1970’li yıllarda Dev-Yol’cuların attığı, duvarları dolduran, meydanları inleten bir slogan vardı: “Tek yol devrim”.
Bu slogan, nihai hedefin en önemli kilometre taşına işaret etmesi bakımından (o zaman henüz, “devrim, bugün, şimdi” ya da “devrim olmak” anlayışları ufukta gözükmüyordu) önemli ve yerindeydi ama somut pratikte çok fazla bir şey ifade etmiyordu. Çünkü, Türkiye’de iç savaşa benzer bir ortam olsa da, ufukta devrim falan görünmüyordu. Ufukta görünen aslında baskıcı bir askeri yönetimdi.
Bugün ise, ufukta henüz görünmese de, devrimin, AKP-devlet rejiminden kurtuluşun tek yolu olarak yolumuzun üzerinde durduğunu söyleyebilirim.
Çünkü AKP-devlet rejimi, devrim dışındaki tüm hükümet ve rejim alternatiflerini kendi elleriyle kapatmış bulunuyor.
Kriz, kapitalizmin normal halidir. Dolayısıyla, ekonomisi nispeten güçlü merkez kapitalist ülkelerde krizler parlamenter alanda partilerin görev devri yoluyla çözülür. Kriz derinleşir ve doğal olarak hükümetteki parti yıpranır; bunun üzerine muhalefetteki partinin hükümeti devralması gerekir. Sistem böylece yürür. Periferideki kapitalist ülkelerde de parlamentolar vardır ve krizin çok şiddetli olmadığı durumlarda, buralarda da sistem, partilerin görev değişimi ile yürür ama bu ülkelerde kapitalist sistem merkezdeki kapitalist ülkeler kadar sağlam olmadığından, krizin iyice derinleştiği noktada parlamenter rejim içindeki görev değişimi yeterli olmaz ve o zaman devreye ordu darbeleri girer. Yani aslında, bu ülkelerde (örneğin Latin Amerika ülkelerinde ve bir anlamda Latin Amerika ülkesi sayılabilecek Türkiye’de) kapitalist sistem, yarı-parlamentarist, yarı-askeri rejim şeklinde yürür. Yani, merkez kapitalist ülkelerdeki partiler arası görev devri, bu tür ülkelerde parlamentoyla ordu arasındaki bir görev devri şekline bürünebilir: Krize parlamenter rejim içinde çözüm bulunamayınca görevi ordu alır; belli bir süre (duruma göre, 2-5-10 yıllık periyodlarla) ülkeyi yönettikten sonra yeniden parlamentoya devreder.
Türkiye’de de böyle olmuştur. Türkiye’de yaklaşık on yıllık aralarla ordunun duruma müdahale edip, sonra yeniden parlamentoya devretmesinin anlamı budur.
Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, 2000’li yılların başlarına kadar, yani yaklaşık 80 yıl rejim bu şekilde yürümüştür. Ne var ki, 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte rejimde köklü bir değişiklik meydana geldi.
AKP hükümeti, ilk kez, o zamana kadarki parlamenter iktidarların yapamadığı bir şeyi yaptı ve yarı-askeri rejime son vermeye karar verdi. Ordu temelli olarak kışlasına sokulacak ve krizin yoğunlaştığı anda iktidara el koyma şansına sahip olamayacaktı. “Vesayet rejiminin ortadan kaldırılması” denen şey buydu.
Evet ama ortada çelişkili bir durum vardı. AKP’nin orduyu tamamen kışlasına sokması için parlamentoda mutlak iktidara sahip olması tek başına yetmezdi. Aynı zamanda bu mutlak iktidarın çok güçlü olması ve oldukça uzun bir süre rakip bir muhalefet partisine iktidarı kaptırmaması gerekiyordu. AKP, sonunda yüzde 50’lik bir oy potansiyeline sahip olarak bu noktaya ulaştı. Ama işte çelişki de bu noktada ortaya çıktı. Merkezdeki kapitalist ülkelerde olduğu gibi bir parlamenter sistemin yaşayabilmesi için, alternatif bir muhalefet partisinin, kapitalist krizin iyice yoğunlaştığı ve iktidar partisinin yıprandığı koşullarda seçim yoluyla iktidara gelebilmesinin koşullarının varlığı, gerçek bir parlamenter sistemin olmazsa olmaz koşuluydu. Evet ama, böyle bir koşul, en azından belli bir gelecekte (diyelim ki, bir dahaki seçimde ya da ondan sonraki seçimde) iktidar partisinin mutlak çoğunluğunu kaybetmesini gerektirirdi. O zaman, diyelim ki, CHP, yıpranan AKP’nin yerine seçimle görevi ondan devralabilirdi. Ama AKP’nin mutlak oy çoğunluğu ve parlamentodaki mutlak çoğunluğu, buna izin vermeyecekti. Çünkü AKP, daha önce hiçbir partinin yapamadığı bir şekilde, yasal düzenlemelerle, orduyu rejimin değişmez bileşeni olmaktan çıkartırken, aynı zamanda muhalefet partilerini de parlamenter rejimin bileşenleri olmaktan çıkartıyor, parlamentodaki mutlak çoğunluğuna dayanarak yaptığı yasal düzenlemelerle mutlak tek parti diktatörlüğüne doğru ilerliyordu.
