Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Solun Kırılgan Noktaları: Gelenekçilik ve Aşamacılık

İdeolojik Biçimlenme

Dün gece NTV’de Oğuz Haksever’in yönettiği, “Solda Kırılma” adlı bir tartışma programı vardı. Katılımcılar, İletişim-Birikim çevresini temsilen Ömer Laçiner; Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) başkanı Doğan Tarkan; “Sosyalist Gelecek” Hareketini temsilen Ertuğrul Kürkçü; Türkiye Komünist Partisi (TKP) Başkanı Erkan Baş ve Birgün Gazetesi adına İbrahim Aydın’dı.

Burada, reklam aralarıyla birlikte yaklaşık iki saat süren programı özetleyecek değilim. Yalnızca konuşmalarda ortaya çıkan iki ortak noktaya dikkat çekmekle yetineceğim.

Erkan Baş, konuşmasının hemen başında, kendisi her ne kadar orada bulunan konuşmacıların en genci olsa da, aslında solun en eski geleneğini temsil ettiğine vurgu yapmak gereğini hissetti. Doğrudan doğruya bu en eski geleneğin ne olduğunu belirtmediyse de anlayan anladı. Bu, Stalinist gelenekti. Milyonlarca cesedin üzerinde oturan ve bugün sosyalizmin ve solun içinde bulunduğu durumun en büyük sorumluluğunu taşıyan gelenek.

Doğan Tarkan da, Erkan Baş’ın bu sözleri üzerine, nispet yaparmış gibi, kendilerinin de çok eski bir geleneği, Marx, Engels, Lenin, Troçki geleneğini temsil ettiklerini iftiharla açıkladı. Tabii ki bu geleneğin, ne Stalin geleneği kadar cinayeti vardı, ne de sosyalizmin ve solun içinde bulunduğu durumdan Stalinizm kadar sorumlu tutulabilirdi ama o kadar iftihar edilecek bir şey de yoktu ortada. Lenin ve Troçki, Stalinist diktatörlüğün taşlarını kendi elleriyle döşemişlerdi ve kendi zamanlarında, gerek devrimin savunucusu Kronstadtlıları ezmeleriyle, gerekse, üretici güçleri geliştirme mantıklarının sonucu olarak işçi sınıfını fabrika köleleri haline getirmeleriyle devrime de sosyalizme de büyük zarar vermişlerdi.

Demek bu “gelenekçilik”, solun ortak paydasıymış, ben bunu daha iyi anladım dünkü tartışmadan. Hiçbir konuda anlaşamasalar da gelenekçilik noktasında ortak bir tutum sergilediler, her ne kadar gelenekleri farklı farklı olsa da.

Örneğin konuşmacılar arasında en çok umut vadeden ya da orada bulunanlardan kendime en yakın bulduğum Ertuğrul Kürkçü de, bana kalırsa pek de yeri değilken ve üstelik biraz zorlayarak, kendilerinin “Mahir Çayan geleneğinden” geldiğine vurgu yaptı. Yeri değildi, çünkü o anda tartışma konusu olan, emperyalizm ve ulusallık sorunuydu. Tartışma, Türkiye’deki sol geleneklerin emperyalizm ve ulusallık konusunda ne düşündükleri olsaydı, o zaman belki Mahir Çayan’ın emperyalizmi içsel bir olgu olarak gören bir görüşü olduğundan da söz edilebilirdi. Kaldı ki, Mahir Çayan’ın, evet böyle bir görüşü olmakla birlikte, ulusalcı ve Kemalist denecek bir hayli görüşü de vardır. Hatta Mahir’in yazılarının ve konuşmalarının tümü gözden geçirildiği zaman bu yönün, solun o zamanki genel eğilimine ve Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisine uygun olarak epey ağır bastığı bile söylenebilir. Öte yandan, Mahir Çayan’ın devrim uğruna ölüme giden tutumuna ne kadar saygı duyarsak duyalım, bu geleneğin solun yenilgisindeki payını küçümsemenin ve eleştiriden vareste tutmanın, hele artık bugün oldukça ağır bir sorumluluk olacağı düşüncesindeyim. Politik denge ve yarar uğruna belli geleneklerin üstüne çadır kurmak ne devrime, hatta ne de çadır sahiplerine yarar sağlayacaktır.

İbrahim Aydın da konuşmasının belli yerlerinde söyledikleriyle, solun gelenekçiliğini paylaştığını belli etti. Sanırım Ömer Laçiner’in, sosyalizmin sorunlarının irdelenmesi gerektiğine ilişkin sözlerine takılan İbrahim Aydın, “bunlar bizim için yeni şeyler değil” dedikten sonra, “kendi geleneklerinin” bu tür sorunları ta eskilerde (örneğin 1970’lerde) irdelediğini ve çok olumlu örnekler ortaya koyduğunu belirtmek gereğini duydu. Evet, Dev-Yol hareketinin, geleneksel çizgiden zaman zaman ayrılan orijinal örgütlenme deneyimleri olmuştur gerçekten. Ne var ki, bunu bir başkası değil de bizzat o geleneğin takipçilerinden olduğunu söyleyen birisi belirttiği zaman, bu, Oğuz Haksever’in ikide bir vermek zorunda kaldığı “reklam araları”ndan pek farklı bir etki yaratmıyor insanın üzerinde. Kaldı ki, Dev-Yol geleneğinin bu tür yenilikçi görüş ve uygulamaları olsa da, aynı gelenek, belki de bu avantajının dezavantaja dönüşmesiyle, 1980’li ve 1990’lı yıllarda bunalım içindeki sosyalizmin sorunlarını tartışmakta en yaya kalan geleneklerden biri olmuştur. Belki de Stalinizm virüsü bu geleneğe, diğerlerine göre daha az bulaştığı için, Stalin’i en az tartışan ve bu konuda en az fikir geliştiren hareket Dev-Yol olmuş ve dolayısıyla Dev-Yol geleneği belki de bu yüzden bugün, dinamizmden son derece uzak bir mahalle derneği görünümü vermeye başlamıştır.

Konuşmacılar içinde gelenekçilikten en uzak tutumu Ömer Laçiner sergiledi. Hatta, siyasi alandaki “evet”çiliğinin ona kazandırdığı liberalizm kamburuna rağmen, sorunların irdelenmesinin ve eleştirel olmanın gerekliliğine vurgu yapmasıyla, en azından ideolojik planda radikal bir görüntü verdi. Keşke bir ara o da bir gelenek telaşına kapılıp, “Marx geleneğine” dönmek gerekliliğinden söz etmeseydi.

Solu ya da solun belli kesimlerini temsilen NTV’ye gelmiş konuşmacıların bir diğer ortak noktası, çok farklı yönelimlere sahip olsalar da, aşamacılıkları ve dolayısıyla cephecilikleriydi. Aşamacılık, cepheciliğin temelini oluşturur. “Diyalektik materyalizm” bize (daha doğrusu solculara) maddenin değişik gelişme süreçleri içerdiğini öğretir. Bu gelişme süreçlerinin her biri bir aşama oluşturur. İşte maymun böyle aşamalardan geçerek insan olmuştur!

Her aşama, önümüze o aşamaya uygun müttefikler getirip bırakır. Çünkü o müttefikler de o aşamanın gerçekleşmesini istemektedirler. Bu yüzden, müttefikleri tespit etmek, hatta tarihte birçok örneğini gördüğümüz gibi, çoğunlukla onların yedek gücü oluvermek için aşamanın doğru tespit edilmesi çok çok önemlidir. Ne var ki, solda ve solcular arasında işte en büyük ayrılık bu aşamada ortaya çıkar: Aşama nedir, dolayısıyla müttefiklerimiz kimdir?

Erkan Baş’a göre, bugünkü aşamamız, emperyalizmin güdümünde kapitalizmi bölgesel olarak yeniden organize eden AKP’nin “Cumhuriyeti yıkma” programına karşı anti-emperyalist ve yurtsever bir mücadele yürütmektir. Bu durumda müttefikler de hemen kendini belli etmektedir. Her türden ulusalcı eğilim ve ulusalcı güç, bu aşamadaki müttefiklerdir.

Doğan Tarkan’a ve hatta Ömer Laçiner’e göre ise, bugünkü aşamamız, tam tersine, darbe peşinde koşan ve Kürtleri ezmeye çalışan (bu arada, Doğan Tarkan’ın Kürdistan’daki “öncü partisi”nin BDP olduğunu ve Doğan’ın, “partisinden” gelen talimat gereği Kürdistan’a münhasır olmak üzere “boykotçu”luk yaptığını öğrenmiş olduk, NTV sayesinde) darbeci askeri vesayet rejiminin tasfiyesidir ve bunun için, kiminle ittifak yapılması gerekiyorsa onunla yapılmalı, kime evet demek gerekiyorsa ona evet denmelidir. Doğan Tarkan, AKP’yi bu konuda yetersiz görmektedir ama demokrasi bağlamında AKP’yle de ittifaktan yanadır. Görüldüğü gibi, solun iki kesimi, Türkiye siyasi ve toplumsal hayatının birbirine taban tabana zıt (en azından siyasi planda şimdilik öyle görünüyor) iki egemen kesiminin müttefiki oluvermekte, onlardan birinin yedek gücü olmayı gönüllü olarak benimsemektedir. Müttefikler farklı olsa da, temeldeki aşamacı ve cepheci mantık aynıdır. Zaten bu, her ikisinin geleneğinde de vardır. İngiltere’deki Troçkist eğilimli Spartakist Grup, Londra’daki savaş karşıtı gösterilerde Irak ulusal bayrağı taşıyarak belki de bu iki zıt ucu şahsında birleştirmekteydi.

Solun ve sosyalistlerin aşamacılık merakını, Doğan Tarkan’a, “şecaat arzederken merdi Kıpti sirkatin söyler” sözlerini hatırlatacak bir şekilde karşı çıkan İbrahim Aydın da ortaya koydu. İbrahim Aydın, Doğan Tarkan ve Ömer Laçiner’in AKP’yi desteklemesini, bu kişilerin “AKP’nin burjuva demokratik devrimi yaptığını” sanmalarından kaynaklandığını belirtti. Böyle bir devrim türü ya da böyle bir aşama var mıydı? Elbette vardı, İbrahim Aydın’ın bundan kuşkusu yoktu, bu yüzden “burjuva demokratik devrim” kavramını üç dört kere vurgulayarak kullandı. Öyle ki, aslında bu vurgulardan, İbrahim Aydın’ın da “burjuva demokratik devrim” aşamasına inandığı sonucu çıkıyordu. Yani, eğer AKP, gerçekten “burjuva demokratik devrim” yapıyor olsaydı İbrahim Aydın da onu destekleyecekti. Ya da günün birinde gerçekten “burjuva demokratik devrim” yapan bir güç ortaya çıkarsa, İbrahim Aydın’ın o gücün desteklenmesine ve onunla cephe kurulmasına hiçbir itirazı olmayacaktı.

Bir de “bu sol birleşmez” der dururuz. İşte solun birliğinin “sağlam” temelleri: Gelenekçilik, aşamacılık, cephecilik.

Gün Zileli
26 Ekim 2010

94 Comments

  1. Zikrimce

    Programı ben de seyrettim. Erkan Baş’ın dakika 1 gol 1 sarfettiği sözcükler, daha doğrusu bu ‘genç’ yaştaki ‘genç’ zihnin düşünce yapısı kanımı dondurdu. Benim için muhafazakarlık kelimesi büyük iddialarla ortaya çıkıp kendini bu hallere düşüren insanların düştüğü durumdur. Ne olursan ol senin seçimin ama bu seçimleri ‘ben sizden başkayım’ kandırmacasıyla sunmaya çalışmak bana çok zavallıca geldi. Doğan Tarkan’ın orada boykot buraya gelince evet demesi de sadece kahkaha atma sebebidir. Eline sağlık hocam, hangi ara yazdın bu yazıyı bilmiyorum ama düşünüp de diyemediğim bi sürü şeyi yazmışsın. Sağol.

  2. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    “Milli Demokratik Devrim” olur da, neden “burjuva demokratik devrim” olmasın sayın Zileli. İzleyemedim, burada yeterince
    izleyeceğim kanısıyla…

  3. Gün Zileli

    “Milli demokratik devrim” de olmaz bence. Yani bunlar uydurulmuş sahte aşamalardır. Ya partinin burjuva müttefiklerinin yedek gücü olmasına (Türkiye’de TKP’nin Kemalist rejimin yedek gücü olması gibi) ya da burjuva müttefiklerinin partinin güdümüne girmesine (Çin’de ve Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi) hizmet eder.

  4. Ali H. Neccar

    Programı izlemedim ama makalenin incelenmesi sonucundsa bazı tespitlrtimi sizinle paylaşmak istiyorum.
    Lenin-Troçki_Stalin üçlüsünün sosyalist devrimi ezdiği konusunda hem fikirim.Ama sol içinde stalinzm’in (ve reel sosyalist denilen stalinist diktatörlükleri saymıyorum bile.) eleştirilmesi ve neredeyse tapınalacak hale getiilen ikli bir sarkaç ağırlıkta.Eleştirenler(Nefret edenler de diyebiliriz.)Birisi sosyalizmi red edilmesi diğeri de çağın gerisinde kalan dünyı algılama ve örgütlenme şaması.
    Bir üçüncü yolu açmak hem tarihi eleştirerek onu aşma gayreti çok zayıf.Marx’a dönüşü belki de bu bağlamda almak gerekir.Marx’ı,Luxemburg’u, Gramsci’yi,Hiferding’i o günün şartları ve günümüz şartlarını karşılaştırarak eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi gerekir.
    MDD -sosyalist devrim ilişkisi ya da aşamalı devrim 60’lı yıllardan bize gelen bir virüstür.Stalinizmin kötü armağınıdır.
    Burjuvazi günümüzde her zamankinden daha gerici ve saldırganken burjuva devrimi değil Sosyalist devrimi savunmak elzemdir.

