Röportajın, fotoğrafların yer aldığı orijinali, Demokrat Haber sitesinde bulunmaktadır.
SUNU
GÜN ZİLELİ’YE TEŞEKKÜRLERİMİZLE…
Gün Zileli’nin Temmuz 2014’ten beri Demokrathaber/ideahayat’ta “Gün Zileli’den Mektup Var” üst başlığıyla yazıları yayınlanıyor. Kendisine, “bu başlık altında yazılarınızı yayınlayabilir miyiz?” diye sorduğumuz gün aldığımız cevap, “seve seve” olmuştu.
Zileli’nin bir 68’li olduğunu, TİP, FKF ve Dev-Genç geçmişini, bu yapılardaki yöneticiliğini, ardından gelen Aydınlık – Halkın Sesi – TİKP dönemlerini biliyoruz. Hapislik ve kaçaklık dönemlerini de… Sürekli yazıyor ve üretiyor Zileli. Tam 22 kitabı, 11 de çevirisi var.
Türkiye gündemini ve özellikle de Birleşik Haziran Hareketi’ni anlattırmak istiyorduk kendisine. “Olur mu?” diye sorduğumuzda, Temmuz 2014’te verdiği cevabı tekrarladı yine: “Seve seve”.
Aşağıda yer alan röportaj işte bu cevapla birlikte şekillendi.
Röportajda yer alan sorularımızın uzunluğunun iki nedeni var. Sorduğumuz sorularla ilgili olarak kendi düşüncelerimizi de açıklamak ve böylelikle de, olası bir “körler-sağırlar” durumuna meydan vermemek. Öte yandan, söyleşiyi tartışmaya ve bir canlılığa açık hale getirmek. Sorular işte bu yüzden uzun tutuldu. Bu noktada amacımıza ulaşacağımızı umuyoruz. Okumak, düşünmekle ilişkilendirilebildiği ölçüde okuyanı kavrar çünkü…
Sadece Birleşik Haziran Hareketi yok röportajda. Solun birleşme sorunu, Çözüm Süreci, Yunanistan seçimleri, Gezi Direnişi, yaklaşan milletvekili genel seçimi, Perinçek ve Aydınlık hareketi ve tabii ki Anarşizm” de var. Gün Zileli’nin tespitleri ve cevapları net ve tok. Hatta kimi zaman da mermi gibi.
Biz bu röportajdan “öğrendik”… Okuyanların da “öğreneceklerini” biliyor ve Gün Zileli’nin cevaplarını ilginize sunuyoruz.
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın…
HAYRİ GÜNEL – 2 ŞUBAT 2015 SİLİVRİ DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
“BİZDEN BİR SONRAKİ KUŞAĞIN BAKIŞ AÇISINI ÖĞRENMEM AÇISINDAN DA ÇOK YARARLI BİR SÖYLEŞİ OLDU”
HAYRİ GÜNEL– Daha öncesine yaşım nedeniyle canlı bir biçimde tanıklık edemedim ama 1978’den bu yana, yani yaklaşık 37 yıldır, sürekli gözlemlediğim bir gerçeklik var, o da şu; Türkiye sosyalistleri bolca ‘birleşiyor’ ve bolca da ayrılıyorlar. Hatta çoğu birleşmelerin sonu hani deyim yerindeyse ‘karakolda bitiyor’. Çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘çağrı’ cümleleriyle ve sloganlarla başlayıp, yine çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘sonuç bildirgeleriyle bir süre devam eden ama sonunda hep “ellerde patlayan” ve adları genelde ‘atılım’ ya da ‘yeni bir soluk’ olan süreçlerin, denemelerin ve girişimlerin sayısını unuttum diyebilirim. Bunların içerisinde kendi adıma beni en çok umutlandıranı 1996’daki ÖDP adımı olmuştu ama bu örgütlenmenin de bir süre sonra varabildiği noktanın çok da iç açıcı olmadığını görmek, açıkça söylemeliyim ki, aklımı ve yüreğimi epeyce örseledi. O kadar ki, başlangıcında burjuva medyasının bile şaşırtıcı bir yoğunlukla sayfa ve ekran açtığı bu hareket, sonunda, meclise gönderebildiği genel başkanını çok tuhaftır, partiden nasıl göndereceğini, haydi daha gerçekçi olalım, nasıl kovalayacağını bilemedi. Şu anki genel başkan ise geçtiğimiz günlerde, Syriza’ya atıfta bulunurken, ÖDP’nin treni kaçırdığını açıkça itiraf etti. Yanılma payımı da hesaba kattığımı belirterek, böyle bir 37 yılın genel hatlarıyla bana ve yaşıtım çoğu insana anlattığı manzara üç aşağı, beş yukarı bu olsa gerektir. Hani nasıl söylemeli, ne yapılmalıydı?, neler yapıl(a)madı? Bu anlamda Gün Zileli’den neler duyabiliriz? Bu arada yeri gelmişken, sosyalistlerin (solun) birleşmesinden ne anladığınızı da açıklarsanız buna hayır demeyiz.
“BUGÜNÜN SORUNU, TÜRKİYE’NİN DEVRİMCİ BİRİKİMİNİN BİRLEŞİK BİR BLOG YARATMASIDIR”
GÜN ZİLELİ– Mesele sosyalistlerin birleşmesi olarak konmamalı bence. Sosyalistler birleşecek de ne olacak? Bu belki bazı kişilere anlamlı gelebilir bugün ama bana pek fazla bir şey ifade etmiyor.
Bugünün sorunu Türkiye’nin devrimci birikiminin birleşik bir blok yaratmasıdır. Bu birikimin içinde sosyalistler de olabilir, anarşistler de olabilir, anti-kapitalist Müslümanlar da olabilir, hatta sosyal demokratlar da olabilir. Yani ideolojik ayrım koymadan bütün devrimci birikim bir blok olarak bir araya gelmeli ve iktidarın hegemonyasına karşı bir özgürlük ve anti-kapitalizm platformu yaratılmalıdır. Türkiye’nin ihtiyacı budur.
Geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır, biz bugüne bakalım. Geçmişte sol hareketler birleşemedi, tersine sürekli bölündü, çünkü hepsi de bir iktidar paradigmasını temel almışlardı. İktidar “öncü” bir örgütle alınırdı. O halde bu “öncü” örgütün iktidarı için her şey yapılmalıydı. Öbür “öncü”lerin sahte olduğu iddia edilmeliydi. Örgüt içinde fikir ayrılığı çıkarsa muhalif hizip derhal atılmalı ve örgütün “saflığı” korunmalıydı. Ortak cepheler kurulsa bile bu cephede “öncü” örgütün kendini öncü olarak kabul ettirmesi için her türlü hile hurda, her türlü ayak oyunu yapılmalıydı. Acı, üzücü deneyler bunlar. Ve zaten bugünkü dünyada bir geçerliliklerinin olmadığı da anlaşıldı.
Bugünün sorunu, hiçbir ideolojik ayrım koymadan, özgürlük, eşitlik ve modern kültürel kazanımlar için AKP tek parti cumhuriyetinin diktatörlüğüne karşı bir araya gelmektir. Ben bugün birlikten bunu anlıyorum.
HAYRİ GÜNEL– 15 – 16 haziran sürecinde ben 10 yaşımdaydım. Türkiye işçi sınıfı hareketinin bu çok önemli ve çok büyük kalkışmasını sadece kitaplardan ve dergilerden okuyabildim. Kimi canlı tanıklarından da dinledim. Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ndeki gecekondu direnişi gerçekleştiğinde 18 yaşımdaydım. Tariş Direnişi’nde ise artık 20 yaşıma gelmiştim ve yaklaşık 1 ay devam eden oldukça sıcak o süreci çok yakından yaşadım. Sonra aradan epey yıl geçti. İrili, ufaklı kimi eylemlilikleri ve 1 Mayıs kutlamalarını hesaba katmazsak, çok büyük bir bölümüne ‘hareketsizliğin’, ‘dağınıklığın’ ya da ‘donmuşluğun’ egemen olduğu bu yılların sonunda bir gün, bu ülkenin önüne Gezi Direnişi çıktı. Yine kendi adıma konuşacak olursam eğer, Türkiyeli emekçilerin, bu ülke halkının en büyük ve en radikal dört kalkışmasının sonuncusu olarak gördüğüm Gezi Direnişi ile ilgili olarak, ‘renklerinin karmaşıklığı’ –kimileri buna; renklerin zenginliği diyor ki, katılmam pek mümkün görünmüyor- noktasında benim hala birtakım kuşkularım, çekincelerim ve ‘acaba’larım var. Ama bir yandan da yüreğimi oldukça hareketlendiren ve aklımla benliğimi çok yoğun bir biçimde umutlandıran damarı da… Peki, Gün Zileli, Gezi Direnişi’nde neler gördü? Sonuçları noktasında bize neler söyleyebilir? Süreç boyunca epeyce öne çıktığını düşündüğüm bir ‘dağınıklık’ noktasında örneğin bu kuşku, çekince ve ‘acaba’lar için hiç kuşkusuz bize anlatacakları vardır diye düşünüyorum…
“DEVRİMCİLER VE SOSYALİSTLER GEZİ İSYANINA BAKSINLAR, NASIL HAREKET ETMELERİ GEREKTİĞİNİ ÖĞRENSİNLER”
GÜN ZİLELİ– Gezi direnişi günümüzün direniş biçimidir. Dünya çapında bir mücadeledir bu. Artık her şeyi kendi tekelinde tutan merkeziyetçi, katı disiplinli “öncü” örgütlerin modası geçmiş bulunuyor. Aslında Gezi hareketi, devrimcilere, sosyalistlere, anarşistlere, herkese, mücadelenin nasıl yapılması gerektiğini, nasıl bir araya gelinebileceğini öğretti. Orada şunu gördük: Mücadele eden herkes kardeştir.
İdeolojik ayrılıkların mücadele meydanında hiçbir önemi yoktur. Polise karşı direnirken bu tür ayrımların hiçbir anlamı yoktur. Çadırda nöbet tutarken de öyle. Kısacası, devrimciler ve sosyalistler Gezi isyanına baksınlar, nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğrensinler. Gezi isyanı çokluğun direnişidir. Hiçbir tekeli, tepeden dayatmayı kabul etmez. Önümüzdeki dönemin devrimci bloklaşması böyle olmalıdır.