Bugünkü durum, muhalefet partilerinin sadece bir parlamenter sistem varmış gibi gözükmesi için süs olarak kullanıldığı, parlamenter yoldan kurulmuş bir tek parti diktatörlüğüdür. Bu tek parti diktatörlüğü, yine mutlak çoğunluğuna dayanarak rejimi dizayn etmeye devam etmekte, terör yasası yoluyla herkesin suçlanabileceği bir ortam yaratmakta, yine yasal düzenlemelerle yargı-polis rejimi oluşturmakta ve sonuç olarak seçim ve parlamento yoluyla değiştirilmesinin yollarını birer birer tıkamaktadır. Hitler kadar zorbaca yollarla olmasa da, sonuçta parlamenter yoldan kurulan bir tek parti diktatörlüğüdür bu.
Kriz derinleşiyor ve bir yandan Avrupa’dan, diğer yandan Ortadoğu’dan Türkiye’nin kapısına dayanmış durumda. İçerde Kürt sorunu çözümsüz bir noktada ve ekonomik koşullar da (“sağlam bir ekonomimiz var” propagandasına bakmayın siz) gün be gün kötüye gidiyor.
Eğer 2000’li yıllara kadar olduğu gibi yarı-askeri bir parlamentolu rejim olsaydı, krizin iyice derinleştiği bir noktada ordu bir kez daha duruma müdahale edip krizin atlatılmasına çalışabilir ya da atlatıyormuş gibi yapabilirdi. AKP, rejimin çerçevesini değiştirerek bu alternatifi ortadan kaldırmıştır. Yine AKP, yasal düzenlemeleriyle parlamenter bir görev değişimi ihtimalinin de önünü kapatmıştır. Yani kriz iyice derinleştiğinde AKP’nin yerine bir başka partinin (örneğin CHP’nin) seçimleri kazanması ihtimali sıfırdır.
O zaman? Geriye tek bir yol kalıyor. Kapitalizmin krizinden en büyük zararı gören halk kesimlerinin aşağıdan hareketi. Yani devrim. Bu devrimin nasıl bir sonuca ulaşacağı elbette ayrı bir tartışma konusudur ama AKP-devlet rejimine karşı hayata geçirilebilecek tek alternatifinin devrim olduğu net bir şekilde görülüyor.
Gün Zileli
20 Şubat 2012
Sayin Zileli,
Ak parti, Washington’ dan verilen emirlerin,” Pensilvanya’li salya sumuk fetullah’in” muritleri araciligiyla uygulamaya donusturuldugu bir sal gorevi goruyor..Amerika istediklerini aldiktan ve nehri gectikten sonra, o sal’in iplerini kesip, akintiya birakacaktir..
Onun yerinede Amerikayi ilk ziyaret eden partiyi ve liderini iktidara getirecektir…Cunku hicbir emperyalist devlet, kullandigi ulkede guclu bir lider ve iktidar istemez…R.T.E’yi bu yuzden sectiler..Imam hatip mezunu, hic kitap okumayan, analiz yetenegi neredeyse sifir, dunyayi hala okuzlerin boynuzlari arasinda sallaniyor sanan ,yagmadan gurleyen, dusunmeden konusan, saatlerce konusup mantikli tek bir cumle etmeyen, kendine asik bir sahsiyet..Eger Amerika boyle bir kisiyi serbest birakirsa, basina is alacagini iyi bilir..Bu nedenle Ak parti iktidarinin, ben Turgut Ozal’in ANAP’indan farkli bir sona dogru gittigini sanmiyorum.
Ayrica,
80 yildir bilincli bir sekilde oy veremeyen , don ,gomlek , seker, ayakkabi vs..tav olan, acikca oyunu satan bir halkin devrim yapabilecek kadar ozgurluk duskunu olabilecegine artik pek inanamiyorum…(Bu sozum Ak part’ye oy veren % 50 icindir) Kalan % 50′ de devrim icin yeterli olurmu bilmem!!
Bu konuda sizi biraz iyimser buldum..(:(:
1970’li yıllarda duvarları ‘Tek yol devrim’ kadar doldurmasa ve meydanları onun kadar inletmese de bir başka slogan daha vardı: ‘Tek yol islam’. 12 Eylül 80 darbesi, asıl olarak yarım bırakılan tamamlanamayan 60 ve 71 darbelerinin tamamlanması ve Türkiye’de sosyalist hareket ile Kürt hareketinin bir daha belini doğrultamayacak şekilde berteraf edilmesi için yapılmıştı. Bugün hala anayasada bulunan ve AKP’yi iktidara taşıyan partiler kanunu, seçim barajları vb şeyler hep o zaman atılmıştı. AKP on yıldır Kemal Derviş’in uygulamaya koyduğu ekonomik tedbirleri devam ettiriyor.
ABD’yi mutlak hakim olarak görmemek gerekiyor bence. ayrınca bilgisizlik veya cehalet, iktidarın ayrılmaz bileşenidir. Tarihteki diktatörlerin çoğu bugünkü başbakandan da daha çapsızdı kültürel bakımdan:)
Gün bey (aslında bey demek için çok kısa bir isminiz var ağza hiç oturmuyor), Suriye olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz? (Olmayacak bir yerde sordum galiba?)
Sayın Zileli; tüm yazdıklarınıza harfiyen katılıyorum lakin bireysel devrimler yapmadığımız müddetçe kitlesel bir devrim yaşayabileceğimize inanmıyorum. Bu da bizim toplumumuz için oldukça uzak bir ihtimal, elbette bu da planın bir parçasıydı uzun zamandır ve başarıldı. Umutsuz olmamak isterdim ama işte tablo ortada, bu devrimi dileyen yani özgürce yaşamak isteyenler sadece küçük bir grup azınlıkmışız meğer,bunu yeni anlayan genç bir birey olan bendeniz umutlu bakmayı artık başaramıyorum. Elinize sağlık diyerek bitireyim,selamlar.
