Qijikareş’in Anlamı…
Anarşizm, bir çelişkiler ve bu çelişkilerin kutupları arasında bir salınımlar yumağıdır. Daha önceki, anarşizme ilişkin kimi yazılarımda bu çelişki ve salınımlara değinmeye çalışmıştım.
Anarşizmin çelişki ve salınımlarından biri de anarşist düşünce ile anarşist var oluş arasındaki çelişki ve salınımdır. Anarşist düşünce büyük bir etki gücüne sahiptir ama bu düşünce güçlü olduğu ölçüde teorik olmaktan da o kadar uzaktır. Çünkü her teori, doktrin olma tehlikesini içinde barındırır. Anarşist düşünce, yapısı ve karakteri dolayısıyla teorileştirilmeye ve doktrinleştirilmeye elverişli değildir. Bu, aynı zamanda düşünsel bir iktidar olmaya da bir ölçüde elverişli olmadığı anlamına gelir. Bu yüzden anarşizmin güçlü düşünürleri vardır (Kropotkin örneğin) ama teorisyenleri yoktur. Bu nedenle, insanlığı esaslı bir şekilde etkileyen bu düşünce, teorik planda iktidarı daima teorik bakımdan güçlü rakiplerine (en başta da Marksizme) kaptırmıştır ister istemez.
Teorik bakımdan iktidarın kaptırılmasıyla somut planda var olma arasında bir iç bağlantı vardır. Düşünsel olarak güçlü ve etkileyici olan anarşizm, teorik iktidar sahibi olamadığından, somut olarak var oluşunu gerçekleştirmede de hep dağınık kalmış, etkili bir varlık olmakta süreklilik gösterememiştir. Ancak devrimin kitlesel boyutlar kazandığı zirve noktalarında etkili bir var oluş gösterebilen anarşizm, devrimin henüz gelişmediği ya da tavsadığı dönemlerde düşünce gücüyle orantılı bir varlık ve etkililik gösterememiş, özellikle örgütlülük alanında bir varlık olarak başarılı olamamıştır. Dolayısıyla anarşizm, diğer salınımlarına benzer bir şekilde, düşünce gücüyle var oluşsal güçsüzlük arasında salınıp durmuştur.
Bu durumun somut sonucu, güçlü özgürlükçülüğüyle insanları etkileyen anarşizmin düşünsel etkililiğinin, reel planda yer alan ideolojik ve siyasal güçler tarafından kendi iktidar hedefleri doğrultusunda kullanılması olmuştur. İktidar gibi bir hedeften yoksun olan anarşizm, reel planda bu güçlerle ya da akımlarla rekabet etme şansına sahip olmadığından, bizatihi anarşizmi benimsemiş insanlar da, somut pratikte bu akımların etkisi altına girmiş, onların yedek gücü rolünü oynayabilmişlerdir.
Türkiye’de anarşizmin kısa bir tarihi vardır. Yaklaşık çeyrek yüzyıllık bir tarihtir bu. Ama bu kısa tarih içinde de aynı şeyin gerçekleştiğini gözlemleyebiliriz.
Nasıl mı? Burada birkaç örnek vermek yeterli olur mu bilmiyorum. Örneğin ÖDP kurulduğunda ve bu parti anarşist düşüncenin yaygınlaştırdığı bir takım sloganları kullanmaya başladığında (“Aşkın ve Özgürlüğün Partisi” gibi) bir kısım anarşist, biraz da anarşizmin somut bir örgütlenme önerisinin ve faaliyetinin olmadığı koşulların sonucu olarak ÖDP saflarında yer almakta bir sakınca görmemişlerdir. Daha sonra doğal olarak bir hayal kırıklığı yaşamışlardır, o başka.
Bir başka örnek, Anarşist Gençlik Federasyonu (AGF) deneyidir. AGF, aslında tipik bir eski tip solcu örgüt olmasına rağmen, anarşizmin düşünsel etkisinden ve prestijinden yararlanabilmek için kendisini anarşist bir örgüt olarak takdim etme yoluna gitmiştir. Bu solcu örgüt, aşırı eylemcilik ve kavgacılığını anarşizmle taçlandırarak güç toplayacağını hesap etmişse de, hırçınlığı ve sekterliği dolayısıyla hızla baş aşağı gitmiş ve sonunda küçük bir sekt olarak kavrulup kalmıştır.
Daha yakın zamanlara gelelim. Türkiye’de anarşizm, yukarda sözünü ettiğimiz nedenlerden dolayı somut var oluş alanında başarısız olduğu ölçüde Türkiye’de var olan belirli sosyal akımların etkisi altına girmiştir. Bu akımların başında, somut planda kendisini Taraf gazetesiyle ifade eden liberal akım gelmektedir. Bu gazete, Fetullah cemaatiyle, AKP iktidarıyla somut bağlara sahip olmasına ve yazarları arasında emniyet çevreleriyle içli dışlı profesyonel polisler bulunmasına rağmen, nasıl olmuştur da bir kısım anarşist Taraf gazetesinin etkisi altına girebilmiştir? Bunun en önemli nedeni, kanımca, epeyce kalabalık sayıdaki anarşistin, Taraf gazetesinin “vesayet rejimi ile mücadele ettiğini” sanmalarıydı. Öyle ki, bir anarşist sitede, hükümetin Ergenekon tutuklamalarıyla heyecana kapılan bazı anarşistlerin, “bakın göreceksiniz, bu hükümet yakında Mehmet Ağar’ı da tutuklayacak” diye yazdıklarına bile tanık olmuştum.
Aynı dönemde, “özgürlükçü sol” olduğunu iddia eden bir siteye yazdığım “Herkesekon Örgütü” yazım sansür edildi. Bunun sebebi, “Ergenekon” adlı örgütün hükümete muhalefet edenlerin tutuklanması için bizzat hükümet tarafından yaratıldığını söylememdi. Yazımı sansür eden site sorumlusu, bana aynen şöyle yazmıştı: “Gün, sen bu tür yazılar yazma. Anarşizm üzerine yaz, daha iyi.” Bu, Lenin’in, Emma Goldman ve Alexander Berkman’a “ideny” (düşünsel) anarşist olmalarını önermesine pek benzeyen bir öneriydi. Yani anarşizmi fikri planda savunan yazılar yazmamda hiçbir sakınca yoktu onun açısından, hatta bunu teşvik ediyordu. Ama anarşist bakış açısıyla siyasi alanda bir şeyler yazdığım zaman rahatsız oluyordu. Onun anlayışına göre, anarşizm göklerde dolaşmaya devam etmeli, asla yeryüzüne inip “sıradan fanilerin” karmaşık politik oyunları üzerine bir şeyler söylemeye çalışmamalıydı.
Anarşistler, son anayasa oylamasında da pek bir varlık gösteremediler. Bir kısmı, anarşizmin “kestirmeciliğine” pek uygun düşer gibi görünen bir tutumla “bize ne anayasadan” diyerek olayın tamamen dışında kaldılar. Yukarda sözünü ettiğim, liberallerin etkisi altında kalan diğer bir kısmı, oldukça mahcup bir şekilde, hatta kendilerini biraz da gizlemeye çalışarak, “yetmez ama evet”çi DSİP’e benzer bir tutum takındılar. Eh zaten DSİP de “globalizme karşı anti-kapitalist” mücadeleden söz etmiyor muydu, hatta anarşistlerin sembollerinden olan “kara kedi”yi benimseyip bu adla cafeler açmamış mıydı?
Anarşizmin somut var oluşunun dağılışını gösteren son olay seçimlerde yaşandı. Bir kısım anarşist, Kürt halkının mücadelesini desteklemek adına seçimlerde BDP’ye oy verilmesini savundu. Eh ne de olsa BDP de bizim gibi, bu devletle kapışmıyor muydu? Evet ama anarşizmin, seçimlerden uzak durmak gibi bazı çok temel ilkeleri vardı, onlar ne olacaktı?
Bu dağılma ve savrulmalar anarşizmin kronik zaafı olan örgütsel devamsızlık ve dağınıklıkla birleşince, anarşistler on beş yıl önce çıkan Apolitika gibi kendi çapında bir hayli etkili ve eli yüzü düzgün bir dergi bile çıkaramaz hale geldiler. Küçük sanal yuvarcıklar ise sadece birbirleriyle saç saça baş başa dövüşmeye hizmet eden küçük tımarhanelerden farksız bir hal almıştı. Yani kısacası, Türkiye’deki anarşizmin somut var oluşunun hal-i pürmelali epeyce kötüydü ve çeyrek yüzyıl önceki parlak çıkışından bu yana en kötü durumunu yaşıyordu. Kızıl-kara bayrağımız yerlere düşüp sürünmek üzereydi.
İşte tam da bu koşullarda sahneye aniden yeni bir aktör çıktı: Qijikareş. Güneşin doğduğu yerden, Van’dan taptaze bir ses ve bizlere gülümseyen muzip bir kara karga.
Önümde 5. Sayısı duruyor. Kürtçe ve Türkçe yazılar var içinde. Üç aylık periyodlarla çıkıyor. 36 yazı var bu sayısında, kimi uzun, kimi kısa yazılar. Toplamı 247 sayfa.
Bu derginin, daha önce çıkan anarşist dergilerden en önemli farkı, herkesten farklı olacağım, herkesten farklı, çok orijinal kelamlarda bulunacağım telaşı içinde olmaması. Görsel malzemesinin ve mizahının eksikliği ise bir başka fark ama bunu olumluluk hanesine yazmakta güçlük çekiyorum. Ama telaşsızlığı ve kendi halinde bir ağır başlılığa sahip olması genelde dergiye bir hoşluk katmış bence. Dergiyi çıkaran arkadaşlar, belli ki, yazının önemine çok inanıyorlar, bu yüzden dergi tıka basa yazıyla dolu. Açıkça söylemem gerekirse, bu kadar yazıyı üç ayda okumak bile oldukça zor. Hele yazıların biraz fazla entelektüel havası dikkate alınırsa. Yazının gücüne inanmaları iyi bir şey elbette ama hele bu çağda bu inançlarının ne kadar karşılığı var bilemiyorum. Yine de heveslerini ve inançlarını kırmak istemem. Belki de yazıya bu kadar inanmakla uzun vadede onlar haklı çıkacaklardır, kim bilir.
Bu yazıda elbette 32 yazının tamamının üzerinde durmam imkânsız. Ben sadece derginin yönelimi açısından çok önemli gördüğüm üç yazı üzerinde duracağım: Ramazan Kaya, “Ortadoğu’da bir karşı şiddet pratiği: PKK”; “Ahmet Sezer’le demokratik özerklik ve toplumsal ekoloji üzerine söyleşi”; Ahmet Arslaner, “Şiddet tekeli karşısında ahlak ve vicdan”.
Ramazan Kaya, Franz Fanon’un yücelttiği “ezilenlerin şiddeti”ni bir de kendisi yücelterek kanımca oldukça hatalı bir yönelim sergilemiş. Tabii Ramazan Kaya, “şiddetin zamanla içeriye” döndüğünü görmezlikten gelmek istememiş ama bu sefer de PKK’nın kendi içinde uyguladığı şiddeti, “devrimin çocuklarını yeme alışkanlığı”na bağlamış. Oysa bu klişe hiç de doğru değildir. Devrim hiçbir zaman çocuklarını yememiştir. Havariler adlı otobiyografik kitabımda belirttiğim gibi, devrim çocuklarını yememiş, tam tersine çocukları devrimi yemiştir. Örgüt içi terörü uygulayan devrim falan değildir yani. Bu karşıdevrimci eylemi devrimin sırtına yıkmak hem devrimi karalamak, hem de karşıdevrimci şefleri bir ölçüde aklamak anlamına gelir. Dolayısıyla, Fanon’a dayanarak şiddeti böylesine kutsamak hiç de akıl kârı değildir. Fanon, kendi koşullarında “ezilenlerin şiddeti”ni kutsarken – epeyce abartmış olmakla birlikte – pek de haksız olmayabilir. Yüzyıllardır sömürgecilerin zulmü altında olan insanlar ayaklanıp bir miktar da şiddet uygularlarsa bu hemen ve kategorik olarak reddedilecek bir şey olmayabilir ama yaşanan bunca deneyden sonra, hiçbir şey olmamış gibi Fanon’la şiddet övgüsü yarışına girmek biraz tuhaf bir tutumdur.
Ramazan Kaya şöyle demektedir: “… yapısallaşmış, kurumsallaşmış tahakküm ve sömürü odaklarının uyguladığı şiddetle şiddete maruz kalanların uyguladığı karşı-şiddet aynı ahlaki standartlarla değerlendirilebilir mi? Şiddetin kategorik olarak kötü olduğu ve ‘nerden gelirse gelsin’ kınanması gerektiğine ilişkin tutum, bu tarz soruları yok sayarak toplumsal çelişki ve mücadeleleri silikleştirmekte, tarafları bulanıklaştırmakta ve dolayısıyla bu mücadeleler içinde taraf tutmayı, etik bir pozisyon almayı engellemektedir.”
Ramazan Kaya’nın bu noktada iki şeyi birbirine karıştırdığı kanısındayım: Mağdurların özsavunmasıyla, mağdurlar adına yapılan silahlı şiddet. Örnekleyecek olursam, polise taş atarak (eh ne de olsa bu da küçük çaplı bir şiddettir) karşı koyan Kürt gençlerini tamamen destekliyorum. Kürt halkının bu türden her özsavunma eyleminin arkasındayım. Bu eylemler yer yer şiddet içerse de. Ama mağdur bir halk adına silaha sarılıp gerilla savaşına giriştiğiniz zaman karşı tarafla özünde hiçbir farkınız kalmamış demektir. Bu durumda “şiddetin içe yönelmesi”nden şikayet etmeye de hakkınız yoktur. Çünkü her silahlı örgüt, ne adına hareket ediyor olursa olsun, iki tarafı kesen bir kılıçtır. Bir tarafı kolonyalistleri keserken, diğer tarafı kendi halkını ve örgüte katılmış kendi halkının çocuklarını keser.
Bu noktada, aynı dergide yer alan, tamamen katıldığım Ahmet Arslaner’in yazısına geçeyim. Ahmet Arslaner, Ramazan Kaya’nın tam tersini söylüyor: “Şiddetin kendisi eşitsiz ve her durumda tahakküm üreten bir ilişki olduğu için, özgürlük ve şiddet kavramlarının birlikte ele alınması ya da kolonyalist şiddetin karşısına anti kolonyalist ve ‘özgürlük için şiddeti’ koymak imkânsızdır. Bunu yaptığınız zaman vazgeçtiğiniz şeyin özgürlüğün ta kendisi olduğunu bilmek zorundasınız… Ölme ve öldürme gibi en temel insani davranışlar rasyonalize edilerek haklılaştırılma süreçlerine tabi tutulduğu zaman, hâlâ birilerine her türlü savaşın ve insan öldürmenin ne kadar kötü bir şey olduğuna dair mantıklı açıklamalar yapmaya ve teorik referanslar üzerinden pozisyonlarımızın haklılığını anlatmaya çalıştığımız zaman zaten söz çoktan bitmiş ve bizler saçmalamaya başlamışız, vicdanlarımızın seslerini duymamıza engel olan bir akıl tutulması durumuna hep birlikte teslim olmuşuz demektir.”
Bu sözlere ilave edeceğim hiçbir şey yok.
Aslında Ramazan Kaya, şiddet konusundaki hatalı belirlemelerine rağmen yazının sonlarında çok önemli ve doğru bir saptama yaparak şöyle diyor: “Sivil itaatsizlik eylemleriyle, doğrudan demokrasi deneyimlerini geliştirmek ve bölgede özyönetimci bir sosyalizmi yaratmak idealiyle, militarist devlet şiddetine boyun eğdirmek ve devletle cepheden savaşmaya olduğu gibi devam etmek stratejisi artık derin bir uzlaşmazlık arz etmektedir. Kürt siyasal hareketindeki özgürlükçü yönelimle, politik aktörlerin hareket üzerindeki hegemonyası arasındaki makas gittikçe açılmaktadır.”
Buradan Ahmet Sezer’e geçiyorum. Ahmet Sezer, tamamen katıldığım bir şekilde, Kürt bölgelerinde başlayan demokratik özerklik hareketini desteklemekte ve demokratik özerkliği komünalist bir yönelim olarak görmektedir. “Parlamenter rejimin insanların gözünde açık bir teslimiyet krizi yaşadığı bir zamanda bu komünalist damar radikal politikanın en büyük gücü olacaktır.”
Bu noktada söyleyeceğim, Ramazan Kaya’nın son saptamasına yeniden atıfta bulunarak, şudur: Kürt hareketi bir yol ağzındadır. Silahlı mücadeleyi kullanarak parlamenter iktidara katılmanın yollarını aramak mı, yoksa silahlı mücadeleyle birlikte parlamenter alanı da terk ederek radikal ve kitlesel bir demokratik özerklik hareketinin fiili örgütlenmesine girişmek mi? Hangi yol daha özgürlükçü ve daha devrimci?
Ha şöyle be, gerçekten tartışılmaya değer sorunlar varmış.
Qijikareş’in kulaklarımızı tırmalayan sesiyle kendimize geldik!
