Orhan Pamuk Olayından Hareketle: Mutlak Özgürlükten Yana Değilseniz…
Gençlik dönemlerimizde özgürlüğe sınıf meselesi kadar önem verilmezdi. Elbette arkamızda koca bir Komintern geleneği vardı ve onun omuz başımızdan süfle ettiklerine kulak veriyorduk. Örneğin, “burjuvalara özgürlük tanınmaz” diyorduk. Ya da biraz daha inceltilmiş bir biçimde “özgürlük burjuvazinin işine yarayacak bir şekilde kullanılmamalıdır” diyorduk. “Onlar bize özgürlük tanıyor mu, elbette biz de onlara tanımayız” diyorduk. Üstelik bu “burjuvazi” deyimi tehlikeli bir şekilde genişliyordu. Herkes keyfi bir şekilde soldaki herhangi bir karşıtını “burjuva”, “küçük burjuva” (burjuvazinin “küçülmesi” de onu kurtarmıyordu) ya da “burjuva düşüncesinin takipçisi” diye niteleyebiliyordu. Eh tabii ki, siz de “burjuva” olunca özgürlükten yoksun kılınmayı hak etmiş oluyordunuz. Bu keyfilik giderek kuralsız bir zorbalığa da kapı aralıyordu.
Örneğin, 1970 yılının başındaki Beyaz Aydınlık-Kırmızı Aydınlık bölünmesi sırasında DTCF Fikir Kulübü’nde çoğunluğu ele geçiren Kırmızı Aydınlıkçılar, bir Fikir Kulübü toplantısında biz Beyaz Aydınlıkçıları alelusül bir oylamayla Fikir Kulübü’nden atmaya kalkıştılar. Biz bunun tüzüğe aykırı olduğunu, bir üyenin ancak disiplin kurulu kararıyla atılabileceğini söylediğimizde de “bu tür burjuva kuralları” bizi bağlamaz dediler ve bizi oracıkta oylama yoluyla attılar. Eh ne de olsa biz o sırada “burjuvazinin” ya da daha güncel bir deyimle “emperyalizmin 5. Kolu”yduk, dolayısıyla bize özgürlük tanınamazdı. Bırakın özgürlüğü, işlemlerin kurallara göre yapılmasını istemek bile “emperyalizme” hizmetti.
Bu saçma sapan akıl yürütme ve “proletarya diktatörlüğü”nün bu iyice gemi azıya almış keyfi hali, 1980’lerden sonra bir ölçüde kırılır gibi oldu. Bunun kırılır gibi olmasının nedeni, bazı solcularımızın iddia ettiği gibi, 1980 cuntasının sola saldırısından cesaret alan liberalizmin canlanması değildi. Bunun tek nedeni, cunta tarafından en basit özgürlükleri bile gasp edilen, ağır baskıya maruz kalan ve tanık olan soldaki insanların sonunda özgürlüğün değerini kavramaya başlamalarıydı. Bunu gören sol örgütler de kendilerini belli ölçüde bu eğilime uydurma gereği duydular ve örgütlerinde bazı özgürlükçü ayarlamalara gittiler. Fakat ne yazık ki, bu tür şeyler sadece örgütsel fırsatçılığın ve koşullara uyum sağlama örgütsel güdülerinin ürünüydü. Sol ve sol örgütler, özgürlüğün gerçek değerini kavrayan temel bir paradigma değişimine gitmediler ve genlerinde bulunan komintern alışkanlıkları zaman içinde yeniden baskın çıktı.
Özgürlüğün ölçütü bol bol özgürlük lafları etmek değildir. Bunun tek ölçütü bizzat kendinizin eleştirilmesine ne kadar özgürlük tanıdığınızdır. İngiltere’de bulunduğum yıllarda, bundan yaklaşık on yıl kadar önce, bugünkü MKP (Maoist Komünist Partisi) taraftarı arkadaşlar beni ziyaret ettiler ve Devrimci Demokrat adlı dergilerinde yazmamı istediler. “Yazarım ama basmazsınız” dedim. “Basarız” diye ısrar ettiler, artık eski tutumlarından uzaklaştıklarını ve “aydın”ların farklı fikirlerine yer vermek istediklerini de eklediler. “Tamam” dedim, “denemesi bedava. Yazdığım ilk yazıyı basarsanız, yazmaya devam ederim.” Yazdığım ilk yazı, derginin adı olan “Devrimci demokrat” adının eleştirisiydi. Tahmin ettiğim gibi yazıyı basmadılar, neden basmadıklarını açıklayan bir mesaj bile göndermediler. Bundan sonraki yıllarda da çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde sansüre maruz kaldım. Üzülerek belirteyim ki, günlük basın içinde kendime en yakın bulduğum Birgün gazetesi de buna dâhildir.
Kişisel sitem olan Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com) sitesinde mutlak özgürlükçü bir yönelimi beş yılı aşkın bir zamandır uygulamaya koymaya çalışıyorum. Siteye gönderilen her yazı ve görüşü onaylıyorum. Mehmet Şevket Eygi’den “Cephe Milisleri”nin duyurularına kadar. Şahsen beni ağır bir şekilde eleştiren bütün yorumları da (eğer içlerinde küfür yoksa) öyle. Aleyhimde çıkan yazıları da yine bu başlıklı bir kategori altında yayınlıyorum. Sanırım gerçek özgürlükçü tutuma uygun davranıyorum. Muhtemelen benim gibi davranan az sayıda başka siteler de vardır. Ama ne yazık ki, genelde de, solun özelinde de gerçek özgürlükçülük azınlıktadır. Azınlık bile olsak bu yolda sebat etmenin birçok insana çok şeyi kavrattığını düşünüyorum.
Aslında bu yazıyı yazmama sebep olan olay, Orhan Pamuk’un Boğaziçi Üniversite’nde konuşturulmamasıdır. Olayın ayrıntılarına girmek istemiyorum ama bir yazarın konuşmasının sol adına engellenmesi utanç verici bir eylemdir, bu kadarını söyleyeyim. Her şey bir yana, bir insanı konuşturmazsanız onun yanlış bulduğunuz fikirlerinin neler olduğunun öğrenilmesini de engellemiş olursunuz. Yanlışı bastıran aslında kendi doğrusunu da bastırmış olur. Doğru fikirlerin gelişmesinin önüne kendi eliyle bent çekmiş olur. Ondan sonra istediği kadar Orhan Pamuk’u eleştirmeye kalksın. Karşıtını yok eden kendini de yok etmiş olur.
Üstelik Orhan Pamuk örneğinde şunu da ilaveten söylemekte fayda var: Orhan Pamuk’un kendini ifade etmesi için birçok olanağı var. Bu durumda karşıtınızı değil, sadece kendinizi yok etmiş oluyorsunuz.
Özgürlüğün değerini bilmeyen, aklın da değerini bilmez.
Gün Zileli
25 Aralık 2014
Özgürlüğü tali değil temel mesele edinen kaç örgüt, kaç yazar vardı Türkiye tarihinde, diye düşündüm yazıyı okurken. Aklıma pek isim gelmedi. Uzun süre boyunca birkaç şair, galiba o kadar… Ayrıca bir de orantı diye bir şey var: Orhan Pamuk’u konuşturmuyorsak mesela bir Osmanlıcıyı, bir muhafazakarı veya bir Amerika yanlısını ne yapacağız, iktidara geldiğimizde? Hapse mi atacağız, sürgüne mi göndereceğiz, Atatürk’ün muhaliflerine yaptığı gibi “Evinde otur ama sesini çıkarma” mı diyeceğiz? Hepsi de utanç verici değil mi?
İşin daha da acı tarafı bunlar iktidara geldiklerinde senin sözünü ettiklerin iktidarla iyi geçinip bir şekilde özgürlüklerini koruyacaklar. en fazla ezilenler yine devrimciler olacak. Sovyetler Birliği’nde böyle oldu.
Menşevik Vişinski savcı olup tüm devrimcileri ölüme gönderdi.
Tabii ki menşevik önderler de kovuşturuldu ama onlar erken bir aşamada hiç değilse kendilerini yurt dışına atıp canlarını kurtardılar.
“Eğer ifade özgürlüğüne inanıyorsanız, beğenmediğiniz görüşler için ifade özgürlüğüne inanıyorsunuzdur. Göbels beğendiği görüşler için ifade özgürlüğünden yanaydı. Stalin de öyle. Eğer ifade özgürlüğünden yanaysanız, bu tam da nefret ettiğiniz görüşler için ifade özgürlüğünden yanasınız demektir”
Noam Chomsky
Chomsky’nin dillendirdiği ilke sağlam ama pratikte toplum içerisinde uygulanması basit bir mesele değil. Bir kere imkan eşitsizliği var. Örneğin AKP’li bir bakan istediği neredeyse her yerde konuşabilirken biz her yerde bastırılıyoruz. Bizim gücümüz olan yere geldiğinde olur da engelleyebilirsek bu ifada özgürlüğünü yok ettiğimiz anlamına mı gelir? Veya gunzileli.com veya herhangi bir sitesinde her türlü görüşe yer verilmezse bu ifade özgürlüğünün engellendiği anlamına gelmez. Kimse kendi çizgisine tamamen zıt, ırkçı, gerici türden düşüncelere platform vermek zorunda değil. Veya faşist veya dincilerin okullarda afişlerini yırtardım, yanlış mı? Emin değilim.
Düşünce özgürlüğünü soyut bir ilke olarak savunmak istemek sürekli olarak pratik hayattaki somut koşullar ve güç dengeleri içinde zorluklar çıkarıyor. Burjuvazinin elinde maddi çok fazla olanak var, proletaryanın elinde ise sayısal çoğunluk ve son tahlilde şiddet kapasitesi var. Dolayısıyla güruh gücü ile eylemek bir bakıma hep pratik bir seçeneği oluyor.
Bu konuyu tam olarak çözebilmiş değilim bunca yıldır aklıma takılsa da.
Komintern gelenegini elestiren sol-komunist bir siyasi cizgiyi savunan biri olarak soyluyorum bunu; masallah tarihsel referanslariniz konusunda da cok ozgur davranmissiniz her zamanki gibi. Yav bir kere de okuyarak referans verin yalan dolan kullanmayin ayiptir. Ne zaman ozgurluk burjuvadir dedir yahu komintern?
Proletarya diktatorlugu kavraminda burjuvazinin “siyasi” haklari (bir sinif olarak birey olarak degil) ellerinden alinir. Yonetme ozgurlugu yani. Elbette bundan fazlasi oldu Rusya’da biliyoruz. Ama bu “kominternin suflesi” falan degil. Tersine komintern icinde kimi komunistler, hatta rusya’da bazi bolsevikler sinirsiz basin ozgurlugunu savundular.
Bakiniz: G. I. Miasnikov
Artik su soguk savastan ciksak sene 2014 oldu.
Protesto’da bir özgürlük değil mi… Protestonun, örneğini verdiğiniz dayatmacı örneklerle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Gündüz Vassaf istifa ettiyse anlatılmak istenen kısmen anlatılabilmiş demektir. Türkiye solunun otoriter ve tahammülsüz kimliği bir yana, bu hallerine göstereceğimiz tepkinin ölçüsüzlüğü bizi liberal sulara bırakmaz mı.
Özgürlük kavramı ne kadar genel ve geniş tutulursa o oranda içeriksizleşir. Gün Zileli’de bunu yapmış. Mutlak ve soyut.. Somut bağlamda bu görüşlerin bir geçerliliği yok..
liberalleri çok mu özgürlükçü görüyorsunuz? Hiç de öyle değil. Özgürlüğü mutlak anlamıyla devrimciler savunur. Çünkü özgürlüksüz devrim sadece karşıdevrimdir
Chomsmy’e tamamen katılıyorum.
Ben ise DTCF Fikir kulübü başkanıyken tersini yapmıştım. Mücadelemizin sonucunda fikir kulübüne pano aldık. Sosyal Demokratlar da biezi örnek gösterek aldılar. ülkücüler mağdur durumda kaldı. Bana gelip, bizim için de al dediler. Dekana çkıp onlar için de pano istedim. Dekan biraz şaşırdı ama onlara da pano verdi. Panoyu alır almaz panolarından malum anti-komünist propagandaya giriştiler. Hiç rahatsız olmadık. kendi panomuzdan onyara cevap verdik. son derece büyük bir fikri üstünlüğümüz vardı. ama fikir kulübünden bazı işgüzarlar günün birinde saldırıp ülkücülerin panosunu indirdiler ve onları dövüp okulun dışına attılar. o zamana kadar 20-30 kişi olan ülkücüler bu olaydan sonra hızla güçlendiler. talebe Cemiyeti seçimlerinde 400 oy aldılar. Birçok genç, arkadaşlık uğruna (çünkü dövülüp okuldan atılmışlardı) onlara oy verdi Mülayim. Buna ne dersin?
Sizin örnekte dövüp okul dışına atmak çok ileriye gitmiş.
Ayrıca biliyoruz ki düşmanımız hapse tıkmak öldürmek gibi araçlar kullanıyor. Nişanyan, Dink.. Bunların aynısını onlara yapıcaz demiyor kimse.
Belki de yanlıştı evet afişlerini yırtmak. Sonuçta bir tür kamusal alan, devletin parasıyla oluşturulmuş, o da orada okuyor. Kendi malımız gibi davranmak doğru değildi.
Ancak bir de kendi emeğimizle yarattığımız alanlar var. Kendi örgütlerimiz, web sitesi gazete de. Sanırım Birgün’de Dilipak’a da köşe verilmesi gerekmiyor ifade özgürlüğü adına. Aynı şekilde burada bazı yorumların silinmesi de kıyamet olmazdı (bunu önermiyorum). Ama düşünün, bir grup troll’ün veya sağcının kafaya koyup boğucu sayıda mesaj yağdırdığını, spamladığını, o zaman bir seçim yapmak zorunda kalırsın çünkü yaptıkları bizim sesimizi bastırıp sansürlemek olmaya başlar. Bir bakıma emeğimizle ürettiğimiz şeyi gasp veya imha etmiş olurlar.
O zaman bir tür emek-hak perspektifinden de bakılmalı. Mesela Sabah gazetesi gibi bir pislik nasıl bastırılmalı? Bence harici bir yasakla değil, örneğin Sabah çalışanları devrim anında ofisleri matbaaları ele geçirse ve artık biz çıkarıyoruz gazeteyi dese. İdeali budur. Sabah’ın sahibi ve bilimum gerici yazarı da gitsin kendi emeğiyle gerici fikirlerini savunduğu bir yayın çıkarabiliyorsa çıkarsın. Bu şekilde gidilebilir ifade özgürlüğü / karşıdevrimci propaganda probleminin üzerine..
Yani Birgün’ün veya Devrimci Demokrat’ın yazılarını reddetmesi kötü olmuş ama ifade özgürlüğünü engelleme olarak görülemez. Kendi emekleriyle ürettikleri aracın yayın politikalarını belirleme özgürlükleri var sonuçta değil mi.. Aksi her önüne gelenin her yere kendi sözünü dikte etmesi durumu olurdu, doğru değil, olacak iş de değil.
İfade özgürlüğünü engellemek ceza, hapis, tehdit ile olabilir. Veya ifade araçlarının bazı ellerde tekelleştirilmesi ile olabilir. Kamusal alanlarda korku salarak olabilir, kamusal alanlar toptan yok edilerek olabilir (bu burjuvazinin en sevdiği yöntem). Bunların hepsine karşı çıkmalıyız ve “bizim lehimize” de uygulamaya kalkmamalıyız.
İkisi bazen karışabiliyor birbirine.
“SIFIR SANSÜR” İLKEMİ 8 YIL BOYUNCA KİMSEYİ BLOKLAMADAN SÜRDÜREN BEN, SON SEKİZ AYDIR KİMLERİ NEDEN BLOKLUYORUM?
https://www.facebook.com/notes/co%C5%9Fkun-b%C3%BCktel/sifir-sans%C3%BCr-ilkemi-8-yil-boyunca-kimseyi-bloklamadan-s%C3%BCrd%C3%BCren-ben-son-sekiz-ayd/10154965162055711?pnref=lhc
BEN DE YORUMLARI DİREKT OLARAK, YOKLAMADAN, YAYINLAMAYIŞINIZI PEK DOĞRU BULMADIM.
