samimi değildir. 2. dünya savaşındaki rolleri takdire şayandır. fakat proletarya diktatörlüğü parti diktatörlüğüne dönüştüğü için onun bile yapıcı sonuçları olamamıştır ne yazık ki.
bu adam ifadesinde dogruyu soyluyor olabilir.
bu adam dogruyu SOYLEMIYOR da olabilir. bu ihtimal de var degil mi? gunahi boynuna…
o zaman ne olacak?
hincal uluc bu yazisini neresine sokacak???
Osman yazdığım yorumu bir daha oku ben yanlış yaptılar dedim sen diyosun…
sen ne diyosun olacaktı
Anonim v 2.0 anarşistleri komunist olarak algıladıysan ortada bir kavram kargaşası var.
yanlış olan iktidarın kendisidir. iktidar olduktan sonra , kimin iktiadarıysan senden olmayanlar doğal olarak haindir, ajandır, karşıdevrimcidir v.b. diyerek harcarsın…
özyönetim önemlidir. zapatistalar komünlerini kurdular yürütmeye çalışıyorlar, o zorlukları kaldıramayanlara gitmeleri için kapıları açık, hiç bir şekilde iktidar talepleri yok , özyönetim uyguluyorlar…
doğal olarak kimseyi kimse adına katletmiyorlar…
osmana katılıyorum. ispanyada devrimci anarşistleri hem sattılar hem de katlettiler. çünkü sovyetleri koruma esası vardı. bunun için her şey mübahtı…
ikinci dünya savaşındadastalin efendi hitlerle anlaşmıştı, ancak hitler rusyaya girince savaştılar…
her neyse bunları yaptıran iktidarda kalabilme arzusudur..
iktidar öyle bir şeyki troçki bile önce kızılorduyla anarşistleri vurdu daha sonra değişti, ama maalesef oda iktidardakilerin elinden kurtulamadı…
“kapitalist ya da sosyalist bütün devletler havlayan köpektir.” nietzche
kimi anarşistler de komünisttir (komünist olmayanlar beni ilgilendirmiyor sizi ilgilendirir bilemem) ama anlamak istenmiyorsa sorun yok.
ayrıca nietzche de gelmiş tamamız demek ki…
bu ne ya dalga mı geçiyorsunuz? evliyken başkalarıyla birlikte olmak sizin mezhebinize sığıyor demek, yani midesissiniz. Hıncal Uluc’u eleştiren siz nerede yaşıyorsunuz acaba? Adam doğruları yazmış Türk kültürünü yazmış ama herkes bu nasıl yazı diyor herkesin düşündüğü şeyleri kaleme almış ama suçlu oldu Uluc nie mi çünkü doğruları söyledi. bu batılı hikayelerini başka yerde anlatın artık Türkiye’deki insanlar batıyı öğrendi!!!!!!! Gitti, gördü, öğrendi !!!!! batı özentiliğini bırakın artık…”Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri tartışır.” bu sizin eklediğiniz bir söz siz kişileri tartışıyorsunuz (Hıncal Uluc’u) biz fikirleri !!!!!!!!
anarşist komünistler vardır doğru. problem anarşistlerin komünist olmasında değil, komünistlerin komünist olmamasında mesela önünde ülke ismi olan komünist partisi olurmu?…
komün-ist olup devlet kurulur mu?
komün-ist olup iktidar alınır mı?(komün kendi kendini yönetir)
v.b v.b.
@Anonim v 2.0 anarşizm özgürlükçüdür. ve antikapitalisttir. fakat tarihte kendine komunist diyenlerin komun kavramını devlet kapitalizmine yönlendirmiş olması büyük problemdir. her şey bir yana şunu net bir şekilde bilmek gerekir ki: anarşizm ve devlet hiçbir şekilde birarada olamaz. tarih bunu her şartta kanıtlamıştır.
Hıncalan’ın yazısını, bastırılmış ve de kimliksiz cinselliğinin dışavurumu olarak görüyorum… Yani; bacak boyu 2 m olan manken kızlarla birliktelik imajı, seyircinin-okuyucunun algısında ‘ben genç-güzel-sexy kadınlarla sevişen bir eRRRRRkeğim’ bağırtısıdır… Hıncalan’ın o kadınlarla birlikte olduğuna, daha doğrusu onlardan HAZ ALDIĞINA, inanmıyorum. Ne geçmişte ne de şimdi…. Bunun yaşından kaynaklanan bir durum olmadığına vurgu yapmak isterim. Hıncalan’ın tıyneti, fıtratı, naturası böyle. Hazdan uzak ve bu sebepten saldırgan, ahlaksız, çirkin……
Sevilmeyen insandan korkarım ben, mikrodan makroya tüm savaşlar böyle zihniyetlerin zehiri yüzünden çıkar.
