Plebisiter Diktatörlük Eşittir Toplumun Ölümü
En tehlikeli diktatörlük biçimi “halk oylaması”na, yani plebisite dayanan diktatörlüktür. Çünkü bu tür rejimlerde diktatör, gücünü ne ordudan ne devletten alır gözükmektedir. Ona bu diktatörlük yetkisini veren “milli irade” adı verilen soyutlama, yani “çoğunluğun” oylarıdır. Plebisiter diktatörlükte “oy” kutsaldır, çünkü o, diktatörün üzerinde yükseldiği yığınları temsil eder. O kadar kutsaldır ki, diktatör ya da diktatörlük o kutsal oyu satın almak için tüm diktatörlük olanaklarını, tüm parasal olanaklarını kullanır. Bunun da yetmediği yerde, yine iktidarda olmanın avantajlarını kullanarak o “kutsal oyu” kendi plebisiter hesaplarına göre ayarlı hale getirir. Seçim sırasında elektrikleri keser, sandık çalar, silahlı sivil güçleriyle sandık basıp kaçırır vb. vb. Ve böylece her daim kendi çoğunluğunu sağlar. Plebisiter diktatörlüğün özelliğidir bu. Sonuç olarak, nasıl askeri bir diktatörlük gücünü esasen ordudan alıyorsa, plebisiter diktatörlük de gücünü halk oylamasından alır.
Plebisiter diktatörlükte sanki bir parti seçimleri kazanıyormuş da böylece iktidarını sürdürüyormuş gibi bir görüntü vardır ama bu görüntü aldatıcıdır. Bu diktatörlük, aslında bütün iktidar değişim yollarını sıkı sıkıya kapatmıştır. Örneğin, kendisine karşı darbe yapma ihtimali olan orduyu tamamen denetimine almış ve çevre ülkelerde bir iktidar değişim yolu olarak kullanılan ordu darbelerini devre dışı bırakmıştır. Bu diktatörlükte seçimlere giren muhalefet partileri olmakla birlikte (zaten bu tür diktatörlüklere “demokrasi” asma yaprağını sağlayan da budur) bu partilerin iktidarı seçim yoluyla ele geçirmesi şansı sıfırdır. Bu, plebisiter diktatörlükle, temsili demokrasi denilen sistem arasındaki çok önemli bir farktır. Temsili demokrasilerde halk aslında parlamenter partilerin toplamı tarafından yönetilir. Orada “iktidar partisi” “muhalefet partisi” ilişkisi plebisiter diktatörlükten epeyce farklıdır. İktidardaki parti yıpranır, böylece yerini muhalefetteki alır. Bu, toplumun gözeneklerini açan ve rejimi rahatlatan bir yoldur. Temsili demokrasi taklidi yapan plebisiter diktatörlüklerde ise bu yol aşağı yukarı kapanmıştır. Legal muhalefet partileri sonuçta diktatörlüğün “demokrasi” görüntüsünü meşrulaştırmak işlevini yerine getirirler. Bu, toplumun ve hatta rejimin nefes alma gözeneklerinin neredeyse tamamen kapatıldığı anlamına gelir. Bu yüzdendir ki, plebisiter diktatörlüğe son vermenin tek yolu devrimdir.
Plebisiter diktatörlük, esasen dört-beş yılda bir yapılan seçimlerle “halkın onayını” almış gibi bir görüntü verir. Evet, her türlü mali olanağın seferber edilmesiyle ve kritik durumlarda hilenin de devreye sokulmasıyla bir “halk onayı” varmış gibi görünür. Seçimlerde hiç hile yapılmadığını farz etsek bile, bu “halk onayı” aslında, diktatörlüğün toplumun kenarlarına sürdüğü ya da zaten toplumun kenarlarında yaşayan kara kalabalıkların diktatöre sessiz boyun eğişinin göstergesidir. Bu sessiz boyun eğişin, çara, krala ya da padişaha biat edilmesinden en küçük bir farkı yoktur. Ve en önemlisi, toplumla halk kalabalıkları her zaman aynı anlama gelmez ve üst üste oturmaz. Toplum, kalabalıklardan farkı bir şeyi ifade eder. Toplumun esasını, gerçekten düşünen, duyan, muhalefet etmesini, başkaldırmasını bilen, kendi arasında iletişim kurabilen bireyler ve çoğullar oluşturur. Bu, toplumun canlı tabakasıdır. Toplumun kenarlarına sürülen, ağır bir şekilde sömürülen kara kalabalıklar ise toplumun ölü tabakasını oluşturur. Plebisiter diktatörlük, varlığını, bu ölü tabakayı canlı tabakanın üstüne bastırarak sürdürür. Ama bu, aslında gerçek, canlı toplumun ölümü anlamına da gelir. Böylece plebisiter diktatörlük, öldürdüğü ya da öldürmek üzere bastırdığı toplumun üzerine karabasan gibi çöker.
Dünkü seçimler, toplumun plebisiter diktatörlüğe karşı son bir umutsuz savaşı olarak anlam taşımaktadır. Gerçek, yaşayan toplumun insanları, Ankara ve İstanbul’da ve muhakkak ki ülkenin birçok yerinde de son bir umutla sabahlara kadar cansiperane savaştılar ve kaybettiler. Artık plebisiter diktatörlüğün ölüme mahkûm ettiği toplum, yaşayabilmek için başka mücadele yolları deneyecektir. Ve muhalefet partileri, eğer bir daha seçime girecek olurlarsa, arkalarında asla böyle canlı ve mücadeleci bir toplum bulamayacaklardır. Kısacası “game is over”. Tüm muhalefet partilerini, hele yüzde on barajıyla sahneye konan, meşrulaştırılmış seçim oyunuyla tüm ilişkilerini kesmeye davet ediyoruz.
Hiçbir toplum, göz göre göre kendini celladının eline teslim etmez.
Gün Zileli
31 Mart 2014
Simdi ne olacak??
Hicbir sey olmayacak!
Icimizi,ensemizi karartmaga gerek yok!
Diktatörlük varsa,özgürlükte var!
Fasizmi varsa devrimde var!
ve en önemlisi hocamiz var!
Simdi karincalarin filleri ezdigi,develerin hendekten atladigi bir masal yaratir bizi avutur.. sorun yok.
O büyük ruh istedigini hortlatir..istedigini yapar..
cemaat ve akepe arasında oynanan ilk el tayyip’in marsı ile bitti. ama bu daha sürecek. sırada cematin kendini acındırma, fevkalade mazluma yatma numaraları ve tayyip’in ”acıttım mı canım?” çığlıkları var.
peki ya biz? muhalefet partileri? cehape, mehape vs…??
biz sadece seyirciyiz ve çekirdeklerimizi yiyoruz.
Peki bütün suç eZilmiş halkda mı. Bugüne kadar, hrp duşlanmış, iyi eğitim verilmemiş, ötekileştirilmiş vatandaşlar, kendilerine sempatiyle yaklaşan bu yönetime oy veriyorlar. Bizler de hala bu insanlarımıZı aşağılamayı, hor görmeyi marifet sayıyoruz. Kendi savunduğu fikrin ne olduğunu bilmeden muhalefeti destekleyen vatandaşlar, yönetime destek veren halka sövme hakkına dahip değildirler. 40 yaşında bir vatandaşın bugünkü oyu, 20 li yaşlardayken aldığı eğitimi kim verdiyse ona göre şekillenmektedir.
ezilmiş halkı aşağılamak diye bir şey söz konusu değil ama gerçeği de görelim. Bu insanlar sürüldükleri toplumun kenarlarında, iletişimsiz ve bilgisiz bir hayat yaşıyorlar ve aynı padişaha biat eder gibi diktatöre biat ediyorlar. Solun popülist söylemlerini bir kenara bırakmanın zamanıdır. O insanlara elbette düşman değiliz ama hırsıza ve katile oyuyla destek olanları da sarsmanın zamanıdır. Hey hemşerim, sen ne yaptığının farkında mısın demenin, vicdanına seslenmenin zamanıdır. Buna rağmen aynı tutumunu sürdürüyorsa cehennemin dibine kadar yolu var. Açıkcası bu. Toplum, bu ilgisiz ve duyarsız, küçük menfaatçi kalabalıkların yüzünden ölüme gidiyor, görmüyor musunuz…
Bu berbat günde yukarıda yazdıklarınızı okumak devam etme gücü verdi. Sağolun.
Daha 1 Mayıs var, 1 Haziran var…
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/tkpden-secim-aciklamasi-gun-boyun-egmeme-gunudur-haberi-90281
vah vah! gün zileli acıdım sana.şimdi de çileci arebesk filozofu mu oynamaya başladın.suçladığın kalabalıklar da arebesk biliyorsun.tatava yapma sırası sende,zamanı geldi.dramatik bir oyunda komik bir figür gibi sırıtıyorsun sahnede.akp nin aşağı yukarı bu oyu alacağı belliydi,dört işlemi bilmiyormusun.muhalefeti tatava yapma basgeçin kompartımanına sığdırırsan olacağı bu dramatik sahne,ağlama bizi de ağlatacan bak.toplumun enerjisinin bir kısmını bu kampanyaya endekslersen karadelikte entropi seansları düzenlersin.basit bir gerçeği görmemekte ne kadar inatçısınız.toplumu kalabalığa indirgemek için kampanyaya destek verdiniz.akp karşıtı olan chp mhp oylarını ölü tabakanın içinde saymıyormusunuz,tatava kampanyası ile verilen oyları ölü tabakanın oylarına indirgemiş olmuyormusunuz.bu kampanyaya giden oylar hdp ye gitseydi en azından insanlar bu kadar hezimet duygusu yaşamalardı,yenilirledi ama ezilmezlerdi.
AKP’nin gizli müttefiki HDP’ye mi?
bence söyledikleriniz makul olmakla beraber insanların vicdanlarına seslenerek siyaset yapma fikri hele hele günümüz koşullarında imkansız gibi duruyor.
Kazanan Neoliberalizm ve Kapitalizmdir
AKP’nin kazanacağını tahmin etmiştim.
Aslında bu seçim AKP’nin kazanmasını hazırlamak için oluşturulmuş bir kılıftı. Bu da çok iyi biçimde başarıya ulaştı.
Fakat burada global sermaye güdümlü bir muhalefet algısı oluşturdu. Aslında buradaki amaç AKP’nin hatalarını göstermek değildi. Bu büyük hatalara rağmen AKP’nin kazanacağını bu topluma göstermekti. Aşama aşama, AKP’ye fırsatlar vererek, Türkiye’yi bir tür totaliter diktatörlüğe doğru dönüştürmekti. (Özgürlüklerin sürekli olarak aşağılanması, demokratik değerlerin hiçe sayılması, demokrasi ile adeta alay edilmesi, yazarlara ve özgür düşünen insanlara yapılan bullying, kabadayılık ve zorbalıklar ve daha bir yığın bir sürü şey. Neredeyse tüm karşıt düşünceleri bullying yaparak yani bir tür kabadayılık ve antidemokratik yasalarla susturmak ve bundan övünmek yeni dönemin belirleyici özelliği idi. Tüm bunlar bile şu andaki düzenin demokratik olmaktan neredeyse tümüyle çıktığını gösteriyor. Çünkü demokrasi olması için önce düşünceye özgürlük gerekir. Düşünceye özgürlük olmadığı takdirde demokrasiden söz edilemez. Düşüncelere özgürlük demokratik olmanın birinci ve en önemli şartıdır. Tabii bunlar da bir anda oluşmadı. 12 Eylül Anayasası zaten böyle bir sistemin önünü açmıştı ve aslında bu tür şeylerin önünü açmak için 12 Eylül darbesi yapıldı. Yani bugün 12 Eylül askeri darbesi ile ön görülen, demokrasiyi ve özgür düşünceyi sürekli aşağılamayı ve ayaklar altına almayı amaçlayan, küresel sermayenin öncelikli isteklerini yapmayı amaç edinen bir anlayışın sonuçlarını yaşamaktayız.) ( Tabii bunda şu da görmezden gelinemez: küresel sermayenin muhalefete mutlak biçimde kontrol etmek, Gezi parkı sonrası olaylarını kendi inisiyatifine almak, ona egemen olmak ve yön vermek. )
Borsa AKP’nin kazanması ile coşmuş durumda. Küresel sermayenin istediği iktidar kazanmış ve üstelik muhalefeti de istediği gibi yönlendirmiş durumda. (Şimdi bazıları hala AKP’nin sermaye ve kapitalizme meydan okuduğunu, buna rağmen seçimi kazandığını söyleyebilir. Aslında bilerek öyle bir görüntü oluşturuldu. Küresel sermayenin AKP’ye karşı olması diye bir şey olamaz. En önemlisi AKP’nin küresel sermayeye karşı olması diye bir şey olamaz. Çünkü tüm başarısını ve başarılarının devamını ona borçlu.)
Artık kapitalist aşama çok büyük zırvalıkların ve mantıksızlıkların savunulacağı ve uygulanacağı yeni bir aşamaya geçmiş durumda. İşin garibi bunu kendisi de dolaylı olarak ima ediyor ve söylüyor. Bu aşamada da AKP gibi bir partiye ihtiyaçları var. Burada küresel sermaye şu mesajı verdi: AKP ne yaparsa yapsın bu halkın büyük çoğunluğu AKP’nin yani aslında sermayenin yanında. O yüzden önümüzdeki yıllarda küresel sermaye her türlü zırvalığı, gerici uygulamaları AKP’yi kullanarak bu halka yutturacak. Bunu yaptıktan sonra ama halkın büyük çoğunluğu arkamda, halk böyle istiyor diyecek. Bir taraftan ya bu kadar saçmalık olur mu, el insaf, şu yapılanlara bakın diyecek diğer yandan daha fazla saçmalık ve rezillik yapılması için yeni fırsatlar arayacak. Ve bunu yapanlara en büyük desteği aslında kendisi verecek.
Tabii şunu bilmek gerekir: totaliter ve otoriter ülkelerde iktidarın seçimleri kazanması zor değil aksine oldukça kolaydır. Seçimin arka planını anlamadan, sadece seçim sonuçlarına bakarak AKP’ye başarılı diyemeyiz. AKP otoriterliğe, ötekileştirmeye dayanan bir başarı yakalamıştır. Yani karşıt düşünceleri ve muhalefeti sindirerek, insanların muhalefet yapma alanlarını sürekli yok ederek, baskı alanlarını sürekli genişleterek, yasaklayarak, insanların bilgilenmesini ve düşünmesini engelleyerek, onları ötekileştirerek, toplumu kamplara ayırarak, sürekli bullying yaparak, yani bir anlamda demokrasiyi, özgür ve bağımsız düşünceyi yok ederek bu başarıya ulaşmıştır. Burada AKP’nin arkasında asıl güç global sermaye ve güdümlü halktır.
Global sermayenin güdümünde muhalefet yapılmayacağını insanlar umarım anlar.
kusura bakma gün zileli o kalın kafanızı açın artık;akp bitti uzutmalı çavuşu oynuyor.sayısal olarak fazla oy alması esası değiştirmez,siyasal olarak yönetemiyor,içerde ve dışarda müttrefiklerini yitirmiş en güvendigi kalelerde sırları dinlenir hale gelmiş vaziyette.sayısal olarak da %40 civarında oy alacağı perşembenin gelişi çarşambadan bellidir misali tahmin ediliyordu istanbulu alması muhtemel ankarara da başa baş yarışacağı ve alacağı belliydi.niçin ısrar ediyorsunuz.hadp ye gidecek oy aktif bir muhalefet için bir zemin oluştururdu.istanbulda sarıgülün alması yalancı bahar oluşturur ve düzenin resterasyonuna yol verirdi.tatava yapma bas geç ciddi bir muhalif örgütü ve organizasyonu olsaydı anlamlı olurdu.ispanya örneğini vermiştin daha önce o örnek şekli olarak bu günkü duruma benzer gibi duruyorsa da içerik olarak benzemiyor çünkü orada muhalefet ciddi bir örgütlenmeye sahipti.her sakallıyı deden sanma derler,peruk da olabilir!
Esprilerin güldürmedi. Kabalığın biraz üzdü. Ama ne yapalım.
o kadar dedik, gün dedik. staph dedik. “seçim ile otoriteyi kırmak mı?” dedik ama hayır. komik matematik hesapları, oy kullanmanın sağlamasını yapan eksantrik analizler… elbette yukarıda yazdıklarınıza katılıyorum fakat bu, kendisinden önce yayınladıklarınızdan sonra pek anlamsız geliyor. hiç gerek yoktu oralara gitmeye.
i’m out. *dropped microphone sound.
kenarda durup kendini temiz tuttun da çok mu için rahat yani. İnsanlar evet sonunda yenildiler ama yüreklerini ortaya koyup mücadele ettikten sonra. Bu deney onlara çok şey öğretti. İnsanlar deneyleriyle öğrene öğrene ilerler. Yoksa çok bilmiş öğretmenlerin kenardan verdikleri akıllarla değil.
ben senin yerinde olsam, hırsız ve katillerin o balkona çıkmasında burnumdan kıl aldırmayan anti-oyculuğumun acaba onlara küçük de olsa bir yardımı dokunmuş mudur diye düşünürdüm. Örneğin Ankara’da hile hurda, çok az oyla aldılar. Örneğin sol cephe bağımsız girmeseydi belki de sonuç değişik olabilirdi. Çünkü çok küçük oylarla oynadı her şey.
Şu andan itibaren yapılması gereken, kabaca AKP’ye oy verenler diyebileceğimiz kitleyle olan (toplum-kalabalık demeden) temas noktalarımızı tanımak, bu temas noktalarını birlikte hareket eden sosyal mücadeleler yoluyla ilerici düşüncenin doğal nüfuz kanallarına çevirmektir.
Bunun başka yolu olmadığı ortaya çıktı. AKP Ankara’yı hileyle kazanmış, ülke çapında toplam oy oranlarına birkaç puan etki etmiş olabilirler ama bunlar genel resimde detay kalıyor.
Ne kadar beğenmesek de, “haklı” olsak da “o” insanların “hayali” dünyası bizim içinde yaşamaya mecbur olduğumuz gerçek dünyadır.
Bundan sonra kabaca %30’luk ilerici havuz içerisinde birbirimizi ikna ederek örgütçük veya ideolojilerimize ikna ile sınırlı kapalı devre örgütlenme yetersiz. Bir AKP seçmenini dönüştürmeyen “örgütlendim” diye gelmesin diyorum yani.
Temas noktalarını, kanalları bulalım, kuralım, çalışalım. AKP’li ile nerede temas edebiliyoruz? İşyerlerinde ise işyerleri, mahalledeki görünmez yoksullar ise onlar, eviçi otorite altında ezilen kadınsa o kadın, eşcinselliğini yaşayamayan muhafazakar ise o. Bu şekilde gideceğiz, dipten ve derinden. Mutlaka bir pencere açılacak ve ona hazırlanmak zorundayız.
Önümüzde 1 Mayıs, 31 Mayıs gibi sembolik günler varsa da bu günlerde sokağa dökülme pratiğinin tekrarından çok umutlu değilim. En iyi ihtimalle moralimizi tazeler, en kötü ihtimalle bozar.
Ayrıca bıkmış ve kusmuş olsam da sandık eziyeti bitmiş değil, devam edecek. Şöyle ki :
Cumhurbaşkanlığı seçiminde yine benzer sandık etkileri olacak. AKP’nin adayı vs. CHP-MHP’nin adayı gibi bir durum çıkacak ortaya, BDP/HDP’nin tercihi anahtar olabilir. BDP/HDP iki tarafa da destek için pazarlık yapabilir, boykot yaparak AKP adayına yol verebilir (2. turda). Yine boykot mu basgeç mi tartışmaları yaşanacak. Bu da yine bizim için yıpranma, iç tartışmalarda gerginlik demek. Ayrıca cumhurbaşkanlığı seçimi kapıya dayandığında bu yerel seçime dair ilgi ve enerji de düşecektir, katılıyorum.
Şimdi seçim sonucu moral bozuyor ama özünde değişen birşey yok. AKP %45-50 arasında duruyor. Bu seçime genel seçim gözüyle bakarsak %50’den %45’e indiğini de düşünebiliriz (tartışmalı bir konu). Gelecek genel seçimde AKP tek başına hükümet kuramazsa kilitlenme yaşanacak. Yine aynı senaryo, BDP/HDP ne yapacak, cumhurbaşkanı AKP yanlısı mı CHP/MHP yanlısı mı olacak, kime ne sırayla hükümet kurma yetkisi verecek, azınlık hükümeti kurulabilir mi vs. Bütün bunlar mide bulandırıcı bir süreç demek. Daha işkence bitmedi yani.
