SSCB, KOMİNTERN, TKP, KEMALİST REJİM – VIII

1970’li yıllar, sol hareketin hem yayılma, hem de parçalanma dönemidir. Artık tek bir örgüt söz konusu değildir. Aynı zamanda tek bir Uluslararası merkez de söz konusu değildir. 1960’lardan itibaren Mao ve Çin, Moskova’ya karşı ikinci bir merkez olarak ortaya çıkmaya başlamış ve 1970’lerde Çin-Sovyet çatışması, neredeyse emperyalist-kapitalizmle çatışmanın önüne geçmiştir bu iki ülke açısından. Dolayısıyla bu çatışma Türkiye soluna da yansımış ve Moskova’ya ya da Pekin’e bağlı sol örgütler, birbirleriyle amansız bir savaşa tutuşmuşlardır. Öte yandan, 1959 Küba devriminin etkisiyle bir Latin Amerika modeli de gelişmiş ve Türkiye solunu etkilemeye başlamıştı. Küba ya da Latin Amerika türü silahlı mücadeleyi esas alan sol gruplar (THKO ve THKP-C) 1971 yılında bu modeli Türkiye’de pratiğe koymaya girişmiş ve kısa sürede ağır bir yenilgiyle karşılaşmışlardı.

Sol, 1974 Affıyla hapisten çıktığında manzara şöyleydi: Bir tarafta Maocu gruplar (TİİKP-Aydınlık, THKO’nun devamı olan TDKP- Halkın Kurtuluş, THKP-C’nin bir kesimini temsil eden Halkın Yolu, TKP-ML, TKP-ML’den ayrılma Halkın Birliği); diğer tarafta Moskovacı gruplar (TSİP, TİP, TKP) ve Moskovacı çizgiye yakın, THKP-C’nin bir kesimini temsil eden Kurtuluş; Latin Amerika modelini esas alan ve Mokova-Pekin çatışmasına karşı çıkan gruplar (ki bunların neredeyse hepsi THKP-C kökenli gruplardı): Dev-Yol, MLSBP, Acilciler, vb vb…. Ve bunlardan ayrı olarak, artık kaderini yavaş yavaş Türk solundan ayıran ve kendi içinde benzeri saflaşmaları yaşayan Kürt sol grupları

Bu çok merkezlilik ve çok örgütlülük 1970’ler Türkiye solunun tipik özelliğidir ve bir ölçüde Uluslararası durumla, bir ölçüde de ülkenin ideolojik ve kültürel yapısıyla bağıntılıdır. Türkiye 1975-8 arasında adı konmamış gerçek bir iç savaş dönemi yaşadı. Bu iç savaşta ölenlerin sayısı, günde ortalama 10-12’yi bulmak ve Maraş’ta 1979 yılında olduğu gibi zaman zaman kitlesel katliamlara varmak üzere beş binin üzerindedir. Türkiye solu, devrimci dalganın yükselmesi ve kitlelerin sola akmasıyla birlikte bir kolay iktidar hastalığına kapılmış ve kısa yoldan iktidarı ele geçirmek için bir yandan popülizme, bir yandan “devrimci şiddet” adı altında zorbalığa baş vurmuş ve daha da önemlisi, eski kuyrukçuluk huyunu yeni koşullara uydurarak bu sefer CHP’nin himayesine girmekten geri kalmamıştır.

Sol popülistti 1970’lerde; neden? Çünkü popülizm iktidara oynayan bütün siyasi grupların başvurduğu bir silahtır. Sol, 1960’lardaki “sol cunta” ve devleti kurtarma  hayallerinden vazgeçmiş, yüzünü halka dönmüş ama bu sefer de bunu popülist bir tarzda yapmaya başlamıştır. Sol, halkı ilerletmek yerine, onun peşine takılma, onun özelliklerini taklit etme yoluna gitmiştir.

Sol kör şiddetçiydi, neden? Bu da kısa ve kolay yoldan iktidara gelme özlemleriyle bağlantılıdır. Elbette faşist saldırılar da bu şiddet eğilimini tahrik etmiştir ama meseleyi sadece bununla izah etmek mümkün değildir. Aksi taktirde solun kendi içinde uyğuladığı şiddeti, sol grupların birbirlerine uyguladığı şiddeti izah etmek mümkün olmaz. Bu şiddeti teorik olarak destekleyen bir diğer nokta da Mao’nun iktidarı parça parça ele geçirme stratejisidir. Her grup bir mahalleyi, bir bölgeyi kendi hakimiyet alanı ilan ederek iktidarı parça parça ele geçirme stratejisini uygulamaya girişmiştir.