Gün hocam sağol, ruhum açıldı yazdıklarını okuyunca.
“Proust, ahlakçı olanın mutlaka mutsuz olduğundan söz eder. ”
aktaran başar başaran bianet.org
herkes kendini anlatan mahlas seçermiş, saçmalık mahlaslı arkadaşı okuyunca anladım.
Başar Başaran’ın yazısını ben de okudum, iyi ki okudum. Güzel düşünen insan belli ediyor kendini.. zihnine-eline sağlık.
gün hocam,
ümit kıvancın (mısır devrim,: hızlandırılmış kurs)yazısını okudum, hakikaten müthiş…
öneri için teşekkürler…
Saçmalık,
‘mezhep’ gibi bir kelimeyi kullanarak başladığın inci dizelerin ayrımcı literatürden alınmış olmalı..
Hıncalan bir kişi değil, FİKİR.. ZİHNİYET… kendin söylüyorsun. Fikirleri tartışan ‘biz’ BİZ oluyoruz yani, sizinkilerin ‘biz’i değil… Dedikoducu olan da ‘sizin’ taraf, ölmüş ölmemiş derdiniz olmaz. Hedef kulağa su kaçırmak… (Hıncalan ağbin bunu hep yapar, manken kadınları dilimize dolayacağımızı hesaplayarak yazdı bu yazıyı en azından niyetlerinden biri de buydu ve bir taşla yüz kuş uçurdu, errrkekliğin kitabı yeniden yazıldı, tipik öz be öz hasss ‘Türk kültürü..’ bu, değil mi? Haklısın…
Tüm ahlaksızlık neden hep bu ‘kültürümüz’ muhafızlarından geliyor bilmem ki? ‘Türk kültürü adamın yazdığı..’ evet, o tepeden inme, altyapısı dahi olmayan, sistemlerin öne sürüp de köşeci şakşakçıları sayesinde yaydıkları kültür TÜRK… İdeolojide, rejimde yanlışlık varken kültür neden eğri olmasın ki, öyle değil mi?
1— Yukardaki yazınızdan alıntıdır: “Kaldı ki, böyle bir sözleşme olmadığı durumlarda da çiftlerin birbirlerine haber vermeden, geçici olarak bu tür ilişkilere girmeleri “ihanet” olarak nitelendirilemez. Bu tür şeyler insani, olağan ve daha önemlisi sadece çiftlerin özel hayatlarına ilişkin, onları ilgilendiren durumlardır.”
Bu düpedüz “ihanet”tir.. İsterseniz eşiniz umursamasın, isterseniz toplum bir şey demesin, bütün dünya tolere etsin ve hatta 500 sene sonra bu herkesi yaptığı normal bir şey olsun, (dünya değişir, hiç sabitfikirli ve statik düşünceye sahip biri değilim, her türlü liberal fikrin yanında ve destekçisiyim, özgürlüğün ölümüne savunucusuyum) ne olursa olsun, bu ihanettir. Buna ihanet değildir demeniz sizin kavramları yanlış kullanmanızla alakalı bir şeydir.. Haa ortada bir ilişki vardır, eşler birbirlerinin ne yaptığını umursamıyordur, bu durumda herkes istediğini yapar, eywallah olabilir, kendilerini ilgilendirir, bu ihanet olmaz. Zİra ihanet soyut bir kavramdır ve kişilerin değerlendirmesiyle alakalıdır..
Ama bu dediğiniz gibi birbirlerinden habersiz, geçici ilişkilere girmeden birliktelikler yaşamak İHANETTİR. Çünkü diğer tarafın haberi yoktur. Bilmez. Arkasından ve ondan habersiz, (habersiz olduğu için de muhtemelen istemeyeceği bir şeyi) gerçekleştirmiş olursunuz, bu da yaptığınız akde aykırıdır. Bu sebeple ihanettir. Duygusal anlamda demiyorum, somut anlamda ihanettir, akde aykırıdır.
Bunu bu kadar basit bir şekilde anlatmak zorunda kaldığım için üzülüyorum..