Birisi demiş ya… “Felsefe tok insanların işidir…”
Onur, dürüstlük, yüce gönüllülük… de tok insanlara ait karakter-duygu…
Bir yerde söylemiştim… AKP bugüne dek bilinen en sosyal devletçi parti diye… Yeşil Kart, sakat, dul maaşları, diğer yardımlar… Yoksul ve muhtaç insanların oyları bu nedenle AKP’ye akıyor… Yapılan yolsuzluklar, hırsızlıklar bu nedenle anılan “duygularla” karşılanmıyor; “bize de düşüyor” uzlaşması ile duymazdan geliniyor… Eve ekmek getiren “baba’nın” ensest ilişkisi bile bu nedenle örtbas edilebiliyor…”İnsan ekonomik bir hayvan” çünkü…
Bu “sosyal yardımlar” ödenebildiği sürece AKP oylarında ciddi bir gerileme olmayacak… Ama bu sistemin sürdürülebilirliği var mı?
“Devrim” sözcüğü bu ülkede uzun yıllar ağza alınmamalı… Buna ne halk, ne konjonktür uygun… Kitlelerin her zaman ihtiyacı olacak “modern dünya” ilişkilerini öğrenme ve demokrat bir ülke arzusu için mücadele daha öncelikli… En azından kısa vadede….
*
Tamam… Moral bozucu…
Kendi adıma % 40, artı/eksi 2 diyordum. Üzüldüm…
Ama değişen bir şey yok! Madem ki Diktatör gitmedi, nasıl göndeririz diye düşünmek, uygun zamanlarda eylemek, çaba harcamak gerekiyor…
Bir diktatör sultasında yaşamayı reddetme mücadelesi aslında bu toplumun her zaman ihtiyacı olan bir olgu… Bu süreç de edinilmesi zorunlu deneyimi sağlayacaktır!
*
Örgütlenmiş, acımasız budalalıklar tümüyle dışarıdan yıkılmaz! O kendini mahvetmek için gereken alt yapıyı hazırlar zaten… Öyle aptalca politikalar uygular ki… Tarihteki zorbaların çoğu böyle yıkılıp gitmiştir…
*
Hayatın hoş sürprizleri vardır…. Olsa, olsa
son bir kaç yılı yeniden yaşarız…
Hala bu adamın bir kaç yıldan daha uzun kalacağını düşünmüyorum… Aptalca bir iyimserlik mi? Olabilir! Yaşayan görür… Yaşamaya bakmalı… .
Bu ülkede sizin de belirttiğiniz gibi üç ulus var. Bu uluslar değişmediği sürece neden farklı bir sonuç bekliyorsunuz?
Gerçeklikten kopma hem yazıda hem yorumlara verilen cevaplarda son sürat devam ediyor. Akp,nin gizli ortakları olmasaydı, Chp mhp Kürt halkının sorunlarını çözer miydi?
Kaya Güvenç olmasaydı faşo Mansur Ankara’yı bir diğer berbat
heriften alırdı. Alamadığına göre bu utanmaz halka karşı devrim
yapalım. Kimle nasıl, önemli değil. Canım devrim istiyor. Benimki de portakal istiyor. Cinler periler bol bol devimler.
özgürlükçü hdp nin % 7 si nerde ? hemen secim sonuclarina sevinmissin demeden sana bir gerkce ben yazayim: seçim sonuçlari göstermistirki hewal, basganin çözüm süreci halktan destek görmüstürr. sokakta sevinen kurt orta birjuva ve lümpen sayisi türklerden fazla , onuda söyleyeyim.. esp li arkadaslara diyecek söz bulamiyorum.. seçimin tek galibi bdp imis… akil allahim akilll.
özgürlükçüüüüüüüüü neredesin. yeni saçmalarini bekliyorum:)))?
nihohahahah daha dün detayli oy hesaplari yapan zileli sandik elestrisi yapiyo. ahhh sol aydinim ahhhhh:))))
bir kesim olusmus kürt halkinda ,neredeyse bijiii serok erdogan diyecek:)))haydi suriye fethine . burdan bize göre isler cikar. anti bariscilar olarak.. azdan az gider coktan cok…
eğer bu seçimlerde mansur yavaş ve sarıgül başkan olsalardı akp oyları büyükşehirlerde gerileseydi, sıra ilk genel seçime gelecekti. ve tatavayapmacılar bu kezde akp ye karşı en güçlü muhalefete (muhtemel CHPye) destek olmaktan bahsedecekti.arada tayyip cumhurbaşkanı olmasın diye de oy isteyecektiniz sona akp tekrar iktidar olmasın diye.. vesselam uzaar gider bu. bir anarşistin ( kendini böyle tanıtan demek daha doğru olacak) kaza sonucu olmayan düşüşüdür geldiğin nokta.
Hepsi gidecek!
Gerçek
March 31, 2014
2014 yerel seçim sonuçları ile beliren ilk tabloya göre iktidar partisi AKP 2009 yerel seçimlerine göre oylarını yüzde 38,8’den yüzde 43-45 düzeyine çıkardı. 2011 Genel seçimlerinde AKP’nin aldığı yüzde 49,9’luk oranla kıyaslandığında ise bir düşüş söz konusu. 2009 seçimlerine AKP, büyük bir ekonomik krizin içinden geçerek işsizliğin resmi rakamlarla yüzde 13’ü geçtiği bir ortamda gitmişti. Özellikle işçi sınıfının ağırlık taşıdığı şehirlerde büyük gerilemeler yaşamıştı. 2014 seçimlerine ise ekonomik kriz değil siyasi kriz damgasını vurdu.
Gezi ile başlayan halk isyanı AKP hükümetine iktidarı boyunca en zor dönemlerini yaşattı. AKP’nin başında bulunduğu devlet mekanizması adım adım işlemez hale geldi. Bu süreçte en çok sıkıştığı anlarda gerek Gezi sonrasında gerekse de 17 Aralık’ın ardından Erdoğan, kendi kurtuluşu için hep sandığı işaret etti. İçine düştüğü bataklıktan çıkmak, yolsuzluk ve hırsızlıkları kendince aklamak için sandıktan birinci çıkmayı hedefledi. Seçim sonuçlarına bakıldığında birinci parti olma amacına ulaştığı görülüyor.
Halkı suçlamayın
AKP’nin hırsızlık ve yolsuzluklarının ayyuka çıktığı bir dönemde yine hatırı sayılır bir oyla birinci çıkmasının suçunu halka yüklemek en büyük yanlış olur. Hırsız AKP’linin karşısında alternatif olarak gösterilen başka bir hırsıza oy vermedi diye, CHP gömleği giydirilmiş faşistleri tercih etmedi diye bir halk ne koyun olmakla ne de ahlaksızlığa pirim vermekle suçlanabilir. AKP’ye oy veren emekçi kitleleri düşmanlaştırarak bir yol kat edilemez. AKP’nin yüzde 50’sinin karşısında yüzde 50’lik bir gücü konsolide etme ve bunun için CHP, cemaat, faşizm ve ABD emperyalizmi ile birleşik cephe oluşturma politikası iflas etmiştir. Bu politika AKP’yi sandıkta bir adım geriletmişse de karşılığında halk isyanının potansiyellerini burjuva muhalefetinin içinde eriterek daha büyük bir zarar vermiştir.
Sandık aklanma yeri değil AKP de aklanmış değil
Ancak sandıktan birinci çıkmakla ve yüzde 43-45 seviyesinde oy almakla AKP ne aklanmıştır ne de Gezi ile başlayan halk isyanını yenmiştir. AKP, sandığı sokağın karşısına çıkaran burjuva muhalefetini yenmiştir o kadar. Ancak bu galibiyet tek başına AKP’nin iktidarını korumasını sağlayamayacak, mücadelenin sonucunu tayin edecek olan yine sokak olacaktır. Sokakta hesap sorabilmek için de halkın isyanını emekle buluşturmaktan başka yol yoktur.
Ekonomik kriz belirleyici olacak
Ne AKP ne de başka bir burjuva partisi yaklaşan ekonomik krizi durdurcak bir kudrete sahip değildir. Şirket kârları azalıyor, yatırımlar durdu, halk kredi borçlarını ödeyemez halde. Patronlar işçi çıkrtmalara başladı, daha büyük kıyımlar için hazırlık yapıyor. Yaklaşan fırtına hangi partiye oy vermiş olursa olsun işçi ve emekçi çoğunluğu bir yana savuracak. İktidar partisine oy vermiş olmanın işçilerin sınıf mücadelesinde destanlar yazmaya engel olmadığını öğrenmek için kaç Tekel daha olması gerek? Türkiye solu CHP’nin kuyruğuna takıla takıla sınıf politikasını öyle unuttu ki Muammer Güler’in ses kaydında Başbakanın en büyük korkusunun yeniden bir Tekel direnişi olduğunu söylemesi bile uyandıramıyor!
Öfkeli oylarda patlama
Amerikancı iktidar kaç oy alırsa alsın, aklanmış değildir, yönetme kapasitesinde zaaf göstermektedir, CHP, cemaat ve MHP’den oluşan Amerikan muhalefeti ise sefalet içindedir. Düzenin içine düştüğü bu çıkmaz bir yansımasını da geçersiz oylardaki patlamada göstermiştir. 2009’da yüzde 2,3; 2011’de yüzde 2,1 olan geçersiz oylar 2014 yerel seçimleri ile yüzde 4,1’e ulaşmıştır. Devrimci İşçi Partisi’nin çağrısıyla atılan “#hepsigitsin” yazılı kırmızı oylar bu öfkeli 1,5 milyon oyun içinde belki de damla kadardır. Ancak bu oran halkın her renkten hırsıza, taşeroncuya, katile karşı bağımsız bir alternatife duyduğu ihtiyacı göstermektedir.
Yüzde 50 değil yüzde 99 kazanacak!
Sokaktan umudunu kesenler 30 Mart’tan önce kaybetmişti. Sokağı savunanlar, isyanı emekle büyütmeye soyunanlar için ise umutsuzluğa yer yok. Burjuvazinin birbiriyle çatışan kanatları arkasında dizilmeden birleştiği takdirde işçi ve emekçi sınıfların ise önü açıktır. Bu kendiliğinden olmayacak. Görev sosyalistlerin omuzlarında. Ya CHP’nin oylarını saymaya devam edip bu görevden cayacaklar ve despotizmin halkın isyanını ezmesini seyredecekler. Ya da hep birlikte biz yüzde 99’uz diyeceğiz. Sınıfta birleşeceğiz ve hepsi gidecek!
http://gercekgazetesi.net/perspektif/hepsi-gidecek
Artık şu anlaşılmalı; reformlarla uğraşmanın gereği yok Radikal olmak ve Radikal çözümler bulmak, insanların dikkatlerini gereksiz otoriterci düşüncelerle çarçur etmemek ve de insanlara maval okumamak gerekiyor…Aksi tutumlar ve düşünceler bence otoriterlere itibar kazandırıyor.
Gün Zileli elinize sağlık. Ortada bir yarılma var, katmanlar da apaçık sırıtıyor. Muhalefet partileri diktatörün gölgesi altında ölmek istemiyorlarsa acilen yüzde on barajına karşı durmalıdırılar. Ve evet doğru söze nedir : “AKP’nin gizli müttefiki HDP” ..
benim için söz konusu değil bu söylediğiniz. Ben bu taktiği salt bu seçimler için savunmuştum.
O. Gürsel’in yorumuna katılmıyorum. Aşağıdakini de paylaşmak isterim
Sevan Nişanyan
Töz
Felsefe geleneği sıfır olan bir ülkede felsefe terimlerine Öztürkçe karşılıklar uydurmak mantıklı iş midir? Bir felsefe metninde substance yerine töz, accident yerine ilinek, matter yerine özdek koyunca vatandaş daha mı iyi anlar? Yoksa bir halt bilmeyen edebiyat bölümü kızlarına daha iyi mi hava atılır, burnunu hafifçe yukarı kaldırıp anlaşılmaz kelimeler söyleyince? Lise sona geçtiğim sene, Sartre’ın imkânsız derecede zor bir felsefe metnini Türkçeye çevirmeyi kafama koymuştum. Bir yaz boyu onunla cebelleştim. O zamanlar pek meraklıydım tözlere, ilineklere; bilirim.
Şimdiki aklım olsa var ya, direkt konuşmayı denerdim kızlarla.
Felsefeci bir arkadaş yazmış, töz kelimesini sormuş. “İngilizce substance’ı karşılıyor, ama substance’ın bir esprisi var, ‘altta duran’ demek. Bu töz kelimesinin esprisi ne ola ki?”
Görev aşkıyla kolları sıvadım. Töz: Eski Asya Türkçesinde kullanılan bir kelime, 9. yüzyıla ait Uygur Maniheist metinlerinde, ondan biraz daha eski olan Huastuanift isimli Köktürkçe günah çıkarma kitabında geçiyor: “bir şeyin kökü, dibi, aslı”. Kaşgarlı’nın Divan’ında Arapça karşılığı “el-asl” diye verilmiş, ama bu devirde (11. yüzyılda) artık daha çok tüpi tözi (soyu sopu), özi tözi (özü aslı) gibi kalıp deyimlerde kalan bir kelime olduğu anlaşılıyor. Besbelli ki Eski Türkçesi törimek, bugünkü şekli türemek olan fiille kökteş. Eski Türkçede sözcük sonunda /z/ > /ri-/ problemi üzerinde tonlarca mürekkep akıtılmıştır. Bkz. göz > gör(i)mek, semiz > semrimek, yavız > yavrımak (kötüleşmek), vb.
Çağataycaya bakınca ummadık bir şey keşfediyoruz. Kulak tözi “kulağın dibi yani kökü” demekmiş. Vay canına! Toz değil töz.
Türkiye Türkçesinde hemen hemen hiç duyulmamış. (Kulak tözü deyiminin kulak tozu olması da kelimenin halk arasında bilinmediğinin kanıtıdır.) 14. yüzyılda istisnaen Germiyanlı Cemali’nin Hurşid u Ferahşad tercümesinde rastlanıyor. Besbelli “bir kişinin soyu sopu, aslı” anlamında kullanılmış. TDK’nın Tarama Sözlüğü “asıl, tabiat, künh, aslî cevher” diye daha geniş açıklama gereği duymuş. Neden, nasıl, nereden çıkarmışlar bilinmez.
Sanırım bunun etkisiyle olacak, 1942 tarihli Felsefe ve Gramer Terimleri Sözlüğü kelimeyi canlandırmaya karar vermiş. Karşılığına “Osmanlıca” cevher, Fransızca substance diye yazmışlar. Türkçe Sözlük’ün 1945 baskısında töz “değişikliğe uğrayan şeylerde hep değişmez kalan şey, cevher” diye tanımlanıyor. Cevherin önünde de yıldız koymuşlar, “ölüme mahkûm kelime” anlamında. Tözcülük “olaycılığın karşıtı olan ve temel olarak bir tözün varlığını kabul eden öğreti” imiş, tözel de “töze değgin” demekmiş.
A substantial meal karşılığı “tözel bir yemek” diyebilir miyiz, yoksa sadece felsefik yazılarda mı kullanımı caizdir, onu açıklamamışlar.
***
http://www.taraf.com.tr/yazilar/sevan-nisanyan/toz/6527/
bu arada taraf gazetesinin sitesi de hacklenmiş, anasayfasında şu mesajı yayınlamışlar;
GAZETECİLİKTEN, ÖZGÜRLÜKTEN VE TARAF’TAN KORKAN ALÇAKLAR
Taraf internet sitesi son bir haftadır organize bir saldırı altında. Demokratik seçimden, gazetecilikten, özgür medyadan korkan alçaklar bugün yine bir saldırı gerçekleştirirek, sitemizi hacklediler.
Başardıklarını sanıyorlar kaybettiler. Taraf’tan özgür habercilikten ne kadar korktukları da ortaya çıktı.
Bize ne kadar güçlü olduğumuzu bir kez daha gösterdiler. Siber değil, süper askerler, tetikçiler gönderseniz fayda etmez.
Taraf’ı susturamazsınız. Kısa sürede tekrar yayındayız…
http://www.taraf.com.tr/
bu yazıyı yazan arkadaş, seçimlere katılım oranının görülmemiş bir orana, %90’a ulaştığını yazmayı unutmuş. Geçersiz oyların büyük miktarı ise gerçekten iptal edilen oylardır.
kendi halkinin yuzde 60 indan oy alamiyorsun, secim kutluyorsun. en cok ertugrula guldum iddiaasini surdurmek icin yterli oy almismis( duy ozgurlukcu) yahu senin iddian ve misyonunu bilmeyen mi var , bu iddian ve misyonun icin oya ihtiyacin zaten yok, bi iki rukus solcu (çıkarıldı. admin), bi iki gercekten kopmus etnikci.. aslim isin senin sirri ile beraber mektupculuk posta idaresi, sol secmenden eyiii bi tokat yedim diyemiyoda:)))9 fasist canim bu sol secmen:)))))(sol secmenden kastim harbi sol secmen, sandikci sirriya oy vermemisler belli, hatta istanbulda bile) ama bi sevinc bi sevinc adam kurt illerinde sakir sakir oy belediye aliyo, bunlar secimin galibi biziziz turk halkina acilcaz diyo. hadi len git once kürdünü adam et….sonra turkiye soluna akil ver…
tedarigiklerinizi hazirlayiniz…. benden demesi…
yakin bir suriye savasinda tarafsiz olan solcularin , ezilen kurt halkinin cikarlari icin akp ye yedeklendirildigini gorecegiz… zileli bize esadin diktatorlugunu tartistiracak, bizim payimiza ne dusecek? tarihte hakli olmak… azdan az gider coktan cok……
tüm muhalefet partilerini , ve en cok solcu gecinenleri(chp tkp falan degil) namuslu olmaya davet ediyoruz….:) partilerinizi secim partisi olarak degil sokakta suren bir mucadeleye destek veren acik alan platformlari haline getiriniz, eylem bicimleri ve dusuncelerine katilmasaniz dahi, en azindan tayadli analarin yuzune kapi kapatma utancina sahip olmazssiniz… latin amerika devrimcilerinin sözü: devrimci icin bisey yapmiyorsan ona karsi da bisey yapma…
ne rezil utanmaz adamsın zileli ????yazıyı bile okumadım seni eleştiren yoruma akp nin gizli müttefiki HDP diyebilecek seviyede alçaklaştın bu sana yeter utanmaz adam BDP-HDP siyaseti akp nin müttefiki olan sana ve savunduğun chp-mhp-cemat e benzemez tam tersine sistemin müttefiki sen ve savunup oy istediklerindir BDP-HDP siyaseti akp den belediye alabilen tek siyasettir buna rağmen biz akp müttefiki sen ne oluyorsun utanmaz adam seni gösterip akp gibi reziller hala seçilebiliyor hiç aklına geldimi?????? bak bir daha akp müttefiki işbirlikçisi gibi HDP-BDP siyasetin bu çirkin yalanı atarsan öpeyim seni insan değilsin aslında bunları yapmasanda insanlığından şüpheliyim?????bunadın rezil akp karşıtlığı HDP-BDP düşmanlığı ve fesatlığı seni ne hale düşürdü özgürlükçüyü merak eden isimsiz anonim merak etme biz her genel seçim sonrası batıda genel seçimde aldığımız oyun yarısını alabilirdik nedenini sen anlamasın kafan basmaz?yerel seçimler tek dereceli 1 kişinin seçildiği seçimlerde bizim gibi 4.5. küçük partiler kazanma yarışında olamayınca oyları düşer her yerel seçimde aldığımız oyun 2 katı oy alabileceğimizi yani aynı gün genel seçim olsa %2.5 isek genel seçimde %5 oy demektir bu seçim genel seçim olsaidi HDP %11 oy alırdı %2.5×2:5 HDP %6 BDP hdp çatısı bu seçimde %11 2015 genel seçiminde %12 oy ile 11o vekille mecliste 3.parti grubu olacak aslında 21 ilde seçime giren BDP nin 11 ili almasından neden kendini devrimci sanan şöven millici sistem yalamaları fesatlanır anlamış değilim kendilerini açık edip sisteme devlete efendilerine mesajmı verirler??ben onlardan değilim mesajı olmasın iyiki değilsiniz size ihtiyaç yok siz nasılsa sarıgüllüyle mansur başbuğa vermeye alışınca yakında tec.coşkun sıraya girer devam edin sisteme çalışın yetmez oyda verin hizmetine girsenizde olur zaten sistemi ayakta tutansınız inanın siz olmasanız akp devlet-iktidar telef olur sizin sayenizde hala sırtımızdalar bunlardan tek belediye biz alabiliriz demiştim akp ve benzer yapıları milliciler-zileli-perinçek-tkp-cemaat-chp-MHP ve bilumum devletçimillici şövenlerin aşabilmesi mümkün değildir akp gibileri özgürlükçü özerklikçi katılımcı doğrudan demokrasiyi temel alan toplumsal ekolojik kömünalizmi kendine rehber edinebilen HDP gibi politik yapılar aşabilir onun için fesatlandığınızı biliyorum kendisi eski alışkanlığını tekrar edip devrimcileri ihbar edip sırtından vuran zileli aynını şimdi yaptı HDP ye gidecek oylarıda engelleyip gençleri chp-mhp ye oy verin çağrısı yaptı yine sistemle işbirliği yapıp özgürlükçü toplumsal muhalefeti sırtından bıçakladı biz üzülmedik işi o bunların yakında hocası perinçekle sevişir yanına kerinçsiz veli küçük ilker başbuğ da katılır hidayete ererler insana HDP-BDP DÜşmanlığı neler yaptırabiliyormuş birde utanmada işlediği haltın sonunda rezil olmasına rağmen hala utanmada asıl özgürlükçü devrimcileri suçlayabiliyor tam bir rezalet bi daha akp işbirlikçisi gizli müttefiki çamurunu atarsan insan değilsin???????karşi devrimcisin sistemin adamısın onlara devrimciler ne yapar???
yukarda biri sormus akp nin gizli oyu HDP mi diye??? HDP o bile degil… posta hizmetleri partisi:)))))sola oynayan SELAHATTIN CAKALER SIRRI SUREYYA DAN daha islami laflar isiticeksiniz. belinize dikkat edin kivirmaktan fitik olacaksiniz diyecegim ama , olsaydiniz zaten olurdunuz, size bisey olmaz..:)))))
ibretlik 🙂
Son 40 yıla bakalım…. Bu ülkede “sağ” oylar % 65 civarındadır. Ecevit 1973 de % 40 cıvarında oy almıştı… Tek istisna… Son 20 yıl “geleneksele dönme” ile % 70 geçiliyor.. (AKP+MHP+SP+BBP+ vd) Böyle bir ülkede “devrim” lafını ağza almak bana tuhaf geliyor… Şu çok açık (bence)… İnsanlık kapitalist-emperyalist sistemin korkunç bir yıkımını yaşadıktan sonra Sosyalizm rüzgarları esecek; oldurabilirse fırtınaya dönüşecek…
*
İnsan bildiği, alıştığı zulmü bile seçer; bilmediğinden, ne olacağından korktuğu için… İnsanlar CHP’ye oy vermek istemiyor…. Bunu bir kez daha gördük… Bunu yadırgamıyorum…
Sosyalist Sol’a oy vermiyor… Bunu yadırgamıyorum…
Özal’a, Demirel’e oy verdi… Yadırgamıyorum…
RTE’ye oy veriyor; yadırgıyor ama anlıyorum… Çorak topraklarda yaşayanların refleksi bu!