HAYRİ GÜNEL– Gezi Direnişi’ni izleyen sürece ülkenin hemen her tarafındaki forumlar damgasını vurdu. Mahalleleri, semtleri, ilçeleri ve illeri kaplayan epey hareketli bir gelişmeydi bu ve devam da ediyor. Birleşik Haziran Hareketi (BHH) böyle bir sürecin sonuçlarından biriymiş gibi bir algı yarattı herkeste. Hani sanki Gezi Direnişi hiç gerçekleşmemiş olsaydı, BHH de olmayacaktı ya da kimsenin aklına gelmeyecekti gibi bir algıdan söz etmeye çalışıyorum. Elbette tam olarak öyle değil ama insanlar gelişmelere bakarak böyle düşünmekten de kendilerini alamıyorlar. Öte yandan, hareketin sözcüleri, BHH’nin, Gezi Direnişi’ni büyütmek ve gelecek adına kalıcılaştırmak anlamı da taşıdığını dillendirebiliyorlar. Kısacası ortada birçok cevap bulamamış soru var gibi… Nedir aslında bu Birleşik Haziran Hareketi? Ve ne değildir? Nasıl bir ihtiyaçtan doğmuştur? Türkiyeli sosyalistler ‘miras’ tüketmeyi çok iyi becerirler, bu anlamda olmak üzere, başka birçok sıçrama tahtası herkesin, her kesimin hemen yanı başında duruyorken, hareketin en çok da Gezi Direnişi ile beslenmeye çalıştığı gibi bir durum söz konusu mudur? Daha net soracak olursak eğer; BHH gerçekten ‘doğru devrimci’ bir mevzi midir?, yoksa kimi çevre ve unsurların öne sürdüğü gibi, “biz de bir şeyler yapalım artık”tan yola çıkmış bir ‘parsa toplama’ girişimi ya da ‘aceleciliği’mi? Ben hem kendi adıma hem de Türkiye solunun geleceği adına, BHH’nin, sadece dostların, o da alış verişte gördüğü değil de, tam tersi herkeslerin görüp de umutlanacağı çok canlı bir organizma olmasını istiyorum. Benim ‘doğru, devrimci mevzi’ ölçütlerim söyletiyor bunları bana… Siz neler söyleyeceksiniz?
“BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ BENCE DOĞRU BİR DEVRİMCİ MEVZİDİR BUGÜN”
GÜN ZİLELİ– BHH tam da günümüze uygun bir bloklaşma hareketidir. Adındaki “Haziran” vurgusu, gezi direnişi mirasına sahip çıkması anlamında olumludur. Ama bu, “Gezi’yi biz temsil ediyoruz” diye algılanır ve takdim edilirse yanlış olur. Çünkü Gezi’yi kimse temsil edemez. Gezi kendi kendini temsil eder. Günün birinde aynı kitlesellikte ve çoğullukta geri geldiğinde, işte o zaman Gezi kendi kendini yeniden temsil etmiş olur.
Ama Gezi’nin kitleselliğini her günkü harekette sürdürmek mümkün değildir. Bu yüzden de gündelik mücadelenin görevlerini yerine getirecek bir blok örgütlenmesine ihtiyaç vardır. BHH bu ihtiyacın ürünüdür. Yönelimi doğrudur: AKP diktatörlüğüne karşı özgürlükleri ve eşitliği savunmaktadır. Gezi’nin önemli hedeflerine sahip çıkmakta, ulusalcılardan farklı olarak Kürt mücadelesine yakın durmaya çalışmakta, kentsel dönüşüme direnmekte, ekolojik direnişlere önem vermekte, modern kültürel kazanımlara sahip çıkarak iktidarın dinsel bağnazlığıyla mücadele etmektedir. Eksik noktası, aşağıdan yukarı sahip çıkışın yetersiz olmasıdır. Solda her şeyin “yukarıdan” beklenmesi, örgütlenmesi alışkanlığı vardır. Oysa her mahalli bölgede bu hedeflere sahip çıkan insanlar bir araya gelip orada BHH bloklaşmasının yerel bir birimini oluşturabilirler. Sonuç olarak, BHH bence doğru bir devrimci mevzidir bugün.
HAYRİ GÜNEL– HDK ve HDP girişimleriyle ilgili olarak konuşulan her yerde ve çevrede ben ısrarla, bu yapıların herkeste yarattığı algının onların adeta bir kaderi durumuna kadar ulaştığını söylemekten pek çekinmedim. Neydi o algı hemen belirteyim. İçlerinde birden çok ve birbirinden bağımsız yapıları, Kürt olmayan unsurları ve sosyalistleri barındırıyor olmalarına rağmen her iki yapıya da asla ve hiçbir zaman; “evet sizler sosyalist bir örgütlenmesiniz” gözüyle bakıl(a)madı ne hikmetse. HDK ve daha sonra HDP ve şu an ki ardılları her zaman ve her şeyden önce birer Kürt örgütlenmesi olarak akıllarda yer etmekten bir türlü kurtulamadılar, kurtulamıyorlar. Bana göre tuhaf bir kader gibiydi bu durum sanki. Bu yapılardaki unsurlar yola çıkarlarken belki de burayı hiç hedeflememişlerdi, bilemiyorum. Ama böyle bir durağın, başlangıçtan bugüne yürünürken, bazı öznel durumlar ve ilginç sayılabilecek gündemler nedeniyle galiba bir kaçınılmazlığı da söz konusuydu. (Hatta / üstelik, son cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş’ın bu algıyı kırdığı yollu savunulara rağmen)… Şimdi benzer bir durumu, bana göre biraz farklı olarak BHH de yaşıyor gibi. Fakat hemen belirtmeliyim, bu “biraz” dediğim farkı ben tepeden tırnağa “magazin” olarak adlandırıyorum. HDK ve HDP’yi “Kürt yoğun” olarak niteleyen çevre ve unsurların da içinde olduğu çok geniş bir kesim, BHH’ni de “ÖDP yoğun” olarak nitelendiriyor. Hatta BHH için, bir ÖDP kurnazlığı ya da ÖDP’yi daha sağlam bir temele oturtma ve bu yolla tekrar ayağa kaldırma çabası diyenler bile var. Az önce söylediğim gibi, bu tür yaklaşımlara ben magazin dedim her fırsatta… Peki Gün Zileli ne diyor?, BHH’nin sahibi kim?, var mı böyle bir sahip? (ya da olmalı mı?) BHH’nin sahibi ÖDP mi? BHH aslında bir “yeniden ÖDP” hareketi mi?
“BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ’NİN BİR SAHİBİ OLAMAZ, OLDUĞU ANDA ÖLÜR”
GÜN ZİLELİ– Ben böyle şeylere kulak asmam. Elbette her bloklaşmada örgütler kapışması veya ideolojik çekişmeler olur. Bu kaçınılmazdır. Bütün mesele, Gezi’ye ruhunu veren insanların bu bloklaşmaya sahip çıkıp blok içinde Gezi’deki gibi bir çokluk yaratabilmeleridir. Bu yapılabilirse o örgütsel çekişmeler ya da bloku kendi örgütü lehinde manüpüle etme çabaları da anlamsız kalacaktır. Kısacası yapılması gereken, BHH’yi Gezi’leştirmektir. Kitlesellik anlamında olamasa da, çokluk ve yan yana, omuz omuza mücadele bilinci açısından. Dolayısıyla BHH’nin bir sahibi olamaz. Olduğu anda ölür. BHH’nin bir tane sahibi olmalıdır, o da bu bloklaşmaya tabandan katılan her görüşten insanlar.
Öte yandan, ideal olan bloklaşma, içinde CHP’yi ve HDK’yi de barındıran bloklaşmadır. Yani ideolojik ağırlıklarından, önyargılarından ve tutukluklarından kurtulmuş bu iki hareket de ortak blokta yer alırsa, işte o zaman AKP diktatörlüğü yenilgiye uğratılabilir. Aslında AKP diktatörlüğünü önümüzdeki seçimlerde bile yenilgiye uğratmak işten bile değildir. Bu şans belediye seçimlerinde kaçırılmıştır. Eğer her mahalli bölgede AKP’nin karşısındaki en güçlü adaya oy verilmiş olsaydı, AKP bugün sahip olduğu belediyelerin yarısını kaybederdi. Büyük şehir belediyelerini de kaybederdi.
Dediğim gibi, geniş bir bloklaşma olsun. CHP bir blok partisi gibi hareket ederek Kürt bölgelerinde HDP’nin adaylarını, BHH’nin talip olduğu yerlerde BHH’nin adaylarını göstersin, o zaman ülke çapında bir rüzgâr eser ve bütün seçim tahmin anketleri alt üst olur. Yunanistan’da olduğu gibi, hiç umulmadık insanlar o zaman AKP’den koparak bu bloka oy verir. AKP’nin gücü muhalefetin bölünmesinden gelmektedir.
Tabii, hayallere kapılmayalım. CHP böyle bir şeyi asla kabul etmez. HDP de zaten AKP’yle pazarlıklardan kopup böyle bir ittifaka yanaşmaz. Buna rağmen BHH, Kürt siyasal hareketiyle daha fazla yakınlaşmanın yollarını aramalı, CHP ile dirsek temasına önem vermelidir.
HAYRİ GÜNEL– Üçüncü sorumda; BHH gerçekten ‘doğru devrimci’ bir mevzi midir? diye sorarken biraz da şimdi soracağım soruyu hedeflemiştim aslında. Bana göre hiç kuşkusuz her iki soru arasında doğrudan bir ilişki var. O soruda kendi düşüncelerimi genel hatlarıyla açıkladığım için yeni cümleler eklemeyi düşünmüyorum, o yüzden hemen soruma geçeceğim, BHH’nin sonuç alma şansı nedir?, var mıdır böyle bir şans? BHH süreç içerisinde bir partiye, en azından artık pek moda olan bir “çatı” hareketine, bir “çatı” örgütlenmesine dönüşecek mi? Ya da dönüşmesi gerekir mi? Böyle bir hedefi var mı? Örneğin, benim yaşadığım yerleşim yerinde gerçekleştirilen ve gazeteci kimliğimle katıldığım toplantıda / forumda, hareketin sözcüleri olarak söz alan unsurlar kendilerine yöneltilen bu sorulara ne evet, ne de hayır dediler. Onun yerine “süreç” dediler, “ne gösterir bilinmez” dediler vs… Hani deyim yerindeyse, “dersi kaynattılar”. Gün Zileli olarak siz neler söyleyeceksiniz? Bu soruyu, cevabını alacağımı umduğum herkeslere sormayı düşünüyorum. Ama önce siz…
“YAKLAŞAN SEÇİMLER AÇISINDAN BAKACAK OLURSAK, TEK MANTIKLI YOL, BHH VE HDP’NİN CHP ÇATISI ALTINDA SEÇİME GİRMESİDİR”
GÜN ZİLELİ– Yukarıda da belirtmeye çalıştım. Yaklaşan seçimler açısından bakacak olursak, tek mantıklı yol, BHH ve HDP’nin CHP çatısı altında seçime girmesidir. Elbette mantıklı olan bir öneri her zaman gerçekçi olmayabiliyor. Bu bakımdan bu öneriyi, doğru ama gerçekleşme şansı olmayan bir öneri olarak görüyorum.