Bu cümlede bariz bir hatanız var. Kavramları iyi idrak edip o şekilde yazın.. Elbette özgürlükçüyüz, elbette hümanistiz, isteyen istediğini yapsın, ama eşlerin birbirinden haberi olmadan yapılan kaçamaklar ihanet değildir demek, koca bir saçmalık, güneş aslında yoktur demek gibi bir şey.. Gelelim 2. ye ve en acıklısına………….
2— Bu yukarda alıntı yaptığım cümleyi olduğu gibi alıp, şu yukarda size destek çıkan insanoğullarına sorsanız yine desteklerlermiydi? Eyy zeynep, erkek arkadaşın, gün bey’in yazdığı gibi “sana haber vermeden, geçici ilişkiye ya da ilişkilere” girseydi, sen gün bey’in dediği gibi “bu ihanet değildir” mi diyecektin, bunu diyecek miydin canım arkadaşım???
Ben söyleyeyim tabi ki demeyecektin..
O zaman sen ve senin gibi diğer zat-ı muhteremler, neden bu cümleyi destekleyip “süper yazı olmuş” diyor???
Siz de bana sormuşsunuz gün bey.. Neden okuyucuların yorumlarıyla ne sorunun var diye..
Siz onlara sadece nefret kusacakları bir yer gösterin.. Otobüste, sokakta, evde, okulda, yolda… Nefreti öyle seviyoruz ki, öfkeyi öyle seviyoruz ki, hiç birimizin haberi yok..
O kadar seviyoruz ki…”Helal olsun Gün abi, şerefsiz herife dersini vermişsin, kart horoz, pislik herif ne olucak.. kendinin de ne mal olduğunu biliyoruz, mankenlere neler yaptı, yaşlı pezevenk, sen anca ölünün arkasında konuş aşağılık …zına ..ıçtığımın adi moruğu” demeyi….
(Elbette yazınız yukarda yazdığım seviyede değil, o şekilde görmüyorum, lütfen buna dair lüzumsuz bir açıklama daha yapmayın, ben orda bir mübalağa yaptım okur ağzından)
O kadar çok seviyoruz ki…
Hem de o kadar çok seviyoruz ki….
Asla birinin bize kabul ettiremeyeceği, asla onaylayamacağımız şeyleri bile destekleyebiliyoruz.. Mantık hatası olmuş, saçma olmuş, hiç önemi yok.. Ne yazarsa yazsın.. Yeter ki sövsün… Yeter ki kusalım… Nasılsa öfke baldan tatlı…
Ben öfke kusayım da gerekirse, “sevgilimin bende habersiz, gizli gizli birileriyle yatması ihanet olmasın”… Varsın ihanet olmasın…
Yahu birincisi zaten bu ihanetin tanımıdır. O sebeple sizin kurduğunuz cümlenin mantık dışı olduğunu az önce söylemiştim..
İkincisi ama benim asıl kafamı bozan şey, dünya değişse, atom milyon kere parçalansa, uzaya taşınsak bile siz de ben de herkes de çok iyi biliyor ki, bu cümlenin mantıklı ve doğru halini bile (yani şudur: birbirimizin haberi varken, biz birbirimize izin vermişken herkes istediğiyle yatabilir) memleketteki 10000 kadından biri kurabiliyorken, mantıksız halini, sizin yazdığınız halini nasıl bu insanlar destekleyebiliyor…
İşte budur sorunum.. Fazıl Say’ın çilesini çekiyorum.. Bu insanın samimiyetsizliğinden, yavşaklığından (onun tanımladığı biçimde) nefret kusucam diye önüne geleni onaylayıp hiç düşünmeden, düşünmek bile istemeden, tamamiyle içgüdüleriyle vahşice saldırmasından.. utanıyorum.. üzülüyorum…
Konu başka yere gitti farkındayım.. Ama bence bu çok daha önemli.. Zira yaşlı ve emektar bir gazeteci çok bariz ve büyük bir hata yapmış.. İnsanlık suçu işlemiş, ben şahsım adına böyle bir manzaraya şahit olduğum için çok üzgünüm.. Ama bu durum çok daha önemli…
Bu sebeple yazınızı destekleyenlere bir kez daha soruyorum:
“Eşiniz, sevgiliniz, size haber vermeden, sizden gizli, siz buna müsaade etmediğiniz halde, başkasıyla birlikte oluyorsa bu ihanet değildir öyle mi???”
Yukardaki yazıyı destekleyerek “evet” cevabını vermişsiniz..
Eğer cevabınız bir kez daha düşündükten sonra yine evetse, bu size kalmıştır..