*
Özünde bizi ilgilendirmez; CHP çürümüş bir parti! Şaşkın… AKP gibi aynı görgüsüz kapitalist bir tabana, MHP gibi öngörüsüz bir milliyetçiliğe sarılmış adamları ile güven veren bir parti AKP, Azgın Kapitalist Parti olsa da Sosyal yardım programları uygulayabiliyor…
CHP “demokratlık” iddiasında ama Kürt Halkının haklı isyanına yeterli “sözel” desteği vermeye bile korkuyor… Sorun CHP değil elbette! Bize ne düzen partilerinden… Ama sorun en azından söyleminde olsun sosyal-demokrat tutarlılığı olan bir parti yok bu çorak topraklarda… Kaldı ki, bu “sosyal-demokratlık” laik ve özgürlükçülükle de çelişmez… Burada M. Kemal’e çok laf eden var! Ne gereği var! İşte bu Atatürkçülük, Atatürkçü milliyetçilik ezberi, zaten onların cezasını veriyor! Yaşadıkları kısır sürecin nedeni de bu! 90 yıl öncenin dünyasında kalmışlar, günümüzün sorunlarını anlamaktan bile acizler…
*
Devrim öncesinde de uzun yıllar bu ülkede iktidar olacak bir “gerçek sosyal demokrat” bir parti ye ihtiyaç var… Bu olmazsa Devrim yapanlar bir “kan banyosu” içinde kendilerini bulurlar ki, kendileri de orada boğulur… Dinci, feodal, sadakacı, boyun eğmeye hazır % 70 kitlesi olan toplumlara sosyalist bir devrim yaptırmak, ilkokulu bitireni üniversiteye sokmaya kalkışmak gibidir; hele ki Anarşist idealler okumayı yeni sökenden Hegel’in kitabını anlamayı beklemek olacaktır…
*
İhvan’ı araştırırken net’te buldum… “1920li yıllarda Mısır’da kurulan ihvan-ı Müslimin, yani Müslüman Kardeşler şu stratejiyi benimsemişti: Halkın dini duygularına hitap ederek onları kendine bağla… Organize güç oluşturarak ve devlet olanaklarını da kullanarak para gücü oluştur… ” Hepimiz Müslümanız ve kardeşiz ” yaklaşımıyla kalben kendine bağladığın insanların karnını doyur ve mideden de kendine bağla…” Ne hoş değil mi? Adamlar işi çözmüş…
Bizim yolsuzluk, hırsızlık dediğimiz paralar, onlara bir paket makarna, bir kilo pirinç olarak dönüyorsa onlar için bu bir “Robin Hood” çuluk olarak da anlatılabilir…
Acz ve çaresizlik hepimize gerçekliğin yorumunu çarpıtacak “farklı” bir zihin dünyası verir…
Önce anlamak, sonra analiz etmek ve yol “haritamızı” böylece çizmek zorundayız…
seçimin en kaybedenlerini açikliyorum: ertugrul kürkçü ve sirri süreyya önder…. ve toprak ve günes ben bahtiyarim…..devrim sehitleri! (martyr deyince düzeliyo saniyo Zileli) kizil bayraklarla yarali bedenleri ile paramparça gömülürler. bu sarlatanlari ufacik seçim sandigi ile öbür tarafa göndermeyen essektir…..yemin kassem olsun and olsun sart olsun….
Mezopotamyali/(benim dilimde kürdistanli) kürt bir insanin seçim yorumlarini dinledim… amcam yakmis cigaralagi ohh nasi k..k diyor. . mardin diyosun olsun diyor. daha ileri gidiyor.: ben geçen dernektede söyledim.(söylemistir eminim ama ben devrimci propaganda yapsam döver atarlar o dernekten) adam hizmet getirdi hizmet diyor….çaliyor ama çalisiyor diyor diyor…ben bunlari dernektede söyledim diyor (içimden senin gibiler langur lungur girerse daha çook paris suikasti olur diyorum) (burada cosuyor Biji serok Erdogana geciyor aslinda) abiiii siz türkiyeye git bak herkesin cebinde uc bes kart var diyor.. ben turkiyeye gidemem diyorum, adam gec bunlari diyor, bende iltica kurumunda oyle söylemistim.. diyor. nerelisin diye soruyor. peki seref peki namusddiyorum gulumsiyerek, kokenimi anlatcam ama sanirim gerek yok… sormam gerekirdi aslinda , peki kürt ulusu peki kürt ulusal haklari, adamin cevabi, adamlar cok iyi calistilar hewal … peki keke yillarca bana niye söyvdün kemalist diye :)))icimden söyle düsündüm… e keke seref , e keke naaaamus????? …. AGIR SORGULARIM. peki kürt ulusu peki kürt ulusal haklari, adamin cevabi, adamlar cok iyi calistilar hewal … peki keke yillarca bana niye söyvdün kemalist diye :)))icimden söyle düsündüm… e keke seref , e keke naaaamus????? http://www.youtube.com/watch?v=49cE48EZss4
özgürlükçüye…. arabesk biraz ama hakettin….http://www.youtube.com/watch?v=49cE48EZss4
özgürlükçü bunu haketmis bi daha 🙂 :http://www.youtube.com/watch?v=49cE48EZss4
ulan harbi ibretlik derim sindi ben ama, hakettin zileli. :)))9
ha öldüm ha ölecegim. cephe yi kemalist olmakla elestiren DHF MKP – TKP ile ittifaki ile secim kazandi Hozatta , Cephede biz CHP ye secim calismasi yaptirmayiz istanbul semtlerinde diyo, bunu ancak zileli aciklar:)
bu çok güzel ama Maoist DHF ve (eski)TKP yi bile Kemalizm sempatisinde sollayan yeni SIP _TKP si hozat da secim aldi…. keke bu nedur:) hani biz marjinaldik.. neyse allah onlari afiyette görsün:))) radikal solla kafa yapan bir sol leman mizah dergisi sart hoca sart. bak bu isi anarsist cocuklar yapar diyecem ama, kronoliji bilmiyo onlar, islamcilarin sola saldirdiklari gibi bisey cikarirlar:)))) nerdeee o leman gencligi, leman gencligi dedik durduk gezi bir leman gencligi ihtilalidir tespitini kac kisi yapti???
HDP ve Ertugrul Kürkçü nün misyonu nedir???
”HDP’nin düzenlemis oldugu “Demokratik Siyaset Arayisi” panelinde bir dinleyici, Kıbrıslı Türk vekil Asım Akansoy’a söyle bir soru soruyor:
“Kıbrıs için iki bölgeli ve iki halklı bir federasyon kurulmasını talep ediyorsunuz. Türkiye ve Kürdistan için benzer bir talebiniz var mı?”
Vekil tam cevap vermeye hazirlandigi anda, Ertugrul Kürkcü, hemen müdahale ediyor, “Bu soru yanlış bir sorudur. Kürt halkına dışarıdan hiçbir program dayatılamaz. Kürt halkı seçimini çoktan yapmıştır” diyerek vekilin cevap vermesini engelliyor.”….
HDP Eş Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, seçim sonuçlarına ilişkin olarak, “HDP iddiasının sürdürülmesi bakımından yeterli sonucu aldığımızı düşünüyorum” dedi.
Ben: senin misyonunda iddiali olmak icin baska biseye oya moya ihtiyacin yokki Ertugrul/Sirri/Emep sefleri yola devammmm:))))
halkın sosyo-kültürel kodları (islam referansı) sol ile uyumsuz. burası batı medeniyeti değil. oradan araklanan sosyalbilim araçlarıyla toplumu açıklamaya ve değiştirmeye çalışırsan 150 yıldır olduğu gibi kıç üstü oturursun veya zinde güçlerin ilerici komplolarına bel bağlarsın.
kürt hareketi bunun başarılabileceğini falan göstermedi. orada ulusal bir mesele var. tümüyle farklı bir düzlem… bdp tabanının ezici çoğunluğundan kürt olarak dünyaya gelmenin sonuçlarını çıkar elinde erzurumlu, konyalı veya rizeli bir akpli kalır. hayat tarzı, kendini ifade ediş biçimi, dünyayı kavrayışı, değer yargıları soldan çok onlara benziyor. birbirimizi boş hayallerle kandırmayalım.
türkiye’de çok açık biçimde iki farklı uygarlık paradigmasının KALINTILARININ mücadelesi cereyan ediyor. ikisinin de bizim soyut tarihsel perspektiften savunabildiğimiz ezilen sıradan insana verebileceği bir şey yok. ama bunu kitaben bilmek barda birbirimize teori pazarlayıp kişisel tatmin sağlamaktan fazlasına yetmiyor.
şurası çok açık; ya türkiye üstte anlatmaya çalıştığım gibi tarihsel-sosyolojik manyaklık koşullarından yine manyakça (olumlu anlamda) yani hiç beklenmedik, akıl ermez devrimci sonuçlar çıkaracak ya da dünya devriminin ezmeye çalıştığı karşı devrim coğrafyası olacağız. iki tümüyle zıt uçtan başka bir ihtimal yok. örneğin, devrimci hareketin güney amerika misali örgütlülüğünü, politik etkisini geliştirerek uzun zamana yayılmış kazanımlar üstünden sonuca ulaşması gibi bir senaryo ihtimal dışı.
seçim veçhile onur listemizi burada tekrar anmak isterim: veysi sarisözen, engin erkiner, teslim töre oya bardar gibi efsanevi entelektuel birikime ve politik devrimci saglamliga sahip insanlari hayatimiz boyunca unutturmayacagimiza and iceriz:) yollari yolumuzdur:))) daima animsatacagiz:)))))
oya bardar, engin erkiner teslim töre o eski tkp suratsizi veysi sarisözen e engin ardic ile ayni hucreyi verecek , ama engin ardica daha fazla saygi gosterecek ve daha fazla yemek verecegiz. :)))tekelci burjuvalarin hafifletici sebeplerini dusunecegiz bunlarin aslaaaaaaaaaaaaaaaa …..zileliye kropotkin in sanini verdik istedigi kadar sovsun bize o bile kurtaramayacak onlari…:::) onda bi naiflik var hep aleyhimizine ama olsun bi naiflik var…
Mesele ne Akp tabanının koyunluğu ve cahilliği (çünkü bu insanlar Sözcü ve Y.Özdil okuru kitleden daha koyun ve cahil değildir) ne de dinciliğidir. Kemalistler de Akp’ye Müslümanlık yarıştırıyor.Nişanyan’ın deyimiyle “Kemalizm, Müslümanlığın bir mezhebidir, başka bir şey değil. Ucuz Avrupa cilası sürülmüş bir mezhebi”.
http://nisanyan1.blogspot.com/2012/03/bana-kemalistler-cinayet-isledi.html
adam 17 aralik gunu **yuz milyonlarca dolar nakit parayi** aile evlerinden kacirip “sifirladigi” oz cetesi yani bizzat kendi ailesi ile balkonda ellerini birlestirip havaya kaldirararak sandigi isaret edip “bana bir sey yapamazsiniz” diye dalga geciyor, siz burada (ve eminim baska yerlerde de) hala 1970ler gibi fraksiyon zimbirtisi yumurtluyorsunuz. karsinizda degil turkiye’nin dunyanin berini benzerini gormedigi bir soyguncu diktator ve ister cahilliginden ister kurnazligindan ama dupeduz pisliginden onu alkislayan on milyonlar var. bazilarinizsa hala artik hic bir anlami kalmamis marksist laflarla vaziyeti aciklayimaya calisip aklinizca cozum uretiyorsunuz. vaziyet sinif savasi falan degil basit bir muz cumhuriyeti diktatorunu alasagi etme isi ama maalesef yapabileceginizi sanmiyorum. 1960-1970lerde kafayi yediniz cunku.
http://www.karsigazete.com/ilk-saptamalar-makale,180.html
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yavuz-alogan/yozlasma-ve-kaos-90306
Türkiye’de sıfırlamacı Tayyip, Dersim’de ‘yırtık’ Apo kazandı !
Mehmet YILDIZ
17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla birlikte,ilerici çevrelerde bir iyimserlik duygusu oluştu. Yıllardır İslamiyet’isuiistimal ederek iktidara gelen ve ülkeyi ortaçağ karanlığına mahkum eden AKP hükümetinden kurtulma şansının ortaya çıktığına inanıyorlardı. 30 Mart Yerel Seçimleri bu fırsatı sağlayacaktı. Büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Seçmen tüm kirli çamaşırları açığa dökülmüş AKP hükümetini destekledi. Rüşvet, yolsuzluk, hukukun ayaklar altına alınması, kriminallerin kolluk kuvvetlerini yargılaması bir sorun olarak görülmedi.
Ana akım Türk toplumu tarihsel davranışına uygun bir tutum ortaya koydu. 1000 yıllık tarihinde ilerici hiçbir hareket olmayan bir halkın, teknolojinin de yardımıyla hükümetin tüm kirli çamaşırlarının bu kadar net açığa çıkarılmış olmasına tamamen kaygısız kalması yine de şaşırtıcı oldu. Türk toplumunun gerçek karakterini görmeyip, onun hakkında hayaller besleyen yazarlar seçim öncesinde ‘halk bunlara hakkettikleri tokadı atacak’ diyorlarken, seçimden sonra ‘seçmen AKP’nin yolsuzluk yaptığına inanmadı’ demek zorunda kaldılar. Yani seçmenin karakterinde bir sorun yoktu; sorun yalnızca ikna olmamasından kaynaklanıyordu. 1000 yıllık tarihinde ilerici hiçbir hareket olmayan bir halkın karakterindeki feci karanlık böyle gizlenmeye, meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Türk seçmeni muhafazakar değildir, Türk seçmeni dinci değildir, Türk seçmeni ırkçı da değildir. Muhafazakarlıkta, dincilikte, ırkçılıkta bile bir seviye vardır. Türk seçmeninde hiçbir ölçü yoktur. Ölçüsüzlük gericiliğin en korkuncudur. Bu gerici güruhla aynı toplumda yaşamak zorunda kalanlara sabırlar diliyorum.
Dersim AKP’nin seçim kazanamadığı sayılı illerden biri oldu. Bu durumu Kırmanclar zaferleri olarak ilan ettiler ve coşkuyla kutladılar. Aşiretçiliğe karşı, Kureyşan hegemonyasına karşı ‘modern’, Kürtçü, Apocu Dersimliler kazandılar. Ovacık’ta da TKP’li Dersimliler kazandı. Böylece Ovacık Kuzey Kore’ye kardeş oldu.
Yeni Dersim tarihsel Kızılbaş Dersim olmadığını, Şafii Kürtlerin Dersim’i olduğunu ortaya koydu. Arada Bingöl ve Elazığ da olmamış olsaydı, renklerdeki coğrafi bütünlük de sağlanmış olacaktı. Mevcut Dersim Şafiilere, Şafiiler Dersime çok yakışıyor.
PKK Apo’ya yönelik en masum eleştirileri dahi ‘Halkımızın değerlerine saldırılıyor’ diye kabul edilmez ilan ediyor. Bu nedenle ‘yırtık’ sıfatına bir açıklama getirmemiz gerekir. Kendisini ‘yırtık’olarak tanımlayan Apo’dur, ‘Sayın Öcalan’dır. Konuşma İmralı’da havalandırmada PKK’lı mahkum B. Kaymaz’la yapılmıştır. Tapesi vardır, montaj olduğuna dair bir açıklama da yapılmamıştır.
Apo: Yırtık bir adamım, bana yaklaşmayın. Ama kadın daha çok bağlanıyor… Kadın özgürleştiği için bana daha çok bağlanıyor. Kadınların elinden alındığını duydu mu bir erkek korkunç olur değil mi. Benim yanıma gelen kızlar ve erkekler kendilerini boşanmış hissediyorlar.
B.Kaymaz: Bizim bazı gösterilerde, toplantılarda diyorlardı, Başkan Apo’nun her şeyini çok seviyoruz, fakat bu kadınları ellerimizden alması…
Apo: Felaket. Tamam anladık da, boşanmış hissi yarattım. Bu güzel bir şey… Bu boşanmalar şundan güzel, kadın yine senin olsun, ben senin karını ne yapayım. Zaten ben yüzüne bile bakmam. Benim estetik algılarım çok farklıdır ama pratikte yaşadığı sürekli boşanma halidir.
Tayyip’in de, Apo’nun da tapeleri hükümsüz kaldı. Türkiye’de Tayyip, Dersim’de Apo kazandı.
http://duzceyerelhaber.com/mehmet-yildiz/23724-turkiyede-sifirlamaci-tayyip-dersimde-yirtik-apo-kazandi-
Senin icin tek sorun senin twet ozgurlugun kurtlerin basina ne gelmis neler yasamislar umrunda degil roboskide cocuklarin ustune bomba yagdirilirken nerdeydin insanlara katilinizi sevin tatava yapmayin diyosun herkez senin gibi ilkesiz olamiyor ben kucukken annem kurtce konusmasin diye aglardim simdi cocuklarima kurtce ogretiyorum bana okulda cevremde kurt olmanin asagilik birsey oldugunu ogrettiler sen insanlara kendisinin anlamsiz oldugunun ogretilmesi ne demektir bilirmisin anlasaydin tatava demezdin calistigim ortamda gayet egitimli insanlar hala ayni dusunuyor ve bu dusunce daha saldirgan bir sekilde dile getiriliyor bunlari duyanlar ne hissediyor zileli anlamazsin yeterki twet acik olsun siz hdp bdp suclayacaginiza biraz anlamaya calisin bakin su anda mardin artuklu belediye baskani vurulmus heryer birbirine girmis bu insansanlarmi isbirlikci utanmiyorsun degilmi nasilsa doguda oy calinmis senelerce gormediniz umrunuzda olmadi nasilsa kurdun basi ezilmeliydi bizi butun olarak gormeyenlerede diyorum evet kurdun safisi alevisi hiristiyani yahudisi zerdustu ezidisi kurt olarak asagilamak yetmedi bide inanclarina saygi duymayip asagiliyorsun bunuda solculuk adina yapiyorsun utanmaz fasist bizim aklimiz basimiza geldi sizin gundeminizi kicinizi kolamak yok encok belediye bdp aldi al sana muhalefet ki bir suru oy yakmalara sorunlara ragmen sizin de muhalefet ettiklerinizinde hepiniz kahrolun iki gundur doguda olanlari gormeden camur atarsiniz orada her turlu dolap donsun ama yeterki istanbulda olmasin
Zileli insan bile degilsin
gün abi, hakkaten çok kötü bir yere savrulmuşsun. teorinin vardığı yer: sefalet.
uzun uzun açıklama yapacak hâl bile bırakmadın bende. o kadar kötü.