Gün Zileli
17 Şubat 2012
Merhaba Gün arkadaş,bilmem beni hatırladınız mı?60’lı yıllarda TİP Ankara İli,Çankaya İlçe üyesiydim.Tabi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyalist Fikir Kulübü üyesiydim.Sonra FKF DEVGENÇ’e dönüşünce bizde SGÖ’yü kurmuştuk.Dolayısıyla,sanıyorum çok fazla ortak arkadaşımız ve tanıdığımız (yaşayanlar ve kaybettiklerimiz olarak)var.
Dolayısıyla size 45 yıl sonra merhaba demek (onca yaşanmışlıklardan sonra) bana çok iyi geldi.Umarım size de iyi gelir.
Yazınıza gelince:Yazınızın son paragrafınızda Kürt hareketinin bir yol ayrımında olduğunu belirttikten sonra,uzun bir soru soruyorsunuz.Benim bu soruya yaklaşımım şöyle:Bu soru anlık ve
ya o, ya da bu şeklinde ele alınmamalı,uzun ,çileli ve zor geçecek bir sürecin perspektif sorusu olarak ele alınmalıdır.Çalışmalarınızda başarılar dilerim.Denk gelir görüşebilirsek sevinirim.Size iyi dileklerimi ve selamlarımı yolluyorum.
Sayin Zileli,
sistem sanirim sizden, sadece isinma hareketleri yapmanizi istiyor..
Eger oyuna girip gol atmaya kalkisirsaniz, kirmizi kartlarini gosteriyorlar hemen (:(:
Selam Peyami. Seni nasıl hatırlamam, bugün gibi gözümün önündesin. Yakışıklı bir arkadaşımızdın. Yılların ötesinden senden haber almak ne güzel. ben de görüşmek isterim. bana özelden yazsana: gunzileli@hotmail.com
sevgiler.
Kesinlikle öyle. Sistem her şeyi vitrine koymaktan yana. Vitrinden çıkmaya çalıştığınız zaman da içeri atıverirler.
“Parlamenter rejimin insanların gözünde açık bir teslimiyet krizi yaşadığı bir zamanda bu komünalist damar radikal politikanın en büyük gücü olacaktır.”
KCK tutuklamalarında ilk dalgaların yerel yönetimlerde görev alan, demokratik özerkliği hayata geçirmeye çalışan kişilere yönelik olmasını bununla da açıklayabiliriz. Devlet, komünalist yerel yönetim fikrinin “şakasından” bile korkuyor anlaşılan. Bu operasyon ve davalar devletin, Kürt siyasetini ‘anarşizan’ eksenden koparıp TBMM-Kandil kıskacı içine hapsetme çabalarının önemli bir ayağını oluşturuyor kanımca (diğer ayağını ise yerel özörgütlenme ağlarını “sadaka ağları” ile ikame etmeye çalışan islami cemaatler). Umarım Qijika Reş çevrelerinin fikirleri Kürt halkı içersinde yaygınlaşır da, devletin “Kürdistan’ı çöle çevirme” politikası suya düşer.
Bu tür yayınlar kafa tembelliğine ve monolitik siyaset anlayışına karşı çok yararlı. O kadar sayfa yazı yazabilmeleri de bence düşünsel faaliyetin zenginliğine yorulmalı. O kardeşlerin işleri çok zor ama yürekten kutluyorum onları.
Peyami’ye de merhaba diyorum.
BOP Eşbaşkanı, F örgütünün ötesinde bağlı olduğu makamın şiddetli ihtarıyla karşı karşıyadır!
Çete mi Gladyo mu? Ne kurulmaz örgütmüş? TSK Komutanlarını rıfailer mi esir aldı? Cemaat mi Silahlı F Örgütü mü? “Paylaşım kavgası” tahlilleri ne kadar ciddi? BOP Eşbaşkanlığına şiddetli ihtarın kaynağı? Tayip mi Esad’ı devirir, yoksa Esat mı Tayyip’i? ABD’nin sıradaki aletleri? “Yiyin birbirinizi” manşetlerinin anlamı? Kapıdaki belalar? Seyirci miyiz? Kimlerin günahını siliyoruz?
Önce adını doğru koyalım: Çete değil Gladyo!
Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi “Çetesini kuruyor” değil.
Ne “kurulmaz” Gladyo imiş?
NATO ülkelerinde başbakanlık koltuğunda oturanlar “Çete” kurmaz; Gladyo’da görev üstlenir. Atlantik ittifakının bir raconu var. İtalyan Cumhurbaşkanı Cossiga, Nur Batur’a uzun uzun anlatmıştı: Gladyo, sanıldığı gibi generallerin yönetiminde değildir; tepesinde Cumhurbaşkanları, Başbakanlar bulunur, siyasal iktidar sahipleri vardır (Sabah, 17,18,19 Şubat 2009).
İkincisi, hala kurulmadı mı Gladyo, yeni mi kuruluyor? O zaman Danıştay suikastından TSK komuta kademesinin esir alınmasına kadar Türkiye tarihinin en büyük tertibini rufailer mi yaptı? Günaydın!
Bu “çete” kavramını, Ufuk Uras türünden Ergenekon tertibinde aktif eleman görevi yapmış olanlar ortaya atmışlardı. Amaç, ABD’nin ve NATO’nun amir rolünü perdelemektir.
Tezgâhtaki MİT yasasına İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey doğru tanıyı koydu: “ Tayyip Erdoğan, Gladyosunu zırhlandırıyor.” (Aydınlık, 14 Şubat 2012)
“Cemaat” değil silahlı F örgütü
Diğer önemli yanlış, “cemaat” kavramı. Türkiye’de o kadar çok cemaat var ki! Ayrıca kastedilen oluşum, cemaat değil, yasa dışı silahlı F örgütlenmesidir. Eski bakanlarımızdan Ufuk Söylemez çok haklı, “Cemaat sözcüğünü kullanmayalım, bunun adı, F silahlı örgütüdür.” diyor. (Ulusal Kanal, 11 Şubat 2012 Sabahattin Önkibar’ın Alternatif programı)
“Cemaat” derseniz, kendisini o “cemaatin” mensubu sayan sıradan yurttaşı da içine katarsınız. Oysa bunlar, CIA güdümlü, devlet içine yuvalanmış, silahlı bir terör örgütüdür. Baksanıza Ertuğrul Özkök’e cemaati 10 milyona kadar genişletiyor. Ertuğrul Özkök’ü de katarsanız 10 milyon olur.
Mesele “paylaşımın” ötesinde
Peki olay nedir?
F örgütü ile Tayyip Erdoğan’ın Gladyosu mu çarpışıyor?
Zaten bunlar 6 yıldır Gladyo’nun Ergenekon tertibini el ele yürütmediler mi?
Doğrudur, birlikte yürüttüler
Peki F örgütü BOP Eşbaşkanı’na karşı niçin saldırıya geçti, bunun bir anlamı olmalı.
“Yağmanın paylaşılması”, “sermaye kavgası”,”iktidar paylaşımı” gibi genel yaklaşımlar fazlasıyla ciddiyetsiz çünkü bu kavga “paylaşıma” zarar veriyor. Ayrıca her siyasal kavga, en sonunda iktidar ve rant kavgasıdır. Bunu söylemek, hiçbir şey söylememek anlamına geliyor.
Bu kavgayı iki tarafın çıkarıyla açıklamak zor. Kendileri de söylüyor, iki vazo da kırılıyor. Tarafların öz çıkarlarının ötesinde bir üçüncü güç olması lazım.
BOP Eşbaşkanına Üst Makamdan Şiddetli İhtar
BOP Eşbaşkanı, F örgütünün ötesinde bağlı olduğu makamın şiddetli ihtarıyla karşı karşıyadır.
Niçin ihtar, ihtara ne gerek var, talimat yetmez mi denecektir.
BOP Eşbaşkanlığı yapamayacağı bir görevle yüz yüzedir.
Zor Görev
Türkiye’yi Suriye’nin üzerine sürmek, Tayyip Erdoğan’ın elinde değil.
TSK, bu görevi yapamaz. Genel Kurmay Başkanı emretse yine yapamaz!
Komutanlar bu nedenle tutuklanıyor ve ifadeye çağırılıyor.
İkincisi, Suriye’ye müdahalenin karşısında çok güçlü bir kamuoyu var:
AKP tabanı da bu kamuoyuna dahildir.
Üçüncüsü, doğalgaz Rusya ve İran’dan geliyor. Tayyip’in bölge ülkeleri ve halklarına ihanetinin sonuçları çok ağır!
Tayyip Esad’ı değil
Esad Tayyip’i Götürür
Toplam olarak bakarsanız, BOP Eşbaşkanı Suriye’ye bugüne kadar yaptığının ötesinde bir müdahaleye kalkışacak iktidara sahip değildir; kalkışırsa Beşar Esad değil, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül yıkılır.
ABD ise gaddar!
Tayyip Erdoğan’ın aczini anlama konumunda değildir. Bir bakıma Tayyip Erdoğan’a ölmeyi emretmektedir.
Tayyip Erdoğan ise, ayak sürtüyor; durumu idare etmeye çalışıyor.
O zaman ABD, BOP Eşbaşkanını göreve zorlayacak aletlerini harekete geçirmiştir. Sırada başka aletler de var!
F örgütü üzerinden yürütülen operasyonun bir boyutu da, Güneydoğu’da kalkışmalara hazırlık olarak gözüküyor. ABD emperyalizmi KCK içindeki MİT örgütlenmesini açığa çıkartarak kurgulanan iç çatışmaların boyutlarını derinleştiriyor.
Asıl Zorda Olan ABD
Bu operasyon, Tayyip’i indirme operasyonu değil; Tayyip’i göreve mecbur etme operasyonudur.
ABD’nin durumu da zor. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın yerine koyacağı bir BOP Eşbaşkanı yok. ABD de Tayyip Erdoğan’a mecbur. Her ikisi de çaresizliğe mecbur!
Aman birbirinizi yemeyin!
Çeşitli güçlere bakıyoruz, “Biz taraf değiliz” diyorlar. “Yiyin birbirinizi” manşetleri atılıyor. Tayyip Erdoğan ile F örgütünün “birbirini yemesi” için gazete manşetlerine gerek yok. Hatta o manşetleri şöyle de anlayabiliriz: “Aman birbirinizi yemeyin!” çarpışan tarafların o manşetlerden alacağı esin budur. TUSİAD da, “ Birbirinizi yemeyin” diyor zaten.
Ferit İlsever arkadaşım burada çok önemli bir soru soruyor: Peki biz, Türkiye güçleri seyirci miyiz? Bütün bu olayların bizi ilgilendiren bir yönü yok mu? Emekçiler, bütün olarak halk, ayağı Türkiye toprağına basan güçler bu sürece kayıtsız mı kalacak?
Binbir bela kapıda!
Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan ABD’nin Suriye harekâtıdır. Bu harekâta alet olmak, hatta şu veya bu ölçüde destek olmak, Türkiye için çok ağır sonuçlar doğuracaktır. Bölünme, ekonomik çöküş, iç çatışmalar, faşist dikta; bela adına ne varsa, Türkiye’yi beklemektedir.
“İki tarafa da karşıyız” demek yetmiyor
Türkiye elbette kendi tarafında olacaktır. Biz Türkiye cephesindeyiz; tarafız! Cephemiz var! Savaşıyoruz!
“İki tarafa da karşıyız” demek yetmiyor!
Üç Maddede Türkiye Cephesi
Bir! Suriye’ye karşı her müdahaleye karşıyız!
İki! İran’a her müdahaleye karşıyız!
Üç! Irak’a her müdahaleye karşıyız!
Türkiye cephesinde olmak bugün bu üç maddede özetlenir.
Türkiye Cephesinde Birleşelim!
Tarafız!
Seyirci değiliz!
Türkiye Cephesindeyiz!
Herkesi Türkiye Cephesine çağırıyoruz.
Türkiye Cephesi bugün somut olarak, Suriye’nin, İran’ın, Irak’ın, Lübnan’ın bağımsızlık ve güvenlik cephesidir.
Türkiye Cephesinde yer alan herkesin geçmiş günahlarını sileriz!
http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp?goster=haberdetay&idhaber=3865
Qijikareş gerçekten de Kürdistan halkı için güzel birşey. Dersim ile ilgili güzel bir yazı okudum dergide. Kafamdakileri sistemli bir şekilde kısaca ifade etmişti. Hoşuma gitti. Ama biz Kürtler ister güneyde ister kuzeyde hep şiddeti iktidarı fetişleştirdik bugüne kadar. En az devletler kadar kendi kendimize zarar verdik. Direniş araçlarımızın hepsi birer mikro devlet idi. Kim bilir belki değişir. Qjikareş bu açıdan önemli işte. Ama pratikte şunu gördüm ben demokratik özerklik işlemiyor. Kürt hareketi hala eski kafada. Hala otoriter, hala herkesi aynılaştırmak istiyor, hala siyaset yasakçısı, hala eleştiriye kapalı. Devlete ateşkesten bahsediyor ama diğer bütün sorunlarını şiddetle hallediyor. Hala onbeşbin iç infazın, köy baskınlarının, Dersimli ve Amedli yurtseverlere yapılan ayrımcılığın ve baskının özeleştirisini, hesabını vermedi. Bu kafayla değil demokratik özerkliği kurmak, o katı merkeziyetçi yapı bile zor korunur…
Kargalara kolay gele başarılar.
Devrimin çocuklarını yeme söyleminden duydugunuz rahatsızlıgı anlamakla beraber, bence Ramazan ın ortaya çıkarmaya çalıştığı arayış, ezilenin ezenden bağımsızlaşabilmesi yolunda o ya da bu nedenle kullanmak ya da tabi kalmak zorunda bırakıldığı şiddettir. Bu var olan gerçekliğe tabi kalışımız zaten başımıza bela olan etik sorundur anarşistler olarak. Zira evet şiddetin her şekilde eşitsizlik ve yeni ezilen üretmesi üzerine söz etmeye değmeyen boş bir uğraştır. Ama şiddet ve özgürlük sorunsalı belki de başka kavramlar üretmemizi mecbur kılan bir tartışma konusudur, değil ki kapatalım. Kanımca Ramazan ın söylemeye çalıştığı, özsavunmaya dair “şiddet” olarak kavramsallaştırlmasının bile hatalı olduğunu düşündüğüm bir bağlama değil, şiddete tabi kalmak zorunda olmanın şiddetine bir serzeniştir. Burda Fanon u övmekten çok, zorunluluğun farkındalığından gelen bir özbilinç var bence. Ve devrimin çocuklarını yeme ihtimali de somut örneklerdense bu özbilincin altında ezilen “başka bir özgürlük” arayışıdır. Yani kara kargaların haklı itirazlarına rağmen, içinde bulundukları hareketin şiddeti de içeren politik örgütlenme tarzı ve kendi teorisizliğinden ziyade -hatta “yol haritası”nın,teorinin en can alıcı “perspektif”leri gerçekten de anarşizan perspektiflerden gelmedir(sami görendağın yazısı bu konuda haklı ve evet biraz anarşiktir)- , hareketin kendi özelinde tabi olmak durumunda kaldığı iktidar biçimlerini aşma sorununu şu an sadece sorunsallaştırabilecek tarihsel kavşakta oluşumuz, ne yazık ki durdugumuz noktayı şiddetin dışında bir yerlere taşımamızı henüz imkanlı kılamamaktadır -Fanon açmazı :)- Zira herkesin su an öyle ya da böyle yüzünü heyecanla döndüğü özyönetim öz örgütlenme çalışmaları aynı politik gövdeden damarlanan, hakkı yenilemez sekilde teorize edilmis, tc istese de istemese de teorisinin pratik çıkmazlarını yaşayan ve yeniden üreten gerçek bir mücadele hattının imkanlarını görünür kılmaktadır, ne hoş! Söylemek istedigim sudur kısaca, bence özgürlük ve şiddet bu işe rengini katma derdi olanların inadına sorunsallastırması gereken, tas atan cocuk ya da gerilla infazı örneklerinin ötesinde bir noktayı isaret eden, özbilinç üreten söylemler olmalıdır. Devrim mi cocukları yesin, cocuklar mı devrimi….devrimi idealize etmek devrimin iktidar-şiddet- potansiyelini gözden kaçırmak oluyor sanki. Devrimin çocukları her renkten olsun istiyoruz, beyazdan kurtulucam diye kapkara kalan, kara kargaları bile kaçırtanından olmasın.