  5. ZHIVAGO

    Vatanseverlere karşı, uzun yıllar Amerika’dan tertiplenmiş siyasal gündemi sözde sol veya sosyalist olarak tanımlayanların ne kadar solcu oldukları veya turuncu sol olduklarını ortaya çıkardığını tahmin etmekte zorlanmıyorum. tv’de izlemesem de, “sözde insan hakları” ve “liberal demokrasi” duyalılıklarını Türk Devrim tarihihin utancı olarak keşke izleme olasılığım olsaydı! Karşıdevrimcilerin mirascısı AKP ve Fettullahın söylemlerinden ileri gidemedikleri düşüncesindeyim. 68 Hareketinin ilerici, aydınlık devrimci birikiminin emperyalist güdümlü sol ile yurtsever-devrimci sol arasındaki bugünkü ayrışma, Sorosçu turuncu devrim bileşenlerine dönüşen bu çevre, ulusal bağımsızlık, AB, Kürtçülük, Kıbrıs, Kukla-ırak-devlet, İkiz Yasalar, Üniter Devlet üzerine de ahkam kesti mi ?

  6. Süleyman Arıoğlu

    Yazının son cümlesi solun hali pür melalini güzel özetlemiş bence. Bu aşama ve cephecilik meselesi, bir yanıyla, belki de özünde kendi başına bir kuvvet olamamak galiba. Kitleler ne zaman solun söyleminde değil de safında olur, yani siyasetin kendi adına öznesi olur; o zaman bu meseleler rayına oturur diye düşünüyorum.

  7. Ozan

    Sayın Zileli, neyi ne kadar bildiğin apaçık ortada aslında. Fakat yazdıklarına destek çıkan bir çok arkadaşın kokusu ne kadar da revizyonist farkında mısın?! Belki de farkına varamamışsındır çünkü revizyonizmin keskin kokusunu senden almak da çok zor değil. Doğan Tarkan, ”Marx, Engels, Lenin” geleneğinden geldiğini iftiharla açıklamış… Marx, Engels ve Lenin size göre stalinist ‘diktatörlüğün'(!) temellerini atmış ve hatta Bolşevik Parti size göre, ‘üretici güçleri geliştirme mantıklarının sonucu olarak işçi sınıfını fabrika köleleri haline getirmeleriyle devrime de sosyalizme de büyük zarar vermişler.’ … Öyle mi? Marx’ı, Engels’i ve Lenin’i sahiplenmiyor, büyük üstadları yeriyorsunuz… Siz kimi sahipleniyorsunuz? Sayın Zileli, gelenek meselesine değinmişken söylemeden edemeyeceğim. Erkan Baş’ın söz aldığında belirttiği gelenek sizin anladığınız gelenek değildir. Ne yazık ki yine yanlış bilgiler aktarıyorsunuz… Erkan Baş’ın sözünü ettiği gelenek, Gelenek Dergisi’dir. Gelenek Dergisi’nde, programda konuşulan ‘sosyalizmin yeniden ele alınışı, en baştan inşaası’ tartışmalarına değinilmiştir. Gelelim Ertuğrul Kürkçü’nün ‘Mahirler’e dayanan geleneği’ ile alakalı yazdıklarınıza… Demişsiniz ki, ‘Mahir Çayan geleneğinden geldiğine vurgu yaptı. Yeri değildi, çünkü o anda tartışma konusu olan, emperyalizm ve ulusallık sorunuydu. Tartışma, Türkiye’deki sol geleneklerin emperyalizm ve ulusallık konusunda ne düşündükleri olsaydı, o zaman belki Mahir Çayan’ın emperyalizmi içsel bir olgu olarak gören bir görüşü olduğundan da söz edilebilirdi.’ … Bilmiyorum farketmediniz mi Sayın Zileli, programda ‘sol gelenekler’ emperyalizmi ve ulusallık(!) sorununu ele almaktaydı… Benim asıl canımı acıtansa şudur arkadaşlar, sol içerisinde yurtseverlik bilinci ile enternasyonelist çizgiyi harmanlayan çevreler nasıl olur da yerden yere vurulur? Emperyalizmi bu topraklardan atmadan nasıl sosyalizme ulaşmak amacında oluyor kimi zihniyetler? Bu sağ ile ittifak kurmak mıdır Sayın Zileli? Emperyalist odaklarla mücadele etmek ve bu mücadeleyi halkların kardeşliği için yapmış olmak, ‘Bu ülkede Türkler ve Kürtler başta olmak üzere hangi etnik kökenden olursa olsun halklar kardeşçe yaşayabilir’ diyebilmek, bu kardeşliği baltalayanların emperyalistler olduğunu bir kez daha belirterek ‘Emperyalizme Karşı Yurtsever Cephe’ kapsamında sloganlar atmak ne zamandan beri sağ ile ittifak olmaktır Sayın Zileli? Bana bir tek devrimci süreç gösterin ki, emperyalist odaklara sesini yükseltmesin… Asıl olan budur, biz dünya komunist hareketini sahipleniyor ve bu ülkede hareketimizin savunusunu, ileri atılımını yüreğimizle yapıyoruz. Artık revizyonizme ve oportunizme göz açtırmak mümkün değildir… Son cümlemi sanıyorum ‘anlayan anladı’…

  8. g.k.

    Sorun Marks’ın üretici güçler teorisidir.Aşamacılık bu noktada başlıyor ve bugün devrimcilikten uzak düşen bir noktaya,Burjuvazi ile aynı zemin noktasına geliniyor.Ben biraz anarşist ve troçkist olarak üretici güçler teorisinin bugün geçerlliliğinin olmadığını düşünüyorum.Hele hele ekolojinin durumuda artık bir aşama fala değil biran önce sanayileşmenin ve ilerleme denilen şeyin yavaşlatılması geriletilmesi gerekliliği acil bir durum haline gelmiştir.

  9. Bosuna ugrasiyorsun Zileli

    Bunlar Kemalizm dininin Marx, Lenin, Stalin zikri çeken skolastik dervisleri, bunlardan anarsist de olmaz, devrimci de, hatta demokrat da, bunlar ancak kislada talim yapar, müslümanlara küfür ederler. Her provokasyona da ellerinde tuz kosa kosa giderler.

  10. m.alişér

    marxist-leninist sol adına konuşanlar bize “günümüzde emperyalizm” denince ne anladıklarını da izah etseler ya…

  11. Bardamu

    Kendine Marksist deyince Marksist olmuyorsun, kaldı ki, Marksist olmak da gerekmiyor, Marks, Marksist olmadığını söylemişti. Şunu söylemek istiyorum, meseleyi kavrayışınız çokça dillendirdiğiniz gibi Marksist değil bir kere. Böyle komplovari izahlarla, jeopolitik yorumlarla, vatanseverlik-vatansevmezlik nitelemeleriyle; görüşlerine katılmasam da akşamki programda Ömer Laçiner’in doğru olarak işaret ettiği yere düşersiniz. Düşüyorsunuz da… O, milliyetçilerin, dincilerin, faşistlerin böyle izah ettiklerini ancak sosyalistlerin izah tarzının bu olamayacağını doğru olarak söylemişti. Orduya açıktan methiyeler düzerek, ittifak arayarak mı emperyalizme karşı olunuyor! Hem de NATO ordusu ve hatta NATO’nun ikinci büyük ordusu. Vatanseverlik, ulusal bağımsızlık, üniter devleti savunmayı sol sanan kafası bulanıklar, hatta doğru ifadesiyle Aydınlıkçı faşistler bir de geriye kalanları “Sorosçu”, “turuncu devrimci” vs. diye suçluyor.

    TKP’li olanı da Marks’ı, Engels’i, Lenin’i eleştirilmez ilan ediyor. Gün Zileli’ye de senin putun kim diye soruyor. Marks, bu gibiler yüzünden kendisinin Marksist olmadığını söylemiş zaten. “Revizyonizmmiş de oportünizmmiş de” bilmem ne. Revizyonizm olunca ne oluyormuş? Senin Stalinist imanın dincilerin Kuran’ı gibi bir şey her halde. Onun sosyalizm falan olmadığı bir yana… Geçerli olduğu dönemde bile ne kadar karşı devrimci bir strateji olduğu bir yana bir de dincilerin Kuran’ı gibi dünya durdukça geçerli ilan etmiyorlar mı!..

    Kemalizmin anti-emperyalizmi gibi bunlarınki de. Emperyalizmi, emperyalizm ile işbirliği yaparak tasfiye edecekler… Umarım saflığınızdandır. Kürt düşmanlığı, ordu şakşakçılığı yap ondan sonra da “halkların kardeşliği” de. “Yurtseverlik bilinci ile enternasyonalist çizginin harmanlaması” da bu olsa gerek.

  12. anton

    Ntvdeki programı ben de başından itibaren olmasa da izledim ama Ertuğrul Kürkçü dışında pek de mantıklı konuşan birini görmedim. Ömer Laçiner’in tabandan gelen hareket bahsi de oldukça ilginçti. Birikim’i 2 sene öncesine kadar takip ederdim. Dergide hakim atmosfer genelde bu ‘tabandan gelen hareketler’le bezeli bir ‘marx’a dönüş’ çerçevesindedir. Ama yıllar yılı Birikim çevresinin o tabana bir türlü ulaşamaması (bana göre bunu denememiştir bile) en hafif tabirle ironik değil midir?

    Programda TKPli şahsın başta tepki çeken konuşmasını da kaçırdım ama yurtsever cephe hadisesinin varabileceği yer ve gidişatı bellidir. Ancak Doğan Tarkan’ın Türkçü, nasyonel sosyalist gibi laf çarpma çabaları hoş muydu? (sol.org adlı tkp sitesine bakınca bu yakıştırmalara oldukça yaklaşan yorumlar görüyorum ama TKP ‘henüz’ İP olmadı ve bu tür yaklaşımlar onları oraya itmekten başka bir sonuç verebilir mi?)

    Marx, Lenin, Troçki, Stalin konusunda da soldan ne istendiğini anlamış değilim. Marx’ı reddeden bir sol heryerde mevcut ama kimse Tony Blair’i beğenmiyor. Chp Ecevit döneminde devrim mi yaptı? Elbette mesele tartışmaysa Marx’tan günümüze bu yapılmış ve devam eden bir süreç. Marx’ı dogmalaştıranlar da var tabii. Ama Marx’ı sürekli eleştirmekten bahsedenlerin de şimdilerde neler yaptığı ortada. Marksizm eleştirilerek terkedilebilir ancak ‘sol’ siyaset çabası da bu yolla terk edilmiş olabiliyor çoğu zaman bunu unutmayın.

    Solun kitleselleşmesine gelirsek bunun tüm sorumluluğu marksizmde midir? Anarşist damarın etkisizliği neye bağlanacak o zaman? Derdim “sidik yarışı” değil ancak Marx’ı ve Marksizmi eleştirenlerin yerine ne koydukları veya koyamadıkları aşikar değil midir? Reel sosyalist deneyimlerin başarısızlığı Sovyet karşıtı solu da bitirmişti, acaba neden? Marksizm ve nefret ettiğiniz diyalektik yöntem bence bu tarihi okumak için iyi bir araçtır. Dünyaya bu gözlüklerle bakan insanlara muhafazakar demek toptancı olduğu gibi kendi içinde de ‘muhafazakar’lık nüveleri taşıyan bir yorum olacaktır.

    Marx’ın yeniden tartışılması ve hataların, yanlışların ifşası olağan ve işlemekte olan bir süreç. İyi, güzel ama ortada pratik namına pek birşey yok.

  13. ayşegül

    Cok TKP’lı tanıdım. Efendi adamlardır efendi!!!

  14. deli

    doğan tarkan geçenlerde boykotçu sungur savran’a “boykot hayır demektir” diyordu. bu liberal trotskistlerdeki şizofreni acayip bir aşamaya varmış anlaşılan. bir de akp’nin dış politikasını övmeler filan. bakanlıkta bir koltuk verilsin bu abiye.

    anton’un dediği gibi tkp o yolda ilerlese de henüz ip olmadı; tarkan’ın “türksever, nasyonal sosyalist, ulusalcı” sıfatları kavga çıkarmaya yönelikti. tkp’nin papağanı erkan iyi dayandı. ancak kemal okuyan öyle bir hegemonya kurmuş ki tkp’de, onun tezlerinden başka hiçbir şey karşılık bulmuyor. bu tabii monolitik parti denen ucubenin de bir sonucu. işte böyle genç bir başkan var ama inanılmaz sığ ve bağnaz. partisinin özeti resmen.

    ertuğrul kürkçü’nün referandum öncesindeki açıklamaları gayet olumluydu. kendisi programdaki en yaşlı insan olmasına rağmen en akil ve sol adına umut duyulası adamdı. ömer laçiner’e ise değinmeye bile gerek yok. soldan istifasını vereli yıllar oluyor.

