ogürsel / “Nebu”, bir “Neo” Osmanlı projesi daha mı? Çok’lu yönetim; Federasyon-Eyaletler sistemi…
Modern hayat çok boyutlu; Klasik Üniter yapı, tek boyutlu. Elinde yalnızca “çekiç” var; son 35 yıl; hep “çekicine”, şiddet’e sığınıyor. Tek hayali, tek yeteneği, tek vaadi var. İtiraf ediyor; “Kıyamete kadar savaş!”
“Dünle beraber gitti, cancağızım,
ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” (Mevlana)
1923. Anadolu, Trakya. Toplam nüfus 11-12 milyon. 1. Dünya, Kurtuluş ve iç savaşlarından henüz çıkmış. Ülke enkaz. Yorgun, yılgın, yoksul. Nüfusun yüzde 80’i köylü. Tek boyutlu bir kültür, homojen bir kırsal-sosyal hayat. Ekonomi, yalnızca tarım-hayvancılık ve bunların ticaretinden ibaret. Bu koşullarda Merkezî, Üniter sistem zorunlu. Ülkenin tüm güçleri birleşmeli. Başka yolu yok! Bu, o günün doğrusu!
Aradan 100 yıl geçer. 80 milyona ulaşmış nüfusun bu kez yüzde 80’i kentlere; bilinci olmasa da, gövdesi “Modern Zamanlara” taşınmış.
Eski alışkanlıklar hemen ölmüyor. Anıları çok canlı. Bu sırada seküler aklın ürettiği ekonomik süreç, endüstri, turizm, teknoloji dünyası ve uluslararası ilişkiler yeni seküler insanı da yaratıyor. Feodal ve Modern insan yanyana; bu iki “düşman” kültür çatışıyor; uzlaşıyor; birbirini inkâr ediyor; karmaşık ve farklı kültürel dünyaları doğuruyor. Sonra… İnsan haklarının önemsendiği, etnik uyanışın sindirilemeyeceği zamanlara geliniyor.
“Dünyayı ölüler yönetir.” Yönetiyor. Tarımsal kültürün insanları, merkezî iktidarı eline geçirmiş, seküler-kent kültürüne kaybedeceği, umutsuz, son savaşını açıyor.
Olan şu; 100 yıl önce “yararlı-zorunlu” olan “tek’çi”, Üniter Siyasal Sistem, yüz yıl sonra “zararlı-yetersiz” hale gelmiş; artık yalnızca kriz üretiyor.
“Biyolojik, fizik veya sosyal bir sistem eğer istikrar durumundan fazlaca saparsa ve bu sıklıkla tekrarlanıyorsa, artık başlangıçtaki denge durumuna dönemez, bir çatlama durumu ortaya çıkar, rotanın dışına çıkar, durum kaotik bir hal alır ve o zamana kadar onu yöneten güçler tarafından kontrol edilemez hale gelir.” (Ilya Prigogine 1917-2003; Fizikçi, kimya dalında Nobel Ödülü sahibi) .
Yaşadığımız kaosu bu yasa açıklar.
1990’larda “eski TC’nin” bittiği yazıldı. Bitmişti! Federasyon, Eyalet sistemi tartışması başladı. Kimse umursamadı. Umursamayanlar da umursanmayacak yakında. Gülünçtür. Bugün, egemen siyasal mücadele, 100 ya da 1000 yıl önceye dönelim diyenler arasında gerçekleşiyor. Toplumun geleceğe ait bir “hedef duygusu” yok. Umutsuz! 100 ya da 1000 yıl öncenin hikâyelerinde yaşayan “vatan’a” sığınılabileceğini söyleyen sığ politikacıların eline düşmüş. “Ricat” hali bu! Oysa dönülecek o “vatan” çoktan yağmalanmış, tüketilmiş, çoraklaşmış.
NASIL YAPMALI?
“Nebu!” Bir “Neo” Osmanlı projesi daha mı?
“Zihniyetler buyrukla değiştirilemez; çünkü yok edilmesi hemen, hemen imkânsız olan bir şeye, anılara dayanırlar. Buna karşılık kişilerin ufkunu genişleterek , anılarının genişlemesini sağlamak mümkündür. Bu genişleme gerçekleştiğinde, aynı nakaratı tekrarlayarak ve aynı hataları yineleyerek yaşayıp gitme ihtimali azalacaktır.” (T. Zeldin)
Topluma 70-80 yılda “yedirilmiş” bir “Milliyetçi, tekçi” önyargı kısa zamanda yıkılamaz. Bu “eski, küçük hayaller” yerine, daha büyük “hayaller” kurmak gerekiyor. Böylece “ufku genişleterek”, önyargının kapladığı alan küçültülebilir. Örneğin Musul, Kerkük’ü, Kuzey Suriye’yi bile içine alabilecek bir “eyaletler” projesi, “Demokratik Neo-Osmanlı” sistemi ile “anılarımızın genişlemesi” sağlanabilir mi?
“Ünlü İngiliz tarihçi Toynbee (d.1889-ö.1975) Amerikan anayasası ve Osmanlı Millet Sisteminin birleştirilmesi ile toplumsal örgütlenme için ideal bir modelin geliştirilebileceğini savunuyor.”
Diğer seçeneği biliyoruz; “kıyamete kadar savaş-mış!”
Ama bir “savaşçı memur”, artık ikinci nefret objesi ve eski bir Cumhurbaşkanı(*) bile “kıyamete kadar savaşı” değil, huzuru öneriyor.
“Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Bir Türk, öteki Alman bayrağıydı. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum. ‘Burası Bavyera Eyaleti, onun bayrağı’ dediler. Birçok ülkede bu var. Amerika da böyle yönetiliyor. Pakistan da. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor… Belki 10 yıl, belki 30, belki 50 yıl. Ben 90 yaşındayım. Belki ben görmeyeceğim. Ama Türkiye bir gün mutlaka bu adımları atacak. Yoksa huzur bulmamız mümkün değil.” (devamı haftaya…)
———————————————————-
(*) K. Evren. 2007
Güzel yazmışsınız. Yalnız sormak isterim, kendi dönemlerinin yerel/feodal yönetimlerini tasfiye ederek yayılan merkeziyetçi Osmanlı/Selçuklu/Bizans/Roma yönetimlerinin de Anadoluda ilerici bir rol oynadığı görüşündemisiniz aynı şekilde?
Bu konuda birkaç örnekten bahsedelim kısaca.
Selçukluların ticareti geliştiren yayılmacılığı mesela. Karadenizde Sinop’un alınması, oradan Kırım’a sefer düzenlenerek buranın alınması, Alaaddin Keykubad’ın fethederek adını verdiği Alanya (Alaiye).
Osmanlı yönetiminin imar ettiği yerler (Abdülaziz döneminde kurulan Elaziz/Elazığ, memleketi Muşkara/Nevşehir’i imar eden İbrahim Paşa, Vezirköprü ve Merzifon’u imar eden Köprülüler ve Merzifonlu gibi).
İstanbul (Konstantinopolis) ve Edirne (Hadrianopolis) şehirlerini imar eden Roma imparatorları.
Üniter devlet Erdoğan’ı yarattı, Erdoğan üniter devleti değil.
Sayın bir numara enteresan bir yerden yaklaşmışsınız konuya lakin Gürsel bey tarihçi değil doğum uzmanı ne bilsin bu kadar ayrıntıyı.
1 ‘e — 3 okumasın! 🙂
Yazdıklarınızı daha “net” birer soru-cevap haline getirelim…
1. Merkeziyetçi İmparatorluklar.. İlerici midir?
1200-1600 yılları arasındaki dağınık Avrupa kent devletleri ile aynı dönemdeki Doğu İmparatorluklarını karşılaştıralım.
Cevap Hayır; o dönem için tahakkümcü, ilerlemeye engel, yağmayı “gelişmeye” döndüremeyen yapılar olmuşlardır. Bence Osmanlı, Selçuklu ile Roma Bizans bir arada anılmaları doğru olmaz.. “Elma-Armut” gibi…
2. Roma İmparatorluğu tarihin gördüğü en uzun süren ve en geniş imparatorluk.. Yazık ki, “gelişmeden “ anladığımız ne ise.. Bu soruyu şimdilik yanıtlamayacağım.. araştırıyoru.. şimdilik meseleye şöyle bakalım.. MÖ 300-500 yıllarının o küçücük Yunan devletleri kadar olsun hizmet etti mi?
3. 1615 sonrası Fransa’da genişleyen-imparatorluğa dönüşen süreç “ilerlemeye” yol açmıştır..
Üniter ya da çoklu yönetim geçen 5000 yılda “A mı… B mi” mantığıyla bakılamaz..
bir ağaç her “iklimde”, “iklimsel değişen çağda”, her “toprakta” aynı ürünü vermez; çok ya da hiç meyve vermeyebilir de..
**
Bir soru daha var..
Güney ve Kuzey Amerika.. Kuzey Amerika Çok’lu yönetim modelinden dolayı mı gelişti.. Simon Bolivar böyle düşünüyor.. G. Amerika’daki başarısızlığı Federatif Sistem olmadığına yoruyor… 1700 lü yıllar sonrası.. Bu, mantıklı görünüyor..
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/sevan-nisanyan/ulusdevlet/8493/
http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/sevan-nisanyan/ulusdevlet-ii/8528/
“Güney ve Kuzey Amerika.. Kuzey Amerika Çok’lu yönetim modelinden dolayı mı gelişti.. Simon Bolivar böyle düşünüyor.. G. Amerika’daki başarısızlığı Federatif Sistem olmadığına yoruyor… 1700 lü yıllar sonrası.. Bu, mantıklı görünüyor..”
Evet, ancak başka bir etken de olabilir; Kuzey’in aksine Orta ve Güney Amerika’daki köklü yerli nüfusun -bunda yıkılmalarına rağmen etkisi devam eden yerli imparatorluklarının payını unutmamalı- etkisi.
http://www.nasname.com/a/aptallik-mi-ihanet-mi
7’ye ilaveten, aynı hususun Avustralya ve Yeni Zelanda için de geçerli olması -yerli nüfusun Kuzey Amerika’daki gibi zayıflığı- bu ülkelere yerleşen Avrupalıların göreli gelişmişliğini açıklamıyor mu?
Benzer durum Türkiye için de geçerli aslında.
Türkiye’nin en gelişmiş bölgeleri -gelişmelerini esasen başkent olmalarına borçlu İstanbul ve Ankara’yı saymazsak- Ege ve Akdeniz’deki liman ve turizm şehirleridir. Bu bölgedeki kentleşme de yakın dönemde başlamıştır. Nüfusu da -köylüleri ve yakın dönemde göç eden Kürtleri saymazsak- daha çok Balkan, Girit göçmeni ve Orta Anadolu kökenlidir.
Buradan şu genel sonuca ulaşmak mümkün belki;
Gelişmişlik sürdürülebilir bir ekonomiyle ilgili bir durum. Bununla da elverişli bir coğrafi konum arasında bir bağ var. Eskiden beri ulaşıma -özellikle daha kolay olan deniz ulaşımına- elverişli, ülke içi ve uluslararası yolların kesiştiği, dünyanın farklı bölgelerinin -dolayısıyla farklı kültürlerinin- arasında bir konuma sahip olmak gibi kısaca.
Merkezî İktidar ve Federal yönetimler arasındaki birey davranışını koşullama noktasına dek irdeleyen Amerika’da Demokrasi kitabı bu konuda bence çok önemli ilişkileri açıklıyor.
“Gelişme-geri kalma” meselesi kuşkusuz tek bir sebeple açıklanamaz. Ama burada, günümüz Türkiye’sinde, geçmiş tarihsel deneyimlerden yararlanma; ve günümüz sosyo-siyasal ekonomik verileri değerlendirme ve geleceği yönetme projesi olarak, “sezgilerime” göre, “Büyük” Türk-Kürt Federasyonu, bu topraklarda yaşayan halkları gerçek ekonomi-politik bir hayata taşıyabilir.
Böylesi bir demokratik federasyon başarılabilirse, bu “birbirini yiyen” Arap-Müslüman halklara model olabilir..
Elbette kolay değil ama sohbet edelim.. Başka ne olabilir?
Özgürlükçü bir Sosyalist devrime de çok ama çok zaman varken…
Önümüzdeki 30-50 yıl nasıl yaşanmalı?
8’in aktardığı yazı aptalca. Irkçı. Tarihsel gerçekleri ya anlamamış bir cahillikle yazılmış ya da ucuz bir kurnazlıkla. Aktaran kişi için yazıyorum; isterse zaman ayırıp bu iddialarımı kanıtlayabilirim.