anarşistlerce sansürlenip yere bastığını sandığın pratik politik yazıların yukardaki gibi türkiye cephecisi faşistlere cesaret verip bu özgürlükçü anarşist sitede bile eski efendilerin güzellemesine hizmet eden sistem içi yazılar olup toplumsal muhalefete değil milli duygulara hizmet ettiğini gör artık.’evlatlarını yiyen satrün’ sorununda geçmiş deneylerden öğrenerek sosyal devrimlerle politik devrimin farkı politik organizasyonların iktidar şiddeti ve bütün iktidarlar sorununu aşmak için anarşizm deneylerini olumlu tüketmek gerekmezmi?imhaya karşı varlığını savunmayı devlet-iktidar egemenlerinin şiddeti gibi şiddet kavramı içinde irdelemek sorunlu olduğu gibi mevcut pratikte varlığını sürdürebilmek ve özgürleşebilmenin dayattığı araçları ve gerçekliği reddetmek sorunlu değilmi?kürt özgürlük hareketinin bu gün geldiği yerin ağır bedellere rağmen ısrarla özgürlükçü politik programı sivil siyasetin parlamento pratiğine taşıyıp kürt halkı ve sistem mağdurlarına ceberrut sisteme mahküm değiliz mesajı verip kitleselleşmesi ve toplumsal muhalefetin nüvelerinin oluşmasını sağladığını unutup parlamentodan çekilmeyi önerenlerin ispanya,italya ve diğer ülkelerde anarşistlerin deneylerini hatırlaması gerekmezmi?bu sitede savunulan öz yönetim kendini yönetme yerel kömünal deneylere en yakın pratiklerin kürt özgürlük hareketi ilemi olabileceği yoksa İP,aydınlık,oda tv,ergenekon huyelası,millici,ulusalcı sol,chp kemalist sol,tkp gibi zilelinin umut beslediği leninist parti ve devrim teorisi ile yüzleşememiş kömünternci sol ile mi olabilir?bence anarşizme özellikle kropotkin emma goldman geleneğine en yakın politik anlayış Halkların demokratik kongresinde ve özgürlükçü siyasi kürt hareketinde birikiyor
(Gün abinin mizah beklentisine cevaben… sulandırma yok)-ramazanlar sizi seviyoruz…hem de dünyalar kadar!!!!!
ama biz bu topla tüfekle değil de, dille gelen şiddeti de aşıcaz. beden beden, kelime kelime sömürgelenmiş şiddete, bedenimizle de dilimizle de, işkence etmeden, küfretmeden dur demesini öğrenicez ve evet öğreticez. aman diim…
Sevgili Ramazan, sesini duyduğuma sevindim. elbette bunlar aramızda tartışma konusudur ve belki de uzun süre tartışacağız. Serinkanlılıkla, dostça ve suçlamadan azade bir şekilde. Fanon meselesine burada girmeyeceğim. Fanon’u bulup yeniden okumam gerekiyor. ama zaten dikkat edersen yazıda onu kendi koşulları içinde anlamaya çalışmıştım. Her neyse benim burada kısaca üzerinde durup açıklama getirmeye çalışacağım nokta şudur: ulusal kurtuluşçu bir hareketin liderinin kendi çocuklarını yemesi mümkün, hatta bana soracak olursan kaçınılmazdır. Ama “merkeziyetçiliğe inanan, iktidar fetişisti, şiddet tapıcısı” bir devrim, zaten artık devrim değildir. Bu anlamda da 1917 devrimi Şubat’ta başlayıp Ekim’de bitmiştir. ondan sonraki Bolşevik iktidarı, devrimden yararlanarak iktidara gelmiş karşıdevrimden başka bir şey değildir. Yani Bolşevik iktidarını devrimin kendisi olarak görmek büyük bir hatadır. Bunları söylediğim için belki pirüpak bir devrim anlayışını savunduğumu sanabilirsin. Hayır, öyle değil. Devrimlerin de bir sürü zaafları vardır. Ama bu tür zaaflar başka şeydir, örgütlü bir şiddeti silahlı güçler, gerilla güçleri, ordular ve polis aracılığıyla yürürlüğe koymak başka şeydir. Gerilla da halkın içinden çıkmış olsa bile, özsavunmanın ötesine gidip enikonu örgütlü bir şiddet unsuru haline glediği an, artık halkın ona duyduğu sevgi esasen onun şiddetinden doğan korkuya dayanan sahte bir sevgi haline gelecek ve gerilla hızla içinden çıktığı halka ve kendine yabancılaşacaktır. Bu yabancılaşmanın somut belirtisi, artık halkın isyan duygularından çok korku duygularıyla gerillaya destek olması ve gerillaya katılan savaşçıların da birer isyancı olmaktan çıkıp birer itaatkâr askere dönüşmesidir. işte bu noktadan sonra artık devrim falan yoktur da sadece alttan örgütlenen yeni bir küçük devletin karşıdevrimi vardır ve “evlatları”nı da, devrimi de yiyen bizatihi bu karşıdevrimin kendisidir. Bu hep böyle olmuştur, tersini gösteren tek bir örnek yoktur. ayrıca senin yazında da belirttiğin gibi bugün silahlı mücadele, Kürt burjuvazisinin devlet yapısına ve parlamentoya katılması amacından başka bir şeye hizmet etmiyor. Kara karga beyaz karga olmamak için buna karşı esaslı bir duruş sergilemelidir. özetle: parlamenter amaçlı silahlı mücadeleye karşı, demokratik özerklikçi, sadece özsavunmaya hizmet etme anlamında silahlı ama esasta silahsız mücadele.
Yazımda belirttim ya, çok güzel bir iş yaptınız. Tüm karakargalara sevgi ve selamlar. bana ayrıca yazabilirsin: gunzileli@hotmail.com
Özgürlükçü, benim söylemediğim şeyleri bana atfetmekten vazgeç lütfen. “Zileli’nin umut beslediği leninist parti ve devrim teorisi”… Yani şimdi buna kara kargalar bile gülmez mi?:)))
Anonim kardeşim, mizahın sulandırma ile ilgisi yoktur. Mizah dünyanın en ciddi uğraşıdır:)
Anarşistler gül atıyor birbirine, hemi de türkiyede, la noliiyyyy? : ))))
Yukardaki yorumlari okumadan yaziyorum bu yorumu. Sizin yazdiginiz cok kotu yazi gordum, ama bu kadar kotusunu sanirim hic gormemistim. Ramazan Kaya’ya Fanon dersi vermeden once yapmaniz gereken iki sey oldugunu gosteriyor bu yazi: Biri mumkun, digeri korkarim nâ-mumkun:
1. Fanon’u tarihsellestirmek gerektigini soyluyorsunuz, âlâ; ama yanısıra Fanon’un şiddet kavramsallaştırmasını da doğru anlamanız gerekiyor. Fanon şiddetin kolonyal bağlamlarda meşru bir savunma aracından olmasından bahseder; bu önemlidir. Ama daha önemlisi şudur: Fanon sömürgecinin şiddetinin, sömürüleni nasıl dönüştürdüğünün de tahlilini sunar bize. Sizin gibi beyhude bir rüya aleminde şiddet nerden gelirse gelsin karşıyız gibi tarihsiz, bağlamsız dolayısıyla anlamsız bir önermesi yoktur. Sömürgeci ve sömürülenin birbirlerini kuran iki özne olduğundan bahseder. Şiddeti, sömürülenin anlam dünyasının ve gündelik pratiğinin ayrılmaz bir parçası yapan tarihsel bağlamladır derdi. Ve bu manada sömürülenin özgürleşmesinin bu bağlamı tersyüz -altüst etmesiyle mümkün olacağının altını çizer. Yani sömürenin kurduğu şiddetle tersyüz edilen, bir anlamda “appropriate” edilerek bir silah haline gelen şiddet aynı şey değildir. Dolayısıyla, Fanon sizin gibi idealist bir tahlil değil, tarihsel ve materyalist bir çerçeve sunar.
2. Yine de Fanon’u doğru anlamanın sizin derdinize deva olacağını sanmıyorum. Türk (solu, anarşist, sosyalist, komünist) ama her durumda Türk refleksleriniz, asla atamayacağınız bir virüs gibi tüm anlam dünyanızı sarmış. Halinizin idealist değil materyalist bir tahlili gerek diyorum, yani devası yok. Yani teorik-kavramsal bir devası mevcud durumda yok sizin virüsün. Hakkaten Kürt solunun, anarşizminin, anlam ve eylem dünyasının üzerine kabus gibi çökmüşsünüz.
Kürt solu kim PKK mi?
Merhaba,
Türkiye’de Anarşizmin kısa tarihi içinde değindiğiniz AGF deneyimi üzerine saptamalarınız ciddi haksızlıklar içeriyor diye düşünüyorum. Aslında bu konu üzerine ‘dışarıdan’ konuşuyorum yani sözü geçen örgütlenmeyle bir dönem pek sıkı olmayan bir ilişkim vardı .Değerlendirmenize temel itirazım, ‘AGF, aslında tipik bir eski tip solcu örgüt olmasına rağmen, anarşizmin düşünsel etkisinden ve prestijinden yararlanabilmek için kendisini anarşist bir örgüt olarak takdim etme yoluna gitmiştir.’ şeklindeki tespitiniz.
AGF, tam da sizin söylediğiniz gibi ÖDP gibi yapılarda kendini tüketen ya da bireysel bir varoluş sergileyen anarşizm karşısında anarşist bir örgütlenme perspektifini yaşama geçirmeye çalışmıştır.Bunu anarşi için yapmıştır.Bu topraklarda bir dönem anarşizmin duyurulmasında de önemli bir rol oynamıştır diyebilirim.AGF’de beni en çok şaşırtan sosyalist olmadan anarşist olan insanların sayıca fazla oluşuydu.Bu bile birçok şey anlatabilir bize.
Elbette önemli hatalar yapılmıştır.Ama bunlar AGF’nin Türkiye’de anarşizme sokulan bir Truva atı olduğunu söylemeyi gerektirmez.
Belki de biraz insafsız bir değerlendirme yapmış olabilirim, AGF’yi salt solcu bir örgüt olarak görmekle. İçinde çok sayıda anarşist yer almış, fakat bu arkadaşlar en fazla bir yıl dayanıp bu oluşumu terk etmişlerdir. Bu süreçte anarşist arkadaşlarımıza katkıları anarşizmin nasıl olmaması gerektiğini öğretmiş olmasıdır. Bu anlamda bir katkısı olmuştur tabii ki.
Evin arkadaşım, biraz sinirlisin galiba. Önce sakinleşmeni önereyim. Benim “Türk”lükle falan hiçbir ilgim yok. Türkiye vatandaşı bile değilim üstelik ve bu ülkede bir yabancı olarak sadece 6 aylık ya da 1 yıllık sürelerle kalma hakkım var. Türklükle ilgim ise sadece Türkçe konuşmaktan ibarettir. Diğer ulusal bayrakların hiçbirini tanımadığım gibi Türk bayrağını da tanımam, bu tür renkleri kullanmam. Kürt arkadaşlarıma karşı da akıldanelik yapmak gibi bir niyetim yok. Onlara sadece bir anarşist olarak seslenirim. Kısacası benim herhangi bir milliyetler uzaktan yakından bir ilişkim yok.
Yazdıklarınızı okuduktan sonra Franz Fanon’un da artık gecikmiş bir eleştiriye tabi tutulması gerektiğini kanaatim iyice pekişti. Bu ülkede Marx dahil herkes eleştirildi de, bildiğim kadarıyla Franz Fanon hiç eleştirilmedi. Öyle sanıyorum ki, ezilenlerin sesini dillendirdiği için bir ölçüde manevi bir dokunulmazlıktan yararlandı. Ama zamanı geldi. Bunun için Franz Fanon’un “Dünyanın Lanetlileri” kitabını aramaktayım. Kendisinde bu kitap olan arkadaşlar varsa lütfen bana bir şekilde ulaştırıversinler.
Şunu da ekleyeyim, ben yukarki sayıda “her türlü şiddete” karşı olmadığımı önemle belirttim. Halkın haklı direnişine, kolonyal gücün kolluk kuvvetlerine karşı şiddet içeren kitlesel eylemlere, özsavunmaya ilişkin her türlü mücadeleye kesinlikle taraftarım. Benim karşı olduğum, şiddetin örgütlü bir hale gelip sürekli bir silahlı güç yaratılmasıdır. Bu güç, istediği kadar kolonyalizme karşı olsun, iki tarafı kesen bir bıçak olduğu için Kürt halkını da keser ve hatta kendi gerillalarını da. öyle değil mi?
Bu tartışmada Gün hocanın, fanoncu bir anti-kolonyal mücadelenin sömürleştirilenler üzerinde yarattığı olumlu etkiyi yakından hissetmediği için , bu tarz bir mücadelenin yaratacağı yeni insan tipindeki olumsuzluğu eleştirmesi olarak görüyorum. elbette gerilla gücü bir iktidar oluşturur, oluşturmuştur da…Yalnız Ramazan yazısında mücadelenin gelişim seyrini anlamaya çalışarak, eleştirip yol bulmaya çalışmıştır, bir şiddet güzellemesi ben hissetmedim. Ya da bir Kürt birey olarak bu anti-kolonyal olarak başlayan mücadelenin(olumsuzluklarını ayrıca tartışabiliriz)Kürt bireyi nereden nereye getirdiğini de görüp yaşadığım için anlayabiliyorum,. elbette hareketin şimdi özgürlükçü,komünvari deneyimlerini, Kadınların gelişimi v.b. de es geçmemek gerekir, esas güzellemeyive emeğide oraya vermek gerekir.Ki Ramazan yazısında son bölümde bunu belirtmiş ve Gün hocada bunu görmüş ve yazısında altını çizmiştir.
Stalin terörünün de “yeni insan tipi” yarattığı ileri sürülmüş ve ileri sürülmektedir.
Fanon ilgili bir yorumum olmayacak, yukarıda tartışması yapılmış zaten. Ama “mağdur bir halk adına silaha sarılıp gerilla savaşına giriştiğiniz zaman karşı tarafla özünde hiçbir farkınız kalmamış” demek hareketi sadece üst kadrolardan ibaret saymak demek değil aynı zamanda sadece bir örgüt olarak görmektir. Harekete katılımın sosyolojisi, antropolojisi ya da en basidinden duygusuna dair herhangi bir fikir ve empati sahibi olmadan böyle bir yorum yapmak korkunç bir indirgemeciliktir.
Bu tür bir indirgemeciliğin sebebi olarak da aslında yüzeydeki anarşist söyleme rağmen eleştiriyi örgütle başlatıp örgütle bitirmekte görüyorum. Örgütü de sadece üst kadrodan! Harekete katılanların failliği ve öznelliğini de çöpe atmak demek oluyor. Durum böyleyken diğer yazılarında da gördüğümüz bu reçete yazma tavrının çok ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum.
Ama bunlar bir yana, ben asıl hem ana metindeki hem de yanıtlardaki sembolik şiddete değinmek istiyorum. Anarşist olsun, sosyalist olsun ne olursa olsun Kürdlere bir akıl verme tonu bu yazıda da hakim.
Örneğin: “Yazının gücüne inanmaları iyi bir şey elbette ama hele bu çağda bu inançlarının ne kadar karşılığı var bilemiyorum. Yine de heveslerini ve inançlarını kırmak istemem.”
Öncelikle, bu gençlerin Gün abisi tavrı bir iktidar kurma yolu. Gün Abi eleştirisinin kara kargaların hevesini kaçırabileceğini düşünüyor! Bana sorarsanız Ramazan Kaya’nın ve arkadaşlarının dergideki tahlilleri bu blogdaki birçok tahlilden daha “içerden” ve daha somut. Yani bu Gün Abi tavırlarıyla bir üst perdeden konuşma çabası var. Anarşist Gün Abi’nin iktidarın mikro işleyişlerine dair biraz daha kafa yorması gerekli bence.
ya da
“Dolayısıyla, Fanon’a dayanarak şiddeti böylesine kutsamak hiç de akıl kârı değildir.” Ya da “Bu durumda “şiddetin içe yönelmesi”nden şikayet etmeye de hakkınız yoktur.” gibi
Neyin rasyonel neyin irrasyonel olacağının ya da hak hukuk sınırlarını da Gün Abi çiziyor. Bu tür tartışmalarda Türk solu Kürtlerin eleştirilerine bir yanıt veremedikçe üsluptan dem vurmaya başlarlar. Oradan sindirmeye çalışırlar. Tartışmanın kurallarını da kendinden menkul bir özgüvenle kendileri çizerler.
“Evin arkadaşım, biraz sinirlisin galiba. Önce sakinleşmeni önereyim.”
Neden? Kişinin sinirlenmesi neden bir sorun? Kaldı ki bu yargıya nasıl vardın Gün Abi? Okurlarının öfkesini anlamak ve üzerine düşünmek yerine bence ıslah etmeye çalışıyorsun. Anarşist öfke nereye gitti? Öfkenin şiddetin sistemik yapısı ve dönüştürücülüğüne dair tartışmalar var yukarıda. Ama sen üsluba vuruyorsun. Biraz küçük burjuva olmadı mı bu sence?! 🙂
Son bir örnek:
“Ha şöyle be, gerçekten tartışılmaya değer sorunlar varmış.”
Lütfettin!
Sanırım metindeki sembolik şiddeti biraz olsun örnekleyebildim. Bu, bence Türk Solu’nun içkin üstünlük hissinden kaynaklı bir durum. Tartışmanın, üslubun, mantıklı olanın sınırlarını, ezilenin değil ezen ulusun mensubunun belirlediği bir diyalektik var karşımızda. Türk anarşistin Kürt anarşisti beğenmemesi ve yekten eleştirmesi, ilk taşın sağıyla soluyla hep Kürtlere atılması, Türk solunun gerçekten de başımızdaki en büyük kara bulut olduğunun en güzel kanıtı.