DEVLET BİLE ÖNCEDEN SANSÜRLEMİYOR. SORUN VARSA SONRADAN SANSÜR UYGULUYOR.
Yazılı basında gelen her şeyi yayınlayamazsın elbette. Her şeyden önce buna yerin yetmez. ama internet basınında bu mümkün. Birgün meselesine gelince, en yakınlarındaki birinin bile “barış süreci” ya da “Haziran hareketi” üzerine kendilerine biraz farklı gelen görüşlerini sansürlemeleri ya da rötüşlemeleri ifade özgürlüğünü bastırmanın başlangıcıdır, sansürdür. İfade özgürlüğünü bastırmak için illa zor gerekmez. O insanın görüşlerini sansürlemek de aynı şeydir.
Sabah’ta böyle bir eylem olsa desteklerdim. Bu ifade özgürlüğünün en esaslı tezahürü olufrdu. öte yandan Dilipak’a köşe ayrılsın demek saçma olur elbette. ama diyelim ki, Dilipak bir konuda görüşünü yolladı. Bunu neden basmayalım ki. benim siteya mehmet Şevket eygi’nin yazılarını yolluyorlar. Bence hiçbir zararı yok. tersine, ben siteyi dinci bazı kişilerin de izlediğini görüp seviniyorum.
Bunu üç yıl falan denedim ama fazlasıyla istismar edildi. Sonunda böyle bir denetim koymak zorunda kaldık. Ama inanın ki, küfür dışında konmayan tek bir yorum yoktur (bir de reklamlar tabii).
hatırladığım kadarıyla komintern’den ilk atılanlar Sol Komünistler olmuştu.
kısacası mutlak özgürlük yoksa özgürlük de yok demektir. Kısmi özgürlük olmaz.
O.Pamuk uguda engelemek icin azili milliyetci,fasist yada kacik olmak gerek.
O.pamuk herhangi bir siyat adamida degil. O romancidir.
Hakli olarakda nobel almistir. Ermeni konusunda gene tek basina direnmistir..
o.a.nesinlerin,yasar kemallerin,C.altanlarin devamidir..
Tolstoyla hic bir yazari kiyaslamam ama Lenin elinden hic düsmegen Anna karinina aklima geliyor..
O. pamuk bizimdir..
Incelenmeden yayinlanmanizin iyi tarafi okumak zorunda kalmaniz.. bu iyi…
Sorunda yayinlanma süresi uzun sürmesi böylece..
Hayat karmaşık… Peşin olarak her şeyin yanıtı verilemiyor. Sanırım sansür yerine “ifade özgürlüğü” terimi daha iyi olacak. Birisi bağırıyor; hakaret ediyor; aşağılıyor; kendi görüşünü anlatmayı değil, hakaret sözcükleri içinde zor seçeceğiniz bir şeyler geveliyor. Ne ifade etmeye çalışıyor? Belli değil…O zaman “ifade özgürlüğünü” önlemeyen bir “sansür” tam anlamıyla sansür değildir denilebilir mi? Bu “açık kapıdan” girilerek “sansür” genişler denilebilir.. Ama ölçü verildi.. İfade Özgürlüğü… Düşüncelerini, duygularını anlatma özgürlüğü.. Dinlemek istemeyen kalkar gider…
Protesto özgürlüğü var mı? Sanırım ifade özgürlüğünü önlemeyecek, sırtını dönme, gitme, mendil sallama.. ama susturmadan, sesinin duyulmasını önlemeden… “Konuşamazsın, gelemezsin, kürsüye çıkamazsın…” bu faşizme, totaliterizme giden yolun taşlarıdır.
***
Elinde sözü, yazısı ve düşüncesinden başka bir aracı olmayanın ifade özgürlüğü kutsal sayılmalı! O. Pamuk’un ki belki “kirli kutsaldır”… Ama beğenmesek de bir söz ve yazı adamıdır. Engellemek yerine tartışılmak zorunluluğu vardır.
Yanlış yapılmıştır; yapanlar iyi niyetli, idealist hem de OP’tan çok daha fazla bize yakın çocuklardır ama… Yanlış yapmışlardır.. Sorumluları da “gelenekçi” ağabeyleridir…
Sabah gazetesinden söz etmişken, M.Şükrü Hanioğlu’nun güzel yazıları var. Dolayısıyla bu gazetelere ve orada yazan Engin Ardıç’lar, Emre Aköz’lere falan karşı çıkarken bunları da unutmayalım.
Sol gazetesinin Orhan Pamuk manşeti ve buna gösterilen tepkilerle ilgili görüşünüzü merak ediyorum sn Zileli
http://haber.sol.org.tr/medya/liberaller-ve-gericiler-yine-pamukta-birlesti-haberi-64045
Bunların dışında ırkçı Türk Solu da Sol’a saldırmış;
http://www.turksolu.com.tr/387/ozsoy387.htm
Aynen katılıyorum. Bu arada Havariler, Sapak ve Ev’den sonra Yarılma’yı da bitirdim. Muhafazakar Liberalizm, Mevsimler ve Sığınmacılar’ı aldım. Bir yazar olarak Orhan Pamuk ve benzerlerinden daha iyi yazıyorsunuz. Bu ülkenin çilesini daha fazla çektiğiniz açık. Ama onların kendilerini gösterebilecekleri çok platform var, sizin yok gibi. Bir tek Skytürk’te çıkarmışlar galiba sizi. “Büyük güçler platformu” na ne zaman çıkacaksınız? Sizin eski arkadaşlar Cengiz, Oral, Şahin, Gülay gibi havuz medyasında ve bilimum ana akım medyada ne zaman arzı endam edeceksiniz. Yeni dinci egemenlerin hizmetinde ulusalcı sola ve kemalizme ne zaman çakmaya başlayacaksınız? Hizmet sözleşmesi yapıp biat ederseniz sizi o platformların değişmez yorumcusu yaparlar ve parasal yönden ihya ederler. Bu güne kadar görmediğiniz bolluk ve refahı görürsünüz. Biraz da HDP yanlısı kürt sempatizanlığınızı konuşturursanız hergün bir kanalda boy gösterebilirsiniz. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliyoruz. Yapma imkan
Yapma imkânınız olduğu halde böyle bir yola girmediğiniz için halen değerlisiniz. Hep böyle kalın. Ahlak ve vicdan için. Devrimcilik dediğimiz şeyi bunlardan ayırabilir miyiz? (Yukarıdaki yazının devamıdır. Yanlışlıkla erken gönderdiğim için bölündü)
selam Selim. teşekkürler. ben de bir iki şey ilave edeyim. Ulusal kanal, halktv, ve bilumum ulusalcı medyada da yer almayacağım.
gün en iyi yaptığın şey, hareketlerine teorik kılıflar uydurmak… ulusal kanal, halktv kötü, onlara çıkmamayı ilkesellikle açıklıyorsun. cnn türk e niye çıktın, onlar anarşist miydi, halktv cnntürkten daha mı kötü bir yer ?
birikimde yazı yazdın, sen şimdi bunun da teorik kılıfını bulursun…
lütfen samimi ol. bir insanın bir yerde yazması, bir kanalda çıkması kendi başına iyi ya da kötü birşey değildir, ne söylüyor ben ona bakarım.
birikimde yazdın, oradda tanıdığın vardı, birgün de yazmadın tanıdığın yoktu. cnntürk program önerdi o sırada kabul ettin vs. bunların nedenleri çok derin ilkeler değil.
ama rica ederim pratik hayattaki bambaşka nedenlerle yaşadıklarımızı derin teorik ilkelerle süslemeyelim.
güne 2 soru:
birkaç yıl önce burhan kuzu ankara siyasal bilgiler fakültesinde konuşturulmadı. ifade özgürlüğü engellendi, mutlak özgürlük ise onun konuşturulmaması, yumurta atılması da yanlıştı. öğrenciler sadece protesto edebilir, sorular sorarak onu zor duruma sokabilirlerdi.
ne düşünüyorsun?
ikincisi mesela abdurrahman dilipak ya da abdulkadir selvi gibi yazı yazzarak hükümeti destekleyen isimler için de bu özgürlüğü istiyorsun, bunu anlıyorum yazdıklarından. mesela gezi direnişi sırasında dilipak gezi parkına gelip camide içki içildiğini, kabataşta başörtülü bacımıza saldırıldığını söylemek istese buna ne tepki verirdin? pratikte ne olurdu.
Sadece steril ilkelerle hayalet siyaseti yapıyorsunuz. ne güzel , herkes fikrini söylesin.
bir avuç onurlu öğrenci ile hükümetin gücünü eşitleyip iktidarı meşrulaştırmak dışında ne işe yararsınız kuzum siz?
“öğrenciler de iktidara gelse böyle yapardı” diyerek zaten halihazır iktidarı, bir varsayım üzerinden meşrulaştırıyorsunuz. öyle ya, herkes “zorba” ise “yapılmış zorba”lıkların günahı azalıyor, ne de olsa “kim olsa aynı şeyi yapardı”.
İfade özgürlüğünü savunduğunuz adamlar hergün kalemiyle, topuyla tüfeğiyle, gazetesiyle insanların anasını ağlatıyor. Size kala kala 500 kanaldan beynimize boca edilen Orhan Pamukun “Nazım dezenformasyonları”nın ifade özgürlüğü kalıyor.
Yaşam hakkının, toplantı ve gösteri hakkının, eğitim hakkının muhalifler için lütuf olduğu dönemde siz savuna savuna iktidar borazanlarının “ifade özgürlüğü”nü savunun!
başarılar
İfade özgürlüğünün engellenmesine her durumda karşıyım. orhan Kuzu sorularla sıkıştırılmalı ama konuşması engellenmemeliydi. tabii ki, onun bu soruların sorulmasına ne kadar izin vereceği ayrı bir konu. Eğer bunu engellemek isterse kendisinin konuşturulmaması da ifade özgürlüğü açısından bir gerekliliktir. aynı şeyi Dilipak için de söyleyeceğim. diyelim ki, Dilipak Gezi’ye geldi ve bilinen iftiralarını yaptı. Onu orada sorularla ve karşı konuşmalarla bir güzel sıkıştırmak varken konuşmasını engellemek yanlıştır. Böyle örnek bir tutum gezi7nin özgürlükçülüğüne ve yeni bir toplum vaadine uygun olurdu. kaba saba yasakçılığın doğru olabileceği hiçbir durum yoktur.
Ben o kanallara çıktıysam onların borazanlığını yapmak için değil (CNNtürk’e çıkmış değilim ayrıca) tartışmak üzere çıktım. Metin altıok ve Kurtuluş Tayiz’le tartışmak için çıktım. Ulusal kanal vb. beni bir bir tartışmaya çağırsın oraya da çıkarım. ama hiçbir kanalın borazanlığına ya da değişmez müdavimliğine tenezzül etmem ve bunu da eleştiririm.
Görünen köy klavuz istemez. Mağdurken bile böyle yapanlar bir iktidar ele geçirdiklerinde ne yaparlar acaba? Tarihte yaşanmadı mı?
“mağdurken böyle yapanlar iktidarda neler yapmaz”… dirosun. tamam o zaman. madem iktidar da, muhalefet de zaten aynı, bu iktidara laf etmeyelim…
Yıllar önce tuncelide askerlik yaparken bir uzman çavuş, oradaki çocuklar için “nasılsa büyüyünce terörist olacaklar” demişti.seninki de o mantık…
apaçık “yapılmış” “yapılmakta olan” zorbalıkla, yapılmamış zorbalık ihtimalini aynı kefeye koyuyorsun.
bu yaptığın mevcut iktidarı meşrulaştırmaktır gün.
sen uzayda yaşıyorsun gün.
siyasal bilgilerde 2000polisle gelen burhan kuzuya biri çıkıp eleştirel bir soru sorsa onu 100 polis döve döve çıkarırdı.
2 metreye 1 polis düşüyordu o gün. burhan kuzuya soru sormakmış!! kim sorabildi şimdiye kadar? hep bizim zorbalığımız bunlar zaten, hepimiz şiddet manyağıyız !
tam tatlı su anarşistliği yaptığın… O öyle olmamalıdır, bu böyle olmamalıdır soyut, reelde hiçbir karşılığı olmayan ilkeler…
Dilipak geziye gelseydi fiziksel saldırıya uğramazdı ama sorularla sözü kesilirdi, fazla konuşamadan giderdi.
ee? fikir özgürlüğü engellenirdi işte.
konuşturulmamış olurdu. gördün mü bak gezideki zorbalığı sen!
Senin “mutlak fikir özgürlüğü” dediğin iktidarın zor aygıtını hiiç ırgalamaz. muhaliflerin silahlarını alır sadece.
Senin mutlak fikir özgürlüğü dediğin şey de 500 kanalda konuşabilen adamın fikir özgürlüğüdür fiilen.
bir pankart açmanın yarım dönem okuldan uzaklaştırma cezası olan bir ülkede anlattıkların gerçekten komik…
burhan kuzuya soru sormak… (tabi ne kadar izin verirlerdi ayrı konu) diye yazmışsın gün. Ayrı konu dediğin tam da konunun esası… SEN de biliyorsun ki böyle birşey olmazdı, olamazdı, hiç mi hiç olmadı. Azcık ters soru soranın üzerine çullanıyorlar, karga tulumba gözaltına alırlar. soruşturma açarlar.
Şu komediye bak. Burhan Kuzu, Orhan Pamuk, Abdurrahman Dilipak!! mazlumlarınıza, “fikir özgürlüğü kısıtlananlar”a bakın!
Zavallı mağdurlara bakın, bir de zorba, faşist ilan ettiklerinize bakın!
Onlar iktidara gelse aynı şeyi yapardı demen ise kusura bakma ama kaba bir tabir vardır bizim köyde “yengemin şeyi olsa eniştem olurdu” diye. aynı ona benzemiş…
İstersen protestocu öğrencileri zorbalıklarından tutuklasınlar ne dersin? O.Pamukun ifade özgürlüğünü engellediler ne de olsa. Siyasalda B.Kuzu yüzünden kaç öğrenciye soruşturma açıldı biliyor musun sen? bu durumda bu soruşturmalar haklı, çünkü tıpkı B.Kuzunun demecindeki gibi: fikir özgürlüğünü engellediler. Öyle değil mi.
sanırım demagojiye başvuruyorsun. Söylediklerinin adil olup olmadığını bir kere daha düşün istersen.
demagoglarla tartışmamak gibi bir ilkem vardır.
Bu arada, yazıda bahsi geçen Devrimci Demokrasi’ye yazılmış ve basılmamış yazıyı buldum. Aşağıda veriyorum. okumak isteyenler olur diye. Bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamıştır (harfler için özür dilerim. değiştirmeye zamanım olmadı):
Not: İstanbul’da yayınlanan Devrimci Demokrasi gazetesinin birinci sayısından hareketle yazılmış bu eleştiri yazısı, Devrimci Demokrasi gazetesine gönderilmiş, fakat yayınlanmamıştır. G.Z.
————————————————————————–
Devrim mi, Demokrasi mi?
– Devrimci Demokrasi’nin 1. sayýsýndan hareketle alýnmýþ bazý notlar-
Bence soru þu: “Demokrasi devrimle” mi “gelecek”, yoksa devrimle mi gidecek?
Kavramlarý, sahte ve gerçek diye çift anlamlý hale getirmek, siyasal mücadelede bazý kolaylýklar saðlasa da, bu, kavramsal düzlemde anlamsýzdýr. Komünizmin ya da sosyalizmin sahtesi olmaz. Olsa olsa, bu kavramlarýn hayat içindeki tezahürlerinin, bizim kafamýzdaki kavrama uymadýðýný söyleyebiliriz. Anarþizmin de sahtesi olmaz. Gerçek hayatta ortaya çýkan sayýsýz türleri olduðu ise bir gerçektir. Demokrasi için de ayný þeyi söyleyebiliriz. Demokrasi kavramýnýn gerçek hayat içinde gerçekleþmiþ biçimlerini beðenmeyebiliriz. Ama bunlara “sahte” yaftasý yapýþtýrmak, siyasal mücadelenin toz dumanýnýn gerçekliði örtbas ettiði koþullarda kanýmca kolaycý bir yola sapmaktýr. Beðenmediðimiz demokrasiler, sahte deðil, demokrasinin gerçek hayatta tezahür etmiþ somut biçimleridir.
