Bolşevikler, Sovyet devrimi sırasında Fransız Devrimi ile analoji yaparlardı. Şimdi bizim de Sovyet devrimiyle analoji yapmamız doğaldır.
1917 Şubat’ındaki halk ayaklanmasıyla devrilen Çarlığın yerine “geçici hükümet” adı altında Kadetlerin ağırlıkta olduğu bir hükümet kurulmuştu. O zamanki Bolşevik Parti Merkez Komitesi de dahil olmak üzere bütün sol partiler, ülkeye demokrasi geldiğini düşünerek geçici hükümeti desteklemişlerdi.
Ne var ki devrim orada durmamış ve halk, Çarlığın savaş politikasını devralan geçici hükümete karşı ayaklanmasını sürdürmüş (Lenin’in müdahalesiyle Nisan ayında Bolşevik Parti de bu ayaklanmayı desteklemişti) ve Sovyetler çevresinde örgütlenerek bir ikili iktidar durumu ortaya çıkmasına yol açmıştı: Bir yanda geçici hükümet, diğer yanda Sovyetler. Ve Sovyetler, 1917 Ekim Devrimiyle geçici hükümeti devirmişti.
2011 Şubat Devrimi’yle Mübarek’in yıkılmasından sonra iktidarı devralmak zorunda kalan askeri komite, Kadetlerin ağırlıkta olduğu 1. Geçici Hükümete benzetilebilir. Mısır’ın Kadetleri (Müslüman Kardeşler her ne kadar halen geri planda duruyorlarsa da bu Kadet iktidarının temelini oluşturmaktadırlar), yani Mısır burjuvazisinin temsilcisi muhafazakâr-liberal parti şu anda fiilen iktidardadır artık.
Bu noktada da Rusya’da olduğu gibi iki zıt çizgi ortaya çıkacaktır. Bir kesim, demokrasinin geldiğini ileri sürerek devrimin sona erdirilmesini, normal hayata dönülmesini ve yeni iktidarın desteklenmesini isteyecektir. Devrimin sürmesinden ve rejimi toptan yıkmaktan yana olan kesim ise, “Kadet iktidarının” da yıkılması için ikili iktidar durumu yaratacaktır. İkili iktidarın devrimci iktidar odağını sembolize eden, Nil Devrimi’nin Sovyetleri Tahrir Meydanı’dır.
Halk Devrimi tam istim devam ederek Mısır’ın Kadetlerini yıkıp rejime toptan son verebilecek mi?
İzleyelim.
Gün Zileli
11 Şubat 2011
Bu bilgiden; farklı katılımcıların kendi taleplerini öğrenmek, somut güç ilişkilerini çözümlemekten yoksun, kendi ideolojini meşrulaştırmak için ikilikler yaratan yorumlarınla ancak çocukları ve kendi müritlerini kandırırsın.
Sokaklarda diktatörlüğe isyan edenlerden pek çoğu Ordu’yu göreve çağrmakta ve Mübarek’in Süleyman’la birlikte gitmesini istemekteydi. Müslüman kardeşler ise; şu anda iktidarı eline geçirmiş olan laik Ordu’nun temelini falan oluşturrmaz; kendi iktidarı için “demokratik araçsalcı” yolunda orduyu şimdiki samimi bir yardımcı olarak görür. Müslüman kardeşlerin pratik gücü, dogmatik söylemlerle cenneti vaadi değil, pratikteki örgütledikleri, yaşamı şimdiden değiştirici pratikleri. Ki şu anda seçimler olduğunda en büyük grubu oluşturabilecek olan grup ta kendileridir. Eğer liberal demokratik bir süreç işlerse; muhtemelen bir koalisyon oluşacaktır ve müslüman kardeşler de bu iktidarın içerden ya da dışardan parlamenter destekleyicilerinden biri olacak. Ama neden? Kendilerinin ideolojik amaçlarını uygulayabilmek için de, örneğin Cumhurbaşkanlığı’na bir kadının ve Hristiyan’ın gelmemesini de kurumsallaştırmaya çalıştıkları amaçları için…
İltifatlarınız için teşekkürler ama yenilemek zorundayım. Şu anda kurulan iktidar, asker konseyinin dayandığı temel açısından Müslüman Kardeşler iktidarıdır. Yani Müslüman kardeşler fiilen iktidara gelmiştir. Bunu seçimle de pekiştirebilir ve resmileştirebilirler. Keza liberal-muhafazakar Kadet partisiyle Müslüman Kardeşler arasında önemli benzerlikler vardır. Her ikisi de ülkelerinin burjuvazisinin ana gövdesini temsil eder. Müslüman Kardeşler’in halkı temsil ettiği falan palavradır. Bunu pek yakında açıkca göreceğiz. Bugün devrimin hedefi, ordu, Müslüman kardeşler ve her türlü rejim ve düzen yanlısı parti ve kurumlardır. Pleplerin devrimi ya onları yıkacak ya da yıkılacaktır. ortası yoktur. Selamlar.