Ulus Devlet’e aptalca güzelleme yapmak; bilgisiz-cahil insanları ayartmak için yazılmış berbat bir yazı linki paylaşmış..(bence..)
12 numaradaki yorumunuzla siz de uçmuşsunuz ama Gürsel Bey. Kürt Türk federasyonunu kim kuracak? Bu tür ütopik projelere evet diyecek sizin gibi veya Gün Bey gibi HDP’li Türkleri toplasak 30 bin kişi bile çıkmaz. Bir de demişsiniz ki, 30 sene sonra özgürlükçü sosyalist devrim olabilir.
Sosyalizm her defasında stalinizmle sonuçlanıyor. Yüz defa yanlışlanan bir yönetim biçimini özgürlükçü sosyalizm adı altında süsleyip yüz birinci defa önermek neyin nesi? Hele ki Türkiye’deki örgütlü sosyalistlerin hemen hepsi muhafazakar, dogmatik ve sosyal faşistken…
Kürt-Türk federasyonunu kim kuracak? Özgürlükçü sosyalizmi kim gerçekleştirecek? Yok yok yok. Godot’yu bekler gibi ideal devrimci popülasyonunun oluşmasını mı bekleyeceğiz?
Türkiye’nin iç dinamikleri kendi kendine çağdaşlamak için yetersiz ve zayıf. Türk-Kürt federasyonunu veya özgürlükçü sosyalizmi taşıyacak özne, iç dinamik, yapı yok.
Dolayısıyla ne gelecekse dışarıdan gelecek. O da en uygunu Avrupa Birliği’dir.
Türkiye’ye en uygun sistem, Avrupa Birliği üyesi, liberal kapitalist, İskandinav tarzı sosyal demokrat bir yönetim biçimidir. Üstelik bu tarz bir devlet yönetimi, sınıfsal ve kültürel olarak size de en uygun düşecek yönetim biçimidir.
Bu konuyu tartışırken hemen her türlü coğrafyada yaşayan yerel halk ve yerel dinamiklerin kendini yerinde doğrudan demokratik kural kurumlarla kendini gerçekleştirebileceği özgürlükçü perspektiften tartışmakta fayda var.
Günün ruhuna uygun bir yazı olmuş.
Rojowa Kanton sözleşmesi yada anayasasını incelemekte fayda var
Geiniş bir coğrafya sayılan Anadolu Mezopotamya Trakya Kafkaslar dahil türk,türkmen kürt,arap,laz,çerkez,boşnak,gürcü,abaz,arnavut,çingene vs en ufak farklılığın bile gerek yoğunlukta gerekse dağıldığı metropollerde bütün kimlik ve inançların kendi olarak özgürce kendini gerçekleştirmesi sağlayacak gevşek bir konferedal sistem eminim yaşadığımız bir çok anlaşmazlık ve çatışmaları engelleyen förmül olabilir.
İlk karşı çıkacakların millici milliyetçi diğer halklardan kendini üstün sananlar olacağına eminim.
Genel ulus-devlet tartışmalarından bağımsız olarak Kürtlerin bu durumunun 1. Dünya Savaşı’ndan sonra diğerleri gibi devletleşememelerinden kaynaklandığı söylenemez mi?
Tabii o dönemdeki gerilikleri nedeniyle böyle birşeyin gerçekleşebilmesi imkansız gibiydi. Ancak Türk ve Arap örneklerinin sahip olduğu bazı dezavantajlar Kürtlerde olmazdı.
Öncelikle, neredeyse tamamen homojen ve yerli bir coğrafi ve demografik yapıları var [Ermeni ve Süryani nüfus buradan çıkarıldığı için ülke içinde sorun teşkil etmezdi, sadece uluslararası politikada Türkiye gibi soykırım suçlamalarına maruz kalınabilirdi]. Kendilerinin baskı uygulayabileceği bir azınlık da [en azından Türkiye, İran, Suriye ve Irak’taki kadar] olmazdı.
Coğrafi konumları işgal ve uluslararası müdahaleye elverişli olmadığından Irak ve Suriye’nin yaşadığı felaketleri yaşamazlardı muhtemelen [benzer konumda Afganistan var ama buradaki Sovyet ve ABD işgallerinin özel nedenleri vardı].
Fakat rejimleri ne kadar istikrarlı olurdu [örneğin darbeler, hükümet krizleri sık yaşanır mıydı], ekonomileri ne kadar sürdürülebilir olurdu [gerçi petrol gelirleri onları idare edebilirdi ama Doğu Anadolu’daki topraklarında (Batman rafinerisi hariç) o da olmadığından (diğer yandan bu bölge turizmin gelişmesine uygun) bölge yine geri kalabilirdi] gibi soruların yanıtları olumsuz da olabilirdi.
14’e
sırayla yanıt vereyim…
Seçenekleri gözden geçirelim..
1. Önerdiğin Avrupa B ve İskandinav modeli.. Bence şu son 16 yıl gösterdi ki burası henüz Seküler bir toplum değil.. AB aynı zamanda bir emperyal proje olsa da ben bir “kültürel proje” olarak olumlu bulurdum… ama Avrupa Birliği de çatırdıyor. Aynı nedenle, kapitalist-emperyalist yanı ağır bastığı için; kültürel bir sıçrama olarak değerlendirilmediği için… Ve Türkiye oraya 30-50 yıl içinde giremez ve o birlik de kalırsa…
2. “Özgürlükçü bir Sosyalist devrime de çok ama çok zaman varken…
Önümüzdeki 30-50 yıl nasıl yaşanmalı?” yazmışım..
ve yazmışsın.. “Bir de demişsiniz ki, 30 sene sonra özgürlükçü sosyalist devrim olabilir.”
Bu ne büyük yanlış anlama..
Bu ifade tarzı bence önemli bir yöntem; 30-50 yıl sonra olacak olanı değil, o güne kadar olamayacak olanı anımsatıyorum.. Sonrası da o günün insanlarına ait bir sorun.. Olmayacak olanlardan, “olur’u” arama..
Yazdığın ” Hele ki Türkiye’deki örgütlü sosyalistlerin hemen hepsi muhafazakar, dogmatik ve sosyal faşistken…” cümlesini “kısmen” paylaşırım ve anımsatırım.. 1960-70 lerin “solcuları” öldükten sonra daha özgürlükçü bir sol damar ortaya çıkacak.. Gezi İsyanı’nın gerçek sahipleri siyasette yerini alacak.. Umutsuz değilim..
3. Ütopik projeye gelelim…
Diğer olasılıkları gözden geçirelim..
Bugünkü siyaset nereye evrilebilir…
a) Diktatör Kürt İsyanını ezer ve Batı’ya dönerek tüm muhalifleri sindirir. Bir Suud Rejimi benzeri düzen kurar…. AB yatar..
b) Diktatör çıkarttığı sorun altında ezilir. Destabilizasyon ile askeri darbe ile devrilir. Asker Kürt sorununu katliamlarla çözer, ülkeye demokrasi gelir ve AB’ye gireriz..
c) Kuzey Suriye federasyon olur. Barzani Kürdistanı yarı devlet.. .. Türkiye Kürtleri de “kaderim böyleymiş” diyerek koyun taklidi yapar..
d) Barzanî ve Suriye Kürdistanına sırtını dayayan Türkiye Kürtleri “ayrılır”.. “Oluk oluk kan akar…” Batı “yeter lan” der; Türkiye Kürdistanı da kurulur. Kalan parça da birbirini yer..
e) Diktatör, A. Öcalan ile yeni bir çözüm sürecine karar verir. Birisi başkanlığı diğeri de federasyonunu alır. Bu kanlı savaşın faturası askere çıkartılır. Asker yine “geldiği yere” konulur. 2003 AKP’si zuhur eder. Hep birlikte ağlaşılır. “Kandıranlar” günah keçisi olur; kurban edilir. Sol liberaller, yetmez ama evetçiler, askeri vesayet karşıtları ile yeniden eski ilk günlere dönülür..
f) CHP içinden bir grup, aydın, demokrat insanlar çıkar; aralarında konuşur; konferans düzenler; sosyo-ekonomik veriler ve siyasal koşullar tartışılır.. Bir grup gider ABD ve Batı ile bu projeyi konuşur; ikna eder.. (Göçmen dalgasını önleyecek proje! Ortadoğu din manyaklığına set çekecek model..) .. Barzani.. Suriye.. PYD.. A. Öcalan.. Bunlar salak değil.. Diğer seçenekler yalnızca savaş ve yıkım…
Bu bir fikir ve orjinal olduğunu sanmıyorum.. Bu fikre seçenek bir diğer fikri de konuşalım ama diğer seçenekler göz önüne alındığında en akıllıcasının “böyle bir şey” olabileceğini düşünüyorum.. .
AB fikri bence artık hiç gerçekçi değil.. Hem AB hem de Türkiye koşulları açısından… Bakın .. AB çok zor durumda…
Barzani: Devrim yok, Esad var
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, “Demokratik Birlik Partisi (PYD), Rojava’da devrim yaptığını iddia ediyor. Kime karşı kazanılmış bir devrim bu? Tek yaptıkları şey, rejimin onlara teslim ettiği yerlerde söz sahibi olmak” dedi.
Barzani, yaptığı yazılı açıklamada son zamanlarda gerginlik yaşadığı PYD’yi oyun bozanlık yapmakla suçladı.
“PYD’nin izlediği politikalarla ilgili birçok eleştirimizin olduğu doğrudur ancak Kürt halkının geneline hitap etmeleri arzumuzdur” diyen Barzani, “PYD’nin kendi başına hareket etmesi ne onlara ne de Kürt halkına yarar. Bu yüzden gerçeklerin açık olmasından ve Kürdistan halkının bunlardan haberdar olmasından yanayız. Kaygımız Rojava’daki ( Suriye ‘nin kuzeyi) kardeşlerimizin geleceğine dair çözüm bulmak ve mevcut durumun kötüleşmesini engellemektir” şeklinde konuştu.
Barzani, Suriye’deki Kürtlerin birlikte hareket etmesi için 11 Temmuz 2012’de Erbil anlaşması çerçevesinde Kürt Yüksek Konseyi kurulduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:
“Ancak üzüntüyle belirtmeliyim ki PYD, o anlaşmaya bağlı kalmadı, bütün tarafları dağıttı. Silah zoru ve rejimle yaptığı gizli anlaşmalarla emrivaki yaparak kendisini askeri güç ilan etti.” Daha önce Suriyeli Kürtlerin 28 Kasım 2011’deki ilk toplantısına katıldığını belirten Barzani, bu toplantıda bütün taraflara “Siz bizim kardeşimizsiniz, sizinle birlik olmak için her zaman iş birliğine hazırız. Rejime, muhalefete veya başka herhangi bir tarafa karşı verdiğiniz kararların arkasındayız” dediğini aktardı.
Suriye ile Irak arasındaki Peşhabur Sınır Kapısı’nın kapatıldığı şeklindeki iddiaların gerçekçi olmadığını belirten Barzani, kapının insani yardımlara ve geçişlere her zaman açık tutulduğunu kaydetti.
http://www.radikal.com.tr/dunya/barzani-devrim-yok-esad-var-1160889/
http://www.nasname.com/a/dogu-kurdistan-kurdlere-umut-veriyor
Kemalist linç kültürü ve mahalle baskısı hala canlı;
http://www.hurriyet.com.tr/gaziantep-karisti-ataturk-protestosu-40119166
Demek ki bu iktidarla mücadele yetmezmiş, onlardan farkı olmayan muhalefetle de mücadele zorunluymuş.
Bu olayı yazınızda güzel ifade etmişsiniz;
Bugün, egemen siyasal mücadele, 100 [M. Armağan’ı protesto edenler] ya da 1000 yıl önceyedönelim diyenler [M. Armağan] arasında gerçekleşiyor. Toplumun geleceğe ait bir “hedef duygusu” yok. Umutsuz! 100 ya da 1000 yıl öncenin hikâyelerinde yaşayan “vatan’a” sığınılabileceğini söyleyen sığ politikacıların eline düşmüş. “Ricat” hali bu! Oysa dönülecek o “vatan” çoktan yağmalanmış, tüketilmiş, çoraklaşmış.
Şurada da güzel ifade etmiş;
Osmanlı [bunu bugün Türkiye diye okuyun] toplumu inançları şöyle dursun, düşünsel besinlerini bile başkalarından almıştır, gelecek kuşaklara kendine yetmenin, kendi düşünsel ürünleriyle yetinmenin, onları düzenli bir yöntemle geliştirmenin bilincini aktaramamış, aşılayamamıştır. Osmanlı [Türkiye] yalnızca çağıyla yetinen, geleceği olmayan bir toplumdu[r].