Bu yüzden, demokrasinin bu somut biçimlerini eleþtirmeden önce, demokrasi kavramýnýn üzerinde durmamýz gerekmektedir. Komünizm kavramý, birbirine zýt çýkarlara sahip sýnýflar ona farklý tanýmlar getirseler bile, özünde tek bir þeyi ifade eder: sýnýfsýz toplumu. Ayný þekilde, demokrasi kavramý da, özünde tek bir þeyi ifade eder: burjuvazinin diktatörlüðü altýndaki sýnýflý meta toplumunu. Nasýl birisi kalkýp, “komünizm” adýna sýnýflý toplumu savunduðunda kavramý özünden çarpýtmýþ olursa, bir baþkasý da, “demokrasi”yi, burjuva diktatörlüðünden ve sýnýflý meta toplumundan koparttýðýnda, bu kavramý çarpýtmýþ olur.
Eðer “devrim” den kastýmýz, daha “ilerici” bir burjuva diktatörlüðü altýnda sýnýflý meta toplumunu pekiþtirmekse, buna sadece, devrim kavramýnýn çarpýtýlmasý açýsýndan itiraz etmek gerekir. Çünkü bugünkü kapitalist sistemde böyle bir deðiþiklik “devrim” deðil, reformdur, þiddet yoluyla yapýlmýþ olsa dahi. Bugünkü kapitalist sistemde devrim kavramýnýn tek anlamý vardýr: burjuva diktatörlüðüne dayanan sýnýflý meta toplumunu, yani demokrasiyi yýkmak.
Bu yüzden demokrasi devrimle gelmez, devrimle gider.
* * *
“Komprador burjuvazi”, “milli burjuvazi” kavramlarý, gerçeklikte hiç bir temele dayanmaz. Bütün burjuvaziler millidir, çünkü burjuvazinin varlýk nedeni ulusallýktýr, burjuvazi ulusal devlete dayanýr, onunla var olur. Öte yandan, bütün burjuvaziler, uluslararasýdýr, çünkü sermaye ulusal sýnýrlar içinde hapsolamaz, doðasý gereði kapitalist dünya sistemine baðlýdýr, o global sistemle nefes alýp verir. Hele hele, “milli burjuvazinin devrimci kanadý”, “kanatlý zürafa” kadar gerçek dýþýdýr. Kapitalizm çaðýnda, (hatta öncesinde de) burjuvazi toptan reaksiyoner bir sýnýftýr. 19. ve 20. yüzyýlýn bütün pratiði bunu kanýtlamýþtýr. Komünistlerin “halk cephesi” taktikleri, sadece ve sadece, burjuvazinin devrimleri içerden çürütmesine hizmet etmiþtir.
* * *
Stalin’in öðretisinin en can alýcý öðelerinden biri de, özellikle 1930’lu ve 1940’lý yýllarda uygulanan “halk cephesi” taktiðidir. Bu taktik sonucunda, Fransa’daki devrimci güçlerin, Ýspanya devrimini desteklemeleri engellenmiþ ve iþçi sýnýfý, Blum hükümeti aracýlýðýyla burjuvazinin kuyruðuna takýlmýþ; Ýspanya’da kurulan “halk cephesi”, “devrim deðil, anti-faþist savaþ” ikilemi yaratarak devrimi bastýrmýþ, devrimci güçleri silahsýzlandýrmýþ ve Franko’nun zaferine en büyük yardýmý yapmýþ; ikinci dünya savaþýndan sonra kurulan “halk cephe”leri, faþizme karþý mücadele içinde geliþmiþ devrimci güçleri parçalayýp silahsýzlandýrmýþ ve devrimci potansiyeli, burjuva demokrasisinin yedek gücü haline getirmiþ; keza Yunanistan ve Filipinler’de ayný “halk cephesi” taktiðiyle devrimler engellenip devrimci güçlerin burjuva düzenlerine boyun eðmesi saðlanmýþtýr. Yugoslavya’da Tito, Çin’de Mao Zedung, Stalin’in dayattýðý “halk cephesi” taktiðini reddederek iktidarý ele alabilmiþlerdir. Eðer Stalin’in dayatmalarýný kabul edecek olsalardý, Yugoslavya’da milliyetçi burjuvaziyle, Çin’de milliyetçi Çan Kay þek güçleriyle cephe birliði yapýp, milliyetçi burjuvazilerin yedek gücü haline geleceklerdi. Gerçi iktidara gelmiþlerdir de ne olmuþtur, o da, “iktidar yozlaþtýrýr, mutlak iktidar mutlak yozlaþtýrýr” postulasýna baðlý, ayrý bir tartýþma konusudur.
* * *
Troçkizmin, anarko-sendikalizmle hiçbir benzerliði yoktur. Bu, üstelik ikna edici de olamayan ideolojik propagandadan öte bir anlam taþýmaz. Anarko-sendikalizm, sanayi iþçilerinin ademimerkeziyetçi kitle eylemini, kitle grevlerini savunur. Bu anlamda, 2. enternasyonal içindeki bir tartýþmada kitle eylemini partinin merkeziyetçiliðinin önüne çýkaran Rosa Luxemburg’la anarko-sendikalizm arasýnda bir benzerlik kurulsa (bu bile hayli tartýþmalýdýr) hadi bir derece. Ama, ömrü boyunca Lenin’den bile daha katý bir merkeziyetçiliðin savunuculuðunu yapan Troçki’yi anarko-sendikalizmle eþ tutmak, ayý ile ayý balýðýný eþ tutmak gibi bir þeydir.
Öte yandan, gerçeði ne kadar zorlarsak zorlayalým, Troçki, koyu bir Leninisttir. Evet, çeþitli dönemlerde Lenin’le çatýþtýðý bir gerçektir, ama ona bakarsanýz, Stalin de belli dönemlerde Lenin’le çatýþmýþtýr. Stalin, Lenin’le çatýþtý diye nasýl Leninist olmamakla suçlanamazsa, Mao, Stalin’le çatýþtý diye nasýl Stalinist olmadýðý ileri sürülemezse, Troçki de belli konularda Lenin’le çatýþtý diye Leninist olmaktan çýkmaz. Stalin’le Troçki arasýndaki çatýþma, bir iktidar çatýþmasýdýr. Özünde Stalin, özellikle 1930’dan itibaren Troçki’nin zorla endüstrileþme politikasýný pratiðe koymuþtur. Bu anlamda da, Stalin, hem bir Leninist, hem de bir “Troçkist”tir.
* * *
Uluslarýn kaderlerini tayin hakký, burjuva bir slogandýr. Uluslarýn kaderlerini tayin etmesi, aslýnda, burjuvazinin, kendi yarattýðý “ulus” denen ucubenin kaderini tayin etmesinden baþka bir þey deðildir. Ezen devlet tarafýndan ayrýmcýlýða ve baskýya uðrayan insan topluluklarý, bir “ulus” bilincine kavuþtuklarý an, tam bir burjuva bilincine kavuþmuþlar demektir ve bu andan itibaren de, o “ulus”un egemeni olan burjuvazi, (üstelik de ezen devletle çeþitli pazarlýklar ve iþbirlikleri içinde) “ulus” denen koyun sürüsünü istediði gibi gütmekte serbesttir. Koyunlarýn kaderinin ne olduðu da zaten bilinmektedir: salhane.
Gün Zileli
Haziran 2000
Bence iktidarın ifade özgürlüğü bir yanı ile saçma bir kavramdır. İktidar dikte etmek, bildirmek, tehdit etmek için söz alır! Sizi dinlemeyecek, susturacak iktidara karşı tutum OP meselesi ile alakalı değildir.
İktidarın söz hürriyeti aslında söz hürriyeti değil, yürütmeyi elinde tuttuğu için çok daha fazlasıdır. Kişilerin söz hürriyetine saygılı olduğunu düşündüren bir iktidar bu topraklarda olmadığı için bu konu bu bağlamda konuşmak yanlış olur.. Ama OP, önünde sonunda bir yazardır; silahı yazı ve sözdür! İşte bu nedenle onun ifadesi-düşüncesi önlenmeye kalkışılmışsa (somut, tehdite benzer, eylemli protesto olacağı algısı verilmişse eğer) ve bu “hasta geleneğin” de devamı olarak berbat bir durumdur bence…
F16 savaş uçağının bombası ile ona taş atan insanı aynı kefeye koyuyorsun sonra da: “bakın ikisi de şiddet. bu adamların da uçağı olsa bomba atarlardı” diyerek ikisini de eşitliyorsun.
Burhan Kuzunun siyasal bilgilere gelişindeki sorun ne: gün’e göre protestocuların burhan kuzuyu konuşturmamaları, burhan kuzunun fikir özgürlüğünün engellenmesi…
gün, sen de düşün, acaba sen adil misin diye?
Soyut olarak doğru gözüken ilkenin, yukarıda iddia ettiğim gibi pratikte uygulanmasının ne kadar zor olduğuna dair örnekler ile dolu yorumlar. Bence ilginç bir tartışma.
“İfade özgürlüğünün engellenmesine her durumda karşıyım. orhan Kuzu sorularla sıkıştırılmalı ama konuşması engellenmemeliydi. tabii ki, onun bu soruların sorulmasına ne kadar izin vereceği ayrı bir konu. Eğer bunu engellemek isterse kendisinin konuşturulmaması da ifade özgürlüğü açısından bir gerekliliktir.”
Bu yaklaşım tutarlı değil. Bunu diyerek sadece belli formatta (dinleyicilerin belli düzeyde katılımına açık) konuşmalar yapılabilir, buna uymayan konuşmaların engellenmesi meşrudur demiş oluyorsun. Yahu bir toplantı, panel, konferans, vaaz, münazara, sunum, bunların hepsinin konunun ihtiyacına göre düzenlenmiş bir formatı, adabı filan vardır. Kimisinde dinleyicilerden soru alınır, kisiminden alınmaz. Bunların sadece biri meşrudur diye düşünerek, alıntıladığım ilkeye göre tavır belirlenemez. Bu formatların hangisi daha özgürlükçü diye tartışılabilir, ama “yeterince özgürlükçü olmayan formatta toplantı yapmak özgürlüğü” bu tartışmadan üstündür. Eğer ki protesto veya sabote edilecekse bir ifade eylemi (toplantı, konuşma neyse..) bunun kriteri başka bir şey olmalıdır.
Mutlak özgürlükçülüğü “liberalizm” diye yaftalayıp bırakmak, özgürlükçülük konusunda liberalizmin soldan bir adım önde olduğunu kabul etmek demek. Bu da radikal solun en azından özgürlük meselesinde o kadar da radikal olmadığını kabul etmek anlamına gelir. Nerede kaldı öyleyse solun ilericiliği? Neyse ki özgürlüğü ilkesel olarak savunan sol akımlar da var.
herkese ifade özgürlüğü diyorsunuz ama nedense hep iktidara liberallere abd tetikçilerine özgürlük oluyor.
örneğin prof. renan pekünlüyle ilgili bir yazı yazdığınızı görmedim. Aydınlıkçılar sahip çıktı diye mi. Üstelik 2 yıl hapis cezası aldı. Pamukla karşılaştırılamaz bile.
Abi konu “soru sorsalardı” meselesine gelmiş, pek sevdiğim şu yazıyı paylaşıyorum. http://insanbu.com/a_haber.php?nosu=1037
Kusura bakma ama hemfikir değilim seninle. Adamın susturulduğu filan da yok zaten, protesto edileceği için gelmedi (Aba altından sopa gösterildi diyebilirsin, ama yine de somut olarak engellenmemiştir.) Kategorik olarak bu çeşit eylemleri lanetlemeyi doğru bulmuyorum. “Demokrasi” izin verdikçe bu çeşit eylemlerin zaman zaman suyu çıkarıldı, bunu kabul ederim, ama özellikle zor zamanlarda, Gorbaçov’a atılan yumurta, Kemal Derviş’e çıkışan SİP’li öğrenciler, Kolektiflerin ilk bir-iki yumurta eylemi bence sol mücadele tarihindeki değerli örneklerdir.
Bu arada bir zaman önce Sevan Nişanyan’ın “feministler” önderliğindeki bir grup tarafından ODTÜ’de konuşmasının engellenmek istemesini (başardılar mı tam bilmiyorum) de kötü bir örnek olarak burada analım.
Orhan Pamuk’u protesto ederken aynı zamanda kendinizi bir iktidar odağı, bir egemen olarak kurgulamış oluyorsunuz. Gün abinin Orhan Pamuk’u protesto eden stalinist ulusalcı kesimde rahatsız olduğu şey bu olmalı. Zira Orhan Pamuk protestosu sırasında kendinizi bir stalinist, bir ulusalcı, bir esedci olarak yeniden icat ediyorsunuz, tehlikenin farkında mısınız?
Zileli yerlerde sürünüyor Anonim’in yazdıkları karşısında… Hem cahil hem pişkin hem de cüretkar… Sıkışınca da aynı numero: “Demagoji yapma!” Sen yapma!
O konuda herkes yazdığı için gerek duymadım ayrı bir yazı yazmaya. Malumu ilan eden yazılar yazmayı sevmem. Benim yazılarım genelde cereyanı göğüslemeyi hedefler. Buna rağmen Pekünlü için bir tweet atmıştım.
Mesele Burhan Kuzu şu bu değildir. Verilen görüntü, kürsüdeki bir insanın konuşturulmamasıdır. Ben bunun yerine şunu öneriyorum: O Konuşsun, sonra da biz konuşalım. Bizi konuşturmadıkları zaman burada kaybeden onlar olacaktır. İfade özgürlüğünü bastıran (doğal olarak ve her zamanki gibi) konumuna düşeceklerdir. Tersi olduğu zaman da biz öyle bir profil vermiş olacağız (ne yazık ki). Bunu anlamak için çok fazla zeki olmaya gerek yok.
Mülayim, senden ilk kez berrak olmayan görüşler alıyorum. neden?
Üslup insanı ele verir.
gün zileli, ifade özgürlüğü konusunda kendi okuruna dönük belli bir ön kabulle yazıyor sanırım. “bugün, siz de tahmin edersiniz ki biraz orhan pamuk’u savunacağım. ve siz ne demek istediğimi anlayacaksınız..” gibi… ama, “orhan pamuk” ismi, komintern, 1970’lerin (ve sonrasının -şimdinin de-) örgütçü zihniyeti, “devrimci demokrat sansürü”nden falan sonra apar topar arz ı endam edince, ‘peşin kabullü okur’ bile şaşırmakta haklı olabilir. orhan pamuk ifade özgürlüğü engellenmiş biri değil çünkü. (nobelden önceki açıklamalarından sonra gelen) “akıllı ol!” tehditlerinden beri sevmediğimiz bu adamın varlığını yıllardır savunmaktan artık bezdik galiba! bence, “dünyanın yaşayan en büyük yazarı” böyle bir protestoyu çoktan hak etti. üniversitede konuş(a)mamanın onun için bir can sıkıntısı bile olduğunu düşünmüyorum.