Patlamak üzere olan ya da patlamış mısırda gördüğünüz devrim ancak sizin hayalinizde mevcut.Pek yakında ikinci bir İran dehşetiyle karşı karşıya kalacağız. Bunun taşıdığı tehlikelerden orta doğuyu hatta dünyayı Allah koruya!
Gün ağabey, Ekim Devrimi ile Nil Devrimi arasında yaptığın analoji isabetli olmuş. Tahrir’deki kitlenin, Mübarek’in devrilmesiyle yetineceğini düşünmüyorum. Kadetleri de benimseyeceklerini sanmıyorum. Mısırlılar, Kadetleri de tasfiye etmeyi başarırsa, henüz görünürde Bolşevikler de yok, daha farklı ve sonu daha hayırlı bir şeyler de gelişebilir. Ama işin bu yönü temenni ve güzel bir temenni tabii ki. 🙂
Vallahi bu hoş işte. Ben yazımda o kısmı bilerek boşlukta bırakmıştım. Evet, Bolşevikler yok ortada. Yani devrim yolunun önü açık mı mı açık gözüküyor. Umalım , Umutulu olalım.
İnsaf kardeşim insaf yani… Bu ne güvensizliktir, bu ne tür halktan korkan bir Kemalistçe tepkidir…
Bolşeviksiz ne olacak bakalım Mısır’ın hali. Ama sonra iktidara gelen her partiye ‘bunlar da oraların bolşevikleri vah vah’ demek yok, ona göre…
en azından,
kendini kurtaracağını iddia eden özgürlük vadeden, baskıcı bir bolşevizm olmaz oda yeter.
mısrdaki bir devrimdir, çünkü devrim insaların halini beğenmeyip itiraz edebilme kendi için bir şeyler yapabilme halidir…
mısırdaki insalarda spinozanın conatus dediği mevcuttur, şimdilik, Gün hocamın dediği gibi izleyelim…
Bol Şevk kardeşim, bu sevinçli gecede şakalı üslubun neşeme neşe kattı, gerçekten söylüyorum. İnşallah Zileli’nin dediği gibi bir ikili iktidar olur da devrim sokaklarda hükmünü sürdürür. Sokak kendi iktidarını yaratır. Bu yeni bir deney bence. İkili iktidar sürsün ki, devrim de iktidar olup yozlaşmasın. Keşke Rusya’da da böyle olsaydı. O zaman halkın evlatları Bolşevikler de yozlaşmaz, devrimin neferleri olarak devam ederlerdi belki.
Bakıp göreceğiz Hurşit abi, ders de çıkaracağız. Mesele şevkimizi kırmamakta zaten… Halkın evlatları şevklerini kaybetmemeli!