(İ. Zeki Eyuboğlu’ndan)
Bu geleceği olmama/gününü yaşama durumunun nedeni temelde geçimle ilgili yani ekonomik.
Türkiye’de kişisel girişim ve devletten özerk sermaye sınıfları gelişmediği için insanların büyük bölümü geçimini üretken olmayan yollardan sağlamak durumunda. Esnaf, memur/bürokrat/asker/polis, devlet veya özel sektörde maaşlı çalışanlar, inşaat, büyük ölçüde yabancı turistlerin gelmesine bağımlı turizm, futbol ve yan sektörleri, avama hitabeden gazetecilik/köşeyazarlığı gibi.
18 Rojowa yalanda günleri sayılı Barzanimi gerçek???
PYD kürtlerin tamamını temsil edemiyorda nasıl oluyor kuzey suriyedeki yaşayan bütün kimlik ve inançlar Rojowa sözleşmesinin içinde kendini nasıl temsil edebiliyor????
Kantonların yerel meclislerinde demografiye uygun temsiliyetle temsil edilip çoğunluğun arap olduğu meclislerde kürtlerin 1/4 temsilcisi olmasına razı olan bölgenin en özgürlükçü demokratik yönetim ve işleyişi sizin yok saymanızla yok olmaz.
İŞİD le merkezi devletlerin birleşerek baş edemediği pratiği ancak bu seviyede gönüllü katılımcı birliktelikle baş edilebileceğinin pratiği efendileri fesatlandırması normaldır.
Rojowa pratiğini yaşayıp gören kürtlerin Kuzey ıraktada işbirlikçi Barzanici despotik yönetimede yakında razı olmayıp Kanton pratiğini Iraka da taşırsa şaşırma???
o zaman bu yukardaki demeci ne yapacaksın????????
Devrimci hayallerinizi yıkmak gibi olmasın ama eldeki malzeme aşağıda. Bu insan malzemesiyle ne yapılır, ne kadar yapılır, siz söyleyin:
Dindarlar 50 milyon
Atatürkçüler 15 milyon
Kürtçüler 12 milyon
Suriyeliler 3 milyon
Özgürlükçü demokrat kesim ??? bin
Yineliyorum.. Devrimci değil.. hayatın bu evresinde evrimciyim.. Devrim koşulları henüz bulunmadığı için..
Dinci, katı milliyetçi, muhafazakâr kitle.. seçmen bazında yüzde 50-60
Seküler, aydınlanmacı, Laik kitle yüzde 30…
Rüzgâra göre yön değiştirecek yüzde 10-20..
Bu yüzde 50-60.. çürüyor. Bu yüzden RTE gibi bir önderleri var… Gelecek sunamıyor; sunduğu “kıyamete kadar savaş!” İnsanlar sezer.. Bu yol, yol değil.. Yine sağda bir seçenek arıyor.. Solda da göremediği için.. Görse en az yüzde 10’u taraf değiştirir. “Solda” umut olsa bu “sol” cenah yüzde 40’ı geçer.. ..
Ve Türk-Kürt ve Alevi Seküler birlik yüzde 40.. sessiz destek ile Yeter ki inandırıcı bir gelecek projesi sunsun.. Yüzde 40-45 bile yeterli olur..
*
İnsanların yüde 80’i aşağılanmadıkları ve bir geçimi temin eden hayatı arıyor. Sanıyorlar ki, ideoloji de bu arayışa hizmet edecek.. Kemalist ya da dinci.. Hatta Stalinist sosyalist… Bu ideolojilerin birer çeteleşme olarak iktidarı ve ülke nimetlerini taraftarlarına aktaracak yapılanma olduğundan habersiz.. AKP herkese “mavi boncuk” dağıttı.. iktidara gelince o “mavi boncukları” geri aldı ve kendi taraftarlarına veriyor.. Diğer yüzde elliyi dövüyor, aşağılıyor.. Bu çark böyle döndü hep.. Her parti bir mafya çetesi…
Federasyon ideoloji yoğunluğunu azaltan daha seküler bir süreci de zorlar…
**
Kürtler ve Aleviler bu ülkenin şansıdır! Bu şans kullanılmalı.. ki özgürlükçü bir siyasal sistemle mümkün bu.. Aksi halde “kıyamete kadar savaş…”
Kendine devrimciyim diyebilip şu yukardaki katogoriye devleti bile olmayan kürtleri millici ırkçı şöven anlamında kürtçü yazabilip türkçü millici ırkçı faşistliği bunca yaşanmış pratiğe rağmen göremeyenler kendine özgürlükçü demokrat diyebiliyorsa pes vallahi???
o zaman biz ne oluyoruz???
özgürlükçülük demokratiklik konusunda pratiğiniz nedir????
Bu kafaların hayali bile ne olabilir??????
Bunların bütünün zihnini egemen sistemin zehri zehirleyip örümcek bağlamış şu tasnife bak dindarlar Atatürkçüler kürtçüler Suriyeliler bumudur????
Sayın “gerçekçi ol gerçeği iste” 14,
[liberal kapitalist] mi?!
Siz, “hangi gezegende” yaşıyorsunuz kuzum?!
Sayın “fıtratçı-Turgut Özalist” Necip gibi, siz de mi, sayın Zileli’nin sitesine, bir kez daha “kapitalizm” propagandası yapmaya geldiniz?! Herkesin “propaganda yapma özgürlüğü” var elbet. Fakat, sizin şu an yaptığınız “kapitalist propaganda”nın dünya genelinde ele-avuca gelir bir zemini neredeyse hiç kalmadı. Havanda su dövmemenizi tavsiye ediyoruz!
İspanya’da “Podemos”tan da mı haberiniz yok?!
İtalya’da “M5S”den de mi haberiniz yok?!
Yunanisan’da “Tsipras kabinesi”nin basiretsizliğini görüp hükümetten ayrıldıktan sonra, Yanis Varoufakis’in de katkı sağladığı “DiEM25″den de mi haberiniz yok?!
Fransa’da yaşanan “kapitalizm karşıtı grevler”den de mi haberiniz yok?!
( https://www.youtube.com/watch?v=aX3WDIkBC2Y )
( https://www.youtube.com/watch?v=pRiw9T6KgIM )
Peki Türkiye?!
13 Mayıs 2014’te, SOMA maden cinayetini işleyen katil: “Kapitalizm!”
!!! ÇİZMELERİMİ ÇIKARAYIM DA, KAPİTALİZMİN SEDYESİ KİRLENMESİN !!!
( https://www.youtube.com/watch?v=DGQPYZBC4Jg )
FABRİKA AYARI:
5 DAKİKADAN FAZLA TUVALETTE KALAN İŞÇİYE PARA CEZASI!
( http://t24.com.tr/haber/fabrika-ayari-5-dakikadan-fazla-tuvalette-kalan-isciye-para-cezasi,345350 )
15 Haziran 2016
“İşçiler çok fazla tuvalette kalıp iyi niyeti suistimal ediyor!”
Ankara Sincan Organize Sanayi Bölgesi’nde endüstriyel mutfak ürünleri sektöründe üretim yapan Termikel adlı fabrikada, işçilerin kullandığı tuvaletin kapısına kartlı geçiş sistemi kuruldu. Kapıya asılan yazıda, mesai saatlerinde 5 dakikadan fazla tuvalette kalan işçilere maaş kesintisi cezası verileceği belirtildi. Fabrikanın İdari İşler Müdürü Özcan Kara, uygulamayı “İşçiler tuvalette çok fazla kalarak iyi niyeti suistimal ettikleri için bu düzenleme yapıldı” sözleriyle savundu.
1950 yılında kurulan fabrikada işçilerin iddiasına göre, turnike uygulamasından önce tuvalet kapıları kilitleniyordu. İhtiyacını gidermek isteyen işçiler, şeflerden anahtar alarak tuvalete girebiliyordu. Fabrikada çalışan binlerce işçiye yönelik yapılan düzenleme, tuvalet kapısına asılan “Personelin dikkatine! Gün içinde mesai saatlerinde toplam lavabo kullanımı 5 dakikadır. Bu sürenin aşılması halinde aşılan miktar kadar maaşlarınızdan kesinti yapılacaktır” yazısıyla duyuruldu.
( http://t24.com.tr/files/20160615123202_cis1.jpg )
“Henüz kesinti yapılmadı”
Ücretlerin de düzenli olarak ödenmediği iddia edilen fabrikada, fazla mesaiye kalan işçilerin çocukları kreş olmadığı için üretim yapılan alanda anne – babalarıyla birlikte bulunuyordu. İtirazlar sonuç verince fabrika geçen yıl bir kreşle anlaştı.
İşçilerin gün içinde saat 08:00 – 10:00, 10:15 – 12:45, 13:30 – 15:30 ve 15:45 – 18:15 saatleri arasında 5 dakikadan fazla lavabo kullanımı halinde kesileceği belirtilen cezaya ilişkin T24’e konuşan fabrikanın İdari İşler Müdürü Özcan Kara, “İşçiler tuvalette çok fazla kalarak iyi niyeti suistimal ettikleri için bu düzenleme yapıldı. Henüz kimsenin maaşından kesinti yapılmadı” ifadelerini kullandı.
( http://t24.com.tr/files/20160615123218_cis2.jpg )
Sayın “gerçekçi ol gerçeği iste”,
İlk önce:
( http://www.gunzileli.com/2016/05/18/fikret-baskayanin-son-kitabi-uzerine-elden-kayip-gitmekte-olan-bir-gezegen/ )
( http://www.gunzileli.com/2016/06/07/fikret-baskaya-ile-roportaj-gun-zileli-artik-degisimin-aktoru-buyuk-insanligin-tamamidir/ )
adreslerinde yazılanları dikkatle okuyunuz!
Fazla karamsar olmamalı. Geleceğin ne getireceği belli olmaz. Bu insanların çocuklarının ne olacağını bilemeyiz.
Dünün Germen ve Slav kabileleri bugün uzaya çıkmıyor mu?
O zaman yaşasaydık “Ortodokslar şu kadar, Narodnikler şu kadar, Çar yanlıları şu kadar, Özgürlükçü-Demokrat kesim ne kadar?” derdik muhtemelen.
Bir rüzgâr eser.. Toplumu önüne katar.. Gidişat da budur.
İnsanlar değişir.. O aradaki yüzde 20 lik kitle de kendini ummadığı yerlerde bulur…
Nasıl ki kimse Gezi İsyanını kestirememişse..
Gezi bir yanı ile toplumsal enerjiyi de gösterdi…
Sorun şu.. Gezi İsyanının politik amaçları yoktu.. Artık olmalı.. Oldurulabilir.. Reel ve daha özgür bir ülke adına muhalefetin sarılacağı bir kaç slogan.. Ve Kürt hareketini dışarda bırakmayan bir ortak Hedef Duygusu…
Bakın.. Turizm zorda.. Tam zamanı.. Muğla, İzmir, Antalya.. Özerk olsun! Halkı ve sermayeyi arkasına takabilir… Bu ülke eski ezberlerle yönetilemez.. Eski ezber sürekli üniter faşist iktidar üretiyor…
25 yerinde tespit yapmış…Tabii birçok şey zamanla değişebilir. Ama Türkiye’de kültür değişim üzerinde olduğu kadar değişmemek üzerine de kurulu.
Hele İslam dininin son bin yılda yaşadığı değişim, ya da değişime karşı direniş ortada. Bu yüzden yukarıda nüfusları giderek hızla artan İslamcılar daha da İslamcı olursa şaşırmayın.
Kemalistler ise şimdiye kadar kendilerini en solcu, en ileri, en bilimsel, en her şeyi bilmiş, en aşmış vb. olarak gösterdiler, diğer yandan da işçi sınıfının çıkarlarını ve özgürlüğü savunan solu ortadan kaldırmak ve engellemek için amansız bir şekilde İslamcıları desteklediler. Bu yüzden her ne kadar Kemalist ve İslamcılar arasında bir iktidar mücadelesi olsa da kapitalizme olan bağlılıkları onları her seferinde birleştirecektir. Zaten şimdiye kadar da hep birleştirmiştir.
Kütler ise özgürlükçü görünüyor. Bu görünüş oldukça yanıltıcı. Çünkü bir taraftan milliyetçiliğe de elden bırakmıyorlar. Ama bu milliyetçilik ile özgürlük pek iyi tat vermiyor.
