Tam istediği Gibi Oldu: Onu Dini Törensiz Uğurladık…
Acılarımızla beraber yaşamayı öğrenecek…
Ve güzel olan her şeyi sevmeye devam edeceğiz
Sadun Belgin, 1987
Bu dünyadan göç eden “Ünlü”ler (nasıl bir türdür bu, o da ayrı bir konu) hakkında yazmak kolaydır, hatta istenen bir şeydir de. Bu sayede, siz de isminizi bir kere daha duyurmuş, “ünlü”ler kervanındaki mütevazı yerinizi biraz daha pekiştirmiş olursunuz. Esas zor olan, bu dünyadan, değer bilen birkaç insan tarafından sessiz sedasız uğurlanan biri için bir şeyler yazmaktır. Çünkü onun hakkında yazdıklarınız inandırıcı olmayacaktır. “Madem” diyecektir genel kabullere açık ortalama okuyucu, “bu kadar değerli nitelikleri vardı, neden bir köşede sessizce öldü? Neden bu niteliklerini gösteremedi hayatı boyunca?” Zeki ve bu dünyanın genel-geçer değerlerine kapılmamış az sayıda insanın buna vereceği tek cevap vardır aslında: “İşte o değerli nitelikleri yüzünden gösteremedi.” Bu cevap aynı zamanda “ünlü”lerin ünlerine de indirilmiş esaslı bir darbedir. Anlayana tabii.
Bu yazıyı okuyanların içinde, 10 Ekim 2014 tarihinde kaybettiğimiz Sadun Belgin’i (1947-2014) tanıyanların epeyce azınlıkta kalacağını düşünüyorum. Bu yüzden onun niteliklerinden söz etmem, tanımayanlara pek bir şey ifade etmeyecek, tanıyanlar açısından ise belki bir tekrar olacaktır.
Buna rağmen, birkaç önemli özelliğinden kısaca söz etmem, sanırım onu tanımayanlar için ilginç, tanıyanlar içinse bir hatırlama vesilesi olacaktır diye düşünüyorum.
Döneminin bütün duyarlı gençleri gibi sol harekete katıldı ve daha az sayıda duyarlı insan gibi, sol örgütlerde gördüğü dogmatizme karşı tavır aldı, onun için önemli olan, örgüt değil, devrimci mücadeleydi, bildiği yolda mücadelesini sürdürdü. İşkencelerden geçti. Geç 1968’lilerden farklı olarak erken 1968’liydi ve bu nedenle sanatla, edebiyatla, şiirle yakından ilgiliydi. Erken 1968’lilerde sanat ve edebiyat son derece önemli bir damardı. O dönemden tanışırdık.
Türkiye’ye dönmeden hemen önce, 2008 yılında Sadun’la yeniden bağ kurdum. Daha doğrusu, o eşsiz belleği sayesinde o benimle yeniden bağ kurdu. Buna aracılık eden, oğlu Evrensel Belgin oldu. Geçmiş 40 yıllık mücadelenin çeşitli safhalarını Evrensel’e neredeyse enstantaneler halinde aktarmıştı. 2009’da Türkiye’ye dönünce yeniden buluştuk. Diyebilirim ki, onu yakından tanımam bu beş yıl içinde olmuştur. Sadun da Evrensel de yakın arkadaşlarım oldu.
Keskin zekâsıyla, olayların ve gelişmelerin özüne neşteri indiren özdeyiş niteliğindeki sözleridir en önemli özelliği. Kısacası, ideolojik sis bulutlarının içinden işin özünü öylesine net bir şekilde görür, basit ve özlü bir şekilde ifade ederdi ki, şaşırıp kalırdınız. Uzun süren hastalığı sırasında, ölümün iyice yaklaştığı son günlere kadar bile. Kısa birkaç örnek vereyim:
“Sayın Muhbir Vatandaş” başlıklı yazım’da (15 Nisan 2009) bir arkadaşımın bana şöyle dediğini yazmıştım:
“Sabahleyin Taraf’ın ‘Postallı Hocalar Gözaltında’ manşetiyle uyanmak bir kâbustu.” (Bu makale her iki kitapta da yer almıştır: Rejimler, Partiler, Kişiler ve ‘Ulus’lar, Kibele, 2010; Muhafazakâr Liberalizm, İmge, 2014)
Bu arkadaşımın adı, birkaç gün önce kaybettiğimiz Sadun Belgin’dir. İtiraf etmeliyim ki, Sadun’un bu ve buna benzer saptamaları benim Ergenekon vb. davaları konusundaki uyanışımda belirleyici olmuştur. Ama Sadun gibi insanlar, bir an için sahneye çıkar, sessizce sözlerini söyler ve sonra da sislerin içinde uzaklaşırlar.