Yalnız bir şey var söyleyeceğim.. Bir gün karınız ya da kocanız
sizden gizli biriyle yatarsa ve siz bir gün bunu öğrenirseniz, ona bir şey söylemeden önce bir kez aynaya bakın..
Saygılar
Buraya yorum yapan insanların tamamen şuursuz, ya Hıncal Uluç’a olan öfkelerinin ya da Gül Zileli’ye karşı sevgilerinin düşünme yeteneklerini tamamen felç etmiş insanlar olduğuna ve kendinizin ise mantıksal çelişkileri yakalama konusunda müthiş acar ve eleştirinin kantarını çok iyi ayarlayabilecek kadar sağduyulu bir insan olduğunuza öyle ikna olmuşsunuz ki, bir yazının genelinde söylemek istediği söze katılmak ile satır aralarındaki uç (ya da değil) fikirleri tartışmak arasındaki farkı ayırt bile edememişsiniz. İşte biz buna, niyeti üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olan adamın tavrı diyoruz. Burada sizin dövmek istediğiniz kişiler de bu yazıya okuyup yorum yazan insanlar oluyor. Meselenin yazının kavramsal analizini yapmak olduğunu düşünseydim inanın sizden daha titiz davranırdım (Zira bir yandan “ihanet soyut bir kavramdır ve kişilerin değerlendirmesiyle alakalıdır” deyip, diğer yandan ihanet kavramına nasıl bu kadar kesin bir içerik verebiliyorsunuz anlamadım). Ben dikkat ederseniz Gün Zileli’nin yazısının şu kısmını alıntıladım: “Ancak bireysel özgürlük ve sorumluluk ilişkisi çerçevesinde ele alınacak, kişisel hikâyeleri ortaya getirmeden, soyut ve felsefi planda tartışılacak bir sorundur bu.” Demek ki neymiş, bireysel özgürlük ve sorumluluk ilişkisi çerçevesinde bu konuyu enine boyuna tartışmadan karar verilemezmiş. Ben cevaben yazdığım yazıda, neyin ihanet olup neyin olmadığı hakkında her hangi bir fikir bildirmiş değilim; sadece bunun tartışılabilir olduğunu söyledim.Dolayısıyla bana yönelttiğiniz soruya da cevap vermeyeceğim. Kaldı ki bu siteye yorum yazan insaların fikirlerini çok dikkate aldığınız izlenimine de kapılmadım. Her şeye rağmen, Gün Zileli’nin yazısını, bu haliyle beğeneceğimi söyledim, yine de söylerim (Bunu siz de söylemişsiniz zaten). Neden, çünkü öncelikle yazı Defne Joy’un ölümü sonrasında Hıncal Uluç’un sarf ettiği sözler hakkında. Yazımızın konusu ihanet kavramı değil. Bana sorarsanız Gün Zileli’nin ihanet tanımına (gerçi kendisi ihanet’i tanımlamamış, sadece neyin ihanet sayılamayacağını söylemiş) katılıp katılmam bu yazıyı beğenip beğenmemden ya da bu yazının esas derdini onaylayıp onaylamamdan bağımsızdır. Şunu da belirteyim hayatımda ilk defa Gün Zileli’nin bir yazısını okuyorum ve hatta hayatımda ilk defa bir internet sitesine yorum yazıyorum (Sayenizde tüm bunlara bir yenisi daha eklendi, hayatımda ilk defa sanal ortamda kim olduğunu bilmediğim biri ile polemiğe giriyorum). Bunları neden söylüyorum, çünkü sizin sandığınız gibi körcesine, sırf birine yermek adına “her yazılana ayılıp bayılacak” bir insan değilim.