“savrul ki savrulacağın yer bu yer değildir” gibisinden bir yazı olmuş.
biraz sakin ol. biraz dinlen derin soluk al-ver. sonra sakin kafayla yaz dişe dokunur bir diyeceğin varsa.
üzgünüm, böyle yazmak zorunda kaldığım için… 🙁
eh bari nedenlerini de söyleyiverseydin. böyle laflar ettikten sonra çekip gitmek olmaz ki…
biraz sükûnete er de ondan sonra yeniden oku bu yazdıklarını.
yıktın hocam beni. nedenlerini yazmak için derman toplamam gerekti. şimdi biraz yazayım, takatimin yettiği kadarıyla…
hocam, o kadar elitist dil kullanmışsın ki. nasıl böyle yaparsın, anlamıyorum. akp’ye oy verenleri “cahil halk”, chp-mhp-vs’ye oy verenleri ise “okumuş, bilgili toplum” olarak göstermenin hiç bir temeli yok. aysun kınacı mıydı çobanla kendisinin aynı oy adedine sahip olmasını eleştiren, onunla aynı yere inmişsin.
akp, kitlelerden destek alıyor ve bunu, ondan daha inandırıcı, güven verici, istikrar ve gelişme vaadedici başka bir parti olmadığı için başarabiliyor. halk her zaman materyalisttir. maddî çıkarlarını öne alır, gerçekçidir.
siz kk’ye güveniyor musunuz ki halkın güvenmesini istiyorsunuz? kk’nin bir ağırlığı, hacmi, ikna ediciliği var mı ki halkımız buna oy verecek? türkiye’nin bir bölgesinden tamamen silinmiş chp-mhp’ye oy verseler ne olur ayrıca? ülke daha çok sıkıntıya girmez mi?
düne kadar chp-mhp’ye oy istedin; şimdi ise oyun kutsal olmadığını hatırladın. bu ne tür bir çelişki? aklın ölümü ile ilgili olabilir mi?
seçimlerden birkaç gün önce ömer laçiner gibi aklı başında görünen bir adam bile, akp oyların %50’sini alırsa ona karşı demokrasi dışı muhalefetin mübah olacağını yazmış. şimdi de sen böyle yazabiliyorsun. insanın insana inancını ve umudunu kırıyorsunuz. okunacak kimse bırakmamaya kararlısınız galiba.
çözüm olaraksa soyut bir “devrim”i önermişsin. bir de “hele %10 seçim barajı varken” demişsin. sanki baraj olmasa muhalefetin alacağı oylar çok farklı olacak. sanki senin hedef göstermenle insanlar o soyut devrimine koşacak. öyle olmayacağını iyi biliyorsun.
o halde bu yazının anlamını sen de iyi biliyorsun. ne devrim, ne başka bir şey. “sokağa, isyana, özgürleşmeye” diye bir “sol” slogan var. sen de bu eski ve bayat slogana sarılıyorsun. eskisinden farkı ise şu: artık bilinçli bir istikrarsızlaştırma, yönetemez duruma getirme ve belli yerlere doğru kanalize etme yönetimi var. artık sokağa yönelik bütün çağrılar bu dış algı yönetiminin söylemi oluyor.
sarıgül bile bu işareti almış. bugün sesini biraz yükseltmeye başlamış. “şaibeli seçim” demeye başlamış. sokağa önden buyursun…
lozanda misak ı milliye dahil musul kerkük süleymaniye nin, İngilizler tarafından bombalanması , başlığınızı ” Plebisiter Diktatörlük Eşittir Toplumun Ölümü ”açıklıyor. Plebisite yapacak halk kalmamıştı evet.
Merhaba.
Lozan da musul kerkük süleymaniye nin ingilizlerin gizli operasyonla havadan 2 gün yoğun bombardıman yapması başlığınıza örnek adeta.kürtlerin yeni türkiyeyi tercih etmeleri biliniyordu ki ancak plesibit yapacak halk kalmamıştı.
Yorumundan yararlandım. Ne var ki, yorumlarında üstü örtülü bir popülizm bulduğumu, hatta bu popülizmin bir ölçüde akp’yi onaylamak anlamına geldiğini de belirtmek zorundayım. Sokağa karşı tutumun da öyle mesela. Yeniden bir bak istersen. Hayatımın hiçbir döneminde, sağa da oy verse halkı küçümseyen elitist bir tutum almadım. Ama objektif gerçeği de saptamak zorundayız. Bu zorunluluk bizim popülizmden ve uvriyerizmden uzak durarak objektif bir bakışa sahip olmamızı gerektirir. Bu koNUYU BUNDAN SONRAKİ YAZIDA AÇMAYA ÇALIŞACAĞIM AMA ŞUNU SAPTAMAK ZORUNDAYIZ Kİ, BU MÜCADELE SINIFIN SINIFA KARŞI MÜCADELESİDİR. kÜLTÜREL BAKIMDAN GELİŞMİŞ VE bugün toplumun canlı dokusunu oluşturan mavi yakalı işçilerle, neokapitalist sistemde imtiyazlı hale gelmiş (bir anlamda işçi aristokrasisi de denebilir) sanayi işçileri ve tam tersine toplumun kıyılarında her an ekonomik istikrarsızlık korkusuyla yaşayan “yakasız” işçilerin ölü doku (tekstil atölyelerinde asgari ücretin altında çalışan kadın işçiler, keza güvenlik görevlileri geçici işçiler, mevsimlik işçiler, seyyar satıcılar, vb. vb.) bugün karşı karşıya gelmiş bulunuyor. Tepki duymak insani bir özellik ama tepkinin dozu fazla olursa yıkıma da yol açabilir.
Oy verenler kaybeder..Oy alanlar kazanir..
Amerikan halkı bunu bildigi icin secime yarisi gitmez.Diger yarisi da en az fena olana oy verir..
Bunlar duydugumuz..Bildigimiz ise,gecenlerde Belcika 2 sene hüümetsiz kaldi..Isler daha iyi gitmis!
Bizler Sanki kral,padisah seciyoruz…
“bugün toplumun canlı dokusunu oluşturan mavi yakalı işçilerle… sanayi işçileri…“yakasız” işçilerin ölü doku (işçileri) ..bugün karşı karşıya gelmiş bulunuyor. ”
Bu gerçeklik üzerinden bir kaç yıl önce bir hayal kurmuştum… AKP toplumun “ölü” dokusu üzerinden iktidar… ise
“Canlı” dokular işyerlerine “sağlık veya özel sebepler” nedeniyle bir kaç gün gitmese…
Ne olur?
İşte “oy” kullanmak budur!
Bu konu konuşmaya değer değil mi? Tartışılmasının yaygınlaştırılması…
Doğrudan bir isyan değil… Başlangıç olarak “sinikçe!”
Başlangıç olarak…
Kendi adıma biliyorum; benim sırtımdan 3-5 insan besleniyor! Bu olguyu özünde adaletli buluyorum! Ama insanın emeğimden geçinenleri dönüp ona düşman etmeye kalkışmış ideolojik-kültürel politikalara “uygun” bir yanıtın olması da gerekmez mi?
Pardon son paragrafta yazım hataları var…
“Kendi adıma biliyorum; benim sırtımdan 3-5 insan besleniyor! Bu olguyu özünde adaletli buluyorum! Ama insanın hiç hak etmediği şekilde, kendi emeğinden geçinenleri ona düşman etmeye kalkışmış ideolojik-kültürel politikalara “uygun” bir yanıtının olması da gerekmez mi?”
Anonim 51’in bazı eleştirilerini yerinde buluyorum. Ama çözümü ortaya koymaması, eleştiriyle yetinmesi bana eksik geliyor.
Gün Zileli’nin analizini ise merak ediyorum. Aynı şeyden mi bahsediyoruz bilmiyorum ama, AKP taraftarı işçi sınıfı bölümlerinin düşük ücretli küçük sanayi işçileri ve (bundan da öte ve o katmanla geçişken) hizmet sektörü çalışanları olduğunu düşünüyorum. Troçki’nin Nazi almanyasına ilişkin tespitlerinden yola çıkarak, Komunist partisinin işsizler ve küçük atölyelerde örgütlü işçi sınıfını, sosyal demokrasininse büyük fabrikalarda örgütlü işçi sınıfını içerdiğini, bu ayrımın -SBKP’nin doğrudan emirleri haricinde de- Nazilere karşı olası ittifakı zorlaştırdığını iddia edebiliriz. Benzer ama tersten bir durum, bizde de işliyor. Tabi tablo o zamanla kıyaslanamaz ölçüde sağda. Ama sınıfın kendi içindeki bölümlerin birbirlerine karşı konumlanması durumu baki.
Burada durumu soyutlama anlamında ele alırsak, DSİP’in yanılgısının tam merkezine düşüveririz: Sınıf, özellikle de en yoksul kesimleri AKP’ye oy veriyor, dolayısıyla kalbimiz onlarla birlikte atmalıdır. Ama mücadele halinde olmayan sınıfın, sistemin en gerici fikirlerini dahi kolaylıkla iç edeceği gerçeğini de hesaba katınca, bu tür bir davranışın ne tür bir kuyrukçuluk olduğunu görebiliriz. “Hareket eden zincirlerini farkeder” basitlemesinden, “Hareket etmeyense zincirleriyle tempo tutar” düşüncesine erişebiliriz. %45’in, özellikle işçi sınıfı parçalarının AKP’yi bir futbol takımı destekler gibi desteklediğini görmemek mümkün değil. Zaten antik Yunan demagoglarının, Nietzsche’nin zehirli örümceklerinin -yani zamanının Alman Sosyal Demokratlarının abartılı ruh halinin- bütün basit taktikleri Tayyip’te mevcut.
Ben bu çözümlemeyi bekliyorum diyecekken, yeni yazı ortaya çıkıverdi. Sınıf Sınıfa Karşı! Hadi okuyalım bakalım.
Diktatörden nefret edenler, sevenlerden daha çoktur ama dağınıktır.
Diktatörün korkuya dayalı iktidarı, bu nefretin dağınıklığından yararlanır.
Sevenlerin çoğu kişisel çıkar için severler.
Nefret edenlerin çoğu insani olarak onu sevmezler.
Diktatörler ve yardakçıları er ya da geç tiksintiyle anılacak bir geçmişi arkasında bırakır; direnenler sonunda tüm bir hayata anlam katmış olacaklardır.
Diktatörler nefretten, kötülükten beslenir.
Diktatöre boyun eğmeyenler dostluktan, sevgiden güç alır.
Diktatör, öfke ile bağırır, şiddet ile hükmeder.
Diktatörü yıkacak olanlar fısıltıyla konuşur; hükmetmek istemezler.
Diktatörün korkusu, direnenlerin korkularından büyüktür.
Diktatörler ölümlü, direnenler her kuşakta yeniden doğarlar. Ölümsüzdürler.
Diktatörler egemenlik kurmakta sabırsız; diktatörü yıkacak olanlar sabırlıdır.
Zorbalar önünde korku ile bir süre eğilmek insanidir; çıkarı için eğilmek insanı sonsuza dek onmaz utancın çürüyüşüne sürükler.
Gerici Diktatörler buzlara yazı yazarlar; bunu hissettikleri için umutsuzluğun acımasızlığı içinde çılgınlaşır..
Gerici Diktatörlerin zulmü ile tanışmamış sonraki kuşaklar için o gülünç ve zavallıdır.
O, fıkraların budala karakteri, tiksindirici akıl düzeneğini anlatan şakalar yazılan kahramanıdır.
Her gazeteyi, her TV’yi, her internet sitesini kontrol etmeye çalışır; kendini kontrol edemez… Bu da onun sonu olur zaten…
Bundan 2-3 sene önce, bu insanların başımıza gelmesinin en önemli nedeninin onu baş tacı eden cahil halk olduğunu söylemiştim. Siz de düşüncelerimi Kemalist refleks olarak yorumlamıştınız (Kemalizm ile hiç alakam yoktur). Şimdi geç de olsa sizden bunları duyduğum için hafif böbürlenmeye hakkım var diye düşünüyorum 🙂
Formül çok basit: halkın çoğunluğu cahil. Seçimi çoğunluğun seçtiği taraf kazandığına göre yapılan seçimin “cahilce” olma ihtimali çok yüksekti. Biz şu an bunu yaşıyoruz (hileleri varsaymazsak).
İnsanlar oldukları gibi kabul edilmek istiyor bu memlekette. Çünkü tembeller. Onlara kitap okutamazsınız. Ellerindeki çöpü bir çöp kutusu bulana kadar ellerinde veya çantalarında taşımayı öğretemezsiniz. Sadece kendi inancı ile ilgilenmeye, ahlak ile dini ayrı tutmaya, değer yargılarını özgürleştirmeye teşvik edemezsiniz.
Bu halktan sosyalist veya anarşist bir devrim çıkmaz. Çıksa çıksa İslami devrim çıkar. Hatta çıkıyor…
daha önce gönderdiğim iki ” yazı”(not) siteye ulaşmadı ya daengellendi…nasıl oldu, anlamadım
yine de fikir birliği içinde olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Yukardakilerin bakış açısından öyle görünebilir ama aynı zamanda o insanlar, Wallerstein’in deyişiyle “tehlikeli sınıf”ı oluştururlar. Hem boyun eğmenin ve biat etmenin hem de ani patlamaların öznesidirler. Unutmayın ki, Rusya’daki Kanlı Pazar’da işçiler Çarın sarayına “Yaşasın Çar” diye bağırarak yürüyorlardı.
Gelen bütün yorumları yayınlıyorum. Şu anda sitede yayınlanmamış yorum gözükmüyor.
yeniden yollayabilir misin?
siteden değil de bilgisayar ya da devletten kaynaklı bir engelle(n)me olması mümkün… sadece haber vermiş olayım. selamlar…
Onca yorum yapılıyor ama kimse halkın dini duyarlılıklarından bahsetmemiş (gözümden kaçmadıysa). Burada yorum yazan kişilerin ve gün beyin halktan oldukça kopuk olduğu izlenimini alıyorum. Özellikle Anadolu’nun köy ve kasabalarında yaşayan insanların çok büyük çoğunluğu dinle yatıp dinle kalkar. Cami cemaati diye bir şey var. Bunun kadınlardaki karşılığı da okuma günleri. Din bu insanların yaşantısında yemek içmekten farksız. Böyle olunca kendilerini yönetecek insanların da benzer yaşam tarzına sahip olması ve buna verilen destek “sevap”a benzer bir rahatlama yaratıyor insanlarda. Ve bu cami ve ev cemaatlerinde hatırı sayılır, sözü dinlenir kişilerin yani hocaların, yönlendirmeleri zannettiğinizden çok daha etkili oluyor. Cami imamı başında nurla gezen bir “dini kişilik” olarak algılanıyor. Dini iyi bilme, din alimi olma, güzel kuran okuma, insanların gözünde bu kişileri çok ayrı bir noktaya taşıyor. Günde 5 vakit, hadi 1 vakit olsun, hadi hadi haftada 1 cuma namazında olsun (veya kadınların cuma okuma toplantılarında) bu saygı değer kişiliklerin “başbakanımızı” ve “devletimizi” öven konuşmalar yaptığını düşünün !?! Bununla kolay kolay yarışacak bir propaganda yöntemi olabileceğini düşünemiyorum. Çünkü dediğim gibi, bu insanlar dinle yatıp kalkıyor. İmam dururken kalkıp da mürekkep yalamış bir bilim adamını din-le-mez-ler…. veya gezi şehitlerini anlatan küpeli bir üniversite öğrencisini…
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/ismet-ozcelik/37128-ismet-ozcelik-boyle-muhalefete-boyle-iktidar.html
Secimden birgün önce Facete paylastigim düsüncem
Halkımız Seçimelerle AKP yi Meşrulaştıracak
Fatsa efsanesinden başka solun, sağdan bir farkı olduğunu göremedim. Sadece solcular çalma konusunda islamcılar kadar olmasada genel anlamda sağ kesimini aratmaz.
yani halkımız hırsızını, şerefsizini saçme hakkı kullanacak.
-şeker, kömür dağıtan daha fazla oy alacak
-umut dağıtan (sol) oyları daha az olacak.
-En ileri güç Kürt, AKP ittifakı olacak.
Meydanda olmayan solun sandıkta ne işi olur.Celladımızın bıçağını bir kez daha yalayacağız.
Secim sonrasi yazdigim yorum
SEVGİLİ HALKIM CANIM KOMİNİSTLERİM, ANARŞİTLERİM, ULUSAL KURTULUŞÇULARIM YOKSULLARI OYALAMA OYUNU SEÇİMLERE KATILDINIZ VE HALK DEYİMİLE (çıkarıldı. admin) YEDİNİZ HEPİNİZE AFİYET OLSUN
“Din bu insanların yaşantısında yemek içmekten farksız”sa Kemalizm de nüfusun çok büyük bir bölümü için öyle. O halde bu insanları kazanmak için onların bir nevi dini duyarlılıkları olan Kemalizm’e de mi saygı duymamız lazım?
Bir kere ‘Kimsenin inancı aşağılanamaz’ diye bir ilke olamaz. Türkiye’de bir kesimin dini Kemalizm’dir, bu gazetede Kemalizm pekâla aşağılanabiliyor. Kemal dinine istediğin gibi dokunurken Mustafa dinine dokunamaman ikiyüzlülük örneğidir.
http://www.radikal.com.tr/hayat/ahmaklari_kizdirmak_hosa_giden_bir_seydir-978560
Halkın dini duyarlılığından bahseden arkadaş bunun hakkında ne düşünüyor acaba? Orada da mı aynı fikirde?
Suudi Arabistan’da ateistlere artık terörist muamelesi yapılacak
Suudi Arabistan’da yapılan yeni bir kanun değişikliğiyle ateistler artık terörist kabul edilecek ve 20 yıla kadar hapisle cezalandırılacak.
El Arabiya’nın haberine göre, Suudi Arabistan Kralı Abdullah tarafından kabul edilen kararla ateistler, El Kaide ve Suudi Hizbullah’ı gibi terörist gruplarla aynı kategoride değerlendirilecek.
Bu çerçevede, “ateist düşünceyi savunanlar ve İslam dininin temellerini sorgulayanlar” terörle mücadele kanununa göre yargılanacak ve 20 yıl hapisle cezalandırılacak.
Yeni kanun, insan hakları kuruluşlarının tepkilerine yol açtı.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26137857.asp
Aslında bizden bile geç kalmışlar bu konuda.
bkz.
“Bunlar solcu, bunlar ateist, bunlar terörist”
Bu sayfada yazılanlar yaşadığımız toplumda ortak noktada anlaşabilmemizin ne kadar zor olduğunun bir özeti olmuş. Plebisiter diktatörlük anlatımınız tam olarakta günümüz Türkiyesini çözümlüyor. Seçimlerle iktidarın değişmesi mümkün olmadığında da tek çare kalıyor DEVRİM. Gayet basit bir çözüm, ne yazıkki yakın bir tarihte devrim olma olasılığı, diktatörlüğün seçimle yıkılma olasılığından fazla değil.
Yukardaki yorumların tümünü okudum, yazılanlar körlerin fili tarifinden farklı değil. Hiç kimse olaya makrodan bakamıyor, kısıtlı bir bakış açısından bütünün bir parçası, doğrunun tümü olarak savunuluyor. Bu yüzden bu düzenin karşıtı olan, devrimci olan hepimiz asgari müştereklerde bile anlaşamıyoruz. Ağır hakaretlere varan kelimelerle takınılan düşmanca tutumda cabası.
Toplumu dönüşüme hazırlayacak, devrime önderlik edecek en bilincli kesim kendi arasında anlaşamaz ve birbirine tahammül edemezken, celladına tapan bu halktan nasıl devrim beklersiniz.