Önünde veya içinde ben ve benim gibiler yoksa, o kalkışma devrim değildir. İnsaf’ın eğer varsa mantığı bu olmalı. O yüzden bir anda mahalle komiteleri, yağmaya karşı kolluk kuvvetleri, yaralananlar için sıhhiye ekipleri vs. oluşturup organize olabilen Mısır, Tunus, İran vb. halkının gücünü küçümsüyor; muhtemelen komünizm gelecekse ancak o getirebilir bu topraklara…
Komik de olan biteni hiç takip etmemiş. Ne Müslüman Kardeşleri ya, esamisi mi okundu şimdiye kadar! Gidip Ömer Süleyman ile görüştüler de ne oldu! Götlerinin üzerine oturdular, Tahrir’de etkilerinin sıfırın bile altında olduğu görüldü. Tahrir’den çıkacak iktidarın Müslüman Kardeşler olacağını ileri sürmek körlük bence. O Müslüman Kardeşler, Gün Zileli’nin söylediği gibi Kadetler’dir ancak. Yani şimdiye kadar bütün cephanesini Mübarek’in ardına yığan Mısır’ın egemen sınıfları, ABD ve onların müttefiki ordunun, Mübarek’in devrilmesiyle şaşakalmasının sonucu olarak sarılabilecekleri bir iktidar alternatifi olabilir ancak, Müslüman Kardeşler. Bu Kemalist ya da hangi türünden olursa, Süleyman’ın işaret ettiği Bolşevik bağnazlığı gözlerinin önünde olan biteni görmelerini engelliyor. Tahrir’in nereye evrileceğini söylemek güç ancak bu kitlelerin arzusu bir Müslüman Kardeşler iktidarıymış gibi olan biteni okumak hakikaten tamamen körlük.
Bol şevk arkadaş, devrim bol şevk ile olur ama bolşevik ile yozlaşır. Ortada Bolşeviklerin olmaması, Süleyman’ın temennisindeki gibi, bu devrim nereye kadar sürecekse sonunu hayırlı kılabilir.
Mısır İran olacak diyen ulusalcı bağnazlara Slovaj Zizek’in “Tahrir Meydanı Mucizesi” adlı yazısından gelsin:
“Mısır’daki gelişmelerin mucizevi doğasını farketmemek mümkün değil: çok az kişinin öngörebildiği, uzmanların görüşlerini boşa çıkaran bir şey oldu. Sanki ayaklanma sadece toplumsal nedenlerden kaynaklanmadı da, Platonik bir şekilde, ebedi özgürlük, adalet ve haysiyet fikri diye adlandırabileceğimiz gizemli bir faktörün müdahelesiyle meydana geldi.
Ayaklanma evrenseldi: dünyanın dört bir yanına dağılmış olan hepimiz derhal,Mısır toplumunun çeşitli yönlerinin kültürel analizine falan gerek duymadan, kendimizi bu ayaklanmayla özdeşleştirebildik, onun ne anlama geldiğini anlayabildik. İran’daki Humeyni devriminin tam tersine (orada solcular kendi mesajlarını, ağırlıkla İslami bir çerçevenin içine zorla sıkıştırmak durumunda kalmışlardı) burada çerçeve, evrensel laik özgürlük ve adalet talebiydi, öyle ki Müslüman Kardeşler, laik taleplerin dilini benimsemek zorunda kaldı.”
Türkiye’deki ulusalcilarin söylemleri ne olursa olsun, tutumlarinin sürekli Israil çizgisinde olmasi oldukça düsündürücü. Tabii ki Misir isyanini Iran devrimine benzetirler çünkü tek korkulari Israil’in zarar görmesi. Mesele laiklik, hatta Islam düsmanligi falan da degil, örnegin Suudilere yönelik tek bir söz yok. Kisacasi Israil’in isine gelen hersey laik, sosyal, demokratik, hukuka uygun, Israil’in isine gelmeyenler ise dinci, karsi devrimci, fasist, hukuk disi vb. vb. Kendine solcu, devrimci diyenlerin bu duruma düsmesi çok acikli .