İfadeleriniz de çelişkilerle dolu söylemeden geçemeyeceğim. Öncelikle Gün Zileli’ye “abartmışsınız” demişsiniz. Sonra “abarttığınızı düşündüğüm, bunu bu şekilde yazmanızdan ziyade yazabilmenizdir” demişsiniz ve her şeye rağmen fikrine saygı duyduğunuzu eklemişsiniz. Sonra “cesaretinizden şüphem yok, eminim yazabilirdiniz.. Zaten ben sözüm yazabilmeniz ya da yazamamanıza değil” demişsiniz. Ve en sonunda baklayı ağzınızdan çıkamışsınız: “Sözüm aldığınız karşılıklara”. Sizin derdiniz, garip bir şekilde, tam da bu metnin yazarı olan Gün Zileli ile değil ama bizle, buraya yorum yazan insanlarla. Hatta bakın daha açık da söylemişsiniz -sonradan gördüm bunu da, madem titiz çalışıyoruz tam yapalım işimizi: “Zira benim sıkıntım böylesine güzel bir yazı kaleme almış olan sizinle değil.. Karşılık verenlerledir.” Ee, siz de yazıyı beğenmişsiniz ben mi yanlış anlıyorum acaba? O halde sorum şu, madem ihanet kavramının içeriği konusuda bu kadar eminsiniz, hatta kavramın tanımı sizin için tek tek tecrübelerden bu kadar bağımsız analitik bir önermedir, o halde neden Gün Zileli’ye “Siz hakikaten böyle düşünüyor olabilirsiniz.. Ve elbette saygı duyarım” ve “böylesine güzel bir yazı kaleme almışsınız” diyebiliyorken, onun yazısını beğenen ve sizin gibi bir hevesle kavramsal tartışamalara girmeyen insanları aynı saygıdan mahrum bırakıyorsunuz ve bu insaların bir yazıyı onaylama haklarını bu denli suçlayıcı bir uslupla ellerinden alıyorsunuz. “Siz onlara sadece nefret kusacakları bir yer gösterin.. Otobüste, sokakta, evde, okulda, yolda… Nefreti öyle seviyoruz ki, öfkeyi öyle seviyoruz ki, hiç birimizin haberi yok..” demişsiniz bir de. Ya sizin şu okur ağzından yaptığınız mübalağalara ne demeli? Sizin buraya yorum yazan diğer insalarla ciddi bir derdiniz var ama ben nedenini gerçekten çözemedim. Benim de dahil olduğum bu grubun mutlak bir körlükle hareket ettiğimiz genellemesini yapacak kadar elinizde ne var, anlayamıyorum. Aklıma şu geliyor bir tek: siz takdir mi, övgü mü, ne bekliyorsunuz kuzum? Hadi istediğiniz gibi olsun. Tamam haklısınız, biz öfkeden gözü dönmüş şuursuzların göremediği müthiş kavramsal çelişkiyi siz gördünüz ve bizi bu büyük gaflet uykumuzdan uyandırdınız. Çok yaşayın siz emi, yılın okuru seçilseniz az!!!
Son olarak Gün Zileli’nin verdiği cevabı tekrar yazayım, belki bir ışık çakar sizde de: “Yazıma yorum yapanların yorumlarıyla ne sorununuz olduğunu gerçekten anlamış değilim. insanlar doğal olarak aşağılık bir ahlak bekçiliğine tepki gösteriyorlar, farklı bakış açılarıyla da olsa. Böyle bir olay bir hafta önce olsaydı yine tepkilerini gösterirlerdi. Sorunuzu ne kadar anlayabildiysem o kadarıyla cevap verdim elbette.”
yukarıdaki yazı “abartmayın”a cevabendir
tebrik ederim zeynep, taşı gediğine oturtmuşsun.. valla dilim tutuldu ne söyleyeceğimi bilemiyorum.
ilk defa internet üzerinden polemiğe mi girdin? kendini bunca zaman nasıl tuttun tebrikler. halbuki çok başarılıymışsın.. iştahın da göz kamaştırıcı..
yalnız her cümleyi kopyala yapıştır yapmak için sayfayı aşağı yukarı indirip çıkarmaktan bayağı yorulmuşsundur sanırım. eh ama olsun iyi iş çıkartmışsın değer bu çabaya.. ben her cümlemin bu kadar emeğe değer olduğunu düşünmemiştim, şaşırdım hakikaten.. teşekkür ederim ne diyeyim..
yazımın sonundaki soru evet buraya yazanlaradır, ama ben bir cevap beklemiyorum elbette. bana ne.
yazının gerisi size elbette gün bey.. umarım benim sizin yazınızı okurken düşüncelerinizi paylaştığımın yarısı kadar yazdıklarımı hakikatiyle anlayabilirsiniz..
ben kaçtım.. böyle lise münazaralarına doyamadığı için bunu hayatına yayan insanlarla laf dalaşına girecek, şu anda hıncal uluç’un önüne kustuklarınızın bir kısmı için tabak uzatıp da önüme almaya yeltenecek halim yok..
bakın dalganıza..