Sayın Gün Zileli bu olayda çok önemli bir ayrıntıyı kaçırıyorsunuz bence. O.Pamuk konuşturulmamış değildir. Kendisi korktuğu için gelmemiştir, videokonferans yöntemiyle konuşmuştur. FKF’li ve diğer öğrenciler de salona alınmamıştır. Engellenen O.Pamuk değil öğrencilerdir.Ayrıca benzer bir durumda başka biri örneğin Aziz Nesin olsa oraya gelmekten kaçmazdı. Gelir konuşurdu. O da gelip konuşsaydı bir kaç öğrenci slogan atardı, başka bir şey olmazdı. Kimse nobelli yazarımızı darp etmezdi, bibergazı sıkmazdı.Diyorsunuz ya o başka yerde konuşur diye çok doğru ancak ülkemizde hiç bir yerde konuşturulmayanlar var.16 yaşında çocuk hapse atıldı, yargılanacak, Grup Yorum üyeleri darp edildi, Rennan Pekünlü hapiste, alevi olduğu için işsiz bırakılan gazeteci Ali Ekber Ertürk var. Bunlar dururken siz O.P. gibi korkak bir burjuvanın konuşmamasından mı söz ediyorsunuz?Hiç yakıştıramadım. Bu fikir özgürlüğü savunusu değil ucuz kahramanlıktır. 2013 Haziranında A.Dilipak Gezi Parkına gelip pek değerli fikirlerini savunsa onu konuştururlar mıydı?Protesto etmezler miydi? Konuşmak kadar protesto da haktır. Yeter ki şiddete başvurulmasın. FKF ‘liler şiddete başvurmamıştır.Saygılarımla…
Toplumlar kölecilikle yönetilseydi zaten Uluslarin kaderlerini tayin Hakki nin da bir anlami olmazdi.
Kapitalizm ve bunun sonucu olarak ulusallasmak kölecilik toplumundan cok farkli asamadir insanligin gelismesi..
Uluslarin ezilmesi sadece ekonomik,sinif mücadelesi degil Kültürel bir konuda..
O yüzdenmi G.Z nin kürt sorunu üzerine dili pelteklesiyormus?
Arkadaşım, burada Orhan Pamuk’un niteliğini ya da cesaretini konuşmuyoruz. Burada tartıştığımız, bir yazarın konferans yerine gelmesini engelleyen tutumdur. Ben fkf7nin afişini de gördüm ve okudum. gelemez, konuşamaz gibi ifadeler vardı. eleştiri konusu olan budur. Yoksa protesto değil. elbetete protesto da ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarındandır. ancak eleştirmek ya da protesto etmek konuşturmamak demek değildir. Tersine, eleştireceksek, onun konuşma özgürlüğünü daha fazla savunmak zorundalız. Konuşmayan eleştirilemez.
bu özgürlükçü tavrına tamamen katılıyorum ve çok değer veriyorum. bu politik bir kültürdür ve politik bir ahlaktır. bunu içtenlikle benimsemiş solcu pek yok maalesef ülkemizde.
(35) Doğru diyorsunuz da örnek yanlış O.P’un her yerde konuştuğunu kendiniz de söylüyorsunuz. Boğaziçi üniversitesine gelse bambaşka şeyler mi söyleyecekti.Kaldı ki fikirlerini video-konferansla iletmiş ancak üniversite öğrencilerinin dinlemesi engellenmiş. Burada olay Nazım Hikmet adının burjuvalarca kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmasına itiraz edilmesi yoksa FKF O.P’u her konuştuğu yerde protesto ederdi. Konuşamayan/konuşturulmayan biri değil O.P. medyadan banka ATM’lerine dek gözümüze sokulan biri. Bu adam bize dayatılıyor. Sizden, herhangi birinden çok daha fazla konuşma özgürlüğü var. Başkaları ağır bir baskı altındayken bu orantısız özgürlük biraz garip değil mi? Nazım’ı da kullanmasın, o kim savundukları uğruna hapis yatan, bedel ödeyen,memleketine hasret ölen Nazım kim?
Ezber.
Türkiye’de solcular, Gün Zileli’nin özgürlükçü tavrına sahip çıksalar ve ona göre politika üretseler, bağlı bulundukları örgütler dağılıp gider. Onların partisini dağılmadan bir arada tutan güç tam da bu saldırganlık, bu militarizm. Fakülte kapısında türbanlı öğrencileri fotoğraflayarak fişleyen hocaya, devletçi, askerci ideolojilerini tatmin ettiği için sahip çıkıyorlar. Bu yüzden 29 ekimde cumhuriyet bayramını bir yürüyüşle kutluyorlar. Bu yüzden Berlin duvarının yıkılışının her yıl dönümünde ağıt yakıyorlar.
Orhan Pamuk’a ulusalcı reflekslerle saldırmak, öğrenci fişleyen hocayı alkışlamak, Mao’nun, Esed’in, Stalin’in diktatörlükleriyle empati kurmak, cumhuriyet kazanımları edebiyatı yapmak bunların yukarıdan aşağıya askeri zihniyetle yapılanmış öncü partilerini çalışır kılıyor ve ayakta tutuyor. Temel mesele bu.
Mesele bu olduğu müddetçe de askerci, sosyal faşist zihniyetten vazgeçmeleri imkansız. Hatta önümüzdeki günlerde stalinizmin ve ulusalcılığın dozunu daha da arttıracaklardır. Stalinist parti ağaları aptal değiller. Başka türlü yok olup gideceklerini biliyorlar.
Peki bunların karşısında duran bizler, gücümüzü, etkinliğimizi, sözümüzün kıymetini arttırmak için ne(ler) yapmalıyız Gün Zileli?
O.P. savunmanın bir maliyeti yok. Savunursunuz. R.Pekünlü’yü savunmanın bir maliyeti var tabii. Hiç inandırıcı değilsiniz.
@GZ
Bu konuda kafamın çok net olmadığını belirtmiştim. Yıllar boyunca aralıklarla kafamı buna taktım fakat tam bir neticeye varamadım.
“Özgürlüğün düşmanlarına özgürlük yok” diye bir slogan vardır 68’den o bir yanda, Chomsky’den paylaştığım alıntı diğer yanda. Chomsky’e yakın olmakla birlikte arada bir yerdeyim.
Fakat 28. yorumda yazdıklarım diğerlerine göre berrak bence. Bir toplantının protesto/sabote edilmesinin meşruluğu toplantının dinleyici katılımına açıklığı derecesine göre belirlenemez diye düşünüyorum.
@31 Artakalan
Linkteki deneme güzelmiş “şiddetin her türlüsüne” diye giden “vasatlık”lara çok aşinayım.. Kitabı da çıkmış almayı düşünüyorum..
Sevgili Gün Zileli ve bizim Gürsel Erkılınç’ın Orhan Pamuk’un son hadisesindeki tutumunu çözebilmek için epey düşündüm. O kadar çok gündem maddesi var ki, insan cidden çok iyi bildiği şeyleri unutuyor. Bence durum şu. Bu dostlar olaya tamamen mekanik bakıyor. Orhan Pamuk kim? Bir yazar. Ne yapmaya geliyor? Konuşmaya yapmaya. O halde onu engellemeye dönük her türlü girişim düşünce-ifade özgürlüğüne darbedir. Bir başbakan, bakan veya siyasi olsa protesto edilebilir, yazar olunca edilemez. Buradan baktığınızda tutum tutarlı gibi görünüyor.
Ama kazın ayağı öyle değil. Türkiye’de Orhan Pamuk koç başı kullanılarak gerçek sol üstünde hakiki ve ciddi anlamda bir düşünce terörü uygulanıyor ve bizden ve iyi niyetli birçok insan da bu teröre alet oluyor.
İsterseniz bu TERÖRDEN kısa başlıklar vereyim, hemen aklıma gelenlerden. O.P’ye tamamen siyasi nedenlerden Nobel verilince bunun böyle olduğunu söyleyen herkes toptan ulusalcı, milliyetçi, faşist ve hatta NAZİ ilan edildi. O.P’nin Nobel’i komplodur diyenlere komplocu demeyin lütfen. Türkiye’de ödüllerin nasıl verildiğini burada belgeleriyle ortaya koyduk, gık çıkaramadılar. Peki Nobel’den sonra ne oldu? O.P’nin romanlarını hiç değerli bulmayan ve onu günahı kadar sevmeyen Semih Gümüş Radikal’den ve yatırım yaptığı çevrelerden dışlanmamak için O.P’ci kesildi aniden. Aynı ay içinde Ömer Türkeş de O.P’ci oldu. Bu eleştirmenimiz O.P için “pop-yazar” diyordu. Yine O.P’den hiç hoşlanmayan Cumhuriyet Kitap şefi Turhan Günay yanına iki kişi daha alıp O.P’ye gidip 3 sayfalık röportaj yapma mecburiyetinde! kaldı. O.P’nin yayınevi verdiği astronomik reklamlarla birçok gazeteyi bağladı. Tüm bunların üstünde O.P. BOP projesinde Türkiye aydınını baskı altına almanın kod adıydı. Siz isterseniz başka ad verin bu stratejiye. O zamandan beri devam eden bu düşünsel terör Türkiye aydınlarını teslim almak, teslim olmayanlara “faşist” deyip etkisizleştirmek için uygulandı. Gördüğünüz gibi şimdi onun düşünce özgürlüğünü savunuyoruz.
Son bir şey: Dünya üstünde beş milyondan fazla insanı haksız yere öldürmüş bu emperyalizmin ideoloğu da siyasetçidir düpedüz, siyasetçi olsun veya olmasın bugün de devam eden bu katliamlardan sorumludur. Biz onun fikir özgürlüğünü savunmaya devam edelim, o zaten topumuzdan binlerce kat fikir yayma özgürlüğüne sahiptir.
Yakında bizi baskı altında ve minnacık bırakan cellatlarımızın CNN’in, CIA’in fikir özgürlüğünü de savunursak kimse şaşmasın.
Sevgili Vasili efendi, fakülte kapısındaki hoca hukuksuz olarak cezalandırılmıştır. Rövanşist mantıkla. Yaptığı hareketin tamamen arkasında durmayıp, bu duruma işaret etmek de mümkündür. Bu arada bu son yorumun altına da “Ezber” yazmak doğru olur.
Şunu belirteyim önce. Ben de öğrenci fişleyen hocaya sahip çıktım. Çünkü bunun bugünkü iktidarın baskılarının bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Onu yaptığından dolayı eleştirmek başka şeydir, hapse atmak başka şeydir. onun özgürlüğünün de savunucusuyuz. Ne yapmak gerekir meselesinde ise iradi olarak yapılacak şeylerin çok kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Toplumlar ve topluluklar ancak bazı şeyler hayati bir şekilde gelip dayattığı zaman kendilerinig değiştirirler. bugün kapitalizme karşı çıkıyoruz. Kapitalizmin saçmalıklarını aslında herkes biliyor ama yine de kapitalizm içinde yaşamaya devam ediyoruz. İnsanlar ne zaman kapitalizmin zıddına bir yol tutabilirler? Ancak hayat gelip bazı şeyleri dayattığı zaman ya da büyük katastrof. Özgürlük de öyledir. insanlar bunun kendi hayatlarıyla yakından ilgili olduğunu gördüklerinde özgürlüğe sahip çıkacaklardır.
Kaan, bu söylediklerini kanıtlaman bile ifade özgürlüğüyle mümkün olabilir. Örneğin şu anda “istenmeyen” ya da “çöp” butonuna basmış olsaydım, senin ifade özgürlüğünü önlemiş olacaktım. Kendi ifade özgürlüğünün değerini biliyorsan başkalarının ifade özgürlüğünü de savunacaksın. chomsky’nin dediği gibi, sana en karşıt olanların ifade özgürlüğü en başta olmak üzere.
Bushun ortadoğu teorisyeni Bernard Lewis, emekli olmuş artık devlet görevi kalmamış milyonların katili Kissinger, vietnam kasabı Kommer… Brezinski… CIA nın eski şefi… Mantığınıza göre hepsi şu an sadece eli kalem tutan insanlar, devlet güçleri yok. Hepsinin fikir özgürlüğü var.
Yahu bir sözcüğün de ırzına geçmeyiverin. her sözcüğün içi boşaltıldı. Şu hale bak…
Fikir özgürlüğü, sadece azınlığın, kendini ifade etmesi sınırlanmış, güçsüz olanınki ise anlamlıdır. Burada Obamanın fikir özgürlüğünden söz etmek artık komedidir.
O türbanlıları fişleyen adam ahlaksızlık yapmıştır. Parkalı, sakallı devrimcileri fişlemek ile aynıdır.
Ama onun kafası ile aynı kafa bu adamı cezalandırıyor! Bu “suçun” cezası, iktidarın verdiği; adaletin verdiği ceza değildir…
En güzel ceza örneğin bir ay kamu hizmeti olabilirdi… Örneğin bir camiyi temizlemek gibi.. O insanları gözlemek ve anlatmak gibi…(Bir ateist olarak veriyorum bu cezayı!)
pardon… bir kaç ay..(3 ay olsun!)
Böyle bir ayrım yok. İfade özgürlüğü herkes için söz konusudur. Diyelim ki, bir yerde Obama’nın kendini ifade etmesini engellersen ona da karşı çıkarım. Bu, benim Obama ile gerçekten mücadele edebilmem için gereklidir her şeyden önce. Bu kadar zor mu bunu kavramak. Sadece güçsüz olanların ifade özgürlüğünü savunurum demek, güçsüz olanın ifade özgürlüğünün kısıtlanmasının koşullarını da yaratırım demekten farksızdır.
fakülte kapısında öğrenci fişleyen hocayı ifade özgürlüğünün ardına sığınarak koruyamazsınız. yaptığı ayrımcılığın, herkesin içinde küçük düşürdüğü insanların mağduriyetinin bedelini ödemesi adalettir. bu adaletin akp eliyle sağlanmış olması, yani rövanş, bu tartışmada ikincil bir meseledir. birincil olan mesele, o kişinin yaptığı ayrımcılıktır. dehşet verici olan öncelikle budur. bu olmalıdır.
Renan Pekünlü’ye twit, Orhan Pamuk’a makale ha…
ve elbette dine-dincilere-dindarlara-ibadete karşı olumsuz düşüncelerini sürdürüyorsa bu da kim iktidarda olursa olsun, “ifade özgürlüğü” içinde sineye çekilmek zorundadır! Eyleminden dolayı “cezasını” çekmiştir. Düşüncesinden değil…
gün şunu anlamıyorsun sen. İktidardaki adamın fikir özgürlüğü kısıtlanmıyor, kısıtlanamaz zaten. Sen ateş olsan da Obamanın fikir özgürlüğünü kısıtlayamazsın. Boğaziçinde konuşturmazsın en fazla adam o fikirleri 350 kanalda saatlerce söyler. “Ama fikirlerini Boğaziçinde söyleyemedi” diye birşey yok. Bir ilkeye tutarlılık katacağım diye saçma noktalara varıyorsun, mantığı zorluyorsun. Sen Obamanın fikir özgürlüğünü savunurum demenin hayattaki karşılığı ne? onun fikrinin açıklanmasının önünde bir engel yok.
Fiilen olan ne? Fiilen olan muhaliflerin, ezilenlerin fikir özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. İsrailde yahudi haklarını savunmak absürd, çünkü zaten var, sen yahudi haklarını nazi almanyasında savunmalısın. arabistanda müslüman hakkı demen saçma, müslüman hakkını sen filistinde savunursan anlamlıdır.
bunu anlamak çok mu zor.
Linki verilmiş ama eleştirmen Taylan Karanın şu öyküsü tam da bu duruma uyuyor bence.
Auschwitz “tatsızlığı” ve “sorularla terleyen” Naziler
Auschwitz Toplama Kampı o gün karışmıştı. SS doktorlarından Dr. Fritz Klein kamp sakinlerine hitap ederken böyle bir protestoyu hiç beklemiyordu. “Sevgili Alçak Yahudiler” diye söze başlamıştı, “ve iğrenç Çingeneler, aşağılık komünistler, sayın eşcinsel domuzlar” diye devam etmişti. “Bugün burada çalışma verimliliği ve Weberyan ahlâk üzerine konuşmak için toplanmış bulunuyoruz.” Bu cümleyi bitirir bitirmez önünde hazırolda bekleyen ve sessizce onu dinleyen binlerce kişiden birisi yerden bir kartopu alıp Klein’a fırlatmıştı. O anda kalabalıkta bir uğultu duyuldu ve kartopunun geldiği yerdeki insan kümesinde kıpırdanmalar olmuştu. Kartopu Klein’ın omzuna değmiş apoletlerine kar bulaşmıştı. Kartopu attığı düşünülen kişi kısa sürede bulundu, tamamen emin olmak için çevresindeki dört sıra insanla birlikte çıkarıldı ve iki dakika sonra kurşuna dizildi.
