Sadece İnsan Kalır…
Sarkis Çerkezyan, Dünya Hepimize Yeter, Hazırlayan: Yasemin Gedik,
Belge Yayınları, 2. Baskı, Ağustos 2003
Bugün 88 yaşında olan Sarkis Çerkezyan’ın anıları, daha doğrusu kırım, baskı ve eziyet güncesi, daha ilk sayfadan, kendisi doğmadan yirmi önce gerçekleşen 1895 Tokat Ermeni katliamı ile başlıyor (s.11). Sayfaları çevirmeye devam ediyoruz. 1909 yılındaki Adana Ermeni katliamında amcası Sarkis’in öldürüldüğünü öğreniyoruz (s.19). 24 Nisan 1915’de, büyük Ermeni tehcirinin başlamasından hemen önce, İstanbul’daki 287 Ermeni aydınının tehcirini ve yollarda katledilmelerini okuyoruz (s.23). 1915 Ağustos’unda Karaman Ermenilerinin sürgüne gönderildiğini, Sarkis’in ailesinin de bu kafilede yer aldığını, Karamanlı Ermenilerin çoğunun, Suriye çöllerinde susuzluk ve tifüsten telef olduğunu öğreniyoruz (s.32 ve devamı). Ohannes amcası, aileden ayrılıp Der-es Sor’a giderken, burada da katliamın başladığını öğrenip geri dönüyor, Meskene’ye geliyor. Ve Sarkis, Meskene’de, Cabul köyünde, 15 Mayıs 1916’da, ailenin sığındığı bir deve ahırında doğuyor (s.34). Bunlar, Sarkis’in doğmadan önceki acılı aile tarihinden sayfalar. Ya sonrası…
Çok az insan kurtuluyor Suriye çöllerindeki tehcirden. Sarkis ve ailesinin kimi fertleri de kurtulanlar arasında. Karaman’a geri dönüyorlar. Artık Kuvayı Milliye dönemi başlamıştır. Ermenilerin mülksüzleştirilmesi devam ediyor. 1920 yılında bu kez Ermeni erkekleri sürgüne gönderiliyor. Yaşadıklarından ders çıkaran Sarkis’in babası sürgüne gitmemek için kaçıp dağlarda saklanıyor (s.54-55). Sonra yakalanıp Ereğli’ye sürgün ediliyor. Ailesi de onun peşinden Ereğli’ye geliyor (s.67 ve sonrası).
Sarkis, 1941 yılında “asker”e gidiyor. Bu sözcüğü, kendisinin ya da kitabı yayına hazırlayanın yaptığı gibi biz de tırnak içinde yazdık, çünkü bu, askerlikten çok, azınlıklara uygulanan bir angarya hizmetidir. Serflik bile değildir. Durum, devlet köleliğine daha yakındır. Sarkis’in anlattığına göre, “gavur askerlere” silah verilmiyor, asker üniforması giydirilmiyor. “Başlarında eli silahlı muhafızlar bulunduğu halde, sabahtan akşama kadar çalıştırılıyorlardı, kışın soğuğu karı, yazın sıcağı güneşi denmiyordu. Muhafızların keyfî davranışlarını engellemenin imkânı yoktu. İster söver, ister döverlerdi. Hava alanları yapımı, demir yolları ve nafia hizmeti yaptırılıyordu bunlara…” (s.114).
Hemen ardından, azınlıkların mülksüzleştirilmesine ve köleleştirilmesine yönelik Varlık Vergisi uygulaması gelir. “1942’de gayri müslimlerin malvarlıklarına el koymak için Varlık Vergisi’ni çıkardılar. Bu uygulama sırasında sadece zenginler değil, küçük esnaftan da zarar görenler çok oldu. İnsanlara güçlerinden fazla vergi kestiler. Zaten malların mülklerin değerleri iyice düşürüldü ki, her şeyleri ucuza kapatılsın, ellerinde hiçbir şey kalmasın. Sattıkları mülkleriyle kendilerine kesilen vergiyi sağlayamayanlar Aşkale’ye sürüldüler.” (s.125)
Ve 1955 yılındaki 6-7 Eylül olayları (s.189-196). Hareket esasen Rumları hedef almasına rağmen, Sarkis azınlık olmanın hedef olmak için yeterli olduğunu bilmektedir. Bu yüzden hemen eve koşar. Pencereye bir Türk bayrağı asılır, annesi, müslüman kadınları gibi beyaz başörtüsü takar. “Kadıncağız benzer olayları daha önce de yaşadığı için ne yapması gerektiğini biliyordu.” (s.190).
İşte size, ömrünü Osmanlı devleti ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde geçirmiş bir gayrimüslim vatandaşımızın hayatından kesitler. Bu kitabı, hele yukarıya alıntıladığım şu son cümleyi okuyup da “Türk”lüğünden ya da “müslüman”lığından utanmayacak birisi var mıdır acaba, merak ediyorum.