Gün Hocam, tartışmak için provakatif cümlelere gerek yok sanırım…
stalin terörü ile konunun pek bağını kuramadım.
Murat, provakatif olarak algılamana yol açtıysam kusuruma bakma, demek ki kısa bir cümlede iyi anlatamamışım. ama hiç de öyle bir amacım yoktu. Demek istediğim şuydu: Büyük temizlikler yaşanırken bir yandan da Stalinist propaganda makinesi “kulak”ların ve “karşıdevrimci Troçkistlerin” temizlenmesiyle “yeni tip insanın” yaratılması arasında bağlantı kuruyordu. Sadece propaganda makinesiyle kısıtlı değildi durum. Fabrikalardaki işçilerin çoğu da buna inanıyor ve çevrelerindeki “karşıdevrimcileri! ihbar yarışına girişiyorlardı. Gençler de öyle. Aslında samimiydiler. Yani “karşıdevrimcilerin” varlığına gerçekten inanıyorlar ve bütün bu temizliklerin yeni toplumun ve yeni insanın yaratılmasına katkıda bulunduğunu sanıyorlardı. Anlatmak istediğigm buydu kardeşim. 15 bin örgüt içi infazdan söz ediliyor. Bununla mı yaratılacak “yeni tip” insan? Ayrıca “yeni insan tipi” diye bir şeye de inanmıyorum. Fabrikadan ya da tornadan insan çıkmaz makine çıkar.
Ama unuttuğun şu ki, ben ne Türküm ne de solcuyum (ve tabii ne de “abi”yim). Sana ise tek tavsiyem şudur (yine “bak tavsiyede bulundu, işte üstten tavır” deme de): Bir anarşist her şeyden önce ulusal ayrılıkları ve ulusal kompleksleri bir yana atmak zorundadır. yok eğer biz kendi aramızda konuşmak istiyoruz, “bizim bizden başka dostumuz yoktur” diyorsan (ki yukarda yazdıkların bunu diyor aslında) ve arkadaşların çoğu da böyle düşünüyorsa hiç sorun değil, bir daha ne dergi hakkında, ne de Kürt mücadelesi hakkında tek bir söz ederim. Ben yoldaşlarımın arasında olduğum düşüncesiyle rahatça fikirlerimi ileri sürmüştüm. Sen bana “abi”liği yakıştırabilirsin ama ben kendimi hiçbir zaman öyle görmedim ve böyle bir rolü de hiçbir zaman benimsemedim. Dolayısıyla yukardaki satırlarını çok ama çok kırıcı bulduğumu belirtmek zorundayım. Neyse boş ver, bunlar da geçer ve neyin ne olduğu bir gün anlaşılır. Bundan sonra tek kelime etmeyeceğim. Haydi bana eyvallah.
”ama her durumda Türk refleksleriniz, asla atamayacağınız bir virüs gibi tüm anlam dünyanızı sarmış.” Evin arkadaşın cümleleri, anarşizmle yazıları aracılığıyla tanıştığım Gün Zileli’ye haksızlıktan başka hiçbir öneme sahip değil. Ayrıca, PKK’ye dair en küçük bir eleştirel yoruma derhal ‘Türk refleksleriniz..’ diyen Kürt arkadaşlar, yaptığınız mikro ırkçılıktan başka hiçbir şeye işaret etmiyor, anarşizme hele hiç…. Kendinizi kandırmayınız, sizin cümlelerinizle söyleyecek olursam; Kürt refleksleriyle davranıp, Türk refleksleri suçlaması yaparken bir durup kendinizi gözden geçiriniz. Hayırlı akşamlar.
öncelikle yeni insan derken insan yaratmak anlamında değil, sürecin getirdiği(ki burada hareketin de rolü yadsınmamalıdır)kürtlere ve hatta tüm ülkeye tartışma tartıştırma anlamında bir soru sorabilme ve onun getirdiği yeni yaşam…bakın sizinde umutla bahsettiğiniz dergi çevreside oralrdan başlamıştır isyana…yoksa babamız büyük şef bizi var etti demiyoruz…
olaylara siyah-beyaz diye bakmıyorum. bir geçmiş ya da şimdi değerlendirmesi yaparken olumsuzluklarla birlikte, olumluluklarda ele alınmalıdır.(yeri geldiğinde türkiyenin bir bakanını bile övebilmiştiniz bir davranışından dolayı)yorumumun kendisinde bile tercihimin ne olduğunu belirtmiştim. terör devletlerin yapacağı bir şeydir.
iç infaz,hain,ajan v.s. söylemi öncü-partilerde olagelen şeylerdir(bunların basit olaylar olduğunu söylemek anlamında değil).
bu hareket bir sınıf hareketi olarak doğmadı, bir anti-kolonyal diyebileceğimiz bir doğuşu vardır. doğduğu(geliştiği) koşullarda ülkenin hali malumunuzdur. Kürtlerin hali ise daha da vahimdir…
ulus-devlet, ulusalcılık hala cazibesini kaybetmemiştir.yani beslenilen sol damar budur. Kürtlerin hali ise yok sayılma, inkar v.b.
Kürtlerin varoluş sorunsalını önlerine koymuştur. sovyetlerin çöküşünden sonra ise, ülkenin öbür soluyla karşılaştırıldığında çok erken o argümanları terk etmiştir.şu anda da çok uygulanamıyor olsada(ya da uygulanmaya çalışılıyor olsa da)özerklik, komün v.b. deneyimlere dönmek istemektedirler.
bunları söylerken tamamıyla olumlama yapmıyorum. olumlu yanların ortaya çıkarılmasında yana bir tavır takınılmalıdır diyorum. yoksa eski yapısının verdiği (ki o tür yapıların hepsinde vardır)olumsuzluklar. (15000 sayısını sanırım gidip halkının bir örgütünü T.C ye şikayet eden çok Ulus-devlet kürdistancısı ibrahim güçlüden ya da çok sovyetik kemal burkaydan duydunuz…)
iç-infazlar olmuştur diye düşünüyorum, ama zaten o tür bir yapılanmayla ortaya çıkmış bir örgüttede olmaması şaşırtmalıdır esasen…elbette kürt halkı bunların hesabını sormalıdır, ama gidip t.c. ye şikayet olmasa gerek…
elbette hala hiyerarşik bir örgütlenmedir. hala silahlıların gücü demokratik alanın üzerinde ağır basmaktadır. ama unutmayalım durum gittikçe değişecektir.değişim olmaktadır, olacaktır. özgürleşme mücadelesinde kendiniz illahi sızacak bir çatlak bulursunuz…
Evin’e dediklerimi Üslupsuz hazrete de söylüyorum. Gün’ü eleştirirkenki kendi iktidarlı havasına ise hayran kaldım. Kendisinin Gün’ü ‘küçük burjuvalık”tan vurma yorumlarını gördüm. Buram buram, sen GZ isen ben de AA’yım diyor. İyi de, AA’nın geçmişi ne? Hangi tarihsel süreçlere tanıklık etti? Kim?
Sanırım, usta-çırak’lık denen ”el verme” ile anarşizmin yaşçılık-iktidar karşıtlığı halini fena bir biçimde birbirine karıştırıyorsunuz, bir yerde, bir şekilde. Bunu Doğu toplumlarından, güneşin geldiği taraftan (Qıjikareş için değil, Evin ve Üslupsuz için ve onlar gibi düşünenler için söylüyorum) birilerinden duymak ise hayra alamet değil.
Gün hocam,
niye eyvallah diyorsunuz. elbette tartışacaksınız eleştireceksiniz…birbirine küfür ve hakeret etmedikten sonra her tartışma acımasızcada olsa öğreticidir…tartışmaya devam edelim…
Ya arkadaşlar yapmayın etmeyin. Yazan Kürt arkadaşlara hiç teorik tartışmaya girmeyeceğim. Arkadaşlar sizde bilirsiniz gerilla bir köye girdiğinde halkın ruh hali nasıl olur. Şimdi dürüstçe cevap verin köylüler korktuğundan mı, yoksa büyük bir devrimci coşku yaşadıkları için mi gerillaya yardım ediyor.
Arkadaşlar yapmayın etmeyin Pkk’nin değiştiği yok.
Alın HDK mensubu bir hareket sol hareket ve pkk neler yapmış; http://www.jarudiyar.com/haberler/haberler/1-sonhaber/1118-velinin-derdi-dersimin-belasdr.html
Geçtim Pkk ve onun kuyrukçularını elinde silahı olmayan Selahattin Demirtaş bile Dersim seçim sonuçlarının ardından bile Dersim ihanetini unutmayacağız demişti. Yine birebir bu çevreden arkadaşlarla konuşurken ne Dersimlilerin kemalistliği, ne işbirlikçiliği, ne de Stockholm sendromumuz kaldı.
Arkadaşlar siz de çok iyi biliyorsun ama kabul etmeye korkuyorsunuz, sürekli gerilla kuvvetleri halka yabancılaşmıştır sevgiden değil korkudan destek görür.
Söz-yekti-karar-iktidarın sadece tek bir kişinin elinde olduğu bir hareket ne kadar özgürlükçü olabilir. Kişi ne kadar samimi devrimci olursa olsun. Üstelik bu yetki samimi bir devrimcide değil Abdullah Öcalan gibi bu 15.000 infazdan birebir sorumlu, işine gelince Suriye ile, işine gelince Avrupa ile iş yapan zalim ruhlu bir nevi Kürt Stalini. Malesef gerçekler bunlar. Bu mücadeleyi Pkk yaratmadı sadece bu dinamiği yönlendirdi. Maalesef şimdi baktığımda görüyorum ki ancak bu kadar kötü olabilirdi. Gün abi yine iyimser yaklaşıyor.
Ayrıca size tavsiyem Pkk’yi Öcalan’dan soyutlayarak düşünmeyin. Şimdi hepimiz demokratik özerkliğe seviniyoruz ama yarın bu adam çıkar başka bir şey der bütün bu organları dağıttırır topun ağzında ilk gidende bizim kara kargalar olur.
Son olarak Murat 15.000 rakamını veren kişi Abdullah Öcalan’ın kendisidir. Mahkemede verdiği ifadelerde geçiyor.
Ayrıca Evin ve Üslupsuz siz Anarşizm soslu Pkk’cilik yapıyorsunuz. Vallahi kendinize göre bir alt metin çözümlemesi yapmışsınız ama saçma sapan olmuş. Ben bu üslübu Firatnewsten Serxwebundan tanıyorum. İnanmış anarşistler değilsiniz. Sizin bu kafa yapınız yüzünden Kürdistan’da Pkk dışında bir hareket kalmadı. Sanki Kürt mücadelesi demek sadece Pkk demek.
Gün abi sana da selamlar. Yine olabildiğinde yumuşak bir üslup kullanmana rağmen üslübun tepki almış :). Ben senin kadar sabırlı yazamadım umarım fazla sert olmamıştır.
Sevgi, saygı.
Ve nice PKK içi infazlara? İşuva haklı. Dersim’de ”Bize oy vermezseniz terkedin burayı” dendiğini, birinci ağızdan duydum. Gün abi bence de naif. Ama arkadaşların üslupsuzluklarından incinmesine gerek yok. Alışkın olmalı hem, bunca zaman sonra.
Dersim’in fahri hemşehrisisin Gün abi, biz seni severek ve sevgimizden sebep saygımızla dinliyoruz. Dersim’e gel, oradan da Wan’a geçeriz.
Valla Dersime gelmeni çok isteriz gerçekten 😀
işuva kürt özgürlük hareketini hiç bilmediğin anlaşılıyor yada bildiklerin devlet-iktidar-sistem hegemonyasının öğrettiklerinden başka bir şey bilmiyorsun yada sistemin sandalyesinden bilip bilmeden sistemin kürt özgürlük hareketini itibarsızlaştırmak için söylediği yalanları burada tekrar ediyorsun istersen senin kürt özgürlük hareketine yaptığın eleştirinin aynını devlet-iktidar efendilerinin yaptığını bildiğine göre devlet-iktidar egemenlerinin bütün söylediklerinin yalan olduğunu(hayata dönüş,ermeni soykırımı,dersim,maraş1 mayıs)bilmene rağmen aynını tekrardan bile insan şüphelenir ne gezer sen çok emin olup bu günün değerlerinde bu eleştirileri 70 lerde kurulup ülkemizde anarşizmin nerdeyse bilinmediği genellikle kömünternden beslenen liberter,özgürlükçü devrimci birikimlerin ve pratiğinin içinde bir çok sorunu taşıdığı dönemlerde bunca eksiğine rağmen red,inkar,imhaya karşı kimliğini ve varlığını savunabilmek için özgürlük ve isyan ateşi yakıp bu günlere gelebilip sürekli halkından beslenip öğrenerek kitleselleşip belkide hepimizin özgürleşebilmesinin nüvesi olacak çabayı anlamadan acımasız eleştirmek maksatlı değilse zihnindeki karakoldan kurtulamamış anlayış olabilir.ramazan kaya ve murat ın görüşlerine katılıyorum ben epeydir bu sitede yorum yapıyorum sitenin anarşizmi savunurken kara karga nın gerisine düştüğünü hatta özgürlükçü demokratik siyasi kürt hareketininde kropotkin emma goldman anlayışında geriye düştüğünü yorumlarımı okursanız anlarsınız sürekli bu geriye düşmeyi eleştirip sitenin ve takipçilerinin kürt hareketi HDK si konusunda daha gerçekçi özgürleşmiş tahlilere ihtiyaç olduğunu sürekli yorumlarda belirttim.belkide bir laz olarak bdp üyeliği ve hdk dede olup kendini özgürce gerçekleştiren biri için ben anlıyorum siz niye anlamadınız eleştirisi ve içerden bir eleştiri gibi olabilir benimde eksiklerim olabilir ama burda yapılan olumlu eleştirilerden yararlanmak ihtiyacı kuşkusuz önemlidir beni üzen iktidar-devlet hegemonyasının aynı suçlamaları olmuştur
Gün abi’yi(her ne kadar kendisi abi sözünden fazla hoşlanmasa da) ara ara takip etmeye çalışıyorum. Açıkçası bi anarşist (artık o anarşist her kimse – herhalde bu ülkede yaşamıyor) şu veya bu konu hakkında ne düşünüyor diye değil de; yönetme, emir verme, sahiplenme, üçkağıt, ayakoyunları vs. mefhumlarından azade bi ulusalcı ne düşünüyor diye bu siteyi takip ediyorum. Ve bunun için ciddiye alıyorum ve takip edilesi buluyorum.
Kürt ulusal hareketini destekleyen arkadaşların yorumlarını okuyorm da… Ya adamcağız belki alışmıştır sen ergenekoncusun , sen karşıdevrimcisin vs yorumlarına belki ama sizden bu kadar ” ince” eleştiriler beklemiyordu herhalde. Kendini “porselen dükkanında fil” gibi hissettirdiniz adama. Ne dese inciniyosunuz, kırılıyosunuz.
özgürlükçü biz Pkk’nin ne olduğunu çok iyi biliyoruz. o hareketi birebir o hareketin mensuplarından tanıyoruz. Pkk demek öcalan demektir öcalan demek teslimiyet demektir, güncel kemalizm demektir, baskıcı siyaset demektir. ayıptır gerçekten bizler gibi birebir yaşayan insanlara siz Pkk’yi bilmiyorsunuz demek. Bunlar gerçeklerdir. ama tabi bu dünyada bir devlet birde Pkk var. geri kalanlar işbirlikçiler, kandırılmışlar, hainler. çok cahilsin. kendini Pkk’ye sığınarak var etme bence. Bekaa kampının altında mezarsız yatan binlerce devrimcinin kemikleri hatrı için biraz düşünerek konuşun.
konuyu pkk soslu anarşizm gibi bir noktaya çekince ne oluyor biri açıklasın lütfen. kurtarıcalak halk, memleket ülke neresi bi söylesin. amedli ya da dersimli olmayan için tartışma bitiyor herhalde. ötekiler, ötekinin ötekileri ve ötekinin ötekisinin ötekisi de biz mi oluyoruz bu durumda.
öz örgütlenme, öz yönetim fikrinin nesi sorun dersim için?bu teorik zeminin mümkün kılınmasının sartlarını konusucaktık sanki anarşizan perspekiften, örüngülendiğimiz iktidarları açıkça ortaya koyup, nası aşarız falan demicek miydik. neymis arkadas bi amed li bi dersim li olmak…
İşuva, siz bu üzerine tartışılan dergiyi ve yazıyı okudunuz mu allah aşkına…
beceremiyorsakta biz başka bir şey tartışmaya çalışıyoruz.