Ertesi gün gazeteler bu olaya geniş yer verdiler. İktidar yanlısı Die Zeit gazetesi “Yahudi Suikasti” diye manşet atmıştı. Klein’in suikastten yaralı olarak kurtulduğu, hayati tehlikesinin olmadığını yazmıştı. Benzer konumdaki gazetelerde “Sinsi Tuzak Atlatıldı, Klein kurtuldu”, “Vahşet” gibi haber başlıkları vardı. Başyazılardan biri “şiddetten medet umanlar, kendi şiddetlerinin karanlığında boğulacaklardır” diye bitiyordu.
Bir başka gazetenin başyazısı şöyleydi: “Öncelikle uğradığı saldırı nedeniyle Sayın Fritz Klein’a geçmiş olsun dileklerimizi iletir, acil şifalar dileriz. Sayın Klein dün konuşurken, sadece ve sadece fikirlerini ifade ederken bir saldırıya maruz kaldı. Doktor Klein’ın o sırada elinde bir silah yoktu, tek yaptığı düşündüklerini ifade etmekti. Sayın Klein’nın her görüşüne katılmayabiliriz. Biz onun her yaptığını benimsemiyor ve zaman zaman eleştiriyoruz. Ama şiddet uygulayarak onun konuşma özgürlüğünü kısıtlamak asla kabul edilemez. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkmak ve içeriğine katılmasak bile karşı görüşlerin de kendilerini ifade etme hakkını savunmak gerekir. Bu özgürlüğü savunmak için Nazi Partisinin ideolojisini, Führer’in fikirlerini, Goebbels’in politik pratiklerini sevmek, Doktor Klein’ı benimsemek veya onların görüşlerine katılmak zorunda değiliz. Biz onların dediklerinin birçoğuna katılmıyor ve bazı uygulamalarına karşı yeri geldiğinde demokratik çerçevede en ağır eleştirileri getiriyoruz. Ama Sayın Fritz Klein’a yapılmış böylesi bir saldırı karşısında bugün hepimizin Sayın Klein’ın yanında yer almamız gerektiğini düşünüyoruz. Demokrasi, hoşgörü ve uzlaşma zemininde buluşan herkesi bu tutuma destek vermeye çağırıyor, bu tür şiddet hareketlerini asla tasvip etmediğimizi bütün kamuoyuna ilan ediyoruz. O saldırıyı gerçekleştirenlerin bir görüşü varsa bunu şiddet uygulamak yerine Sayın Klein ile fikirsel çatışmaya girerek ifade edebilirlerdi. Bir kişiyi eleştirmek için önce onun fikirlerini söylemesine izin vermek gerekir. O saldırıyı gerçekleştirenler, Sayın Klein’ın karşısına çıkıp Sayın Klein’ı sorularıyla terletebilir, onu fikirleriyle köşeye sıkıştırabilirlerdi. Bütün kamuoyunu yaşanan bu şiddete karşı duyarlı olmaya çağırıyor ve fikri olan herkesi sağduyu ve hoşgörüye davet ediyoruz.”
“Herkesten Daha Çok Antifaşist Partisi (HDÇAP)” genel başkanı, bu olaydan sonra Berlin’deki SS karargahında bir basın toplantısı düzenleyerek “kartopundan havantopuna şiddetin dili” başlıklı bir basın açıklaması yaptı. Yazıda kartopu ya da havantopu, her türlü şiddetin reddedilmesi gerektiğini belirttikten sonra kartopu atanların, insanları gazodasına atanlarla aynı zihniyette olduğunu vurguladı. Açıklama şöyle bitiyordu:
“Şiddetin her türlüsüne karşı olmalıyız. Auschwitz’deki gaz odalarına karşı olduğumuz kadar Fritz Klein’a yapılan saldırılara da karşıyız. Ayrıca saldırı sonrası bir grup insanın mahkemeye çıkmadan kurşuna dizilmeleri asla kabul edilemeyecek bir tutum, bir anlamda yargısız infazdır. Klein’a yapılan saldırı kadar bu ölümleri de kınıyoruz. Şiddet karşısında tutarsız olanlar, kendilerine karşı olan şiddete karşı çıkarken karşı görüştekilere uygulanan şiddeti görmezden gelenler, Auschwitz’deki gaz odalarına karşı çıkma hakkına sahip değildir.
Gaz odası şiddetine, kartopu şiddetine ve yargısız infazlara hayır! Her türlü şiddete son!”
Grup basın toplantısından çıktıktan sonra Reichstag’ın önünde bir tencere kartopunu kaynatıp buharlaştırarak sembolik bir protesto gösterisi yaptı.
Yine “NAZİ karşıtı” olduğunu beyan eden gruplardan bir gazeteci: “Kartopu atanların zihniyet dünyası, yarın gücü ele geçirdiklerinde gaz odalarını çalıştırmaktan çekinmeyecek olan potansiyel Klein’ları barındırmakta ve NAZİ dilini ontolojik olarak yeniden üretmektedir. Gerçek antifaşizm, antifaşizm kisvesi altında saklanan bu örtülü faşizmi mahkûm etmeli ve faşizmi yeniden üreten bu zehirli dili bütün olanaklarıyla teşhir etmelidir” diye biten bir yazı yazdı.
HDÇAP genel başkanı ve NAZİ karşıtı olduğunu beyan eden gazeteci, bu olaydan iki ay sonra tutuklandı, HDÇAP kapatılarak yasadışı ilan edildi. Resmi olarak doğrulanmayan haberlere göre genel başkanı ve üyeleri Auschwitz Kampı’na gönderilmişti. Genel başkanın kampta Dr. Klein’i sorularla terletmeye çalışıp çalışmadığı hiçbir zaman öğrenilemedi. Başkanın gaz odasında öldürülmeden önce terleyip terlemediği de bilinmiyor. Zyklon B gazı dakikalar içinde öldürdüğü için terlemeye vakit bulamadığı tahmin ediliyor. O günden sonra onbinlerce NAZİ sıcaktan, yorgunluktan, ayakta durmaktan, havasızlıktan ya da sıkıntıdan terledi, ama bir tanesinin bile sorularla terlediği görülmedi.
Sevgili Zileli, ben sizin kadar ideal ahlaklı değilim, epeyce faydacıyım :)) Yarar gözetirim, elde ettiğim yarar düzeyine göre fikirlerim de değişir :)) Şöyle ki: Orhan Pamuk veya Chomsky’nin onda biri kadar fikir özgürlüğüm olsun, hiç değilse birkaç yılda bir uluslar arası televizyonlara çıkabileyim ya da o bile gerekmez her ay bir kere ulusal televizyonlarda yarım saat konuşabileyim, sizden daha fazla fikir özgürlükçüsü olmazsam şerefsizim :))
İçten saygıyla.
Ayrımcılığı kınarız ama doğrusu bir insanın bundan dolayı iktidar eliyle hapse atılmasını da adalet olarak göremem.
Tabii ki. Çünkü Pekünlü’yü savunma konusunda bir tartışma yok, hemfikiriz. Ama Orhan Pamuk konusunda ihtiylaf var. Tabii ki ihtilaf olan konu yazı yazacağım. Ben propaganda yazarı değil, tartışma yazarıyım.
Özgürlükte görecelik diye bir şey olmaz. O somut anda ağzı tıkanan kim, ben ona bakarım. Yoksa 300 kanalda konuşurmuş, beni bu ilgilendirlmez. ilke ilkedir. Görecelik olmaz.
Gördüğün gibi R.Pekünlüde de ihtilaf var. Bazıları “fişlemiş cezasını çekecek” diyor, bak senin sitede bile.
Hiç de dediğin gibi değil. Kabul et, duyarlılığın bile seçici işte.
Helal olsun o kartopunu atana. Hatta bir taş atsa daha iyi olurmuş. Verilen örneğin ifade özgürlüğü ile bir ilgisi yok.
Michael White, bu makalede Chomsky için “İngiltere’deki aşırı sağcı UKİP’in PhD yapmış hali” diye yazıyor. Sık sık Chomsky’den referans veren Gün Zileli de bu haliyle Chomsky’nin PhD yapmamış hali!
The Guardian’da yazan emektar gazeteci Michael White’a göre The Interview filmini, dolayısıyla Sony’yi ve Obama’yı savunmak “ifade özgürlüğü züppeliğinin” geldiği son aşama.
Gün Zileli artık bu makaleyi de okurları için çevirir ve sitesinde paylaşır.
Saygılar,
The Interview and free speech: let’s not get too smug
http://www.theguardian.com/politics/blog/2014/dec/26/the-interview-free-speech-smug
Hayır. O arkadaşın fikri istisnai. Pekünlü içeri alındığında herkes bu konuda hemfikirdi ve karşıydı. Bu yüzden yazmadım. Ama bugün diyelim ki, bu konuda dikkati çeken bir ihtilaf çıkarsa o zaman yazarım.
sen çevirip veya çevirtip yollarsan yayınlarım. Hepimiz yararlanırız. ama benim zamanım yok doğrusu.
O zaman şimdikinden de az olursun, merak etme.
Akp “adaleti”ni de gördük ya helal olsun. r. pekünlünün “ayrımcılığı” nedeniyle “demokratik” akp hemen demokratlığını gösterip adaleti sağlamış! assalar daha iyi olurdu zaten. üniversiteler o kadar demokrat ki r. pekünlü bu demokratlığı bozmuş!!
pes vallahi, kullanıl kullanıl bitmiyorsunuz!
bence ortada cezalık bir suç yok. Sadece eleştirilecek bir eylem var.
Okulun kapısında öğrenci fişleyen hocanın tutuklanması konusunda ulusalcı sosyalistlerin yaklaşımı ile Gün Zileli’nin yaklaşımı arasında benzerlik olduğunu sanmıyorum. Öğrenci fişleyen hocayla, Esed’in, Stalin’in diktatörlükleriyle empati kurmak, öncelikle yurdum solcularının yukarıdan aşağıya askeri zihniyetle yapılanmış öncü partilerini çalışır kılıyor ve ayakta tutuyor. Ayrımcılık yapan hocaya sahip çıkmalarının gerekçesi öncelikle bu. Ve onların gerekçesiyle Zileli’nin derdi bambaşka gibi. Apayrı dünyalar.
TERÖRDEN kısa başlıklar vereyim, hemen aklıma gelenlerden. O.P’ye tamamen siyasi nedenlerden Nobel verilince bunun böyle olduğunu söyleyen herkes toptan ulusalcı, milliyetçi, faşist ve hatta NAZİ ilan edildi
Read more: http://www.gunzileli.com/2014/12/25/orhan-pamuk-
Kaa .. TERÖRIST olunuyormus ulusalci,fasist dedigimiz icin..
Kaa… Türkiyede OP nin ödülüyle havalar isindi,iklim degisti depremler oldu Tsunami oldu dünyeda…
Türk Klein i OP da Toplama kampinda nutuk atmaga gitmis..
Su ruhlara bak… En iyisi ORHAN PAMUK un kitaplarini okuyayim..Özür dilemek icin bu utanc verici yazilar icinde Burda…
Sana çevirmen olarak Vasily Grossman pek bir yakışmış! Böyle devam…
Bu taş Vasili Grossman’a mı, yoksa rumuzu kullanana mı?
Vasily grossman sen bu ülkede yaşamıyorsun buna eminim. üniersiteler hakkında zerrece bilgin yok. kim kimi fişliyor, türk üniversitelerinin özellikle taşra üniversitelerinde nasıl bir atmosfer olduğundan zerrece haberin yok. vah vah zavallı türbanlı bacılarımızı fişleyen kemalist elitlerde kalmış aklın…
zerrece bilgin olsa böylesine gerçekdışı bir yorum yazmazdın.
r.pekünlünün olayını da bir oku bakalım, ama havuz medyasından değil.
Tabii ki bu sitede bu rumuzu kullananı kastediyorum.
Gün Bey,
Peki “Libertarianism” görüşünü “laissez-faire, laissez-passer” düzleminde savunan kişileri nasıl değerlendirmeliyiz ?
Libertarianism’i, kapitalizmden ayıran ve birleştiren noktalar ile ilgili şahsınızın fikirleri nedir ?
Şu ikazı üzülerek hatırlatmak zorundayım :
Ayn Rand’ın “Atlas Shrugged”ı başta olmak üzere, yine bu şahsın ürettiği “Objectivism” görüşü, “Libertarianism”in temel elementlerinden biriymiş gibi yoğrularak ;
Türkiye’de de özellikle akademik cenahta (“iktisat” fakülteleri ilk sırada!) bir virüs gibi yayılıyor; tahmin ettiğinizden daha da hızlı !…
Cevabınızı bekliyorum.
Saygılarımla,
Liberalizm ile fasizm arasindaki sinir aslinda oldukca fludur, o yuzden liberallardan fasizme gecis oldukca yaygin olarak gorulur. Turkiye de bir cok liberalin fasizme, fasist partilere, emperyalist savaslara vb ustelik ozgurluk adina destek vermesinin sebebi de budur. Bunun en iyi farkinda olanlar emperyalistlerdir bu yuzden politikalarini kamuoyuna pazarlamada liberal kavramlar kullanirlar. BU arada emperyalistlerin bu konuda oldukca basarili olduklarini kabul etmemiz gerek.
Mutlak dusunce ozgurlugu boyle bir seydir. Aslinda buna bu kavrami savunan insanlar bile inanmaz. Mesela Bir homofobik yazar, ya da sarkici eserinde ya da verdigi demeclerden birisinde ” butun ibnelerin kicina kazik cakilmalidir” diye bir ifade kullansa bu yazar ya da sanatci Dunya’nin hangi ulkesinde olursa olsun, hatta mesela homofobik bir ulke olan Turkiye de bile ceza gorur ve sanmam ki Gun bile ya da Gun’un destekcileri bu cezaya karsi ciksinlar ya da Mutlak Ozgurluk adina katilmasalar bile bu tarz sozlerin soylenmesini desteklesinler savunsunlar.
Birakin homofobik kimseleri ama herhangi bir yazar oldukca kotu suclar islemis bir suclunun kicina kazik cakilmasini savunsa bu adamin goruslerine akli basinda hic bir yayin organi ya da kurum yer vermez.
Bati da ve ulkemizde son 20-25 yildir ” lan su emperyalistler bir ulke daha isgal etse de biz de desteklesek” diyen bir cesit omurgasiz savas destekcisi sol liberal kesim turedi. OP inlardan birisi. OP liberal bir yazar ama kendisi gibi bir suru sol liberal, sag liberal, fasist vb yazar vb ile bir araya gelmisler, resmen rajon kesen bir mafya babasi agzi ile Suriye Devlet Baskanina bir acik mektup dosemisler. KIsaca dedikleri su, ya emperyalistlerin taleplerine teslim olursun ya da sonun Kaddafi ya da Saddam gibi olur. Kaddafi’nin sonunun nasil oldugunu hepimiz biliyoruz, adamin kicina demir sokarak oldurduler. Libya fasist ceteler eliyle bastan sonra yikildi, herkese bedava olan egitim saglik gibi haklar yok edildi, kadin isci vb haklari tamamen kaldirildi, ulkenin kaynaklari batili emperyalist sirketlere peskes cekildi. Bu mektup emperyalistlerin diger ulkeleri isgal etme hakkini savunan icerigi fasistce olan bir mektuptur. Hic bir devlet baskani ya da diktatorluk emperyalistlere bir baska ulkeyi isgal etme, halkinin var olan iktisadi demokratik haklarini yok etme, dogal ve iktisadi kaynaklarini yagmalama vb hakki vermez.
Sadece Irak”ta emperyalistler bir milyondan fazla Irakliyi oldurduler. Hic bir Saddam ya da diktatorun varligi emperyalistlere bu hakki vermez. Saddam kotu diye milyonlarca insanin oldurulmesini hic bir vicdan kabul etmez, liberal vicdanlar disinda tabii.
Dogal olarak gerek Suriye de ki fasist ceteler, gerekse emperyalistler demokrat insanlarin tepkisini cekiyor. Bunlar bu durumu her yerde protesto ediyorlar. Hukumet birde tum bu katliamlara tuz biber eksin diye bu bildiriyi imzalayan liberal yazarimizi anti emperyalist Nazim Hikmet icin yapilan bir acilisa cagirmis. Dogal olarak bazi FKF li bazi ogrenciler bu durumu protesto etmis.