Milliyetçilik ve “Arı Yurtseverlik”
Sarkis Çerkezyan, kitabının bir bölümünde, yakından tanıdığı, Taşnak Partisi’nden, milliyetçi partizan Dırtat Şirinyan’ın anılarını da aktarmaktadır. Kuşkusuz bu anılar, tarihin ilgili bölümlerini araştıran tarihçiler için değerlidir. Ne var ki, Sarkis Çerkezyan’ın, her milliyetçi gerilla gibi elini kana bulamak ve milliyetçi intikam seferleri düzenlemek zorunda kalmış Dırtat Şirinyan’ı, “kör milliyetçi duygulardan uzak” “arı bir yurtsever” olarak tanımlamasına katılmam mümkün değildir. Daha doğrusu ben, “kör milliyetçilik”le “arı yurtseverlik” gibi bir ayrıma karşıyım. “Arı yurtsever”, aynı zamanda “kör milliyetçi”dir. Hayatın gerçekliğinde böylesi iki tür söz konusu değildir.
Nitekim, bizzat Dırtat Şirinyan’ın, Sarkis’in ağzından soğukkanlılıkla naklettikleri, böyle bir ayrımın gerçekçi olmadığını kanıtlamaktadır. Şebinkarahisar kaymakamı, katliama direnen Ermeni gençlerinden bazılarını sonradan idam ettirir. Bunun üzerine Taşnak partisi intikam kararı alır ve kaymakama karşı harekete girişecek savaşçılar kura ile seçilir. Aralarında Dırtat da vardır: “Kaymakam, ailesiyle birlikte faytona binmiş, Sıvas’a gidiyordu. Dağda yolunu kestik. Faytondan indirdik, jandarmaları kovaladık. Hemen bir mahkeme kurduk… komisyon zaten idam kararı vermişti. Kaymakamın yüzü sapsarı kesildi. ‘Sen şu şu şu işleri yaptın, bunların cezası bizim kanunlarımıza göre idamdır. Ama bir daha yapmayacağına söz verirsen, seni affederiz’ dedik. Kaymakam başladı Allah, peygamber, İsa, Musa aşkına bir daha yapmayacağına dair yemin etmeye. Yeminin bini bir para. ‘Yok yok, bizim yeminimizle…’ dedik. ‘Nedir sizin yemininiz?’ ‘Şu tüfeğin namlusunu öpeceksin!’ Tam tüfeğin namlusunu öperken vurduk kaymakamı.” (s.160)
Bu satırlar, milliyetçi gaddarlığın, benzeri bir intikamcı-milliyetçi gaddarlığı doğurduğunu anlattığı gibi, “saf yurtsever” Dırtat efendi gibilerinin ruhsal yapısının, bizim kör milliyetçi Teşkilat-ı Mahsusa silahşörlerinin tıpatıp benzeri olduğunu ortaya koymaktadır.
Sarkis’in Komünistliği
Sarkis Çerkezyan, bir komünisttir. Gerçi komünistliğinden dolayı uğradığı baskıların üzerinde pek durmamış, belki de bir Ermeni olarak yaşadıklarının yanında bunları çok önemli görmedi. Öte yandan, TKP’nin Atılım adlı yayın organını marangozhanesindeki gizli bir matbaada bastığını açıklayan Sarkis Çerkezyan’ın komünizm ya da sosyalizme ve Türkiye’nin sol hareket tarihine ilişkin söylediklerinde epeyce itiraz edilecek noktalar var. Bunlardan bir kaçına değineyim.
Çerkezyan, Aybar’ın, Politzer’in kitabının okunmasını yasakladığını söylüyor (s.205). Bence bu bir bilgi yanlışı. Aybar böyle bir yasaklama koymuş değildir. Sadece, bilinen Marksist klasiklerin yanı sıra, Proudhon gibi Marksist olmayan düşünürlerin de okunması gerektiğini belirtmiştir.
Çerkezyan’ın Sovyetler Birliği’ndeki sistem ve bu sistemin yıkılışına ilişkin görüşleri de derinlemesine düşünülmeden, öylesine söylenmiş gibidir. Örneğin, “kıble” olarak kabul ettiğini söylediği Sovyetler Birliği’nin yıkılışını, “ihanetin batağına girmişler, satın alınmışlar, haberimiz yok” (s. 213) diye açıklaması, bunu ortaya koymaktadır.
Çerkezyan, 1980’li yılların sonlarında, TKP tarihi üzerine ilk önemli anı kitabını yazan Vartan İhmalyan’ın kitabını hiç sevmediğini söylüyor. Onun anlattıklarını “dedikodu” olarak görüyor ve bunu “eskilerin alışkanlığı” olarak niteliyor (s.223). Evet, eskilerin dedikodu alışkanlığı, birbirinin ardından kuyu kazmaları bilinen bir şeydir. Ama eskilerin, bu alışkanlıkla eklemlenen bir başka özellikleri daha vardır, ketumlukları. Yani, her türlü dedikoduyu yaparlar, ama sıra, parti içinde yapılanların gerçekten değerlendirmesine ve bunların yazılarak gelecek kuşaklara aktarılmasına geldiği zaman, ağızlarını bıçak açmaz. İşte Vartan İhmalyan’ın anıları, bu olumsuz geleneğe ağır bir darbe indirmiştir. İhmalyan’ın kitabı, kendi alanında öncüdür.
Her şey bir yana, Çerkezyan’ın aşağıya alacağım şu cümlesi, kitabının güzel bir özeti olmanın ötesinde, her türden milliyetçiliğe karşı bir insanlık düsturudur:
“İnsanlar arasındaki perdeler, din, dil, milliyet, tarikat vs. kaldır bunları ortadan, bak kalır mı, ne sen ne de ben, sadece insan kalır.” (s.227)
Gün Zileli
Virgül, sayı:73, Mayıs 2004