Yukarıdaki tartışmalardan gözlemlediğim kadarıyla, Kürt özgürlük hareketinin rüzgarına kapılmış olan arkadaşlar, anarşist dahi olsalar Kürt ulusalcılığının resmi söylemlerini içselleştirmeye başlamışlar (şiddet konusunda, Kürt hareketine yapılan her eleştiriyi “dışardan gazel” olarak görme konusunda, en olumlu eleştiriyi dahi sosyal-şovenlikle etiketleme konusunda vs.). Yahu, yapmayın etmeyin arkadaşlar! Bu kadar katı hiyerarşisi olan, içinde emekçi olmayan sınıfları da (ulusalcılık temelinde) bir araya getiren bir harekete bu kadar angaje olursanız, korkarım ki farkında dahi olmadan yavaş yavaş anarşist söylem ve bilinciniz erozyona uğrar, en basitinden eleştirel düşünme yeteneğiniz ve isyan kültürünüz erozyona uğrar (fazla mı didaktik oldu?). Kürt hareketi içersindeki anarşizan damar elbette önemlidir, umut vericidir, ancak ona var olandan daha ulvi anlamlar yüklemek boştur. Son tahlilde bu hareket bir ulusal harekettir ve “demokratik özerklik”, “liberter belediyecilik” gibi açılımlar en tepeden (yani Öcalan’dan) inme projelerdir. Kürdistan’da gerçek özgür komünleri kurabilmek için, Kürt hareketinin politikasına angaje olmak yerine, bu komünlerin asıl öznesi olacak olan Kürt yoksullarıyla doğrudan ilişki kurmak (her zaman tekrarladığım gibi :)) daha hayırlı olacaktır. Mesela, Metin Yeğin’in katkılarıyla kurulan meşhur Ax û Av kolektifi bu konuda iyi bir deneydir.
çıracı,
benide dahil ettiysen eğer, herhangi bir rüzgara kapılmış değilim. hiyerarşik bir yapılanma olduğu için kendisinden uzak ancak eylemliliğine(isyanına) yakın durmaya çalıştım…
zaten yorumlarımdada olumsuzluklarını her zaman belirttim, yalnız tartışılan konu ,yazılar dışından yapılan yorumlar yüzünden dağılıyor. anarşistlerin hareket angaje olduğu yok, dergiyi okumuş oalnlar bunu görecektir. tam tersi konu olan Ramazanın yazısında ki durumu tahlil ve anlama babında -ki gerek yazıda gerekse buradada olan cevabındada belirtmiş-ki anti-kolonyal bir hareketin karşı şiddeti ile ilgili tartışılmaktadır. yoksa hareketin olumsuzlukları aklanmamaktadır. yani karşı şiddet için anlama, olumlama ise seninde belirttiğin konularadır(özerklik,komünler gever, viranşehir v.b.).
bu memlekette anarşist olmaya cidden gerek yok…herkes herseyi zaten biliyor, ne nerden baslar, nerde biter…herkesin anarşiste vericek aklı var da, bi türlü de kendi derdine derman olma adına iki adım ileri gidemedi yıllardır, herkes ya kurban ya suçlu…olan da olabilcek olan da buarada bitip gidiyor zaten…anarşizm, iktidar, şiddet falan …haklısınız anarşistler nerde durucağını iyi düşünmeli…hemen yarın “kürt yoksulu” hareketini örgütlemeye baslıyoruz. ama hangi kürt yoksulu oldugunu da dert eder misiiz acaba? dersim li mi amed li mi olsun? hı yoksa kürt yoksulu derken ulusal söylemden cıkalım sınıf kimligine dönelim demek istediniz de diliniz alıstıgından mı kürt yoksulu gibi garip bir ifade kullandınız.
lütfen kendi kısıtlarınızı baskalarına da yüklemeyin. kimse pkk li anarşist olmaya falan calısmıyor. tam aksi yönden baslamıs bir tartısmayı buraya tasıyabilmis olmanız gerçkten cok kırıcı ve faydasız.
Murat,
Yok ben zaten “angaje olanlar” derken dergiyi çıkaranları kast etmedim; Qijika Reş’i hazırlayanların “Öcalan anarşizmine” oldukça eleştirel baktıklarını ben de biliyorum. Ben “angaje olanlar” derken, kongreye katılan, partiye oy çağrısı yapan, hatta partiye üye olan anarşistleri kast ettim, “rüzgarına kapılanlar” derken de bu hareketin dikenine katlanan (çok da haksız olmasalar da) bazı anarşistleri kast ediyorum. Benzer anlayış Kürt hareketine iltihak eden Türkiye sosyalistlerinde de vardır. Bu kesimler (angaje olanlar, rüzgarına kapılanlar, iltihak edenler vb familyalardan olanlar) çok haklı gerekçelerle Kürt mücadelesine destek veriyor olsalar da; böyle büyük hacimli bir hareketin dikenine katlanmak, hatta dikenine kılıf uydurmak, bu kesimlerin radikalliğini (ve daha başka ilkelerini) er ya da geç zedeleyecektir.
Gün hocam,
sizin stalin hatırlatmasıyla, ki ikincisinde anlayabildim…
evet iç infaz,hain,ajan v.b. suçlamalarda ordaki gibi yaşanmıştır.alkışta tutulmuştur, ne de olsa küçük bir iktidardır. bu gidişatın oraya varma ihtimalide vardır. ya da bu hareket ulus-devletini kursaydı orası gibi olurdu…
bu tercih etmiş olduğu örgüt modelinin gerekleridir.
ancak ben anlatamamışsam da, şiddeti ve örgütün değişime dönük sinyaller verdiğini dile getirmeye çalışıyorum.
bir sorun karşısındaki isyan farklılıklar göstermektedir. örneğin gandi pasif direnişi, zapatistalar öz-savunmayı silahlı bir şekilde tercih etmişlerdir. burada ise gerillacılıkla başlanmıştır. keşke zapatistalar gibi meşru-özsavunma tercih edilmiş olsaydı(ki onunda bu coğrafyada o zaman ne denli olabileceği ayrı bir tartışma konusu).
peki bu karşı-şiddeti içerdiği tüm olumsuzluklara rağmen, olumlamak ta neyin nesi derseniz, şöyle diyeyim:
Anonim arkadaş,
“hı yoksa kürt yoksulu derken ulusal söylemden cıkalım sınıf kimligine dönelim demek istediniz de diliniz alıstıgından mı kürt yoksulu gibi garip bir ifade kullandınız.” demişsin. Ben hiçbir zaman Kürt sorununu bir sınıf meselesine indirgeyecek bir şey söylemedim, konu hakkındaki bütün yorumlarımda Kürt halkının ulusal-demokratik hak taleplerini de savundum. Yaftalamadan önce eski yorumlarımı da okuyunuz 🙂
efendiyide-köleyide ortadan kaldırma babında etkisi olduğunu düşünüyorum.halıhazırda ne efendiyi ne de köleyi ortadan kaldırmıştır ama efendiyide , köleliğide sorsulanır kılmıştır.
bundan sonra yapılacaklarıda artık halk karar verecektir. elbette halk yolunu araken ya da denerken, her tür eleştiri ve desteğe ihtiyacı vardır ve olacaktır…
Güzel bir yazı:
http://tr.internationalism.org/kuerdistanda-siddetlenen-emperyalist-savasa-enternasyonalist-yanit
Selam Gün Abi,
Bir bilgi olsun diye söylemek istedim. Qijik karganın yanı sıra bazı Kürt şivelerinde masum, mazlum gibi anlamlarda da kullanılmaktadır. Yarılma, Havariler, Sapak kitaplarınızı okudum, sitenizi takip ediyorum. Düşünce dünyamız için sizi büyük bir değer olarak görüyorum ve realist anlatımlarınıza hayranım. Şiddete ben de elbette karşıyım ama şu an yaşadığımız şartlarda, bağnazlık ve ırkçlık karşısında nasıl bir pozisyon alınabilir? Kızılderililer gibi örnekler var tarihte, sizce pasifizm Ortadoğu coğrafyasında karşılık bulabilir mi?
Ramazan Kaya’nın daha önce Birikim Dergisi’nde yayınlanan ve Kürt siyasal hareketine “içerden” radikal ama hakkaniyetli eleştiriler yönelten bu yazısına bakmanızı öneririm: http://necayev.blogspot.com/2010/01/kurdistanda-anarsist-olmak-veya-eve.html
Anarsizm batida ve turkiyede bir hobi olmustur. Asi cocuklarin teorik oyuncagi ve soylemi olarak toplumda sivrilik olarak yasamaktadir. Anarsizm hobi oldugu surece politik bir guc olamaz. Politik bir guc olmak halka gitmek, onlara devletsiz ve iktidar odaksiz toplumu anlatmakla mumkundur. En diptekilerden baslamak gerekmektedir. Ancak bu fedakarlik gerektirmektedir. Bunu yapacak kusaklar su an icin yoktur. Gerisi orta sinif hobisi olarak anarsizmdir.
1. Ben yazdigim yorumda anarşist olduğumu ifade eden bir şey göremiyorum. Karakargalarla da herhangi bir bağım olduğunu söylemedim -ki yok zaten. Dolayısıyla sos eleştirisi boş. Burada metin üzerinden bir şeyler konuşacaksak önce ne yazıldığını anlamak gerekiyor.
2. Meseleyi üsluba sıkıştırıp, kırılan kalplerden bahsetmek de -üslupsuzun dediği üzere- simgesel şiddetin başka bir tezahüründen başka bir şey değil.
3. İlk yazdığım yorumdaki birinci kısımda Zileli’nin Fanon’u neden yanlış okuduğuna dair bir şeyler yazdım. Ancak Zileli’nin cevabı Fanon’u alıp bir de o gözle okuyayım değil de Fanon’u alayım, eleştireyim, modasının geçtiğini göstereyim şeklinde oldu. Yani çöpe atmak saikiyle okuma isteğini kendisi açıkça belirtmiş – yapılan eleştiri doğrultusunda yeniden yorumlayarak okumak gibi bir niyeti olmadığı açık. Bu bile sürekli reddettiğini söylediği kendi iktidar pozisyonunun ziyadesiyle berrak bir göstergesi.
4. Bir de “ben anarşistim, anarşist şöyle yapar, böyle yapar. Etnik kimliği yoktur, ben zaten Türk değilim” argümanını defaetle ileri sürmüş Zileli ve yukarda birkaç kişi.. Fanon’u kendisine yollayacak arkadaş bir de hayrına Bourdieu yollarsa çok güzel olur. Uzun uzun burda habitus anlatmayalım şimdi bir de. Aman ben öyle değilim kalbimi kırmayın diyerek üzerinden kolayca çıkarılıp atılacak bir şey değildir iktidar pozisyonları. Aynı şekilde arzu ederse Bıji arkadaşa da ben yollayabilirim bir doz Bourdieu. Zileli’yi eleştirimde ifade ettiğim Türk olma ve Kürt olma halleri tarihsel olarak kurulan pratikler bütününe işaret eder. Zileli’nin etnik olarak Türklüğüne işaret etmez. Siz şimdi zaten Fanon’a da mikro-ırkçı diyorsunuzdur. Ne de olsa Cezayirli karşısında Fransız olma halinin tarihsel, toplumsal ve psikolojik bağlamını tahlil eder Fanon. E canım o da ırkçı zaten!
5. Ha bir de tartışmanın ne üzerine olduğunda netleşebilirsek çok iyi olacak: Burada PKK’nin emek hareketini ne kadar kapsadığı, ne kadar hiyerarşik olduğu veya olmadığı vb. ye dair bir şey ileri sürdüğümü hatırlamıyorum. Ha Kürt hareketini sahiplenen herkesi aman da emekçileri kapsamıyor, aman efendim hiyerarşik öyle de böyle diye yaftalamak da çok yaygın bir reaksiyon o ayrı. Ama benim yorumumda belirttiğim şey Fanon’a referansla sömürge halklarının neden şiddete başvurduğunu anlamak gerektiği üzerineydi. Neden buna yanıt yok yorumlarda? E yani burada metinler üzerinden yazı üzerinden iletişim kuruyoruz: ne dediğimden gayrı her şey masaya yatırılmış: kürt müyüm değil miyim, anarşist miyim, sinirli miyim vb. Yazılanları doğru anlayıp onun üzerinden iletişim kurarsak daha sağlıklı olacak.
Bir de Üslupsuzun yorumunda bahsetiiği PKK ve halk desteği noktası var: Buna yanıt olarak bazı yorumcular korkudan diye savuruvermişler. Bu kadar karmaşık, tarihsel, toplumsal, ekonomik, duygusal, psikolojik vechesi olan bir meseleyi korku deyip noktayı koyuvermişler. E yani kardeşim şimdi yine kalbiniz kırılacak ama bu söylemin devletin söylemiyle ne kadar örtüştüğünü söylememe gerek var mı bilmiyorum artık, el insaf!
Şunu da eklemeden geçemeyecem: Yukardaki yorumlarda -tek tek işaret edemeyeceğim, ama içerikten hangileri olduğu açık- çizilen Kürt halkı resmine dikkat çekmek istiyorum: Pasif, bastırılmış, kendi iradesi olmayan, devletin ve pkknin baskısı karşısında sürekli mağdur, hiçbir öznelliği olmayan bir sürü. Siz misiniz gerçekten halk iradesine, dönüştürücü gücüne inanan anarşistler? Koca bir halkın 40 yıllık ahvaline bu gözlüklerle mi bakıyorsunuz?
Yorumların çokluğu içersinde Özgürlükçü’nün yorumun gözden kaçırmışım. Aslında benim ifade etmek istediğim şeyi belirtmiş o yukarda.
Evin hanım, onu bunu bırakın. Tüm yorumlarınızda siz haklısınız (velev ki), diyelim. Özgürlükçü ve Üslupsuz da haklı, diyelim. (velev ki).
Sadece şunun cevabını verin, PKK’ye kefil olurken, ezilenlerin şiddetini mazur ve haklı gösterirken; PKK içi infazlardan neden bahsetmiyorsunuz?
Bu gün bir Kürdistan kurulduğu vakit, liderinizin yapacağı ilk ve en önemli şey, Dersim’de bir kırım daha yapmaktır!!! Tıpkı Mustafa Kemal gibi. Sen daha buna cevap vermedin bırak Zileli’yi diğer yorumları. Buraya yazman da şart değil. Kendine cevap ver önce. Kürtlük değil ama gundilik yiyip bitirecek sizi. Beyniniz ipotek altında kısılmış kalmış.
Laz olup PKK sempatizanı olduğunu söyleyen özgürlükçü’nün mahlasınıysa, yorumlarıyla baktığınızda özgür düşünceyle alay etmek olarak görüyorum.
Arkadaşlar mevzu dönüp dolaşıp şurada düğümleniyor. Pkk’de öz yönetim anlamında olumlu değişiklikler var mı yok mu? İtiraf etmekte zorlanıyorsunuz belki ama yok. Vallahi de yok billahi de yok.
Benim anarşist soslu Kürt milliyetçiliğini Evin’e cevaben yazmıştım. Kendisi anarşist olmadığını ifade etmiş. Yazarken daha net yazmam gerekiyor sanırım.
v
Amed’li Dersim’li olmaya gelince. Bu alanlar Pkk’nin sistematik
Pardon erken yollamışım.
Arkadaşlar mevzu dönüp dolaşıp şurada düğümleniyor. Pkk’de öz yönetim anlamında olumlu değişiklikler var mı yok mu? İtiraf etmekte zorlanıyorsunuz belki ama yok. Vallahi de yok billahi de yok.
Benim anarşist soslu Kürt milliyetçiliğini Evin’e cevaben yazmıştım. Kendisi anarşist olmadığını ifade etmiş. Anarşist olmadığına sevndim açıkçası . Yazarken daha net yazmam gerekiyor sanırım. Qijikareş’i olumlu gördüğümü söylemiştim. Ama dediğim gibi ayrıştığımız nokta siz bir değişimin olduğunu söylüyorsunuz ben ise bunların tamamen taktiksel şeyler olduğunu savunuyorum.
Anonim Arkadaşlar İçin: Amed’li Dersim’li olmaya gelince. Bu alanlar Pkk’nin sistematik şekilde köylülerin, Pkk otoritesini tanımayan insanların Pkk tarafından cezalandırıldığı yöreler olmuştur. Her bölgede yaşanmıştır gerçi Pkk’nin bu işleri ama özellkle bu iki yörede daha yoğundur. Bunu da her gözü gören kulağı duyan her Kürt bilir.
Elbette Dersim için özyönetim sorun değil. Dersim için sorun olan bir örgütün bir örgütün devletle yarışırcasına yaptığı baskıdır. Diline, kültürüne, yapısına, özgünlüğüne yapılan saygısızlıktır. El insaf Bolşevikler bile iktidara gelmeyi bekledi, Pkk iktidar olamadan başladı.
Arkadaşlar tam aksi yönden başlamış tartışmayı buraya çektik çünkü maalesef hayatın içinde bir tartışma yok bir savaş var. Eğer gerillaya, savaşa ufakta olsa bir olumluluk atfedersiniz yarın o kurşunlar gelir sizi de bulur. Durruti doğru diyor savaş çakallaştırır.
Evin’e: Kürt halkı düşürülmüş bir halktır tespitini yapan ilk şahıs Abdullah Öcalan’dır. Ne ben ne de Pkk dışında bir şeyler yapmaya çalışan hiç kimse böyle bir lafın altına imzasını koymaz. Bu sadece Pkk mantığının üretebileceği bir saptamadır. Yıllardır Pkk’nin halkı küçümsemelerini, hakaretlerini dinliyoruz zaten. Şimdi de kendileri insanları Kürtleri küçümsemeyle suçlamaya başlamış.