Yalnız 25, solcuları unutmuş. Türkiye’de solcuların ezici bir çoğunluğu Stalinisttir, militarizm yanlısıdır ve aslında sonuna kadar otoriteyi yüceltirler ve bu konuda İslamcılarla yarışırlar. Ellerine fırsat geçse ülkeyi Kuzey Kore gibi yapacaklardır.
Yalnız bu solcuların ellerine Kemalist ve İslamcılardan pek sıra gelmeyecektir. Ülke Mısır’da olduğu gibi Kemalizm, laiklik ve İslamcılar arasında gidip gelecektir. Bu seçeneğin dışına çıkmak şimdilik epey zor. Türkiye bu haliyle Arap ülkesi Mısır’a benziyor.
Özgürlükçü solcular mı? Gerçekten sayıları bir kaç bin veya daha az gibi görünüyor.
Yukarıda kültür değişim üzerinde olduğu kadar değişmemek üzerine de kurulu demiştim
Tabii değişim kapitalizme daha çok destek vermek, kapitalizmin istediği yönde yol almak vb. olarak da düşünülebilir.
Gürsel bey hep hayallerinizi, olması gereken şeyleri yazıyorsunuz. Bu temennilerin sonu yok. Gün Zileli de 2017’de halk ayaklanmasıyla dinciler alaşağı edilecek diyor ama bu da bir temenni. Soyut. Belirsiz bir şey. Ancak kurgusal bir romanın konusu olabiliyor.
Muğla Antalya özerk olsun diyorsunuz. İyi de bu sadece sizin gibi iyi yürekli marjinal entelektüel bir azınlığın fantezisi olabilir ancak. Mersin’de sokaktan rastgele birini çevirin ve Mersin özerk olsun deyin, bakalım ne cevap alacaksınız?
Elinizdeki insan malzemesinin dörtte üçü aşırı sağcı Osmanlıcı şeriatçı faşist, dörtte biri ya Türk ulusalcısı ya da Kürtçü. Bu kitleler yüzyıllardır diktatörlükle yönetiliyorlar.
Siz de bu malzemeyi ancak yine bir diktatörlükle yönetebilirsiniz. Ya dinci ya kemalist ya askeri cunta ya da Chavez tipi popülist sosyalist bir diktatörlükle. Bu bir döngü. Kemalistler gitti, dinciler geldi. Onlar gidecek başka bir diktatör gelecek.
Çünkü kitleler ancak böylesini talep edebiliyorlar. Sizin gibiler azınlığın da azınlığı konumunda. Farklılıklar içinde bir arada yaşamayı savunan bilinçli insanları çıkaramıyor, yetiştiremiyor toplum. Çünkü bunun için kaynak yok. Fakir ve az gelişmiş bir ülke ve toplumda yaşıyoruz tarihsel olarak. Etrafımız da böyle toplumlarla çevrili.
Gezi’de Atatürkçü genci elinden tutup kaldıran BDP flamalı gencin fotoğrafı çok konuşuldu. Ama bu tür anlar sadece kısa bir süreliğine var olabiliyor. Sonra herkes kendi mahallesine dönüyor. Toplumun yapısı, dokusu, altyapısı böyle harmanlanmış.
Olması gereken şeyleri, hayallerinizi söylemeyin. Olan biteni, somut durumu analiz edin biraz da.
25 ile yerinde tesbit aynı görüşte
tıpkı bu günkü eski efendi ile yeni efendi ittifakı gibi!!!
Nasılda memleketi paylaşmışlar hegemonya isalamcılarla Kemalistler arasında gidip gelir Özgürlükçü Toplumsal devrimcilere sıra gelmez derken bile savunduğu zihni analizi tamamen sistem içi.
Kapitalizme destek vermek istediği yönde hizmet etmek bu cümleler eski ve yeni efendilerin amacı değilmi??
Gün zilelinin en devrimci öncü anarşist sitesinin geldiği yere bak???
Bütün yetmezliklerimize rağmen sitede genç anti-kapitalist özgürlükçü devrimcilerin de katkısı ile iliklerimize kadar sinmiş kapitalizmin alışkanlıklarını Öksürmeye çalıştığımız bu günlerde üstelikte satılanın aksine Toplumsal muhalefetin özgürlükçü devrimci politik dinamiği HDP nın cıvarında oluşan Demokrasi bloğu artık bir seçenek alternatif haline gelip düzenin savunucusu partilerin (akp-chp-mhp)aynı olduğu açığa çıktığı iklimde yukardaki cümlelerin bu sitede bu seviyede savunabilinmesi gerçeği gizleme çabası gibi duruyor.
Bu analizleri yapanlar efendi hizmetkarı Tv leri çok izleyip onların oluşturduğu algıyı burada sattığı çok açık.
Kürt halkını ve özlemlerini dahil eden ortak “duygu” bulacak bir siyasal hedef…
Alevileri dahil edecek seküler ve özgürlüğün kapısını aralayan bir süreç…
bir siyasal yol önerisi.. bir slogan üretmeli… önerileri bekliyorum.. henüz bulmuş değilim…
25 ve ona katılan yorumda görülen düşünceye göre bir zamanlar medeniyetin beşiği olan doğunun bugünkü hale düşmemesi, Avrupanın da Ortaçağdan çıkmaması gerekirdi.
Bu yorumların dediği yanlış çıkacak denemez elbette, çıkabilir de çıkmayabilir de. Ama bu yorumlar mutlak doğru oldukları iddiasıyla bir kehanette bulunuyorlar.
Doğu Kürdistan’dan Güneş ve Umut Doğdu!
PDK-İ (Kürdistan Demokrat Partisi-İran) pêşmergelerinin uzun bir aradan sonra İran sömürgeci devletine karşı silahlı mücadeleye başlaması, Bağımsızlık arifesindeki Güney Kürdistan’a hem moral verecek hem de İran sömürgecilerinin Güney’in bağımsızlığını engelleme çabalarına darbe vuracaktır. Tarihsel, siyasal ve kültürel birikimiyle Doğu Kürdistan siyasal oluşumları dört parçada özellikli bir yere sahiptirler.
Doğu Kürdistan öncelikli mücadele alanları olmasına karşın diğer parçalarda ulusal güçlere ve kazanımlara katkı sunmak adına hassas davranan Doğu Kürdistan politik yapıları, bu hassasiyetin gereği olarak uzun bir süre İran’a karşı silahlı faaliyetlerini dondurdu; çünkü İran’a Güney’e saldırması için gerekçe sunmak istemiyorlardı.
Her zaman Güney Kürdistan’ın yanında yer alan ve dayanışma adına Güney pêşmergeleriyle IŞİD’e karşı omuz omuza çarpışan/çarpışmaya devam eden Doğu Kürdistan pêşmergeleri hem yapıcı tutumları hem kararlılıkları hem ulusal hassasiyetleri hem de mütevazi duruşlarıyla Kürdistan kamuoyunun saygısını kazandılar.
PKK ve benzeri taşeron yapılar ısrarla Güney’e saldırıp istikrarsızlaştırmaya çalışırken ve sömürgeci devletlerin Güney’e müdahale etmesi için çaba sarf ederken, Doğu Kürdistanlı politik yapıların ve bağlı pêşmergelerin ulusal duyarlılıkları daha da anlam kazanıyor.
Doğu Kürdistan’da PDK-İ Pêşmergelerinin mücadelesi beklendiği gibi öncelikle taşeron yapıları, özellikle de İran bağlantılı taşeronları rahatsız etti. YNK ve GORAN’ın bu konudaki rahatsızlığı biliniyor. PKK ise İran adına PDK-İ’ye (bir yıl önce) saldırarak olası bir ulusal kurtuluş mücadelesinde savaş kızıştığında İRAN devletine hizmet edebileceğini göstermiş oldu.
Aslında Güney Kürdistan’da PDK’ye (bağımsızlıkçılara) karşı oluşan şer ittifakının (Goran, PKK ve kısmen YNK) Doğu Kürdistan’da da bağımsızlıkçılara (PDK-İ) karşı direkt veya dolaylı olarak negatif bir rol oynaması şaşırtıcı olmaz. Kürdlerin, özellikle de Doğu Kürdistanlı politik yapıların bu noktada uyanık ve tedbirli olması gerekiyor. PKK farklı gerekçelerle PDK-İ’nin mücadelesini sekteye uğratmaya çalışacaktır; özellikle yan örgütleri (PJAK gibi) devreye sokarak.
Doğu Kürdistan’da başlayan yeni süreç, İran’ın kendi savaşını taşeronlar vasıtasıyla Suriye ve Irak’ta (bu arada Güney ve Güneybatı Kürdistan’da da) sürdürme ve genel savaştan fazla etkilenmeme stratejisine indirilen ciddi bir darbedir. Bu darbe aynı zamanda İran devletinden rahatsız olan bölge ve dünya devletlerinin de Ulusal Güçlere sempatiyle bakmasını sağlayacak ve PDK-İ’ye uluslararası desteği getirecektir. PDK-İ girişimiyle İran devletinin hareket alanı daralacak ve diğer parçalarda ulusal kazanımlara (taşeronlar vasıtasıyla) engel olma çabası sekteye uğrayacaktır. Bu açıdan bakıldığında Doğu Kürdistan’da başlayan yeni süreç sadece Doğu Kürdistan’ı değil, bir bütün olarak Kürdleri/Kürdistan’ı ilgilendiren tarihi bir sürecin başlangıcıdır. Bu bilinçle olaya yaklaşmalı ve duygusal yaklaşımlardan uzaklaşılarak PDK-İ ve Doğu Kürdistan ile ilgili olumsuz girişimlerde bulunacak yerel ayaklara karşı çok net bir tutum alınmalıdır.
İran’ın darbe alması sadece Doğu Kürdistan’a değil, Güney ve Güneybatı Kürdistan’a da ulusal statüler kazandıracaktır; Kuzey Kürdistan’da da çok ciddi bir ulusal uyanışa vesile olacaktır. Bu nedenle Doğu Kürdistan’da başlayan yeni süreç en az Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı kadar önemlidir ve koşulsuz/tereddütsüz tüm duyarlı Kürdler tarafından desteklenmelidir.
PDK-İ öncülüğünde başlayan yeni sürecin Doğu Kürdistanlı diğer politik çevrelerce de desteklenmesi ve bu konuda dayanışma açıklamalarının yapılması hem saygındır hem de ulusal cepheye giden yolda anlamlı adımlardır. Kürdistan Emekçiler Partisi-İran (Partiya Komeleya Zehmetkêşên Kurdistanê – İran) ve İran Kürdistan Devrimci ve Emekçiler Partisi (Partiya Komeleya Şoreşger û Zehmetkêşên Kurdistana Îranê) adına yapılan açıklamalarda, PDK-İ ile dayanışma içinde olduklarını ve bu haklı mücadeleyi koşulsuz desteklediklerini belirttiler. Bu örnek ve Kürdistani dayanışma tüm parçalarda tüm ulusal kurumlara örnek olmasını diliyoruz.
Güney’de ve Güneybatı’da ulusal kazanımlara saldıran PKK’nin aynı şekilde (fırsat bulursa) Doğu Kürdistan’daki ulusal güçlere de saldıracağını tahmin etmek zor değildir. İyi niyet açıklamaları veya “biz kardeş kavgasına karşıyız, Kürdler birlik olmalı” gibi orta yolcu tutumlar PKK’nin saldırganlığını ve anti ulusal güç konumunu ortadan kaldırmayacağı gibi daha da cüretlendirir/saldırganlaştırır. Bu nedenle dürüst ve gerçekçi olmak durumundayız. PKK misyonu gereği ulusal güçlere karşı kullanıldı/kullanılmaya devam edilecek. Bu duruma hazır olunmalı ve PKK misyonu/ihaneti mahkum edilerek Ulusal güçlerin yanında yer alınmalıdır.
İsmi konulmamış olsa da dört parçada ulusal güçler ve entegrasyoncu güçler arasında gittikçe kızışan ve daha çok kızışacak bir kamplaşma vardır. Amaç devletleşmek ve ulusal haklar elde etmek ise tarafımız bellidir; kimsenin “tarafsız” kalma veya “yapıcılık” adı altında bu çelişkiyi sulandırma hakkı yoktur.
Tarihi bir süreçten geçen Kürdler, ya bu tarihi olanağı değerlendirip ulusal kazanımlar elde ederek dünyada bir ulus ve devlet olarak “biz de varız” diyecekler, ya da entegrasyoncu/işbirlikçi yerek ayaklara teslim olup ulusal kimliklerinden arınacaklar. Bu tarihi süreçte kimsenin ortada durma lüksü yoktur; ya ulusal saflarda yer alırsınız ya da ulusal güçlere karşı entegrasyonculuğu seçersiniz.
Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Doğu Kürdistan’da başlayan yeni süreci koşulsuz desteklediğimizi belirtirken, Doğu Kürdistan’dan hem güneşin hem de umudun doğduğunu görüyoruz; bu güneş ve umut ulusal hakların/devletleşmenin ayak sesleridir…
Haber/Yorum
19.06.2016
Nasname
http://www.nasname.com/a/dogu-kurdistandan-gunes-ve-umut-dogdu
Özgürlükçü’ye
Sistem içi düşünce gibi gelir size söylediklerim. Şu var: sistem içi tüm düşüncelerin yanlış olduğunu söylenemez.
İkincisi sıra gelmez derken, daha çok Stalinst solcuları kastettim. Çünkü onlar gördüğüm kadarıyla sıranın gelmemesi için her şeyi yapıyorlar. Tabii bu şimdilik böyle diyorum. Gelecekte bu konuda neler olacağını kesin olarak kimse bilemez. Özgürlükçü solcular için bu konuda, sırayla ilgili, bir şey demedim.
Çünkü onlar gördüğüm kadarıyla sıranın gelmemesi için her şeyi yapıyorlar derken kendilerine sıranın gelmemesinden söz ediyorum.
Üçüncüsü bu tutumun, yani realist bir bakış açısıyla bakmaya çalışmanın kapitalizme destekle olmak olduğu düşünülebilir. Ama buna katılmıyorum.
Çünkü şimdiki durumda kapitalizm benim gibi insanların kapitalizm yıkılacaktır, çok yakın zamanda özgürlükçü sosyalistler devrim yapacaktır dememle, bu tür beylik laflarla, yıkılmaz. Öyle olsaydı çoktan yıkılması gerekirdi zaten. Kapitalizme eleştirilerin faydasız olduğunu söylemiyorum. Kapitalizm iyidir de demiyorum, ben de kapitalizme karşıyım. Bunun yanında kapitalizme eleştirilerin de gerçekçi temel üzerinde olması gerekir. Yoksa kendimizi abartmak neye yarayacak?Şimdi Türkiye’de 40 milyon özgürlükçü sosyalist var yarın devrim yapıyoruz türünden şeyler mi yazmam gerekir? Bu kendimizi kandırmak olmaz mı? Kendimizi kandırarak devrim mi olur? Olacağını hiç sanmıyorum. Çünkü bu türden laflarla devrim olacağına inanmıyorum. Çünkü somut bir temeli yok.
Rusya’nın aşırı milliyetçi Liberal Demokrat Partisi başkanı olan Vladimir Jirinovski, ”Türkiye bir an önce bombalanmalı ve işgal edilmeli. Ermeni ve Kürt gruplar doğudan, Bulgar ve Yunan gruplar da batıdan girmeli. Biz hiç bir şeyden korkmamalıyız. Türkiye’yi yok edelim” şeklinde açıklamalarda bulunmuş;
http://www.milliyet.com.tr/rusya-dan-kustah-aciklama-turkiye/dunya/detay/2205196/default.htm
Kapitalizmin alternatifi sosyalizm olması mümkün değildir insanlık aynı suda iki kez yıkanmaz.Kapitalizmin yerini alacak yeni alternatif üretim ilşikisi yine kapitalizmin içinden doğacak ve giderek yerini alacak Toplumsal Ekolojik Kömünalizm olabilir.
Bütün pratikler ve rol çalıp ömrünü uzatmaya çalışan kapitalizmin ideolojisi liberalizmin gidebileceği yer sosyalizm olamayacağı belli olup toplumsal ve ekolojik hayatın zorunluluğu gereği liberter kömünal bir gelecek işaretleri daha baskın görünüyor.
Hala bu ülkede türkçü cümlesi kuramadan kürtçü cümlesi kuranların olması çok ama çok enteresan!!!!!!
pkk kızılay’da, vezneciler’de, kumrular sokak’ta, anafartalar’da, mavi çarşı’da onlarca masum sivili katletti. hdp’nin kazanımlarını bir bir yok eden, taşeron terör örgütü pkk’ya siktir çekmeden toplumsal ekolojik komünalizm savunulamaz.
33..
yazıyı dikkatle okumamış olmalısınız. Bakın, “devletin” içinde yıllarca bulunmuş o “maşa” bile.. K. Evren de eyalet sistemi diyor.
İkincisi.. Uzun yıllar önce Nato karargâhlarında gösterilen bir Kürdistan haritası vardı.. Gidişat böyle.. Bence bu her iki halk için de iyi değil..
Günümüzün analizini her kes yapıyor. Zaten bu işi kendimce yaptığım için yazıyorum bunları.. Hangi yol’a sapılacağı daha önemli artık..
Tam da gerici çoğunluk olduğu için federal yapılar gerekli..
*
Başlangıç olarak yereller Vali, savcı seçimlerini yapsın.. beni çok ümitli mi sanıyorsunuz; hayır.. Öncelikle “yıkım” sonrası içindir düşüncelerim! İnsanlar olmayacağını “deneyerek” görmek isterler.. Deniyorlar.. Kürtler artık eskisi gibi yaşamayacaklar! Denesinler!
***
Neyse.. Burada o “takoz” CHP kafası oldukça bırakalım bir proje önermeyi.. tartışılması bile mümkün değil..
.. bu yazının devamı olacak yazının son bölümünü alıntılıyorum…
*******……………
3. Bu ülkenin Laik, Seküler hayatı savunan demokrat, aydın, hümaniter insanları kimsesizdir.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “ABD’deki gibi başkanlık sistemi getirecekseniz buyurun getirin. Oturalım, tartışalım” dedi. Sonra “Başkanlık sözcüsü” B. Yıldırım’ın, “… ABD tipi başkanlığa da varız. Hodri meydan, buyrun, birlikte yapalım” blöfünü göremedi. Bu siyasal ezberiyle ebediyen iktidar olamayacağı halde; ihtiyacımız olan kuvvetler ayrılığı ve çoklu kültür-özgürlüğünü tanıyan sisteme saldırdı. “Türkiye’de eyalet sistemini kabul ediyor musunuz? ABD’de her eyaletin ayrı parlamentoları, ayrı kanunları, ayrı yasaları var. Böyle olsun diyor musun? … Önce bunları çık milletin önünde anlat … Bize sorarsan biz kabul etmiyoruz, atalarımızın kurduğu, geliştirdiği parlamenter sistemi kabul ediyoruz…” CHP, Kemalistler kendine sormuyor; “Ata’sı” gelse, 95 yılın deneyimlerinden sonra yine “ata’ma” uygun diyerek çağını, koşullarını yitirmiş, “miadı tükenmiş” dogmalara mı sarılırdı? Kaldı ki, “parlamenter sistem” dediği de Parti Diktatörlerinin “arpalığı” değil mi? CHP de bu nedenle, halka yalan söyleyen, bu riya dolu siyasal düzenin “uyumlu” bir parçası olduğu için ümit vermiyor.
Tüm CHP önde gelen kadroları ev ödevi olarak Karl Marx’ın Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’ini okumalı. Altını çizerek, dikkatle! Böyle giderlerse, akıbetlerini o kitaptan, bugünden öğrenecekler.
“Hiç bir parti, elinde bulunan araçları, demokrat partiden daha çok abartmaz… Onlar halkın haklarını temsil ediyorlardır, onların çıkarı halkın çıkarıdır. Dolayısıyla girecekleri bir mücadele için değişik sınıfın çıkarlarını ve konumlarını gözden geçirmeleri de gerekmiyordur… Onların işareti vermesi yetecektir, halk bütün tükenmez kaynaklarıyla çökecektir zalimlerin üzerine.. .Bu katıksız cumhuriyetçiler, proletaryaya karşı zor kullanırken ne kadar kaba ve hoyrat davrandılarsa, şimdi tam da cumhuriyetçiliklerini ve yürütme gücünü ve kralcılara karşı kendi yasama güçlerini savunmak söz konusu olduğu bir sırada geri çekilirlerken de, o kadar korkak, o kadar tabansız, çekingen, yumuşak başlı, savunmasız oldular… Onlar ortadan yok olmadılar, buhar olup uçtular. Onların tarihi sonsuza değin bitmiştir artık…”
“Milliciler”e karşı olduğunu söyleyen Özgürlükçü (ve solun geneli) Barzani karşıtlığı yaparak “Milliciler”le aynı safa düşmüyor mu? Nasname son yazısında buna dikkat çekmiş;
“Doğu Perinçeklerin, Yalçın Küçüklerin, İranlı Mollaların, Saddamların, Türk-İslamcıların ve enva i çeşit devletçi ırkçıların Berzanî düşmanlığı bayrağı”
…
Yalçın Küçük “Daima da şunu söylüyoruz; biz Türkiye’nin onurunu, bu toprakların onurunu savunuyoruz. Bundan daha fazla millicilik nasıl olur; böyle anlıyorum.
Öcalan’ın Barzani devleti ve liderliğini ve Musul’un, bazılarının sözüyle, “ikinci İsrail” olmasını kabul etmeyeceğini tahmin ediyordum. Etmemektedir. Kürtlerle ilgileniyorum. Biz bir iş yapıyoruz. Gücüne ve kuvvetine bakarız. Demin de açık olarak söyledim. Öcalan şimdi hapistedir. Ama diğer yandan, isim de verdim, bir mülakatımda, “bugün Kandil Dağlarında şunları şunları tanırım, onlar, bir Barzani devletini kabul etmezler” demiştim. Beni ilgilendiren mesele, Barzani devletini kabul ediyorlar mı etmiyorlar mı. Envanter yapıyorum, beş taş oynamıyorum.”
http://www.nasname.com/a/hedef-berzani-degildir
sinkaf yapan mezevenk sen iktir git bu sitede işin yok?????
ogürsel’in burda yazdiklarinin ve diger bazi yorumcularla yaptigi tarti$malarin bo$-bele$ burjuva demokratik fikir cimnastigi olmaktan öte bir anlami yok, neden?
dikkat edilirse, ogürsel ve bazi yorumcular sanki lokantada oturmu$lar, yemek menüsünden secme yapar gibi konu$uyorlar. yani bilmeyen de zanedecek T.C.’yi yöneten siyasi ve ticari aktörler ögürsel’e görev vermi$ler: “bu devleti, milleti, vatani daha iyi nasil yönetebiliriz, bize öneriler yapin, sizin önerileriniz dogrultusunda hareket edecegiz.”
$öyle de ifade edbiliriz: sanki siyasi/ekonomik/toplumsal yönetim bicimlerine dair bir katalog var, bu katalogdan ogürsel ve bazi yorumcular secip begenmeye cali$iyorlar. ogürsel’in sürekli tekrarladigi bir$ey var: önümüzde ki 30-40 yili nasil ya$amaliyiz. siyasi/toplumsal hadiselere böyle bir yakla$imin neden sacma oldugunu, böylesi bir siyasi tarti$manin yanlisligi konusunda ogürsel’i daha önce ele$tirmi$tim. bilmeyen de zanedecek ogürsel siyasi parti kurmus, iktidara gelmesine de az kalmi$, taraftarlarinin önerilerini soruyor.
ogürsel ve bazi yorumcular, bir kapitalist “gelismislik” dogmasini sakiz gibi agizlarina almi$lar, cigneyip duruyorlar. bu arkada$lar “geli$mi$lik” derken neyi kastediyorlar: ekonomik/teknolojik gelismeyi.
birincisi, burda kapitalist “geli$mi$lik” dogmasini sakiz gibi cigneyenlerin meseleye “ulusal ekonomi/politik ekonomi/bir devletin ekonomisi” perspektifi ile baktiklari belli oluyor. ne demek bu? yani mesela, amerika’nin ekonomik geli$mi$ligi derken amerika devletinin ulusal ekonomisinin toplami kastediliyor. bu ulusalci kapitalist baki$ acisi amerikali bir multi milyarder ile gettolarda sefalet icinde ya$ayan milyonlarca amerikali siradan insan arasinda ayirim yapmayip, ayni kefeye koyuyor. amerika devletinin ulusal ekonomisine, siyasi/askeri gücüne bakip “ke$ke bizim devletimiz/vatanimiz da bu seviyeye gelse” diyen, “muasir medeniyet” seviyesine gelmeyi önüne hedef olarak koyan ulusalci baki$ acisi.
ikincisi, ogürsel, birde bir “federasyon” tezini diline dolami$, tekrar edip duruyor. T.C. devletini yöneten politikacilar ogürsel’in bu her derde deva “federasyon” fikrinden haberdar olsalar, türkiye gülllük gülüstanlik olacak ama…
T.C.’yi $imdiye kadar yönetmi$ ve $u anda yöneten siyasetciler federatif devlet nedir, en az ogürsel kadar bilmiyorlar mi? biliyorlar. bu politikacilar “devletimiz T.C. icin bölgesel federasyon gibi fikirler uymaz, bundan dolayi da biz bu modeli benimsemiyoruz” demiyorlar mi? diyorlar. ogürsel $imdi siyasi bir parti kursa, bu partinin programina da federatif devleti koysa -böyle bir partiye T.C. faaliyet izni verir mi bilmiyorum- ve bunun propagandasini yapsa, anla$ilir bir durum. fakat ogürsel, siradan bir vatanda$ olarak sürekli “haydi fikir cimnastigi yapalim” deyip duruyor. bu ne denmektir: haydi biraz siyasi fantazi yapalim!