Geriye kalıyor HDP alternatifi. Kanımca HDP’nin barajı geçme şansı sıfır. Yüzde 7 oy alması başarı sayılabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aldıkları oya güvenmesinler. Demirtaş CHP’den yüzde 4 oranında oy kazandı ama bu oylar geçici olarak geldi HDP’ye. Bu seçimlerde hepsi yeniden CHP’ye dönecek. Bu durumda seçime bağımsız parti olarak girme ısrarı saçmadır ve ister istemez akla başka şeyler getirmektedir. HDP, acaba AKP İle anlaştığı için mi bu yolda ısrar ediyor? “Barış süreci” ile ilgili bir takım taleplerinin karşılanması karşılığında güneydoğu’daki milletvekillerini AKP’ye vermeyi mi kabul ettiler? Yoksa son ana kadar bağımsız girecekmiş gibi yapıp oylarını arttırmayı mı amaçlıyorlar sadece. Eğer ısrarlarının nedeni buysa, mesele yok. Ama gerçekten bağımsız girerlerse sonucun sadece Kürt hareketi açısından değil, Türkiye devrimci hareketinin tümü açısından hüsran olacağı kesin.
Olaya seçimlerin dışında ve daha uzun vadeli bakacak olursak; şu anda gözüktüğü kadarıyla,
BHH’nin bir partiye dönüşmesi şansı yok. Zaten bu iyi de olmaz. BHH’yi şimdiden bir kariyerist politikacılar arenasına döndürür. Bence BHH esas olarak yukarda sözü geçen hedefler doğrultusundaki mücadeleleri örgütlemeye ağırlık vermelidir.
HAYRİ GÜNEL– Şimdi belki de sizi bir parça kızdıracağım, ama kambersiz düğün olmaz deyip sormam da gerekiyor. Sizin her fırsatta kıyasıya, hatta kimi zaman da öldüresiye eleştirdiğiniz o cenah, yani Aydınlık ve İP çevresi, BHH’ne –sıkı durun- “Bölücü Sol” diyor. Evet, aynen böyle diyor. 2014 sonlarında, benim kendisiyle yaptığım bir röportajda, partinin “önemli” isimlerinden Hıdır Hokka da bu deyimi hiç çekinmeden kullanmıştı ve ben de inanılmaz afallamıştım. Kendime gelip sakin kafayla tekrar düşündüğümde, bu cenahın geçmişte ÖDP’ye de, buna benzer bir biçimde “AB’ci Sol” demiş olması geliverdi aklıma hemen. Bu “Bölücü Sol” deyimi aynı garipliğin bugünkü nakaratı diye düşünmüştüm. Gün Zileli önce şu “Bölücü Sol”un ne anlama geldiğini bize anlatabilir mi? Yaklaşık 37 yıldır böyle bir deyimi hiç duymamış olan ben, deyimi açıklayabilecek gücüm olduğunu da hiç sanmıyorum. Gün Zileli’nin buna gücü yeter mi? Hem sol, hem de bölücü yani hem sol, hem de o cenaha göre “kötü” (çünkü bölücü kelimesini bu deyim içerisinde başka bir çıkarsama için kullanmadıkları açık) nasıl olunuyor, anlatabilir mi bize Gün Zileli? Bu deyim sola ve dahi Marksizm’e –tarifi olanaksız- bir “katkı” olarak kabul edilebilir mi? Bu arada Aydınlık ve İP demişken sormadan olmaz, Doğu Perinçek ve tayfasının son durumu hakkında Gün Zileli neler düşünüyor? Malum, yine yurtdışı mahkemeleri, yine “muhteşem mahkum edişler(!)” ve “ışıltılı hukuk zaferleri(!)” durumları söz konusu, o yüzden soruyorum bütün bunları… Ve sizi bilemem ama bana göre ulaştıkları nokta artık vehamet ötesi…
“AYDINLIK HAREKETİNİN BUGÜNKÜ DURUMUNA GELİNCE… DOĞRUSU SÖYLENECEK O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ, İNSANIN NUTKU TUTULUYOR. DIŞARI ÇIKARKEN AKP İKTİDARIYLA ANLAŞMA YAPTILAR”
GÜN ZİLELİ– 1980 öncesinde de dışlarındaki sola “sahte sol” demişlerdi (o sırada ben de o hareket içindeydim, dolayısıyla bu sahte terimi ben de kullanmıştım). Aslında bu tutum Aydınlıkçılara özgü değildir. Sol gelenekte vardır bu. Sol örgütler şeytani bir düşman yaratırlar ve onu karalayarak var olurlar. Bu şeytan bir bakarsınız “Troçkizm” olur, bir bakarsınız “goşizm” veya “revizyonizm”, sağ sapma”, “sol sapma”, “likidatörler” vb vb. oluverir. “Bölücü sol” da sanırım işte böyle bir sahte düşman. Pek fazla önem vermiyorum bu tür nitelemelere. Üstelik artık taraftarlarından başka kimsenin yutmadığı anakronik adlandırmalar bunlar.
Aydınlık hareketinin bugünkü durumuna gelince… Doğrusu söylenecek o kadar çok şey var ki, insanın nutku tutuluyor. Dışarı çıkarken AKP iktidarıyla anlaşma yaptılar. Fetullah Gülen örgütüne karşı mücadele edeceklerine dair bir anlaşmaydı bu. 1970 öncesinde devlete solcuların dosyalarını verirlerdi. Şimdi de AKP devletine Fetullahçıların dosyalarını teslim ediyorlar. Yani bunları kısaca “dosyacılar” diye tanımlamak yerinde olur. Ermeni sorununda da AKP devleti ile tam bir işbirliği içindeler. Doğu Perinçek’i desteklemek için AİHM’e gidenin müstafi Avrupa Bakanı Egemen Bağış olması ise son derece ironik.
HAYRİ GÜNEL– Söyleşimizin sonuna gelirken, gündemin en sıcak gelişmelerinden biri olan Yunanistan seçimlerini kısaca değerlendirmenizi de isteyeceğim sizden. Önce şunu öğrenmek istiyorum izninizle; Yunanistan’da seçimleri gerçekten sol mu kazandı? Soru size yadırgatıcı gelmesin, bu anlamda olmak üzere, daha henüz yüksek sesle dillendirilmemiş de olsa, bizim ülkemizin solunda epey bir tereddütün ve “acaba”nın olduğunu gözlemliyorum çünkü. Ve Syriza’dan, “solculuk” noktasında kuşku duyanların sayısı hiç de az değil. Soruyu sormamdaki sebep yalnızca bu. Öte yandan bize, biraz da BHH noktasından yola çıkarak, Türkiyeli sosyalistlerin ve devrimcilerin de böyle bir hedefi yakalayabilmeleri anlamında neler söyleyebilirsiniz?
“SYRİZA’YA FIRSAT TANINMALIDIR. BU ARADA DESTEKLENMELİDİR. ELBETTE HAYALLERE KAPILMADAN VE UYANIKLIĞI ELDEN BIRAKMADAN”
GÜN ZİLELİ– Syriza deneyi, eski tip “çelik disiplinli”, merkeziyetçi “öncü” örgüt tipinin tabutuna son çiviyi çaktı bence. KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi) Syriza’ya bu kadar sekterce saldırmasının nedeni de bu. Syriza örneği başarılı olursa iflaslarının kanıtlanacağından korkuyorlar. Bu yüzden topluca “başarısızlık” duasına çıktıklarını görüyoruz. Şunu iddia edeceğim: Syriza, Gezi gibi dünya ayaklanmalarının bir başka örneğidir. Ayaklanma her zaman sokakta polisle çatışarak olmaz. Bazen de böyle, oy yoluyla olur. Yunanistan’da ekonomi çöktü. Eski siyasi yapı da onunla birlikte çöktü. Siyasi yapının dayandığı ana kolonlardan olan Pasok yerle bir oldu. Önce sokaklar yandı. Yunan anarşistleri bu mücadelede başı çektiler. Fakat halk her zaman büyük riskleri göze alan bir varlık değildir. Eğer büyük risklere girmeden işin içinden çıkma yönünde bir alternatif gözüküyorsa o alternatifi mutlaka dener. İşte Syriza bu deneyin ürünüdür.
Syriza’ya fırsat tanınmalıdır. Bu arada da desteklenmelidir. Elbette hayallere kapılmadan ve uyanıklığı elden bırakmadan. Syriza piyasaya ve sermayeye yenilecek mi? Yenilmemesini arzu ederiz. Başarısızlık pususuna yatmayı da fena halde ayıplarız.
Her ülkenin farklı koşulları söz konusu. Şu anda BHH’nin ya da bir başka hareketin böyle bir hedefi yakalaması oldukça uzak bir ihtimal.
HAYRİ GÜNEL– Sondan bir önceki sorum “çözüm süreci” ve BHH üzerine olacak. Örneğin önce şu çözüm süreci denen olguyu biraz açarak başlarsanız, bizi ve okurları bilgilendirmiş olacağınızı düşünüyorum. Gerçekten bir şeyler “çözülüyor” mu?, yoksa bize mi öyle geliyor ya da getiriliyor? Çünkü ben yaklaşık 12 yıldan bu yana, içerisinde RTE’nin olduğu en küçük bir olaya ya da meseleye bile çok görkemli, çok muazzam bir kuşkuyla, hatta ve hatta açıkça söylemeliyim ki, “pis” bir gözle bakıyorum. Öte yandan bu sürecin bir de “karşı tarafı” olduğunu asla unutmadan, sözünü ettiğim “taraf”ın -geçmişini de hesaba katarak- genel bir çerçevesini çizin desem neler söylersiniz çok merak ediyorum. Kısacası, bir ulus gerçekten kendi kaderini tayin ediyor mu sorusunun cevabını arıyorum ben… İşte tam da bu noktada, BHH’nin neden tatmin edici bir söylemi olmadığı sorusunun da altını çiziyorum…
“KÜRT POLİTİKACILARI VE BURJUVAZİSİ AKP İLE ANLAŞSA BİLE, KÜRT PLEBYENLERİ MÜCADELELERİNİ SÜRDÜRECEKLERDİR. ONLARA GÜVENMEK GEREK”
GÜN ZİLELİ– Ben barışa önem veriyorum. Bu anlamda çatışmasızlık ortamını başından beri olumlu buldum. Bununla birlikte, AKP diktatörlüğü ile yürütülecek bir “barış süreci”nin olumlu sonuçlar getireceğine hiç mi hiç inanmıyorum. Diktatörlük, Kürtleri kendi istekleri doğrultusunda manüpüle etmeye çalışıyor. Ayrıca hiçbir hak da vermeyeceklerdir. Diğer yandan, Abdullah Öcalan’la kapalı kapılar ardında yürütülecek görüşmelerden de olumlu bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. AKP zaman kazanmaya çalışıyor. Seçimleri kazandıkları an Kürt siyasal hareketine saldıracaklardır.