Gun’e AKP destekcisi sol liberallere vb gore ogrenciler OP yi edemezler! Cunki eger OP protesto edersen onun fikir ozgurlugunu kisitlamiz olurmussun. Iddia bu, Hatta Gun diyor ki bakiniz afislerine gelemezsin yaptirtmayiz vb diye laflar var. Bu arada devlet bu toplantiyi ogrencilere yasaklamis ve dusuncelerini ve protestolarini ifade etmelerini engellemis.
Ama zaten bu tur tum protestolarda benzer ifadeler kullanilir, gezi deki protestolarda da benzer bir cok sey gorebilirsin. Bu protestonun dilidir. Hic kimse protesto yaparkan ” boyle davranamalisiniz boyle konusmamalisiniz vb laflar soylemez, bu cok dogal.
Yani bir tarafta kendine liberal diyen anti komunist ve emperyalist saldirilari destekleyen bir yazar komunist bir yazarin adina acilan bir kuruma cagriliyor. Bazi gencler de bu durumu protesto etmek istiyorlar. OP a fiziki saldiri olacagini gosteren hic bir sey yok. Ama buna ragmen ogrencilerin protestosu yasaklaniyor, ve Gun ve bilumum liberal koro halinde bagiriyorlar, barbarlik! Bunu nasil yaparsiniz!
Valla Gun sen nasil yapiyorsun bilmiyorum ama solcuar protestolari dayak yiye yiye yapiyorlar. OP gelse idi buyuk ihtimalle gencler yine dayak yiyeceklerdi. . Eh yine yapacaklar. Sen istedigin kadar yirtin OP gibi yazarlar ogrenciler ve halk tarafindan protesto edilirler. Bu homofobik ya da kadin dusmani yazarlara yapilan tepkinin aynisidir. Turkiye de benzer bir suru yazar homofobik ya da anti kadin vb goruslerinden protesto edildi ama hic birisi dayak bile yemedi. Eger hafizam beni yaniltmiyorsa dayak yiyenler genelde protestocular olmustu.
Yukarida da belirtmistim liberalism ile fasizm arasindaki sinir oldukca geciskendir. Bu kadar gurultunun OP nun soz ozgurlugunu savunmakla bir alakasi yoktur, kimsenin OP nun soz ozgurlugunu kisitladigi filan da yoktur, ama herkesin OP nun dusuncelerini savas destekciligini vb protesto etme hakki vardir ve tum gurultu tam da insanlarin protesto hakkini yok etmeye yonelik bir gurultudur.
Libertanizmden neyi kastettiğinizi bilmiyorum. Benim bildiğim, libertanizm anarşizmin öbür adıdır. eğer öyleyese, anarşizm bırakınız yapzınlar-bırakınız geçsinler liberal felsefesine tamamen karşıdır. Bu, ekonomik sömürünün sloganıdır. Özgürlükçülükle liberalizm çok farklı şeylerdir.
R.Pekünlü yüzünden mağdur olmuş bir öğrenci bile yok F tipi basının uydurmaları var. Şikayette kişi bulunan onun öğrencisi bile değil. Ana akım medya dışında haber kaynaklarına da bakın ‘türbanlıları fişledi’ demeden önce ( R.P. ceza alsın diyenlere). Gerçekten fikir özgürlüğünü savunmak bunu gerektirir. O.P. bunları okuyorsa çok eğleniyordur solcuları birbirine düşürdüm diye .T Kara’nın yazısından alıntı yapan arkadaşı da kutluyorum. Olay tam da bu Nazi Almanya’sında Nazilerin fikir özgürlüğünü savunmak. Yahudi’nin fikir özgürlüğünü savunmak zor elbette o dönemde. Şimdi de Kemalistleri savunmak zor (gerçek) solcuları savunmak zor, antiemperyalistleri savunmak zor. AKP’ye methiye düzen adamı savunmaya gerek var mı? Zaten ortada savunma gerektiren bir durum yok.
Ahmet, faşizme stalinistler mi daha yakın yoksa liberaller mi?
Bir bakalim kimler yakin. Su an Kuba bir cesit parti diktatorlugu ile yonetilmektedir. Kuba daki insan haklari vb mesela ABD den bin kat daha iyidir. Kuba da oldurulen ya da iskence edilen ne bir muhalif vardir ne de siradan birisi. ABD de yilda polisin oldurduklerini kesin olarak bilemiyoruz ama sadece basinda vb sayilanlar yilda yuzlerce. Kuba da hic kitle katliami filan da olmaz ama ABD nin 1959 dan bu yana kitle katliamlari onlarcadir. Ustelik Kuba daki emekcilerin sosyal ve siyasal haklari ABD emekcilerinden yuzlerce kat daha iyidir. Mesela ABD de milyonlarca insan saglik hakki olmadigi en basit hastaliklardan olmektedir. Kuba ise Afrika daki ebola hastalarina bile yardi etmektedir.
Tabii Kuba istisna diyebilirsiniz o zaman hadi Dogu Avrupa ya mesela Dogu Almanya ya bakalim. Size kolaylik olsun diye bu konuda yazdigim yaziya link veriyorum. http://www.sendika.org/2014/11/dogu-almanya-ve-duvar-ahmet-kaplan/ Yazida linklerini ve kaynaklarini goreceksiniz ben kisaca yazayim. Bu konuda yazilan en unlu kitaplari taradim, bu konuda mahkemeler acildi ve mahkemelerde 1957 lerin sonundan beri icisleri bakani olan zat yargilandi, Dogu Almanya da Polis tarafindan iskence edilen ne tek bir kisi vardir ne de iskence de ya da yargisiz infaz da oldurulen. ABD ise daha yeni iskence raporunu yayinladi, hemen her gun silahsiz silahlar sokak ortasinda vuruluyor, cocuklar vuruluyor. Mahkemeye bile verilmiyorlar. Sokak ortasinda kameralarin onunde adami boguyorlar polisler ondan bile ceza almiyorlar. ABD hem ABD de hem de dunyada muhaliflerine iskence uyguluyor. Sence insan haklari bakimindan hangisi iyi? ABD mi?Kuba mi yoksa Dogu Almanya mi?
Hadi diyeceksin o bir istisna idi. O zaman Romanya ya bakalim. Cavusesku solda kimsenin sevmedigi bir adam olarak tarihe gecti. Bir saray darbesi ile infaz edildi. 1965 ten olduruldugu 1989 a kadar Romanya nin lideri idi. 1977 yilinda yani gucunun zirvesinde iken Ulkenin jiu Valley bolgesindeki madenciler greve cikarlar. Sebeb ise hukumetin emeklilik yasini artirmasi ve ucret meselesidir. 90 bin civarinda madencinin oldugu bolgede 30 binden kisi greve cikar. Resmi sendikalari reddederler ve kendi sendikalarini ve grev komitelerini kurarlar. Tabii Hukumet bir bakan ile resmi sendika konfederasyonunun liderini grevcilerle gorusme icin gonderir.
Isci komitesi her ikisi de politburo uyesi olan bu kisilerle gerekli yetkileri olmadigi icin gorusme yapmayi reddeder. Bunun uzerine Cavusesku Grev komitesi ile Cavusesku arasindaki gorusme 30 bin civarinda iscinin gozu onunde yapilir. Gorusmeyi isciler adina yuruten komitenin liderligini Constantin Dobre yapmaktadir.
Cavusesku baslangicta iscileri sakinlestirmeyi dener. Isciler yuhalar. Ortam gergindir buna ragmen Cavusesku korumalari olmadan iscilerin arasina girer ve gorusmeler baslar. Dobre once iscilerin konusacagini soyleyerek iscilerin taleplerini bir liste halinde sunar. Emeklilik yasi 50 den 55 e artirilmasin daha dogrusu karar geri alinsin, , gunluk calisma suresi 8 saatetn alti saate indirilsin, ucretler vb tum talepler siralanir ve bes saatlik suren bir maraton pazarlikta iscilerin hemen hemen tum istekleri kabul edilir.
Bati basini daha sonra grevden sonra Dobre ve diger grev liderlerinin tutuklandiklarini hatta oldurulduklerini yazar dogru degildir, grev sirasinda cevrede polis bile yoktur. Dobre daha bir kac sene once verdigi bir roportajda hic tutuklanmadiklarini ama polisin kendilerini surekli kontrol ettiklerini yazar. O kadar.
Daha sonra Cavusesku bir saray darbesi ile oldurulur, burokrasi ise kapitalizme gecer. Burokrasi Cavuseski nin hem hirsiz he de katil oldugunu iddia eder. Ikisinin de yalan oldugu aciga cikar. 25 yil oldu, Cavusesku zamaninda iskence edilen ya da oldurulen tek bir kisi hakkinda dahi dava acilmamistir. Yukaridaki grev icin Jui valley stirike diye google yap bir suru kaynak ortaya cikiyor. Aslinda bu Romanya daki tek grevde degildir. Cavusesku doneminde bagimsiz sendikalar tarafindan gerceklestirilen bir suru grev vardir ve tutuklanan tek bir isci yoktur.
Sence sayin liberal hangisi daha kotu, stalinist Cavusesku mu ( Aslinda Stalinist degildir ama sen hepsine toptan stalinist diyorsun diye oyle soyluyorum) yoksa liberal Romanya mi daha kotu? Aslinda ayni soruyu Romanya halkina ikide bir soruyorlar. Soranlar da genelde hukumet baglantili antikomunist liberal vakiflar. En son Romanya halkinin yuzde altmisindan fazlasi Cavusesku rejiminin daha iyi oldugunu soylemis. http://www.balkanalysis.com/romania/2011/12/27/in-romania-opinion-polls-show-nostalgia-for-communism/
Bir gazete haberi verirken diyorki Cavusesku secimlere girse buyuk cogunlukla secimleri alacak. Niye alacagini yukaridaki anlattiklarim gosteriyor zaten. Aslinda sorun su, en boktan diktatorlukler bile emperyalist ulkelerden daha iyi. Gidiniz Irak’a halkin buyuk cogunlugu Saddam donemini aradigini soyluyor. Hatta Saddam’in heykelini terligi ile doven bir sporcu vardi o bile iki sene once keske Saddam kalsaydi diyor.
İtirazın İki Şartı
çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye’de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya’da türk olacağız
hollanda’da surinamlı
fransa’da cezayirli
iran’da azeri
amerika’da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil’de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı
Nevzat Çelik şiiri bu yaşananlara ışık tutuyor bence …Boşuna birbirimizi yıpratmayalım, işte itirazın şartları belli ,bu devirde AKP yalakalığı yapanın konuşma özgürlüğü kısıtlanamaz ki savunma gereksin. Alev Alatlı, Yavuz Bingöl, OP aynı geminin yolcuları siz boğulmak üzere olsanız sizi gemilerine almazlar. Sanırım siz de binmek istemezsiniz, yanılıyor muyum sayın Zileli?
Bunu sormak bile çok anlamsız 64 numaralı anonim kardeş. Geçmiş için tartışılabilir, şimdi son 30 yılda nerede var Stalinist? Varsa da ne güçteler? Neo-liberaller her yıl on binleri, yılına göre milyonları öldürüyor, liberaller de (sağı-solu-neosu-konservatifi) aynı safta. Bu kadar açık bir gerçek nasıl sorulabilir? Elbette Liberaller faşizme yakın değiller sadece, bizzat faşizmi temsil ediyorlar. Stalin hayaletiyle bu katliamları gizliyorsunuz.
Onların ne yapacağı beni ilgilendirmez. AKP yalakalığına karşı mücadele eden özgürlüğü savunur. Onların özgürlüğü de dahil. Karl Popper, “komünizm benim özgürlüğümü kaldıracak. Bu yüzden şimdiden komünistlerin özgürlüğünü kısıtlamak zorunludur” demişti. Bu mantık sizin mantığınızla aynıdır.
Dışarda öldürülecek muhalif kalmadıysa…
Bu siteden çok şey öğrendim…
Gün ağabeye kendi adıma teşekkür ederim.
Burada sergilenen özgürlükçü tavırla ekilen tohumlar gelecekde mutlaka büyüyüp yeşerecek ve meyve verecektir buna yürekten inanıyorum…
kafama takılan mesele ifade özgürlügü degil.
zamanla,birazda teknoloji sayesinde (eğilim bu yönde) ifade özgürlügü sorun olmaktan çıkacakdır. 1995 de ıstanbul ‘un bir ilçesinde dersim’li bir komşumuzun sokak düğünü halay başının salladığı sarı,kırmızı,yeşil mendil yüzünden jandarma tarafından basılıp dağıtılmıştı.
Bugün aynı sokakda hdp nin öcalan’ın posterleri var.
geçmişe nazaran bugün herkes iyi kötü istediğini söylüyor .Bu konuşduklarımızın Yüzde birini 1990’larda konuşsaydık işkence görürdük.
teknoloji ifade özgürlügünü beraberinde getirdi.lakin internette istediğini söyleyen insan, sokaga çıkıp halkı örgütleyip güç olmaya başlarsa bir bahane ile engelleniyor. devletin ‘ifade özgürlügüne” yaklaşımı bu.
Geçen mirzabeyoğlu’da panelinde bahsetti, kafama takılan soru şu; benim inancıma göre içki içmek yasak,suç,günah.ama bir başkasına göre zevk.
böyle bir durumda ne yapacağız?
İktidara içenler gelirse ne olacak? İçmeyenler gelirse ne olacak? Bu iki yaklaşimın özgürlügü aynı anda digeri magdur edilmeden aynı toplumda nasıl hayata geçirilecek?
Kanımca bu sorunun cevabı ;hangi yaklaşım bilimsel sorusunun cevabıyla yakından alakalı.zira bilim tek gerçek klavuzdur.
Bana göre; içki içmek yasaklanmalı , özel mülkiyet haktır,ingilizler üstündür ,aborjinler aptaldır gibi gerici fikirlerin ifade edilmesi engellenmeli.
Yoksa zamanla pratige dökülürler. Tersinden düşünelim. Bugün sosyalizm ,halkların kardeşliği,eşitlik,özgürlük,kahrolsun sermaye, fikirleri neden bastırılıyor?
Bastırılmasa daha çok güçlenmez miyiz?
Bu doğada da böyle,biyolojiden örnek verelim; hastalık denilen olgu özünde çoğalmış “zararlı” bakteridir.Kanser sınırsızca üreyen hücredir. hastalanmak istemiyorsan bakterileri kontrol altında tutman gerekir.
bu anlamda devletin baskıcı refleksi normal.
aynı şeyi özgürlükçü bir toplumda biz yapmazsak eski sisteme geri dönmez miyiz?
cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşeli değil mi?
hem kurtlar doysun ,hem de kuzular yaşasın düşüncesinin ayakları biraz havada kalmıyor mu? üstelik kurtların vejeteryan olmaya da hiç niyeti yok. zaten kurtlar ot yerlerse yok olur giderler…
mutlak özgürlük yok. ama mümkün olanı en son sınırına dek özgürlügü savunmak akılcılık olur.