  15. gerçek bir proleter emekçi

    öncelikle çok açıkça şunu söyleyebilirim o günkü programa katılanların hiçbirisi samimi değillerdir .bir işçi olarak zamanımız kalırsa haklar ve özgürlükler mücadelesine katkıda bulunmaya çalışıyorum.tkp ödp dsip sosyalist gelecek ve birikim çevresi ki somut olarak ödp ve tkp dışındakilerin hiçbir etikisi yoktur sadece aydın demojkrat ilerici bir çevredirler çok olmamakla birlikte entelektüel aydın olabiliyorlar.birikim yıllar yılı devrim ve sosyalizm adına çok konuştu çok akıl verdi ama ben hiçbir somut bişeylerini görmedim gören varsa söylesin aynı şey dsip ve sosyalist gelecek içinde geçerli(ekmek ve gül hareketi ,haluk yurtsever eski mayacı bir grup ve ertrul kürkçünün başını çektiği seh ) çok grup gözüküyor ama ben hiçbir zaman hiçbir yerde bişey yaptıklarını görmedim bu 3 ü işçilerden ve en gene anlamda yoksullardan ezilenlerden çok çok uzaktalar ki hiçbir yaşam şekilleride bize benzemiyor.sokaklarımız bile farksız.bol bol teori ama pratik sıfır .onlar için sadece kardeşim bana teori anlatma biz zaten biliyoz sömürüldüğümüzü sen devrimcisen bişeyler yapardın ki bunlarda sosyalizm ve devrim üzerinden oluşmuş bir bürokratik bir kesim olmuş gitmişler.önce bir sömürüyü gelin bizle yaşayın ondan sonra konuşun ahkam kesin.o yüzden gerçek anlamıyla tam bir proleter emekçi (tersane ve atelye işçisiyim) olarak sizden bıktım ve yok olumanız devrime sola ve ve sosyalizme en büyük katkıyı sunacaktır.gelgelelim ödp ve tkp ki bularda diğerlerine nazaran biraz daha sayıca varlar ama onlarda bu devletin çizdiği sınırlar dışına bugüne kadar çıkmamıştır ki çıkmışsada ben görmedim varsa söylesin birileri.ki devletin icazeti dışına çıkmaı akıllarına bile getiremeyecek kadar korkaklardır.parti işleyişleri partililerinin yaşam biçimleri insan ilişkileri emekçilere kısaca bu halka yabancıdır sanırsınız onlar gökten zembille inmiş herşeyi biliyor.halk cahil aptal saf .ulan üreten biziz biz biz yönetmeyide biliriz.ki ne zeki akıllı insanlar var bu çalışma sahalarında .insan bazen şaşıyor en saf dediğiniz bile işle ilgili ya da yaşamla ilgili nasıl tespitler yapıyor şaşırırsınız.ki işçinin çalışanın zamanı kalmıyor ki akşam eve zor atıoz kendimiz 2 saat kalıyor kadın mı çocuk mu tv mi yemek mi dinlenme mi siyaset mi gezmek mi çoğu olmuyor zaten biri olunca öteki olmuyor zamanımız yok kardeşim.ki etrafımızdada öyle solcu işçi fazla yok hep faşizmin ve şeriatçıların tabanı olmuş.ancak kendimi onlardan afrklı baktığımızı bile zor anlatıyoruz .bıraktım bilgi vermeyi tartışma bile zor .öyle kolay değil bi kere söylim bunu(çoğu kendini solcu devrimci sosyalist ve hatta komünist diyenler sanıyor bir afiş sloganla işçiler size gelecek.çok beklersiniz gelin bir kere çalışın sömürüyü görün adam görsün seni tanısın onunla beraber ezildiğini görsün ondan sonra dinlesin seni tartışsın o da işçiye kendini sevdirirsen .o dakolay değil .teorizm işçi sahasında biter kardeşim bunu anlayın artık.işçinin dili çok farklı kolay değil anlatmak onun anlayacağı dili kullanmak gereki …..) …
    çok uzatmadan benşunu bilirim şunu söylerim tarih boyu egemenlere zalimlere ve onların devletlerinin çıkarına aykırı davrana ve halkı bu yönde etkileyip örgütlemeye çalışıp hak arama mücadelesine girmişse egemenler ve devletleri tarafından en zorba şekillerle susturulmuşlardır.ki bu 5 grup ve ülkemizde ki bir çok grupta değil bence kendin çal kendin oyna tırnak içinde aydıncık çevresi bunlara kimse arışmıyor ne öldürülüyorlar ne zindanlara atılıyorlar ne dayak ne bilmem ne ya kardeşim bu egemenle ve devlet mi aptal size karışmıyor ya da siz bu egemenlere ve devletlerine karşı bişey yapmıyorsunuz.bence bi bok yapmıyorsunuz.üretim alanında çok kullanırız hiçkimse senin e kadar iyi konuştığunha bakmaz ya da kaşın gözün güzelliğine yaptığın işi bakar eee burda pratikte bişey yksa daha ne diyim ben bu tv ye katılmış aydıncıklara …
    gün zileli hocaya söyliyeyim abi tamam iyi herşeyi sorgulayalım marksın bile eksiği göremediği yanlışı olabilir ama marskizm bir dogma değildir ki zaten bir klavuzdur dimi yane bizde somut durum neyse ona göre hareket etmeliyiz< ama şunu biilmemenize imkan yok o kadar kitap yazıp çizip tartışıyorsunuz ama ne işçilerin ne bu halkın byük çoğunluğub u kendine sosyalist diyenler varya aralarındaki ve aranızdaki tartışmadan habersiz .halka yabancısınız o yüzden haklı ve gerçek doğru yolu kim bulursa bulsun hiçbirşeye yaramayacaktır.ölümden sonra ancak çok araştırma düşkünü birileri okursa ki çok çok azdır onlar ancak fikirlerinizi öğrenecek.o yüzen örgütlü bir yapı olmadan halkın içinnde olmadan taksim beyoğlu kadıköy maltepe kartal şişli civarından çıkılmadıkça hiç bir bok değişmez bunu söylim kısaca .50 yıldır varsınız bakın ne kadar işçileri halkı tanıyorsunuz yok km bana tuzla tersanesindeki 10 işçinin ismini verebilir kim bana gebze organize sanayinde 20 işçi adı verebilir kim bana dudullu sanayi sitesindeki işçilerden 10 isim söyleyebilir kim bana ikitelli esenyurttaki konfeksiyon işçilerinden 10 tane kadın ismi söyleyebilir kim bana ümraniyedeki pendikteki bağcılardaki esenlerdeki inşaat işçilerinden bahsedebilir ve 10 taneyi bıraktım 5 tane ism bilen var mı bu o kadar kendine devrimci sosyalist komünist diyen örgütler partiler ve aydınlar söylesinde görelim bakalım ne kadar gerçekten aydınlar .aslında işçiler halk bilgisizlikten aydın değil entelektüel değil ama devrim ve sosyalizm için mücadele ettiğini söyleyenler ise bile bile bilgili cahiller ve ne aydınlar bence ne de entelektüel aydınlar …
    bırakın şucu bucu tartışmatı işçi sınıfı ve halkın bundan haberi bile yok sizleri tanımıyor bile kardeşim oturun adam gibi tartışın konuşun en kısa en doğru yolu bulup işçileri ve jhalkı bilgilendirin örgütlenmelerine öncülü yapın ondan sonra kenara çekili zaten işçi sını bir örgütlense aydın takımına devrimci takımınada gerek kalmayacak kendi ö işçi devrimci öncülerini kendi örgütlerini ortaya kesinlikle çıkaracaktır.bari ya adam gibi bişey yapılsın ya daişçiler ve halk elbet kendi aralarında bu işe kendi akıl ve mantıklarıyla çok hızlı olmasada bir çare bulurlar ne deolsa bizim kurtuluumuz ancak bizimle olur ezilen sömürülen bensem bizsek bunu ancak içten samimi ancak ve ancak ben isterim .tuzu kurular sadece duygusal bakarlar ama engelsinde dediği gibi bir işçi patron gibi bir patrnda işçi gibi düşünemez.o yüzden sömürü çarkında olmayanlar bizler kadar kurtulmak isteyemezler tam anlamıyla acılarımız hissedeeömzler çünkü onlar yani sizler bizimle beraber değilsiniz tam anlamıyla diyalektik materyalizm böyle demiyor mu …
    tarihsel sorumluluğunun farkında olsun artık bu solcular devrimciler aydınlar kendilerine ne diyorlarsa artık ya tarihsel misyonunuzu yerine getirin bir dönem için çünkü gerisini işçi sınıfı yapacaktır ya da lütfen ne olur insanlık namına gidin bizlerin üzerinden bir sınıf atlayarak sırtımızdan smömürerek yükselmeyin popilist olmayın hava atmayın….
    ya görevinizi entelektüel aydın gibi yapın ya dayok olun bu da son sözümdür …
    sömürülmediğim ezilmediğim horlanmadığım çok çalışmadığım gezmek eğlenmek düşünmenin olduğu bir yaşam umuduytla eyvallah ………….

  16. En güzel öneri: Yok olun

    Isçi arkadas en güzel öneriyi yapmis: Yok olun. Katilmadigim bir nokta var: Onlar zaten yoktu. O….’dan teyyare, selam söylen o yare.

  17. anton

    ‘gerçek bir proleter emekçi’ iyi söylemiş. artık bize orta sınıf entelektüel aydın falan değil de sınıfın içinden organik aydınlar lazım sanki.

  18. Anonim

    gerçek bir proleter emekçi arkadasa katılıorum. tabı bı sartla;
    hıcbır sendıkaya baglı olmayacaksınız, hıcbır burokratı tanımayacaksınız,yoneten de yonetılen de sız olacaksınız, emek uretım teorısı basta olmak uzere butun teorılerı pratıge gecıreceksınız. ıste esas tartısılacak konu budur. bız gencler
    varız, ya sız proleterler (gun agabey gıbı) suyun akıs ıstıkametının
    tersıne kurek cekmeye hazır ve orgutlu musunuz?

  19. ayşegül

    ozur dılerım ısım vermeı unutmusun ıste.
    gerçek bir proleter emekçi arkadasa katılıorum. tabı bı sartla;
    hıcbır sendıkaya baglı olmayacaksınız, hıcbır burokratı tanımayacaksınız,yoneten de yonetılen de sız olacaksınız, emek uretım teorısı basta olmak uzere butun teorılerı pratıge gecıreceksınız. ıste esas tartısılacak konu budur. bız gencler
    varız, ya sız proleterler (gun agabey gıbı) suyun akıs ıstıkametının tersıne kurek cekmeye hazır ve orgutlu musunuz?

  20. anton

    ayşegül, işçilere bunu göze alabilecek misiniz diye sormuşsun ama mesele bu değil bence. işçiler toplu işten çıkarma vesaire gibi kendileri için hayati önem taşıyan durumlara düşerek zaten etkili/etkisiz grev iş bırakma gibi eylemlere girişirler. bu işçiliğin zaten tanımında var. mesele işçi sınıfını radikalleştirebilecek kadar basiretli devrimcilerin sayısı (tabii bir de niteliği). devrimci sıfatını haketmek kolay değil vesselam.

  21. ayşegül

    haklısınız anton, artı, zamanı geldıgınde sartları lehıne cevırecek
    adam gıbı -lıder- “lıderler” bılıncı, yanı toplam proloter lıderlerı,
    esıttır anarsıst bılınc!!

  22. En büyük marksist Paul öldü

    Marx dahil diger tüm ünlü marksistlerin aksine kehanetleri daima dogru çikan ahtapot Paul yasama veda etmistir. Anisi önünde saygi ile egiliriz.

  23. anton

    Komedyenler şükür ki yaşıyor…

  24. Soguk savas bitti, ihtiyarlar farkinda degil

    Ilkokul çocuklari bile soguk savasin bittigini anladi, bir tek bu solcu geri zekalilar anlamadi. Gelenekçilik de, cephecilik de, asamacilik da özünde S.B.’nin önce “tek ülkede sosyalizmin savunulmasi”, daha sonra “sosyalist kampin emperyalist saldirganliga karsi savunulmasi ” politikalarinin bir devami idi. Bugün S.B. yok, sosyalist kamp da yok, soguk savas da, ama beyefendiler “bizim oglan bina okur, döner, döner yine okur ” hesabi hep ayni seyleri söylüyorlar, tipki gençliklerinde yaptiklari islerle övünmekten kendini alamayan ihtiyarlar gibi. Aslinda gibisi fazla, hepsi ihtiyar, birsey yapmaya da niyetleri de yok, eski savas hikayelerine takilip kalmislar. Neyse fazla yipratmayalim, saygisizlik olur.

  25. Anonim

    gün zileli’nin neyi eleştirdiğini anlayamadım. eleştiri bir sonuca varmayınca ve vardığı sonucu anlamlı kılacak çözümü üretmeyince anlamsız kalıyor.
    belki yazının sadece sorunu anlatmak için yazıldığı söylenebilir(programda konuşan sol geleneklerin temsilcilerinin kısır kalan ve tatmin etmeyen tartışmasını ifade etmek için sorun diyorum) ancak, ben yine de programın içeriği hakkında fikir sahibi olunduğu varsayılarak yazılmış olan böyle bir yazıda, o aşamaların kısa kesilip, “öneri şu olmalıdır” denilmesinin anlamlı olacağını düşünüyorum.
    ertuğrul kürkçü’nün işaret ettiği noktadan çok, iyiniyeti ile “en iyi” konuşmayı yapan ollarak görüldüğü açık. bunun dışında, elle tutulur, somut hiçbir noktaya işaret etmedi. bir “açık kapılardan birbirimize ulaşalım” ya da “hadi, öpüşüp barışalım” tavrı vardı sadece. herhalde bize sempatik gelen bu oldu.
    aynı tavrı tersinden gün zileli’nin yazısında da görmek mümkün. burada da “durum vahim, hadi dağılalım” tavrı var.
    dolayısıyla kürkçü ile üslup aynı aslında. “eee?” diye sormadan edemiyor insan.
    halbuki, ihtiyaç duyduğumuz tartışmalar bunlar değil. “gerçekten “eee?” o zaman öneri ne? buna dair somut bir şeyler görmek istiyoruz. bu somut gerçekliği, pratikte oradaki siyasetlerin temsilcilerinden eksikli, gedikli görüyoruz en azından. (dsip’i bunun içine katamıyorum bile, öyle çelişkiliydi ki doğan tarkan. yakaladığımız çelişkilerle kafamızı daha da karıştırmaktan başka işe yaramadı. türkiye emperyalisttir, çünkü g20 üyesidir’e varan bir indirgemecilikle üstelik. halbuki, aynı siyaset “g2o’de türkiye ve benzeri bazı ülkelere söz hakkı yoktur, onlar ülkelerine döner,denileni uygular” diyor resmi sitesinde. referandum saçmalığı ayrı bir komediydi. sanki seçimdi bu,yerele özel tavır alabilecek, doğuda boykotçuymuş, komik) bu pratikte çeşitli sorunlar sıralamak mümkün, ama sorunları aşma çabasını sadece pratikte gözlemleyebiliriz. gerisi yine laf salatası oluyor. bu çabayı peki, kim gösteriyor?
    gerçek bir proleter emekçi’nin parmak bastığı ihtiyacı kastediyorum. onunla buluşma kaygısı taşımadan, sayfalarca kitaplar yazılabilir. bunları da akademide falan okuyacak biri bulunur elbet. yolu açarsınız da, yolu alacak olan emekçiye bunca uzaksanız, programda eleştirilen siyasetlerin temsilcilerinden farksızsınız. farksızız. sen, ben, o, hepimiz.