Kürt siyasal hareketi içinde iki kesim var. Birinci kesim, Kürt burjuvazisiyle içli dışlı olan Kürt politikacılarıdır. İkinci kesim ise, sokaklarda dövüşen ve canını veren Kürt plebyenleridir. Bu iki kesimin çıkarları birbirine taban tabana zıddır, aralarında sınıf çelişkisi vardır. Kürt politikacıları ve burjuvazisi AKP ile anlaşsa bile, Kürt plebyenleri mücadelelerini sürdüreceklerdir. Onlara güvenmek gerek.
HAYRİ GÜNEL– O kadar çok BHH dedik ki… Son sorum bu yüzden tamamen öznel ve kişisel bir merak ürünü olacak… Gün Zileli’ye “Neden Anarşizm?” diye sorsam, çok mu abartılı olur, yoksa kendisine –pek de haddim olmayarak- haksızlık mı etmiş olurum? Her ikisi de değilse eğer, söz sizin…
“ANARŞİZM DÜNYANIN RUHUDUR. ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜNSÜZ VE MUTLAK ANLAMDA SAVUNAN BİR DÜŞÜNCEDİR”
GÜN ZİLELİ– Anarşizm dünyanın ruhudur. Özgürlüğü ödünsüz ve mutlak anlamda savunan bir düşüncedir. Ben Marksist hareketten geliyorum. Yıllarca proletarya diktatörlüğünü savundum. Proletarya diktatörlüğünün aslında proletarya üzerinde bir diktatörlük olduğunu anarşizm sayesinde gördüm.
Keza anarşizm bana her türlü iktidarın kötü ve kirli olduğunu, iktidarın yozlaştırdığını, her devrimin ilk işinin devleti yok etmek olduğunu gösterdi. Dolayısıyla ona çok şey borçluyum.
HAYRİ GÜNEL– Son olarak eklemek istediğiniz cümleleriniz varsa, onları da duymak istiyorum…
GÜN ZİLELİ– Bizden bir sonraki kuşağın bakış açısını öğrenmem açısından da çok yararlı bir röportaj oldu. Sağol.
HAYRİ GÜNEL – 2 Şubat 2015 – SİLİVRİ / 2 ŞUBAT 2015 – İNGİLTERE
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
NOT: ARA BAŞLIKLAR TARAFIMIZDAN KONULMUŞTUR.
GÜN ZİLELİ KİMDİR
(d. 24 Ekim1946. Ankara)
1970 yılında, DTCF’nin Felsefe Bölümü’nün 2. sınıfından ayrıldı.1960’lı yıllarda, Yordam, Soyut gibi edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlandı; ayrıca, Emekçi, Aydınlık, Proleter Devrimci Aydınlık dergilerinde görev aldı ve yazdı. TİP, FKF ve Dev-Genç örgütlerinde çalıştı; son ikisinin yönetici organlarında bulundu. 1964 yılının Ağustos ayındaki ilk anti-emperyalist gösterilerde gözaltına alındı. 1966 yılındaki anti-emperyalist gösterilerden dolayı kısa süre hapis yattı. 1968 ve daha sonrasındaki öğrenci hareketlerinde yer aldı, 1969 yılında kısa süre hapis yattı. 1971-74 yılları arasında, üç yılı aşkın, Mamak Cezaevi’nde tutuklu kaldı; TÖS, Dev-Genç ve TİİKP davalarından yargılandı. 1970′li yıllarda Aydınlık, Halkın Sesi, Bora, Türkiye Gerçeği dergilerinde, daha çok teorik ve siyasi nitelikte makaleler yazdı ve TİKP’nin yöneticiliğini yaptı. 1975 yılında, Adana’da, İncirlik Üssü’ne karşı yapılan yürüyüşte tutuklandı ve kısa süre hapis yattı.
12 Eylül’den sonra, TİKP davası dolayısıyla arandı ve on yıl kaçak yaşadı. Bu yıllarda, daha çok Mehmet Gündüz takma adıyla teorik yazılar yazdı; Ufuklar, Saçak ve Sosyalist Birlik dergilerinin çıkartılmasına önayak oldu, Yapıt ve Somut dergilerinde yazdı. 1990 yılının başında yurt dışına çıkıp İngiltere’de siyasi mülteci olarak yaşamaya başladı. Bu yıllarda, roman yazdı ve İngilizceden Türkçeye kitap çevirdi. Amargi, Sosyalizmin Sorunları, Yeni Zamanlar, Birikim, Apolitika, Ateş Hırsızı, Uç, İmlasız, Bireylikler, Kitap-lık, Virgül, Köxüz, Öteki İsviçre, Açık Gazete, Özgür Üniversite, Haber Cumhuriyeti, Devrimci Demokrat gibi dergi ve internet sitelerinde ağırlıklı olarak kitap eleştirisi yazıları yayımlandı. İstanbul Özgür Üniversite’de, “Devrimi Yeniden Düşünmek” ve “Komintern ile TKP” konulu seminerler verdi. Yazı ve röportajları, Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com) adlı bireysel sitesinde de yayımlanmaktadır. Şu anda Yayın Kolektifi bünyesinde çalışmaktadır.
KİTAPLARI
Bürokrasi ve Sosyalist Demokrasi (Mehmet Gündüz adıyla), 1990, Koral
Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır (Mine Ege ve Hasan Baku ile birlikte), 1995, Kaos
Türkiye… Sosyal Patlamaya Doğru (İlhan Tekin’le birlikte), 1995, Kaos
Deniz Orada (Roman), 1995, Sel
Bahar ve Tipi (Roman), 1997, Telos
Yarılma, 2000, Ozan; 2002, İletişim
Havariler, 2002, İletişim
Sapak, 2003, İletişim
Ev, 2004, İletişim,
Ulusalcılık, 2007, Özgür Üniversite
Komün (Roman), 2007, Yaba
Stalinizm, 2010, Özgür Üniversite
Stalin Yargılanıyor, 2010, Kibele
Devrimi Yeniden Düşünmek-1, (Fikret Başkaya ile birlikte), 2010, Özgür Üniversite
Rejimler, Partiler, Kişiler ve “Ulus”lar, 2010, Kibele
Arnavutköy, 2010, Heyamola
Sığınmacılar, 2011, İletişim
Benim Kahraman Köpeklerim, 2012, Özyürek
Yüreğe Yağan Kar (Öyküler), 2012, Yaba
Muhafazakâr Liberalizm, 2014, İmge
Haziran Günleri -Gezi Notları-, 2014, BüyülüDağ
Mevsimler (Roman), 2014, İletişim
ÇEVİRİLERİ
Abel Paz, Halk Silahlanınca, 1995, Kaos
Eugenia Ginzburg, Anafora Doğru, 1996, Pencere
Gilles Dauvé-François Martin, Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı (Bora Sarayova adıyla), 1999, Sel
Eugenia Ginzburg, Anaforun İçinde, 2000, Pencere
Herman Gorter, Yoldaş Lenin’e Açık Mektup (Kemal Orcan’la birlikte), 2001, Günizi
Paul Avrich, Kronstadt 1921, 2006 ,Versus
E.H.Carr, Bakunin, 2006, Versus
Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, 2009, Kibele
Michael Seidman, İşçiler Çalışmaya Karşı, (Emine Özkaya ile birlikte), 2010, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
Margarete Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında, 2012, İmge
Erica Wallach, Gece Yarısında Aydınlık, 2013, Ayrıntı
Dünya Halkları Kobanê’yi Kurtardı!
Milliyetçi, ilkel ve gerici Kürd Medyası ile arkasındaki tekelleşmiş emperyalist medyanın yarattığı bilgi kirliliği üzerine Kemalist Devrim Komuta Konseyi bir açıklama yapma gereği duydu. Söz konusu açıklamada ‘gördüklerinize, duyduklarınıza ve düşman tarafından tahrip edilen diğer duyu organlarınıza değil, sadece ve sadece devrim Komuta Konseyi’nin açıklamalarına inanın’ denilerek dünya devrimci halkları uyarıldı.
Açıklamada, Kobanê devrimini çarpıtmaya çalışan milliyetçi ve ilkel Kürd basınının yalanları tek tek ortaya konulmuş oldu.
İlkel bir ulus devlet kurma hayalindeki Berzani birlikleri ile Amerika öncülüğündeki emperyalist koalisyonun 5 aydır kuşatma altında tuttuğu Kobanê’nin özgürleşmesinde emeği geçen uluslararası devrimci güçlere özellikle teşekkür edildi; bütün dünyada devrimi başarıya ulaştırıncaya kadar bu dayanışmanın devam edeceği belirtildi.
Bilindiği gibi Berzani ve Amerika’nın kuşattığı Kobanê’de devrimci güçler büyük bir direniş göstererek işgale izin vermemişlerdi. SSCB öncülüğündeki Sosyalist Koalisyon uçaklarının Berzani ve Amerika mevzilerini durmadan bombalaması direnişçilere zaman kazandırmıştı.
Nikaragua-Küba-Vietnam-Filistin ve diğer sosyalist ülkelerden gelen devrimci birlikler ağır silahlarla ve Tanklarla ablukayı kırıp Kobanê’deki direnişçilerle birleşmişlerdi.
Devrimci güçler ağır silahlara sahip olduktan ve SSCB öncülüğündeki Sosyalist Koalisyon jetleri de havadan düşman mevzilerini bombalamaya başladıktan sonra zaferin geleceği belli olmuştu. Uluslararası sosyalist güçlerin kararlı mücadelesi karşısında bozguna uğrayan Berzani ve Amerika Kobanê’yi terk etmek zorunda kaldı ve 26.01.2015 günü Kobanê de devrim gerçekleşmiş oldu.
Kobanê direnişinde dünyadaki her ülkeden ve halktan savaşçılar devrim şehitleri kervanına katıldılar.
Devrim şehitleri kervanına katılanlar arasında dünya devriminin değerli öncüleri de vardı;
Bodrum tatillerini yarıda keserek sevgilileriyle birlikte Kobanê direnişine katılan Ertuğrul Kürkçü ve Bengi Yıldız, MİT sevgilisiyle birlikte direnişe katılan Gültan Kışanak’ın kızı, Abdullah Öcalan’ın üç yeğeni, Figen Yüksekdağ’ın kardeşi ve kuzeni, S.S.Önder ve altı Türkmen akrabası, Levend Tüzel, Nursel Aydoğan, Emine Ayna da şehitler kervanına katılanlardan bazılarıdır sadece…
Bu arada enternasyonalist dayanışmada, ilkellikten kurtulmuş ve sosyalist dünya görüşünü benimsemiş birkaç Kürd yoksulu da direnişe katkı sundu.
Kobanê direnişine katılan bir savaşçı, ‘aslında direnen ve savaşan biz değildik, önder Apo’nun-Lenin’in-Stalin’in, Mahir ve Deniz ile birlikte diğer sosyalist önderlerin ruhları savaştı ve direndi’ açıklamasını yaptı.