ücüncüsü, siyasi/ekonomik/toplumsal geli$mi$ligin federatif ya da merkezi devlet olma ile alakasi olmadigini cürütmek zor degil. örnek: japonya. bu devlet federatif oldugu icin mi dünyanin en büyük üc dört ekonomisi arasina girdi?
günümüz global kapitalist dünyasinda bir devletin/ulusal ekonominin geli$mi$ligi icin olmazsa olmaz $artlar var: sermaye/kapital/kredinin varligi/büyüklügü, siyasi/toplumsal istikrar, ekonomik altyapi/infrastruktur, ucuz i$gücü vs. yani kapitalist bir i$letme “nereye yatirim yapayim” hesabi yaparken, bir devletin federatif mi yoksa merkezi olup olmadigina bakmaz. örnek: amerikan GM otomobil firmasinin üretim tesislerini amerikadan söküp önce meksika’ya sonra da cin’e gitmesinde belirleyici olan her$eyden önce ucuz üretim, ucuz i$gücü faktörüdür. meksika ya da cin, federatif mi merkezi mi, kapitalist ekonominin aktörleri icin bunun bir kiymeti yok.
konuyu fazla dagitmadan burda bitiriyorum, gelecek cevaplara göre tarti$mamiza devam ederiz.
“Cok bilen cok yanilir” sozu M. Arguman’i tarif etmis.
47’ye
toplumsal süreçler fikirler üzerinden şekillenmez… İsyan eğer daha öncesinde olgunlaşmaya yüz tutmuş bir fikri kendine bayrak edinebilir. Sen lafı çok seviyorsun; ben uzatmayacağım.
Kürt isyanı söndürülemez.. Ve beni ilgilendiren öncelikle siyasal bir uzlaşıya ait “fikir egzersizi”. Lafı dolandırma, uzatma.. TC’nin önünde iki yol var.. Ya “kıyamete” kadar savaş ya da adı her ne ise bölge Kürtleri ile uzlaşma. Bu “uzlaşma süreci” yerel özerklikler ise.. neden İzmir, Antalya, Muğla, buralarda yüzde 30 oy alan adamın hayat anlayışına göre yaşasın?
Sorun da zaten bizim arkaik solcuların, çok bilmiş skolastik zihniyetin; sağcısı-solcusu benzer dogma kalıplarından çıkamayan siyasetin dar kafalılığı.. Sen de iyi bir örneksin..
Nedir senin halkların orta-kısa vadeli önerin..
Kimseye akıl vermiyorum; düşüncelerimi ortaya koyuyorum. Burun kıvırma hakkın elbette var. Sorun o burnun arkasında bir “düşünen” kafa olduğuna da bizi ikna etmen…
bazı cümlelerde hata var.. ama anlaşılıyor sanırım.. -pardon, acele ile yazdım–
unutmuşum..
arkaik sosyalizm ve Marksistler Merkezî, Üniter sisteme tapar…
Özgürlük onlar için “küçük burjuva hastalığıdır..”
Darbe ile Merkezi ele geçirip insanları sopayla cennete sokmak, “diyalektik ve bilimsel kutsallarının” ve de şanlı işçi sınıfının sarsılmaz iradesine yüklenmiş görevleridir…
“Elhamdürillah; Marks’ın dediği olur!”
özgürlükçü kişi karşıtlığı yapmaz merak etme saydığın millici ırkçı faşistlerle Barzani anlaşırlar eski yeni bütün efendiler anlaşır senin gibileride kuyruğuna takarlar.
Bana ettiğiniz milli zilli laflarıda unutur yutarsınız!!!!!!!
Özgürlükçü’nün devrimci literatürümüze büyük katkılarından biri de “milli zilli”dir.
ogürsel bana, “senin önerin nedir” diye sormu$.
birincisi, benim gibi siradan insanlarin önerilerini soran da yok, yazsam dikkate alan da yok, ondan dolayi kendi kendime gelin güvey olmam.
ikincisi, ben mevcut kapitalist-emperyalist sistem icinde öneriler yapmiyorum, cünkü senin o kafa patlattigin ve cözümler bulmaya cali$tigin sorunlarin bu sistemin yol kazalari degil, kapitalist-emperyalist düzenin bizzat ürettigi sonuclar oldugunu biliyorum. bunu her yorumumda da yaziyorum. bundan dolayi benim insanlara yapacagim tek tavsiye var: devrim. daha öncede yazdim, sorunu, düzenin bizzat kendisinin ürettigini bilince cikarmak istemeyen senin gibileri sürekli “yapici-konsruktif” elestiri/öneriler yaparlarken, benim gibileri “yikici/destruktif” elestiri yaparlar. benim yazdiklarim ile senin yazdiklarin arasinda ki fark i$te burdan kaynaklaniyor.
ogürsel, T.C.’nin ulusal sorunu/kürt sorunu hakkinda fikrimi sormu$. kürt hareketi ile ilgili yazilarin altina daha önce bu konuda cok sayida yorum yazmi$tik. ogürsel, o yazilarin altinda ki kendi yorumlarini ve birde benim yorumlarimi tekrar oku bakalim, hayat seni mi beni mi dogruluyor. sen de sayin zileli gibi, yanilgilarindan hicbir ders cikarmadan dogmatik/ezberci bir kafa ile hep ayni $eyleri yazip duruyorsun. sayin zileli dogmatik anar$ist, sen de dogmatik sosyal demokrat. neyse, madem sordun, dilim döndügünce anlatmaya calisayim. önce $öyle bir ba$lik atayim:
KAPITALIZMDE ULUSAL SORUN
kapitalist ekonomi ile ortaya cikan günümüz modern devletlerinin harcini, “modern a$iretcilik” olarak adlandirabilecegimiz “ulus/millet” ideolojisi olu$turur. ulus devlet, adi üstünde homojen bir ulus/millet temelinde kurulur; ari/saf bir ulusu/milleti $art ko$ar. bir din nasil ki tabiati/özü geregi ba$ka bir din ile uzla$amazsa, ulus/millet ideolojisi de tabiati/özü geregi bir ba$ka ulusun/milletin varligi ile uzla$amaz. türk ulusalciligi/nasyonalizmi üzerine kurulu T.C.’nin ya$adigi kürt sorunu buna iyi bir örnektir. tayyip’in: “devlet icinde devlet olmaz, bayragin yaninda baska bir bayrak olmaz” derken dile getirdigi gercek, harci türk ulusalciligi ile karilmi$ T.C. devletinin baska bir ulusal ideolojiye -kürt ulusalciligi- tahammül etmesinin, uzla$masinin imkansizligidir. ulusal bir devletin bünyesinde gelisen baska bir ulusal fikrin, bir devleti bölebileceginin dünya siyasi tarihinde sayisiz örnekleri vardir. tek bir yugoslavya devletinden kac devletcik, ulus-devlet olu$tugunu, daha dogrusu batili emperyalistler eliyle olu$turuldugunu hatirlayalim.
peki adina devlet denilen $ey -günümüz modern devletlerini kastediyorum- neden mutlaka homojen bir ulusa/millete ihtiyac duyar?
cevap: devlet denilen egemenin/hükümranin siyasi/ekonomik/toplumsal tabani halktir, vatanda$tir. bundan dolayi bir devlet, kendi sinirlari icinde ya$ayan insanlari ulus/millet ideolojisi ile yogurup mümkün mertebe “homojen” bir kütle olu$turabildigi derecede kendini güvende hiseder, varligini, bekaasini devam ettirmede ba$arili olabilir. diger bir ifadeyle, bir devletin temelini olu$turan halkin/vatanda$in devletine bagligi/sadikligi, devlet icin ölme ve öldürmede dahil, her türlü fedakarligi, bedeli göze almasi, o devletin kurulu$ asamasi ve sonrasinda halka enjekte ettigi “milli egitim” ve “terbiyeye” baglidir. kisa bir alinti yapayim:
“3797 sayılı Yasaya göre Millî Eğitim Bakanı’nın başlıca görevleri;
Atatürk ilke ve inkılâplarına ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Millîyetçiliğine bağlı, Türk milletinin millî, ahlakî, manevî, tarihî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş vatandaşlar yetiştirmek üzere, Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait bütün eğitim ve öğretim hizmetlerini plânlamak, programlamak, yürütmek, izlemek ve denetim altında bulundurmak.” (vikipedia)
global kapitalist düzende ulusal sorunlarin “cözümüne” gelirsek. ulusal sorun herseyden önce, yeni bir devlet kurma, sinirlari yeniden cizme, ya da en azindan federasyon, otonomi anlamina geldigi icin, ulusal sorunlarin birinci dereceden sorumlulari ayni zamanda dünyayi cekip ceviren büyük emperyalist devletler oluyorlar. yani direkt söylersek, günümüz dünyasinda amerika’nin izni/onayi olmadan sinirlarin yeniden cizilmesi, yani “statüko quo”nun degi$tirilmesi mümkün degildir. örnek: güney kürdistan, yillardir devlet ilan etmek icin amerika’dan ye$il bekleyip duruyor. amerika’nin izni/onayi olmadan barzani devlet ilan etse ne olur? yasatmazlar, T.C., iran, irak, suriye bir olurlar, güney kürdistani bogarlar. bu devletler “böyle bir seye izin vermeyiz” diye zaten acikca söylemiyorlar mi? söylüyorlar. bunu barzani bilmiyor mu? biliyor. demek ki devlet kurmak icin en basta amerika’nin, sonra rusya, cin gibi söz sahibi devletlerin, AB gibi devletler birliginin iznini/onayini almak yetmez, böyle kücük devletler, ayakta kalmak icin büyük devletlerin agabeyligine, korumaligina ihtiyac duyarlar. bu noktada, “nasil bir dünyada ya$iyoruz” diye bir dakika durup düsünmek lazim.
evet sayin okuyucular, kapitalist-emperyalist kurtlar sofrasi gözler önündeyken, bizim doktor ogürsel de güya kürt sorununa cözüm bulmaya calisiyor, “benim federasyon cözümümü begenmediysen, senin cözümün nedir” diye soruyor. yani “ulusal sorun” denilen ve yüzde yüz askeri $iddet ve ekonomik/diplomatik güc ile cözülen/bir sonuca baglanan sorunlari, ogürsel gibi yasadiklari dünyayi anlamaktan aciz insanlar kendi kücük dünyalarinda güya cözmeye calisiyorlar.
evet ogürsel, $imdi benim önerime gelelim. benim siradan insanlara önerim $u: modern a$iretcilik olan ulusalcilik ideolojisini red etsinler, ulus/millet kategorileriyle düsünmeyi biraksinlar. vatandasi olduklari devletleri desteklemekten vazgecsinler, kapitalist devlet ve kapitalist ekonomi var olduklari müddetce, kapitalist dünyanin rekabet, sömürü, bogun egdirme, hegemonya kurma prensipleri gecerli olduklari müddetce bu dünya böyle gidecek, haberlniz olsun.
53’e
“bundan dolayi benim insanlara yapacagim tek tavsiye var: devrim..”
*
Tamam.. Benim de tavsiyem eyalet-federasyon.. illerde vali-savcı seçimi.. Sosyalist, devrimcileri de seç oraya!
Ben de “devrimi” tavsiye ederdim ama küçük bir sorun var, ne devrim yapacak sınıf ne de devrim yapacak kadrolar var..
Doğu Perinçek askerle bir olur “devrim” yapabilir diyorsan.. Bu da bir görüş elbette..
***
günümüz dünyasinda amerika’nin izni/onayi olmadan sinirlarin yeniden cizilmesi, yani “statüko quo”nun degi$tirilmesi mümkün degildir…
.. ama devrim mümkün.. Tutarlılık derim buna!
***
“modern a$iretcilik olan ulusalcilik ideolojisini red etsinler, ulus/millet kategorileriyle düsünmeyi biraksinlar.”