  26. eski aydinlikcilar

    solun yenilmesinde cayanin rolu varmis. donemi tarihsellestirmeyen, tarihsel materyalizmle yollarini ayirmis eski aydinlikcilar donemin devrimcilerini yeriyorlar; zileli yenilgiden sorumlu tutuyor.yahu,petrol krizi sonrasi, neo-liberal projeyi yururluluge sokmak icin butun dunyada darbeler yapilmadi mi, arjantin’de, sili’de onbinlerce insan kaybolmadi mi, olmedi mi? olenler, kaybolanlar mi sorumlu yenilgiden. el insaf! cayan gelenegi degil mi stalinizme mesafe koyup, taban siyaseti yapan, tabanla beraber mahalle orgutlenmesi ve dogrudan demokrasi siyaseti yapan. marx’a deginmese daha iyi olacakmis. yahu, kapitalizmin karlarin dusme egiliminin sonucu olan yayilma stratejisinin bir yolu darbeyi nasil acikliyor anarsist zileli. ceberrut devlet ezberiyle mi? bakin dunyada boyle sekter anarsist, marksist kalmiyor. ilginizi ceker belki: http://www.transformativestudies.org/publications/theory-in-action-the-journal-of-tsi/current-issue/

  27. ne varsa DİNAZOR larda var

    Soğuk savaş bııtı mı a benim akıllı çocuğum..
    Her daim içindesin de haberin mi yok …

  28. Ersen Olgaç

    Gün Ertuğrul’un Mahir Çayan geleneğinden geldiğini dile getirmesini pek uygun bulmadığını söylüyor. Ancak tartışmanın milliyetçi katılımcılarından TKP’linin sürekli geçmişin geleneklerinin temsilcisi olduğunu vurgulaması karşısında Ertuğrul da o geçmişteki devrimci gelenek olarak Mahir Çayan geleneğinden geldiğini vurguladı. Bence bunda yadırganacak hiçbir şey yoktur.
    Ayrıca Mahir’in kimi Kemalist ve milliyetçi söylemleri konusuna gelince:
    Evet bu retorik olarak doğrudur ancak o dönemde emperyalizm lafını ağzınıza aldığınızda Moskovacı Komünist suçlaması ile devlet ve faşistlerin saldırısına maruz kalıyordunuz. Bugünkü anti-emperyalizm söylemi CHP’den MHP’ye kadar tüm azılı şövenistlerin baş sloganıdır. Bunu sosyalizm adına yapanlar da bu cephenin takipçisidir. Sadece iki dönem arasındaki söylem paralelliği fazla birşey ifade etmiyor. Birincide devrimci ikincide karşı-devrimci bir işlev görüyor. Bence Gün bu konuya bir açıklık getirse iyi olur. Konuyla ilgilenenler benim 68’le ilgili yaptığım bir değerlendirmeye şu bağlantıdan ulaşabilirler.
    http://www.68liler.org.tr/yazi_ersenolgac.htm
    Ersen Olgaç

  29. Gün Zileli

    Ersen, ben Ertuğrul’un hangi gelenekten geldiğini söylemesini uygun bulmamış değilim, sadece konu bu değilken bundan bahsetmesinden söz etmiştim. Öte yandan, o dönemle bu dönem karşılaştırmasında haklılık payın var ama bu durum, o dönemde de solun Kemalizme övgüler düzmesini ve “ikinci kurtuluş savaşı” gibi saçmalıkları gündeme getirmesini gerektirmezdi. 12 Mart döneminde, THKP-C’nin, Mahir’in de sanıklarından olduğu davasının savunması bu açıdan ibretliktir. O dönem bu Kemalizm savunuculuğunu yaran soldan tek kişi İbrahim Kaypakkaya’dır.

  30. marksist

    Şu paragraf Zileli’nin siyasi ufku hakkında yeterince bilgi veriyor:

    “Konuşmacılar içinde gelenekçilikten en uzak tutumu Ömer Laçiner sergiledi. Hatta, siyasi alandaki “evet”çiliğinin ona kazandırdığı liberalizm kamburuna rağmen, sorunların irdelenmesinin ve eleştirel olmanın gerekliliğine vurgu yapmasıyla, en azından ideolojik planda radikal bir görüntü verdi. Keşke bir ara o da bir gelenek telaşına kapılıp, “Marx geleneğine” dönmek gerekliliğinden söz etmeseydi.”

    Zileli kendisini anarşist olarak tanımlar. Daha önc yazmıştım bütün anarşiştler özünde liberaldir. bir insan anarşist olduktan sonra iki şey yapabilir ya zaman içinde liberal olur ya da zamanla bu işleri bırakır. Zileli’nin kendisine Ömer Laçiner’i yakın hissetmesi bir tesadüf değil. Zileli bir Marksizm karşıtıdır, hatta işi öyle bir boyuta taşımaktadır ki; Ömer Laçiner gibi bir liberalin iş olsun diye döylediği “Marx’a dönmek” lafı bile onu tiksindirmektedir. Zileli’ye göre solun yaşadığı krizin baş müsebbimi Marx, Engels, Lenin, Troçki’dir. Eğer o bunlardan kurtulursa kendi anarşist ütopyasını gerçekleştireceğine inanmaktadır. Zavallı böyle bir hayal dünyasında yaşamaktadır.

  31. Hurşit

    Bravo, nasıl da yakalamış düşünce polisi, hem de insanın gelecekte ne olacağını da bilen bir şekilde. Ben ikna oldum, kimse geçmişiyle, bugünüyle ve hatta geleceğiyle düşünce polisinin uyanıklığından kaçabileceği gibi ham hayallere kaptırmamalıdır kendini.

  32. Anonim

    bir insan stalinist olduktan sonra iki şey yapabilir ya zaman içinde faşist olur ya da zamanla bu işleri bırakır

  33. alakasız bir şeyler

    sevgili anton
    ulus-devlet sosyalizmi düşünen, ve anti-emperyalist mücadele veren bütün gruplar İp tir. çünkü ip onların ulaşacakları üst noktadır. anti kapitalist olunur anti emperyalist değil, emperyalizm kapitalizmdir. ancak anti emperyalizm milliyetçilik yapmaktır. yabancı sermayeye hayır, yabancı emekçinin durumu beni ilgilendirmez demek milliyetçilik değil midir. o yüzden “anti emperyalistler” cephecilik anlayışı içinde mhp ye daha yakın olurlar, kapitalist akpdense…
    tkp ise iptir, hemde aynen… sadece ip direk olarak gericiliğe karşı ordu-millet elele sosyalizme yaptı, tkp buna yetişemedi, ama fırsat bulsaydı kaçırmazdı diye düşünmekteyim.

  34. kimdi giden kimdi kalan

    marksist leninist gelenek zaten hep ulusalcıydı. lenin, stalin, mao, enver hoca, castro, deniz, mahir, etc hepsi ulusalcıdır.

  35. epr

    Marksist ve anarşistlerin ortak hareket edebilirliği üzerine örnek bir internet sitesini göndermiş olan “eski aydınlıkçı”,

    Bu oldukça tuhaf ve ne olduğu belli olmayan bir noktaya işaret etmek olmuş… Çünkü bahsettiğin düşünsel ve pratik taraftarlık akımları tek parça değiller yani kendi içlerinde de oldukça farklı farklı ayrımları mevcut. Burada üçüncü cephe gibi, güncel “somut koşulların somut tahlili” ve ardındanda haydi birleşip kaynaşalım gibi bir çağrışım seziyorum…

    Kiminle, neden, ne için, nasıl, nerede? Bu sorular beraberinde zorunlu olarak gelecek ve beraber olamayacak kaçınılmaz durumlar var -determinist bir biçimde söylemiyorum-. Sendikalist biriyle, sendikanın mevcut sistemi de meşrulaştıran niteliğinin yıkılmasını sağlamaya çalışan bırak marksisti, anarşist akımlar bile yanyana gelemezler, ulaşılacak bir nokta için(altyapısı belli yaşam biçimi), o kurulmaya çalışılan ideolojik programatik ile. Kaldı ki, bir programatiğe bağlanmanın kendisi hiyerarşidir.

    Wobblies and Zapatistas: Conversations on Anarchism, Marxism and Radical History

    örnek verdiğin kitaplardan birini karıştırıyordum zaten ama çok tuhaf ki, kitabın editörlerinden anarşit olanı, yugoslavya bölünmesi sürecinde ayrıldığı topraklardan gittiği abd’de, o ayrılık sürecinin çatışmacı, kaotik ve “hesapsız yıkıcı” pratiklerine, katliamlara en azından kendi deneyimlerine ve kendince varoluş nedenlerine dair yazdığı pek birşey yok. Yazması kesin gerekli mi? Değil, ama yazmamasının da bir nedeni olmalı değil mi? Ya da bir hayalkırıklığı bir his, bir deneyim?

    Ortada görünen ama dillendirilmeyen, ki bu ciddi bir sorun: 200 yılı aşkın ezberlerin sorgulanmadan hemen her fraksiyonda ezberlenerek taraftarlık üzerinden bir ilişki geliştirilmesi mevcut.

    Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, bağımsızlık gibi değerlerin hala yüceltilmesi ne tuhaf…

    Faşist ve alçak birisi olmasına rağmen bu bağımsızlık ilüzyonunun geçersizliğini açıkeden ve bunu söyleyerek, kendince kurulan karşılıklı bağımlılık temelli evrenselleştirilmeye çalışılan ahlaki ve sistemik kodlara destek veren isim Bush’tu…

    vs vs vs…

    Güç peşindeyim, düş peşime çağrıları dolanıyor etrafta.

    Başka bir sesi duyabiliyormusunuz?

  36. Hurşit

    Fazlasıyla toptancı bir görüş ve üstelik bir kavram kargaşalığının ürünü. “ulusalcılık” denen şey, Türkiye’nin özgün koşullarında son 10-12 yılda ortaya çıkan bir durumdur. Ulusalcılıkla eskiden olup bitenler arasında benzerlikler kurulabilir ama adı geçen kişilere “ulusalcı” demek, İsa’nın Müslüman olduğunu ileri sürmek kadar gariptir. Bu AKP’li arkadaş hep yapıyor bu toptancılığı. Acaba kendisi toptancılık mı yapıyor:) Marksist-Leninist hareketin ulusal konuda milliyetçiliğe cevaz veren eğilimleri olmuştur ya da M-L partiler iktidar dönemlerinde ulus-devletçi, milliyetçi politikalar izlemişlerdir. Bunu söylemek makul olabilir sadece.

  37. siz nerede yaşıyorsunuz kuzum?

    İsa’nın Müslüman olduğunu ileri sürmek kadar gariptir.

  38. ip ne diyor

    Amerika’nın Ortadoğu üzerine politika üretmek için çalışan kuruluşlarından Washington Enstitüsü’nün çalışanlarından Soner Çağaptay’ın 5 Eylül tarihli Cumhuriyet gazetesinde bir makalesi yayınlandı.

    Çağaptay’ın bu makalesinde dile getirilen görüşler, CHP tarafından son beş aylık süreçte savunulmuştur ve uygulanmıştır.

    Çağaptay, Kemalizmin ne olduğunu bilmektedir. Önerdiği programın Kemalizmle bir ilgisinin olmadığının da farkındadır.

    CHP lafta da olsa Kemalizmden vazgeçmeyecektir. Hatta bırakın vazgeçmeyi, içi boşaltılmış, değiştirilmiş bir Kemalizme, Mustafa Kemal düşmanlarının da ihtiyacı vardır. Çünkü bütün karşı saldırılara rağmen Mustafa Kemal hala Türk milleti açısından rakipsiz önder durumundadır.

    O halde Kemalizmi değiştirerek, Amerika’nın, Avrupa’nın çıkarlarına uygun hale getirmek gerekir.

    Soner Çağaptay bu operasyonu, “Kemalizmin evrimini sağlamak” olarak ifade ediyor.

    Evrim geçirmiş olan Kemalizm, “Yeni Kemalizm” olacaktır.

    DEĞİŞİME “EVET” DİYEN CHP

    Soner Çağaptay’a göre AKP değişimi savunan bir Parti. CHP ise bütün değişimlere karşı çıkan ve sürekli “Hayır” diyen bir Parti görünümünde. Böyle olunca CHP sürekli olarak kaybetmektedir.

    “AKP, Türkiye’yi muhafazakâr sosyal değerlerle şekillendirip, dış politikada ülkeyi Transatlantik topluluğunun dışında tutma konusunda çok yol kat etti. Sevsek de sevmesek de bu politikalar bir değişimi simgeliyor. Dolayısıyla AKP değişimi temsil ediyor.”

    “CHP ise sol bir Parti olmasına rağmen, değişimin karşısında duran ve hep ‘Hayır’ diyen bir parti gibi göründü.”

    Ne tesadüf değil mi? Kılıçdaroğlu’da referandum sonrası yaptığı bir konuşmada, “Hep ‘Hayır’ diyen bir Parti olmayacağız” demişti.

    Yani bir yanda bir şeyler yapmak için çırpınan AKP, öbür yanda bütün yaptığı, bu AKP’nin yaptıkları konusunda olumsuz tutum açıklamak olan CHP.

    Kendi tavrını böyle açıklayan CHP, daha en başından kaybetmiş ve AKP’nin değirmenine su taşıyan bir konuma düşmüş olmaktadır.

    LİBERAL DEĞERLER

    Soner Çağaptay’ya göre CHP; “Batılı liberal değerlerin korunmasını”, “Yeni Kemalizmin” “birinci siyasi önceliği” yapmalıdır.

    Çağaptay, “liberal değerlerin” benimsenmesine büyük önem veriyor. Söz konusu yazısında döne döne bu konu üzerinde duruyor:

    “Yeni Kemalizm, geleneksel Kemalizmi modernleştirirken, Kemalist politikanın liberal yönlerini de koruyup geliştirmelidir.”

    CHP, Kurultay sonrası yönelimi ile bu görüşleri benimsemiş olduğunu ortaya koymuştur.

    Kılıçdaroğlu’nun 10 Ağustos tarihinde Radikal gazetesine açıkladığı görüşlerinde; döne döne “özgürlükçü (liberal) demokrasi” tanımı kullanılmış. Özgürlükçü sözcüğünün geçtiği her yerde parantez içinde liberal açıklamasının yapılmasına özen gösterilmiş.

    Bu bir tercihtir. CHP’nin programını Batı’nın istediği şekilde değiştirdiğinin bizzat Genel Başkan tarafından itiraf edildiğini gösteren bir tercih…

    MUHAFAZAKÂRLIĞA HOŞGÖRÜ

    Soner Çağaptay’a göre CHP’nin Yeni Kemalizmi; “muhafazakârlığa karşı hoşgörülü olmalı, laikliği; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak uygulamalı.”

    Gene, CHP’nin son aylardaki pratiği, “muhafazakârlığa saygılı olmanın” ne anlama geldiğini gösteriyor.

    Çarşaflı kadınlara Parti rozeti takmaktan, tarikat ve cemaatlere yollanan selamlar, “Türbanı biz çözeceğiz” çıkışları, CHP’nin muhafazakârlığa karşı hoşgörüsünü gözler önüne seriyor.