Biraz gerçekçi olalım, klişe laflar edip asarız keserizle bir şey olmuyor. İşin aslı devrim konusunda şu anda açmazdayız , devrim için evrimsel süreci beklemek zorundayız. Makro anlamda sistem zaman ilerledikçe kendi çöküşüne doğru gidiyor. Tez her zaman antitezini yaratır. Daha çok baskı , özgürlüğe daha fazla özlem yaratıyor. Sistem giderek karşısındaki cepheyi büyütüyor. Örneğin eskiden sadece komünistler baskı altındayken toplumun sosyal demokrat veya burjuva kesimini ilgilendiren birşey yoktu, şimdi sosyal demokratlar, ulusalcılar, burjuvazi, diktatörlükten nasibini alıyor. Bu seçimlerdeki tabandaki işbirliği anti diktatoryal cephenin büyümesini ifade ediyor. Sizin seçimlerdeki önerinizde bu bağlamdaydı ve bende aynı fikirdeyim. Gezi aynı şekilde bunun örneklerinden biridir. Fakat bu işin sadece bir yönü çünkü bu cephenin bir sınırı var sonrasında ne olursa olsun toplumda diğer kesimlere genişleyemeyecek. Yani siyasal anlamda toplumun aydın, beyinsel gelişimi nispeten daha yüksek ve burjuva hayat tarzını kaybetmek istemeyen kesimleri bu cephede yer alacaklar fakat sizin tabirinizle toplumun ölü kesiminde bir canlanma olmayacak ve blok halinde karşı cephede yer almaya devam edecektir. Siyasal tıkanıklığı bu seçimde gördük. Ortaya çıkan hırsızlık ve yolsuzlukların bile ölü tabaka blokunda negatif bir etki yaratmaması, demokrat cephenin genişlemesinin sınırına gelindiğinin bir göstergesi olarak okunabilir. Ne kadar beceriksiz olsalar da ne kadar eleştirsek te aslında muhalefet partilerinin yapacakları hiçbir şey yoktu. Kim olursa olsun sonuç değişmezdi.
Toplumun ölü tabakasını ilgilendiren tek şey en basit anlamda çıkarlarıdır. Bu çıkarın ne şekilde , kim tarafından sağlandığının zerre kadar önemi yoktur. Bu nedenle yolsuzluk, hırsızlık haberleri etkili olmadı, olsa olsa gıpta etmişlerdir.
İktidarın özelleştirmeler, globalleşme, kara para aklanması, düşük kur yüksek faiz politikasıyla saadet zincirini sürdürebilmesi sayesinde ekonominin çok iyi gittiği algısı yaratıldı. Aclık sınırında yaşayan insanlar bile güçlü ekonomileriyle gurur duyuyorlar. Toplumun ölü tabakasında kımıldanma ancak ekonomideki saadet zincirinin sonuna gelmesiyle derinleşecek ekonomik krizin etkisiyle başlayabilir. Eğer tahmin edemediğimiz yeni bir kaynak ortaya çıkmazsa , saadet zincirinin devam edemeyeceği noktaya yavaş yavaş geliyoruz. Bir noktadan sonra çok büyük bir kriz çıkacaktır ve şu andaki durağanlık çatlayacaktır. Sonra nasıl gelişeceğini göreceğiz. Fakat umutlanmayın hala devrime çok çok uzak olacağız.
gün zileli 49 no lu yorumu döne döne oku . insan taklidi yaparak da kürtleri aşağılamaktan vazgeç.birazdan barış ünlünün yazısını paylaşacam onu da dikkatli oku.
“Türklük sözleşmesi” ve Türk solu
Barış Ünlü
Türkiye solunun Kürt meselesiyle ilişkisi 1920’lerden bugüne uzanan uzun bir tarihe sahip. Ve bu tarih utanılacak bir tarih değil. Hatta kimi dönemleri ve kimi kişileriyle gurur da duyulabilecek bir tarih. Türkiye siyaset ve düşünce dünyasının Kemalizm, İslamcılık ve merkez sağ gibi diğer ideolojik evrenlerinde Kürt meselesine dair ya tam anlamıyla şoven tutumlar alınırken ya da en iyi ihtimalle koyu bir sessizlik hâkimken, Türkiye solu hem bireysel temelde hem de kolektif olarak özgürlükçü ve radikal çıkışlar sergileyebildi. Bireysel ölçekte, Hikmet Kıvılcımlı’nın 1930’larda “Kürdistan’da sömürge usûllerinin tatbik edildiğini” söylemesi, 1960’larda genç bir Türk akademisyen olan İsmail Beşikçi’nin Kürt meselesine dair çalışmalar yapmaya başlaması ve bunu sonraki onyıllarda her türlü baskıya rağmen sürdürmesi ve 1970’lerin radikal gençlik liderlerinden İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizmle kopuşu ve Kürt halkının kendi kaderini tayin dâhil, gaspedilmiş bütün haklarını savunması akla ilk gelenler.
Politik hareket bağlamında ise, 1967’de Türkiye İşçi Partisi’nin düzenlediği Doğu mitingleri Kürtler için çok önemlidir. Bu mitinglerde meselenin etnik boyutu siyaset sahasında ilk defa açıkça gündeme getirilmiştir (Süleyman Demirel yirmi yıl sonra “Doğu Mitingleri çok büyük sıkıntılar çıkarmıştır Türkiye’nin başına” diyecektir). 1970’lerin etkili radikal sol örgütlenmelerinden Kurtuluş hareketi, Kürtlerin ve Beşikçi’nin ortaya attığı “Kürdistan sömürgedir” tezini desteklemiştir. 1990’ların başında Kürt hareketiyle ittifak eden SHP’nin sadece bir-iki yıl süren demokrasi tarihi bile bu alternatif siyasetlere merkez soldan bir örnek olarak gösterilebilir.
Bireysel ve kolektif düzeylerde alınan bu tutumlar ve tutulan tarafların bedelleri büyük oldu. İnsanlar öldürüldü, dışlandı, hain olarak görüldü, hayatlarının önemli bölümünü hapiste geçirdi; partiler kapatıldı, siyasal hareketler kriminalize edildi. Vurgulamak istediğim, bugün haklı-haksız birçok eleştiriye tabi tutulan Türkiye solu tarihinin, bir yanıyla, politik ve entelektüel cesaret tarihi olduğudur. Benzer şeyleri söylemek ve yapmak, diyelim ABD veya Fransa gibi daha demokratik bir ülkede daha kolay ve daha bedelsizdir. Türkiye gibi ezici bir şekilde sağcı, muhafazakâr, milliyetçi ve devletçi bir ülkede ise çok büyük riskler içerir. İşte Türkiye solu böyle bir atmosferde gurur duyulacak kişiler ve hareketler çıkarabilmiştir. Türkiye’de benzer bir tarihe sahip başka bir ideolojik-siyasî akım yoktur.
Ancak, Türkiye solunun Kürt meselesiyle olan ilişkisinin tarihi, aynı zamanda eleştirilmesi gereken yanlışlarla, eksiklerle, körlüklerle, sağırlıklarla, çarpıtmalarla doludur. Yukarıda saydığım olumlu örnekler, gerek bireysel düzeyde, gerekse de kolektif düzeyde istisna olarak kalmışlardır. Türkiye solu örgütlerinin çoğunluğu, 1920’lerden 1990’lara kadar Kürt meselesine sessiz ve ilgisiz kalmış, bir kısmı şoven tutumlar almış, bir kısmı da devletin yanında konumlanmıştır. Sol akademi ise 1990’lara kadar Kürt meselesine dair neredeyse hiçbir şey yazmamış, yazan mensuplarını da yeterince desteklememiş, hatta kimi zaman sükût suikastına uğratmıştır.1 Türk solunun önemli bir bölümü, Kürt meselesine neden ilgisiz, neden devletçi, kimi zaman ise neden açıkça şoven olmuştur? Bu yazı, bu sorulara cevap arayacaktır. Yazıda bu noktadan sonra Türkiye solu yerine Türk solu ifadesinin kullanılacak olması ise bilinçli bir tercihtir. Eleştirinin konusu Türkiye solu olamamış Türk soludur.
Kemalizm, Marksizm ve Kürt Meselesi
Türk solu üzerinde ideolojik düzeyde çok etkili olmuş, Türk solcularının ezici çoğunluğuna az ya da çok nüfuz etmiş Kemalizm en başta gelen nedenler arasındadır. Türk solu Kemalizmin modernleştirici, merkeziyetçi, ulus-devlet kurucu ve laik projesini büyük ölçüde desteklemiş, Kemalizmi ilerici, anti-emperyalist ve hatta zaman zaman anti-feodal bulmuştur. Bu bağlamda, örneğin Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneği ve sol akademi Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı girişilen ilk Kürt isyanları olan Şeyh Said ve Ağrı isyanlarını gerici, feodal ve emperyalizm oyunu olarak nitelemiş ve bazen açıkça bazen de örtük olarak devleti desteklemiştir.
İsyan denilen, ama aslında bir soykırım olan Dersim olayları da aynı kadere mahkûm olmuştur. Kürt meselesinin cumhuriyetin ilk on yıllarına tekabül eden bu kritik ve kanlı aşamalarında devletin yanında yer alan Türk solu, doğal olarak bu aşamaların tarih yazımında da yer almış, ve sonuç olarak bugün bu aşamalara dair Türk kamuoyundaki müthiş bilgisizlik ve ilgisizliğe katkıda bulunmuştur. Resmî ideolojinin Türk kamuoyundaki etkisi ve nüfuzunda Türk solunun da önemli rolü vardır. Özetlemek gerekirse, Kemalist resmî ideoloji Türk solunun ayağına takılmış, kurtulunması çok zor olan ve zaman alan bir zincirdir.
Bir diğer ve Kürt meselesine dair olumsuz sonuçları olan ideolojik etki, radikal solun temel ideolojik kökeni olan Marksizmin kendisindedir. Modern dünyada asıl politik hedef olarak gündemine proletarya devrimini koyan Marksizm etnik meselelere ve ezilen ulus milliyetçiliğine yeterince ilgi göstermedi. Proletarya devriminin gerçekleşmesi ilerlemeye, sanayileşmeye, modernleşmeye, feodal kalıntıların yıkılmasına bağlıydı. Bu bağlamda, Kürt isyanları Türk Marksistlerince uzun süre feodalite, köylülük ve aşiret kalıntısı olarak algılandı. Sosyalist devrim beklenirken veya bunun için çabalarken, Kürt meselesi bir ayak bağı olarak ortaya çıktı. Kürt hareketinin tanınmış simalarından Hatice Yaşar’ın 1980’lerde eleştirdiği gibi, “Enternasyonalist dayanışma bugünlerin bu kadar gecikmemesini gerektirirdi ama, sosyalizmin üretici güçlerin geliştirilmesi olarak yorumlandığı resmî biçiminde, hiçbir komünist egemen ulus milliyetçiliğinin tuzağından kolayca kurtulamadı. Resmî sosyalizmi, proletaryanın kurtarıcı ideolojisi olarak benimseyen Türk sosyalistlerinin de aynı tuzağa düşmeleri maalesef kaçınılmazdı…”2
Ayrıca, yine Marksizmin kendine has, ama içinde doğduğu çağdan alarak içselleştirdiği, bir tür oryantalizmi de mevcuttu. Marx’ın Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğini, değişime direnen eski yapıları yıkması bakımından, olumlu bulduğunu biliyoruz. Benzer bir yaklaşım Türk Marksistlerinin Kürdistan’a bakışlarındaki oryantalizmde de gözlemlenebilir. Türk modernleşmesi Kürdistan’da gaddar metotlar izlemiş olabilir, ama feodal ve gerici kalıntılar başka türlü yıkılamazdı… Düşünce buydu.
Türk solunu derinden etkilemiş iki ideoloji –Marksizm ve Kemalizm– Kürt meselesine dair yaklaşımların belirlenmesinde neredeyse işbirliği yapmışlar, tamamlayıcı olmuşlardır. 1960’larda Türk sosyalistlerince ortaya atılan devrim stratejilerinde –ister sosyalist devrim, ister milli demokratik devrim– ve bunların üzerinde bina edildiği toplumsal yapı analizlerinde Kürtlerden neredeyse hiç bahsedilmemesi, Kemalizm ve Marksizmin neden olduğu körlüklerle ilgili olsa gerekir. Sonuç olarak, Kürdistan’daki devrimci potansiyel büyük ölçüde es geçilmiştir.3
Bu ikili ideolojik etkinin ortaya çıkardığı körlüğe ve çarpık algılamalara, Kemalizm ve Marksizmin resmî ideoloji olduğu iki ülke olan Türkiye Cumhuriyeti ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki yakın ilişkiler de önemli ve Kürt meselesine dair olumsuz etkilerde bulundu. SSCB dönem dönem yakın ilişkide olduğu, ama neredeyse her zaman incitilmemesi gereken bir stratejik komşu olarak gördüğü Türk devletini Kürtlere karşı desteklemiştir. Bu destek ise Türk solunun önemli geleneklerinden olan TKP geleneğinde doğrudan bir yansıma buldu. SSCB Türk devletini desteklediği sürece, TKP de Türk devletini desteklemiştir. Ya da en azından, alması gereken tutumları alamamıştır.
SSCB eğer Kürtlerin yanında yer alsaydı, muhtemelen TKP de alacaktı. Yukarıdaki Marksizm eleştirisi bir yana, Marksizm içinde özellikle Lenin’in öncülük ettiği ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve ezilen ulus milliyetçiliği nosyonları böyle bir tavrı gerektiriyordu. Ama vurguladığım gibi, SSCB’nin aldığı pozisyonlar Türk solcularının da Marksizm içindeki daha zayıf ve tartışmalı noktaları benimsemesine yol açmış olabilir.
Genel olarak reel-sosyalist ülkelerin ve özelde de SSCB’nin farklı ülkelerdeki farklı etnik/ırksal sorunlara ilişkin takındığı farklı tutumlar o kadar önemlidir ki, çeşitli ülkelerde birbirine tamamen zıt komünist geleneklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye komünist geleneğiyle Güney Afrika komünist geleneğini kısaca karşılaştırmak öğretici olabilir. SSCB, Kürtlere karşı Türk hükümetini destekleme kararı aldığı 1920’lerde, Güney Afrika’da beyaz egemenliğine karşı siyahları ve siyah hareketlerini destekleme kararı almış ve bunu da Güney Afrika Komünist Partisi’ne (SACP) benimsetmiştir. Sonuç olarak, beyazların kurduğu SACP ve siyahların kurduğu Afrika Ulusal Kongresi (ANC) 1950’lerden 1994’e kadar Apartheid’a karşı birlikte, ittifak halinde mücadele etmişler, bedelleri birlikte ödemişlerdir.4 1994’den bugüne kadar ise iktidar ortaklıklarını bir koalisyon halinde sürdürmektedirler.
SSCB iki ülkede neden iki farklı tutum aldı? Birinci neden, Türkiye’nin SSCB için büyük önemidir. SSCB bu kadar yakın ve güçlü bir devleti karşısına almak istemedi. Böyle bir stratejik neden Afrika kıtasının en güneyinde mevcut değildi. İkinci neden, siyahların Güney Afrika’da çoğunluk, Kürtlerin ise Türkiye’de azınlık olmasıdır. Çoğunluğun er ya da geç iktidara geleceği beklenir, dolayısıyla desteklenmesi pragmatiktir; azınlığı desteklemek ise, başına ne geleceği belli olmadığı için, pragmatik değildir. SSCB’nin farklı pozisyonlarının nedeni ne olursa olsun, bu iki farklı pozisyon Türkiye ve Güney Afrika’da ezilen ulus milliyetçiliği ve ırkçılığa karşı birbirinden hayli farklı iki komünist geleneğin oluşmasına katkıda bulundu. Bu nedenle, sosyalist bloğun çöktüğü 1990’ların başında TKP’nin dünyadaki ve Türkiye’deki prestiji epey düşükken, SACP’nin prestiji çok yüksekti.
Bugün, Türk solunun büyük bölümü Kemalizmle olan bağlarını koparıyor, koparmaya çalışıyor. Bunda resmî ideolojinin son yıllarda aldığı büyük darbelerin etkisi çok önemli bir rol oynadı. Marksizm ise gelişmesine ve özgürleşmesine engel teşkil eden reel-sosyalizmin ayak bağından, bir başka deyişle sosyalist devletlerin resmî ideolojisi olma halinden kurtulmuş durumda. Dolayısıyla, bugün Marksizm çok daha özgürlükçü ve çok daha az devletçi, çok daha az oryantalist ve etnik meselelere çok daha fazla duyarlı. Bu gelişmelere paralel olarak da, Türk solu bugün Kürt meselesine karşı daha özgürlükçü ve eşitlikçi bir şekilde yaklaşabiliyor.
Ancak, Türk solunun Kürt meselesine dair sorunlu tarihi sadece Kemalizm, Marksizm ve reel-sosyalizmle ilgili değildir. Bugün sorunun önemli bir bölümünü, benim “Türklük” dediğim ve Türkler tarafından hiçbir zaman sorgulanmayan bir imtiyazlar, fikirler, refleksler ve duygular bütünü oluşturmaktadır. Sol Türkiye’de Türklüğü nedeniyle Türk solu olarak doğmuş, Türk solu olarak hayatını sürdürmüş ve Türkiye solu veya sadece sol olamamıştır. Sosyal bilimler Türkiye’de Türk sosyal bilimleri olarak doğmuş ve öyle yaşamıştır. Yazının geri kalanında Türklükten ne kastettiğimi ve Türklüğün Türk solunu ve sol akademiyi nasıl bir Türk sorunu haline getirdiğini açmaya çalışacağım.
Türklük ve Türk Meselesi5
Türk solcusu kendisini Türk olarak görmez, görmek istemez; enternasyonalist, sosyalist, Marksist olarak görür, görmek ister. Etnisite dendiği zaman, kimlik siyaseti dendiği zaman, aklına Kürtler veya diğer azınlıklar gelir. Kendisinin bir etnisiteye dâhil olduğunu, çoğunluğun parçası olduğunu ve bu mensubiyetten dolayı ne kadar imtiyazlı olabileceğini, bilgilerinin ne kadar sınırlı ve çarpıtılmış, duygularının ne kadar fakir ve tekdüze olduğunu göremez. Bir başka deyişle, kendi bilgilerini, duygularını, imtiyazlarını görelileştiremez, bunların yapıçözümünü yapamaz ve bunların kendi Türklüğüyle ilgili bağlarını deşifre edemez. Kendi Türklüğünün farkına varamadığı ölçüde de başkalarının Kürtlüğünü yeterince algılayamaz, duyumsayamaz. Türk olmaktan kaynaklı imtiyazlarını göremediği sürece, Kürt olmaktan kaynaklı sayısız dezavantajı da yeterince anlayamaz, Kürtlerle hakiki bir empati kuramaz. Kendi kimliğinin farkına varamadığı için başkalarını kimlik siyaseti yapmakla eleştirir. Türk solcusu, Türklüğünü kavrayamadığı ölçüde Türk sorununun bir parçası olmuş ve Kürt sorununun çözümüne yeterince katkıda bulunamamıştır.
Bir Türk solcusunun Türklüğü, şüphesiz ki, bir Türk milliyetçisinin veya İslâmcısının Türklüğüyle aynı değildir. Ama bu solcularda Türklük olmadığı anlamına gelmez. Türk milliyetçisinin katı Türklüğü çok kolay bir şekilde görünüp elle tutulabilirken, Türk solcusunun Türklüğü buhar halindedir, görmesi ve elle tutması zordur. Türklük solda kendine özgü haller almıştır. Ancak her ne kadar solun ve sağın Türklükleri farklı haller almışsa da, bu farklı Türklüklerin kökenleri aynı yerdedir.
Türkiye Cumhuriyeti “Türklük sözleşmesi” dediğim bir metaforik sözleşme üzerine kuruldu. Buna göre, anadili Türkçe olanlar ve sonradan Türkleşenler (Türklüğe asimile olan Çerkezler, Lazlar, Kürtler, Araplar, Boşnaklar, vb.) sözleşmeden yararlanacaklar, potansiyel olarak siyasette, iş dünyasında, bürokraside, akademide ve sanatta çok iyi yerlere gelebileceklerdir. Sözleşmenin ilk şartı Türk olmak ve/veya Türkleşmekse, ikinci şartı sözleşmenin üzerinde yükseldiği gayrimüslimlerin Anadolu’dan tasfiyesi ve zenginliklerine el konulması üzerine konuşmamak, yazmamak, ses çıkarmamaktı. Üçüncü şartı ise, Türkleşmeye direnebilecek olan diğer Müslüman gruplara dair yazıp çizmemek ve siyaset üretmemekti. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin yazılı olmayan anayasasının değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen temel maddeleriydi.