(ölünün arkasından konuşulmaz deyip de gidenin arkasından konuşucak mısınız bakalım, haha çok gülerim valla.. ama amaç kusmak değil mi boşver.. bu doğruyu da satarız icabına.. yaşasın nefret tohumları)
Toplumumuzda ve pek çok toplumda, bir ilişkiye başlandığında, çiftler birbirine söylemese de, ortada yazılı olmayan bir anlaşma olur. Bu biraz da toplumların kafamızda oluşturduğu ilişki ve tek eşli aile kurumuyla ilgili. Dolayısıyla klasik ilişki ve evliliklerde, bir insan eşinden/sevgilisinden habersiz başka biriyle birlikte olurken, eşinin/sevgilisinin incineceğini bilir, gizler, vs. Çünkü ortada yazılı olmayan bir anlaşma vardır zaten.
Ama bu tamamen kültürel bir konu. Ataerkil bir toplum düşünün ki, erkekler, karılarının aksine bir sözleşmesi olmadığı sürece, başkalarıyla birlikte olabilsin, ya da başkalarıyla evlenebilsin. Böyle bir toplumda, bunu istemeyen bir kadın, baştan bir sözleşmeyle bunu bildirmelidir, çünkü o kültürde bir kadınla evlenmek, erkeğe başka kadınlardan uzak durmak anlamına gelmemektedir. Bir erkek, aksine bir sözleşme olmaksızın, karısından habersiz başka bir kadınla beraber olabilir, bu o toplumda normaldir. Tam tersini anaerkil bir topluma uyarlayabilirsiniz.
Bunu toplumlardan soyut, bireysel özgürlükler kapsamında düşünürsek, çiftler, bizim küçük yaşlardan beri, bir ilişkide başkalarıyla birlikte olmamamızı, eşimizi, sevgilimizi “sahiplenip” diğer insanlara nötr kalmamızı gerektiren ve aslında bir beraberlikte önkoşul olarak kabul ettiğimiz yazılı olmayan sözleşmeyi, başka bir çift reddediyor olabilir. Bu durumda birbirinden habersiz de başkalarıyla birlikte olabilirler. Zaten Zileli, open relationship’i açıklarken bireylerin bu tür bir ilişkide, partnerlerinin başkalarıyla olan ilişkilerinden haberdar olduklarını söylerken hemen akabinde, bunlardan tek tek haberdar olmalarının da şart olmadığını söylüyor. Genel anlamda zaten eşler birbirini kıskanır, birbirlerine tek partnerlilik sorumluluğunu yüklerken, Zileli’nin bahsettiği o sözleşme vardır zaten. Yazar, bunun dışına çıkmış ve sözkonusu çiftin de bu normların dışına çıkmış olma ihtimalinden bahsetmiş (Ki öyle olsa da olmasa da bizi ilgilendirmeyeceği de farklı bir boyut, hemen akabinde de ona değinmiş).
Ben buradan “evli çiftler, gidin istediğinizle birlikte olun, yakalanırsanız da öyle bir sözleşmemiz yoktu, buna ihanet denemez savunmasını yapın” gibi bir şey çıkarmadım.
abartmayın,
‘Elbette özgürlükçüyüz, elbette hümanistiz, isteyen istediğini yapsın..’ cümlesinden sonra AMA gelmez..
Diğer yazdıklarının tümünün sorunu bu bence. Özgürlükçüysen, özgürlükçüsündür. Kültürüne ve alışkanlığına uymayan yerde özgürlükçülüğün bitiyor senin. Ya, cümleden sonra AMA deme, ya da cümleyi etme. Gördüğüm kadarıyla Ama’dan sonraki fasla daha yakınsın..
Bir de karakterine, düşünce yapısına özgürlükçülüğü sindirmiş birinin nefret etmeyeceğine/kusmayacağına eminim.
Günümüz ‘modern’ ilişkilerini -tek gecelik, iki günlük,yüz günlük..- her biçimiyle yaşayıp yaşamasa dahi çevresinde mutlaka bu tür ilişkiler yaşayan bir yakın arkadaşı bulunan ve onlarla arkadaş olmayı ‘özgürlükçülük’ sananlar da var. Tek gecelik ilişki yaşayan insandan korkulmaz, ama özgürlükçülük öğretirken babasının değerleriyle konuşan insandan korkulur.
Hıncal’ın yazısını normalize edenden korkulur.
Sayın Zileli,
Ahlak zabıtası sayın Uluç, değerli mesaisini ve enerjisini, fuhuş suçlamasından kurtarmak için defalarca devreye girdiği ”platonik sevgilisi” için harcamaktan yorgun düştüğünden dolayı sürç-ü lisan etmiştir. Af’ola!