Suriye, bildiğiniz gibi baskıcı bir Baas rejimi. Dolayısıyla halkın bu rejime karşı ayaklanması doğaldı. Ne var ki bugünkü durum bir felakettir. Buna yol açan bugünkü emperyalist müdahaledir. Bu emperyalist müdahale halk ayaklanmasını ortadan kaldırmış, emperyalistlerce silahlanmış çetelerle iktidar haydutları arasında kanlı bir savaşa dönüştürmüştür. Bu durumda artık, “devrim” adına oradaki kargaşalığı desteklemek saçmadır. Ve tabii Suriye rejimini desteklemek de öyle.
Çok iyi bir durum değerlendirmesi… Yazıdaki, krizin kapıda olduğuna yönelik öngörüye katılıyorum; AKP-Devlet rejimine karşı tek GERÇEK alternatifin devrim olduğuna da sonuna kadar katılıyorum. Tüm bunların yanı sıra eklemek istediğim bazı önemli detaylar da var. 2010 yaz aylarından bu yana (yani CHP’de Baykal’ın istifasından itibaren) TÜSİAD’ın, CHP eliyle AKP’ye alternatif, DÜZEN-İÇİ bir muhalefet bloğu örmeye çalıştığını görmek gerekir. Bunun emareleri:
* Y-CHP’nin “de facto” yöneticisi, Aydın Doğan’ın ve Boynergillerin has adamı, Büyük Kulüp üyesi Gürsel Tekin, yaptığı tasfiyeler ve torpiller yoluyla CHP yönetimine TÜSİAD’a, TESEV’e yakın kişileri ve merkez sağdan devşirme kişileri üst kadrolara taşıması (konu hakkında, daha önceden bu sitede başka bir bağlamda paylaştığım bir yazı, RED dergisinin şu sayısında yer alan Hakan Soytemiz’in yazısını tekrar okumanızı tavsiye ederim: http://www.youblisher.com/p/152157-RED-Sayi-53/ )
* Kürt Coğrafyası’nda MÜSİAD’la rekabet edemeyen TÜSİAD, gerek CHP yoluyla gerek Ümit Boyner’in Kürt hareketinin legal temsilcileriyle bizzat yürüttüğü görüşme, sempozyum, etkinlik vs. yoluyla bu coğrafyada (ve Irak pazarında) daha fazla etkinlik kazanmaya çabaları(Sungur Savran’ın DİP çevrelerine yakın http://www.gercekgazetesi.net/ adresinde bu konuda önemli analizler var). CHP üst kadrolarına Sezgin Tanrıkulu’nun getirilmesini de Kürt burjuvazisi ile (özellikle Barzanici çevrelerle; BDP-PKK değil) diyalog çabası olarak görebiliriz.
* Yeni-CHP, cemaatlerin (özellikle Gülen Cemaati’nin) pek “demokratik” ve pek “sivil toplumcu” uygulamalarına da hayırhah bakmaktadır (güncel bir örnek: http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/chpnin-saga-acilimi-devam-edecek-haberi-51778 ; yine soL haber portalında bu konu hakkında ve CHP-TÜSİAD ilişkisi konusunda yığınla haber bulabilirsiniz).
* CHP-DİSK-TÜSİAD ilişkisi; hatırlayacak olursak 2010 referandumu sırasında ve sonrasında DİSK ile TÜSİAD’ın “demokratik anayasa” minvalinde kurdukları diyalog ayyuka çıkmış, çokça da eleştirilmişti. Bu bağlamda gelişen konferansların ana katılımcıları DİSK, TÜSİAD ve Y-CHP katılımcılarından oluşuyordu. Yakın bir zamanda gerçekleşmiş olan DİSK kurultayında CHP’nin nasıl ağırlandığına baktığımızda, CHP’nin Süleyman Çelebi aracılığıyla DİSK bürokrasisini kendisine iyice yedeklediğini (zaten önceleri de DİSK’in CHP ile az çok organik bağları var idi) görebiliriz. Birtakım reformist-sosyalist grupların (hadi isim vermeyeyim, herkes onları tanıyor nasıl olsa) “devrimci Kemal” rüzgarına kapılmalarını da buraya ekleyebiliriz.
* Doğan medyası, TESEV, “yetmezamaevetçi” sol-liberallerin AKP’den kısmi kopuşu (bir kısmının CHP yönetiminde görev alması) gibi öğeler de CHP’nin entelektüel alandaki yedek gücünü oluşturmaya aday.
* CHP’nin ABD ve AB örgütlerinde referandum ve seçim dönemlerinde hararetlenen lobicilik (veya icazet alma) çabaları, Gülen cemaati ile bu ülkelerde diyalogları ve ittifak arayışları…
Bütün bunları niye alt alta sıraladım?