Türkiye’de de solcu, devrimci, marksist, leninist, stalinist, hatta ve hatta maoist güçler isyan ediyor, ama ne büyük sehirlerin meydanlarinda, ne varoslarda isçilerle, ne de kirlarda köylülerle birlikte…on ayri merkezde, on ayri kentte ordu evleri önünde emekli subay ve esleriyle birlikte. Baslarina balyoz inmis gariplerin, birileri balyoz, malyoz, ergenekon mergenekon dese de, birileri Tayyip orduyla anlasti dese de … Evet, devrimci güçler liderleri Pinar Dogan ve Dani Rodrik’in önderliginde yeni zaferlere dogru kosuyor, haydi daha büyük zaferler için birleselim (bu arada arapça yazan arkadas, “fincani tastan oyarlar”in arapçasi neydi?).
biz de okuduk herhalde Slovaj Zizek’i. Ama bu kendi kafamızı da çalıştırmamıza, gözlerimizi başka tarafa doğru da açmaya çalışmamıza engel değil! İnsanları düşünüp söylediklerinden ötürü hemen damgalamaktan ne zaman vezgeçeceksiniz, merak ediyorum doğrusu…
Gün Zileli,tamam Türkiye’de yaşamıyordu,ama dünyadan da bu denli uzak mıydı ?
Anarşizmin somut durum çözümlemesiyle ilgisinin olmadığı ortada.
İnsaf arkadaş bu kadar alıngan olma. Komik açmış ağzını yummuş gözünü. O söylenenler daha çok onaydı. Üstelik ona yazdığımı da belirttim. Kaldı ki, bir görüşü “bağnaz ulusalcı” diye nitelemeyi “damgalamak” diye görmek abartı olmuyor mu. Üstelik bu konuda bu kadar hassassan diğer yazılanlara da bir insaf çekmen gerekirdi her halde.
Oldukça komik olmaya devam ediyor…
Eleştirilerin, saldırıların içinden, varolan, eleştiri getirilen metnin içindeki tek bir noktanın “değerinin” verilmesinin ardından, tüm bir eleştiri “boşa çıkartılıyor”…
Bu yüzden de çok daha komik olmaya devam ediyor. Müslümanlar kendilerine Allah’tan güç almak için ve kendi ideolojilerini sahiplendiklerini kendilerine özgü tekrarlamak için de, dua edip amin ile de bağlıyorlar.
Kendisine anarşist ismini “verenlerin” yazdıkları da görünüşe bakılırsa üzerinden 100 yıl geçmiş olsa da, birbirine benzerliklere bakarak içi boş politik ajitasyonla yeni kölelik yaratmaktan öteye geçemiyor. Koşulların farklılıkları mı? Güç ilişkilerinin analizi mi? Vakit varken, yüzeysel olmayan düşünme mi? Ne gerek var ki, haydi kitleler (istediğimiz gibi olmasanızda, istediğimiz şeyleri söylemeseniz, neredeyse hepiniz böyle istemesenizde, bizim ilahi modellerimiz sizin “iyi” yolunuz, tabi diğeri de “kötü” yol) “anarşizm dini” çok yaşa, amin amin:)
Mısır Ayaklanması Eve Geliyor
John Pilger
Mısır’daki ayaklanma mümkün olanın ortaya konmasıdır. Bütün dünyadaki insanların uğruna mücadele ettiği ve onların düşüncelerini kontrol altında tutmaya çalışanların korktuğu şey buydu. Batılı yorumcular, geri kalan tüm insanları kullanılabilir ya da harcanabilir olarak gören iktidar sahiplerinden bahsederken durmadan yanlışlıkla “biz” ve “bize” sözcüklerini kullanıyorlar. “Biz” ve“bize” sözcükleri artık evrensel. Önce Tunus geldi ama Mısır her zaman beklenendi.