Arkadaşlar her şeye Kürtleri küçümsüyorlar, hor görüyorlar diye tepki vereceksiniz milliyetçi olursunuz git gide. Siz istiyorsunuz ki biz herkesi eleştirelim ama kimse bizi eleştirmesin. Sürekli bir boşa çıkarma çabası.
Qijikareş’ten arkadaşlara son olarak şunu diyorum tekrar. Ben Pkk’de hiç bir değişikliğin olduğuna inanmıyorum. Seçim sonrası gördük hepimiz Dersim’de biz dizi cinayet yaşandı tekrar. Pkk aynı tas aynı hamam. Değişecek gibi de durmuyor.
evinin soruları çok yerinde cevaplarından rahatsız olanlar görmezlikten gelir.özgürlüğü zihnindeki karakollardan ve resmi ideolojinin yalanları ve hegemonyasından kurtaramayanların anlayamaması normaldır.garibime giden özgürleşebilenlere zehirlenmiş zihni ile bulunduğu yerin eski yeni efendilerin anlayışı ve milli duygular olduğunu görmeden hepiniz içinde ben bilirim demeleridir.o bahsettiğiniz infazlarlada yüzleşme cesareti olanların kim olduğunu bilmenize rağmen(pkk dahil hakikatlerle yüzleşelim projesini ilk kim söyledi?)bu sitede devlet-iktidar egemenlerinin yalan cümlesini kurabilenlerin bilip bilmeden toplumsal muhalefeti itibarsızlaştırıp müşteri gelmeyen dükkanlarının itibarını artırdığını sanıp sisteme hizmet etmesine devrimci literatürde karşı devrime hizmet etmek olmuyormu?güneş balçıkla sıvanmaz bütün eksiklerine rağmen özgürlükçü demokratik siyasi kürt hareketi ile sistemin mağduru diğer toplumsal muhalefet dinamikleri halkların demokratik kongresinde birlikte iş yaptıkça ödü patlayan devlet-iktidar egemenlerinin saldırısını anlıyoruzda size ne olduğunu anlayamadık?anarşizmin biriktirdiği anlayış ve değerlere en yakın özgürlük hareketinin anarşizmin değerlerinden beslenmesinden fesatlanarak anarşizme katkı veremeyiz
özgürlükçü arkadaş devrimci literatürü falan geç bir kere. Pkk binlerce insanımızı öldürdü mü?
Öldürdü.
Suçunu kabul etti mi?
Etmedi.
Hesabını verdi mi?
Vermedi.
Ya akıl var mantık var devlete gel hakikatleri araştırma komisyonları kuralım ne demek. Daha ölen insanların kanları kurumamışken böyle bir çıkış yapılır mı?
Madem Öcalan çok istiyor hakikatlerin ortaya çıkması çıksın işlenen cinayetleri açıklasın. HDK denen şey Pkk’nin solu kendine yedeklemesi olayından ibarettir. O sol örgütlerin derdi de devrim falan değil sadece küçük iktidar alanları yaratmak.
Ya daha çok olmadı bu insanlar İsmail Beşikçi’yi tehdit etti. Şiwan Perwer’in konserlerini basıp dayak attılar. Nizamettin Ariç’a konser verdirmiyorlar. Grup Yorum’un konserini basıp müzik aletlerini parçaladılar. Dersimde festivalde Zazaca söyleyen grupları dışladılar.
Daha geçen aylarda Mişel Temo’yu öldürdüler. Esad karşıtı Kürt siyasetçiydi. Firatnews önce sahiplendi Temo’yu sonradan olayın arkasından Pkk çıkınca Mişel Temo haberleri bıçak gibi kesildi. Yine Esad karşıtı bir Kürt ailenin evini basıp aileyi taradılar. Dersimde Pkk kuyrukçusu Tikko patronuna kızıp bir fırın işçisini öldürdü. Yine Pkk Dersimde seçimleri kaybetmeyi hazmedemeyince sivil kendi halinde insanları ajan öldürdü. Bunlar geçmişte kalan olaylar değil şu an yaşanıyor.
bu işuva hala mezhepçilik veya dersimcilik derdinde. senin söylediklerinin aynısını devlette, devletin serin gölgesine serilmiş burkay vb. tiplerde söylüyor.
‘Mezhepçi bir anarşist’ , çok tuhaf değil mi? Ama neden olmasın? ’27 Mayısçı anarşist’in sitesinde bir mezhepçi…
he ben bölgeciyim, dersimciyim, mezhepçiyim. Pkk kimseyi öldürmedi, gün zilelide ergenekoncu zaten. sizlerde bizi terbiye edecek on numara bir devrimcilersiniz. istiyorsunuz ki biz Pkk’nin her dediğine eyvallah diyelim. cinayetlerden söz etmek mezhepçilik oldu. nasıl da sinirlendiniz hepiniz birileri gerçeklerden bahsedince. hiç sabrınız yokmuş insanları dinlemeye. siz kendi hayalinizdeki Pkk ile küçük dünyanızda mutlu mesut devrimcilik yapın. ne cinayetler ne baskılar ilgilendirmesin sizi. garip insanlarsınız vesselam
Gün Zileli ve Anarşi
Anarşist düşünce, iktidar ve otoritelere karşı ne pahasına olursa olsun, örgütlenen güçler içinde uyarı (bir nevi şokta diyebiliriz) olarak kendini yaratmış ve var olmuştur. İktidarlara karşı olduğu kadar bu iktidarlara alternatif güç olma adına, kendi içerisindeki farklılıkları yok eden, birlik ve beraberlik adına itahat etmeyi dayatan, muhalafet haraket ve örgütlerine karşı gelerekte, uyarıcı ve olumlu yönde önemini ispatlamıştır. Anarşinin en zorlandığı nokta, iktidarlara karşı sergiledigi mücadele degil, tam tersine ezilenlerin kendilerini savunma adına, kendi içlerindeki farklılıkları yok edip, aynılaşma ve nesneleşip sürüleşmesine karşı verdigi mücadeledir.
Bu nokta oldukça hashastır.
Bu karşısında tetige bastığında öldürebilecegi düşmanına, uzatmış olduğu silahının tetigine basmak üzere olan bir savaşçıya “dur tetigi basma” demek kadar zor ve ağır bir sorumluluk gerektirir. Bu kadar ince ve hashas konumu olan anarşist düşünceye layık olmak, oldukça sorumluluk ve kararlılık gerektirir. Bu agırlığın altında kalkmak oldukça dürüstlük ve samimiyet gerektirir. “Dur tetigi çekme” dedigimiz savaşçının, rakibinin tetigini çektigi silahın kurşununa hedef olma riski oldukça yüksektir. Bu anlamda anarşist düşüncede ısrar edenlerin bu riskin, bilinç ve sorumluluğunun farkında olmaları gerekir.
Anarşinin iktidar olma diye bir sorunu olmadığından, rakipleride yoktur. Saadece ve saadece dönemsel olarak karşıtları vardır. Emrinde, yada benimsiyen insanlara yemek yemeden tutup yatağa yatmayı bile tarif eden İdeolojiler gibi degil, tam tersine koşul ve zamana göre degişken kendini yenileyen ve hata zaman zaman kendiyle çelişkiye düşen, fakat bu çelişkiyi açıklayana kadar gerekirse kendi kendisiyle kavgaya duran bir düşünsel akımdır.
İktidarın olmadığı ve yaşamın doğal bir şekilde seyir etigi bir dünyada ( böyle bir ortam ve yaşamın hiç bir müdahalenin olmadığı hayvanlar dünyasında pratik olarak yaşandığını diyebiliriz) anarşinin iktidarında söz edebiliriz. Fakat şu günümüz dünyasında böyle bir dünyanın mümkün olmadığını bilen anarşist düşünürler, şunu bilir ve söylerler “anarşinin tek kusuru hiç bir zaman iktidara gelmemesi ve kendini gerçekleştirememesidir”.
Bu genel degerlendirmeden sonra, Türkiyede anarşist olarak tanınan yazar ve düşüsür kimligiyle Gün Zileli´nin 2.17.12 tarihli “Qijikareş’in Anlamı” başlıklı yazısı üzerinde durmak isterim. Onlarca kitabı ve çevirileri olan bir yazarı ve düşünürü eleştirmek hadim olmazsada, anarşist düşüncenin gereklerini yerine getirme sorumluluğuyla söz konusu makeleyi irdeleyecegim.
Gün Zileli, yazdığı “Qijikareş’in Anlamı” adlı makalesinin başında, anarşist düşüncenin iktidar olamadığında ve rakiplerine yenildiginde dolayı yakınmıştır. Söz konusu makale genel anlamda degerlendirildiginde, aslında bahs edilenin anarşizm degilde, herhangi bir ideolojiye dayanan iktidar ve otoriteye oynayan, bir partinin özlemi ve eksikliginden bahs edilirmiş gibi bir izlenim edindim.
Yazının devamında anarşizmin iktidar ve otorite olma konusunda başarısız olduğunu belirterek, “Daha yakın zamanlara gelelim. Türkiye’de anarşizm, yukarda sözünü ettiğimiz nedenlerden dolayı somut var oluş alanında başarısız olduğu ölçüde Türkiye’de var olan belirli sosyal akımların etkisi altına girmiştir. Bu akımların başında, somut planda kendisini Taraf gazetesiyle ifade eden liberal akım gelmektedir”. Zileli´nin söz konusu etigi anarşistlerin destekledigi “sosyal akımlar” taraf gaztesi ve ÖDP nin hitap etigi devletzade kesimidir. Bu kesim Türkiye cumhuriyetinin, kuruluşundan beri tekçi ve ırkçı politikalara maruz kalmış, kendisini ifade etmeyi öldürme ve baskılarla ödemiş kesimlerdir.
Bu anlamda eger anarşistler beli dönemler bu kesimlerin sesine ve mücadelesine omuz vermiş ise, bu anlaşılmayacak birşey degildir. Anarşi düşüncenin görevide zaten budur, bugün otorite ve iktidarın baskısı altında ezilen kesim, yarın aynı iktidar ve otoriteyi elde etiginde başka kesimleri baskısı altına alabilir. Anarşistlerin görevi ise bu iktidar ve otoriteye karşi mücadele eden kesimlerin, baskı altında kurtuluncaya kadar yanında olmaktır, yoksa bu ezilen kesimle birlikte iktidar olmak degildir. Somut durumda ÖDP çeşitli güçlerle koalisyon kurarak, güç kulananların merkezi olan mecliste temsil bulduğu için anarşistlerin kendilerinde kopuşunu sağlamıştır.
Taraf gazetesine gelince, askeri dikta darbelerinin nerdeyse düzenli aralıklarla tekrarlandığı ve askeri gücün iyiden iyiye kendini his etirdigi bir ülkede, kalkıp askeriyenin diktasından bahs edip, onu yazdığı yazı ve haberlerle teşhir ve mahküm eden bir yayın oraganının desteklenmesi, anarşistlerin kaçınılmaz görevidir diye düşünüyorum.
Bu gazetenin ilk çıkışından günümüze kadarki seyrinde, güç olmak isteyen kesimlerin eleştirilerine maruz kalmış ve bu kesimler tarafından, herzaman başka birileriyle ilişkilendirilmiştir. Sanırım bu durum Türkiye basının geçmişine bakıldığında pekte anlaşılmayacak kadar karmaşık bir durum degildir.
Hep güçlülere yaslanan ve güçlüler tarafında finanse edilen basın geleneginden günümze gelinmiştir, dolayısıyla taraf gazetesi kendi başına olsada, alışkanlık geregi başka kesimler tarafından (Zilelinin yaptığı gibi) Fetulah Gülen veyahut AKP hükümetiyle ilişkilendirilecektir.
Taraf gazetesi anarşist düşüncenin gazetesimidir?
Tabiki hayır, fakat devlet ve iktidara karşı devrimci ve korkusuz , kavgacı özeligi görülmemesi analaşılacak gibi degildir.
Zileli makalesinden ilerlerken, anarşistlerin son anayasa oylamasında seçimleri baykot etmesini “kestirmecilik” olarak degerlendirip, hemen peşinde BDP ye oy veren kesime ise, “Evet ama anarşizmin, seçimlerden uzak durmak gibi bazı çok temel ilkeleri vardı, onlar ne olacaktı?” diye yukarda eleştirdigi hanki tutumun doğru olduğu konusunda herhangi bir düşünce belirtmeden, suçlama ve “ben herşeyi bilirim” edasıyla devam ederek, Türkiyeli anarşistleri hiç bir etki yaratmayan deliler topluluğu olarak nitelemeye kadar gitmiştir.
Zileli´nin makalesini okurken aklıma, şu an kendisininde amansızca aleştirdigi AKP iktidarının ilk örgütlenme dönemlerini hatırladım.
Zileli´ye göre anarşistlerde medya devleri yaratacaklardı, dergiler, gazeteler çıkaracaklardı ve iktidar olup halkların sırtı üzerinde sopa oynatacaklardı. Bunu yapmadıkları içinde kara bayrağı yerlere düşürmüşlerdi. Türkiyeli anarşistlerin doğru dürüst bir dergi çıkaramadıklarını,” Küçük sanal yuvarcıklar ise sadece birbirleriyle saç saça baş başa dövüşmeye hizmet eden küçük tımarhanelerden farksız bir hal almıştı” diye belirlemesinden, anarşist düşüncenin varlığı ve temel dayanagı olan tartışma kültürünü küçümsemiştir.
Şüpesiz anarşist düşünce ve pıratigi açıklayan ve anlatan, doğru dürüst bir yayının çıkarılması faydalı olacaktı/olacaktır. Fakat bu anlamda Türkiye ve Kürdistandaki genel durum göz önene alındığında bunun çok zor olduğunuda görebiliyoruz. Peşlerinde milyonlarca kitlelerinin olduğunu idia eden parti kurum ve kuruluşların, çıkardıkları dergi ve gazetelerin tirajına bakmak yeterli olcaktır. Hem , ” Küçük sanal yuvarcıklar” diye küşümsedigi imkanları kendisi kulanmamış olsaydı, söz konusu makalesini ben ve benim gibi birçok insan okuyamayacaktı.
Tabiki günümüzde Kürdistan, Türkiye ve dünyada yaşananlara baktığımızda , anarşist düşüncelerin zayıf ve yetersiz olduğu gerçekliligiyle beraber, güçlü bir anarşist müdahalenin aciliyet olduğu gerçekligi açık ve seçiktir. Fakat bu eksikligin nedeninin sayın Zileli´nin bahs etigi gibi Anarşist düşüncenin iktidarlaşmamasından kaynaklanmıyor.
Bu yetersizligin kendi cografiyamız dahil bütün dünyada, saadece devletler degil, bu devletlerle muhalefet olarak gelişen (biçimde) muhalefetletin, işlevsiz bir şekide kendisini , devleştirmesindedir. Bu noktada anarşistler devlet ve iktidara karşı mücadele adı altında, bir çok farklılığın yok olmasını dayatan bu işlevsiz (biçimde) muhalefetlerle uğraşmaktan, asıl devlere karşı bir varlık gösterememesidir.
Bu muhalefetler anarşistlere “ ya bizimle birleşip “tek ses, tek düşünce” olup içimizdeki bütün farklılıkları yok ederek iktidara oyanarsınız, yada sizleride karşimiza alacagız seçenegini sununca, doğal olarak anarşistler, “ farklı düşüncelerin” özgürlügünü savunarak onlardan yana tercihini kulanmış ve bu (saadece biçimde) muhalefetlerle karşı karşıya gelmiştir.
“Eger AKP ye karşıysan Kemalist, dolayısıyla ergenekoncu, CHP li, BDP,li olmalısın bunlardan biri olamıyorsan, sanki bunlardan çok uzakmış gibi gösterilen, PKK li olmalısın örnegi gibi.
Yukarda söz konusu etigim muhalefet partileri, faşist ve ırkçı devlete dokunmadan, iktidar olup bu devlete sahip olmak istiyorlar.
Aynen eski muhalefet, şimdiki iktidar gibi.
Kavgaları devletle degilde birbirileriyle olduğu için, işlerine geldiginde, bunlara destek veren ve devlete karşı olan halk kesimlerini, kendi çıkar ve iktidarları için üç kuruşa satarlar.
Anarşistlerin buna seyirci kalması ses çıkarmaması, anarşi düşünce adına bir utançtır.
Böyle tutum içinde olan partilerin yanında olmak, anarşistlere terstir. Bu anlamda kendileri devletle uğraşmadıkları gibi, kendi içlerindeki farklı seslere yüklenerek , anarşistleri bu farklı seslere sahip çıkmak zorunda bırakarak, devletle kavgaya zaman bırakmamaktadırlar.
Anarşistlerin yetersiz kalmaları birşey yapmayıp yerlerinde oturduklarından degildir. Aynı TC sistemi içinde iktidar savaşı veren sözde ve tabela üzerinde devrimci görünen, fakat özlerinde tektipliligi, tek sesliligi, liderlik ve ilahlık sultasını savunanlarla uğraşmalarındandır. Tek işlevleri farklı katmanları kendi içlerinde eriten, kendi iktidarı için sürüleştirip nesneleştirmeye çalışan bu devlet savunucalarına karşı anarşistlerin sesiz kalması, ilerleyen zamanlarda gelebelilecek felaketlere gel gel demektir.