Atatürk’ün başlattığı anti emperyalist ve anti gerici devrim dalgasını Kobanê ile devam ettirmekten dolayı gururluyuz…
Dünya Sosyalist Basın Merkezi (İMCTV)
27.01.2015
****
NASNAME Notu: Yaşanan yanılsama ile birlikte varılan aptallık derecesini ironi yapmadan anlatabilmek çok zordu, bu nedenle okuyucularımıza böyle bir haber yapma gereği duyduk. İMCTV de çıkan bir haberin linkini okuyucularımızla paylaşıyoruz. Bu habere bakıldığında görülecektir ki söz konusu haber ancak ve ancak ironi ile aktarılabilir. Söz konusu haberin başlığı şöyle: ‘Kobani, Kürt ve Türk devrimcilerinin zaferidir’…
İMCTV’de çıkan haberin linki:
http://www.imctv.com.tr/2015/01/27/65891/kobani-kurt-ve-turk-devrimcilerinin-zaferidir
http://www.nasname.com/a/dunya-halklari-kobaneyi-kurtardi
HDP ye duyulan güvensizlik her daim “düzenin sahiplerinin” işine yaradı. Bu kez olsun güvenmeyi denesek, diyorum. Türkiye halkları ve tüm mağdurları, ve onların uzun mücadelesi tarihsel bir kırılma anına gelip dayandı…
Ya devlet kemalist-ırkçımilliyetçi devlet biçimini”tasfiye edenler tarafından ışİD vb cinayet şebekelerini kullanarak bir İD’e (islam devletine) dönüşecek….ya da başta Kürt Özgürlük hareketi olmak üzere bütün ezilen ve sömürülen kesimlerce daha farklı bir yola…bir paradigmal değişim yoluna sokulacak… daha burjuva demokratik değerlerri haiz; hatta giderek Rojava benzeri kantonal kent demokrasileri yoluna da girmesi neden olanaksız olsun ki?
Eğer mücadelede zaaf gösterirsek, kemalist paradigmanın ardından, onun yeni versiyonu olan siyasal islamla uzlaşık neo-kemalist devlet ideolojisi kendini yeni şartlara adapte etmiş olacak… ÜÇ Tarz-ı siyasetten üçüncüsüne….yani türk-islam sentezli bir NEO”milli”(Türk önderlikli) osmanlıcı” devlet biçimine ve anlayışına gelip dayanılacak…
Yok eğer, düşünülen ve cesaret edilen olur da HDP barajı aşarsa, bu iki faşizan-otoriter şıkkın dışında yeni bir paradigmal değişimin imkan ve yolu açılacak…giderek bir anadolu-mezopotamya Syrizası neden olamasın?
Bari bu kez güvenelim, kendimize ve KÖH’ne…
Hiç güleceğim yoktu. Anonim arkadaş, aktardıklarınla röportajın önüne geçtin. Yenilerini bekleriz.
ya barajı aşamazsa ki, daha büyük ihtimal bu…
” ya barajı aşamazsa” diye düşünmek…asıl engel bu. ihtimalin büyüklüğünün sebebi de…
geriye kalan ( herşey değilse bile, çok şey)…işte Kobané ve şengal direnişleri , Kerkükte orda burda peşpeşe gelen umut verici haberler hatta dünyada uyanan ilgi…
Mukdetör (muktedir diktatörü böyle kısalttım) bile panikte…öfkesini görmüyor muyuz* parelelciler dediğinin her şeyi faş edeceği korkusu kabusa dönüşmüş olmasa bu kadar pervasızlaşır mı?
Gün Bey,
Size gündemden şimdilik uzak bir konu olsa da bir soru sormak istiyorum.
Bildiğiniz üzere;
Mart & Nisan 2015’te Çanakkale Savaşı (Gallipoli Campaign) 100. yıl dönümü için anma törenleri düzenlenecek.
Size bu soruyu sormaktaki amacım;
Yeni polemik konuları açmak, tabiri caizse sizi bir tür teste tabii tutmak değil!
Üniversitelerin tarih bölümlerinde, ilk derste şu konu anlatılır:
Tarihte yaşanan her olay:
Yaşandığı zaman dilimine göre,
O dilimin hayat koşullarına göre,
O dilimin siyasi iklimine göre,
O dilimin coğrafi yapısına göre,
O dilimdeki ülkelerin takındığı tavırlara göre,
O dönemin plânlama stratejilerine göre değerlendirilmelidir.
Eğer geçmişte yaşanmış ve bitmiş olayları, günümüz koşulları ile değerlendirirseniz;
“Tarih”i yanlış öğrenmiş,
Ve yanlış değerlendirme yapmış olursunuz!
Bizlere küçüklüğümüzden beri şu anlatıldı Gün Bey:
” Çanakkale Savaşı’nda elde ettiğimiz zafer; emperyalizme karşı mücadelede bir mihenk taşıdır ! ”
Çanakkale Savaşı’nda “şehit” düşmüş asker ve sivillerin anılarını, 100. yılda da ve gelecek yıllarda da hatırlamak, saygı göstermek;
Anti-militarizmle çelişir mi?
Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de bir “devlet”!
Bunun farkındayız!
Osmanlı’da da azınlıklar, çoğunluklar, ezilenler vardı;
Türkiye’de de azınlıklar, çoğunluklar, ezilenler var!
“Çanakkale Savaşı”nı emperyalizme karşı bir zafer olarak kabul etmemiz; bizlere hem okullarda, hem gündelik hayatımızda öğretildi.
Öyleyse;
“Çanakkale Savaşı”nda hayatını kaybedenlere (T.C. tarafı veya Avustralya & Yeni Zelanda tarafı farketmez!) saygı duymak, bu savaşı her yıl dönümünde törenle hatırlamak; anti-militarizmle çelişir mi?
Örnekleri biraz daha arttıralım:
Vladimir Lenin’e saygı duyan var, saygı duymayan var.
SSCB’yi kuran kadronun içinde olması, proletaryanın kurtuluşu için mücadele vermiş olması Lenin’e saygı duymamız için yeterli bir sebep mi?
SSCB kurulduktan sonra ülkede yaşanan kıyımları hepimiz biliyoruz!
Öyleyse; ülkenin kuruluşunda verilen bağımsızlık mücadelesi ile sonrasını ayırarak mı değerlendirmek gerekir?
Mustafa Kemal Atatürk’e saygı duyan var, duymayan var.
T.C.’nin bağımsızlık mücadelesi verilerek kurulduğunu biliyoruz.
Ama aynı zamanda; 1923-1938 tarihleri arasında bu ülkede nelerin yaşandığını da biliyoruz!
Öyleyse; ülkenin kuruluşunda verilen bağımsızlık mücadelesi ile sonrasını ayırarak mı değerlendirmek gerekir?
Che Guevara & Fidel Castro; Batista rejimine (ve dolayısıyla “ABD”ye) karşı bağımsızlık mücadelesi verdiler, ve kazandılar.
Ama yeni kurulan da bir devlet: “Küba Cumhuriyeti (República de Cuba)”!
Öyleyse; ülkenin kuruluşunda verilen bağımsızlık mücadelesi ile sonrasını ayırarak mı değerlendirmek gerekir?
Yukarıda da yazdığım üzere;
“Tarih”te yaşanan her olay, yaşandığı dönemin koşullarına göre değerlendirilmelidir.
Konuya giriş yaptığım “Çanakkale Savaşı”nı merkeze alarak; sorularıma nasıl cevaplar verirsiniz Gün Bey?
Saygılarımla,
Çanakkale’de canını veren insanlar elbette saygıyla anılmalıdır. Onlar, emperyalist savaşın ve savaş yanlısı İttihat-Terakki Diktatörlüğünün, köhnemiş Osmanlı devletinin kurbanlarıdır.
anarsizm temsilcileri tarafindan hep kirletilmek zorunda olusuyla bizzat en ozgurlukcu sefleri tarafindan ki baska careleri yoktur, Devlet cebberutluguna karsi olan anarsist bi sekilde kendi iliskilerini daha geri bir sekilde igrenc bi sekilde yaratir, tarihte ozgurluk kelimesini anarsistler Kadar kirleten az bulunur, ki biz devrimci diktatoryanin kitlelere yayilmasi ile halk iktidari umanlandardaniz, o nedenle orgutler kurariz, ama nedense anarsist trockist egilimlerden daha fazla aile yakin hisim koruma orgutsel sapmalar, en az bizden cikar, kucuk anarsist tekkelerin karsisinda mahallede orgutlenmis saga sola saldiran Stalinist orgutun sempatizanlarini, saygi ile selamliyorum, siz secim hesaplari yapmaya devam ediniz…ilk devrimci oldugumda bana sunu pratik teorik nedenleri ile anlatmislardi, o kaideye halen uyarim, aydinlik ve troksistlerden uzak dur, ozelestri verseler dahi uzak dur…zileli anarsistleri rahat birak biz onlarla birbirimizi kiracagiz elbet, ama sen anarsist felan degilsin …
gezideki genel oncusuzlukten anarsizm cikarmis zileli, gezideki anarsizmden sol ders almaliymis, senin onerdigin sey zileli gezi sarayin kapisina dayandiginda geri donmektir, aslinda sen gezinin basarisizligi ile ovunmelisin, cunki sarayin kapisina dayanildiginda organize bir eylem olmasi gerekir, sen gezi ile ovun dur , o duvardaki yazi varya hic bir partiye ait degiliz yazisi, sen hayatinda devrim gormedin gosterecegiz, ama inan sen disinda ve o devrimin dusmani olacaksin…
ben de öyle tahmin ediyorum…
>Hani sindi su Istanbul mahallereinde birbirene kirdirdiginiz, dhkpc ve pkk gencligi nin karsitligini giderdigimiz Zaman, hani o sizin kurt gencligi ve halki uzerine meclis hesaplari yapmayacaginiz Zaman, hani o molotoflarin kendi legitimasyonunu sokakta yaptigi Zaman, hani o ben mahiri temsil ediyorum diyen adami kimsenin dinlemedigi Zaman, o sokaklarda fuhusa bilmem nye karsi olan maskeli gencler ayaklandigi Zaman, hani siz o gencleri birbirine kirdiramadiniz orgutleriniz mlkp gibibi,bu ulkede bir isyan olacak, ve o isyan ilk sizi mahkum etmezse yanilacak,,, yasasin devrimci halk milisleri.
halk cephesi ile pkk arasinda ideolojik buyuk bir ucurum vardir bu Dogru, ama halk cephesi ile pkk arasinda ki gerilimin oznesi olan bi ton yavsak Adam vardir buda Dogru…
dusunceme pratigime katilmayabilirsin, ama ben anti fasist anti otoriter bi eylem yaptigimda ilk kinama senden gelmemeli, insan korkuyor acep Mehmet agar a dokunsak altan tan Demirtas, ne der diye. devrimcileri desteklemek zorunda degilsiniz, aleyhinede bisey yapmayin, o Zaman cubali devrimcilerin ankaraya indiklerini gorursubuz..