Gün Zileli sol ölü denince kiziyor. Halbuki diriltmek gerek. Bakiniz Misir’la ilgili yazi 22 yorum alirken magazin yazisi 77 yorum almakta. Giderek solcular eglence, reklam, turizm sektöründe çalisan bir kast halini alarak yok olacak bu gidisle. Ilgilendigi konular da escinsellik, cinsel özgürlük, uyusturucu özgürlügü vb. gibi konulardan ibaret kalacak. Bunlar bütün bütüne önemsizdir demiyorum ama sol bu mu? Sol birkaç entellektüel ile kendi kimligine açikça sahip çikmaya yüregi yetmeyen alevilerden ibaret kalarak marjinellesecek mi? Insallah öyle olmaz. Solun ölüsünü degil ergenekoncusunu hiç degil , gerçegini isteriz;
“Abartmayın” ve “anonim” yazanların heyecan ve heyezanını çok iyi anlayabiliyorum. Çünkü, kendileriyle çelişip hesaplaşırken, toplumun dedelerinden kalma düşünceleriyle olması gereken değişen düşünceleri arasında sıkışıp kalmanın ip ucunu da yazılarında çok güzel veriyorlar. Sizler, görüşü belli bu sitede gelip istediğiniz gibi yazıyorsunuz. Hayat tecrübesi ve toleransıyla Gün Ağabey buna izin veriyor, zor olanı bilerek seçmiş bir insandır.
“En çok tutunan düşünce taşınması en ağır, en zor olan düşüncedir.”
Gün Ağabey yaşam biçimini bilerek ve isteyerek seçmiş. Siz nasıl isterseniz, nasıl kolayınıza gidiyorsa öyle yaşayın. Kendi ruh sağlığınız açısından işi yokuşa vurmayın efendim. Ama, ama burada yazanlara saygılı olun. Buyurmak ve itaat etmek devri çoktan kapanmıştır. Sizler, o pek savunduğunuz ahlakçı yaklaşımınızla, kağıt üzerinde sözleşmeli olduğunuz partnerinize bir kez olsun, yatakta veya dışarda beyinsel olarak ihanet etmediniz mi? Ettiyseniz, fiziki veya beyinsel ihanet arasında ki farkı bana anlatabilir misiniz? Bir feminist olarak, ikisinin arasında fark bulmuyorum ben.
Egemen sınıflar sadece kendine daha iyi egemen olmak için boyun eğer. Kültür sadece eğitimden daha iyi yetiştirmek için eğitir, yasa sadece egemen bireyi daha iyi yetiştirmek için zorlayıcı ve etkili olur. Farkında olmadan sorunlarınızı yansıtan yorumlarınızla ontolojik tutarsızlıkların, “asıl” duygululuğun ve “dünyasal duygululuk” diye adlandırabileceğimiz şeyin kendi içlerindeki anlaşmazlıkta bulunduğunuzu pek güzel göstermişsiniz.
Defne yaşasaydı .Hıncal’ı dans pistine alıp öyle bir başını döndürürdü ki, hoş buna tenezzül bile etmezdi. Unutmayın, ahlakın Soykütüğü “ÖZGÜR” düşüncedir.”yürek” tir. Cesaret neşe, acıma hüzündür. Her birinin kendi genişleme biçimi vardır: acıma salgın,ve içe işleyicidir, cesaret ise ürkütücü ve dağıtıcıdır. Acıma alttan işler; cesaret üstten allak bullak eder.
Allak bullak olmayın efendim. Hadi marş marş karılarınızın koynuna, iyi uykular, renkli rüyalar namus bekçisi ahlakçılar.
Asıl “İHANET” erdemli olmamak, dürüst olmamaktır beyler. Namusu iki bacak arasında arayacağınıza, o zavallı Hıncal ve ona benzer iktidarsız beyinlerde arayın!!!
Magazinci sol’a; sitelere gelen yorumlar sizi şaşırtmasın. Bir yazının az yorum alıyor olması,okunmuyor anlamına gelmiyor. Yazılara tıklama sayısı da sizi yanıltmasın. Yasaklı yollardan sitelere girenlerin sayısı çok fazladır ve yazı kopyeleri alınıp maillerle insanlara dağıtılıyor.
Siz solun gerçeği arıyorsanız, bunu Gün Ağabeye değil, “ÇAKALLAŞAN SOL” a sormalısınız. Bu yüzden sevdiğimiz ağabeyimiz, elinin tersiyle “o sol’u” bir kalemde silmiştir!!! ….Gerçekler nasıl da acıtıyor, di mi???
