Geçen seminerde Komintern’in 1930’lardaki sağcı cephe politikasını ve buna bağlı olarak TKP’yi tasfiye etmeye yönelik “separat” kararını, ardından da kısaca Dersim’deki tenkil hareketini yürüten Kemalist iktidarı destekleyen tutumunu kısaca ele almıştık.

Bu seminerde 1939 yılından devam edeceğiz. 1939 yılında, Sovyetler Birliği ani bir dönüş yaparak Nazi Almanya’sıyla karşılıklı saldırmazlık paktı imzaladı. Böylece o ana kadarki politikasını kökten değiştirmiş oldu. Bu ani dönüşte en büyük şaşkınlığı Komintern’e bağlı partiler yaşadı. Dünya çapında, birçok komünist, bunalıma kapılarak hayatına son verdi. TKP küçük ve o ölçüde de kişiliksiz bir parti olduğundan bu karar karşısında çok büyük bocalamalar yaşamadı, en azından böyle bir şeye ilişkin kanıtlar yok elimizde. TKP hemen hizaya girdi ve Komintern’in yönergeleri doğrultusunda sessizliğe büründü. Bir parti güçsüz ve zayıf olabilir ama hedefleri büyükse, bu güçsüzlüğün pek önemi yoktur. Ne var ki, güçsüz olduğu ölçü kişiliksizse o zaman iş kötüdür. İşte TKP böyle bir partiydi. Bu partide, tek bir itiraz sesinin yükseldiğini gösterir herhangi bir kayıt yok. Buna, kişiliksiz partinin kişiliksizleştirilmiş üyeleri de dahildir.

Sovyetler Birliği 1941 yılında Sovyetler Birliği’ne saldırır saldırmaz, Avrupa’da Nazilerle işbirliği siyaseti izleyen komünist partiler birden aslan kesildiler ve en kararlı anti-naziler olarak ortaya çıktılar. Ve bunu gerçekten de hakkıyla yaptılar. O andan itibaren, Sovyetler Birliği ve Stalin aşkına, Komünist partiler gerçekten de en kararlı anti-faşist örgütler olarak en önde yerlerini aldılar. TKP, Türkiye nazilerin işgali altında olmadığından o kadar büyük bir rol oynayamadı ama o da anti-faşist propagandada elinden geleni ardına koymadı. Fakat bu arada TKP oldukça komik bir şey daha yaptı. Nazilerin Türkiye’ye saldırma ihtimalinin olduğu günlerde, TKP’nin bütün önde gelen elemanları Türk ordusuna katıldılar. Onlara göre yurt savunması aynı zamanda anti-faşist bir savaştı ve bu savaş, özellikle Sovyetler Birliği’ni desteklemek açısından gerekliydi.

Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Mihri Belli vb. Savaş yıllarında Türk ordusunda subay olarak görev yaptılar ve böylece “anti-faşist mücadele” görevlerini yerine getirdiler. İşte karşınızda yeni bir “anti-faşist” ürün: “Made in TKP”.

Savaşın bitiminden sonra, TKP, yeni koşullarda, Komintern’in yönergeleri doğrultusunda (bu arada, 1947 yılında Komintern’in, batılı devletlere güven vermek için kendini feshedip yerine Kominform’un kurulduğunu belirtelim) sağcı politikalarını sürdürdü. Batı demokrasileri savaşı kazanmıştı, o halde artık devir, demokrasi devriydi. Sovyetler Birliği, komünist  partilerine, burjuva demokrasilerine katılma görevi verdi. Sovyetler  Birliği, kendine gereken payı aldıktan sonra, geri kalan ülkeleri Batı demokrasilerine bırakmıştı. Bu durumda, kapitalist ülkelerdeki partilere düşen görev, burjuva parlamentarist sistemlerine eklemlenmekti. 1940’lı yıllarda zaten yarı yarı tasfiye edilmiş TKP de aynı göreve iştiyakla sarıldı. Zaten Türkiye de tek partili rejimi geride bırakıyor ve Amerika’nın güdümünde çok partili sisteme evriliyordu.

TKP, zaten büyük ölçüde tasfiye ettiği illegal örgütünü daha da kenara iterek yeni bir legal parti kurmaya girişti aceleyle. Şefik Hüsnü’nün başkanlığında Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi 1946 yılında kuruldu. TKP’nin dışında kalan diğer solcular da Adil Müsteacaplıoğlu’nun başkanlığında rakip bir sosyalist parti kurma yoluna gittiler. Ne var ki, her iki partinin ömrü de çok kısa oldu. Çok partili sisteme hazırlanan Türkiye’de komünist bir partiye henüz  yer yoktu. Kurulan legal partiler kısa sürede kapatıldılar ve yöneticileri hapse atılıp mahkûm edildiler. TKP ve genel olarak Türkiye solu, burjuva takipçisi sağ siyasetlerin bedelini bir kere daha pahalıya ödemişti.

Böylece 1950’lere gelmiş oluyoruz.

Gün Zileli

21 Nisan 2010

Özgür Üniversite/İstanbul