Ama sanılmasın ki, kaybolurlar. Hiç de değil. Sadun son derece iyi ve dikkatli bir okuyucuydu ve dünyada veya ülkede olup bitenleri keskin zekâsıyla yorumlamaktan bir an bile geri durmazdı. Bunları söylüyorum ama sanılmasın ki Sadun kuru kuruya bir siyaset takipçisiydi. Hayır. Her koşulda, hayatının son dört ayında, ölüme en yakın olduğu anlarda bile birinci sıraya daima estetiği koymaktan bir an bile vazgeçmedi. Karşısındaki duvarda Chagall’ın tablosunu eksik etmedi. Dışarıdan topladığı çiçek ve dallarla çevresini hep güzelleştirdi.
Evet estetik. Şair Sina Akyol gençlik döneminden arkadaşıydı. Ona Haziran ayında, Sina Akyol için özel sayı yapmış Üç Nokta dergisini götürdüm. O anda Sina’nın çok eskilerden, 1960’lı yıllardan bir dizesini hatırladı: “Küskün bir tay gibi başını önüne eğip…” Ben de internet üzerinden Sina’ya hem Sadun’un hastalığını bildirdim hem de hatırladığı bu dizesini yazdım. Sina’dan ilk gelen cevap şöyleydi: “Kiminmiş bu dize?” Ben, herhalde Sadun hastalığı nedeniyle artık bazı şeyleri karıştırıyor diyerek üstünde durmadım. Fakat Sina’dan ertesi gün bir mesaj daha geldi. “Evet hatırladım, bu benim dizemdi.” Hele konu sanat, şiir, tiyatro, sinema olduğu zaman, belleği hiçbir zaman teklemezdi.
Değinmek istediğim önemli bir nokta daha var. Bugüne kadar Tayfun Gönül dışında hiçbir devrimcide rastlamadığım önemli bir nokta. Öleceğini biliyordu ve öldüğünde dini tören istemediğini sıkı sıkı tembihlemişti. Son derece netti bu konuda ve “halk ne der” kolaycılığına kesinlikle yüz vermemişti.
11 Ekim 2014, Cumartesi günü, onu küçük bir topluluk olarak Kınalıada Mezarlığı’na defnettik. Şu anda çok sevdiği sigara tablası yanıbaşında, sonsuz uykusunda.
Kınalıada’da, bir avuç arkadaş, dost ve Adalı tarafından sessiz sedasız uğurlandı ama o sessiz tören, insanlığın ufkunda parlayan bir şimşek aydınlığından, yeri göğü sarsan bir gök gürültüsünden farksızdı.
12 Ekim 2014
ADAMIN BİRİ
BİR ADAM TANIRIM.
DÜŞÜNMESİNİ…
ÖFKELENMESİNİ…
SEVMESİNİ, İYİ BİLİR.
DENİZİN DALGASINI,
İNSANIN DÜRÜSTÜNÜ SEVER.
HAMAMBÖCEKLERİNDEN
TİKSİNTİ İLE
SÖZEDER HEP.
VE BAZILARINI ONLARA BENZETİR.
BİR ADAM TANIRIM.
PARAMPARÇA YÜREĞİ
VE ADAM…
DELİCESİNE YALNIZ
SADUN BELGİN
1970/ANKARA
Başınız sağ olsun Gün Zileli. Sizin kuşak tek tek gidiyor maalesef. Meşhur 47’liler kuşağı bu ülkeye damgasını vurmuştu. Onlarla birlikte bir devir kapanıyor artık.
Hocam,öncelikle başınız sağolsun ,geride kalanların,eş ve dost yakınların canı sağolsun diyelim….!Hocam;tamda istediğim gibi,bir ölüm.! Cahil bir mollanın arkasından gitmeden sesizce gömülmesi bir duruş,devrimci bir duruş sergilenmiş olması hoşuma gitti..özellik bu ölüm konusunda devrimci tavır koyamadık..Bu güne kadar arkadaşlarımızın ölümü karşısında kalanlar tarafından sergilenmedi,sergilenmiş olsada ben görmedim..en iyilerimiz dahi son yolculuğuna çıkarken en önde cahil bir Mollanın arkasında dualar eşliğinde gitmesini hep garipsemişimdir..
Ki,iki gün önce eniştemin cenazesinde gördüklerimin en son bu ölümün kanıtıydı;Yüzlerce insanın çaresiz bir şekide elleri havada dualar eşliğinde kabiristanlığa gitmesi sağa sola bakınmadan duaları bilen bilmeyenin saf tutması-namaza durup bakınması -dikkatimi çekti..İşte o an aklıma geldi..Ağbim ve bir kaç arkadaşım cenazede oturmuş beklerken;
”Sakın ola ,eger ben ölürsem bu son vasiyetimdir sizlere- Hoca ve dua istemiyorum.! dedim…Beni dini törensiz uğurlayın.!Kimse arkamdan ağlayıp sızlamasın,en yakınlarım dahi..Ben gerçekten söyledim bu sözleri ama onlar gırgıra vurdular işi..baktılar benim nekadar gerçekçi ve samimi olduğumu görünce biran yüzleri değişti..yaaa..işte bizde sevmiyoruz ama halkın gelenekleri ..deyip geçiştirmeye çalıştılar..