tek basina hdp hic ders almamis sekilde meclise girerse azacak dhada sagcilasacaktir, tum turkiye solu APO nun tebaasi olacaktir, akli basinda bir solcu tum popoluturatisine ragmen, bir urfalinin kadinlari selalamasina tahammul,
edemez, tek basina HDP ye verilen oylardir, acik soyleyelim uzerinden bir kisim orgutlerin kendilerini var etme oylaridir kürtler uzerinden, BHH hareketi aday cikaramaz zaten cikarmaya kalksa bile, o harekekete istesede istemesede HDP eklenecektir, HDP yapisi geregi (Bunda hic givrasmaya gerek yok) etnisite orgutudur, demirtasin biz etnisite uzerinden is yaptik ama simdi etniste ustusuyuz demesi , etnisiden kurtulmasi degil onu teorize etmesidir , yemezler, yriza Reformist bi organizasyondur, hdp onn yarisi bile olamazm turkiyede turkiyelilik onunur gibi laflar eden adami fasist diye doverler,ortalam a buro solculari, vs hdp ye oy verir, hdp ya siniri asar ya asmaz, AMA EMIN OLUN HDP SINIRI ASTIGINDA AKP IL ILE BARIA SURECI ADINA TUN ANTI DEMOKRATIK YASLARI GECIRIR; sizde Yaaa demirtasta Sirrii gi´biymis diye kalirsiniz, secimler tarlayi ekmektir, siz tarlaya gidiniz, baska careniz yok, sifirdan baslayiniz, kitlesel aseri vs vs, gelecek secimler sonrasi demirtasa kufredeceksiniz, sirriya ettiginiz gibi, daha temizini bulacaklar,…..
sunlar soylnemeli, bende esir bi insanim, birikimimce bana verilen yapi kredi yayinlarinca bir takim seyler gelistiriyorum, mahir i ben temsil ediyorum dedigimde odp yi dovmek gibi bi tehdit kandilin kendi seysidir, slinda ben cok seyim ama, turk solud cok sey, son zamanlarda olup biten seyleri TEORIYE uydurmakta zorlqniaorum, benim vagrimla olasi kongre ile, sisteme angaje olmayi Kabul etmek basariisni, az inan basarabilmistir, ben bunu orgutsel duzeyde basardim, duzene entegre , yi organize ettim, organize olmayani sol disna ittim, bagimsiz olduklarini sananlar bile emrim altindadirlar, inanin , dersimde sizi daha az protestote edecekler, avrupa seylerisi , bakin bubda yteneklisiniz, ben izem kendini, Marxist ve Leninist ve hatta hatta stalininist orgutlerin kafasii ni karistiririm, tikb s mok olur, ben buyuk bi seyim yaaaa beni kullanin:)))
önce tek tek , o kadar sey varki öcü alinacak. kim istiyorki bizi öv, adimizi anma, ara sira güzel isler yaparsak, yok onuda beklemiyoruz, kollama bizi,,, ama iftiraya karsi koy, yetiniriz, biz halki adaetsiz birakmayacagiz…
“Çanakkale’de canını veren insanlar elbette saygıyla anılmalıdır. Onlar, emperyalist savaşın ve savaş yanlısı İttihat-Terakki Diktatörlüğünün, köhnemiş Osmanlı devletinin kurbanlarıdır.”
Ben,bu görüşe temelde katılmıyorum!Gün Zile’nin esasa ilişkin yaklaşımı doğru olmakla birlikte tam anlamıyla açıklayıcı değil!
Almanyada Alman devletinin ”soykırım anmaları” emperyalist alman devletinin yeni sömürgeci yaklaşımını içselleştirmekten başkaca bir anlam taşımıyor.
Aynı şekilde ”reel sosyalistlerin” sovyet devrimini anmaları Stalin’in diktatoryasını resmileştirmenin ve zihinlerde meşrulaştırmanın ötesinde hiçbir anlam taşımadı!
Bugün türk devletinin Çanakkale anmaları döneme göre türk devletininin şöven,ırkcı,militarist,ınkarcı devlet polıtıkalarını yoksulların zihinlerinde içselleştirmekten başkaca bir anlam taşımamktadır!
Gün Zileli ” alternatif Çanakkale Anmaları” savaşa,militarızme,resmi ıdelojıye karşi Çanakkale’nin yerli yerine oturtulmasını ve tarihsel olarak yeniden tanımlanması ve bu mahiyette anılması gibi bir istemle geliyorsa ya da buna benzer fikriyatı,yaklaşımı anlatıyor ise anlaşılabilir….
İyi akşamlar,
Elinizde kesin bir kanıt var mı, ” ip,akp” anlaşmasına dair :S ? Bence yok 😀 yine sallıyorsunuz, yaklaşık son 20,25 senedir yaptığınız gibi 🙂 sizde çürümüşlük görüyorum. Tüm insana ait değerlerin çürümüşlüğünü, üzülüyorum.
Çok kısa olsa şunu ”anonim” mahlasınıyla yazan arkadaşın sanırım gözden ırak tutmaya çalıştığı temel nokta şudur:Osmanlı midyata ”pirince giderken evdeki bulgurdan” oldu!Osmanlı emperyalist Almanlarla yağma savaşına giderken yağmalandı!Yani durduk yerde emperyalistler tarafından işgal edilmedi!Dinsizlerin hakkından imansızlar gelir gibi oldular!!!Cezayir Fransızlar tarafından işgal edildiler ve Cezayir halkı haklı olarak savaştı!Aynı şey osmanlılar için söylenebilinir mi!?
Kürtler kimsenin ülkesini işgal etmemişler,ideoljik olarak isrter islam,ister miiliyetçilk,ister kabile ve aşiret motifli olsun topraklarını işgal edenlere karşı şavaşıyorlar ise,bu saygıyı hak edebilir!Bunu salt örnek olsun diye yazıyorum.
Ayrıca ulusal kurtuluş savaşı olarak adlandırılan savaşı yöneten paşaların tamamı Osmanlı Paşalarıdır,Osmalının tüm suçlarına ortaktırlar!Başta Ermeni Soykırımı olmak üzere!
“Mustafa Kemal Atatürk’e saygı duyan var, duymayan var.
T.C.’nin bağımsızlık mücadelesi verilerek kurulduğunu biliyoruz.
Ama aynı zamanda; 1923-1938 tarihleri arasında bu ülkede nelerin yaşandığını da biliyoruz!
Öyleyse; ülkenin kuruluşunda verilen bağımsızlık mücadelesi ile sonrasını ayırarak mı değerlendirmek gerekir?””
Bütün aydınlıkcıların eski yeni fark etmez,ayrıca tüm ırkcı kemalistlerin ve hakik türk devletinin sahiplerinin çıkış noktası buradır!
Bu koskocaman tarihsel bir yalandır!Bu ülkede sözcüğün gerçek anlamında hiçbir zaman tabandan fışkıran bir bağımsızlık savaşı verilmemiştir!Verilen savaş Osmanlı Bakiyesi Finans Kapitalin eski Osmanlı yadigarı aparat ve aparatcıklarla kendisini koruma,kollama ve yeniden var etme savaşından başkaca bir şey değildir!
“ya barajı aşamazlarsa ” diye soranlar var:’bence bu sorunun cevabını ”cennet” yaşayanlar düşünsünler!Kürtler ve dostları ömürleri boyunca ”ya herro ya merro”yaşadılar!
Bir dahaki sefere içkiyi bu kadar kaçırma bence…
Evet. Onu demek istedim.
ben öyle bir iddiada bulunmadım. sadece sezgisel bir tahmin.
Üzülmeyin.
HDP’nin barajı aşamama olasılığı büyük, bu bir riskse siyasi bir intihardır, değilse , Akp’ye başkanlık, hdp’ye özerklikle sonuçlanan bir anlaşma akla geliyor.Ancak Kürt Hareketi , bu kadar “saf” olamaz, bana kalırsa AKP’ye güvenerek böyle bir riske giremezler.
Mantıklı olan HDP’nin Akp karşıtlığından yararlanma isteğidir,Hdp’nin baraj altında kalma olasılığı Chp’li seçmenin stratejik oy kullanmasına sebep olabilir, nitekim daha önce mhp ye de chpden bu yönde bir oy kaymıştı.Artık buna ölümü gösterip sıtmaya razı etmek mi denir? Ama böyle bir stratejileri var, ve sınırda da olsa barajı aşadabilirler..
Ama bu riske değmez. Bağımsız gğirseler çıkarabilecekleri milletvekili sayısından çok fazla çıkaracak değiller barajı aşsalar da. Gerçi barajı aşmalarının moral etkisi ve onlara sağlayacağı pazarlık gücü küçümsenemez ama.
barajı aşmasının en önemli sonucun, milletvekili sayısından öte bir anlamının olacak olması bence….resmi paradigmanın her iki versiyonunun da (hem klasik, hem de neo-(yani siyasal islam söylemi takviyeli) kemalizm) iflasının tescili…malum dört K karşıtlığı üzerine bina edilmiş olan “ideoloji” böylece gümlemiş olacak. HDP saflarından meclise taşınacak olan Kadın, cinsel yönelim, Ermeni, Süryani, Alevi ve benzeri “demokrat müslüman” kitlelerin temsiliyeti, bu iflasın görünürleşmesi demek olur ki…bu hal bile böyle bir riski göze almaya değer.
Sadece bir başlangıç babında, Kurtuluş Savaşı ile ilgili benim için göz açıcı iki şey oldu. Size de bu egzersizleri tavsiye ederim.
1. Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalist devletler ile girilen muharebeleri listeleyiniz.
2. Kurtuluş Savaşı muharebelerinde yaşanan can kaybı kaçtır? TC-PKK ihtilafındaki can kaybı ile karşılaştırınız.
Osmanlinin gücsüz ve feodal yapisi olmasi onun emperyalist,yagmaci olmadigi düsünmek saflktir..
babasini,dedesini ziyarete gelenlere ” Orda onun ne isi vardi?” vari laflar verilecek cevapta; Senin Trablustgarda.yemende. surda burda,vede Almanlarin yaninda ne isin vardi?..
Canakkalede iki haydut devletin,özelliklede almanlarin savasiydi..Bu savasin ve bosuna ölenlerin ilk sorumlusu Türk pasalari vede almandir..
Canakkale türküsü bile bunu engüzel bicimde acikliyor..Eyvah,eywah,gencligim eyvah! eyvallah degil..
Kutlanmasi degil,anlamsiz,haksiz savasin acisini anmaktir dogru olan.. Sapikliga alismisiz..Dünyanin….
”Ama bu riske değmez. Bağımsız gğirseler çıkarabilecekleri milletvekili sayısından çok fazla çıkaracak değiller barajı aşsalar da. Gerçi barajı aşmalarının moral etkisi ve onlara sağlayacağı pazarlık gücü küçümsenemez ama.”
Başlangıçta ben de bagımsız adaylarla girmelerinin daha akıllıca olacağını düşünüyordum!İyi düşünüldüğünde bunun anlamsız olacağı kanısına vardım!