Bu metaforik sözleşmeyi her Türk ve her Türkleşen aktif olarak imzalamamış olabilir, ama sözleşme gereği, imzacı olmasa da, kişi bundan faydalanabilir.6 Burada kritik olan sözleşmeye direnmemek ve aykırı davranmamaktır. Aykırı davrananlar en ağır şekilde cezalandırılacaktı. Bu cezalandırma öldürülme, hapsedilme, işkence edilme, işten atılma, işe alınmama ve dışlanma biçimlerini alabilirdi. Sözleşmeyi aktif olarak destekleyenler ve/veya sözleşmeye pasif olarak ses çıkarmayanlar ise çeşitli imkânların gerçek veya potansiyel faydalanıcıları olacaklardı. Burjuva, hâkim, öğretmen, profesör, bakan, cumhurbaşkanı, işçi, muhtar, müzisyen olabilirlerdi, oldular. Türklüğün maddî temeli bu metaforik sözleşme ve sözleşmecilere sunulan imtiyazlar setidir.
Bahsettiğim sözleşmeye Cumhuriyet tarihi boyunca direnenler Kürtler olmuşlardır. Türkleşmeyi reddeden Kürtler ve Kürtleri direnişlerinde destekleyen az sayıda Türk doğal olarak çeşitli biçimlerde, ama en ağır şekilde cezalandırıldı. Bu yolda onlara destek vermesi beklenebilecek solcuların büyük bir kısmı ise arkalarını döndü ya da doğrudan devlet politikalarını destekledi. Bunu da çoğu zaman Marksizm, enternasyonalizm ve ilericiliğin gereği olarak sundular, çünkü kimlik kavgaları sosyalizmin hedefinden sapma olarak görülüyordu. Kürt meselesi önemli bir mesele değildi, emperyalizmin oyunuydu, işçi sınıfını etnisitelere bölen bir gericilikti. Solcular bunları söylerken ya da daha sıklıkla olduğu gibi konuya dair hiçbir şey söylemezken, gerçekten de enternasyonalist ve ilerici olduklarını düşünüyorlardı.
Buna kendilerini inandırdılar, çünkü inanmak zorundaydılar. İnanmasalardı, Türklük sözleşmesine direnselerdi, Kürt direnişlerine destek verselerdi, bu desteğin kendilerine ne kadar büyük bir cezayla geri döneceğini –Türklük sözleşmesi gereği– biliyorlardı. Hayatlarından olabilirler, işlerinden atılabilirler, aileleri dâhil en yakınları tarafından dışlanabilirlerdi. Böyle cezalara maruz kalmamak, imtiyazlarından vazgeçmemek için teorik gerekçeler buldular, bazı hakikatlerden kaçtılar. Ancak bu bilinçli bir kaçış değil, bilinçdışı bir kaçıştır. Bilinçli kaçan korkaklığıyla yüzleşmek zorundadır. Bu da beraberinde utanç ve suçluluk duygusu getirir. Kaçışın gerçek bir kaçış olması için geride utanç gibi bir duygu bırakmaması gerekir. Bu nedenle, kaçışı bilincin dışına atarak gerçekleştirmek şarttır. İşte bu noktada Marksizm ve enternasyonalizm bir kaçış aracı olarak kullanılmıştır.
Kürtlerle girişilecek somut enternasyonalizmin yerine soyut bir enternasyonalizm her zaman için daha güvenlikli oldu. Kürtçe yasakken (öz)Türkçe edebiyat günleri düzenlemek, mahkemede ve mecliste Kürtçe konuşanları milliyetçilikle eleştirmek, Kürdistan’da her türlü zulüm yapılırken Amerikan emperyalizminin Türkiye’deki oyunlarıyla ilgili yazmak, Kürt devleti fikrini “Marksistler devlete karşıdır, yeni bir devletin kurulmasını neden destekleyeyim, ayrıca kurulsa ne olacak, o da ABD’nin oyuncağı olacak” gibi gerekçeler ileri sürmek… Bunları yapanlar sadece Türkler de değildir. Kürt solcular da uzun süre Kürtçe konuşmadılar, Kürtçe savunma yapmadılar, çocuklarına Kürtçe isim koymadılar. Bunları da “biz milliyetçi değiliz, bir enternasyonalistiz” gibi gerekçelerle açıkladılar. İster Türk ister Kürt olsunlar, böylece hem kaçmış, hem de kendilerini ve başkalarını kandırmış oldular. Türklük ve Türklük sözleşmesi, solun önemli bir kısmını böyle Türkleştirmiştir. Kürt meselesinin gereklerinden kaçırarak Türkleştirmiştir.
Türklük bir imtiyazlar bütünü olduğu kadar bir bilgi setidir. Türk solunun bilgi dağarcığında son yıllara kadar Kürt meselesine dair ciddi bir bilgi bulmak mümkün değildi. Bu iddianın doğruluğu ve yanlışlığı Kürt meselesine dair kaç Türk solcusunun ciddi bir araştırma yaptığına ve bunu yayımladığına bakılabilir. Kendileri yapmadıkları gibi, yapanları da ciddiye almamışlar veya yok saymışlardır. Özellikle geç 1990’lar öncesi gelişimini tamamlamış bütün önemli Türk sosyal bilimcilerinin yazdıklarına ve konuştuklarına bakılarak da bu iddianın sağlaması yapılabilir.
Ancak, bu bilgisizlik, ABD’de ortaya çıkan beyazlık çalışmalarının beyaz entelektüeller için öne sürdüğü gibi, pasif bir bilgisizlik değildir.7 Bilgi yokluğundan değil, bilgilenmeme yoluyla bilgisiz kalınmıştır. Çünkü bilmek, kişiye bildiği şeye dair bir sorumluluk yükler. Bilirseniz, bilginin gereğini yerine getirmek durumundasınızdır, o da bedeliyle birlikte gelir. O nedenle bilmemek, bilgiyi yok saymak, bilgiyi üretenleri ciddiye almamak gerekir. Ancak, bunu yaparken de kendinize olan saygınızdan ödün vermeden yapmanız gerekir. Bu noktada yine bilincin dışına itilen mekanizmalar devreye girer. Solcu kişi, bilgilenmek istediği ilgi alanlarını belirlerken Kürdistan’da olup bitenleri çok da önemli bulmamaktadır. Gecekondulaşma, kapitalizmin aşamaları, Türkiye’nin yarı-sömürge durumu, Marksizmin farklı boyutları ve düşünürleri vb. gibi konular ilgi alanlarında ön sıralara yerleşirler. Ülkenin en yakıcı, yüz yıldır onbinlerce kişinin ölümüne yol açan bir sorunu ise ne sol akademisyenlerin, ne de genel olarak Türk solcuların bilgi repertuarına ve ilgi dünyasına çok uzun bir süre girebilmiştir. Türklük ve Türklük sözleşmesi solun bilgi repertuarını da belirlemiştir.
İmtiyazlar seti ve bilgi repertuarıyla birlikte duygu repertuarı gelir. Duygular sosyalleşme ve bilgilenme yoluyla gelişir ve farklılaşırlar. Duygular öğretilebilir ve öğrenilebilir. Bu anlamda, Türk ve Kürt solcuları iki ayrı duygu dünyasında yaşamaktadırlar. Tipik bir Türk solcusuyla tipik bir Kürt solcusunun, sözgelişi, Atatürk’e, Kurtuluş Savaşı’na, Şeyh Said’e, Kürt gerillalara, Abdullah Öcalan’a yönelik hisleri arasında çok büyük farklar vardır. Aynı olguya bambaşka gözlerle, bambaşka duygularla yaklaşırlar. Türk solcuları Kürt muadilleriyle, Kürtlerin sorunlarıyla, duygularıyla, sevdikleriyle ve sevmedikleriyle çok zor empati kurmaktadır. Türkler için, taş atan Filistinli bir çocukla empati kurmak, taş atan bir Kürt çocukla empati kurmaktan daha kolaydır. Dünyanın bir ucunda bir devlete karşı savaşan gerillaya karşı sempati duyulurken, yanıbaşındaki bir coğrafyada kendi devletine karşı savaşan Kürt gerillası hakkında ne hissedeceğini bilemez. Türklüğün bir ölçüsü de duygu repertuarında neyin olup neyin olmadığıdır.
Bütün bunlarda aslında şaşılacak bir şey yok. İmtiyazlar setinin korunması doğal veya bilgi ve duygu repertuarlarının fakirliği ve zayıflığı anlaşılabilir. Devlet, okul, ordu, medya, aile, kişinin içinde yaşadığı meslekî cemaatler onlarca yıldır Türklerin ve Türkleşenlerin üstüne çeşitli bilgiler ve duygular empoze ediyor. Kişi sözleşmenin dışına çıkmaya kalkarsa imtiyazlarından oluyor, aforoz ediliyor. Şaşılacak şey, Türk solcusunun neden böyle hissediyorum, neden öyle hissetmiyorum, neden bunu biliyorum, neden onu bilmiyorum, neden bu konuya ilgiliyim, neden bu konuya ilgisizim diye düşünmemesidir. İlginç olan, Türk Marksistlerinin bir konu hakkındaki düşüncelerinin sadece Marksizmle ilgili olduğunu düşünmeleri, düşüncelerinin ve duygularının Türklükle gölgelenmiş olabileceğini hiç akıllarına getirmemeleridir. Eleştirilmesi gereken, Türklük dünyasının imtiyazlar setinin, bilgi evreninin ve duygu dünyasının bir parçası olmaktan ziyade, bunların parçası ve yer yer yeniden üreticisi olunduğunu görememektir. Bu da, Türkiye düşünce dünyasındaki yaratıcılık eksikliğinin sanırım önemli bir nedenidir. Türklük özgür düşünce ve duygu zenginliğinin önünde görülmeyen bir duvar olarak varlığını sürdürüyor.
İlk bölümde vurguladığım üzere, son yirmi yılda Marksizmin reel-sosyalizmin resmîliğinden kurtuluşu ve resmî ideoloji Kemalizmin çöküş sürecinde oluşu, Türk solunu ve akademisini önemli ölçüde özgürleştirdi. Artık Kürt meselesine daha özgürlükçü, daha bilgili ve daha duygulu yaklaşılıyor. Ancak Kemalizmin ve reel-sosyalizmin çöküşü Türk solunun içselleştirdiği Türklüğün kendiliğinden yok olacağı anlamına gelmez. Çünkü, bahsettiğim Türklük büyük ölçüde bilincinde olunmayan bir varoluş halidir. Belli görme, duyma, duygulanma, bilme ve görmeme, duymama, duygulanmama, bilmeme halleridir. Kendini pasif gibi görünen ilgisizlikle, duygusuzlukla, bilgisizlikle, eylemsizlikle ayakta tutar. Türklüğün farkına varmak, bilgisizliklerin, duygusuzlukların, ilgisizliklerin, eylemsizliklerin arkasında yatan bilinçsiz ya da yarı-bilinçli mekanizmaları kavramayı, neyin gerçek bir düşünce neyinse sadece bir refleks olduğunu bulup çıkarmayı, bütün bunları deşifre etmeyi gerektiriyor. Ancak bu başarılabilirse, Türk solu Türk olmaktan kurtulup Türkiye solu ya da sadece sol olabilir, Türk aydını entelektüel, Türk akademisi de üniversite olabilir.
Dipnotlar
1. Kürt meselesi ve Türk solu ilişkisinin tarihine dair Türk aydınlarının eleştirel görüşleri için bkz.: Sever, Metin (1992): Kürt Sorunu: Aydınlarımız ne Düşünüyor, İstanbul: Cem Yayınevi.
2. Yaşar, Hatice (1988): “Kürt Milli Meselesi Karşısında Türk Sosyalistlerinin Tutumu”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, c. 7, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 2114-15.
3. Türk solunun ideolojik kaynakları ve Kürt sorunuyla ilişkisi üzerine çok faydalı bir derleme eser için bkz. Gültekingil, Murat, ed. (2007): Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Sol, c. 8, İstanbul: İletişim Yayınları.
4. Bkz. Ellis, S./Sechaba, T. (1992): Comrades against Apartheid: The ANC and the South African Communist Party in Exile, London: James Currey.
5. Türklük meselesini daha ayrıntılı ve mukayeseli bir şekilde şu yazımda incelemeye çalışmıştım: Ünlü, Barış (2012): Türklüğün Kısa Tarihi, Birikim, 274, s. 23-34.
6. Burada, ABD’nin ırksal bir sözleşme üzerinde kurulduğunu ve her beyazın, ister imzacı olsun ister olmasın, bundan faydalandığını söyleyen Charles Mills’den ilham aldım. Bkz. Mills, Charles W. (1997): The Racial Contract, Ithaca: Cornell University Press.
7. Örneğin bkz. Sullivan, S./Tauna, N., eds. (2007): Race and Epistemologies of Ignorance, Albany: SUNY Press.
Barış Ünlü
Lisans ve yüksek lisansını iktisat ve siyaset bilimi dallarında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, doktorasını ise sosyoloji alanında SUNY Binghamton Üniversitesi’nde tamamladı. Halen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesidir.
http://www.karsigazete.com/ankaranin-basina-bak-makale,198.html
yukardaki bazı yorumlara kısa ve toptan cevap vermek gerekirse;
1- türkiye denen bu topraklarda kemalizm dini diye dinin olduğu bence de doğru bir ifadedir.
2-ateizm dahi birileri için fikri bir görüş değil de kutsal bir tez, bir din niteliğinde görülüp-algılanmaktadır.
3-kendilerine müslüman diyen insanlar bu ülkede çoğunluğu oluşturur. ama bu asla farklı inançlar ( ve inançsızlıklar) için bir eşitsizlik, baskı ve iktidar nedeni olmamalıdır.
4- tüm kutsallar, kendini kutsal kabul edenlerin kimliğine-kişiliğine bir ruh katar; bir katkı verir. bu yüzden de hiç bir kutsal hakareti hak etmez. kutsala hakaret, onu kutsal adde-denin kişiliğine hakaret yani bir tahakküm sayılmalıdır bence…
5- hakaret ne kadar tahakküm ise de eleştiri de bir haktır. her kutsal eleştirilebilir, fikren tartışılıp yargılanabilir. kutsalına eleştiri yöneltilen(ler) bunu da kutsal hakkındaki fikirleri için bir geliş-tirme fırsatı saymalı…
6- suudi arabistan “müslümanlığı egemenliği için ideoloji olarak kullanan” bir DEVLETTİR VE bütün devletler gibi İslam dininin cevaz vermediği bir yapıdır. ateizm hakkındaki zalim karar, İSLAM IN KUR’ANdaki kural ve kaidelerinden kaynaklı ilahi bir hüküm değil, egemenlik kaygısıyla “devlet güvenliği endişesiyle” alınmış bir zalim karardır.
Ben “Halkın dini duyarlılığından bahseden arkadaş”ım 🙂
Yazdıklarım yanlış anlaşılmış, daha doğrusu ben eksik ifade etmişim. Şahsen ateistim, bunu belirteyim. Ben bu dini duyarlılığı ve dine alet olan seçmeni savunmadım. Çok önemli bir toplumsal gerçeklik olarak bu sayfada bahsedilmesi gerektiğini düşündüm sadece.
Özeti şu aslında anlatmaya çalıştığımın: bir “gerçeğimiz” var, ve bu gerçeği anlamasını istediğimiz bir “topluluk”. Şimdi bu “gerçeği” onlara kendi dilimizde mi anlatmalıyız onlara, yoksa o “topluluğun” dilinde mi?
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/tunc-sipahi/kedidir-kedi-90442
http://www.sendika.org/2014/04/kazanan-kim-ismail-guney-yilmaz/
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/37192-mehmet-bedri-gultekin-30-mart-secimleri-1-pirus-zaferi.html
“AKP’nin gizli müttefiki HDP” iplilerin içinden çıktığın nasıl da belli oluyor be gün..
ben iplilerin içinden çıkmadım. olsa olsa ipliler benim içimden çıkmış olabilir.
Ben olsam İP’lilerin yerinde, böyle ezber yazılar yazacağıma, ne halt ettik de böyle bir seçimde İP olarak seçime girip; 1. oylarımızı CHP’ye kaptırdık; 2. Aldığımız az sayıda oyla AKP’nin kazanmasına küçük de olsa bir katkı da biz yaptık; 3. Kendimizi de adaylarımızı da rezil rüsva ettik, diye düşünür, üyelere bunun hesabını verirdim.
haha :)) o daha kötü ya..
Benim ne olduğum, iyi mi yoksa kötü mü olduğum önemli değil kardeşim. Yukarıdaki cümleyi şunun için kullandım: Ben bu hareketin ilk beş kurucusundan biriyim. diğer kurucuları da bilmiyorsundur tabii ki, onları da söyleyeyim: Doğu Perinçek, Ömer Özerturgut, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar, beşincisi de benim.. Dolayısıyla bunların kurduğu hareket zaman içinde evrilerek bu noktaya geldi. Üzücü bir şey tabii ama tarihte böyle evrim geçiren hareketmer çok olmuştur. Ama bir şeyi incelerken analizci olmak zorundasın. Bu hareket, 1975 yılına kadar Kürt sorununu görece en devrimci tarzda koyan hareket olmuştur. Keza Kürt meselesini esaslı bir şekilde savunan i. Kaypakkaya bu hareket içinden çıkmıştır. Hareket 1975 yılından sonra sürekli sağa kaymıştır. Buna rağmen, 1989 yılında, oportünist bir tarzda da olsa Kürt hareketi ile bir rezonansa girmeye çalışmışlardır (ben o sırada ayrılmıştım). Bu rezonansta istediklerini elde edemeyince tamamen bugünkü Kürt düşmanı çizgiye girmişlerdir. Bütün bu dolambaçları izlemeden ezbere konuşmak kimseye bir yarar getirmez. Gülmek kolay ama düşünmek zordur.
Bir şey daha söyleyeyim: HDP’nin içindeki tatlısu liberalleri, daha analarının karnında bile değilken bu hareketin içindeki nice devrimci Kürt halkının hakları için nice zorluklara katlanmışlardır. 12 Mart yargılamaları da d”ahildir buna. Bugün Kürtlere yaranmak için bol keseden Kürt lafı etmek çok zor değildir ama o gün bunları savunmak yürek isterdi.
yukarida türklügü aciklayan arkaasa tek sorum var, turkler, turkmenler orta asya yadan goceden insanlardir, ve tum osmanli toplumunda asagilanmislardir, milletti bi idrak, ooof kime ne tarih anlatacan, hangisinden baslasan, sol turkluge kufreder, halbuku turkler alevidirler, irkci turanci bi turklugu red ederken alpaslan turkes salakmiydi??? cografi gorusu dersim yada kurt etnisinneti disina cikamayan bir kisitli kitlenin uzerine oturmus sirri surreya solculugu, ahmet kayanion devrimci sanatsi olmasi gibi bisey, biktim artik… zileli sende salak salak cevaplar yazma, anadolu ve mezepotamya devimi ve hatta balkanlar ve kafkasya devrimi suna baglidir,……. dogal bir afet imrali adasinda canli kimse birakmaz, yeni bir apo yetistitilesiye kadar biz devrimi yapariz…
yine herşeyi ben bilirim edası.. evet siz bu sürecin içindeydiniz ve en doğru siz bilirsiniz ama en ufak bir karşı çıkışta cahil cuhela muamelesi yaparak olmaz..evet bu süreci biraz sol tarih okuması yapan bilir zaten benim dediğim şuydu:siz hdp akp nin gizli müttefiki diyosunuz. ben hdp li değilim ama bunu ipliler de diyor ve sizin geçmişte içerisinde bulunduğunuz kadroydu bu..kürde vurmak ne kolay arkadaş…herkes akıl veriyo,suçluyo..istanbulda sırrı yı aday göstermek akp ile gizli ittifaksa, sarıgüle oy verenlerde cemaatla gizli ittifak içerisinde mi..ne oldu sırrı seçime girmeyip bütün hdp oyları sarıgüle gitseydi bile yine akp kazanıyordu..bu kadar kalp kırmaya enver aysever gibi postacı demeye değdi mi..kürt hareketi pragmatisttir amqa omurgasız değildir,özellikle de gerilla..
eleştirilemez de değildir.cumhurbaşkanlıı seçiminde katili hırsızı desteklemek gibi bir tutum içerisine girerlerse bu omurgasızlık olur ve gerekirse cephe alınır ama arkadaş bu ne iş ya,hala kurtulamadınız bu her önünüze geleni işbirlikçi ilan etmekten..
“Bir şey daha söyleyeyim: HDP’nin içindeki tatlısu liberalleri, daha analarının karnında bile değilken bu hareketin içindeki nice devrimci Kürt halkının hakları için nice zorluklara katlanmışlardır. 12 Mart yargılamaları da d”ahildir buna. Bugün Kürtlere yaranmak için bol keseden Kürt lafı etmek çok zor değildir ama o gün bunları savunmak yürek isterdi.”