Bu durumda hakem ;bilim olmalı dedik,bilimsel olarak içki içtiğimiz için bizi cezalandıracak bir cehennem yok.
isteyen inancı gereği içmeyebilir ama “içki içmeyeceksin ,benim dinimin hakim olması için içkiyi yasaklamam gerek ” diyen adamın gözüne de yumrugu vurmak lazımdır.
demir çelikte kesilir. maddi güç daha büyük bir maddi güçle yenilir.
felsefi olarak özgürlükleri savunmak etik,asil bir yaklaşım…
peki bunun toplumda karşılığı var mı?
pratik bize yok diyor.
gelisen bir sol hareket var , ne yapabiliriz, emep i kullanali, secim birligi teklif edeli, akbul etmezlerse fsasistlikle sovenlikle suclayalim, Kabul ederlerse, ne ala , tum cografya solunu APO nun iki dudagi agzina veririrz, eyi bu Taktik eyi, lazkiye yi bize acin avrupayi sizden kurtaralim, lazkiyeyi almak istedigimizi kim soylediki, Selahaddin Demirtas iyi bi solcudur, ve ben mars kraliyim,:)) turkiyde solcu yoktur…
haziran hareketini nasil biritirir rejimin uluslarasi bolgesel ve ulusal istikrarini saglariz, haziran hareketine, EMEP i( truva ati) sok ittifak iste, salaktirlar yutacaktirlar, haziran hareketi, bitmistir…..
bir savas olsa, bir kavga,onunde barikat, hic ummadigin insanlarla yan yana gelebilirsin, saginda perincekciler, olabilir, bi yerinde APO cular, yakinlarinda bi yerlerde, hk li emep liler varsa, kork…
bir isin icinde eski aydinlik yada ve eski hk kadrolari varsa, orda bir pislik vardir—-
Kaan Bey, son 30 yılda stalinistler nerede diye soruyorsunuz ya, siz de çok iyi biliyorsunuz aslında. Yanıbaşınızdalar. Dibinizdeler. Size bir telefon açıyor ya da mail atıyorlar, hemen onların safına geçiveriyorsunuz. Zileli ve Gürsel ile dayanışmanız gerekirken, sizi sansürleyip yerinize Ahmet Cemal’i getiren stalinistlerle yakınlaşıyorsunuz. Kusura bakmayın ama aklınızla değil hislerinizle davranıyorsunuz.
Özgürlük mücadaleyle kazanılır. Benim veya toplumun özgürlüğünü kısıtlamak isteyenle mücadele ederim. ama yasaklayarak değil. Bana şiddet uyguluyorsa özsavunmamı yaparım elbette.
Evrenin kendi dengfesi nasıl kuruldu. Mücadele var ama bastırma, yasaklama yok. Bu, her türden diktatörlüklerin icadıdır.
Stalinizm ve ona bağlı otoriter Marksist görüşler şu anda çok etkili olmayabilir. (Kapitalizmin çok güçlü etkinliği ve başka nedenlerden dolayı.) Ama Stalinizm, kapitalizme alternatif bir görüş olarak durmaktadır ve oldukça ciddiye alınan bir görüştür.
Kapitalist sistemin ciddi bir çöküntüye uğraması veya başarısız olması durumunda birçok ülkede Stalinist görüşlerin tekrar uygulanmasını ciddi bir olasılık olarak görüyorum. Örneğin Türkiye’de sosyalist düşüncede önemli düzeyde hâkim olanlar Stalin yanlıları ve ona benzer otoriter Marksist düşüncelerdir.
Her ne kadar bu görüşler kapitalizme alternatif gibi sunulsa, ondan çok daha iyi çözüm ürettiklerini söyleseler de buna katılmak için ikna edici önemli gerekçeler yoktur. Stalinizm, aslında devlet kapitalizmini savunan, düşünce özgürlüğünü yok sayan bir görüştür.
Ama devlet arşivlerini inceledik, sözü edilen kötü olayları bu arşivlerde göremedik vb. denilebilir. Nasıl ki bir katil cinayet işledikten sonra cinayetle ilgili birçok delili yok ediyorsa çok daha fazla olanaklara sahip devlet için bunları yapmak zor değildir. Devlet arşivleri değiştirebilir, işine gelmeyen kötü şeylerin üstünü örtebilir, yok edebilir, olayları toz pembe gösterebilir, hatta cinayetlerle ve kötü olaylara ilgili tüm kanıtları ortadan kaldırılabilir. Totaliter bir devlet ise delilleri gizleme ve yok etme konusunda imkânların çok daha fazlasına sahiptir, çünkü orada tüm bu yapılanlara dur diyecek tek bir kişi bulmak zordur. O yüzden arşivlere baktık bunların olmadığını gördük vb. ikna edici kanıt olamaz. Bağımsız yazar ve araştırmaların söyledikleri , ve diğer birçok kanıt, belge vb. de önemlidir. Stalin yanlıları bu tür kanıtları genelde görmezden gelerek Stalinizmi eleştirmek için bunların yapıldığını, bu tür araştırmaların bu tür önyargıların esiri olduğunu söylüyorlar. Fakat Stalin ve Marksizm yanlısı olmanın da bir önyargı olduğunu ve bu önyargının Stalin’in yanlışlarını örtmeye kadar uzanacağını görmezden geliyorlar. Evet herkesin bir takım önyargıları vardır mesele burada önyargıların esiri olmadan kanıtları incelemek ve doğrulara ulaşmaktır. O yüzden bu Stalin yanlısı kanıtları inceleyelim, bu Stalin yanlısı değil kanıtları görmezden gelelim demek yerine kanıtların kendisine odaklanmak daha faydalı olacaktır.
Anarşist-Bakış
Stalinizm, sol düşüncede kapitalizme en önemli ve güçlü alternatif olarak görüldüğü sürece eleştirilecektir. Çünkü gerçekte kendisi bir alternatif değildir, Stalinizm bir tür sahte sosyalizm olup kapitalizmin farklı kötü versiyonlarından biridir.
Icki icmeyenlerin agzina huni koyup susuz raki dokecegiz, minarelerden ezan yerine soul muzik calacagiz, butun Stalin dusmanlarini kilictan gecirip kanlarini icecegiz, yobazlarin sariklarindaki bezleri acip kefenleri yapacagiz, kadinlarin pecelerini atip yuzlerine kezzap dokecegiz, Orhan Pamuk’u ve Gun Zileli”yi Topcu Kislasi’ndaki AVM’de Zeki Triko’nun soyunma odalarina kapatacagiz…
Oldu mu?
Off be rahatladim!
yazının altı stalinist kaynıyor. k.a.’nın sitesine döndü burası da, derken 74 numara geldi. ama neye yeter?
eh yine ucuz kurtarmışız 🙂
benzeri konuda bir yazı daha:
Düşmanını Sevindiriyorsan Yanlış Yoldasın!
Solda, pek de sorgulanmadan benimsenmiş bir önkabul vardır: “Düşman sana saldırıyorsa doğru yoldasın demektir.”
Oysa bu yanlış bir önkabuldür ve bir siyasi hareketi kısa yoldan iflasa sürüklemek için bire birdir. Üstelik insanda kof bir şişinmeciliğe yol açtığı için de zararlıdır.
Çünkü düşman sana, doğru yolda olduğun için değil, çoğunlukla seni zaaf içinde gördüğü anda saldırır. “Bana doğru yolda olduğum için saldırıyorlar” şişinmeciliği ise zaafların en büyüğüdür.
Bana soracak olursanız, bir insanın ya da örgütün veya siyasi hareketin doğru yolda olduğunun öncel bir göstergesi olamaz. Bu ancak sonuca varıldıktan sonra belli olur.
Bununla birlikte, yanlış yolda olup olmadığımızı önceden ortaya koyan yanılmaz bir mihenk taşı vardır: Eylemin, düşmanını sevindirmişse, anla ki yanlış yoldasın ya da yaptığın eylem yanlış.
ODTÜ’de cemaatçi oldukları söylenen bazı başörtülülerin dışarı çıkarılması eylemi işte böyle bir eylemdir. İktidar mensuplarına ve AKP çevrelerine bakın, onların ellerini nasıl oğuşturduklarını görün, ne demek istediğimi anlarsınız.
Bazı arkadaşlar, bu eylemin başörtülü öğrencilere değil, cemaatçi yurtlar için propaganda yapan cemaat mensuplarına yapıldığı savunmasına sığınıyorlar. Hiç fark etmez; kime karşı yapılırsa yapılsın, bu eylem iktidar mensuplarını sevindirdiğine göre kökten yanlıştır.
Diyelim ki, orada cemaat mensupları kendi yurtları için öğrenci toplamak üzere propaganda yapıyor olsunlar, yaptığınız, ifade ve eylem özgürlüğüne karşı bir kısıtlama mı, değil mi? Bu, küçük çaplı bir diktatörlük mü, değil mi?
Ne yapalım, bırakalım da serbestçe cemaat propagandası mı yapsınlar, diye bir savunmaya sığınılabilir. Cevabım şudur: Evet, bırakın yapsınlar. Eee peki biz ne yapacağız? Ne yapacaksınız, siz de karşısına geçip karşı propaganda yapacaksınız. Hatta bu iyi bir fırsattır da. Cemaatçi propaganda yapanların karşısına geçersiniz ve cemaatçiliğin ne olduğunu anlatırsınız. Eğer propagandanız gerçeğe dayanıyorsa, ki dayanıyor, siz üstün gelirsiniz. Üstelik bu, sizin güçlü olduğunuz bir alanda bile, karşıtlarınızın propaganda ve eylem özgürlüğüne dokunmadığınızı, hatta onu güvence altına aldığınızı göstermesi bakımından propagandanın en güçlüsüdür de.
Bence solun, hâlâ batı burjuva demokrasisinden öğrenmesi gereken çok şey var. Batı burjuvazisi, karşıtlarının eylem ve söz özgürlüğünü güvence altına alır. İngiliz polisinin, gösteri yapan İngiliz anarşistlerine ve komünistlerine saldırı yapmak isteyen İngiliz aşırı sağcılarına karşı göstericilerin güvenliğini koruduğuna bizzat tanığım. Burjuvazi bunu, solcuları ya da anarşistleri çok sevdiği için mi yapıyordu? Hiç de değil. Kendi düzenini sevdiği için yapıyordu. Çünkü biliyordu ki, karşıtlarının söz ve eylem özgürlüğünü korumak kendi rejiminin güvencesiydi. Karşıtlarının söz ve eylem özgürlüğünü baskı altına alırsa ya da korumazsa, bunun, kendi özgürlüğünü de tehlikeye atacağını çok iyi biliyordu.
Bolşevikler, karşıtlarının söz ve eylem özgürlüğünü “proletarya diktatörlüğü” adına ortadan kaldırarak aslında kendi özgürlüklerini de kaldırmış oldular. Stalinist diktatörlük, Bolşeviklerin “proletarya diktatörlüğü” teorisine dayanarak Bolşeviklerin özgürlüğünü ortadan kaldırmakla kalmadı, yaşama haklarını bile ellerinden aldı. Öyle ki, Stalinist diktatörlük on binlerce Stalinistin bile mezarı oldu.
ODTÜ’deki bu münasebetsiz eylemi yapanlar Gezi hareketinden hiçbir şey öğrenmemişler. Bu, yeni dönemde kötü bir başlangıç oldu. Umarım, bu eylemi yapanlar kısa sürede bunun farkına varırlar ve bütün hareketi şaibe altında bırakan böylesi bir saçma eylemin yanlışlığını ilan ederek hatadan dönerler.
Gezi hareketinin başlangıcından beri elde ettiğimiz kazançları bir mirasyedi gibi harcamaya kimsenin hakkı yok. Hem de dar örgütsel çıkarlar uğruna.
Gün Zileli
7 Eylül 2013
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/09/07/dusmanini-sevindiriyorsan-yanlis-yoldasin/#ixzz3NBsBzACK
Benim gibi anti-Stalinistleri de Stalinist gördüğünüze göre her yer Stalinist kaynar elbette. Günün birinde aynada kendinizi Stalinist görür ve öldürürsünüz. Gerçekten birçok anti-Stalinistin durumu siyasi olmaktan çıkmış görünüyor, bu konu psikiyatrinin sahasına giriyor.
Bir de şuna bakılsın lütfen:
KarşıDevrimci Kimdir?
gezi-ruhu-butundur-bolunemez-1
En önce saptanması gereken nokta şudur: Toplumsal mücadele alanına giren bütün ideolojiler, ideoloji sahiplerinin bir çeşit ilüzyona kapılmalarına neden olur ve bir süre sonra, her ideoloji mensubu kendi dışındakini düşman olarak görmeye başlar.
Tarihte ve sosyal pratikte bunun sayısız örneği vardır.
Özellikle 1917 Devrimi’nden sonra kurulan Komintern, bu konuda çok kötü bir gelenek bırakmıştır.
İktidarı Sol-Sosyalist Devrimcilerle koalisyon kurarak ele geçiren Bolşevikler, Sol Sosyalist Devrimcilerin Brest-Litovsk anlaşmasına itiraz etmeleri üzerine, onları hükümetten attı ve yasadışı ilan etti. Devrimin Bolşevik tekeli altına alınmasına itiraz eden Anarşistler, Maksimalistler ve Bolşeviklerin politikalarını eleştiren Menşevikler de aynı zaman diliminde yasadışı ilan edildiler. Bir süre sonra, Bolşevik Partisi, bu tür akım ve partilerin karşıdevrimci olduğunu duyurdu. Buna rağmen parti içi muhalefet akımları, örneğin o sırada “sol” bir muhalefet yürüten Buharinciler, İşçi Muhalefeti ve Demokratik Merkeziyetçiler kendilerini parti içinde ifade etme olanağına sahiptiler.
1921 yılında Kronstadt bahriyelileri, Bolşevik iktidar tekeline karşı baş kaldırdılar ve Sovyetler’de bütün devrimci akımlara ve sosyalist partilere temsil olanağı tanınması, taleplerinin en başında yer aldı. Vahşice ezildiler. Hem isyancılar, hem de Kronstadt müstahkem mevzilerine, kaçmamaları için arkalarına dizilmiş Çeka birlikleri olduğu halde buzlar üzerinden ilerlemek zorunda olan Kızıl Ordu büyük kayıplar verdi.
Lenin’in ölümünden sonra Troçki’nin öncülüğünde ortaya çıkan sol muhalefet bir süre sonra yasadışı ilan edildi ve Troçki 1927 yılında sürgüne gönderildi. Sol muhalefet ve Troçkizm bu tarihten itibaren karşıdevrimci olarak damgalandı. 1930’lu yılların başında Buharin, Zinovyev-Kamenev muhalefetleri de bastırıldı ve karşıdevrimci olmakla suçlandı.
1930’ların ortalarına gelindiğinde, parti dışındaki ve içindeki bütün akım, parti ve eğilimler yasaklanmış ve karşıdevrimci ilan edilmişti. Bununla da kalınmadı. Başta Troçki olmak üzere muhalefet edenlerin önde gelenleri “halk düşmanı” ve hatta “Nazi ajanı” diye yaftalanarak ya öldürüldü ya da ölüm kamplarına sevk edildi. Bunun ardından, sıra, Stalin’in izlediği çizgiye ayak uyduramayan ya da ayak uyduramadıkları farz edilen Stalinistlere geldi ve Büyük Temizliklerde, o zamana kadar öldürülen muhaliflerden bile çok daha fazla sayıda Stalinist öldürüldü. Sonuç olarak, ortada, Stalin ve ona bağlı birkaç politbüro üyesinin oluşturduğu klik dışında, “devrimci” ya da “komünist” kalmamıştı.
Bu uygulama, bütün dünya komünist partilerinde de aynen taklit edilerek sürdürüldü. Komünist Partiler, sadece kendilerinin “devrimci” olduğunu, bunun dışındaki tüm devrimci akımların “karşıdevrimci” olduğunu söylemekle kalmadılar, kendi içlerindeki en ufak ayrılıkta da parti merkezine ters düşen herkesi “karşıdevrimci” olarak görüp partiden ihraç ettiler.
Bu gelenek ne yazık ki, bizim gençlik dönemimizde, yani 1960’larda hâkimiyetini sürdürdü. En ufak bir ayrılıkta “emperyalizmin beşinci kolu oportünistlere” karşı “devrimci şiddet” uygulanmasının gerekli ve yerinde olduğu ileri sürülüyordu. Bu nedenle, ben de dâhil çok sayıda devrimci insana fiili saldırılar düzenlenmiştir. (Bkz: Yarılma, İletişim, 2002)
Derken 12 Mart geldi. Bir de bakıldı ki, “emperyalizmin beşinci kolu oportünistler” de kendileriyle birlikte içeri atılmışlar. Yani emperyalistler ve işbirlikçileri, “kendi beşinci kolları oportünistlerin” de gözünün yaşına bakmadan içeri tıkmışlar, kimi durumlarda idamla bile yargılamakta bir an bile tereddüt etmemişler. Bu paradoksu izah etmeye kimse kalkışmadı. Kimse soru sormaya da yanaşmadı. Dolayısıyla sol saflardaki “hain ilan etme” virüsü güçlü bir şekilde yaşamaya devam etti.