Bu soruyu soramadan edemiyorum, acaba sayın Zileli´ demi bu (biçimde) muhalefet olarak görünen devlet savunucularına kanmıştır?
Bu soruyu burda bırakıp, nihayet “Qijikareş’in Anlamı” na gelelim.
Sayın Zileli “Qijikareş’in Anlamını tarif ederken “Bu derginin, daha önce çıkan anarşist dergilerden en önemli farkı, herkesten farklı olacağım, herkesten farklı, çok orijinal kelamlarda bulunacağım telaşı içinde olmamasıdır” belirlemesinde bulunarak, anarşistlerin olmazsa olmazlarından olan, farklılıklara verdigi degerle dalga geçmeyide elden bırakmıyor.
Dergi ve dergide yazanları degerlendirirken, PKK nin kendi içerisinde kendi taraftarlarına ve kendisini destekleyen halka uyguladıği şideti işleyen, Ramazan Kaya´ya “ Mağdur bir halk adına silaha sarılıp gerilla savaşına giriştiğiniz zaman karşı tarafla özünde hiçbir farkınız kalmamış demektir. Bu durumda “şiddetin içe yönelmesi”nden şikayet etmeye de hakkınız yoktur.” diyerek, güçlüye karşı çıkarılan seslerinde susması gerektigini savunuyor.
Yazısındada belirtigi gibi “sen silahlıya karşı silahı eline aldığında,sende güçsüz olan her kesimi ,eline oldığın silahla vurman normaldır “ demesi anlaşılır gibi degildir.
Aslında konunun oldukça üzerinde durulması gereken derin bir konu olduğunu düşünüyorum, fakat fazla uzatmanında, açıkçası sağlıklı olacağına inanmadığım için, burda noktalıyorum. Bu arada anarşist düşünce üzerine oldukça çok yazmama ragmen, bilinçli olarak çokça alıntıların yapıldığı anarşist düşünürlerden alıntılar yapmadım.
Bu tuhaf gelebilir, gelmeside normaldır çünkü alışılan bir durum degildir.
Munzur Okur
Munzurokur@hotmail.de
anarşist bir dergiden çıkıpta pkknin ne yaptıklarıyla ilgili bu kadar sorular sorulması ve cevap istenmesinin nedeninini elbette bilenler bilir. ama şunu belirteyim pkk yi eleştirmek yaptıklarını sorgulamak bunlar başka yazının konularıyken ısrarla burada tartışılması yeni bir duvar örmektedir. öncelikle bir şeyi dışardan eleştirmek kolaydır. yaptıklarını görmek istediğin gibi görür ve yorumlarsın ama esas mesele işin içine girip gerçeğide görmeyi gerektirir bu yüzden içinde pkk eleştirsi-savunusu geçen her yorumun anarşizm ile bağlantı kurulması bence tamamen art niyettir.
Bir de soyle bir bakis acisi var:
http://sdyeniyol.org/index.php/toplumsal-hareket/317-iddet-ve-kolayclk-foti-benlisoy
(Polemik olsun diye degil, konuyla direk baglantili ve konunun karmaşıklığının hakkını teslim eden bir yorum olduğu için ekleme gereği duydum)
oku şunu açılırsın polyanna gün :)))
http://www.sdyeniyol.org/index.php/siyasal-guendem/568-kuert-muhalefetini-ehliletirme-arac-olarak-iddet-kartl-selin-pelek-foti-benlisoy
Oukamasına okuyacağım da polyanna’lık nereden çıktı anlayamadım. Neyse şaka herhalde, sonunda gülmüşsün ya…:)
Okudum. Burada yazılanları büyük ölçüde katılıyorum. Sanırım benim ne demek istediğimi tam olarak anlayamadın. Ben hiçbir şekilde “nedene gelirse gelsin” demem ve şiddetin taraflarını eşitlemem. Sadece, ezilenlerin şiddeti adına yola çıkıp yine ezilenleri ezen şiddetin yanlışlığını belirtirim.
ölmüş atı tekmelemek gibi olacak belki ama şu yanıtı yeni gördüğüm için bir iki şey demek istedim:
————————
Gün Zileli
Şubat 18th, 2012 at 20:48
Ama unuttuğun şu ki, ben ne Türküm ne de solcuyum (ve tabii ne de “abi”yim). Sana ise tek tavsiyem şudur (yine “bak tavsiyede bulundu, işte üstten tavır” deme de): Bir anarşist her şeyden önce ulusal ayrılıkları ve ulusal kompleksleri bir yana atmak zorundadır. yok eğer biz kendi aramızda konuşmak istiyoruz, “bizim bizden başka dostumuz yoktur” diyorsan (ki yukarda yazdıkların bunu diyor aslında) ve arkadaşların çoğu da böyle düşünüyorsa hiç sorun değil, bir daha ne dergi hakkında, ne de Kürt mücadelesi hakkında tek bir söz ederim. Ben yoldaşlarımın arasında olduğum düşüncesiyle rahatça fikirlerimi ileri sürmüştüm. Sen bana “abi”liği yakıştırabilirsin ama ben kendimi hiçbir zaman öyle görmedim ve böyle bir rolü de hiçbir zaman benimsemedim. Dolayısıyla yukardaki satırlarını çok ama çok kırıcı bulduğumu belirtmek zorundayım. Neyse boş ver, bunlar da geçer ve neyin ne olduğu bir gün anlaşılır. Bundan sonra tek kelime etmeyeceğim. Haydi bana eyvallah.
——————
Şimdi ben oturmuş Zileli’nin yazdığını takip etmiş, okumuş, sonuçlar çıkarmış ve eleştiri yazmışım. Kendi metninden alıntılar ile argümanlarına eleştiri yazmış kendimce bir senteze ulaşmışım. Bunu yaparken de tartışmanın “şiddet” kavramı eksenini yeni kavramlarla pekiştirmişim: sembolik şiddet, mikro-iktidar gibi. Anlamlı bir diyalog aynı şeyin eleştiriye yanıt verirken de tekrarlanmasıyla olurdu. Zileli bunun yerine ne yapmış, ne yapmamış aşağıya maddeleyeyim:
1) Örneğin hareketin eleştirisini, toplumsal tabanından soyut, şeyleştirilmiş bir “örgüt” ile başlatmak eleştirime hiçbir şey dememiş. Şiddet-iktidar-toplumsal hareketler meselesine dair güzel bir tartışma yapabilir, bizi genelde anarşizmin bu mevzulara nasıl yaklaştığıyla, özelde de Kürt hareketini anarşizm gözlükleriyle nasıl anlardık diye düşünmeye yönlendirebilirdi. Böylece bu blogu yapmanın, zahmet edip böyle yazılar yazmanın da hakkını vermiş olurdu.
2) “Türk solunun içkin üstünlük hissi” gibi yarı-provokatif kullanım üzerinden bize ezen-ezilen ulus meselesine “eski solun” nasıl baktığını, sömürge toplumlarında bunun nasıl karşılık bulduğunu ve özelde de Kürt hareketi Türk solu meselesinde bize neler tartıştırabileceğini anlatabilirdi. Bunu söylerken de aslında bunlar kendisinden beklentilerimdi, yoksa açık aramıyorum. Mümkünü söylüyorum.
Peki ne yaptı?
3) Bize Türk olmadığını söyledi! Solcu olmadığını da söyledi! Evin arkadaşın ipuçladığı üzere milli kimlik ya da genel olarak kimlik bizim kabulumuzden yarı-bağımsızdır. İçine doğduğumuz kodlar da var! Anılarından okuduğumuz üzere Türk solunun düşünsel genetiğinin bir eseri kendisi; her anlamda. Reddederek de! Erkek olmak, Türk olmak, salt biz öyle olduğumuzu söylediğimiz için değil, içselleştirdiğimiz varoluş hallerine işaret ettikleri için bir anlam taşırlar. Bence kendisini (politik manada) Kürt addetmedikçe bu meseleye anlamlı bir katkı koyamayacağını düşünüyorum. Lütfen parantez içindeki kullanıma dikkat.
4) “Bir anarşist her şeyden önce ulusal ayrılıkları ve ulusal kompleksleri bir yana atmak zorundadır. yok eğer biz kendi aramızda konuşmak istiyoruz, “bizim bizden başka dostumuz yoktur” diyorsan….”
Şimdi ulusal kompleks (hangi ulus?), “kendi” aramızda konuşmak vs. Dediklerimde bu manaya gelir hiçbir şey yok. Eğip bükmeye de gerek yok: Bu, milliyetçi Kürtler yaftasının bir başka modeli. Enternasyonalist Türk solunun (anarşizmine!) Kürtlere yapıştırdığı bu yafta Zileli ile başlamadı ama onunla devam ediyor. Bunu uzun uzun tartışmayacağım, burası kafi gelmez. Ama eleştirimde bir milliyetçilik ifadesi biz bizelik vurgusu yok.
5) Yoldaşlarının arasında olduğu düşüncesiyle rahatça fikirlerini ileri sürmüş olduğunu söyledi ve buna binaen gönül koydu. Buradaki bir nevi cemaatçilik kokusu bir yana, bu bana ciddi bir yarılmayı da ifade etti. Hani evde kazak, dışarda janti gibi. Burası bir internet blogu. Gayet kamusal. Bir sahne değil yani, yazdıklarımızla varız burada. Her kelimeden sorumluyuz. Yüzlerini görmediği onlarca kişi (çoğumuz anonim) ile kendisini evde hissetmenin biraz garip olduğunu düşünüyorum. Yani eleştirilmez ve alkışlanırsa evinde (mi?), eleştirilince dışarda!
Bu arada yanıt verdiği iki tür cevap metni var: Ya takdir aldığında teşekkür, ya da köklü eleştirildiğinde sert bir yanıt. Ama bakıyorum, kendisinin normalde asla katılmayacağı ve kendisini eleştirenlere getirilen yer yer milliyetçi/ırkçı yorumlara ses çıkartmıyor. Bu konuyu daha fazla dallandırmak istemem ama burada madem bir forum var, sadece eleştirilince ve alkışlanınca tepki vermek değil aynı zamanda hoşlanmadığımız taraftar yanıtlara da bazen yanıt vermek gerekir. Hani siyaseten doğruculuk bazen iyi bir başlangıç noktası olabiliyor. (Sansür demiyorum – dikkat!)
6) “Sen bana “abi”liği yakıştırabilirsin ama ben kendimi hiçbir zaman öyle görmedim ve böyle bir rolü de hiçbir zaman benimsemedim” dedi. Düzeltme: ben ona “abiliği” yakıştırmadığım için bunları yazdım zaten. Abiyim ya da değilim demek başka, abiymiş gibi davranmak (bu durumda “yazmak”) başka. Ben o tür bir yazma ediminin iktidar ilişkisi kurmaktaki tavrına işaret etmiştim.
7) son olarak: “Dolayısıyla yukardaki satırlarını çok ama çok kırıcı bulduğumu belirtmek zorundayım. Neyse boş ver, bunlar da geçer ve neyin ne olduğu bir gün anlaşılır. Bundan sonra tek kelime etmeyeceğim. Haydi bana eyvallah.”
Kendisine yukarıda örneklediğim üzere ciddi epistemolojik eleştiriler getiriyorum. Bunları yanıtsız bırakıyor ve gönül koyarak diyaloğu kesiyor. Diyaloğu sona erdirme hakkını da kendinde görmesi aslında eleştirilerimi destekliyor. Bana kırılmasına gerek yok! Arkadaş, akraba değiliz. Kamusal olarak ifade edilmiş fikirlere kamusal eleştiri getirmiş bulunuyorum sadece. Bu yanıtın biraz “arabesk” bir tonu olduğunu da söylemem lazım ki o da Türklüğünün kültürel kodlarına bir örnek olsun. Türk demekle Türk olmuyoruz. Ya da reddedince, reddetmiş de olmuyoruz. Kültürel bagajımız var derken bunu kastediyorum. (Not: arabesk severim, küçümsemedim).
Biraz uzattım ama biraz boş vaktim vardı o yüzden. Dikkat edilirse gene metin üzerinden gittim. O şekilde diyalog kuruyorum.
aslında düşününce bir yanlış ifade var yukarıda dediğimde. 1. madde ile ilgili olarak sözünü en başından dedi zaten ve eleştiriler de geldi ona. Kastettiğim aslında eleştirilere yanıt verirken bu ilk dediklerini yeniden ele almasıydı.
Üslupsuz acaba Aytekin Yılmaz’ın Dağ Bozumu romanı hakkında ne düşünür. Merak ettim de…
Evin adlı tartışmacının da bu konudaki görüşünü almak isterim. Hatta Ramazan Kaya’nın. Tartışmaları yeni okuduğum için biraz geç oldu, kusura bakmayın.
Üslupsuz bence ölmüş at gibi kokuyor cümlelerin. Metin üzerinden epistemolojik sarkastik fantastik vurgun peşindesin. Avukatlardan hoşlanmıyorum sende avukat kurnazlığı var, metin üzerinden nefretin üzerinden.. her ne isen.
Boş vaktin de epey bir boşmuş!
Üslupsuz’un dediği; Bence kendisini (politik manada) Kürt addetmedikçe bu meseleye anlamlı bir katkı koyamayacağını düşünüyorum. Lütfen parantez içindeki kullanıma dikkat.
Gün Zileli, bunu yaparsa kendisini belki yine takip ederim ama buluştuğumuz nokta mazi olarak kalır bende. (Senin kendisini tariflemesini istediğin-vurguladığın biçimde) Sizlerin anlamadığınız veya işinize gelmeyen nokta şu; siz, mikro devletin araçlarını kullanarak, ‘hele bir o noktaya gelelim de’ diyorsunuz. Gün Zileli ‘o araçları kullanmaya başladıysan erk olma (dolayısıyla yine ezen olma) tehlikesinin içine grimişsin demektir’ diyor. Ben de bu total redden yanayım, sizlerde bir uzlaşıklık var, tam da isyandan anarşiden bahsettiğiniz -veya Gün’ü anarşist olmamakla itham ettiğiniz- yerlerde.
Üslupsuz, Evin cevap ver(e)memiş. Senin boş vaktin vardır, bir hafta sonra ancak cevaplarsın belki ama sorun değil. Bir cevapla kurban olsunlar: PKK içi infazları nasıl bilirsin? Gün hocayı bırak, onun yazısını bırak, belli ki zülfi yare dokunmuş ve asıl eleştirilemezliği siz kendinize layık görüyorsunuz. Günü eleştiricem derken nasıl kibirli cümleler yazmışsın, nasıl.. Her neyse, sorumu tekrarlayayım belki mantıklı bir şey yazarsın; Dr. Baran ve nicesine ne oldu??????????
İşuva’nın dediklerine katılıyorum. Madem savunuyorsunuz, Kürt olmaktan anladığınız örgütçülük ve PKK, öyleyse kefaretlerini ortaya dökeceksin. İnsanlık suçunu dökeceksin ortaya. Yok öyle uzaktan destek de köstek de.
”özgürlükçü arkadaş devrimci literatürü falan geç bir kere. Pkk binlerce insanımızı öldürdü mü?
Öldürdü.
Suçunu kabul etti mi?
Etmedi.
Hesabını verdi mi?
Vermedi.
Ya akıl var mantık var devlete gel hakikatleri araştırma komisyonları kuralım ne demek. Daha ölen insanların kanları kurumamışken böyle bir çıkış yapılır mı?”
PKK’nin örgüt içi infaz kararı aldığı-öldürdüğü can’lara, inanmış devrimcilerin örgüt kararıyla katledilmesine ne diyeceksiniz? Cevap verin!! Evin, Üslupsuz, Munzur, Özgürlükçü. Bunun cevabını verin.
daha ne hesabı istiyorsun sistemin tahsildarısın galiba ödenen hesap,bedel yetmedimi bunca bedel yiten canlar yıllarca zindanlar şu anda diyarbakırda 10 yıl ve yukarısı hapis yatmış 20 bin insan var lideri 13 yıldır tutsak 20 yıl zindanda yatıp çıktığı halde son furyada tutuklanan binlerce insan var cezaevleri kendini ölüme yatıranlarla dolu daha ne istiyorsun ödenenlerden daha ağır bir bedel olabilirmi?devlet-iktidar-sistemin tahsildarlığıyla geldiğin yerden utanmadan daha ne istersin?
Özgürlükçü!
Öyle değil, devletin verdiği ”Ceza” ve ödettiği ”Bedel”ler üzerinden kendinizi bedel ödemiş sayamazsınız, yok öyle bir şey! Örgütünüz, kendilerinin örgüt içi infaz öncesi çok sık kullandığı dille ÖZELEŞTİRİ vermedikten, KENDİYLE hesaplaşmadıktan sonra bana istediğin kadar ssitem tahsildarı de. Bu senin BİLE cevap veremediğin, sıkıştığın bir nokta olduğunu gösterir.