…Çünkü yukarda görüleceği gibi TÜSİAD, CHP eliyle, hem merkeze oynayan hem de toplumsal muhalefet dinamiklerini (ve olası bir krizde doğabilecek halk isyanını) kendi lehine soğurabilecek çakma (ve düzen içi) bir muhalefet bloğu yaratmak istiyor. Bizim yapmamız gereken ise sadece AKP-Devlet iktidarına karşı değil, aynı zamanda CHP’nin yalanlarına, sahte açılımlarına, dağıttığı lolipoplara ve attığı zokalara karşı da mücadele etmemiz gerekiyor. İşte o zaman “Tek yol devrim!” sloganı daha çok anlam kazanacaktır.
yazık bunca birikimden sonra geldiğimiz yeri ve siyasi durum analiziyle gelecek beklentilerinin ne olabileceğine ilişkin değerlendirmelerin geçmiş ezberlerin dışına çıkamayıp olup bitenden ve olabileceklerden hiç anlamayan analiz olmuş.akp-devlet rejimide ne demek oluyor bildiğimiz kapitalist devletten ve geçmiş örneklerinden temel bir farkımı var?krizleri aşmak için parlamenter iktidarın darbe ile yer değiştirmesinin yolunu tıkaması darbe yapılamaması ve alternatifinin olamamasından tek yol devrim ne analiz ama böyle dersen zileli darbenin önü kapanmasına üzülenleride mecburen devrimci yapmış oldun galiba çok komik değilmi aslında darbeci ama yolu tıkandığından mecburi istikamet devrimcisinide senden duyduk ilahi zileli anarşizmin türkiye solu devrimcisi tezine benzedi.özgür üniversitededeki tartışmalardan böyle bir analiz çıkıyorsa vay halimize başkaya hocayıda anlamayıp haksızlık ediyoruz gibi geldi bana.serde 28 şubatçılık olunca akp de bin yıl sürecek babında enseyi karartan pratik siyasi hayatın dışına düşünce alternatif başarı siyasetinin kural kurum ve işleyişlerinden bi haber toplumsal muhalefetin özgürlük ve isyanının biriktirdiği olumlu değerlerin emekçi yoksullarla iktidarların değişip bir türlü kaderi değişmeyenlerle sistemin yarattığı kimlik(özgürlükçü siyasi kürt hareketi),sınıf,inanç,cinsiyet,çevre ve engelli gibi mağduriyetlerin birlikte iş yaparak toplumsal muhalefetin politik organizasyonunu aşağıdan yukarıya kendi elleriyle inşa edip imkansız gibi gördüğün akp iktidarını yenebilecek alternatifi anlaman mümkün değil ancak ilk yerel seçimin sonucunda sendede bir bilinç sıçraması olup bu karamsar analizden vaz geçersin.bütün iktidarların ekonomik politik hışmına uğrayan gariban halkımızada haksızlık etmeyelim etine kemiğine değen can yakan sorunlarının çözüm programı ve gelecek beklentilerinin içinde olduğu alternatif başarı siyaseti ile karşısına çıkan olduda onu iktidarmı yapmadı?gariban halka kabahat bulmayalım bunu yapamayan beceriksizlerin biz olduğumuzu bilelim daha fazla özgürlük,demokrasi,eşitlik,adalet ve samimi güvenle toplumsal muhalefet iktidar olabilir yaptıkta halkmı destek olmadı?hala chp den beklentisi olanlar hiç bir şey anlamamış devletin değiştiği oranda değişebilir kadim devlet partisi aslında toplumsal muhalefetin politik organizasyonu geleceğin özgürlükçü gerçek halk iktidarının nüvesi inşa oluyor halkların demokratik kongresi diğer sistem mağdurlarıyla birlikte iş yaparak mıknatıs gibi şimdiden muhalefet dinamiklerini çekerek gayrı meşru sistemin alternatifini oluşturmuştur pratik olarakta şu anda görmeyenlere rağmen anamuhalefet HDK sidir
gün abi söylediklerine yüzde yüz katılıyorum ama maalesef bizim halktan bir devrim geleceğinide zannetmiyorum.Keşke gelse ama hiç ihtimal vermiyorum her seferinde devletin yanında boynumuz kıldan ince teraneleri ya da buna da şükür edelim daha kötüsüde olabilir tarzında bir zihniyet var.Bu zihniyettende ne yazıkki devrim çıkmaz,görünende o zaten.
devrim hepimizin rüyası ama zilelinin bahsettiği toplumsal devrimmi?politik devrimmi? yine bu sitede daha öncede tartıştık bütün toplumsal devrimleri toplumsal muhalefetin yaptığını birlikte söylemiştik eeee 100 puanlık uzmanlık sorusunun cevabınıda aramıştık sağımıza solumuza sokağa iktidar-devlet hegemonyası ile burjuvazinin ahırından hayatın tüm alanlarına sistemi gayrımeşru ilan edip alternatif mücadelenin dinamikleri kim?toplumsal muhalefetin sistem muhalifi mücadelenin ağır bedellerini ödeme pahasına kim mücadele ediyor?yarın toplumsal muhalefet toplumsal devrimi yapacaksa bu günden sokakta ve her alanda bunun bedelini ödeyenler o toplumsal muhalefetin dinamiği değillermi?korkmayın biz halkın devrimci öncülüğünün tarihin çöplüğüne gittiğine inanıp kendimizi halkın yerine koyanda değiliz tam tersine asıl özne halktan öğrenen olmaya çalışırız garip olanı 7 bin üyesinin özgür siyaset yapması engellenip tutuklanan bizler devlet-iktidar egemenlerinden korkmayıp tam tersine onları demokratik siyaset zemininde bile yenebileceğimize inaniyoruz neden acaba?çünkü bu ceberrut sistemin mağduru halka güvenip ondan korkmadan onunla ilişkiye geçebildiğimizdendir?halktan korkup en ufak bir ilişkisi olmayıp ilişki kuramayanlar akp iktidarı bin yil sürecek zannediyor daha bu sistem insanlar arası ilişkiyi reddetmenin krizini yaşıyor doğa ile ilişkiyi redetmenin krizini henüz yaşamadı bu sistemi daha derin krizler bekliyor merak etmeyin kendine güvenen toplumsal muhalefet dinamikleri vardır bütün bunlarda pratik asıl mücadelenin içinde olanlarca alternatif teorik pratik birikimler ve yetenekler gelişmiştir bütün bu birikimlerin asıl sahibi ceberrut düzenin mağduru halkımızla gelecek beklentilerini gerçekleştirecek politik programlar üretip uygulayacak seviyede kendine güvenenler vardır nedenide halka güvenden gelmektedir
1962: Tek Yol devrim
1972: Tek Yol devrim
1982: Tek Yol devrim
1992: Tek Yol devrim
2002: Tek Yol devrim
2012: Tek Yol devrim
-Sanki daha önce değişik bir şey söylemiş de, şimdi yeni birşeyler söylermiş havasında ‘bakın koşullar değişti, artık tek yol devrim, evet,evet devrim’ deme komikliğinin bu kadar zahmete değip değmeyeceği hakkında ne düşünürsünüz?