Sol CHP şemsiyesi altında kuyrukçuluk yapıyordu, neden? Savaşan iki güç, MHPve sol, iktidara yürürlerken toplumun hakim kurumları arasından himaye aradılar, büyük bir örgütün şemsiyesi altında savaşmayı tercih ettiler. MHP’nin sağda bulduğu hami güç AP idi. Solun solda bulduğu hami güç ise CHP. AP ile CHP kendi aralarında iktidar mücadelesi verirken, bu sokak güçlerini himaye etmek gereğini duymuşlardır.

Ne var ki, iç savaş ortamını gizlice körükleyerek savaştan en güçlü çıkan güç 12 Eylül cuntacıları olmuştur. Cuntacılar, iç savaşın halkı yıldırmasından ve kör şiddetin halkta yarattığı ölüm korkusundan çok büyük yarar sağlamış ve iktidara bu yüzden bu kadar kolayca oturabilmişlerdir.

Son olarak TKP konusuna da değinmeliyiz. Doğu Berlin’de bir dış bürodan ibaret olan TKP nasıl olmuştur da 1970’lerde solda bu kadar etkili ve büyük bir güç haline gelmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, 1960’lardaki MDD-SD çatışmasında gençlik içinde yenilgiye uğrayan SD’ci gençlik önderlerinin 12 Mart’tan sonra ülke dışına kaçıp doğu blokuna sığınmalarıdır. Bu gençler, İ.Bilen’in şahsında bir fosile dönmüş olan TKP’ye taze kan vermiş, onu canlandırmış ve ona gerçek anlamda Türkiye kokusu getirmişlerdir. TKP’yi güçlendiren (ve belki de uzun vadede güçsüz kılan) en önemli etkenlerden biri de, 1960’larda TİP yandaşı olan DİSK’in giderek TKP’nin etkisi altına girmesidir. Neden? Çünkü DİSK sendikacıları, güç ve iktidarın her şey olduğu 1970’li yıllarda Uluslararası büyük bir gücün desteğini aramaya girişmişlerdi ve bu güç de hemen kuzeydeki Sovyetler Birliği’nden başkası olamazdı. Bu büyük gücün ülke içindeki ajanı ise yeni bir kanla canlanmış ve atağa geçmiş TKP’ydi. Bu yüzden DİSK’in kapıları TKP’ye açıldı ve DİSK önderlerinin bir kısmı doğrudan TKP yönlendirmesi altına girdiler. Elbetteki TKP bu yolla yukardan aşağı bir güç oluşturdu işçi sınıfı içinde. Bu güç, eski sarı sendikacıları aratmayacak ölçüde baskıcı ve hatta yer yer patron işbirlikçisiydi. İstenmeyen işçilerin listelerinin  DİSK-TKP tarafından patronlara verildiği bilinir. TKP’yi güçlendiren üçüncü bir etken ise doğrudan doğruya Maocuların atağıdır. Maocular öylesine bir kutuplaşma yaratmışlardır ki, bu kutbun karşı ucunu oluşturan TKP’nin de sivri bir kutup olarak güç toplaması kaçınılmaz olmuştur. En sert düşmanlar birbirlerini güçlendirirler.

Türkiye sol hareketi, kolay iktidar yönelimiyle sola büyük zarar vermiş, sağın saldırılarına karşı şuursuzca misillime siyaseti izleyerek kendi yenilgisini hazırlamıştır. Sol, yaklaşan 12 Eylül karşısında en ufak bir taktik belirleme şansından yoksundu ve körcesine dövüşmekten başka bir şey yapmıyordu. Bu koşullarda cuntanın işbaşına gelip solu ezmesi işten bile değildi.

Gelecek seminerde, solun 1980 darbesinden sonraki halini, bugünlere kadar gelen süreçte inceleyeceğiz.

Gün Zileli

20 Mayıs 2010

What's your reaction?

Excited
0
Happy
0
In Love
0
Not Sure
0
Silly
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

Comments are closed.