    Atatürk hiçbir zaman laikliği, “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak tanımlamadı. Ama Cumhuriyet Devrimi’nin taşlaşmaya başladığı 1950’li yıllardan bu yana hâkim sınıflar, ‘laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır’ diyorlar.

    Şimdi CHP de, Atlantik ötesinden verilen akıllar doğrultusunda aynı tanımı benimsiyor.

    ALTERNATİF

    Amerika’nın AKP’ye verdiği destek kesinken, Washington Enstitüsü’nün bu yaklaşımını nasıl değerlendirmek gerekir.

    Amerika gibi büyük emperyalist devletler hegemonyalarının hedefi olan ülkelerde hiçbir zaman tek ata oynamaz.

    İktidarın kendi kontrollerinde olduğu durumlarda muhalefetin de kendi rotasında olmasını ister.

    İki nedenden dolayı böyle hareket eder: Birincisi kendi kontrollerindeki muhalefet, işbirliği halinde olduğu iktidarın, konumunu sağlamlaştırması ve devam ettirebilmesi açısından gereklidir.

    İkincisi; olur ki iktidar olan Parti yıkıldı ve muhalefet iktidar oldu; bu durumda da kaybetmemek için muhalefetin kontrol edilmesi gerekmektedir.

    Onun için Atlantik ötesinden görevli bir takım merkezler, CHP gibi muhalefet Partilerine göz kırpmakta, AKP iktidarının taşıdığı potansiyel tehlike ve risklerden bahsetmekte ve CHP’nin iktidar olması durumunda işlerin daha iyi olacağını söylemektedirler.

    İktidar olmak için ABD ve AB’nin desteği dışında başka bir yol olmadığını düşünen CHP yöneticileri ise bugüne kadar Atlantik ötesinden bu yönde bir sesi her duyduklarında ayağa fırlamakta, “Hah tamam, galiba oluyor. ABD, AKP’den vazgeçecek, bizi destekleyecek” demektedirler.

    İşte bundan dolayı CHP, alternatif değildir ve olamaz.

  39. YN!'

    “Liberalizm rezil bir şeydir” der Satre, halkıdır, buraki rezilin anlamı kötü, pis, ahlaksızlık olarak algılanabilir.. Örneğin Laçiner Birikim dergisi’nin sosyalistliğinden şikayet edip son sayısında sosyalistliğe veda ettiğini açıkladı.

    Keza Doğan Tarkan’da AKP ile ittifak yaparak tıpkı Laçiner gibi sağçılaşmışlardır… Bu siyasi çıkışın başka bir anlamı da olamaz..

    Son olarak yazıyı okudum, suya sabuna dokunmayan bir makale (katılırsınız – katılmazsınız ama böyle işte) cepheleşmeye gelince o cephelleşme uzun yıllardır var bunu sanırım bizden çok Sayın Zileli bilir ki, şimdi de Erdoğan kliği gibi “demokrasi havariliği” yapanlar tarafından daha derinleştirilmek istenmektedir..

    Bu arada ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir girşimin (DSİP) adına kurulan web sitesini paylaşmak isterim: http://dsip-tr.blogspot.com/

  40. YN! Satre kim?

    Ölmeden önce Yahudi olan, intihalci, sarlatan, filozof bozmasi J.P. Sartre mi?

  41. hayat

    “Küçük beyinler kişileri, orta beyinler olayları, büyük beyinler fikirleri tartışır.” yazmışsınız sitenin en başına.. çok doğru olmuş,uygun olmuş.. Birileri bir şeyler yapar diğerleri sadece konuşur..
    Ayrıca, programdaki oturma düzenide buna çok uygundu.. sağ tarafa oturması gerekenler,yani “LAF” konuşanlar, sol tarafta oturanlar(ki tam yerinde), bide ortada oturan vardı ki ….

  42. Hurşit

    Ak bey kardeşim yine kriz geçiriyor galiba. Sartre saygın bir düşünürdür. Yahudiliği kabul ettiğini bilmiyordum, gerçekse diyeceğim bir şey yok. Herhalde Hitler mezalimine karşı sembolik bir tutumdur. Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Yahudiyiz, (bir zamanların Bulgaristan’ında) hepimiz Türküz denebileceği gibi. Antisemitizm kimseye hayır getirmeyeceği gibi, büyük düşünürleri eleştirmek yerine hakaret etmek de boştur, sadece lafın sahibini küçük düşürür.

  43. Ateistlikten donus

    Sartre zamaninda medyada moda olan, müthis bir yazar , fakat kötü bir filozoftur. Husserl’den hirsizlama yapmistir. Ölmeden önce yahudi olmasi dini nedenlerdendir, hem de bayagi “köktendinci” bir yahudi olmustur. 68’de Ögrenci lideri olan eski Maocu özel sekreteriyle birlikte… ölmeden 3 ay önce bu konuda Fransiz medyasina demeçler vermistir. Bu
    Hitler mezalimine karsi sembolik tutum degildir. Sartre 2. Dünya Savasi yillarinda yahudi oldugu için ögretmenlikten atilan bir baskasinin postuna konmus (birçok demokrat böyle bir tutumu reddederken), sevgilisi Bianca adli Yahudi kizin da Gestapo tarafindan alinmasina ses çikarmayarak elestiri toplamistir (basta SdB olmak üzere) . Neyse Marx gibi küçük beyinli olup gerçegi olgularda aramayalim, Hegel gibi büyük beyinli olup fikirler (ve sirlar) dünyasinda gezinelim.

  44. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    ahhahahaaha husserlden araklamış vay be. sırlar dünyasında gezmeye devam et sen. ceza mısın, şaka mısın kardeşim?

  45. Hurşit

    ciddiye almaya bile değmez iddialar efendim…

  46. Timur

    IQ testine bir göndersek bu arkadaşı…

  47. MAZERETİM VAR ASABİYİM ABİ

    İlginç, daha önce duymamıştım, araştırayım bari…

  48. enver hoca

    Sosyalizm ve sol aynı şey değildir. Sosyalizm, kapitalist özel mülkiyeti tasfiye etmeyi ve işçi sınıfının iktidarını hedefleyen ileri aşamalı bir diyalektik programdır.; bu da sanayi devrimini tamamlamış ve ortaçağ izlerini tamamen ortadan kaldırmış ve gelişmiş kapitalist ülkeler için geçerlidir. Bu nedenle oralarda aşamasız sosyalizme geçme “bence” hayaldir. Bizim gibi Ezilen, şimdiki moda deyimiyle Kalkınmakta olan ülkelerde bu nasıl gerçekleşebilir, yüzde 95’inin devrimci dinamikleri nesnel olarak taşıdığını düşünürsek, aşamasız ve tepeden inme hiçbir modeli bünye sindirip kaldırmaz, kaldı ki sanayi devrimi yapılmadan sağlıksız iletişim çağına geçtiğimizi düşünürsek…Bunu, kim, nasıl, hangi gerekçelerle açıklayabilir?

    Yine bazı arkadaşların yazdığı g-ülkelerinde, buna ABD dahil, devletin ekonomiye müdahalesini, kapitalist sistemin yeri geldiğinde “sol” ekonomik tedbirleri uygulaması düşündürücü olduğu kadar, sosyalist ideolojilerin sona erdiğini söyleyenlerin bir daha düşünmeleri gereğini ortaya koyar. Bu fikirlerim beni bağlar, üzerinde yorum yapılmaması rica..

  49. o zamanlar demirel'i ecevitten fazla severdik

    “Marksist” yorumcu ya – Sadece bireylerin yaşama hakkı özgürlüğü bağlamı dışında kaç tane “liberal anarşist” ismi sayabilir?

  50. Timur (lenk mi acaba)'un IQ testi vs.

    Islam düsmanligi, Tüsiad ve TSK sevgisini solculuk zannedenler akilli ise ben geri zekali olmayi tercih ederim. Bir kere zeka kavrami subjektiftir, kim zeki, kim aptal , bu konuya burjuvanin verdigi cevapla, halkin verdigi cevap degisiktir. Sen bunu dahi idrak edemeyecek kadar zavalliysan , bir kere kendine “solcu” falan deme. IQ düzeyi ileri olanlara medyatik Sartre hakkinda baska bilgiler:

    Rahmetli Sartre, 1960’larda Ester adindaki evlatligiyla kari koca hayati yasamaya baslar. T.C. vatandasi Istanbullu bir Musevi olan Ester (ayni zamanda Israil vatandasidir) J.P. Sartre ölmeden önce onun telif haklarinin tümüne sahip olur.¨Türk övün, güven” … bak bir TC vatandasi Sartre’in telif haklarina sahipmis. Nedense yasi geçmis ünlü kisilerle , hele bir de telif haklari varsa evlenmek isteyen bazi kadinlar oluyor, insanin aklina ABD’den, Ingiltere’den, Türkiye’den örnekler geliyor. Tabii bütün bunlar SdB’yi küplere bindirmeye yetmisti, bu konuda basin açiklamalari da yapti, SdB ve bazi Sartre hayranlarina göre ustadin son 20 yili Ester ve Yahudi köktendincisi eski maocu Beny’nin esareti altinda geçmistir, dolayisiyla “sartre”cilik kapsaminda sayilmaz.

  51. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    “Bir kere zeka kavrami subjektiftir”

    “bir kere kendine “solcu” falan deme.”

  52. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    “marksist leninist gelenek zaten hep ulusalcıydı. lenin, stalin, mao, enver hoca, castro, deniz, mahir, etc hepsi ulusalcıdır.”

    “bir tek bu solcu geri zekalilar anlamadi.”

    “Bir kere zeka kavrami subjektiftir”

    “bir kere kendine “solcu” falan deme.”

  53. çeliski arama bulamazsin

    Bu laflari bir araya getirerek sözde çeliski aramaktasin, ama bunu söyleyen tek bir kisi degil, en az iki kisi, (yani bazilarini ben yazmadim en azindan) bunu da IP n°larini tilki gibi koklayarak izleyen teknikçilere sorabilirsin.

    “marksist leninist gelenek zaten hep ulusalcıydı. lenin, stalin, mao, enver hoca, castro, deniz, mahir, etc hepsi ulusalcıdır.”

    “bir tek bu solcu geri zekalilar anlamadi.”

    “Bir kere zeka kavrami subjektiftir”

    “bir kere kendine “solcu” falan deme

  54. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    “IQ düzeyi ileri olanlara”

    “marksist leninist gelenek zaten hep ulusalcıydı. lenin, stalin, mao, enver hoca, castro, deniz, mahir, etc hepsi ulusalcıdır.”

    “bir tek bu solcu geri zekalilar anlamadi.”

    “Islam düsmanligi, Tüsiad ve TSK sevgisini solculuk zannedenler”

    “Bir kere zeka kavrami subjektiftir”

    “sözde çeliski aramaktasin”

    “kendine “solcu” falan deme”

    “neyse gerçegi olgularda aramayalim”

    “fikirler (ve sirlar) dünyasinda gezinelim”

    Ayrıca birden fazlaysa islamcılar nick seçin kardeşim kendinize ERKE DÖNERGECİ, MAKLUBECİ, TEŞKİLATTAN KEMAL gibi…

  55. Maklubeci biraz yakismis ama...

    Gerçi ben sadece Ak Partiliyim, ne Islamci, ne de Gülen Haraketi’ndenim ama, Maklubeci en azindan biraz yaklasmis, “erke dönergeci” ulusalcilara yakisir, yakismak ne kelime , tam uyar,. , “teskilattan Kemal” ise TKP-P’cilere , “P” ne diye sorma.

  56. ayşegül

    beyler tezler, antitezleri getirecektir. bundan olagan bısı yoktur.
    Ama “satre” deyınce orada durunuz, her şeyden once “femınst” ve “humanıst” tır. onun gıbı ozgurlukcu bı entellektuele dıl uzatılmasına cok kızarım cook!!!

    satre, o masada oturmazdı bıle.cunku o, kımseye gobekten baglı bı feodal degıldı… dı mı gun agabey?

    benım IQ’mu annecık hacettepe’de olcturmustu. Ataturk’le
    aynı level’da -sevıye- cıkmıstı.

    Herkezın Cumhuriyet Bayramı’nı da kutlarım ..:))

  57. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    “P” neymiş?

    teşkilattan maklubeci kemal – erke dönergeççi

    “TMK-ED”

  58. Zeka yoksunluğundan dönüş yok maalesef

    TMK-ED senin ve senin gibilerin cephesinin adıdır bundan sonra hem stalinci taktiklare sahip, hem kemalist düşünceden yetiştiği ayan beyan ortada, hem “anarko”-islamcı hem de küfürbaz, hakaret seven tam bir militan. Haydi gençler TMK-EDye. Siyaset akademimizde ilk ders demogoji 101.

  59. freud

    kemiklerim sızladı.

  60. Rahmetli Sartre

    dağılın

  61. MIHAIL BAKUNIN

    yazilari tek tek okuyun, gözlerinizi kapayin, düsünün.
    bütün yazilerin kime hizmet ettigini iyi görün.

    oturum kapanmistir beyler.

  62. ulusallık mevzuu

    “marksist leninist gelenek zaten hep ulusalcıydı. lenin, stalin, mao, enver hoca, castro, deniz, mahir, etc hepsi ulusalcıdır.”

    Marksizm Leninizm bir ulus devlet ideolojisidir. Yukarıda sayılan isimlerin herbiri zamanlarının anti emperyalist, ulusalcılarıydılar. Ayrıca hz isa da müslümandır.

  63. BaranaS

    Sn Gün Zileli neyi eleştiriyor ve neye karşı ?
    Zileli değil mi AKP’yi olumlayan ?
    Zileli’nin çizgisi,Doğan Tarkanların çizgisinin farklı bir biçimidir.
    Artık bu çizgi sol değildir,sağcıdır.
    Zileliler,Tarkanlar,Laçinerler AKP’lidir.
    Zileli’nin en çok Laçiner’i olumlu bulması sağcılığının göstergesidir.

  64. liberallik mevzusu

    Ulus devlet savunusunda bir kere Lenini çıkarın o listeden alakası yok. Ayrıca ulusalcılık dediğiniz hadiseyle de listenin diğer isimlerinin de bir alakası yok. İsa da müslüman değil. Geçmiş olsun.