Birincisi:kürk halk hareketi salt ”hdp”,salt ”kandi”l,salt ”imralı” değildir!hele hele ”imralı” hiç değildir !Öcalan’ın imralı’da hapis edilmesinden bugüne çok şey değişti!Denizin derinliklerinde akan sularla yüzeyde oluşan köpükler bir ve aynı değildir ve olamazda,dolayısıyla bu seçimler bir çok şeyin değişiminin anahtarı olacak kanısındayım!İster istemez sular mecrasında akmak zorundadır ve olayların gidişatı bu yöndedir!
Herşey solun militanca çalışmasına ve bardağı dolduran ve taşıran son damlalara bağlıdır, batıda yaşayan kürtlerin bu seçimlerde büyük bir olasalıkla tam kadro hdp akacaklardır.
Şunu hiçbir zaman düşünmedim ”hdp” akp’le gizli kapaklı işler çeviriyor ve anlaşmalar yapıyor!bu doğru değil,ne kandil ne de hadp bu tür oyunlar içerisinde olmadı!Tüm enerjilerini devletin ”imrali üzerinden” kürt halk hareketine” karşı kurduğu plan,program,tüzük,tuzak” vs.. bozmakla geçirdiler ve şimdiye kadarda başarısız oldukları söylenemez.
Burası diyalektik materyalist tarihçilerle ve analizcilerle dolmuş. İyiye işaret. Sırtımız yere gelmeyecek. Bu günleri de gösterdin ya bize Gün Zileli sana minnettarız. İşte devrim buradan başlayacak ve yayılacak.
Yaşasın Strateji, Taktik, ve Muhabere Uzmanları!
Yaşasın Devrim!
Zileli yeni bir kavşakta anarşizmden reformizme evriliyor.Zileli CHP-ye ve HDP üzerinden de Amerikan planlarına teslim oluyor.
@mehmet avan
Kürt değil türk değil, kürk.
Pek ala olmuş. Bu kadar ünlem içinde kalınca insanoğlu, kürkü kim giyer ne eyler borsasında devrimci tahvillerin ederini pekala belirleyebilir.
sevgili ”Atkafası” kafası mahlası ile yazan Kardeşim,
evvela şunu yazmak isterim:ben,atları gerçekten çok severim,babamın atları vardı,bir de yaban atı ”yılkı” vardı, O’na binmek en büyük zevklerimdendi!!!
”@”mehmet avan,a gelince doğrusu ben ”et”le ve kanla beslenmiyorum,vega yaşıyorum,sizede öneririm!vega beslenen insanlar doğaya,topluma,insana ve insan ilişkilerine saygılı olmayı öğreniyorlar!sana kolay gelsin!
Gün,hep bin seçime parti olarak girmeyip ,bağımsızlarda girme önerin konformistçe değil mi?
deniyorki; yok o kadarda olmaz , bu komplo teorisidir, ulusalcilarin kürt düsmanligidir, ne imrli ne hdp AKP ile anlasmis olamaz. Aziz Nesin aklima geldi , du bakali noolacak. Türkiyenin sag muhafazar kesimleri AKP elinde muhalif kesimleri HDP elinde toplanarak sistem ici ediliniyor. ne yazikki bunun prpagandasini yapanlar Ulusalci kesimler olunca , bu gercegi bagimsiz sol bir tutumla dillendirmek gittikce tarih disi düsüor. Hep ayni Taktik, HDP ile birlikte olmalisin yada onunla iliski icinde olmalisin yoksa sovensin ulusalcisin CHP lisin, birlikte olursan seninde adina konusan bir imrali, ustelik sana hic saygi göstermiyor,.. Bu insanin onuruna dokunuyor. insanin onuruna dokunan bu igrenc durumdan sol özgürlükculuk cikarmi,? istedigin Kadar özerklik öz yönetim demokrasi serpistir cümlene??? yazikki yazik. Sira ödp yi BHH dan koparmak Alevileri yedeklemekte. Bunu basaracaklar. Bilincli yada Zileli gibi aliklarin söylemiyle. Türkiyede sol bitmistir…..Onca yillik birikim, sert teorik ideolojik tartismalar direnisler ödun vermezlik bos lafmis meger…. Buyrun secime…Demirtas ne solcu adam ama…Kürt hareketi kendi kontrolu diindaki herseyi kontrol etmek yok etmek istiyor ..neden???????????
Hnagi tktik, kisa vadeli iyi niyetli amaclarla olursa olsun, bir megaloman tarafindan yönetildigi acik olan HDP ile iliskilenen gerceklikte ne sanirsa sansin, megalomana itaat etmistir. Istenen budur, butunluk icinde bir takim elestiriler getirmesi, bir takim önemsiz konularda bagimsiz kampanyalari duzenlese dahi, kendisi adina konusacak bir sef i kabullenmis, sirtina semeri baglatmistir, o semer kolay atilmaz…HDP bilesenleri ve onlarin kuyrugunda olanlarin pek cogu kur halki ile dayanistiklarini ama aslinda HDP cizgisini elestirdiklerini sanirlar, oysa genel tablo icindeki yerleri figuranlik, periferi olmaktan öte gidemez..Kurt halkina yapilacak en iyi destek, Kurt siyasi aklina cepte keklik olmaigini göstermektir . bu gösterilmedikce simarikca hem kendi halkinin dinamiklerini hem sol un iddiasini simarikca saygisizca harcmaktan cekinmeyecek kadar cosmuslardir. Hatirlayin kandilden odp ye yapilan tehditleri, hatirlayin bir gun gazetesiyle dalga gecen Demirtas i…
Neden?
Ulusalcı siyasetler önünde sonunda pragmatist ve oportünisttir. M.Kemal için kolayca söylenenler de HDP için de söylenebilir. Son seçimde S.Demirtaş’a oy veren insan olarak yazıyorum. Benim gibi oy verenlerin “gazı” ile yenir bir siyaset üretmenin garabeti üzerinden konuşuyoruz.
Ulusal Hareketler önceliğini kendi “ulusunun” çıkarları üzerinde kurgulamakta haklı olabilirler.. M. Kemal’in TKP’si hangi politik, pragmatist hesapların planıydı… Sonuçta Kürt Siyasal Hareketi (“Özgürlük” hareketi değil.. bu tarihsel-kültürel-siyasal olarak mümkün değil çünkü…) kendi için “başarılı” bir siyaset yürütüyor! % 10 u aşar-aşmaz denilen gücüne karşın % 30 üzeri Kemalist hareketi kenarda bırakıyor! Bu duruma üzülecek değilim… Kemalist hareketin sığlığı ile geldiği yer, hak ettiği yerdir… Ama yalnızca önümüzdeki bir kaç yıla ait siyasal süreci değil, daha uzun menzilli düşünürsek… Kürt hareketi kendi doğrularını yapıyor! (Ulusalcı, pragmatist ve oportünist olarak…) Sorun özgürlükçü, devrimci, Sol’un bir hedefi ve hedef duygusunun olmaması; bu bağlamda bir hedefi bulunan KSH peşine takılması da sağlıklı değil; Türkiye’li sosyalistlerin kendine bir hedef bularak, “hedef duygusu” edinmesi… Böylece her şey yerli yerine oturabilir.. KSH bir yanı ile sınırlı bir coğrafyaya ait sorunu çözmeye çalışıyor… Elbette yardımcı olunmalı ama bu insanın-insanlığın ebedi arayışının yerine geçemez… KSH de bu “arayışın” parçası olduğu kadarıyla değerlendirilmeli bence… Dönemsel, konjonktürel siyasetin bukalemonları olmak ne bireysel, ne bölgesel, ne genel insani sorunlarımızı çözemez.. bence
Hala parlamenter rejimin getirisi ve götürüsünden bahseden paragraflarda anarşizm göndermeleri yapmak, hdp,ip,kke,syriza,chp,paok,akp,bhh vb, vb… gibi sandığa gidin bize oy atın telaşıyla ”devlet” yönetimine talip oluşumların insana bir nefes aldıralım en azından; aldatmacasına ortak olun yoldaşlar nidalarınız görülmüyor mu sanıyorsunuz gerçekten. Geziyi patileştirmek sisiteme entegre etmek, gezideysen sandığa git bize oy v Bu kadar termolojiye boğacak dirsek temaslarını bırkıp devrim için eylemlilik gerektiğini dillendirin maden
29 nolu anonim arkadaşın yorumuna büyük oranda katılıyorum. Bir yol ayrımındayız. Ulusalcılar kendi yollarına gitmelidir. Türkiye sosyalistleri, sosyal demokratları ve kemalistleri de HDP ile mi ulusalcılarla mı ortak hareket edeceğine karar vermelidir. Önümüzdeki günlerde bu kopuşu yaşayacağız.
Sol, sadece devrimcilik ve sınıfçılıkla sınırlı bir ideoloji olduğu için toplumdaki boşlukları dolduramıyor ve bu nedenle istediği düzeni gerçekleştiremez (aslında bütün ideolojiler böyle). Bunu söylerken, solun ve devrimlerin gerekliliğini inkar etmiyorum. Tarih zaten devrimlerle ilerleyen bir süreç. Devrimler de solun ortaya çıktığı yakın tarihten çok önce, tarihin başından beri var ve solcular devrimi yapan kitlelerin sadece bir kısmı.
“Türk Solu Kötü Çevrilmiş Bir Kitap Olarak Kaldı”
Türkiye’de solun başarılı olamadığını söyleyen isimlerden biri de Prof. Dr. Murat Belge. Belge’ye göre Türk solu yerlileşemedi: Sonuçta tercüme bir kitap, kötü çevrilmiş bir kitap olarak kaldı sosyalizm.
-Türkiye’de sol başarılı mı? Başarılı oldu mu hiç?
Başarı diye söylenebilecek TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) ilk yılları diyebilirim. TİP’in de başarı diye söylenecek, girdiği ilk seçimde 15 milletvekili çıkarması. Ama bu 15 milletvekilini bugünkü sistemlerle falan çıkaramazlar. O da yüzde 3,5 falan bir oy aldı. Yine de ilk seçiminde öyle bir sonuç almak başarı. Kaldı ki şimdi bütün solu bir araya getirdiğinde hâlâ yüzde 3,5 yok. Ondan sonra tabii zaten sol diye bir şeyden bahsetmek de mümkün değil. Mozaik gibi bir şey işte. 49 fraksiyon falan deniyor. Hepsini aynı isimle anmak bile ne kadar doğru belli değil.
– Şimdi burada CHP’yi ve HDP’yi ayrı tutuyorsunuz. Bunu belirtmek lazım herhalde.
Onlar ayrı tutuyorum.
– Evet sandığa yansımayan bir başarısızlık var. Ama toplumsal hareket olarak, toplumda kendini var etme noktasında bir şey var mı?