Kısaca bu konuda Devrimcilerin oprtinist olduğumuzu söyleyebilirim..Ama ben gerçekten özellikle bu konuda tavır alınması taraftarıyım..zaten işlerin pekde öyle doğruya güzele evrildiği yok..bari bu konuda samimi olmakda fayda var..teşekkürler !..
Denize nazir oturdugu koltugun/kosenin adini “Sadun Cafe” koymustuk. Mini radyosu acik, sohbete ve sessizlige hazir beklerdi es/dostunu. Simdi Sadun Cafe’nin yeri degismis bile olsa hep bizimle. Benim sigara/kahve/sohbet arkadasim. Ince ruhlu guzel yurekli Sadun agbim.. Yeni dogan yegenimin fotograflarina bakardik. “Halasina benzesin de…” derdi. Ve mujdeyi verdi de: valla benziyor 🙂 ruhu gibi cok guzel anilar, duygular ve hayat karsisinda devrimci bir durus birakti bize.
ben de teşekkür ederim Nazmi, bu içten paylaşımın için.
Merhaba Hocam,
Başınız sağolsun.
İki 68’linin çocuğuyum, çocuk dediğim 35 yaşındayım, bahsettiğiniz dini törenle gömülme meselesini son zamanlarda düşünür oldum. Son zamanlarda aile dostlarının cenazelerine daha sık gider oldum.
Benimkilerin birkaç arkadaşı dini törenden kaçmak için başka bir yol bulmuş, kendilerini tıp fakültelerine bağışlamışlar. Gürol Gürkan ve Süheyl Kırçak mesela, ikisi de Mimarlar Odası yönetiminde çalışmış mimarlardır, anma törenleri düzenlendi arkalarından.
Yazınızı okuyunca aklıma geldi, eklemek istedim. Hem de anmış oldum bir kere daha.
Sevgiler, selamlar.
Günü gelir ülkenin adı değişir.sadun ağabeyin ismi,içinde heykelinin de olduğu yemyeşil bir parka verilir.hiç bir emek boşa gitmez.halkın hafızasının arşivi tozlu ama güçlüdür.
Çok selam. Bu da bir yol tabii ama dini törenlere doğrudan meydana okumanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Dini törenlere alternatif şekilde defnedilmesi çok iyi olmuş. Yaşarken düşmanımız olan imamların, hocaların, öldüğümüzde leş kargası gibi üzerimize üşüşmesi kabul edilmemeli.
Daa önemlisi her cenaze töreni, egemen ideolojinin de yeniden üretildiği bir gösteridir. Devrimcinin cenazesi ve anması da devrimci düşüncenin yeniden üretildiği bir gösteri eylemi rolü görür. Unutmayalım, ideoloji bizden her zaman içten inanmamızı şart koşmaz, onu sağlayamıyorsa “sus ve inanıyormuş gibi yaşa”ya da razı olur. Dolayısıyla bu aslında çoğunluğun rahatsız olduğu ama alternatifini yapmaya cüret edemediği “ideolojik suni denge”leri de parçalamalıyız.
Sayın Zileli, yazınızı okuyunca çok etkilendim, Sadun benim arkadaşımdı, Trabzon DT’de 12 yıl birlikte çalıştık, o veya bu şekilde paylaştığım bir çok şey vardır. O nedenle bu yazınızi gazetem Mavi Nota’da kaynak göstererek yayımlayabilir miyim? Selamlar Trabzon’dan 🙂
bu konuda bir inisiyatif başlatılsa ne iyi olurdu. Dini törenle gömülmek istemiyorum diye beyanda bulunan insanların bir araya gelmesi ve çoğalması.
Tabii ki, çok da seviniriz ayrıca. Sevgi ve selamlar Trobzon’a.
şimdi oğlu Evrensel’le konuştum telefonla. Mesajınızı okudum. Sizi hatırladı. O da çok sevgi ve selamlarını gönderiyor.