Bir gazeteci olarak yıllardır bunu hissettim. 1970’de Kahire’deki Tahrir (Özgürlük) Meydanında büyük ulusalcı lider Cemal Abdülnasır’ın tabutu onun yönetimi altında özgürlüğü tadan insan okyanusunun üzerinde ilerlemişti. O insanlardan biri, bir öğretmen utanç verici geçmişi “yetişkin adamların Kahire Kulübü’nde İngilizler için kriket toplarını kovaladığı” bir dönem olarak tanımlıyordu. Bu kıssa, tüm Araplar ve dünyadaki insanların çoğunluğu için geçerliydi. Üç yıl sonra Mısır üçüncü ordusu Süveyş Kanalını geçti ve Sina’daki İsrail müstahkem mevkilerine girdi. Savaş alanından Kahire’ye dönüşte Özgürlük meydanındaki milyonlara katıldım. ABD İsrail’i yeniden silahlandırıp hezimetlerine neden oluncaya kadar, geri kazanılan onurlarının bir görüntüsü gibiydi.
Daha sonra Başkan Enver Sedat alışılmış milyar dolarlık rüşvetlerle Amerika’nın adamı haline geldi ve bu nedenle düzenlenen bir suikast sonucu 1981’de öldü. Halefi Hüsnü Mübarek’in muhalifleri kendilerini tehlikeye atarak Özgürlük meydanında toplandı. Mübarek için yapılan ve Washington’un çantalı adamları tarafından düzenli olarak geliştirilen son ABD-İsrail planı Gazze’deki Filistinlileri sonsuza dek hapis kılacak bir yeraltı duvarının inşa edilmesiydi.
Dehşetengiz Arabulucu
Bugün Özgürlük Meydanındaki insanlar için sorun Mısır’dan ibaret değil. New York Times’ın 5 Şubat’ta bildirdiği habere göre: “Obama Yönetimi, başkan yardımcısı General Ömer Süleyman’ın karşıt gruplarla uzlaşma sağlamak için yaptığı girişimleri resmi olarak destekleyerek Mısır’daki büyük değişim konusunda sırtındaki yükü attı…. Dışişleri bakanı Hillary Clinton sokak protestolarını etkisiz hale getirmek için Süleyman’ı desteklemenin önemli olduğunu belirtti….”
Süleyman’ı olası suikastlardan korumak gerçekte Mübarek’in muhafızını korumaktır. Jane Mayer’in araştırma kitabı The Dark Side (Karanlık Taraf)’da Süleyman’ın başka bir yönü gösterilmiş CIA’in emriyle insanların işkenceye tabi tutulduğu Mısır’a yapılan “hizmet uçuşları”nda ABD’nin denetmeni olduğunu belgelenmiştir. 2009 yılında Başkan Obama’ya Mübarek’i bir diktatör olarak görüp görmediği sorulduğunda, hızla verdiği cevap “Hayır”dı. Obama, Mübarek’i “iyilik için güç” olarak gören başka bir büyük liberal Tony Blair’i tekrarlayarak Mübarek’i arabulucu olarak nitelendirmişti.
Dehşetengiz Süleyman şimdi bir arabulucu, iyilik için güç, “büyük değişimi” denetleyen ve “protestoları etkisiz hale getiren” bir “uzlaşmacı”. Mısır ayaklanmasını boğmaya yönelik bu girişim işadamlarından, gazetecilere, küçük idarecilere dek uzanan ve diktatörlük düzenini sağlayan önemli sayıda insana dayanıyor. Bir açıdan bu kimseler Obama’nın “ inanılası değişim” ve Blair’in aynı sahtelikteki “politik sinemaskop”unu destekleyen (Henry Porter, Guardian, 1995) batılı liberal sınıfın yapısını da yansıtıyor. Ne kadar farklı şekilde ortaya çıkarlarsa çıksınlar, bütün bu gruplar düzenin yerel destekleyicileri ve imtiyaz sahipleri.