Bu öneri bizim hiç. Aklımız gelmemişti. Stalin de öyle diyordu.
Tamam biz düşünmeyelim de orada milyonlarca, 7 yaşında anadili Kürtçe olan çocukları ve Türkçe bilmeyen Kürt kadınlarını da bu düşünceye ikna etmeyi sana bırakmalıyız sanırım… Korkarım TC ya da Stalin yöntemlerine başvurmak zorunda kalacaksın..
**
Hayattan kopmuş; skolastik dediğim, kitaplar içi gevezelikten ibaret bence mantığın.. Bana uymaz..
yukarıdaki yazının devamı……………..
*****************
http://mersinyasam.net/KoseYazisiDetay.aspx?id=172
Merkeziyetçiliğin sonuçlarından;
http://www.hurriyet.com.tr/cumhurbaskani-erdogandan-erol-evgine-sen-sanatci-olsan-ne-olur-profesor-olsan-ne-olur-40120946
https://eksisozluk.com/entry/61263282
Türkiye’de Kürt Sorunu yoktur..
Merkezî iktidar olarak örgütlenmiş faşist tahakkümcü siyasal yapılardır asıl sorun….
1923-1950; Tek Parti Diktatörlüğü
1950-1960.. DP diktatörlüğü
1960-1970.. Geçici.. nefes alma dönemi; yarı demokrasi..
1970-1980.. Yarı askerî faşizm
1980-2000– Askerî faşizm..
2000-2010– geçiş dönemi; yarı demokrasi
2010..lar Tek parti faşizmi…
***
“”Bir ulus bu duruma gelince törelerini ve yasalarını değiştirmediği halde yok olmaya mahkumdur.” (A. Tocqueville..)
Erdoğan’dan önce Danıştay baskınını yapan Alparslan Arslan’ın babasının da kullandığı “milletin değerleri” söylemi üzerine Özdemir İnce’nin bir yazısından;
1. Devlet memuru, Anayasa ve yasaların buyrukları doğrultusunda hizmet eder.
2. Milletin Anayasa ve yasalarla tanımlanmamış değerleri yoktur. Millet, devlet, din ve dinler konusunda yasaların belirlemediği soyut suç ve suçlar yoktur.
3. Ne olduğu ancak kendisi ve özellikle İslamcılar tarafından bilinen değerlere saygı göstermeyenlerin öldürülmesini öneriyor.
4. Bu ülkede, 1071’in öncesinde ve sonrasında İslam dinini kabul etmiş Rumlar ve Ermeniler elbette vardır ve sayıları az değildir. Bunları bahane ederek Cumhuriyet düzenini hedef gösteriyor. Toleranstan söz etmiyorum: Kökeni ve dini ne olursa olsun herkese saygı duymak zorundayız. Kavimler Kapısı’nda azınlıkların ad ve sıfatlarını bir tür suçlama olarak kullanmak tehlikelidir. Çünkü biri çıkıp “sizin” de gen ve DNA testi yaptırmanızı isteyebilir.
http://www.hurriyet.com.tr/seriat-usulu-toplum-muhendisligi-4945057
Alparslan Arslan’ın, “İlköğretim müfettişi” olan babası İdris Arslan’ın sözkonusu açıklaması;
“Bu ülkede İslam düşmanları var, Kuran düşmanları var, millet düşmanları var. Milletin değerlerine saygılı olun. Sevmeseniz de saygılı olun. Saygılı olmayana, milletin değerlerine hakaret edene bu millet gereken dersi verir, bunu herkes bilsin.”
http://www.hurriyet.com.tr/saldiri-aile-terbiyesi-4910257
İnce başka bir yazısında (“Halkın değerleriyle barışık olmak”) “halkın değerleri” üzerine şöyle diyor;
SAĞDAN, soldan, orta sahadan, geri dörtlüden Türk solunu eleştirirken en çok kullanılan cümle şudur: “Halkıyla ve onun değerleriyle barışık olmamak!”
Her kim ki halkıyla ve onun değerleriyle barışıktır, eriyor muradına; her kim ki barışık değildir, sonu ince verem ve hüsran.
Bir de “Kendi ulusunun değerlerine tamamen yabancı olmak!” var. Yabancıysanız yandınız.
* * *
Nedir halkın değerleri? Siyasal partiler ve siyasetçiler için önemli olan nedir, Anayasa ve yasalar mı yoksa halkın değerleri mi? Halkın değişmez değerleri olabilir mi, olabilirse bunlar nelerdir?
Halkın ve ulusun değerlerini ileri sürenlerin de tıpkı “daha fazla demokrasi” isteyenler gibi bunlardan neyi kastettiklerini bilmiyoruz. İşin tuhafı, iki grup da aynı kişilerden oluşmakta.
Halkın değerleri töre cinayetleri mi? Ulusun değerleri gecekondu yapma, orman yakma özgürlüğü mü; vergi vermemek ve her türlü sigorta payını ödememek mi; kara para aklama mı yoksa petrol kaçakçılığı mı; yoksa hortumculuk mu?
Halkın ve ulusun değerleri imam hatip okulları mı, türban mı, tarikatçılık ve cemaatçilik mi?
Dini siyasete alet etmek mi? Selefileşen, Vehhabileşen Anadolu Sünniliği mi?
Irkçılık ve şovenizme dönüşmeye başlayan milliyetçilik mi, ayrımcılık mı; her türlü azınlık düşmanlığı mı? Nedir halkın ve ulusun değerleri?
Yoksa Cumhuriyet ve laiklik düşmanı olmak, İslamcı olmak halkın değerleri mi oluyor?
* * *
http://www.hurriyet.com.tr/halkin-degerleriyle-barisik-olmak-5290908
bu “tek oy” meselesini yanlış buluyorum. Elbetteki her insanın oy’u bir tanedir..
ama kendini çok “akıllı” sanarak oy’unun bu eşitliğini sindiremeyenler demokratik mücadelenin ne olduğunu kavrayamamış olanlardır bence.. “Parmak basan” insanların üretimden gelen gücü, düşüncelerini ifade ederek topluma bildirme şansı yoktur.
Faşizm koşullarında bu eşitlik adaletsiz görünüyor; faşizm örgütlenme, basın ve itiraz hakkına vahşice saldırınca bu “sandık demokrasisi” sahtekârlığını sindirenler meseleyi, faşizmin de arzuladığı bir algı içinde böyle seslendiriyor; ve malum zihniyete “beyaz, monşer” saldırısı için fırsat veriyor. Fırça arması gerekenden, fırça yiyor!
Sorun oyların eşitliği değil, sorun faşizmin “akıllı” insanların demokratik haklarını gasp etmesi.. Ve bunu başarması…
Faşizme karşı açık tavır alamayanlar da böylesi saçma bir adalet arıyor..
Parmak basan, yalnızca “parmak basar” ama.. Akıllı insanlar söyler, yazar, örgütlenir, ayak diretir; faşizmi teşhir eder.. siyasal olarak mücadele eder; grev yapar..
Sorun parmak basanda değil, faşizmin kendisindedir…
Ve merkezî iktidarı Makyavel taktiklerle bir kez ele geçiren Faşizm’in yine faşizan anti-demokratik uygulamaları ile nice “akıllı-aydın-kentli-seküler” sanılanları “havuç-sopa” taktikleri ile satın almasındadır…
O iftar sofralarına oturanların oyları ne olacak? Çoğu okumuş, yaz sahillerinde mayolu, kızlı-erkekli gezinen… başı açık.. Üniversiteli… Celladına güç ve zaman kazandıran “popüler”-kentli güruh… Onlara ne diyeceksiniz?
“Eşeği dövemeyen, semerini döver…” mesele budur…
Sayın zileli lütfetmiş özgürlükçü’nün literatüre katkıları diye sanırım ironi yapmış.Milli zilli yi fark edip diğer katkılarımızı görmemesi enteresan!
Konuya dönersek sitede boynuzlaştığım Ö.Gürsel’in bu yazısı gerçekten değerli olduğunu söylemeliyim.
Aslında bu yazıyla kadim insanlığın özgürlükçü devrimci mücadelesinin iki temel ana damarını tartışabiliriz.
1.damar merkezci,iktidarcı otoriter Marksist lelinist,troçkist,stalinist gelenek buna uygun devrim parti teorisi ve çalışma mücadele tarzı
2.damar özgürlükçü federatif yerinde döğrudan yüz yüze yerel demokratik mücadeleyi temel alıp her türden kendi iktidarı dahil hegemonyayı tüketmeye çalışan liberter gelenek
Yaptığımız işlerin savunduklarımızın bu iki temel gelenek(düşman kardeşler Marksizm-anarşizm) in anlayışından hangisine oturduğunu anlamak mümkün bu açılardan bakınca ö.gürselin 2.anlayışa yakın durduğunu söylemeliyiz.
Bende buna katılıyor hatta geleneksel Leninist devrim teorisine uygun bir devrimin tam tersine insanlık küçük küçük özgürlükçü devrimci kazanımlarla sürekli devrimler yapıp 2. anlayışa uygun yeni ve kapitalizmin alternatifi üretim ilişkisi ve sistemi inşa sürecine girdiğini düşünüyorum.
Bu açıdan her türden yerelleşme ve merkezi yapıların etkisizleşip iktidar güç ve hegemonik kurumların parçalanmasını getiren önerilerin insanlık idealinin mücadelesine katkı yapacağını düşünüyorum.Bu perspektiften bakınca HDP süreci de 2 anlayışa daha yakın olduğunu hatırlayıp daha önce bu sitede ilk defa paylaşıp literatüre katkı vermeye çalıştığım ””HDP Siyasi Hayatımızda Devrimdir”””” cümlesini Zilelinin farketmemesinden üzüntü duydum!!!!!!!!
Bu üniter yapı değişmediği sürece sadece otoriter iktidarların değil şiddetin de ülkenin batısına bulaşacağının bir göstergesi – İzmir Bayındır’da roketli saldırı;
http://www.hurriyet.com.tr/izmir-bayindirda-roketli-saldiri-40121002
Yukarıdaki yazının devamı.. O yazıdan birkaç noktayı öne çıkartmak istedim..
http://mersinyasam.net/KoseYazisiDetay.aspx?id=172
*****
1….. Faşizme karşı mücadelede başarı, …Türkiye Faşizmi, Kürt Sorununda da, evrensel-hümaniter vicdanın ürettiği “akılcı ve özgürlükçü” yöntemler hayata geçmedikçe, geriletilemeyecek…
2… PKK’nın da Kürt Sorunun sebebi değil, bir sonucu olduğu … ve PKK’nın aynı şey olmadığı anlaşılır mı? Çünkü”Toplumsal gruplar, örgütlerine indirgenemezler.” .. neden bu insanlar 7 yaşında, yalnızca Kürtçe bilen evladını Kürtçe eğitim yapan bir okula gönderemez? Ve neden her il, o bölgenin evladı, o kentin geleceğinden de kendini sorumlu görecek Başkanını, Savcısını seçmesin? Bu ülke sultanları, diktatörleri ve yardakçılarını hep beslemek zorunda mı?
3… Bakınız! Kıbrıs’ta ne oluyor? “KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı … açıklama yaptı… ‘Kıbrıs’ta üniter bir devlet kurmayacağız, birleşik federal bir Kıbrıs kuracağız. Diğer tarafın da üniter devlet yaklaşımlarından uzak durması lazım’ diye konuştu.” (8 Haziran 2016)
Kıbrıs’ta önerilen “fikir”, neden Anadolu’da da önerilmiyor
4.. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “ABD’deki gibi başkanlık sistemi getirecekseniz buyurun getirin. Oturalım, tartışalım” dedi. Sonra “Başkanlık sözcüsü” B. Yıldırım’ın, “… ABD tipi başkanlığa da varız. Hodri meydan, buyrun, birlikte yapalım” blöfünü göremedi…Bize sorarsan biz kabul etmiyoruz, atalarımızın kurduğu, geliştirdiği parlamenter sistemi kabul ediyoruz…” CHP, Kemalistler kendine sormuyor; “Ata’sı” gelse, 95 yılın deneyimlerinden sonra yine “ata’ma” uygun diyerek çağını, koşullarını yitirmiş, “miadı tükenmiş” dogmalara mı sarılırdı? Kaldı ki, “parlamenter sistem” dediği de Parti Diktatörlerinin “arpalığı” değil mi? ….