-Düşünmek mi? O da ne?
Lümpenlerin yapacağı devrim, batsın. Aman almayayım! AKP’ye karşı, “devrim”miş! Hiç, gülesim, yoktu. O, konunuşmalarını beğenmediğimiz/o, AKP’li külhanbeyi konuşmacılar; tam da HALKın ta kendisi… “İsbatı” mı? Sıradan bir otobus durağına gidin ve göreceğin ilk insana “abi havalar da çok soğuk be!” diye bi’laf atın. Ve; bekleyin. Bizimki; Osmanlı’yı mı kurmaz, İsrail’i mi yok etmez, Avrupa’yı mı yıkmaz, Amerika’yı mı fethetmez… Hasılı: Herşeyi yapar(!). Bugün başımdan geçen bi’olayı anlatayım. Çalıştığım yerde gizli sendika üyesi, var (ve kendinin de sosyaldemokrat olduğunu söyler). Benim de sendikalı olmamı salık veriyor. Mefhumen şöyle dedi: “Yav senin gibi bi’adam niye sendikalı olmaz!? Bu pis kapitalist, KOMÜNİSTler (evet aynen böyle dedi) var ya!.. Bunlara karşı, ortaam” şöyle olacan/böyle olacan… Zart zurt… Bu tür “tipoloji”ler, her yerde ço-ğun-luk… Ve; bunlara karşı insanlık tarihinin en ağır küfrünü ediyorum: “Naha, seni Kapitalizm s…..!” (Bu küfrün patenti bana aittir. Ne de olsa Kapitalizmden söz ediyoruz, di’mi?)
Sayın Zileli,
Uzun zamandan beri, Türkiye’deki gelişmelerin ve dinamiklerin merkezine ısrarla AKP’yi oturtuyorsunuz.
Oysa şu görüşler de size ait:
“EKONOMİSİ NİSPETEN GÜÇLÜ MERKEZ KAPİTALİST ÜLKELERDE KRİZLER PARLAMENTER ALANDA PARTİLERİN GÖREV DEVRİ YOLUYLA ÇÖZÜLÜR. (…)PERİFERİDEKİ KAPİTALİST ÜLKELERDE DE (…) SİSTEM, PARTİLERİN GÖREV DEĞİŞİMİ İLE YÜRÜR AMA (…) KRİZİN İYİCE DERİNLEŞTİĞİ NOKTADA PARLAMENTER REJİM İÇİNDEKİ GÖREV DEĞİŞİMİ YETERLİ OLMAZ VE (…)GÖREVİ ORDU ALIR; BELLİ BİR SÜRE (…) ÜLKEYİ YÖNETTİKTEN SONRA YENİDEN PARLAMENTOYA DEVREDER. (…)CUMHURİYETİN KURULMASINDAN BU YANA, 2000’Lİ YILLARIN BAŞLARINA KADAR, YANİ YAKLAŞIK 80 YIL REJİM BU ŞEKİLDE YÜRÜMÜŞTÜR. NE VAR Kİ, 2002 YILINDA AKP’NİN İKTİDARA GELMESİYLE BİRLİKTE REJİMDE KÖKLÜ BİR DEĞİŞİKLİK MEYDANA GELDİ. (Siz bu sürece 1923-1950 arasını da katmışsınız ama bunu şimdilik irdelemiyorum)
Kapitalist sistemin, ‘merkez/kenar modeli’ kendiliğinden mi, yoksa kapitalist emperyalizmin hegemon ilişkilerinden mi doğmuştur? Buna sizin de “kendiliğinden” cevabı vereceğinizi tahmin etmiyorum.
Asıl meseleye dönecek olursak; AKP’nin gücü ve kaynağı nedir ki bu modeli değiştirebiliyor? 1923’te, 1950’de, 1960 ve sonrasında Erbakan-AKP çizgisinin hakim sınıflar arasında ya da uluslararası kapitalist sistemde gücü neydi ki?