Bu konunun “çakallasma” ile ne alakasi var, dogrusu anlamadim. Rahmetli Defne Joy Foster’i neredeyse devrim sehidi ilan edeceksiniz bu arada. Sapla saman iyice karismis.
Sapla samanı falan karıştırmadım ben. Defne’yi de, erkek egemen bir toplumda, geri zekalı bir adamın 112’yi aramayıp, bir ölümün ardından gerçekte olsa(?), susmayıp, ucube konuşmalarıyla kendine prim çıkartma cüretinde bulunma aptallığı ilan ediyorum.
İkiii; Magazinci sol’un yorumunu okuyup, yorumlamakta zorluk çektiğinizi düşünüyorum, o soruların muhatabı Gün Ağabey değil, kemikleşmiş kadrolarıyla dediğim dedik, Stalinleşmiş, yaşlanmış sol parti kadrolarıdır. Bilmem anlatabildim mi???
.’.. Ilgilendigi konular da escinsellik, cinsel özgürlük, uyusturucu özgürlügü vb…’
‘Sol’ bu konularla daha önceden ilgilenseydi keşke. O işinize geldiğinde hayranı olmakla suçladığınız ‘Batı’ 68’de bu konuları konuştu geçti gitti… Türkiye’de nal toplamaktan ancak zaman geldi belki de ve bu iyi oldu. Bu konu ayrıca asla ‘magazinel’ falan değil. Şahısların magazin aracılığıyla tanınmaları dışında kesinlikle politik, kültürel, ahlaksal bir konu. Burada bir tek ilan olmuştur, kubur desem anlarsınız adını anmaktan sıkıldığım kişiyi.. evet evet o.. kendisi.
Bugün Silivri’de yatan, sözüm ona sol bir parti başkanı, eşcinsel
ve travestilere hakaret edip, daha sonra özür dilemek zorunda
kalmıştı. İşte turkish solun 68 kuşağından bir örnek size…
Escinsel sorunu hiç de önemsiz demedik, be ve buna benzer azinlik kesimlerin savunusu tek ya da en önemli konu degil dedik. Tabii ki Turkish sol erkek egemen, asker egemen, Türk egemen,Atatürk egemen, Tüsiad egemen, Israil egemen soldur özünde.
:))
abi yazı güzelde şu cümleye taktım.kusurabakma “Bunu “ihanet” olarak görmek sadece bizim modern ya da ataerkil ilkel kültürümüzün kurbanı olan erkek ya da kadınların zihniyet dünyasına özgü bir durumdur”.
yani biz ilkeliz onlar modern…..neye göre…
kimseyi yargılamaya hakkımyok ama bu halkın ne kadar boktan gelenekleride olsa itin g.tüne sokmasak iyi gibime geliyor.linkteki yazıyıda okumanızı tavsiye ederim..
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=35411
Yani Hıncal Uluç’u ben hiç bir zaman adam sınıfına koymadım gene kendi gibi davranmış
Ama sizin yazınız da Defne’yi savunuyor mu yoksa savunurken bir ithamı resmileştiriyor mu anlamadım
Serbest aşk, ilişki yaşadığını nerden çıkardınız?
Bunun üzerinde uzun uzun urup bunu normalleştirme gayretine o denli uzun değinmişsiniz ki hımm demek o nedenle gitmiş ama gidebilirmiş de
kıvamında bir tortu bırakıyor okuyanda
Belki de sadece kalmaya gitti iş görüşmeye gitti
ama siz sadece bir iddiayı alıp o iddianın aslında olabilirliğ üstünden yazı kaleme almakla evet defne bu nedenle oradaydı kanısını HAK VEREREK bilinç altına yerleştiriyorsunuz
yani Hıncal’ın olumlusunu yapmışsınız o kadar.
Akıl fikir kimdeyse arkadaşa: Sandika org.’taki yazı benim yazımla aynı paralelde. Ben halkı değil, sadece ataerkil ve ilkel kültürü hedef aldım.
Aydın arkadaşa: Yazıyı dikkatle okuyacak olursanız. Ben Hıncal Uluç’a, Defne’nin oraya neden gittiğini nerden bilebilirsin diye sordum. Yani, onun iddiasını kabul ediyor değilim. Ama ek olarak, iddiasının doğru olması halinde de suçlamasının yersizliğini anlatmaya çalıştım. Yani hak vermiş değilim. Yazı ortada (yani yukarda). Bir kez daha okumanızı öneririm.
Bir kere, sen o “bekârın evinde” neler olduğunu nereden biliyorsun?