Britanya’da BBC’nin Today (Bugün) programı onların sesini oluşturuyor. Bu programda gözlenen düzenden en büyük sapma “Tanrı bilir” şeklinde ifade edilebilecek yaklaşım. 28 Ocak’ta Washington temsilcisi Paul Adams’ın yaptığı açıklamaya göre: “Amerikalılar oldukça zor bir durumda. Demokratik reformlar görmek istiyorlar ama bunun için karar vermeye ehil güçlü liderlere ihtiyaçlarının olduğunun da farkındalar. Amerikalılar Başkan Mübarek’i tam bir siper ve bölgede kilit niteliğinde bir müttefik olarak görüyorlar.”
“Mısır, İsrail ile birlikte Amerika’nın Ortadoğu politikalarının dayanak noktasını oluşturuyor. Amerikalılar “Tanrı bilir kime” yapılacak kaotik bir yetki devrine neden olabilecek herhangi bir şeye tanık olmak istemiyor.”
“Tanrı bilir ne” korkusu, Ortadoğu’nun baskı altında tutulması ve dönüştürülmesi sonucu çektiği acıların büyük ölçüde sorumlusunun ABD ve İngiliz diplomasisi olduğuna dair tarihi gerçeğini de açığa çıkarıyor. İsrail’in genişleme politikalarına izin veren Balfour Deklarasyonunu unutun. Petrolün demokratik kontrolünün önüne set çekmek için mücahitlere verilen gizli Anglo-Amerikan desteğini unutun. İran’da demokrasinin devrilerek tiran Şah’ın tahta geçirilmesini, Irak’ta yapılan kıyım ve yıkımı unutun. ABD’nin Gazeli çocuklar üzerinde denemelerini gerçekleştirdiği savaş uçaklarını, misket bombalarını, beyaz fosforu, seyreltilmiş uranyumları unutun. Ve şimdi “kaos”u önlemek adına neredeyse bütün temel hak ve özgürlükleri yadsıyan Ömer Süleyman’ın Kahire’deki tövbekâr “yeni” rejimini unutun.
Olaylar Tarafından Bastırılma
Mısır’daki ayaklanma batılı medyada Araplar hakkındaki klişeler nedeniyle küçümsendi. Özgürlük meydanındaki insanların cesaretleri, inançları, belagat yetenekleri ve faziletleri bizim sahte korku ticaretimiz ve “batılı manevi liderliğin” El Kaide ve İran öcüleri ile ilgili kesin kabulleri ile kıyaslandığında Ortadoğu’nun emperyalist sömürüsü hakkında yeni açıklanan kaynaklar şaşırtıcı değil. Atlantik’in iki yakasındaki liberal elitler arasında var olan tartışmaların sınırlarını belirleyen kendinden menkul gazeteler bu nedenle Wikileaks’i alçaklık ve hakaretle suçlanmıştı. Belki de endişelenmişlerdir. Toplumsal farkındalık artıyor ve onları baypaslıyor.
Washington ve Londra’da var olan rejimler oldukça kırılgan ve gerçek anlamda demokratik değil. Başka toplumları yakıp yıkarak yaptıklarını şimdi kendi toplumlarında manda yönetimi ile değil ama yalanlarla yapıyorlar. Kurbanlar için Özgürlük Meydanındaki direniş bir ilham kaynağı olmalı. Televizyonda bir Mısırlı kadın “Durmayacağız.” dedi. “Eve gitmeyeceğiz.” Sivil itaatsizliğe kararlı bir milyon insanı Londra’nın merkezinde bir araya getirmeyi deneyin ve bunun olamayacağını düşünmeye çalışın.
Çeviri: Ceren Akçabay John Pilger
Kaynak: http://www.newstatesman.com/international-politics/2011/02/pilger-egypt-square-western
http://www.soldefter.com/2011/02/12/misir-ayaklanmasi-eve-geliyor-john-pilger/ linux-headers-2.6.38-3-generic
USA’in “Bu bir Devrimdir” dediği bir şey, “Devrim” olabilir mi?
Devrim olsa; Atmler yine çalışırdı belki ama,
herkese 1.000.000 $ Devrim Bonusu olurdu hesaplarda.