Örgüt talimatıyla ölüm oruçlarına yatmış, devrim için ölümü göze almış ne mucize, sağ çıkabilmiş ama ömür boyu sakatlanmış ruhen ve fiziken tükenmiş arkadaşlarım var. Hiçbiri senin gibi, Evin, Üslupsuz gibi laflar etmiyor. Git bir onlara sor bu örgüt işini, derim. Boyundan, özgürlükçülüğünden! büyük laflar ediyorsun. Sizin bu çarpık bakış açınız dilinizden düşürmediğiniz devrim, bağımsızlık, özgürlük vs laflarla asla bağdaşmıyor. Kendini kandır ama kimseyi kandırma! Cevap bekliyorum, gerçek bir cevap, dolandırma değil: Örgüt içi infazları nasıl açıklıyorsunuz? Dr. Baran’ı kim öldürdü?
Sana yine de, sorumda adın geçtiği için cevap verdiğin için teşekkür ederim. Evin ve Üslupsuz adımız Gün Zileli olmadığı için cevaplamaya tenezzül etmemiş. Ne ironi! Sen Gün Zileli gibi bir insanı, onun laflarını dolandırıp alt-metinler yaz, yok bana cevap vermemek de neymiş bu bile kibir gibi laflar et ama sana doğrudan soru soranlara cevap verme. Komik ya, kimi kandırıyorsunuz arkadaşlar? yazdıklarınızla kendiniz arasındaki uçurumu neyle-nasıl açıklıyorsunuz? Kendinize bu kADar nasıl güvenebiliyorsunuz ve evet Üslupsuz, Evin, Munzur: Dr. Baran’ı kim öldürdü? Neden öldürdü?
Gün Zileli’nin bir yazısı vardı. Avrupa’da devrimci bir çevrenin gecesine katılmış. Aynı gecede Muzaffer Oruçoğlu’da varmış. Orda tatsızlıklar olmuş Partizan çevresinden insanlar şov yapmaya kalkmışlar. O geceden hareket ederek Gün abi güzel bir laf etmişti. Bunlar iktidara gelseler ben ve Muzaffer kendimizi idam mangasının önünde buluruz demişti.
Bizim de ısrarla bahsettiğimiz şey budur. Pkk’nin köy baskınlarını, iç infazlarını, baskılarını, “vergilendirmelerini”, bu nedenle ısrarla yazıyoruz.
Bunlar Kürdistan’da en ağır biçimde yaşandı. Biz niye Pkk’ye taviz verelim ki. Niye bu hareketleri meşru göstermeye çalışalım ki. Bunca yıldır millet uzlaşmaya çalıştı Pkk ile. Yok. Vallahi de billahi de olmuyor. Pkk cemaat gibi hareket. Muhalefet yasak, çok-seslilik yasak, çoğulculuk yasak. Arkadaşlar koca Kürdistan’ta tek siyasetin Pkk olması tesadüf mü?
Qijikareş dergisi çok güzel çok beğendim. Çıkaran arkadaşları da tanımasam da biliyorum. Asla Pkk kuyrukçusu falan değillerdir. Sadece şunu diyorum eğer Pkk’nin silahlı faaliyetlerini ezilenlerin öfkesidir, sömürge halkların öfkesidir diye meşrulaştırırsak o silahlar gelir bizi vurur ki vurdu da.
Üstelik mücadelenin Pkk ile başladığı yanılgısından kurtulmalıyız artık.
Pkk’nin en sevdiği şeydir herşeyi kendiyle başlayıp kendiyle bitirmek. Azıcık Öcalanı takip eden anlar ne demek istediğimi. Arkadaşlar Kürt mücadelesi 15 ağustos 84te başlamış değildir. Nedir Pkk’nin dediği kürtler düşürülmüş bir halktır biz 15 ağustosta geldik bu işe son verdik. Bu ne demektir siz 40 milyonluk kürt halkı ben olmasam birşey olacağınız yok ama ben geldim işler düzeldi demektir. Yav hadi coğrafyayı iyi tanımayanlar bilmezler belki. Bu ülkede kawa vardı, tekoşin vardı, ddkd vardı. t-kdp vardı, kuk vardı. Çok da kitlesellerdi. Hiç bir siyasete yakışmaz resmi tarihçilik yapmak. Pkk dışında ödenen bedellerin bir değeri yok tabi Pkk’nin gözünde. Kürt halkı hep mücadele ediyordu. Halk 15 ağustosta başlamadı. Pkk başladı.
. Sanki şex said, seyid rıza hiç yaşamamış, sanki yukarıda saydığım yapılar hiç bir eylem yapmamış gibi davranmak moda oldu.
Belki dilim sert gelmiştir. Sonuçta onlar bedel ödüyor diyenler olabilir. E ama sustukça da bedeli halk ödüyor, devrimciler ödüyor.
Bizim gerçekleri konuşmak gibi bir sorumluluğumuz var. Leninin sevdiğim nadir laflarından biri sanırım son için uygun olur.
“Gerçekler devrimcidir”
gerçeklerin devrimci olduğu doğrudurda senin zehirlenmiş zihnin gerçeği görmemekte ısrarcı galiba gerçekler kürt özgürlük siyasetinin bu seviyede değiştirici dönüştürücü olabilmesi hatta bizi bile özgürleştirici niteliğinden fesatlanma cesareti nerden gelebilir cevabımdaki cesarete bile hayret eden yukardan dilin cesareti devlet-iktidar-sistem egemenlerine yaslanan anlayış olmasın çok benziyor yukardaki satırların aynısını devlet-iktidar efendilerinin yapması tesadüf olabilirmi?hayırlı işler bu kafayla tez elden kızıl elmaya varıp milli duygularınız zirve yapıp onunla övünürsünüz devam edin geçmiş hidayete erenlerin örnekleride böyle başlamıştı
İşuva’nın yazdığı yorumun her cümlesine katılıyorum. Devlet, kendine muhalefet edene ”mecburen” de olsa, kısmen yaşam hakkı tanırken, PKK’nin ”kendi bölgesinde” ona muhalefet eden birilerinin yaşam hakkı yoktur.
Sabah oldu, belki iki satır doğru yorum yazmışsındır diye bakındım Özgürlükçü, nerdeee….
İşuva, iyi ki varsın dostum. Rojbaş.
Ya her sey iyi guzel de metinleri burnuyla okumak da ayri bir bakis acisi katti tartismaya! Oyle kokuyor boyle kokuyor demektense Nar tanesi, bir zahmet icerige odaklansan. Bak asagida yazan arkadaslarin herbirinin konuyla ilgili bir pozisyonu, fikri var paylasmislar. Kime neden katilmadigimi belirttim, tekrara girmek istemiyorum. Ama oyle kokuyor, yok efendim avukata benziyor nedir ya. Burada yazan herkes şiddetin politik bir araç olarak meşruiyeti, PKK’nin meşruiyeti vey olmaması, demokratikleşmesi veya eksikliği üzerinden bir tartışma yürütüyor. Zor konular bunlar. Politik pozisyon, tarihsel bilgi, kavramsal tartışma gerektiriyor. Sen de bir elini taşın altına sok da Nar tanecim ne düşünüyorsun bu karmaşık mesele hakkında anlayalım hepimiz.
Timur: Bahsettiğin kitabı okumadım. Neden sorduğunu açıklarsan sevinirim. Eğer okumuş olsaydım ne düşünürdüm sence?
şimdiden bir şey söylemem doğru olmaz. oku da ondan sonra konuşalım.
Bu arada bana yöneltilen diğer sorulara özetle şöyle yanıt vericem, artık aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum:
1. Tartışmaya Fanon üzerinden başladık. Sorduğumuz ve tartıştığımız soru -Zileli’nin yazısına referansla- PKK’nin silaha başvurmasının meşru olup olmadığıydı. Bu hatta ilerleyerek Zileli’nin Kürt silahlı mücadelesinin ortaya çıkışını, saiklerini bağlamından kopartarak esas itibariyle idealist bir pozisyon tutturduğunu ileri sürdüm.
2. PKK’nin iç-demokrasininin olup olmadığı sorusu önemli bir tartışmadır. Ama Kürt mücadelesinin meşruiyet zeminini ortadan kaldırma saikiyle ileri sürülen savlara gerekçe olacak şekilde tartışılmaması gerekir. Siz anladınız beni! Bir de örgüt nerde başlar nerde biter, halk ile arasında çizgiyi ortadan kaldıran şey sadece PKKnin şiddeti midir? Bu kadar basit midir?
3. Elbette PKK Kürt mücadelesinin ilk örneği değildir. Çok şükür bunu bilecek uzak ve yakın tarih bilgisine sahibiz de bir de her hareket bir diğerinin üzerine nasıl bina olur, ondan ne şekilde ayrılır buna kafa yormak lazım.
4. Ayrıyeten bir argümanın hangi subjektif veya hangi politik pozisyondan ileri sürüldüğü de önemlidir. Bu bizdensin veya değilsin basitliğine indirgenemeyecek kadar önemli bir sorunsaldır. Üslupsuzun ortaya koyduğu nokta, yani yazarın subjektif pozisyonunu masaya yatırmak gerektiği noktası, Kürt müsün değil misin sorusuna direk tekabül etmez. Ortaya koyduğumuz argümanların, ya da daha basit bir şekilde Kürt hareketine getirdiğimiz eleştirilerin hangi gündemle yapıldığı sorunsalıdır. Yani Kürtlüğü politik bir kimlik olarak benimsemek, Kürt halkının mücadelesinin haklılığının önkabulünü gerektirir. PKK’nin şiddeti, demokratikleşmesi ve bahsettiğiniz diğer meseleler (asla önemsiz olduğunu söylemiyorum ortaya koyduğunuz soruların) bu önkabulden yola çıkılarak değerlendirilmedikçe bizi o çok eleştirdiğimiz devletle aynı noktaya getirir, isteseniz de, istemeseniz de.
Timur: E canım sen de yani ortaya bir şey atıyorsun, ne gündemin belli ne bir şey, başöğretmen edasıyla oku da sonra konuşalım kolaycılığına kaçıyorsun. Bir zahmet nedir noktan açıkla.
Ama açıklayamam ki… Romanı okuyacaksın ki, o zaman tartışabilelim. Aytekin Yılmaz, Dağ Bozumu (Doğan Yayıncılık)
“Timur”, Gün Zileli’nin ta kendisidir. Başka isimlerle yazıp kendisine muhipler yaratır ve bu numarayı çok sever. Bu siteyi de kendisini de ciddiye almana ve saygı göstermene gerek yok. Gün’ün Türkiye devrimci mücadelesi içerisinde hiç önemi yoktur, kötü bir teorisyen ve cahil olduğu kadar yalancının ve iftiracının tekidir. İflah olmaz bir şovenisttir. Size başarılar diliyorum.
Hakaret dolayısıyla kaldırıldı.
ha işte buyrun özgürlükçü’nün yazdıkları hemen devletçi-iktidarcı-ajan olmuşuz. Köpeğede benzetilmişiz. işte Pkk mantığı. işte Öcalan zihniyeti. Bundan bahsediyoruz işte. Ben ve Baran yazarken kimseye bir ithamda bulunmadık sadece gerçeklerden bahsettik ve fikirlerimizi yazdık. Hain olmamıza yetti hemen yazdıklarımız.
Eminim yaşamamızı istemiyorsunuzdur. Eğer eski şaaşalı günlerinizde olsaydınız vururdunuz da bizleri. Yorumunda hükmünü vermişsin zaten sadece infazı kalmış.
Sen özgürlükçü hayatın içinde varlık gösterememiş Pkk kuyrukçusu HDK içinde bolca bulunan bir türk solcususunun. Dışarıdan gazel okuyansın. Kürdü ve Kürdistanı bilmezsin. Hiçsin. Ciddiye alınmamışsın . Kendini Pkk ile var etmeye çalışıyorsun. Büyük iddialardasın. Kafanda hep batıdaki “ikinci cephe” var. Pkk senin varolman için fırsat. O yüzden Apocudan daha Apocusun.
Daha hayatımızda ödül almış değiliz. Eğer güce ve ödüllere meraklı olsaydık gider Bdp üyesi olurduk. Kürdistan güç sahibi olmanın yolu Apoculuktan geçer çünkü. Olmadık. Olmayız da.
özgürlükçü dostum en kısa zamanda küfürsüz konuşmayı suçlamadan, hakaret etmeden konuşmayı öğrenmek gerek. Yoksa konuşacak kimsen kalmaz.
Evin çiçeği,
Nar mahlaslı kişi de benim. Yorumlarını okudum, yorum değil kıvırtma olduklarını gördüm. Fanon manon bilmem, burası Zileli’nin sitesi. Sana sorulan sorulara yanıt ver. Edibe Şahin’e Demirtaş ne dedi? Yazsana buraya, madem o kadar bilgilisin. Yazsana!
Dr. Baran’a örgütün ne yaptı? Ne yaptınız o güzelim devrimcilere? Anlatsanıza!!!!!!
Özgürlükçü, sana diyecek sözüm kalmadı. Hakaretlere alıştırmış örgütünüz sizi. Gerçekten senin sizin için üzülüyorum. Anlayın artık, Benerci Kendini Öldürmedi!!!!!!!!!!!!!!!!!
Hadi cevap ver; Dr. Baran’a ne yaptınız? Neden yaptınız? O kadar biliyorsunuz madem, Edibe Şahin’e Demirtaş ne dedi?
Baska baska isimlerle yazip provakasyon yapan senken kivirtan ben oldum. Bu da iyiymis. Yazdiklarima katilmiyor olabilirsin de bunlarla dogrudan diyaloga girmeyip de kivirtiyorsun falan demek nedir ya.
Ayrica burasi Zilelinin sitesi evet ve Zileli de kendi yazisinda Fanondan bahsediyor. Konu onun uzerinden tartisiliyor. E yani bilmiyorsun anladik, okudugunu da mi anlamiyorsun. Ayrica bilmiyorsan git oku ben ne yapayim.
Dogru soylenen seyler uzerine bir sey soylemek yerine onlari kabul edip diger insanlarla paylasmak sadece devrimci bir tutum olmayip ayni zamanda etik ve erdemli bir davranistir. Iste bu tespitlerden biri de Fikret Baskaya’ya ait. Paylasiyorum: “..kapitalizm, emperyalizm uretmeden var olamaz. dolayisiyla emperyalizm, kapitalizmin bir asamasi degildir; kapitalizm basindan beri emperyalisttir. bu sebeplerle, bugun kapitalizmi dert etmeyen ulusalci ve islamci muhalefetlerin anti-emperyalizm savunulari, yabanci dusmanliginin otesine gecememektedir..”
Sen hiç de tartışmayla ilgisiz olmayan soruma -tartışmanın seyrinde gelinen nokta gereği sorduğum soruya- cevap veremedin Evin. Bir gün gerçek cevaplar bulursun kendine umarım. Provoke etmek değildi amacım, gerçekten cevap peşindeyim. Biraz gürültülü çıktıysa sesim özür dilerim. Bilmediğin, bilmediğim, bilmediğimiz nice olay var. Umarım bu yer yer gürültülü seyreden diyaloglar neticelenir. Ben sorumdan vazgeçmedim ama artık sesli bir şekilde -en azından sana- sormayacağım. Herkes kendine sorsun artık.
linççileri açık etmek hakaretmi oldu?asıl soruya cevabınız nedir?sizin söylediklerinizle devlet-iktidar-sistemin efendilerinin kürt özgürlük hareketine söylediğinin aynı olması tesadüfmü? yoksa efendilerin temsilcisimisiniz?zilelinin o yrumu kaldırması enteresan site takipçilerinde anarşizmin evrensel birikimlerinden egemen ideoloji ve resmi ideoloji(milli) etkisinde sapma var karakarganın çok gerisine düşülmüş
Vallahi arkadaş o kadar kötü işler yapmış ki Pkk devlet bile kullanıyor bunları. Tesadüf falan değil yani. Devlet kullanıyor diye söylemeyelim mi? Yok emperyalistler kullanıyor aman Stalin’i eleştirmeyin gibi bir şey bu. Gün abi de keşke silmeseydi, herkes görseydi ne söyleyip ne tepki aldığımızı.
Şu yorumlarda dönen tartışmalarda bizi haklı çıkarmaktan başka bir şey yapmadınız.
Baran sana da selamlar dostum.
aytekin yılmaz’ı pazarlayan da ne bol maşallah. f tiplerinde insanlar patır patır hücrelere girmemek için ölürken kendisi AB fonlarıyla hapishanelerin gazını alacak projeler üretip, “hapishanelerdeki korkunç örgüt baskısı” hakkında konuşmaktaydı.
hiyerarşik yapıların saçma sapan iç işleyişleri elbette eleştirilir. elbette kuvvetle teşhir edilir ancak bu yapılırken biraz insaflı olunur. devletin f tiplerini katliam yaparak açtığı bir dönemde ve insanlar buna karşı direnirken canlarını ortaya koymuşlarsa devletin ağzından konuşulup onun katliamcı argümanları propaganda edilmez. aynı tarz, aynı tavır kürt hareketine karşı tutumunda da göze çarpıyor. aytekin yılmaz dağın ardına bakacağına kendi ardına baksın, kimlerle beraber nasıl bir çukurda yaşadığını belki farkeder…
gün be biz bu anlaşılamama sorununu hep yaşıyoruz…bir çok konuda…yazının büyük bir kısmına katıldım..güzel ve yerinde şahsi fikrimce..selam eder çekilirim…kolay gele