12 Mart solu ortadan kaldırmadı mesela, 12 Eylül gibi olmadı. Tam tersine, 12 Mart’ta ben de hapisteydim. Biz çıktığımız zaman hapisten kahraman karşılar gibi karşıladı toplum. Lehimizde esen bir rüzgâr vardı. Ama 12 Eylül’de böyle bir şey kalmadı. Bu niye böyle oldu dediğimizde; “iki darbenin uyguladığı şiddet farkı, birinde bizi yoketmeye yetmedi de öbüründe yetti” diye açıklanamaz. “Aradan geçen bir 10 yıla yakın zaman var, o süre içerisinde ahali solu unuttu,” bu da saçma bir laf. Yani solun kendi yaptıkları bu sonucu getirdi.
Mesela en çarpıcı örneklerden biri bana DİSK davası gelir. Zaten DİSK kendisi işçi sınıfı örgütü, yıllarca sürdü dava. DİSK’i DİSK yapan sendikacılar yargılandı ve duruşma günü üç tane işçi gelmedi izlemeye. Bu ağır bir şey.
– Yani sorun solda. İnsanlara neden gelmediniz demek, toplumu suçlamak mümkün değil. Neyi yapamadı sol?
1960 sonrasını alıyorum ağırlıklı. 1960’la birlikte Türkiye’de konuşulmamış sosyalizm, sol toplumun gündemine girdi. Ve bu kadar muhafazakâr yetişmiş bir toplumda öyle hemen bir patlama falan gibi bir şey de olmadı yani. Bir enerji gösterdi. 60’ların sonuna geldiğimizde üniversite eylemleri ve ardından gerilla hareketlerinin başlaması ve başlar başlamaz da aşağı yukarı bitmesi. Böylece devrim ilk ölülerini verdi. Sinan Cemgil’ler falan. Ama sadece kayıp vermekle bir hareket iktidar olmaz, toplumsallaşmaz. Onun arkasını getirecek şeyler lazım. Onlar olmadı.
– Ne mesela? İdeolojisi mi?
Örgütlenmesini üretemedi, ideolojisini üretemedi. Bunları üretmek için gereken sınıfsal ittifaklarda çok yanlış adımlar attı.
– Yapılamaz bir şey değil bu söylediğiniz. O günlerde bunlar görülemedi mi?
Görülemedi. Şimdi Türkiye karmaşık bir toplum. Her toplum karmaşıktır belki ama Türkiye eski bir imparatorluk; Batı’nın dibinde, ilk Batılılaşmaya başlayan dünya toplumlarından biri. 1870’lerde Meşrutiyet hareketi başlamış, ilk meclis iyi kötü kurulmuş, Liberya ya da Birmanya değil. Daha başka türlü bir tarihi var. Şimdi burada TİP tamamen Avrupalı bir komünist parti gibi örgütleniyor. İşçi sınıfının oylarıyla iktidara gelmek üzerine. Ama burası Batı Avrupa ülkesi mi? Değil. Öbür tarafta da MDD (Milli Demokratik Devrim) var. O da ‘komprador kapitalizmi var’ diyor. Feodaliteden geçilmiyor diyor. Yani biri Birmanya’dan bahsediyor, diğeri Fransa’dan bahsediyor. Ama burası Türkiye.
Türkiye’nin ne olduğuna dair bir teşhis konulmamış. Bu teşhis yok, “benim elimdeki mal bu, ben bunu satarım” diye bir karar veriyorsun. Gerçeklikle alâkası olmayan ve boşlukta duran, teorik olarak sağlam yere basmayan bir sol.
Ve aslında bir de kendi pratik durumunu da iyi teşhis edemeyen hareketler var. 27 Mayıs olmuş. Onun getirdiği anayasanın sağladığı boşluklarla Sosyalist Parti kurulabilmiş. Onu kuranlar DİSK’i de kuruyorlar. Fakat entelijensyanın önemli bir kısmında, ‘bu 27 Mayıs iktidarı çabuk geri verdi’ inancı var. Böyle bir yasalarla sağlanmış boşluk var. O boşlukta bürokrasi Adalet Partisi iktidarına karşı “yürüyün çocuklar” yapıyor. Ki 27 Mayıs tekrar olsun, erken verildiğine inanılan iktidar geri alınsın. Dolayısıyla sol kendi gücüyle, toplumdan sağladığı gücüyle bu eylemlilik düzeyine gelmiş değil.
İki tane rakip esas iktidar gücünün mücadelesinde bilinçli olarak yaratılmış boşluğun sonucunda ortaya çıkıyor. Ama bunun farkında değil. Ve “biz kuvvetliyiz” inancıyla havaya giriyor. Kuvvetliyiz de, hangi metodla iktidar olacağız. Onun için dünyada olanlara bakıyor. Bazıları Latin Amerika’yı beğeniyor, bazıları Çin’i beğeniyor, bazıları daha Avrupa’dan yana. Bu ilginç. Kıtalar farklı, karakterler farklı, tarihler farklı. Şimdi Türkiye’ye bakıyorsun, bunların hepsinde olanlardan birkaç tane Türkiye’de var. Sonunda Hindistan’da çıkan Naksalit Hareketi’nin bile Türkiye’de izleyeni oldu.
– Peki tamam. Mücadele yöntemi, ideolojisi ve siyaset üretme tarzı olarak Türkiye’de bütün bu hareketlerin birer tane izleyeni var. Ama toplumlarla, Türk toplumunun bir alâkası var mı?
Yok tabii. Mesela gerillayı seçenler oligarşi diyorlar. Türkiye’de hele o yıllarda oligarşi var nasıl dersin? Müthiş şişkin bir orta sınıf var. Çin tarzı bir köylü toplumu da değil Türkiye. Bunların hiçbiri yok. Yine en yakın Avrupa modeli sonuç olarak. Ama o da değilsin tam olarak. Yani dolayısıyla havada kalmış bir hareket olarak kaldı sol. Ondan sonra da herkes birbirini vurmaya başlayınca iyice toplumdan koptu gitti.
– Yani şunu söylemek doğru mu: Türkiye’nin miili bir solu olmadı.
Yerli diyorum ben. Milli lafının çağrışımlarından korktuğum için yerli diyorum. Evet kendi toplumundan uzak.
– Niye yerli solu olmadı peki? Teorik altyapısı mı yoktu, iyi okuyamadılar mı, dinletemediler mi kendilerini, tembeller miydi? Bahsettiğiniz ülkeleri inceleme fırsatları mı olmadı?
Okumuyorlardı, o doğru. Okuyanlar okuduklarını iyi anlamıyordu. O da var. Hepimizin gençlik yılları bunlar. Ben de Bozcaada gibi İznik gibi bir yerde tatile gittiğimde orada tanıştığım insanlarla toprak reformunun nasıl bir ihtiyaç olduğunu anlatmış, ağızlarını aramışımdır. Onlar da çok şaşırarak bakmıştır (Gülüyor). Ama yani “demek ki bu değil” sonucuna bir, iki konuşmadan sonra varabilmişim. Ama yani bunu anlaşılan bazıları yapmıyor. Çünkü kitaplarında öyle yazmıyor. Sonuçta tercüme bir kitap, kötü çevrilmiş bir kitap olarak kaldı sosyalizm.
– Bu yerlileşmeme bir tarafı, İslam diyordunuz bir de…
O da yerlileşmemenin bir parçası. Türkiye’de genel geçer ideoloji İslam. Sosyalizme geçmek gibi, senin doğduğunda tevarüs ettiğin ideolojiden kopuşu aslında İslam’la yapıyorsun. Kemalizmden sosyalizme geçmek zor değil, seni daha çok durduran din. Onun için de bütün solcular, adeta “memleketin sosyalist olmasını engelleyen güç Müslümanlıktır” gibi bir algı ile yetişiyorlar. Ve sınıf düşmanı Müslümanlardır diye bir anlayışı getiriyor bu. Ve tabii bu daha Batı’ya yakın olan subaylarla beraber olmak kolay ama Müslümanlarla birlikte olmak zor. Alevi kolaylığı. Bu da yine solun bir şeyidir. Aleviler iyi insanlardır, birçoğu aydın insanlardır. Ama yani zaten toplumda azınlık olan bir kesimle çoğunluğun üzerine bir sosyalizm kuramazsın.
Müslüman’a da hakaret ediyorsun. “Sen gericisin” falan diye. Bu memleketin nüfusunun bilmem kaçta kaçı bu adamlar. Bu kadar laf ettikten sonra Müslümanlarla bir şey yapmana imkân yok. Sosyalistleri ithal de edemiyorsan.
– Ama yani çok basit ve çok güzel anlattınız. Sizin bu anlattığınızı, benim gördüğüm şeyi göremedi solcular. İslam’ı topyekün reddetmek bu toplumu anlamamak demek. Bu toplumun en az yüzde 95’i Müslüman, bunların da en az yüzde 50’si gününü inancıyla geçiriyor. Ve sen bunlar için, bunlarla birlikte devrim yapacaksın, onlardan oy alacaksın. Ve hâlâ devam ediyor bu bakış açısı.
Muhtemelen.
– Yunanistan’da bu oldu ama. Orada da din hayatta ön planda. Ama Başbakanları ateist. Onlar bunu yaptı. Onlar nasıl yaptı?
Yunanistan’ın bağımsızlığı ve komünizmi için dövüşen komünistler bayrağın tepesine konulması adet olan alemi (Hıristiyanlığı temsil eden) çıkartmamışlar. Bu işte kitlelerle ilişki kurmanın bir biçimi. O ilişkileri kurarak gelen bir sol olunca, o zaman o kendi tarihinin bir aşamasında ateist adamı da Başbakan yapabiliyor. Çünkü toplum artık korkmuyor.
– Çünkü aynı ateist adam da İncil’e el basmıyor ama yemin töreninden sonra gidip Patrik ile görüşüyor. Karşılıklı bir şey. Peki nasıl düzelecek bu ilişki. Türkiye’de bu saatten sonra bir sol olur mu?
Solda çok daha fazla insan “böyle olmalı” diyor. Ama böyle demeyenler sol içinde çoğunluğu teşkil ederler.
– Umutsuz görüyorum sizi.
Yani evet. Ben geldim 70’ime geçtim. Ben görmem (Gülerek).
Al Jazeera
şu yorum da ilginç;
Çünkü solculuk batı dillerinden çevrilen kitaplardan öğrenildi. Köksüz olduğu için de çeviri olarak kaldı. Özümsenemedi. özümsenemezdi de zaten. Anlaşılamadı. Anlaşılamazdı da zaten. Çünkü solu Avrupa’da doğuran ortam buralarda yoktu. Hala yok. O yüzden kendi insanına yabancı bir “batılılaşma ideolojisi” olarak kaldı.
Umarım İslamcılık aynı yoldan yolcu olmaz. Neticede o da çevrilen kitaplardan öğrenildi çünkü.
http://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/insanlığın-kurtuluşu-komünizm-ve-karl-marx/900939936623703
http://www.marmarayerelhaber.com/halil-berktay/34535-olum-idam-gezi-zeksi-magluplarin-nefreti