Eğer yazınızda, şu bölüm olmasaydı, yukarıdaki sorunun cevabını vermek aklınıza gelmemiş diyebilirdim:
“EĞER 2000’Lİ YILLARA KADAR OLDUĞU GİBİ YARI-ASKERİ BİR PARLAMENTOLU REJİM OLSAYDI, KRİZİN İYİCE DERİNLEŞTİĞİ BİR NOKTADA ORDU BİR KEZ DAHA DURUMA MÜDAHALE EDİP KRİZİN ATLATILMASINA ÇALIŞABİLİR YA DA ATLATIYORMUŞ GİBİ YAPABİLİRDİ. AKP, REJİMİN ÇERÇEVESİNİ DEĞİŞTİREREK BU ALTERNATİFİ ORTADAN KALDIRMIŞTIR. YİNE AKP, YASAL DÜZENLEMELERİYLE PARLAMENTER BİR GÖREV DEĞİŞİMİ İHTİMALİNİN DE ÖNÜNÜ KAPATMIŞTIR. YANİ KRİZ İYİCE DERİNLEŞTİĞİNDE AKP’NİN YERİNE BİR BAŞKA PARTİNİN (ÖRNEĞİN CHP’NİN) SEÇİMLERİ KAZANMASI İHTİMALİ SIFIRDIR”
Durumu latife ile toparlayacak olursak; Temel’in mezar taşındaki yazı gibi “öleceğum dedum, dedum, inanmadinuz. Ne oldi şimdi?”
AKP’nin Türkiye’de (hem de kendi tercihi ile) kapitalist-emperyalist sistemin, ‘merkez/kenar modeli’nin dışına çıktığını söylemiş olmuyor musunuz?
Siz bu sorulara ne cevap veriyorsunuz?
Şu cümlelerinizde, “çok silik” bir cevap var gibi…
“KRİZ DERİNLEŞİYOR VE BİR YANDAN AVRUPA’DAN, DİĞER YANDAN ORTADOĞU’DAN TÜRKİYE’NİN KAPISINA DAYANMIŞ DURUMDA. İÇERDE KÜRT SORUNU ÇÖZÜMSÜZ BİR NOKTADA VE EKONOMİK KOŞULLAR DA GÜN BE GÜN KÖTÜYE GİDİYOR”.
Kusura bakmayın ama; 40 yıldır politikanın içinde olup da, ‘dış politika’yı ya da ‘dış dinamikler’i bu kadar görmezden gelmek nasıl mümkün olabiliyor? Bilhassa Türkiye gibi kapitalist-emperyalizme bağımlı bir ülkede, ‘model değişikliği’ nasıl olur?
Evet ‘model’ değişebilir ama bunu kim yapabilir?
‘Modelin efendisi’ değil mi? Bu ‘efendi’, günümüzde ABD değil mi?
AKP, ne yaptı ise ve ne yapıyor ise, ABD politikaları ile uyumlu işler yapıyor.
Şu varsayımı bir kenara atmamak gerek: ABD, TSK’ya güven(e)miyor…
Körfez harekatında Torumtay’ın, Irak işgali öncesinde Kıvrıkoğlu’nun, TSK adına neler yaptığını, 57. hükümetin ABD ile TSK arasında nasıl bocaladığını hatırlamak veya o günlerin basınından araştırmakta yarar var.
AKP, Suriye’ye ( herhalde seçmenleri ile değil) TSK ile girecek.
Ne var ki, bunun yanında ABD:
• Kürt meselesinde Irak Kürtleri ile federasyona, ya da ayrı bir Kürt Devletinin kurulmasına Türk Halkını razı etmek zorunda.
• İran üzerinde ‘Türkiye sopası’nı elinde tutmak zorunda.
• Rusya ve Çin’e karşı Türkiye’yi ‘elinde tutmak’ zorunda.
Bütün bunlar, TSK’yı %100 kontrol altına almayı gerektiriyor. Ne var ki; ABD ve AKP, bu kadar tutuklamalar ve uydurma iddialarla açılan davalardan sonra, bunu nasıl başaracak?
İşte bir model değişikliği varsa, (ki yaşadıklarımız bunu gösteriyor) bu ihtiyaçlara uygun model yaratan dinamik AKP değil, ABD’dir.
Tabii şunu da hesaba katmak lazım: Bu model, ihtiyacı karşılamazsa, o zaman kapımızda ‘sol yumruğunu gösterip, sağ yumruğunu vuracak olan’ yeni bir askeri darbe ihtimali de mevcuttur. Yeter ki TSK tam kontrol altına alınsın. Son olarak,
“O ZAMAN? GERİYE TEK BİR YOL KALIYOR. KAPİTALİZMİN KRİZİNDEN EN BÜYÜK ZARARI GÖREN HALK KESİMLERİNİN AŞAĞIDAN HAREKETİ. YANİ DEVRİM. BU DEVRİMİN NASIL BİR SONUCA ULAŞACAĞI ELBETTE AYRI BİR TARTIŞMA KONUSUDUR AMA AKP-DEVLET REJİMİNE KARŞI HAYATA GEÇİRİLEBİLECEK TEK ALTERNATİFİNİN DEVRİM OLDUĞU NET BİR ŞEKİLDE GÖRÜLÜYOR” öngörüsü de ‘naif bir yaklaşım’ gibi görünüyor. Çünkü Türkiye’nin önünde belki bir ‘iç savaş senaryosu’ var. Devrimin kuvvetleri de belki oradan çıkabilir.
Devrimi zaten sizin gibilere karsi yapacagiz. Baskan Mao’nun dedigi gibi “zenginlerin evlerini basip, kellelerini uçurup, karilarinin yatak odalarinda hosça vakit geçirecegiz” (bkz. Mao Zedung “Korkunç mu, çok güzel mi” makalesi) “Komünist-kapitalist” sözlerine gelince…Tüsiadçi sik beylerle, zarif hanim ablalarin çogu komünist zaten, bir tarafa TKP üyesi hanim evladi muhallebi çocuklarini koyun, bir tarafa AKP Gençlik kollari üyelerini kim proleter kim burjuva görürsünüz. Zengin veya bürokrat çocuklari, herseyi kendinize hak görmektesiniz, birakin devrimi de halkin kendisi yapsin. Sizin gibi halki küçük görenler bu topraklardan silinecek.