  65. ea

    ooo

  66. eski aydinlikcilar

    gun diyor ki dev-yol kemalizm ile baglarini koparmamisti, ona ovguler duzuyordu..

    kurucu resmi ideoloji olan kemalizmi kabaca imtiyazsiz, sinifsiz kaynasmis kutle olarak tanimlarsak, dev-yol geleneginin gun yuzune cikardigi mucadele catiskilardir: iscilerin, ogrencilerin, kurtlerin koylulerin, ezilenlerin, ve hatta camilerde namaz kilan dev-yolcu orgutculerin ezilen muslumanlari fasizme karsi ortak mucadelede ormeyi amac edinmistir . Dev-yol dinci bir orgutlenme midir? Yani, ozunde kurucu resmi ideolojiye dair herhangi bir eylemsellik olmamasina ragmen, gun zileli’nin de gayet iyi bilecegi gibi her populist hareketin hegemonik ideolojiyi baglandigi yeri koparip kendisine ekleme bir stratejidir. Tarihte hicbir anarsist hareket de bu baglamda “kitapta” yazildigi gibi yurumemistir.

    Sonuc olarak, gun zilelinin tartistigimiz yazisi eski aydinlikci gelenekten gelen kisilerin devrimci gelenege saldirisi olarak okunmalidir.

    Anarsist komunist

  67. Anonim

    İntegrismenin nedenleri
    (Filistin, Aşkım Benim – Alfredo Maria Bonanno)

    18. yüzyılda ilerleme ideolojisini edindiğimizde, eksik bir sonuçla bağladık: ilerlemenin yalnızca dinin dışında rol alan inançlar sonucunda kurulabileceği ilüzyonu. Başka bir şekilde söylemek gerekirse, Voltaire ‘in öncülüğünde Aydınlanma düşünürleri, dini inancı ortadan kaldırarak savaşın, nefretin, işkencenin ve katliamın azaltılabileceğini düşünmüşlerdi.

    Bu öneriye bir dönüşün, aşağı yukarı 60’ların sonlarına doğru sol kültürü adı verilen tüm çevrede akılsızca desteklendiği görülebilirdi. Ateşli ruhban sınıfı egemenliği karşıtlığı ve ateizmden, Katolikliğin ve Protestanlığın ilerici güçleriyle bir tür diyaloğa doğru evrildi. Bu tipik kültürel ilüzyon ulusalcı bilimciliğin sonucuydu. 60’ların başında, kör akılcılığın ifadesinden başka bir şey olmadığında, ne basit ateizmin ne de ruhban sınıfına karşı duruşun yeterli olmadığını belirtmiştim. İnsanın Tanrı’yı reddinin, kendi kişisel sorumluluğu ve otoriteye karşı mücadeledeki bireysel bağlılığıyla geliştirilmesi gerekir. Proudhon ‘un doğru bir şekilde dediği gibi Tanrı ve Devlet el ele giderler ve birbirlerine yardım ederler. Ama bireyin bu sorumlulaşması somutlaşmadı ve Tanrı tüm çantalarıyla birlikte gökyüzünden yeryüzüne transfer edildi. Bilimin ya da mantığın, ya da daha kötüsü, parti ya da devlet aşkından dolayı reddedildi. Bazı yerlerde, din yöneticilerin kararıyla ortadan kaldırıldı.

    İlerlemeci ilüzyon, “bunu” kaçınılmaz teorik gelişiminin yolunda ileri bir adım olarak sundu. Kiliselerin yerine, müzelerin, kütüphanelerin, yüzme havuzlarının ve konferans salonlarının olması daha iyi dedi. Şüphesiz daha iyi, çünkü kiliseler sadece insan onurunu aşağılayıcı bir öğretimi uygulamıyorlar aynı zamanda en otoriter ve baskıcı güçlerin yeniden hayata dönmesinin sebeplerinden. Çok iyi, fakat eğer otomatikleştirilmiş düşünüş adına yöneticiler tarafından sindirilecekse ve biz bunu özgürlüğe doğru bir yönelim olduğundan dolayı olumlu olarak göreceksek, örneğin anarşist olması kaçınılmaz bir geleceğe yönelim olduğundan dolayı, burada kesinlikle hata yapıyoruz.

    Ne yazık ki, tarihin anarşiye doğru yol aldığı hiçbir şekilde kesin değil. Bovio*1’nun ifadesi, kendi zamanın pozitivist ideolojisinin içinde görülmeli. Dine karşı mücadele devlete karşı bir mücadeleyle birlikte olmak zorunda. Bu mücadele, yeni bir tür “Bismarkçı”*2 “kulturkampf / kültür mücadelesine” havale edilemez. Bu da ilki gibi bir trajediye dönüşebilirdi. Ezilenlerin hisleri, sıradan daha iyi bir hayat umudunun huzuru gibi kolaylıkla dinsel tasarımlı yola dönüşebilir, bunun ötesinde en azından, şehitlik atmosferinde geliştirilebilir ve rahiplerin görevleri (her türden) basitleşebilir. Diriliş “integrismelerinin”* 3 tüm katı şartlandırma sonuçlarıyla birlikte hiçbir şey bundan daha iyi olmazdı: meryem anayı, kitle gösterilerini, ve diğerlerini gören insanlar.

    İşte bu yüzden Tanrı’ya ve Kilise’ye, ateizme ve ardındaki rahiplerin etkisine karşı mücadele, her zaman doğru bir sınıf görüşüyle başlamak zorunda. İlerlemenin doğrultusundaki zorunlu, tarihsel koşullar tarafından belirlenmiş dışsal bir şey olarak değerlendirilemeyecek olan ekonomik gerçekliklerin analiziyle başlamak zorunda. Entellektüeller her zaman bu sahte iddiayı sundular: başkaları somut devrimci eyleme katılana kadar, kendilerini belli ateist ya da ruhban sınıfı eleştirisiyle sınırlayabileceklerini düşündüler. Bu, entellektüellerin, ve kendilerinin yüzeysel ve eğlence için yaptığı çalışmalardan dolayı entellektüel olamayanların ( onları anlamadan büyülendikleri için kendi kendilerine bırakmalı ) sefaletini ve cesaretsizleştiriciliğini göstermekte.

    Barbarlık geçmişteki bir şey değil, arkamızda bıraktığımız bir dehşet müzesine de ait değil, barbarlık aramızda gelişiyor. Sadece yeniden canlanmış integrisme, neofaşizm ya da Anti-semitizm değil, ama yeni Dünya düzeni. Barbarlık; başlıca, giderek daha belirgin olan bir ayrımcılığa dayanıyor, sadece ülkeler arasında değil, aynı zaman her ülkenin içindeki sınıflar arasındaki bir ayrıma da. İnsanlığı (ve belki de gezegeni) kurtarmakta yeteneksiz olan bilime dair kör inancın barbarlığı, açıkça nükleer silahların ve ölümcül gazların birikimine, yeni tedaviler ve hastalıklar ürettiği aynı yaratıcılığıyla katkı sundu. Tarih seyri boyunca yoksulların ve sömürülenlerin çıkarlarına karşı olmuş gizli bir animistik mekanizmasını destekleyen fikirlerde barbarlıktır. Yaydığı integrisme’yi sorgulayamayacak inançlar var. Geçmiş birkaç ayın politik düzenlemelerini takiben dünya ekonomik koşullarının perspektifini benimseyen tüm büyük kitleler, özellikle İslami ve Doğu ülkelerinde, ama İtalya’da da, kendi umutlarına ve kendi insanları tarafından dolandırılmalarına kurban olabilirdi. Diğer İslami ülkelerdeki başkanlığıyla ilgili hazırlık yapan Cezayir, ideolojik gevezelikten ötürü bu integrisme dalgasıyla yüzleşemeyecek, bunu sadece insanların ekonomik koşullarını değiştirerek yapabilirler. Uluslararası çıkarlar yüzünden, bu sıklıkla yapılmıyor ve nesnel koşullar her türlü gerçekleşme ihtimalini engelliyor.

    “Güncel” komünist devletlerdeki değişikliklerin ardından, dinsel integrisme aynı zamanda doğu ülkelerinde de ( komünizmden anladığımızdan oldukça farklı bir şekilde, ama bu başka bir konu) gelişiyor. Burada Wojtilian’ın* 4 integrisme itkisi çeşitli yerel biçimlerin yeniden canlanmasına yol açıyor, örneğin, dolaylı olarak, İslami ve ardından gelen ulusalcı gerilimler hatırı sayılır derecede önemli. Aynı zamanda İtalya’da Katolikçi integriste* 5 ‘nin yerel hareketlerde canlanışı var, bu gelişebilir ve ilerde Katolik hareketlerle bağ kurabilir.

    Dinsel integrismedeki artma olasılığı küçümsenmemeli. Ardından her zaman devlet diktatörlükleri gelen (faşist ya da komünist) determinist kelime oyunlarını, ya da Dünya’yı şimdiki yoksullaştırma ve yıkım koşullarına getiren bilimsel akılcılığı engellemek için etkili eleştirel araçlar yaratmak zorundayız. Sadece hastalıklı bir durumun belirtisi olan kitle gösterilerindeki dinin yeniden doğuşuna değil, aynı zamanda beraberindeki her zaman sahip olduğu tüm olumsuz etkileriyle çeşitli kiliselerin iktidarının yeniden güçlendirilmesine de karşıyız.

    Bu yüzden, başkasının bizim için yapmasını beklemeden hemen mücadeleye başlamak her zaman için daha iyi.

    Alfredo Maria Bonanno

    Dipnotlar:

    Bovio*1: Giovanni Bovio (Trani, 6 Şubat 1837 – Naples, 15 Nisan 1903) italyan politikacı ve filozof. İtalyan Krallığı’nda parlamento üyesiydi ve cumhuriyetçilik ideolojisini sistematize etmiştir.

    Bismark *2: Otto Eduard Leopold von Bismarck, (1 Nisan 1815 – 30 Temmuz 1898) 19. yüzyıl sonlarındaki Prusyalı/Alman devlet adamı ve dünya meseleleridne baskın bir karakter. 1862-1890 tarihleri arasında “Königreich Preußen”da (Prusya Krallığı) “Ministerpräsident” (başbakanlık)yaptığında, birleşik Almanya politikasını yürüttü. 1867’de Kuzey Almanya “Şansölyesi” (Roma imparatorluğu mirası üzerine kurulan görev isimlendirmesi Türkiye’deki başbakana yakın) oldu. 1871’de Alman İmparatorluğu’nu(1871-1918) tasarladı ve 1890’a kadar iktidarda kaldı. Ünvanları Bismarck-Schönhausen Kontu ve Lauenburg Dükü olan Otto von Bismarck Yeni Almanya’yı kılıç ve kan politikasına göre kuracağını söylediği için kendisine Demir “Şansölye” adı verilmiştir. Ölümünden sonra, Alman Ulusalcıları Bismark’ı kahramanları yaptılar ve kişisel güçlü liderliğini onurlandırmak için yüzlerce heykel yaptılar.

    “Kulturkampf”, 1871-1878 yılları arasındaki Bismark’ın uyguladığı politikalar. Bismark’ın Protestan Prusya’sında bile güçlü olan Roma Katolik kilisesinin güçlü etkisinin, yeni kurulan Alman İmparatorluğu’nun seküler gücünü arttırmak ve Roma Katolik Kilisesi’nin politik ve sosyal etkilerini azaltmak için, Kilise etkinlikleri üzerinde politik kontrolü kurumsallaştırma uygulamalarıdır. “Kulturkampf”a direnen rahipler ve piskoposlar tutuklandılar ya da makamlarından atıldılar. Anti-Katolik yönetmeliğin etkisiyle, Prusya’lı piskoposların yarısı cezaevine ya da sürgüne gönderilmişlerdi, kiliselerin dörtte birinde papaz yoktu, rahiplerin ve rahibelerin yarısı Prusya’yı terketti, Rahip ve Rahibe Manastırlarından 3’ü kapatıldı, 1800 cemaat papazı hapsedildi ya da sürgüne gönderildi ve binlerce sıradan hristiyan papazlara yardım ettiği için hapsedildi.

    integrisme *3: Fransızca “intègrisme”, Fransız Devrimi zamanında (1789) Fransız Liberal Katolikler tarafından, Papa’ya itaat ettiklerinden ve “Trento Konsili” tarafından öğretilen dogmalara taraftarlıklarından ötürü, Devrimin prensiplerini (özgürlük, kardeşlik, eşitlik) reddedenleri tanımlamak için yaratılmış bir kelimedir.
    Bugün geleneksel katolikliğe bağlı olanları tanımalamak için kullanılan aşağılayıcı bir sözcüktür. Bazı kültürlerde “integrism” sözcüğü, köktencilik ya da dini fanatizmi tanımlamak için eş anlamlı bir sözcük olarak daha geniş anlamda kullanılmaktadır.

    Wojtilian*4 : Wojtylacılık, Papa 2. Jan Pol’un değerlerinin takipçiliği. Papa 2. Jan Pol, Papa II. Ioannes Paulus ( asıl ismiyle Karol Józef Wojtyła) Katolik kilisesinin Polonya kökenli ilk Papa’sıydı. Türkiye’de, Mehmet Ali Ağca’nın suikast eylemi gerçekleştirdiği Papa olarak ta bilinmekte.
    2 Nisan 2005 tarihinde vefat eden II. Jean Paul, tarihte en çok konuşan, en kalabalık insan gruplarına seslenen Papa olarak da anılır. Yurtdışı seyahatlerinde kendisini dinleme imkânı bulan kitleler bir yana Papa, sadece 2000 yılında Roma’da yapılan ‘Jübile’ (Papa’nın Genel Af Yılı) etkinliklerinde 8 milyon kişiye seslenme imkânı buldu.

    İntegriste* 5 : Fransızca: intègriste, İngilizce: integralism, Türkçe: tümlevcilik. Toplumun organik bir birlik olduğuna dair bir perspektiftir. Sosyal ve ekonomik gruplar arasıdaki çatışmayı aşmak için, sosyal farklılıkları, hiyerarşiyi ve sosyal sınıflar arasındaki işbirliğini savunur. Özgür sendikacılığı, korporatizmi*, ve temsiliyetin ideolojik biçimleri yerine organik politik temsiliyeti savunur. Karşısındakiler tarafından kan ve toprakla birleşmiş tutucu bir inanç olarak görülür. Tümlevcilik tarih, kültür ve ulusların doğal ortamına bağlı olarak mevcut uluslar için varolan en iyi politik kurumların değişeceğini iddia eder. Tümlevcilik Katolik esinli bir harekettir ve ulusal kiliseyi ya da Erastianizmi*2 (Fransız bağlamında Gallicanizm) desteklemez. Eleştiriler ve karşısındakilere göre, hareket özellikle özgür sendikacılık ve yerelcilik, ama başka bir çok konuda doğal ve derin ayrılıkları olmasına rağmen, Charles Maurras’ın ulusalcı, monarşist ve parlamento karşıtı “Action Française”’i ile ve faşizm ile (özellikle Güney Amerika’da) bağlantılı olduğuna dairdir.