1970’lerde, solda neredeyse her fraksiyon bir diğerini “karşıdevrimci” ilan etme alışkanlığını sürdürdü. Tabii somut durumlara göre bu nitelemede bazı yumuşatmalar yapılabiliyordu. Örneğin, bir fraksiyon diğerini kendine biraz yakın görüyorsa, onu “küçük burjuva devrimciliği” ile taltif edebiliyordu. Tartışmasız bir şekilde tek “proletarya temsilcisi” kendi olduğu için müttefikine de bu adı takıyordu. 1970’in en amansız fraksiyon çatışması, bilindiği gibi, Çinci ve Moskovacı fraksiyonlar arasında yaşandı ve birbirlerine “Maocu bozkurt”, “sosyal-faşist” adını takarak düşman ilan eden bu iki kesimin 1 Mayıs 1977’deki amansız çatışması, sonuçta devletin büyük bir provokasyonuna olanak sağladı ve 1 Mayıs’a katılan 34 devrimci insan bu yüzden hayatını kaybetti. Sadece bu kadar da değil. O dönemde birbirini düşman ilan eden sol fraksiyonların arasında çıkan silahlı çatışmalarda ölenlerin sayısı bir hayli kabarıktır.
Derken 12 Eylül geldi ve devlet, birbirini düşman ilan eden bütün sol fraksiyonları içeri attı. Birbirlerini hapiste gören “düşman” solcular bunun üzerinde de çok fazla düşünmediler. Mutlaka içlerinde düşünenler olmuştur ama ne yazık ki bu, sol hareketin iç değerlendirmelerine çok fazla yansımadı. Gerçi “sol içi şiddetten” şikâyetler başlamıştı ama bunu önleyecek büyük bir atılım yapmayı hiçbir sol örgüt göze alamadı. Sol örgütlerin yöneticileri genellikle gerçeği ifade etmekten korkan bürokratlardır ve üstelik bu korkaklığı kendi üyelerine de aşılarlar. Devrim için hayatını vermekten çekinmeyecek ölçüde cesur olan nice militanın örgüt içinde fikir ya da itiraz beyan ederken bir fare kadar korkaklaştığı bilinen bir gerçektir.
1990’lara gelindiğinde, solun iç fraksiyon çatışmaları bir ölçüde duruldu. Her örgüt kendi “arka bahçesine” çekildi, kendi çitlerini çekti ve bu küçük “devletçikler” neredeyse “diplomatik” denebilecek, birbirine ilişmeme tutumu içine girdiler. Ne var ki bu, aynı zamanda, birbirlerinin içindeki infazlara karşı da “saygılı” davranmak gibi korkunç bir vurdumduymazlığı getirdi. Bunları Aytekin Yılmaz, Labirentin Sonu (İletişim, Mahsus Mahal) kitabında çok güzel anlatır. Örgüt tarafından “uygulama”ya alınmış bir genç vardır içerde ve örgüt tarafından infaz edilmesi an meselesidir. Aytekin, gidip diğer sol örgütlerin yöneticileriyle konuşur, gencin kurtarılması için. Aldığı cevap, “o örgütün kendi iç işidir, biz karışamayız” olur.
Böylece 2013 yılının 31 Mayıs-1 Mayıs’ına geldik. Gezi isyanı patlak verdi. Gezi isyanının ardından, polisin kovalandığı Taksim Meydanında ve Gezi Parkı’nda bir çeşit “Paris komünü” ilan edildi. Ve orada çok önemli bir şey oldu. Solun bütün bileşenleri oradaydı ama hiçbiri Gezi isyanına hâkim değildi. Ve Gezi isyanı öyle bir ruh yaratmıştı ki, normal koşullarda alana hâkim olmak için birbirinin gözünü oyacak ve yekdiğerini “oportünist”, “karşıdevrimci”, “halk düşmanı” ilan etmeye teşne örgütlerin hiçbiri bunu yapmadı, yapamadı ve herkes birbirine son derece saygılı davrandı. Bir anda bambaşka bir atmosfer oluşmuş ve bütün devrimci örgütler, aralarındaki bütün gerçek ya da yapay ayrılıklara rağmen mücadeleye hep birlikte omuz vermişlerdi. Ve her darbede hapishanelere bir arada düşmenin bizlere öğretemediği bir gerçeği Gezi Parkı on beş günlük yaşam süresi içinde açıkça gösterdi. Karşıdevrimci olan kimse yoktu. Herkes devrimci mücadeleye şu ya da bu ölçüde omuz veriyordu. Karşıda bir tek karşıdevrimci vardı, o da AKP iktidarı ve onun polisiydi. O biber gazı bulutunun içinde el ele koşan Türk bayraklı kızla, BDP bayraklı gencin fotoğrafı bu gerçeğin anıtsal bir ifadesidir.
O mücadelede DHKP-C’li de, MLKP’li de benim kardeşimdi, TKP’li de, DSİP’li de, İP’li de.
Şimdi denecektir ki, “evet ama bazı sol örgütler karşıdevrimci şeyler savunmuyorlar mı?”
Bunu söyleyen arkadaşlara cevabım şudur: Kimi sol ya da devrimci örgütlerin ideolojileri, çizgileri ya da savundukları politikalar veya izledikleri pratik gerçekten de karşıdevrime hizmet ettiği gerekçesiyle eleştirilebilir. Bu tür eleştirileri ben de an be an yapmaktayım. Ancak ideoloji ve politik tartışma ile toplumsal saflaşmayı birbirine karıştırırsanız, bunun sonu felaket olur ve işte esas bu karşıdevrime hizmet eder.
Devrim o kadar büyük bir olaydır ki, orada, ona omuz ve gönül veren herkese, her örgüte yer vardır. Geleceğin devrimci toplumunda da böyle olacaktır. Yani 1917 sonrasında olanın tam tersi. O zaman nasıl bütün devrimci örgütler yasa dışı ilan edilmişse, geleceğin toplumsal devrim toplumunda da bütün devrimci örgütler tam ve asla dokunulamaz bir meşruluğa sahip olacak, kimse kimseyi dışlayamayacaktır.
Gezi’de yaşadığımız gibi.
Gün Zileli
6 Aralık 2013
http://www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/12/06/karsidevrimci-kimdir/#ixzz3NBva1xLu
Kaan Arslanoğlu mu yoksa Orhan Pamuk mu derseniz elbette Kaan Arslanoğlu’nu tercih ederim. Ama Orhan Pamuk mu yoksa Kemal Okuyan mı derseniz bu kez Orhan Pamuk’u tercih ederim. Her tek durumu kendi özgünlüğünde değerlendirmek lazım. Kimin muhalif veya iktidar olduğu, kimin ezen veya ezilen olduğu, her tek durumda değişiyor.
Biz K.P.ile aynı mantığı taşımıyoruz, biz Dr. Fritz Klein ‘a kartopu atanlarla aynı mantığı taşıyoruz. Siz de Herkesten Daha Çok Antifaşist Partisi (HDÇAP)” genel başkanı ile aynı mantıktasınız. Bu mantık milyonlarca insanın katledilmesine engel olmamıştır. Tam tersine bu gibi açıklamalar bir ilüzyon yaratmış Nazilerin işini kolaylaştırmıştır. Gerçekte olan o tutsakların katledilmesiydi ve protesto için sadece biri kartopu fırlatabilmişti sonunda ölümle cezalandırılmıştı.Nazi Almanyasın’daki HDCAP genel başkanı kadar inandırıcı bir tutum sergiliyorsunuz. Bize ezber diyorsunuz ama asıl sizin yaptığınız ezbercilik. Kafanızda bir şablon var her duruma onu uyguluyorsunuz.
Masal Dünyasinda yasayan dincilerlerle bizim azili sosyalistlerin arasinda ne fark var?
Kuba`nin Usa dan daha iyi yasam kalitesi oldugunu iddia etmek icin Dincilerden daha fazla ” Wishful thinking” olmak gerek.ki psikolojik bir sorundur..
En fasat isci Usa da 2000 dolarken 20 de sahane kubada!
Kubada farkli düsünen emperyalist ajandir!
Ülkeyi biraksan cogu ABD ye Kacar.. Abd li ise turistlik amacla oraya gider..
Yalanla,masalla insanlar nasil yasarlar büyük bir bilmece..
Artik yazmak istemem….Kis bunalimdayiz zaten..
Ahmet’in tatlı masal dünyasından minik bir seçki…
“Libya fasist ceteler eliyle bastan sonra yikildi, herkese bedava olan egitim saglik gibi haklar yok edildi, kadin isci vb haklari tamamen kaldirildi.”
“Dogu Almanya da Polis tarafindan iskence edilen ne tek bir kisi vardir ne de iskence de ya da yargisiz infaz da oldurulen.”
“Burokrasi Cavuseski nin hem hirsiz he de katil oldugunu iddia eder. Ikisinin de yalan oldugu aciga cikar. 25 yil oldu, Cavusesku zamaninda iskence edilen ya da oldurulen tek bir kisi hakkinda dahi dava acilmamistir.”
Hizipleşme solun en büyük hastalığı biz birbirimizi yerken sağcılar malı götürür, ülke çöküşün eşiğine gelir. Biz mikroskobik farklarımızı tartışalım daha…O.P.gibi truva atları için birbirimizi kıralım.
Aşağıda tanımlanmış kişilerin düşünce ve duygularını kamu önünde dile getirmesi (kendi kendilerine konuşabilirler) ikinci bir emre kadar yasaktır… (Sünni ve “Demokratik” iktidarlar için)
1. Atatürkçüyüm diyenler. (Ekte listesi verilmiştir.)
2. Din ile siyaset yapılmaz diyenler. (Ekte listesi verilmiştir.)
3. Bize boyun eğmeyenler. (Ekte listesi verilmiştir.)
4. Gezi isyanını övmüş olanlar. (Ekte listesi verilmiştir.)
5. Paralel evrenciler ve buralarda gezinenler . (Ekte listesi verilmiştir.)
6. Tavuklarımıza “kışt” diyenler; sülüklerimizn emdiği kanı helal görmeyenler. (Ekte listesi verilmiştir.)
7. Elimizi öpmeyen yazarlar, oyuncular, gazeteciler, şarkıcılar, dizi oyuncular ve aileleri. (Ekte listesi verilmiştir.)
8. Bize sırt çevirmiş liberaller, muhalefet partisinin elemanları (Ekte listesi verilmiştir.)
9. Önderlerimizin mali durumunu dile getirenler. (Ekte listesi verilmiştir.)
10. Önderimiz o bölgede dolanırken 100 m. içinde sigara içenler, bacak, bacak üstüne atanlar, dalgın, dalgın gezenler… (Ekte listesi verilmiştir. Güncellemeler dikkat edilmesi!)
…………..
için yasaktır!
***********************************************************************
Aşağıda tanımlanmış kişiler düşünce ve duygularını kamu önünde dile getirmeye kalktıklarında, hemen protesto edilecekler… Mümkünse konuşturulmayacaklar (Devletçi Kapitalistler; “çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsin” diyerek ağlayan; ben öldürebilirim; şekeri de istersem veririm diyebilecek “kararlı unsurları” istihdam edenler…) )
1. Orhan Pamuk
2. RTE … Bulaşmayın… Zamanı gelecek!
3. Başbakan.. Bulaşmayın. Zamanı gelecek!
4. Bizden olmadığı gibi kimsesiz olan (bağımsızmış peh!) tüm yazar, çizer, şair ve gazeteciler..
5. Stalin’i sevmeyenler. (Özellikle sosyalist olup da sevmeyenler.)
5. Parti’ye secde etmeyenler.
6. Aklımıza geldikçe yazacaklarımız…
… için yasaktır…
Aşağıda tanımlanmış kişiler düşünce ve duygularını kamu önünde dile getirmeye kalktıklarında, hemen protesto edilecekler… Mümkünse konuşturulmayacaklar (Ulusalcılar için..)
1. Orhan Pamuk
2. Atatürk’ü peygamber bilmeyebler
3. Kürtlerin de Türk oldoğunu söylemeyenler
4. Kürtleri, Kürt olmadığına inandıracağımıza kuşku duyanlar.
5. Ermeni’leri Der Zor’a, gezmek için gönderdiğimize inanmayanlar.
6. Askeri üniforma taşıyan her insanın, siyasal-felsefi-toplumsal bilgeliği de kuşandığına aklı yatmayanlar
7. Laikliği, Atatürkçülüğü dünya nimetleri için maske yaptığımızı iddia edenler
……
için yasaktır!
************************************************************
Aşağıda tanımlanmış kişiler düşünce ve duygularını kamu önünde dile getirmeye kalktıklarında, hemen protesto edilecekler… Mümkünse konuşturulmayacaklar (Kürt Milliyetçileri için..)
1.Önderimizi eleştirenler
2. Bizden habersiz sosyalistlik yapacak olanlar
3. Bize milliyetçi diyenler
4. Bizim ölülerimize ağlasa da Türklerin, her mazlumun ölümüne ağlamak için zaman ayıranlar.
5. Bize akıl vermeye kalkışanlar
6. Bizi eleştirenler…
7. Bizim pir-ü pak olmadığımızı yazan-söyleyenler…
8. Türklerden daha müthiş bir halk olmadığımız düşünenler…
…………
için yasaktır………
***************************************************************************
Son uyarı..(Bu kural var olan iktidar için geçerlidir; İktidarda olmayanlar sırasını beklemeli; iktidar olmaları halinde “tepe-tepe, seve-seve) kullanabilirler; zaten iktidarı da bunu için istemiyorlar mı?)
BU LİSTELERDE EKSİKLER BULUNABİLİR. İHBARINIZ İLE MÜKEMMELLEŞTİRİLEBİLİR. BU GAYRETİMİZE KATKI VERMEYENLERİN “İFADESİ”, GÜNÜ GELDİĞİNDE AMA MUTLAKA “İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ” TANINARAK ALINACAKTIR… (ÜNLEM İŞARETİ KOYMUYORUZ; YANLIŞ ANLAŞILMASIN!)
Karsitini yok eden kendini de yok eder sözüne sonuna kadar katiliyorum. Fakat son paragrafta deginildigi üzere Orhan Pamuk hem edebi yetenegi hem de otoritenin karsisinda olmamasi (otoritenin yaninda olmasi demiyorum) nedeniyle yok olmak gibi bir tehlikede değil. Dolayisiyla burda bir duzlem kaymasi soz konusu. Fkf nin tutumu “ilerde buyurlerse stalin olurlar” gibi bir on kabul gelistirerek, fasist ya da antiozgurlukcu olarak degerlendirilemez. Teorik olarak bu bir hatadir. Ermeni – kürt aciklamasindan sonraki kemalist tavirla fkf nin tavrini ayni kefeye koymak olayi yuzeysellestirip icini bosaltmaktir bence. Dahasi fkf ya da sosyalistlerin bu tarz hatalari var ve gostermek gerekirken yanlis ornekle uzerlerine gitmektir. Sahi orhan pamuk u yasadigi halka sirtini donmekle itham edemez miyiz? Bunu ona bi sekilde anlatmak gerekmez mi? Bildigim kadariyla fiziki bir tehtid de soz konusu değildi.
O kadar savunduğunuz ilerici yazar Charlie Hebdo olayı için tek kelime etmedi ve etmeyecek de. Sivas katliamı içinde etmez. İşte fikir özgürlüğüyle bu kadar ilgilenmektedir ama nasıl oluyorsa entellektüeldir kendisi…
bu kendisini ilgilendirir. Onu savunmamıza engel değildir. Fransız polisinin öldürdüğü müslüman gençleri de savunduğumuz gibi.
BENCE “FİKİR VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN” YANA OLMAYANLARIN HİTLER’İ BİLE ELEŞTİRMEYE HAKKI YOKTUR VE BEN “FİKİR VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN” YANA OLMAK DERKEN, “MUTLAK ANLAMIYLA FİKİR VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN” YANA OLMAKTAN SÖZ EDİYORUM, ZERRE KADAR DAHA AZINDAN DEĞİL.
Not: Tek istisna, insan hayatına kastedilmesinin engellenmesi olabilir, eğer istisna sayılırsa…