(Sayın Zileli, izin verirseniz aşağıdaki yazıyı konuyla ilgisi nedeniyle bir kere daha paylaşmak istiyorum)
Sistemler ve acı gerçekler
Adına “kapitalist sistem” denilen, şu an dünyadaki mevcut sistem, binlerce yıllık bir evrimsel süreçten geçerek, bugünkü şeklini almıştır. Ve sürekli bir hareketlilik içerisindedir. Zamana, şartlara, beklentilere, ihtiyaçlara ve teknolojik ve bilimsel gelişmelere bağlı olarak, olumlu veya olumsuz, sürekli değişime uğruyor. Ne 200 yıl önceki kapitalist sistem ile 100 önceki kapitalist sistem aynıydı, ne de 100 yıl önceki kapitalist sistem ile bugünkü kapitalist sistem aynıdır. Günümüzde de, dünyanın her tarafında, farklı farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor.
Bugünkü mevcut sistem, binlerce yıllık ticari, kültürel, siyasi, askeri, dini, felsefi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin “pozitif” ya da “negatif” bir ürünüdür.
Zoraki sistemler yürümez, tutmaz, uzun vadeli olamazlar. Ne kapitalist sistemin zoraki biçimleri uzun vadeli olabilirler, ne de insanlara zorla dayatılan yepyeni sistemler.
Sosyalizm 70 yıllık varlığını, ancak diktatörlüklerle sürdürebildi. Ve diktatörlüklerin bilinen sonu: önce hızlı bir çıkış yaparlar, bir süre sonra zayıflamaya başlarlar, gittikçe güç ve kontrol yitirirler ve gün gelir, yok olup giderler. Sosyalist devletlerde de olan buydu.
Sovyet, Çin ve doğu-blok ülkelerinde yaşayan halklar, tüm özgürlükleri ellerinden alınıp, diktatörlüklerle yönetilirlerken, sosyalizmi kitaplardan öğrenen dünya sosyalistleri de, bunların en radikal olanları belki de Kürdlerdi, onlarca yıl, sosyalist devletlerin gönüllü propagandasını yaptılar.
Biz Kuzeyli Kürdler, bir 40 yıl boyunca, ulusal sorunumuzu sosyalizm çerçevesi içinde çözmeye çalıştık. Bu, yaptığımız en büyük hatalardan biriydi.
http://www.nasname.com/tr/7590.html
Boşuna söylememiş şair “mesele esir düşmekte değil teslim olmamakta” diye… Teslim olmayanların sayısı o kadar az ki…
Zileli,hala Perinçek’in etkisinde yazıyor.
Devrimin gerekliliği ve zorunluluğunu uzun süredir yalnızca Perinçek dillendiriyordu.
Zileli yine geriden gelerek saptamada bulunmuş.
Zileli’nin düşünceleri kendi özgün yaratıcılığının ürünü değildir.
Zileli,öykünüyor,diyelim.
Bu sabah diğer çocuklarla berbaber ‘andımız’ı okudun mu, yoksa ‘kaka çocuk’ olup kaytardın mı? – Tırkum. dogriyim. çolışkaanim….ne mıtlıııı Tırkım diyanaaaa….
Arkadaşlar herkesi yazılarınızda bi karamsarlık havasında gördüm. TÜM insanlıgın kalpinde büyyütügü dünyayı tüm insanlık istemektedir.Önemli olan bizim bu dünyada ki yaşantımızdır gerisi boş bi oteritedir.Bunlarda Tarihimizde kalıcı degiller Güneş Dogar Çiçek Açar Devrim Dogar Anarşi Açar.İçimizde ki tüm güzellikleri dünayamızla paylaşmalı ve yaşatmalıyız.
Hukuk devleti ve devrim
Devlet gücünün istismarına karşı koymak, bir güç meselesidir: gücü, karşı-güç yener.
Saydığımız kurumsal dayanakların her biri, önemli birer güç birikimini temsil ederler: din, mülk, bilim, hukuk ve benzer yapılar sayesinde toplumun belli unsurları, yabana atılmayacak bir güce kavuşurlar.
Doğal olarak, her güç istismara açıktır. Sanılmasın ki dinin, servetin, skolastik hukukun, bilimsel oligarşinin, gizli ve açık mahfellerin, katı geleneklerin, dış baskıların, aristokrasinin ve taşra derebeyliğinin, iktidara karşı olduğu gibi vatandaşa karşı da kullanılabilecek baskı araçları olduğundan habersiziz. Güç sahibi, gücünü kötüye kullanabilir: insan insan olduğu sürece, başka türlü olabileceğini sanmak hatadır.
Devlet gücünün toplum için prensipte iyi ve yararlı bir şey olduğu da muhakkaktır. Devlet gücünün aşırı derecede kısıtlanması halinde toplum, kolektif kararları alamaz hale gelerek durağanlığa, pasifliğe, muhafazakârlığa mahkûm olur. Şu halde sorun, bir denge sorunudur. Bir yandan devlet ile, öbür yandan toplumun kurumları arasındaki karşılıklı güç ilişkisinin iyi kurulmasıdır.