Bugünlerde de Urlada Fethiyede kürtlerin yanında olmak yürek ister..
her hareket bedel ödedi az yada çok..Kürt meselesinde faşizan olanlarıda başından beri UKKTH yi sahiplenenleri de..ama ben bu güne bakarım dün karanfil verdiğini bugün en büyük düşman görenler dün devrimci olabilirler ama bugün değiller..ama samimiyetiniz çok güzel,yollarınız ayrılsa da eski yoldaşlarınızı yedirtmiyosunuz,hakkını veriyorsunuz.. peki kürtleri niye bu kadar kolay harcıyorsunuz?
sizin ne yaptığınız önemsiz görülebilir ama değerlidir ve kürtler bu kadar kolay satılabilinir mi.. seçimlerde ittifak çağrısı yapmalarına rağmen chp bize zarar verir demişken napacaklardı betoncu sarıgülü mü destekleyeceklerdi? bunu yapmadılar diye satılık işbirlikçi mi oldular ?
eğer öyle bir “ben bilirim” havası takındıysam ya da öyle bir izlenim verdiysem özür dilerim. Bundan sonra daha çok dikkat ederim. İP’liler, HDP’ye laf söylemeden önce kendilerine baksınlar. Çünkü onlar da AKP’nin gizli işbirlikçisiydi. D. Perinçek, “inlerine girsinler, iyi olur” dedi, ardından da “hırsızlık propagandasının ardında ABD var” diyerek RTE’ye destek verdi. CHP’nin de Cemaatle ittifak içinde olduğu doğru ve bu da doğal. Güçler mevzilenmesinde böyle bir durum ortaya çıktı. Kürtlerin AKP’den beklentileri var (büyük yanılgı). CHP’nin Cemaatten güç almaya ihtiyacı var (bence bu koşullarda doğal), İP ise her zamanki gibi “ulusal cephe”ye büyük bir iktidar gücünü çekme sevdasında (avuçlarını yalayacaklar elbette). Benim ısrarla söylediğim şu: Kürt hareketi diktatörden şefaat bekleyerek (ki bu politikanın mimarı Öcalan’dır) büyük hata yapıyor, bu bir; HDP Ufuk Uras ve Oral Çalışlar gibi gizli ya da açık AKP yandaşlarını içinde barındırarak aynı hatayı tekrarlıyor , bu da iki.
ben Kürtleri hiçbir zaman harcamam. Girin twitere orada ulusalcı bağnazlarla Kürtler için nasıl boğuştuğumu görürsünüz. kesinlikle böyle bir şey yok. ama eleştiririm elbette. Eleştirilmeyen çürür, bunu unutmayalım. Kürtlerin sahtekâr yol arkadaşlarına dikkat edin. Yarın AKP kürtlere saldırdığında esas onlar satacaktır. Bugün Kürtlerin sırtından prim yapanlar anında devletin yanına geçecektir. Bunun en tipik örnekleri Oral Çalışlar ve Ufuk Uras’tır. HDP’ye Fethiye’de yapılan saldırıyı kınamaya bile Ali Bayramoğlu gibi yandaşları takıp getirdiler. Ali Bayramoğlu çok mu gerekliydi saldırıları protesto etmek için. Ben de protesto etmiştim Fethiye’deki saldırıyı. Neden gelip benden imza istemediler de Ali Bayramoğlu’nu peşlerine takmaya o kadar önem verdiler. Samimi bir insan olduğunuza inanıyorum. Ama lütfen sahte dostlara karşı uyanık olun.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/yavuz-alogan/cehenneme-giden-yol-90644
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/gerceklik-iyimserlik-ve-kotumserlik-uzerine-90646
http://eksisozluk.com/entry/41861776
İşçi Sınıfı Açısından 2014 Yerel Seçimleri
Marksist Tutum
Nisan 2014, no:109
2014 yerel seçimleri sonuçlanmış bulunuyor. Geniş işçi-emekçi kitlelerin bir kez daha kendi bağımsız sınıf çıkarları temelinde bir örgütlülükten yoksun olarak girdiği bu seçimlerde ortaya çıkan sonuçlar işçi sınıfı devrimcileri açısından şaşırtıcı olmamıştır. İşçi-emekçi yığınlar, yoğun olarak bulundukları kentlerde, işçi havzalarında, üç aşağı beş yukarı ülke genelindeki çizgilere uygun biçimde burjuva kamplaştırma siyasetinin kurbanı olmuşlardır. Yüzde 90’a yakın bir katılım oranının görüldüğü seçimlerde, resmi olmayan sonuçlara göre, Belediye Meclisi/İl Genel Meclisi oyları bazında AKP yüzde 43, CHP 26, MHP 18, BDP/HDP 6,5 civarında oy almıştır.
Bu sonuçlar işçi sınıfı düşmanı üç ana düzen partisinin oyların neredeyse yüzde 90’ını aldığını ortaya koymaktadır. Bu durum, öncelikli bir tespit olarak, geniş emekçi yığınların genel örgütsüzlük durumunun seçimler vesilesiyle bir kez daha teyit olması anlamına gelmektedir.
İşçi sınıfı bu haldeyken, düzen güçleri esas olarak gerilimin olağanüstü düzeyde yükseltildiği bir kutuplaştırma/kamplaştırma siyaseti izlemişler ve bunda ne yazık ki başarılı olmuşlardır. Partiler düzeyinde bu kamplaştırmanın bir kutbunu AKP, diğerini ise CHP ve MHP oluşturmaktaydı. Kürt illerinin özel durumunu bir kenara bırakacak olursak, ülkenin büyük bölümünde ve özellikle en büyük şehirlerde AKP-CHP, az sayıda bölgede ise AKP-MHP saflaşması yaşanmıştır. Oylardaki yoğun kümeleşme bunu açıkça göstermektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de oyların yüzde 85-90’ı AKP ve CHP arasında dağılmıştır.
Düzenin kendi iç meseleleri açısından bakacak olursak, yerel seçimler geniş ölçekli bir düzen içi kapışmanın ilk raundunu oluşturmaktaydı ve bu ilk raundu AKP karşıtı burjuva cephe kaybetmiş, AKP kazanmıştır. AKP’nin aldığı oy (yüzde 43-45) bir önceki yerel seçimlere göre 4-5 puan dolayında artmış, genel seçimlere göre ise 5-6 puan kadar düşmüştür. Seçimin bir genel seçim havasında geçtiği düşünülecek olursa AKP’nin oylarında bir düşme olmuştur olmasına, ama işin asıl siyasi dinamiği ve yürümekte olan burjuva kamplar arasındaki mücadelenin ölçüleri açısından baktığımızda, bu raundu AKP’nin (Erdoğan’ın) kazandığı açıktır. Oldukça geniş bir cephenin, sansasyonel ses kayıtlarının katalizörlüğünde, AKP’nin “artık sonunun geldiğine” dair büyük beklentiler de yaratarak, yüksek perdeden bir kampanya yürütmesine rağmen, AKP ülke genelinde yüzde 43-45’lerin daha aşağısına inmemiştir. Ana rakip olan CHP ise yüzde 30’a bile erişememiştir.
AKP’nin sırrı güçlü bir emekçi alternatifinin olmayışıdır
Örgütsüz emekçi yığınların çoğunluk teşkil eden daha yoksul katmanları esas olarak AKP’ye oy verirken, CHP ise daha ziyade işçi sınıfının daha eğitimli kesimlerinden ve Alevi emekçilerin büyük bölümünden oy almıştır. Ülkenin asıl olarak Batı sahillerinin ve meselâ İstanbul’da da karakteristik biçimde Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Şişli gibi ilçelerin CHP tarafından kazanılmış olması bunu net biçimde göstermektedir. İşçi sınıfının ana çekirdeğini oluşturan kesimlerinin bulunduğu sanayi kentlerinde, sanayi havzalarında CHP pek oy almamakta, AKP ise net biçimde en çok oyu almaktadır.
Hiç kuşkusuz bu seçimlere ilişkin en çok merak konusu olan soru şudur: Emekçi yığınların çoğunluğu ve özellikle daha yoksul kesimleri neden son aylardaki onca sansasyonel yolsuzluk ifşaatlarına, Erdoğan’ın skandal niteliğindeki otoriter tutumlarına rağmen AKP’ye oy vermiştir? Bir yandan Gezi rüzgârı, bir yandan bu yolsuzluk ifşaatları, dahası internet yasakları, bunların medyada ve sanal âlemde estirdiği fırtınalar vs. vs., nasıl olmuş da AKP’nin yüksek oy desteğini kıramamıştır?
Evvela geniş yığınların örgütsüzlüğünü bir kez daha hatırlatalım. Bu en temel veridir. CHP’nin dönüp de bakmadığı, sosyalistlerin önemlice bir kesiminin bile unuttuğu, içinde bir çalışma yürütmekten geri durduğu geniş yoksul ve dindar emekçi kitlelere el uzatan, onların yaşamlarına dokunan ya da en azından böyle bir algı yaratmayı başaran AKP, bu yığınlar içinde en yaygın destek bulan güç durumundadır. Bu kitleler bu seçeneksizlik şartlarında kendi yanı başlarında olduğunu sandıkları ve istikrar unsuru olarak gördükleri seçeneğe yönelmişlerdir. Kitlelerin tercihinin bu anlamda bir mantığı vardır. Bu kitleler kendi bağımsız sınıf çıkarları temelinde bir örgütlülüğe ve dolayısıyla gerçek bir seçeneğe sahip olmadıklarından, kendileri için şimdiye kadar en çok faydayı sağladığını sandıkları burjuva seçeneği tercih etmişlerdir. AKP döneminde bu kitleler, alabildiğine düşen ücretler ve uzayan çalışma saatlerine rağmen, kredi mekanizması (kredi kartları) sayesinde artan borçlanma imkânları ve sağlıktaki bazı reformlar nedeniyle daha önceki dönemlere göre belli bir iyileşme yaşamışlardır. Bu sınırlı bir iyileşme olsa da, bazı yanılsamalar içerse de, ağır bir yoksulluk, ezilmişlik ve horlanma yaşamış bu kitleler, bu güdük iyileşmeleri yaşamsal önemde görmüşlerdir. Kemalizmin horladığı muhafazakâr kitleler AKP döneminde muteber bir kimlik ve özgüven kazanmışlardır. Bu durumda “ya AKP giderse başımıza ne gelir” sorusu temel bir belirleyicilik kazanmıştır. Ya yine eskiye dönülürse? Batılı büyük emperyalist güçlerin ve TÜSİAD’cı büyük sermaye çevrelerinin Gülen hareketiyle birlikte yürüttükleri AKP ve Erdoğan’a yönelik kuşatma harekâtının bu kitlelerde yarattığı algı temel olarak bu olmuştur. Bu da AKP ve Erdoğan etrafında bir kenetlenme doğurmuştur.
Dahası kapitalizmin dünya çapında içinde olduğu genel ekonomik kriz Türkiye’de kitlelerin yaşamında henüz çok büyük bir olumsuz değişim yaratmış değildir. Bu durumda bu yoksul emekçi kesimler, ortada daha iyi ve inandırıcı bir alternatif görmezken “neden atı değiştirelim?” demişlerdir.
AKP yolsuzluklardan aklanmış değildir
Aralarında kendine sosyalist diyenler de dahil olmak üzere tüm “Beyaz Türk”lerin genel değerlendirmesi, yoksul emekçi yığınların “hırsız”a, “yolsuz”a, bu anlamda “ahlâksız”a prim veren “ahlâk yoksunu” bir duruş içinde olduğu yönündedir. Ama gerçekte, kitleler bu iddiaları bir yönüyle fazla inandırıcı bulmadıkları, bunları ortaya getirenlerin niteliğini, bunların getiriliş biçimindeki pis kokuları sezinledikleri için söylenenlere itibar etmemişlerdir.
Yolsuzluk meselesi hiç kuşkusuz önemsiz bir mesele değildir. İşin aslı o geniş yoksul emekçi kitleler bunları genel tarihsel hafızalarının bir yerlerine not etmektedirler. Yarın kriz patlak verdiğinde, kitlesel işten atmalar, ani yoksullaşma vb. gündeme geldiğinde bunlar derhal hatırlanacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Ama geniş yoksul emekçi yığınların somut yaşam koşullarından pek haberi olmayan bulanık kafalı küçük-burjuvalar, somut ana indiğimizde bu kitlelerin nasıl davranacağını görememektedirler. Bu geniş yoksul yığınları ahlâken mahkûm etmeye çalışan bu küçük-burjuva zihniyetliler, ayrıca kendi gözlerindeki merteği de görmek istememektedirler. Kendilerinin tercih diye umut bağladıkları CHP eksenli cepheye oy verenler sanki çok “ahlâki” bir tercih yapmış oluyorlar! Sanki CHP tüm yolsuzluklardan ve diğer pisliklerden azadeymiş gibi! Bunlar 2001 krizinde patlayan yolsuzlukları, bankaların içinin boşaltılmasını ve yaşanan gerçek ahlâki düşkünlükleri unutmuş gibidirler.
Gerçek dünyada örgütlü olanlar kazanır!
Bugünlerde yeis ve öfke içinde sinir krizleri geçirmekte olan “Beyaz Türkler” bu emekçi katmanların dünyasından tümüyle uzak bir hayat sürdükleri için kendilerini bir kez daha boş hayallere kaptırmış ve sükûtu hayale uğramışlardır. Kadıköy-Beşiktaş-Taksim hattında ve internette kendilerine sanal bir dünya kurmuş olanlar, sonunda gerçekler dünyasının acı şamarını bir kez daha tatmışlardır. Aslında bu husus Gezi sürecine bakış konusuna da uzatılabilir. Gezi sürecinin gerçek ağırlığını ve sınıfsal dinamiklerini aslına uygun biçimde değerlendirmeyenler, buradan çok büyük beklentilere kapılmışlardır. Marksist Tutum o günlerden bu yana bu olguya ve asıl yapılması gerekene, yani uzun soluklu, sabırlı proleter sınıf temelli devrimci çalışmaya dikkat çekmiştir. Söz konusu çevrelere bir kez daha hatırlatalım: Sanal dünyada sükse yapanlar değil, gerçek dünyada örgütlü olanlar kazanır!
Aslında bazı açılardan benzer bir durumu olan Gülen hareketi için de aynı şey söz konusudur. Esasen devlet içindeki mevzilerine, medya gücüne ve uluslararası desteğine güvenen bu hareket gizli ses kayıtları vs. üzerinden yürüttüğü kampanyada istediği amaca ulaşamamıştır. Önceden şişirildiği gibi bir oy tabanının olmadığı alenen ortaya çıkmıştır. Gülenciler de yoksul emekçi halk kitleleri içinde yaygın ölçekte örgütlü bir güç değildir. Bu olgu, aynı zamanda AKP ile Gülenciler arasındaki önemli bir farkı da göstermektedir.
Kendine sosyalist diyenlerin bütün bu temel gerçeklerden ders alması gerekir. Kadıköy-Beşiktaş-Taksim hattından ve internetten devrim çıkmayacağı gibi, vasat bir seçim başarısı bile çıkmamaktadır. Kendilerini bu sınırlı dünyaya hapsedenlerin başarı şansı olmayacak ve emekçi kitleler buradan hayır görmeyeceklerdir. Tümüyle AKP’nin gitmesine kendini odaklayanlar bunun için AKP’nin seçim başarısının zemini olan yoksul emekçi halk kesimleri içinde, bıraktık uzun soluklu bir örgütlenme çabasını, anlamlı bir seçim çalışması bile yürütmemişlerdir. Çünkü ne zaten buralarda bulunmakta ne de zihnen buralarla ilgilenmektedirler. Hazin gerçek budur. Temelde CHP’nin peşine takılarak bir sonuç elde edilebileceğini sanmak bir gaflettir. ÖDP’nin İstanbul gibi bir kentte sadece belediye meclis üyeliği için kendine oy istemesi, ama belediye başkanlığında açık bir adres göstermemesinin anlamını aklı olan herkes bilir. Bu, bağırarak olmasa da CHP’yi desteklemektir. Daha bağımsız bir konumu varmış gibi bir tablo çizmeye çalışan TKP’nin üye ve taraftarlarının da büyük ölçüde CHP’ye oy verdiğini kendi liderleri bile satır arasında itiraf etmektedir. Örnekleri arttırmaya gerek yoktur, küçük-burjuva sosyalist solun büyük bölümü doğrudan ya da dolaylı olarak CHP’nin arkasına geçmiştir.
Kürt hareketi açısından da kısa bir değerlendirme yapacak olursak: Kürt hareketi Kürdistan’da gücünü ve etkisini arttırmıştır. Daha önce 8 il ve 50 ilçede belediyelere sahip olan Kürt hareketi bunu 10 il ve 67 ilçeye çıkarmıştır. Kürt hareketinin asıl hedefleri açısından bu bir başarıdır. Kürt illerinde yerel yönetimler düzeyinde güçlenerek “demokratik özerklik” olarak formüle edilen projenin fiiliyatta ilerletilmesi açısından kazanımlar elde edilmiştir. Ancak toplam oy oranı açısından büyük bir atılım gerçekleşmemiştir. Öte yandan Türkiye’nin batısında HDP pek başarılı bir sonuç alamamıştır. Bunun sebepleri üzerinde önümüzdeki dönemde tartışmalar olacaktır kuşkusuz. Ancak biz şimdilik birkaç noktayı vurgulayalım. HDP’deki genel eğilim de ne yazık ki Gezi “ruhunu” abartan bir tutuma ve buradan üretilen beklentilere kaymıştır. Erdoğan’ın Kürt hareketini genel olarak belli bir bekleme durumunda tutmayı başarması ve HDP’deki genel eğilimi oluşturan çevrelerin de ciddi bir seçim çalışması yapmaması ayrıca sıralanması gereken faktörlerdir. HDP içindeki sosyalist çevrelerin belli bir bölümünün tabanının bile CHP’ye meylettiği bir sır değildir.
Burjuva kutuplaştırmayı boşa çıkaralım!
Seçimden çıkan sonuçlar değerlendirilirken üzerinde durulması gereken son bir nokta, seçim gününe ve hatta sonrasına kadar devam eden gerilim ve kutuplaştırma konusudur. Seçim sona erdiği için bu gerilim sona ermemiştir, ermeyecektir. Kimse “maç bitti, herkes sonuca razı olsun” diyemeyeceği gibi, yaşanan süreç de seçimlerden ibaret değildir. 2014 yerel seçimleri daha büyük ölçekli bir kapışmanın sadece bir sahası, bir raundu idi. Somut olarak önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim gibi rauntlar vardır. Daha önceki tahlillerimizde açıkladığımız gibi, başta ABD olmak üzere Batılı büyük emperyalist güçlerin de dahil olduğu büyük bir kapışma vardır ve bu güçler CHP, TÜSİAD ve Gülen hareketi ile birlikte Erdoğan’ı ve onunla birlikte AKP’nin son yıllarda uluslararası planda izlemekte olduğu politikaları tasfiye etmek istemektedirler. İşin özü ve genel çerçevesi budur. Küresel finans-kapitalin ana yayın organlarından Financial Times’daki seçim sonrası değerlendirmenin spot mesajının “Erdoğan muharebeyi kazandı, savaşı değil” olması boşuna değildir. Gerilim hem Erdoğan’ı götürmek isteyen burjuva güçlerin bu çabalarına son vermeyecek olmaları açısından, hem de Erdoğan’ın savunma stratejisi ve dahası cumhurbaşkanlığı ile ilgili hesapları açısından devam edecektir. Daha da ötesi büyük emperyalist güçler arasındaki küresel hegemonya mücadelesinin yeni ataklarının söz konusu olduğu bir evreden geçilirken, yukarıda Ukrayna ve Kırım sorunları aşağıda Suriye’deki durum yeni gerilimler üretmektedir. Son çıkan bir ses kaydı, ki hükümet dolaylı olarak teyit etmiştir, hükümetin Suriye’de nasıl kirli tertipler peşinde olduğunu alenen ortaya koymuştur. Bu kayıtlarda hükümetin kendini kurtarmak için bir savaş çıkarmaya bile soyunabileceği ifşa olmuştur. Yoksul emekçi çocuklarının kanları pahasına oynanan bir kirli oyun söz konusudur. Kaldı ki sadece hükümet değil, büyük emperyalist güçlerin ve diğer bölge güçlerinin içinde cirit attığı El-Kaide gibi şebekelerin de her iki yönlü taşeron olarak kullanıldığı başka tezgâhlar da pekâlâ söz konusu olabilir.