(ya da bakiye = 0 $ olurdu. işte buna devrim derdim!)
Var mı öyle bir şey, yok! ; )
Gerçekten hayretlere seza bir mantık. USA, kediye kedi dese demek siz demeyeceksiniz. Bu olay, USA’nin bile sizçdern daha mantıklı, daha az aklını kaçırmış olduğunu gösteriyor sadece.
Fasist generaller “devrim” derse devrim olur degil mi aslan parçasi, örnek 27 Mayis devrimi, Kemalist devrim, dil devrimi, gardrop devrimi vb.vb. Sevsinler sizin gibi sahte ABD düsmani, gerçek Israil usagi devrimcileri…
“Fasist generaller “devrim” derse devrim olur degil mi aslan parçasi” demişsin ama, benim söylediğimden bunu nasıl çıkartıyorsun orası muaamma?
Hurşit abi, onca yıllık ömründe hala öğrenemedin mi, bir şeyin devrim olması için orada bu her şeyi bilen, kerameti kendinde menkul “öncülerin” o “cahil” kitlelere önderlik etmesi gerekir. Eeee bunlar öncülük etmiyorsa o zaman Amerikan ajanları manipüle ediyor ve yönlendiriyordur. Tarih öyle sınıf savaşları falan da değildir Hurşit abi, tarihi ajanlar ve öncüler arasındaki mücadele belirler. Tabi ortada öncüler yok ajanlar var ama olsun. Bir de tabi, darbeyi devrim; devrimi de darbe sananlar var. Darbeyi devrim, devrimi de darbe sananlar kediye de kertenkele derler. Bunda şaşacak bir şey yok, bunların nesnellikten anladığı, gerçekliğin kafalarındaki şablonla uyuşup uyuşmadığıdır. “Komik” tabi… 🙂
abi çevremde ne kadar kişiye mısır devrimi umut verici dediysem herkes septik, herkes amerika’nın devrimi diyor. Bende asıl bu düşünce yapısı Amerika’nın istediği, kontrol edemediğini sahipleniyor, ben istedim, yaptım imajı veriyor öyle değil mi?
Devrimi Amerika yapabilir mi? Yani hakiki olanını, bizlerin anladığı anlamda bir sokak devrimini, masabaşından düğmeye basılmış izlenimi veren söylenceler değil.
kimsenin uşaklık ettiği yok Usa karşıtı arkadaş! Benimki daha çok devrimcilik dediğimizde yok. Sen şimdi niye sinirlendin ki aklın karıştı diye mi fikirsel bir deprem yaşıyorsan elini uzatda yardım edelim küfür edersen bir şey konuşulmaz ki. 11 Eylül’de özgüvenini yitiren Abd’yi düşünmelisin. Fazla da büyütmemek gerek Amerika’yı. Amerika’nın büyüklüğü gücünden değil saldığı büyüklük ve her şeyde parmağım var paranoyasından ileri geliyor.
Amerika doğaçtan gelişen, kendine rağmen kontrol dışı gelişen olaylara hazırlıksızdır. Holywood neden büyük bir sektördür çünkü bildiğimiz anlamda çarpışmada başarılı değildirler kültürlerinde bu yok. Bu da komploda ilerlemeyi getirir, senaryoyu sadece filmlerinde görmeyiz. Yıllara dayanan PROGRAMLI oyunları var. Bak basit bir örnek demirağlarla ördük diye bir şarkıları var mı bilmiyorum olsa olsa nanoteknolojiyle ördük dünyayı dört yandan diyebilirler. Demem o ki amerika halkın, sokağın dilini iyi bilmez olsa olsa öngörebilir bilmediği için de daha vahşi oluyor orası kesin. Napalm gazına boğduruyor ortalığı olmadı nükleer bir şeyler. Mısır’da daha neler olacak göreceğiz, ne olacaksa olsun devrim başladı. Daha ne olsun?