Yoksa, “istismar ediliyor” diye yukarıda saydığımız kurumların ve onlar gibi daha başkalarının tahrip edilmesi, toplumdaki güçler dengesinin bozulmasından başka bir sonuç vermez. Bazı güç odaklarının denklemden eksilmesi, toplum özgürlüğünü tehdit eden toplam güç miktarını azaltmaz: eksilenlerin yerine bu kez başka odakların güçlenmesi sonucunu doğurur. Ve tahrip edilen odağın yerine aynı derecede güçlü bir başkası konmadığı sürece, neticede güçlenecek olan sadece ve sadece devlettir.
Bu yüzden, tarihte suiistimalleri önlemek iddiasıyla yola çıkıp toplumun belkemiğini oluşturan kurum ve değerleri tahrip eden ünlü devrimlerin her biri, sonuçta toplumsal özgürlüklere, kişi hukukuna ve insan haysiyetine karşı son derece kanlı ve vahşi birer saldırıya dönüşmüşlerdir.
1789 Fransız ve 1917 Rus devrimlerinin, 1918 Alman devriminin, 1949’da Çin’de ve 1979’da İran’da gerçekleşen devrimlerin ortak (ve hiç şüphesiz kısmen samimi) hedefi, toplumsal özgürlükleri artırmaktır. Yüzyılımızda örnekleri görülen sosyal içerikli milliyetçilik hareketleri (örneğin Cezayir, Küba, Vietnam devrimleri) de görünürde aynı amacı gütmüşlerdir. Dini, mülkiyet hakkını, bilim ve hukuk kurumlarını, köhne gelenekleri, kozmopolit etkileri ve ayrıcalıklı sınıfları yıkmakla ve taşrayı “modernleştirmekle” bu hedefe kısa yoldan ulaşılacağı sanılmıştır.
Sözkonusu denemelerin istisnasız her birinin, üç-beş yıl içinde, tarihte eşi görülmemiş birer terör ve istibdat rejimi ile sonuçlanmaları, herhalde boş bir rastlantı olmasa gerekir.
http://nisanyan.com/?s=soru-18
(Aptallıkta son nokta… Polisleri tebrik ediyoruz.)
Lisede kantin boykotuna polis müdahalesi
07 Mart 2012
Lise Anarşist Faaliyet üyesi 3 liseli, kantini boykot ettikleri ve evden yemek getirdikleri için okul müdürü tarafından çağrılan polislerce engellendiklerini söyledi
İstanbul Bayrampaşa’daki İsmail Erez Endüstri Meslek Lisesi’nde kantin yemeklerinin çok kötü ve pahalı olması, öğrencilerin kantin dışından beslenmelerini sağlamasına yol açtı. Kantinden “zarar eden” okul yönetimi ise, okul giriş çıkışlarını kapatarak kantinden alışveriş yapılmasını zorunlu kıldı.
Ucuz ve nitelikli beslenme hakkına sahip çıkan liseliler ise kantin boykotu kararı aldı. 5 Mart Pazartesi günü başlayan boykotta öğrenciler, evlerinden getirdikleri peynir, zeytin ve ekmeklerle dayanışma masaları kurdu.
Öğrencilerin boykotu üzerine okul yönetimi okula polis çağırdı. İlk tenefüste sınıflara giren sivil polisler, ekmek, peynir ve zeytinlere el koydu.
Liseli Anarşist Faaliyet üyelerinin de aralarında bulunduğu liseliler, okul yönetiminin polislerle birlikte kurduğu baskıya karşı bir açıklama yaptılar. Okuldan atılmayla tehdit edildiklerini söyleyen liseliler, “Okuldan atma gerekçeleri evden getirdiğimiz yiyeceklerin paylaşılması. Ne zamandan beridir paylaşmak suç oldu? Polis tarafından peynir, zeytin de suç aleti olarak görülüp el konulmuş olsa gerek. Biz paylaşma ve dayanışmanın suç olmadığını düşünüyoruz. Böyle düşündüğümüz için tüm baskılara rağmen düşüncelerimizi değiştirmeyeceğiz” dedi.
Liseliler, paylaşmaya ve suç işlemeye devam edeceklerini duyurdular.
Sendika.Org
Artık sloganları da değiştirmemiz gerekiyor galiba. “Katil polis hesap verecek!” yerine “Aptal polis hesap verecek!” sloganı kullanılabilir 🙂
İki şey söyleyeceğim Gün Zileli:
1. Suriye’de bir taraf emperyalistlerden ve onun silahlandırdığı çetelerden, diğer taraf da BAAS’ın haydutlarından müteşekkil ise, yanı başımızdaki bu olaya karşı ‘iki tarafı da desteklemiyoruz, yalan o işler’ tavrını benimsemek ne kadar gerçekçi? Emperyalist hegemonyayı zayıflatabilecek Suriye Cephesi’ne sırtımızı dönmek, kendi payımıza düştüğü kadarıyla emperyalizmin ekmeğine yağ sürmek değil midir?
2. Hitler Wagner hayranıymış, Metin Belgin öyle dediydi :))
Birinci başlıktaki ”Baas’ın haydutları” ifadesini tırnak içine almayı unutmuşum, mühimdir. Zira benim ifadem değil o, şahsen ben konuya öyle de bakmıyorum, değer görüp okunursa yazdıklarım diye belirtme ihtiyacı duydum.
Yahu ne oldu dun CHP+MHP ile Erdogan’a secim yenilgisi tattiriyordunuz. Bugun “yol” degismis. Bu tahlil gerceklikten radikal bir kopusu, nesnel dunyaya veda edip cinler periler alemine iltihak gibi bir “devrim”i ifade ediyor. Abes mi, muktebes mi?