    *: Korporatizm, hepsi de tüketici olan bütün üreticiler tarafından, bütün tüketiciler için düzenli üretimdir. Bir taraftan işleticilerle işletilenler, diğer taraftan da üretim ile tüketim arasındaki ilişkileri değiştirme ve geliştirmeye yönelik bir ekonomipolitik sistemdir.
    .
    *2:Erastianizm: 16. yüzyılda, fizikçi ve teolog “Thomas Erastus”un ölümünden sonra yayınlanmış olan ve Hristiyanların günahlarının dinsel törenlerden çıkartan kilise tarafından değil, Devlet tarafından cezalandırılmasını tartıştığı çalışması. Devletin eklesiyolojik (Kilise bilimi, İng:Ecclesiology, kökeni yunanca kilise anlamına gelen, “ekklesia”) konularında kilisenin üstünde olduğuna ilişkin doktrin.

  68. Gün Zileli

    “gun diyor ki dev-yol kemalizm ile baglarini koparmamisti, ona ovguler duzuyordu..”

    Ben böyle bir şey demedim. Sadece THKP-C savunmasının ve Mahir Çayan’ın yazılarının Kemalist etkilerden azade olmadığını söyledim. Lütfen, okuduklarımızı doğru okuyalım ki, bu tür yeni açıklamalar yapmak zorunda bırakmayalım kimseyi.

  69. çılgıntürk

    hepiniz marks,lenin,stalin ile kafayı yemişsiniz ALLAH size akıl fikir versin

  70. SANATÇI

    İnsan neden kendi fikrininde yanlış ooldugunu kabullenmek istemiyor veya diki dikine dik kafalık yapıyor analamıyorum.Arkadaşlar işci sınıfın köle haline oteritenin baskıcı tutum izledigini tüm sosyalist ülkelerde görülmüyormu Çinde intiharların türkiyede intiharların devamlı sürekli artıgını görmüyor muusunuz .Oysa hayatımızın işçi sınıf hareketi degil hayatı ortklaşa paylaşan çalışan kesimi istiyoruz.Neden AMAAA NEden insan kendi fikrininde yanılgıdıda oldugu görmekte ısrar ediyor bunu anlamış degilim İnsan tüm fikirlere özgür bakıp dogru olanı ve içimizde hiç bitmeyecek tüm özgür fikirlere acık olmalıdır

  71. eski aydinlikcilar

    gun, yazin yukarida duruyor..
    yazdiklarin dogru degil.
    dogru olsaydi dev-yol davasi hala yurumezdi..

  72. Gerçekler lütfen: Bu yaziyi yazan rahmetli Mahir, Kemalist degilse ne?

    “Durum Değerlendirmesi

    (Bu yazı, 1971 Nisan sonunda sıkıyönetim ilan edilmesinden sonra Mahir Çayan yoldaşın kaleme aldığı mevcut durum değerlendirmesi taslağıdır.)

    1950, Türkiye’de karşı devrimdi. Çünkü tefeci bezirgan, finans kapital temsilcileriyle yönetime geliyordu. Yönetime gelen Anadolu ticaret burjuvazisiydi. Kasaba kodamanı yönetime gelmişti. Bu asalak zümre, kendisi gibi asalak bir zümre ile ittifak kurarak iktidara geldi. İşte hakim ittifak bu idi.
    1960, 27 Mayıs harekatı bir devrimdi. Reformist burjuvazi, feodal artıkları, tefeci bezirgan hegemonyasını yıkıp yerine bir hakim ittifakı iş başına getiriyordu. Tekelci burjuvazi ve emperyalizm neden 1950’de reformcu burjuvaziyi hakim ittifaktan atmadan tefeci bezirgan ve toprak ağasına omuz verdi? Neden 1960’da tefeci bezirgan ve toprak ağası takımının yönlendirici rolünü reformist burjuvazinin almasına en azından göz yumdu? Ve neden reformist burjuvaziyi tali plana iterek bu kalıntılarla ittifak kurdu? Durum son derece açıktır.
    Türkiye’de devlet 1970’e kadar burjuvazinin hiçbir zümresinin kesin hakimiyeti altına girmemiştir. 1919-23 harekatı reformist burjuvazinin harekatıydı. Cumhuriyet, reformcu burjuvazi, radikaller, tefeci bezirgan ve eşraf devletiydi. Hakim ittifak burjuvazinin bütün fraksiyonlarıyla, toprak ağalarından oluşmaktaydı.Yönlendirici güç milli burjuvaziydi (reformist burjuvazi). Tekelci kapitalizm şartları içinde yıllar ilerledikçe reformcu burjuvazi ekonomik hayatta etkisini yitiriyordu ve dışa bağımlı unsurlar egemen oluyordu. Emperyalizm iyice içeriye sızıyordu.Ve daha çok toprak ağalarına ve tefeci bezirganlara dayanıyordu. Tekelci burjuvazi de yavaş yavaş güçleniyordu.
    1950 harekatı oldu. Emperyalizm tam yönetim sağladı. O anda dayanacağı temel güç tekelci burjuvazi değildi.Tefeci bezirgan ve toprak ağaları takımı idi.
    Tekelci burjuvazinin durumu temel dayanak olabilecek seviyede değildi. Yıllar ilerledi, emperyalizmin çıkarları açısından, kapitalizm açısından, bu müttefikin tasfiye edilmesi şart oldu. Emperyalist üretim ilişkileri tekelci burjuvaziyi de güçlendiriyordu. Nihayet 1960 harekatı oldu. Tekelci burjuvazi daha temel güç olma durumunda değildi. Bu yüzden ABD reformist burjuvaziye devrimde destek oldu. Nasıl olsa 60 dünyasında reformist burjuvazinin ekonomik, idari ve sosyal bütün tedbirleri tekelci burjuvaziyi güçlendirecekti. Ve öyle oldu.
    Kısa bir süre sonra 1963’de reformist burjuvazi tekelci burjuvazi ile yer değiştirdi. Tekelci burjuvazi reformist burjuvaziyi hem tasfiye etmeyerek ona belli haklar tanıyarak (çünkü gücü yoktu) hem de tefeci bezirgan takımını eskisi gibi olmasa da imtiyazlı duruma getirerek ülkede garip bir yönetim dengesi kurdu. Buna nispi denge dönemi de diyebiliriz. Bu nispi denge ikilidir.
    1. Hakim ittifaklar ile reformist burjuvazi arasında – yansıması 61 Anayasası. Belirleyici yön hakim ittifak.
    2. Hakim ittifakın kendi içinde, tekelci burjuvazi ile tefeci bezirgan arasında, – belirleyici yön tekelci burjuvazi.
    Böylece Türkiye yarı-sömürgeler arasında bir istisna oldu. Çünkü hiçbir ülkede Türkiye’deki sınırlı demokratik haklar yoktu. Tıpkı Fransa gibi. Fransa’nın daha aşağı seviyesindeki kopyası idi.
    5. Devre – 1971 12 Mart harekatı, bu nispi denge döneminin sonu hakim ittifak içinde tekelci burjuvazinin tam denetim kurması. Artık ideolojisiyle, herşeyi ile tefeci bezirgan ve toprak ağaları siyasi hayatta etkinliğini kaybediyordu. Laik tekelci burjuvazi tam bir denetim kuruyordu, feodaliteyi tasfiye ediyordu. Türkiye tam bir Latin Amerika ülkesi haline geliyordu. Bu 5 devrenin yönetici kişileri de, bu 5 devreyi karakterize ediyor
    1. Devre-Reformcu burjuvazi, adam Atatürk, sağa kayıyor adam İnönü.
    2. Devre-Tefeci bezirgan ve feodal unsurların adamı Menderes
    3. Devre-Reformist burjuvazi (MBK)
    4. Devre-Tekelci burjuvazi, emperyalizm ve tefeci bezirgan ittifakı, adam: Demirel
    5. Devre-Emperyalizm ve tekelci burjuvazi diktatörlüğü, adamı: Koçaş, Erim, Kuvvet Komutanları ”

    Simdi ben Ak Partili bir yorum yapayim. Bu fikirleri savunan bir insan, kahraman da olsa, yigit de olsa , ner neyse ne basbayagi Kemalisttir, milliyetçidir, radikal burjuvadir, fakat ne solcudur, ne de demokrattir. Kusura bakmayin ama fasist Kemal’e reformist diyen, darbeleri savunan bir zihniyet devrimci falan degil, ancak devrimin hedefi olabilir.

  73. Mahir Yoldas, ABD destegini de olumlulamakta

    ABD 1960’i desteklemis, kendisi de destekliyor. Demiyor ki “ABD fasist darbe oldugu için destekledi”, demiyor ki “bu fasit darbe nato’ya ,cento’ya bagliyiz sözleriyle baslatildi” . Hepsi ayni bunlarin, bireysel terörü savunanlari da, parlamenterist olanlari da, askeri darbe komplosu yapanlar da hepsi darbeci, hepsi demokrasi düsmani…Halka karsi , demokrasiye karsi olsun da isterse ABD bile destekleyebilir…Iste böyle bir zihniyet. Eger sol bu ise , kusura bakmayin ama biz almayalim…

  74. eski aydinlikcilar

    mahir’in yazini koyan arkadas ya kemalizmin ne oldugunu bilmiyorsun ya da durum degerlendirmesi yapan mahir’in hangi kavramsal duzenekleri kullandigindan haberin yok. yukarida kemalizin ideolojik belirlenimini kisaca gun’e ve sana da aciklamaya calistim. bu baglamda mahir’in kemalist ve ulusalci goruslerinin oldugu bir saptirmadir, dogru degildir.cunku, sinif siyasetiyle kemalizm bir araya gelmez. adi ustunde durum degerlendirmesi yapilmis. reformist burjuvazi yerine, batililasmaci, moderlesmeci burjuvazi kelimeleri de tamlananin burjuvazi oldugunu unutmadan kullanilabilirdi.

  75. Ak Partili

    Atatürk reformcu falan degil fasistin, gericinin tekidir, Atatürk’e reformist, milli burjuva diyen de Kemalistten baska bir sey degildir, katiksiz bir otoriter burjuvadir ve solla, sosyalizmle hatta demokratlikla ilgisi yoktur.

  76. milli ve burjuva

    milli burjuva siyasetçisine, gayri milli unsurları “temizleyip” alanlarını müslüman türk sermayesine açana diyorlar. pekala da milli bujuvazinin temsilcisidir. CHP dönemi IT ile başlayan sermayenin türkleştirilmesi sürecinin zirvesidir.

  77. ertan

    AK Partili çok ilginç bir karakter. Laf sokmak için söylemiyorum, bir tespitte bulunuyorum. şu yeryüzünde senin gibi bir insan evladıyla karşılaşmadım. Tıpkı lisede yeni solcu olmuş ve solculuğunu parlak, uçuk laflarla kanıtlamaya çalışan yeni yetme devrimci çocuklar gibi. Mustafa Kemal’e milli burjuva devrimcisi dendiğinde küplere biniyor. Ona ekstradan faşist, vs. gibi sıfatlar yakıştırmayınca övüldüğünü sanıyor. Çünkü mantık iyi ve kötü/devrimci ve faşist/dost ve düşman mantığıyla çalışıyor (demek ki bu mantık her kesimde olabiliyor). Bunun dışında her şey teferruat, mesela 1920’den 1950’ye kadar nasıl bir iktisadi dönüşüm geçirdi bu memleket, hakim klik ne yaptı, kimlerin temsilcisiydi, karşısında kimler vardı vs. hiç ilgilenmiyor. Bu nedenle Mahir M. Kemal’i milli burjuvazinin temsilcisi ilan edince Mahir’i kemalistlikle suçluyor. Adam iktisadi bir tahlil yapmış. Üstüne Atatürk su katılmamış, çok klasik bir burjuva devrimcisidir.

  78. Hurşit

    Ertan bey kardeşim, “burjuva devrimcisi” derken ne kastediyorsunuz? Kanaatimce burjuvazi hiçbir zaman devrim falan yapmamıştır. Var olan devrimlerin sırtına basarak ‘Fransız devriminde olduğu gibi) iktidara gelmiştir. Bu yüzden burjuvazi karşıdevrdimci bir sınıftır. “Burjuva devrimi” denen şey, hayatta hiçbir zaman yaşanmamış bir palavradır. Bu bakımdan da M.Kemal’in burjuva devrimcisi olması mümkün değildir, çünkü böyle bir şey yoktur. Mustafa Kemal, reformist bir burjuva politikacısıdır. Faşist olduğuna katılmıyorum ama helk karşıtı karakteri de ayan beyan ortadadır. Mahir’in değerlendirmesi o zamanın tipik MDD değerlendirmesidir ve yanlıştır. Tahlillerini dikkatle incelerseniz Kemalist kesimle ittifak arayışı barizdir.

  79. Ak Partili

    Ifadeye bak: “milli burjuva siyasetçisine, gayri milli unsurları “temizleyip” alanlarını müslüman türk sermayesine açana diyorlar.”
    Yani bu “sol” görüse göre, Yahudi, Ermeni, Rum unsurlar Türk sermayesi olmuyor.
    Hani Atatürk milliyetçiligi irkçi-fasist degildi, Türk vatandasi olup da gayri müslIm olanlari bile Türk saymiyor.
    Bir kere milli semaye birirkimi falan yok. Kemalist bürokrasinin yagma ve talan siyaseti var; Atatürk de tipki Kemalist Türk solu gibi irkçi-fasist; Kemalistler kendilerinden baska kimseyi zengin etmedi, gayri müslimlerin, Kürtlerin ve dindar Türklerin mallarina zorla el koyup , kendi yandaslarina dagitti. Cumhuriyet’in ünlü bürokrat ailelelerinin çogu böyle yagmaci , hirsiz, talanci,.Sasmayin, soke olmayin, gerçekleri kabul edin, Miloseviç çizgisini terkedin, Ermeniler gelecek, mallarini geri isteyecek, maalesef bazi ünlü Kemalist ailelerin mali mülkü gidecek. maalesef deyisim söz gelimi, yoksa adaletin tecellisi bizim için onurdur.