O nedenle burjuva kutuplaştırmanın dışına çıkarak her iki burjuva cepheyi de net biçimde hedefe koyan bağımsız işçi sınıfı siyasi hattını geliştirip büyütmek daha da büyük bir önem kazanmıştır. AKP’yi sandıkta alt edemeyen burjuva kesimlerin onu başka yollarla devirme çabaları, Erdoğan ve taifesininin mağdur rolünü oynamasını kolaylaştırmakta ve bunlar “dik duran kahramanlar” olarak prim toplamaya devam etmektedirler. AKP karşıtı burjuvazinin manipülasyonları, tezgâhları, dönüp dolaşıp işçi sınıfının devrimci mücadelesini vurma tehlikesi taşımaktadır. Erdoğan ve AKP’yi asıl götürmesi gereken işçi sınıfının mücadelesi olmalıdır. Bunun için de, hâlâ AKP’nin kontrolünde olan işçi sınıfının asıl geniş katmanlarının bulunduğu alanlarda sağlam bir örgütlenme çalışması yürütülmelidir. Bundan kaçıldıkça, AKP ya da Erdoğan’ın gitmesi zor olduğu gibi, gitse bile işçi sınıfı açısından temelde değişen çok şey olmayacaktır.
Bu bakımdan önümüzdeki 1 Mayıs süreci hem işçi sınıfı mücadelesinin ilerletilmesi hem de çeşitli tehlikelere karşı uyanık olunması bakımından büyük önem taşımaktadır. CHP-MHP-TÜSİAD ve Batılı emperyalist güruh ile AKP arasındaki burjuva kapışmada, işçi-emekçi kitlelerin bunlardan birinin payandası durumuna düşürülmesine asla izin verilmemelidir.
İşçi sınıfının gerçek sorunlarını ön plana çıkaran, burjuva kutuplaştırmaya ve tertiplere dayalı siyasete prim vermeyen, işçi sınıfının burjuva kutuplardan bağımsız sınıf hattını ve kimliğini net biçimde vurgulayan, işçileri bu iki burjuva kutuptan söküp kurtarmaya dönük, ezilen Kürt halkının mücadelesine sahip çıkan, emperyalist savaşlara ve tertiplere, savaş kışkırtıcılığına karşı ses yükselten bir duruşa ihtiyaç vardır. Meydan tartışmalarına, ikameciliğe, kendi ruhunu tatmine hapsolmayan, tüm ülkede birleşik, kitlesel, örgütlü, coşkulu 1 Mayıs mitinglerinin örgütlenmesine odaklanan bir duruşa ihtiyaç vardır. İşte bu bilinçle 1 Mayıs’ta mücadele bayrağını yükseltelim!
Nisan 2014, no:109
http://marksisttutum.org/isci_sinifi_acisindan_2014_yerel_secimleri.htm
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/sigar-mi-sigmaz-mi-90746
Muhalefet neden kaybediyor biliyor musunuz?
Kadir SARIKAYA
Siyasi terminolojiyi bir tarafa bırakalım. ‘Reel politik’ ıstılahını en iyi Markar Esayan kullanıyor, işinin ehli odur. Bana düşmez. Biz de kendi meşrebimizce anlatalım, hâlâ ‘anlamamakta’ ısrar eden o ‘ısrarcı’ kafalara…
CHP ve sair muhalefet partileri niçin beceremiyor, Ak Parti her seferinde nasıl oluyor da oylarını artırıyor? Üstelik her gelişi, bir öncekinden daha büyük oluyor?
“Yüzde 35′i geçemez, göreceksiniz, CHP birinci olacak, bu defa halk Ak Parti’ye nanik yapacak” diye anlı şanlı diskur çekenler seçim sonrasında (mutat olduğu üzere) ortalıkta gözükmüyorlar. Şimdi ismini zikretmeyeyim, bilinen bir tanesi herhalde evinde duvarları yumrukluyordur.
Hazmedenler, kaybedişin sebeplerini sayıp dökenler, isyan edenler, alet olanlar, itiraz edenler, inkâr edenler, kabul edenler, etmeyenlerle bütün bir muhalefet şaşkınlıktan ne halt edeceğini bilemiyor.
‘Oylar çalınıyormuş’
‘Trafolara kediler giriyormuş’
‘Tutanaklara oylar farklı kaydediliyormuş’
Eskiler şahane demiş; Kabahatten kaftan biçmişler, hiç kimse giymemiş.
Problem Ak Parti’ye, CHP’ye ya da MHP’ye oy verenlerde değildi, hiçbir zaman da olmadı. Bu millete ‘hangi partiye oy vereceğini’ söyleme küstahlığına kalkıştınız! Bu küstahlığa mukabil alacağınız cevabın ne olacağı, 30 Mart Yerel Seçimleri’nden çok önce belliydi.
Gördüğünüz hayalleri halka gerçek gibi satmaya kalktınız, elinizde patladı. Şimti o tapon hayallerinizi satın alacak bir Allahın kulunu bulamayacaksınız!
Atatürk tarafından yüzellilikler listesine dahil edilerek sürgün edilmiş politikacılarımızdan feylesof Rıza Tevfik ‘Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz’ derken, bugünkü muhalefeti görmüşcesine söylemiş, ferasetine hayran olmamak elde değil.
Muhalefet neden kaybetti? Bizim başımız kel mi? Birkaç madde de biz sıralayalım;
Taraflı anket firmalarının göz boyamalarına aldandınız.
Halkın öyle tapeyle mapeyle işi olmayacağını, neticeye bakacağını hiçbir zaman hesap etmediniz.
CHP her şey olmaya çalıştı da bir adının ortasındaki ‘Halkçı’ parti olmayı beceremedi. ‘Halkçı’ takılırlarken bile ‘halka’ en uzak parti olmayı tercih eden de yine kendileri oldu. Kendi düşen ağlar mıydı?
CHP seçmeninin bir kısmı akıllanmıştı. Makarna, bulgur, kömür edebiyatından vazgeçmişlerdi. Aziz Nesin geyiklerini bırakmış, AK Parti seçmenini anlama çabalarına girişmişlerdi. Başarısız oldular. Çünkü bunu yaparken bile yüksek perdeden konuşmaya devam ettiler. Örneğin: ‘Şekerim bunlara doğruları anlatmak lâzım. Ne yapsınlar, bilinçsiz oldukları için oy veriyorlar!’ Hayır mademoiselleler/mon cherler; bilâkis, Ak Parti seçmeni; bilerek, isteyerek, kasten vurdu mühürlerini Ak Parti ambleminin üzerine. Anlayamadınız gitti şunu…
Kaybetmelerinin ‘siyasi’ sebeplerini merak ediyorlarsa 1923 senesini ‘bidayet telâkki edip’ günümüze kadar gelecekler, zahmet olmazsa. (Marmaray’a binerek gelsinler, öbür türlü vapuru bekle, in, bin zaman kaybı)
‘Biz ne yaptık, karşılığında halk bize ne verdi?’ sorgulamasını yapmalıdır muhalefet. 1946′daki ‘hileli’ seçimlerde DP’ye oy veren Anadolulu seçmenin sırtına binilip eşek gibi anırtıldığından şimdiki Y kuşağının haberi var mıdır? Sanmam. Yürümeye başladıklarında ilk gördükleri başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı çünkü. Her şeyden önce şöyle iyi bir yakın tarih okuması yapmaları lâzım. Hayır, Can Dündar’ı retweet etmek yetmiyor…
Rıza Nur’u, Ahmet Cemil Ertunç’u, Kâzım Karabekir’i, Samet Ağaoğlu’nu, Mahir İz’i, Rıza Tevfik’i okumalılar. Bakın bu saydığım isimleri kaç CHP’li biliyor? Tevellüdü yetenler biliyorlardır da, peki ya Y kuşağı?
Y kuşağı yabancı dizileri izlemeyi iyi biliyor, pesimist rock gruplarının şarkı sözlerini ezberlemeyi iyi biliyor, Twitter’da ‘tweet’ kasmayı, sözlüklerde ahkâm kesmeyi, Foursquare’de ‘check in’ yapmayı iyi biliyor. Bunları küçümsemiyorum. Çağın gerekleridir. Ben de birçoğunu yapıyorum, devir icabı yapmak zorundayım. Gerçeklere gözümü kapatamam, güneşin ziyasını inkâr edemem, o sözü geçen Y kuşağının içindeyim çünkü!
Son günlerin moda tabiriyle tatavayı bırakayım da, muhalefetin kaybediş öyküsünün destanını yazmaya devam edeyim;
Siz, bildiklerinizin size yettiği zebabıyla, şişim şişim şişinirken; yok saydıklarınız, ötekileştirdikleriniz, ittikleriniz, köylü, kaba, cahil, nobran, ayı, andavallı dedikleriniz kendilerini geliştirdiler, entelektüel kapasitelerini artırdılar, bir değil, iki, hatta üç yabancı dil öğrendiler, yalnızca yerel değil, dış basını da takip eder hale geldiler. İyi okudular, iyi çalıştılar, iyi mevkiilere geldiler ve başardılar. Siz ise yerinizde saydınız, yok saydıklarınız da size tur bindirdi. Var mı itirazı olan?
Yoksa o sırada siz aranızda para toplayıp The New York Times’a ilân vermekle mi meşguldünüz? Ya da Sarıgül’ün esip gürlemelerini mi dinliyordunuz? Yok yok, Atatürk’ün Nutuk adındaki siyasi günlüğünü okuyordunuz galiba? (Nutuk’u kutsal kitap zannedenlere acil şifalar. Siyasi günlüktür, okuması da zevklidir. Tavsiye ederim.)
Onu da ancak tercüme edilmiş haliyle okuyabilirlerdi gerçi. Birilerinin zoruna gidecek olsa da Atatürk bir zamanlar Osmanlı subayıydı ve Osmanlı Türkçesine hakimiyeti de mükemmeldi!
Osmanlı Türkçesini Arap harfleriyle okumayı öğrenip tarihini Hammer’den, Lamartine’den değil de Ahmet Cevdet Paşa’dan, Aşıkpaşazade’den kıraat etmeye çalışıyor bugün birçok genç, haberiniz var mı? Yoktur. Nasıl olsun ki?
Turgut Özakman vardı, o da size yetiyordu. Fazlasına gerek yoktu. Kalemi en güçlü muhalif yazarınız da Yılmaz Özdil olunca…
Kazanmanız zaten mucizeydi.
Kaybetmeniz mukadder oldu.
Bir sebep daha var, söylemezsem olmaz. Vicdanım beni rahatsız eder. Yıllarca düşmanlık ettiğiniz o malum güruhla ittifak yapmanızın millet nezdinde mide bulandırıcı karşılandığını bilmiyorum söylesem mi?
Artık söylemiş bulundum. Şarkıda dediği gibi: sözlerimi geri alamam!
http://birazdabenkonusayim.wordpress.com/2014/04/05/muhalefet-neden-kaybediyor-biliyor-musunuz/
Almanya’daki Alevilerden yanıt: Erdoğan nezdinde terfi ettik
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck’u eleştirirken sarf ettiği, “Almanya’da Ali’siz Alevilik denilen bir olay var. Yani ateist bir anlayışın, zihniyetin, Alevilik kisvesi altında ve kendilerinin de desteklediği bir yapı var. Sen bu yapıyı Alevilik olarak bize yansıtıyorsun” sözlerine, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ve Almanya Alevi Federasyonu’ndan tepki geldi.
Türkiye kökenli Aleviler Avrupa’nın 14 ülkesinde dini cemaat olarak kurdukları cemevi ve kültür merkezlerinde dini inançlarını yerine getiriyor.
14 ülkede toplam 253 cemevi ve kültür merkezine sahip Aleviler, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) çatısı altında cemaat olarak birleşiyor. Almanya’da ise 147 cemevi ve kültür merkezine sahip Alevi cemaati, Bremen, Hamburg ve Aşağı saksonya eyaletlerinde ise eyalet hükümetleriyle devlet sözleşmesi yaparak tıpkı Hıristiyan ve Musevi cemaatleri gibi dini inançlarını anayasal güvence altına aldı.
Üç eyalette Sünni inanca mensup Müslümanların da devlet sözleşmesi bulunuyor.
ALEVİ İNANCI DERSİ
Almanya’da ilkokullarda Alevi inanç dersleri de okutuluyor. 2002 yılında Berlin’de başlayan okullardaki Alevi inanç dersleri ülke genelinde yapılıyor.
AABK Başkan Turgut Öker, “Alman Anayasa’nın 7. maddesinin 3. bendine uygun olarak okullarda inancımız ders olarak diğer inançlar gibi okutuluyor. Hamburg, Bremen ve Aşağı Saksonya’da dini cemaat olarak devlet sözleşmesi imzaladık. Bu sözleşmeyle Hıristiyan ve Musevi inancı hangi haklara sahipse biz de aynı hakları kazandık. Dini bayramlarımızda çocuklarımız okula gitmiyor örneğin bu okullarda. Almanya bizi dini inanç olarak görüyor. Tıpkı Hıristiyanlığı ve Museviliği gördüğü gibi. Bize hiçbir imtiyaz tanınmıyor. Sadece Anayasa’dan doğan haklarımızın kullanılması sağlanıyor. Devlet kendi yükümlüğünü yerine getiriyor. Türkiye’de devlet bize karşı olan yükümlülüğünü yerine getirmediği için buradaki haklarımız imtiyazmış gibi algılanıyor” dedi.
ERDOĞAN NEZDİNDE TERFİ
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini “Ali’siz Alevi” olarak suçlamasına ilişkin ise Öker, “Eskiden ahlaksız olmakla suçlanırdık. Anne ve bacı tanımaz olmakla itham ederlerdi. Bize zındık, kafir derlerdi. Alevilerin malı helaldir denilip gasp edilirdi. Şimdi ise Tayyip Erdoğan ‘Ali’siz ateist’ diyor. Aslında biz Tayyip Erdoğan nezdinde bir bakıma terfi ettik. En azından ahlaksız olmakla suçlanmıyoruz. Erdoğan, Almanya’nın yerine getirdiği hükümlükleri eleştirmek yerine Alevilere hakları olan inanç özgürlüğünü tanımalı. Almanya’da biz kollanmıyoruz, sadece anayasal haklarımızı kullanıyoruz. Erdoğan bunu sindiremiyor” dedi.
BÖLMEK İSTİYORLAR
Almanya Alevi Federasyonu Başkanı Hüseyin Mat ise Alevilerin Almanya’da çok güçlü bir örgütlenmesi bulunduğunu ve yüzbinleri aşkın üyesi olduğunu hatırlatarak, “Bize ateist demekle Alevileri bölmek istiyorlar. Birlikteliğimizi parçalamak istiyorlar. Alevi temsilcileri tıpkı Hıristiyan ve Yahudi temsilcileri gibi protokolde en ön sırada yer alıyorlar. 21 Mart’ta Berlin Cemevi’ni ziyaret eden Cumhurbaşkanı Gauck’a inancımızı anlattık. Semaha katıldı. Bizlerin ettiği duaların içeriğini öğrenince kendi inançlarından çok farklı olmadığını söyledi. Alevi inancı Almanya’da 20 yıldan beri kabul görüyor. Gauck’dan önceki cumhurbaşkanları da inancımıza saygı gösteriyordu” dedi.
ERDOĞAN: ALMANYA ATEİST ALEVİLİĞİ DESTEKLİYOR
Ak Parti grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan, Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’un ÖDTÜ’de yaptığı açıklamaları şu sözlerle eleştirmişti:
Almanya’da Ali’siz Alevilik denen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, Alevilik kisvesi altında, kendilerinin de desteklemiş olduğu bir yapı var, bunu bize yansıtıyorsun. Türkiye’de böyle bir alevi yok dedik. Almanya’daki bir kısım, avuç içi bir grup var, hem destekliyor almanlar, bunu da konuşacağım kendileriyle. Onların diliyle gelip burada konuşuyorlar. Bu yakışmaz. Kendisiyle yaklaşık iki saat baş başa olduk. O yemekte bunları açık açık konuştuk. İşin asıl sahibi biziz. Kendisine somut örnekler verdik. Almanya’da sana anlatılanları gider orada konuşursan, güçlü bir hükümetsiniz neden korkuyorsun, korkumuz yok dedik.
ateizm kötü bir şey mi ki ateist yapılar öcü gibi gösterilmiş, hani saygı? hani düşünce özgürlüğü?
“Autoritair en corrupt, maar mateloos populair; hoe doet Erdogan dat?”
Mehmet YILDIZ
Yerel seçimlerden sonra Tayyip Erdoğan, AKP Hükümeti ve Sünni (Türk ve Kürt) seçmen kitlesi hakkında bir yazı yazma isteğiyle, “Anlamsız bir iş yapma. Yüz binlerce yazı yazıldı. Yazılar bir şeye yaramıyor” şeklinde özetlenebilecek olan içten gelen ikinci bir sese kulak verme eğilimi arasında gidip geliyorum.
Seçimlerden bir gün sonra de Volkskrant’taIrine de Zwaan’ın yukarıdaki başlıklı haber-yorum yazısını okudum. Yazının içeriğinden ziyade başlığını çok beğendim. Çok kompakt, “to thepoint” bir başlık. Söz konusu fenomen mükemmel bir biçimde tarif edilmiş:“Otoriter,yiyici, rüşvetçi, ahlaksız, yozlaşmış, bozulmuş ama aşırı derecede popüler; Erdoğan bunu nasıl beceriyor?”
Hollandalı gazeteci bunu Türkiye muhabiri arkadaşı Arjen van der Ziel’esormuş. Ziel’egöre Erdoğan’ın inanılmaz popülerliği şundan:
1. Erdoğan dindar, muhafazakar büyük bir seçmen kitlesinin temsilcisidir. Sekülerelitist grup sıkışınca orduyu göreve, yani hükümete doğrudan müdahale etmeye çağırıyor. Erdoğan’ın seçmeni bu kesim tarafından patronize edilmek istenmiyor.
2. Erdoğan taşrayla daha yakın bağlar kuruyor.
3. Ekonomik refah var.
4. Erdoğan “Tapeler şantaj” dedi seçmeni inandı. Avrupa’da hükümetlerin devrilmesini doğuracak yolsuzlukların Türkiye’de bir etkisi olmadı. Türkiye’de başka yasalar geçerli. (31.04.2014 tarihli de Volkskrant)
Batılı gazetelerde yapılan değerlendirmeler aşağı yukarı böyle: “Otoriter, yiyici, rüşvetçi, ahlaksız, yozlaşmış, bozulmuş ama aşırı derecede popüler; Erdoğan bunu nasıl beceriyor?”
“Türkiye’de başka yasalar geçerli.” Yazının en önemli cümlesi bu. Ne yazık ki bu çerçevede başka bir açıklama da yapılmamış. Ne demek başka yasalar geçerli?
Sünni (Türk ve Kürt) seçmen kitlesi Batı Avrupa seçmeninden 2500 yıl geridedir. Antik Yunan vatandaşları İsa’dan 500 sene önce “reason” denilen biyolojik kapasitelerini optimal biçimde kullanarak dünyayı, evreni, insanı, toplumu objektif bir biçimde anlamaya, açıklamaya çalıştılar. Bugünkü bilim, felsefe, demokrasi bu medeniyetin bir ürünüdür. Sünni Türk ve Kürt toplumu başka bir medeniyete, “İslam medeniyeti” denilen tarihsel-kültürel bir akıma aittir. Osmanlı İmparatorluğu dönemi hariç bu medeniyetin çeper bölgelerinde yer almıştır. Katkısı dini saha ile sınırlı kalmıştır.
Osmanlı döneminde reason, felsefe, bilim, hukuk, edebiyat yoktu. Cumhuriyet Batıdaki ırkçılığı ve faşizmi medeniyet olarak yutturmaya çalıştı. Üstelik dil (Osmanlıca) ve tasavvuf da güme gitti. Çorak Ankara’da TDK aracılığıyla baştan sona ırkçılık kokan, ilkel, ahenksiz, tarihsiz, köksüz, etimolojisiz suni bir dil yaratıldı. Bu dilde yazı yazmaya çalışırken bile zengin ve medeni bir dünyayı arkada bıraktığınız hissine kapılıyorsunuz. Gönüllü olarak gidip 1981 yılındaki Selimiye Kışlası eğitim çavuşunun grubuna dahil oluyorsunuz.
İslam medeniyetinde peygamber öncülüğünde ganimet savaşları yapıldığına göre, AKP seçmeni Erdoğan’ın milyarlarını niye meşru görmesin ki? Seçmenin, Erdoğan’ın oğlu Bilal’e milyarları saklama talimatını verirken telefonda kısık sesle konuşmaya zorlayanları suçlaması doğaldır. İslam medeniyeti farklı bir medeniyettir. Anadolu’daki tüm Hıristiyan halkların kökünü getirdiler. Yağma, talan olmasaydı bu ülke olmazdı.
http://www.duzceyerelhaber.com/mehmet-yildiz/24688-autoritair-en-corruptmaar-mateloos-populair-hoe-doet-erdogan-dat
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/turkiye-sisiyor-92212
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ender-helvacioglu/fisir-fisir-fisir-92512