Çok teşekkür ederim, Sağolsun, yayınlayınca linki gönderirim size, selamlar Tekrar 🙂
1989’da tanıyıp uzun yıllar sanat,estetik, felsefe siyaset ilişkileri üzerine sohbet ettiğim, DTCF Tiyatro Bölümü’nün 90’lı yıllar öğrencilerinin ‘Sadun Babası’, Mahir Çayan’ın ve şair Arkadaş Zekai Özger’in de dostu olan12 Eylül işkencelerine direnen, içkiyi, sigarayı ve şiiri hep seven, 45 yaşında Devlet Tiyatrolarına girip uzun yıllardır sahne amirliği de yapan, araya mesafe denilen ayrılık nedeniyle bir süredir göremediğim Evrensel’in babası dostum, ağabey bellediğim, yoldaşım, dünyanın en güzel şiir okuyan insanı diyebileceğim Sadun Belgin’in ölüm haberini aldım! Işıklar içinde yat Sadun ağabey…Tamer İncesu
@ GZ
Dini olmayan defin törenlerinin normalleşmesi konusunda bir çalışma için yakın zamanda kurulan Ateizm Derneği uygun olabilir mi?
http://www.ateizmdernegi.org/
sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam
saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de
çok üşüdü güneşten şizofreni olucak
çabuk olun lütfen dikenleri solucak
yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz
Arkadaş Z. Özger de arkadaşıydı ve onu çok severdi.
bu belki olabilir ama bende yarattıkları ilk izlenim Kemalist oldukları yönünde. Yanılıyor olabilirim tabii.
İhtimal ki hep aynı yerde dolanıp duruyorum…konuyu ifade güçlüğü çekiyorum. gene de önemsiz olduğunu kim söyleyebilir?
özetle ilk olarak söylemeye çalıştığım şudur:
ne maddeyi tinselleştirmek ne de tanrıyı( etli-kemikli bir kişi haline getirerek) maddeleştirmek bizi otpriterizmden korumaya yetmez…
bunu anatomik ve fizyolojik örnekler üzerinden açıklamak gerekirse:
bazen böbrek ya da kalp ağrısıyla “uzmana” görünme isteğiduyabiliriz. bütün “uzmanca” çabalar, tahliller, tetkikler vb…hiç de sonuç vermeyebilir. tek tek tüm organlarımızın tetkiki dahi bir neticeye ulaştırmaya yetmez… tek tek ele alındığında tüm organlarımız sapasağlam çıkıyor olabilir ama gene de biz kendimizde bir rahatsızlık bulunduğundan eminizdir…buna dair emareler dahi bellidir…
sorun, her organ sağlam olsa da sistemin tümel işleyişinde bir sıkıntı olabilir. bunun psikolojik bir “kuruntu” olması da olasıdır…
bu durumda tek tek anatomik analizlerden ziyade, bütüncül, sistemik ve fizyolojik sentezle bakmak gerekebilir.
“madde”, kavram olarak da “çağdaş” fizikte pek kullanılmıyor, bildiğim kadarıyla…onun yerine daha çok, “kütle” kavramı revaçta…bunun nedeni enerjiye dönüşme potansiyelini de gözardı etmemek…madde evrensel evrimin bilahare aşamasında ortaya çıkmış bir türevdir (higgs bozonu ve ardından gelen süreç vb)
dikkat çekmeye çalıştığım şey, oluşun, hareketin, işleyişin gözardı edilme riski… ğer buna gereken özeni dikkati gösteremzsek…dediğim gibi analitik ayrıntılar içinde madde diyerek, ya da tanrı diyerek ormanda kaybolacağımızdır.
oysa bize gereken herhalde,insandaki bu, varlığın kendinin bilincine varışının getirdiği özgürlük şansının sorumsuzca kullanımı ile varolanı berhava etme olasılığının artan ivmesidir…
varolanı-yaşamı bu bütüncüllükle görmek demek, cansızdan canlıya…enerjiden maddeye..ordan tekrar başa- bu sonsuz döngü içinde sivrisineğin kendi başına bir değerinin değil, oluştaki fonksiyonunun önemli olduğudur…
tinsellik tekil “maddilikte” değil, varolanın bu tevhidinde aranması gerekir, bence…
yukardaki yazıdaki o garip şey,” otoriterizm” olacaktı ve ardından şu cümle gelecekti: “varolanın kendinden kudreti dışından “üstten” dayatılan her güç, iktidar üretmeye yarar.”
sakarlığım işte…
sesinin güzelliği dikkatimi çeken ilk şey olmuştu. bir vakit denkleştirip de oturamadığımız, sohbet edemediğimiz için üzgünüm.
Kınalı’nın en güzel güneşi üstüne doğsun,
Güle güle Sadun abi.
Sayın Zileli tekrar teşekkür ederim, yayın için bkz lütfen
http://www.mavi-nota.com
Link: http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=5442
ben de teşekkür ederim yayınladığınız için. Sadun kardeşimiz yanıbaşımızda uyuyor, hiç merak etmeyin. Bir gün yolunuz düşerse bekleriz Kınalıada’ya. Sadun’u da bir ziyaret etmiş olursunuz hem.
Tabii ki, umarım, görüşmek ümidiyle, Trabzon’dan selamlar