  80. ertan

    Hurşit bey arkadaşım, burjuva devrimcisinden kapitalist rejimin tesisi için çalışanı kastediyorum. Tabi muhtemelen siz feodal toplumdan kapitalist topluma geçişin de palavra olduğunu söylüyorsunuzdur (yanılıyor da olabilirim). Bunun yanında devrim kelimesini salt ezilenlerin iktidar olması manasında kullanmıyorum. Toplumun dönüşümünü kastediyorum. Osmanlı toplumundan Cumhuriyet toplumuna geçişte, kapitalizmin bu memlekette tüm unsurlarıyla inşasında Kemalist devrim kesin bir burjuva devrimidir. Ayrıca Mustafa Kemal gerçek anlamda onurlu ve idealist de bir burjuva devrimcisidir. Sizi bilmem ama o yıllarda hilafetin gölgesine, adına, bir şeyine sığınıp Anadolu’daki iktidarı tahsis etmeye çalışmak çok daha kolay olacakken, adam meclis falan kurup apayrı bir şey yaptı. Bu da bir idealistin yapacağı bir işti. Bu nedenle de burjuva devrimcisidir. Daha pek çok nedenden olduğu gibi.

  81. Hurşit

    Tabii ki, Atatürk’e hayranlık duymak sizin bileceğiniz iş, kişisel tercih meselesi, bir şey diyemem ama söylediklerinize katılmam mümkün değil. Mustafa Kemal, bir burjuva devlet adamı olarak, bütün devlet adamları gibi kesip biçmiş, Kürtleri ve Dersimlileri katletmiş, komplolar düzenlemiş, komünistleri bastırmış, kukla bir meclis kurmuş ve sizin sözünü ettiğiniz “feoalizmin” ya da toprak ağalarının tasfiyesi içign kılını kıpırdatmamıştır, tersine toprak ağaları kendilerinin en büyük dayanağıydı. Öte yandan linear bir tarihsel ilerlemeye inanmıyorum. Yok böyle bir şey. Bunu da başyımıza Marx baba bela etmiştir. Böyle bir şey olmadığı ortaya çıktı artık. İnsanlık ilerledi ilerledi ve uçurumun kenarına geldi sonunda ve ilerleme denen şeyin de uçurum olduğu anlayıldı. Şimdi nasıl gerileyeceğiz diye düşünüyoruz kara kara. Yani bu kapitalist ilerlemeden insanlık yakasını nasıl kurtaracak diye. Feodalizm diye bir şey olduğuna da inanmıyorum açıkçası. Paranın ortaya çıktığı andan itibaren kapitalizm vardı, gelişti gelişti ve bugünkü devasa halini aldı. Aynen şişen ve büyüyen bir kene gibi.

  82. ertan

    Bunu bir hayranlık değil, devrim yani bir ideal uğruna yola konulmanın bir göstergesi olarak söyledim. Yoksa her burjuva devlet adamı gibi söylediğiniz şeyler yanlış değil.

    İlerleme meselesinin Marksizmdeki gibi doğrusal olup olmadığı vs. zaten çok büyük bir tartışma. Ama söylediklerinizi dikkate değer buluyorum.

  83. anton

    Sevgili Hurşit, ilerleme kavramını başımıza maalesef marx baba sarmadı. Lineer tarih anlayışı belki hegelci mirasın da etkisiyle marxizmde (özellikle marxist leninist yorumlarda) çokça karşımıza çıkar. Marxın ilerleme kavramına eleştirel yaklaştığını da söylemeliyim. Ancak buradan daha ilginç düşüncelere varabilmek adına düz teknoloji -veya ilerleme mi dersiniz bilemem- düşmanlığı ne kadar mantıklıdır. Devrim kavramı da daha önce bu sitede tartışıldı. Burjuva devrimi bir çeşit kavramsallaştırmadır. Buna bu kadar alerjik yaklaşarak tarihsel olayları nasıl yorumlayacağınızı merak ediyorum gerçekten. Yüzlerce yıllık monarşik kurumların yıkımı (yerine geçenler süper demokrasi örnekleri olmasa da) devrim değilse nedir?

    Toplumların yaşayışında, üretim biçimlerinde meydana gelmiş köklü değişikler büyük etkiler (yapısal transformasyonlar dahil) yaratmamış mıdır? Üstyapısal (kültür, siyaset, din vesaire) kurumların değişiminde de burjuvazi dahil sınıflar etkili olmamış mıdır? Burjuvaziye bu anlamda devrimcilik atfetmek bugünkü devrimcilik anlayışıyla alakalı değil ki. Şu an kullandığımız interneti ele alalım. ABDde vakti zamanında güvenlik amaçlı bir projeden bugünkü haline evrilmiş bir ağdır internet. Biz bugün bu aracı kullandığımızda NSA ajanı olmuyoruz herhalde. Feodalizm gibi kavramları da biz yaratmadık. Serflik, kölelik gibi toplumsal kurumların hakim olduğu toplumlar için kullanılan bir terim. Sadece tarih okunurken yapılan kavramsallaştırmalar bunlar. Eğer ki birisi ABD Irakta üretici güçleri geliştirdi diye işgale destek çıkarsa buna da karşı çıkmak boynumuzun borcu olacak tabii. Yahut M. Kemal konusunda birileri ilericilik adı altında kemalizmle ittifaka girerse bu elbette eleştirilir. Ancak bu tutumu geriye doğru götürme ısrarı mantıksal düzlem kaybına neden olacaktır. Biz Fransız devrimini okurken kitlelere bakarız (ya da bakmamız doğru olur). O dönemki burjuvaziden bahsedilince akıllara elinde kızıl bayrakla Rockfeller falan mı geliyor anlamıyorum ki.

    Çok sitemkar oldu ama, eh idare edin bir zahmet.

    Saygılar, selamlar…

  84. çılgıntürk

    atatürk derken türklerin atası manası beni üzüyor bence isminin başka birşey olması gerekirmiş..!
    türklerin atası soyadını haketmiyor

  85. narodnik

    emperyalizme karşı kemalizm ile ittifakı eleştirenlerin birçoğu,solun oldum olası kürt milliyetçiliği ile ittifakına ses çıkarmamışlardır eminim.zamanında TC yi abd işgali ile tehdit eden,taksim meydanında bomba patlatan,tuncelide başka fraksiyonlardan gerillaları,öğretmenleri öldüren,kürt kasabı generaller vurulduktan sonra neden benim bölgemde eylem yapıyorsun diye dev-sol dan hesap soran pkk dan daha mı gerici bu kemalistler,bu ülkeyi daha mı az seviyorlar?

  86. Su solculardaki düzeye bak

    “ülkeyi daha az mi seviyorlar?”

  87. Anka_kuşu

    Bu programı ben de sonradan internetten izledim, katılımcıların gelenekçilik ve aşamacılık dışında, bir ortak noktaları da hepsinin kendilerini bir şekilde Marksçı saymaları sanırım.

    Ancak o kadar farklılaşma var ki, bir arada tartışıyor olmaları bile mucize kabilinden sayılmalı.Sözgelimi emperyalizm tarifleri bile farklı farklı, hele Erkan Baş öyle bir tarif yapmış ki, Stalinist falan da denilemez, doğrudan milliyetçi-kemalist bir yaklaşımı var.Klasik M/L görüşe göre emperyalizm kapitalizmin bir aşamasıdır. Ancak Baş “dış güçler” diyerek millliyetçi bir vurgu yapmış.Kürkçü’de Çayan’ın “içselleşmiş”
    “gizli işgal” anlayışını savunmuş.

    Her halde 12 eylül referandumu ile ilgili bir program olacaktı, ancak marksist kliklerin ayrım noktaları tartışılmış.Bu da her kliğin “baş çelişki” yi farklı farklı almasından kaynaklanıyor sanırım.Nihayetinde bütün o taktik-politik duruş çabaları sonucunda Marxistler, sağa sola savruluyor, bazı gruplar liberalizme savrulduğu için “yetmez ama evet” dediler, bazıları da ulusalcılık namına “hayır” dediler.Bence sol özgün bir yol tutturup “boykot” demeliydi.

  88. Anonim

    Ömer Laçiner

    Birikim dergâhının ikiz şeyhleri Murat Belge ile Ömer Laçiner idi. Bundan daha farklı iki insan düşünülemez. Biri aristokrat, kolejli, edebiyat doçenti. Joyce ve Faulkner çevirmiş, TİP’te siyasete atılmış. Alaycı bir nezaket maskesinin ardında daima mesafeli. Diğeri Sivaslı esnaf çocuğu, askeri okulda okumuş, dil bilmez, TC sınırları dışına – henüz – çıkmamış, filtresiz Birinci sigarası ve çayla yaşar. Mahir Çayan’ın THKP-C’de sağ kolu imiş. Ben derhal Ömer’e ısındım. Bana sanki daha gerçekmiş gibi geldi. O hengâmeye kapılmamızın sebebi zaten bir tür “gerçeklik” arayışı değil midir?

    O da benden hoşlandı sanırım. Kendi keskin zekâsıyla çatışmaktan çekinmeyen bir çırak bulmak hoşuna gitti belki de. 21-22 yaşındayım, epey dünya gezmişim, dil biliyorum, Marx’ın Hegel’in diyalektik sirkinde cambaz gibi gezebiliyorum. (Hegel’in mantığında çelişkinin tanımı o değildir budur hocam!) Günlerimiz bir arada geçmeye başladı. Sabahlara kadar süren tartışmalarımız oldu. Çoğu zaman o konuştu ben dinledim. Bazen itiraz ettim, düzelttim, ukalalık ettim.

    Konular gitgide artan oranda siyasi iktidar meselesine kaydı. TC iktidarının temelleri nedir? Ne zaman çöker, nasıl çökertilir? Siyasi güç nedir, nasıl oluşur, nasıl korunur, nasıl çözülür? Emsallere bakalım dedik. Fransız, Rus ve Çin devrimlerini epeyce okumuştum, seyyar bir konferans dizisi oluşturdum: üçer-dörder saatlik üç dersten oluşan bir maraton. Saint-Just’ün nutukları, Gironde’un tasfiyesi, Kornilov darbesi, Dört Mayıs hareketi, Jiangxi sovyeti, makinalı tüfek mermisi gibi havalarda uçuşmaya başladı. Temel konu hep aynı: Devlet’in kâğıttan bir kaplan olduğu malum, ama kaplanın yırtılma noktası nedir? Otorite nasıl acze düşürülür? Karşı-güç nasıl oluşturulur?

    Adım adım Lenin’i keşfettik. Lenin’in teorik yazıları boş laftır; o zaman da bu kanıdaydım halen de bu kanıdayım. Ama Ekim ihtilaline giden altı ayda yazdığı güncel yazılar – gazete makaleleri, nutuklar, raporlar, propaganda broşürleri, program taslakları vs. – birer siyasi sezgi şaheseridir. Şubat ihtilalinde rejimin ölümcül bir yara aldığını Lenin herkesten önce farkeder. Nisan Tezlerinden itibaren nefes kesici bir ustalıkla o yarayı deşer, büyütür, besler; hiçten başlayarak altı ayda koca imparatorluğu ele geçirir. Toplu Eserler’de o yazılar 1200 sayfalık iki kalın cilttir. Aylarca onları tartıştık. Birçoğunun Türkçesi yoktu, irticalen çevirdim.

    Şimdi sizi şaşırtacak bir şey söyleyeyim: Lenin’e yaklaştıkça Marx’tan uzaklaşırsın. Marksizm dediğin şey gerçek dünyada gerçek insanların yaptığı siyasetle ilgisiz bir teorik şemadır: etten kandan insanlar yerine “üretici güçlerin”, “temel çelişkilerin”, “tarihsel süreçlerin”, “sosyal sınıfların” sahneye çıktığı bir çeşit gölge tiyatrosu. Kornilov isyanının siyasi avantajını yahut dezavantajını tartmak istiyorsan üretici güçlerin sana faydası ne? İşçi-köylü şuralarında Bolşevik kadroları başa getirmeye çalışıyorsan sınıfsal analizi kim ipler?

    1979 Kasımında Grundrisse çevirisini matbaaya teslim ettiğimde Marksist teorinin deli saçması olduğu fikri kafamda şekil almıştı. Ömer’le her gün konuşuyorduk. O da aynı noktaya gelmiş miydi, hatırlamıyorum. Ama gelmemişse bile gidiş yönü belliydi. Taktik ve strateji coşkusu içindeydik; ihtilal ve iktidar tartışıyorduk. Bunları ciddiye alıyorsan, Marx amcanın kartondan modelleriyle ne işin olur?

    Fırtınadan sonraki durgunluk

    Darbe geldiğinde ben yurt dışındaydım. Ömer bir süre saklandı, izini kaybettirdi. Sonra bir şekilde Fransa’ya kapağı attı. Galiba dört beş yıl orada kaldı. Dili, parası, işi, gücü, evi yoktu. Devrimci dayanışma sayesinde ayakta kalabildi. Manevi borçları oluştu. 1980-öncesi yönelimleri her ne idiyse onlar unutuldu. Onca acıdan ve onca yenilgiden sonra yanlışı itiraf etmek ağır geldi belki. Eski rüya kutsallaştırıldı, dokunulmazlaştı. Dokuzu beş geçe durdurulan saatler gibi, 12 Eylül sabahı – başka birçoklarıyla beraber – Ömer Laçiner’in zihinsel evrimi durdu.

    1982 yazında Paris’te Ahmet İnsel’in evinde yeniden buluştuk. Apayrı yerlere geldiğimiz hemen anlaşıldı. İki saat geçmeden o beni oportünistlikle ve proletarya düşmanlığıyla, ben onu bağnazlıkla ve geri kafalılıkla suçluyordum. Bağıra çağıra ayrıldık. Yirmi yıl görüşmedik. Sonra bir gün kalktı, Selçuk Cezaevinde ziyaretime geldi. Kayıp bir dostu yeniden bulmanın sevincini yaşadım.

    Kenan Evren darbesini yememiş olsa, o kadar parlak bir siyasi zekâ bugün kim bilir nerelerde olurdu diye ara sıra düşünmedim değil. Başka bir yerde olacağı kesin. Ama öylesi daha mı iyi olurdu? Çağın dışında kalmak iyi bir şey midir, kötü bir şey midir? Zor sorular bunlar.

    http://nisanyan1.blogspot.com/2012/02/omer-laciner.html

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