Son dakika haberleri İzmir’den gelmeye devam ediyor… İzmir’de Bayındır İlçe Emniyet Müdürlüğüne düzenlenen roketatarlı saldırıda teröristlerin ateşlediği iki roket mermisinden biri emniyet binası yakınındaki evin çatısına, diğeri de depo olarak kullanılan alana isabet etti. Saldırı sonrasında alarma geçen polisin araştırmalarında, önemli detaylar ortaya çıktı. Bölgeye ilk olarak üç roketatar mermisinin düştüğü ileri sürüldü, ancak polisin detaylı incelemesi sonrasında, teröristlerin iki roketatar mermisi fırlattıkları saptandı.
Polisin yaptığı inceleme sonrasında, saldırının su deposunun da bulunduğu Potamaz tepesinden yapıldığı belirlendi. Gece yarısından sonra bölgede polis ve jandarma hava destekli operasyonlara başladı.
Arazideki arama tarama faaliyetleri sırasında teröristlerin izine ulaşılamadı, ancak saldırıyı gerçekleştirdikleri yer tespit edildi. İki teröristin saldırıyı kuş uçuşu olarak 650 metre uzaklıktan yaptıkları saptandı. Eldeki bilgiler ve saldırıda kullanılan roket mermilerine ait parçaların incelenmesiyle, olayı 4 ay önce 23 Şubat’ta Kemalpaşa İlçe Jandarma Komutanlığı’na saldırı düzenleyen teröristlerin gerçekleştirdiği belirlendi. Bu saldırıda da yine Kemalpaşa’daki roketatarın kullanıldığı, roket mermilerinin de 1992 üretimi mühimmat oldukları anlaşıldı.
BİLE BİLE SALDIRMIŞLAR
Kemalpaşa ile Bayırdır arasındaki dağlık alanın uygun arazi yapısından dolayı, teröristlerin kolayca bölgeden uzaklaştıkları ileri sürüldü. Yetkililer, teröristlerin kullandıkları roketatarın menzilinin ilçe Emniyet Müdürlüğüne ulaşmayacağını bilmelerine rağmen, ilçede gerilim ve korku yaşatmak adına böyle bir saldırıyı gerçekleştirdiklerini ifade etti.
KAÇAN İKİ TERÖRİST YAPMIŞ
Bu arada, Kemalpaşa İlçesi’ndeki saldırı sonrasında yapılan operasyonlarda toplam 9 kişi, yakalanmış, yaşam malzemelerinin saklandığı sığınaklar da bulunmuştu. Bayındır’daki saldırıyı gerçekleştiren teröristlerin de, o operasyonlarda yakalanamayıp kaçan 2 kişi olduğu değerlendiriliyor. Emniyet yetkililerinin iki teröristin PKK’nın dağ kadrosundan eylemlerde bulunmak üzere İzmir’e gönderildiklerini belirlediği, kimliklerinin ise kesin olmamakla birlikte istihbarat kaynaklarına göre saptandığı öğrenildi. Kemalpaşa ile Bayındır arasındaki ormanlık ve dağlık arazide, jandarma komando birliklerinin yanı sıra, polis özel harekat timleri, terör ve istihbarat birimlerinin, operasyonlarının sürdüğü açıklandı. Emniyet yetkilileri, şüpheli görülen kişilerin ihbar edilmesini isterken, ayrıca bölgede dikkatli olunması uyarısında da bulundu.
BAYINDIR’DAKİ İLK OLAY DEĞİL
Terör uzmanları, Bayındır ve Kemalpaşa bölgesinin coğrafi koşullarından dolayı terör örgütünün zaman zaman kullandığını, 1990’lı yıllarda da sık sık bu alanda faaliyette bulunduklarını, o zaman çıkan çatışmada da 3 teröristin ölü olarak ele geçirildiğini söyledi.
İŞTE DÜN GECE İZMİR’DEN GELEN SON DAKİKA HABERİ:
Olay gece 23.40 civarında yaşandı. Görgü tanıklarının ifadesine göre, Potamaz tepesi diye anılan bölgeden teröristlerce kısa aralıklarla peş peşe 3 roket ateşledi. Teröristlerin hedefinde üst katları lojman olarak kullanılan Bayındır Emniyet Müdürlüğü binası vardı. Ateşlenen roketlerden biri Emniyet Müdürlüğü binasına yaklaşık 30 metre uzaklıktaki İnkilap Sokak’ta bulunan Fatih Cengiz’e ait bir depoya, diğer ikisi ise Semih Parmaksız’a ait iki katlı evin çatısı ile inşaat halindeki boş daireye isabet etti.
EVE İSABET ETTİ
Toplam 6 kişilik Parmaksız ailesinin evlerinin camları kırılırken, evin çatısında hasar meydana geldi. Patlamayla birlikte büyük panik yaşayan Parmaksız ailesi can havliyle kendilerini dışarı attı. Gözyaşlarına boğulan ailenin en yaşlı üyesi 80 yaşındaki Türkan Parmaksız ise korkudan baygınlık geçirdi. Yaşlı kadına ilk müdahaleyi aynı zamanda doktor olan olay Bayındır Belediye Başkanı Ufuk Sesli yaptı. Ev sahibi Semih Parmaksız, saldırıda büyük bir şans eseri ailesine zarar gelmediğini belirterek, “Evde patlama meydana geldiğinde bilgisayarda oyun oynuyordum. Büyük bir patlama ile ev deprem oluyormuşcasına sarsıldı. Kendimiz dışarıya zor attık. Biraz sakinleşip olayı araştırdığımda boş dairenin içindeki roket parçasını gördüm. Muhtemelen çatıyı ve duvarı delip geçen sevk fişeğiydi” dedi.
BÖLGEDE HELİKOPTER DESTEKLİ OPERASYON
Patlamaların ardından, güvenlik güçleri İnkilap Sokak’ı kordon altına alarak güvenli bölge oluşturuldu. İzinde olduğu öğrenilen İlçe Kaymakamı Barboros Baran ile yerine vekaleten bakan Ödemiş Kaymakamı Celil Ateşoğlu olay yerine gelerek, yetkililerden bilgi aldı. İzmir’den gelen bomba uzmanları olay yerinde detaylı incelemelerde bulundu. İzmir polisine ait gece görüşlü ve termal kameralarla donatılmış polisi helikopteri operasyonlara havadan destek verdi. Helikopter, yerdeki birimlerin de yardımıyla “lazer” yöntemiyle ateş edilen noktayı belirledi. Geniş kapsamlı operasyona, Bayındır Polisi ve Jandarması ile birlikte ilçeye sevk edilen özel harekat polisleri katıldı. Yaşanabilecek olumsuzluklar düşünülerek zırhlı araçlarla birlikte TOMA takviyesi yapıldı.
HALK GECEYİ UYKUSUZ GEÇİRDİ
Patlamaların ardından olay yerine akın eden Bayındırlıları sakinleştirmek kolay olmadı. İlçenin önde gelen isimlerinden Ziraat Odası Başkanı Mümtaz Almışlar ile AK Parti Bayındır İlçe Başkanı Uğur Demirezen, vatandaşı sakinleştirmek için büyük çaba sarf etti. Bayındırlılar ise ilçenin giriş ve çıkışlarında yeterince önlem alınmadığından şikayet etti. Bir grup vatandaş, “Yakın zamana kadar her gece Potamaz mevkiinden makineli tüfek sesleri geliyordu. Polise ihbarda bulunduk. Bize, ‘Merak etmeyin araştırıyoruz’ dediler” şeklinde konuştular.
İKİ OTOMOBİL İDDİASI
Saldırı sonrası Manisa’nın Turgutlu İlçesi’nde de alarma geçildi. İlçe Emniyet Müdürlüğü ve İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı ekipler Bayındır ilçesiyle bağlantısı olan yollar üzerinde güvenlik tedbiri alarak saldırıda kullanıldığı iddia edilen iki aracın yakalanması için çalışma başlattı. İlçede kamu kurumları ve emniyet binalarının etrafında güvenlik tedbirleri en üst seviyeye çıkarıldı.
BEYAZ RENKLİ OTOMOBİL ALARMI
İddiaya göre, güvenlik güçlerinin operasyonları sürerken, bir vatandaşın ihbarı ise heyecana neden oldu. Olaydan hemen sonra, ilçeye 7-8 km uzaklıktaki Çatal mevkiinde Diyarbakır plakalı bir otomobilden inen bir şahıs heyecan dolu bir ifadeyle ismi açıklanmayan vatandaşa Selçuk’a nasıl gidebileceğini sordu. Bayındır’daki patlamalardan sonra haberdar olduğu öğrenilen vatandaş ise durumu hemen polise bildirdi. Beyaz renkli şüpheli otomobilin 23.47 civarında Bayındır yönünden gelerek Tire’ye girdiği belirlendi. Mobese kameralarının incelemelerinde şüpheli otomobilin aynı gün onlarca kez Tire’ye giriş çıkış yaptığı anlaşıldı. Güvenlik güçleri şüpheli otomobilin peşine düşerken, çevre il ve ilçelerin giriş ve çıkışlarında güvenlik önlemleri arttırıldı.
SALDIRIDAN SONRA ORMAN YOLUNDAN KAÇMIŞLAR
İlk belirlemelere göre, saldırıyı Patomos tepesinden yapan teröristlerin buradan Base tepesine geçtikleri, oradan da orman yolundan araba ile Ödemiş istikametine kaçtıkları belirlendi.
ROKETİN DÜŞTÜĞÜ EV SAHİBİ KONUŞTU
İlk roketin düştüğü ev sahibi Semih Parmaksız, “Evde her zamanki gibi oturuyorduk. Ben bilgisayarın başındaydım. Eşim ile kızım televizyon seyrediyordu. Büyük bir ıslık sesiyle birlikte büyük bir patlama meydana geldi. Ben anlam vermedim önce. Bazen havai fişek atılınca güçlü patlamalar oluyor. Acaba havai fişek mi patladı diye düşündüm. Eşim Neslihan ve kızım Tilbenur cam kenarında oturuyorlardı. Asıl patlamanın şiddetini onlar hissettiler. ‘Bomba bomba’ diye bağırdılar. Dışarıdan da baya bir insan toplanıp bağırmaya başladı. İşin vahametini sonra anladım. Evin balkonun üst köşesine isabet ediyor, oradan sekip yan binada kullanılmayan daireye düşüyor. Allah’tan mutfağa düşmüyor. Roketli saldırı olduğunu anlayınca hemen evi terk ettik, ikinci bir saldırıya karşı. Kızım 2 gün sonra üniversite sınavına girecek. Bu olaydan çok korktu. Psikolojisini nasıl toparlayacağız bilmiyorum’’ dedi.
Roketatarlı saldırının hedefinin Emniyet Müdürlüğü olduğu ihtimali üzerinde durulduğu öğrenildi.
BENZER SALDIRI ŞUBAT AYINDA DA DÜZENLENMİŞTİ
Bu arada geçen Şubat ayında da Kemalpaşa İlçesi’nde yine yüksek bir kesimden Jandarma Komutanlığı’na PKK’lı teröristler tarafından yine yüksek kesimden roketatarlı saldırı düzenlenmişti. Roket mermisi bir binanın duvarına isabet ederken süaldırıda ölen ya da yaralanan olmamıştı.
http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-haberi-izmir-bayindirdaki-hain-saldiri-sonrasi-halk-geceyi-sokakta-gecirdi-40121002
64’e
bu salak Hürriyet haberleri de neyin nesi. Ne yani, şimdi bize PKK’nın da devlet gibi benzer terörist faaliyetlerde bulunan bir örgüt olduğunu mu göstermeye çalışıyorsun.
Vicdanın varsa eğer yine de “ilk taşı” kim atmış bir bak.. Kim ilk kez “terörist faaliyetlerde” bulunmuş.. Bilinç altında sıkı bir temizlik yapmak zorundasın…
Milliyetçiliği kim başlatmış? Kim kimin yurdunu işgâl etmiş? Kim kimin dilini, kimliğini inkâr etmiş? Kim, kime “köle-siyah-sömürge halkı” gibi davranmış? İlk terörist kim? İlk katliamı kim yapmış?
Bu soruların yanıtını Hürriyet gazetesinde ara bakalım…
Gülünç bile olamayacaksın…
Bunların yanıtını insanların Afrika’dan çıktığı zamanda mı arayalım?
Toprak kimsenin babasının malı değildir (Çağlar Yiğit) | soL Haber
Yok orası Türklerindi, burası Kürtlerindi, şurası Araplarındı mantalitesinden solculuk, sosyalistlik çıkmaz.
Yok o tarla senin, bu bağ benim, o daire babamın, bu kaynımın demeyeceksiniz.
Sosyalistseniz her tür ”mülkiyetçilikten” şiddetle uzak duracaksınız.
Kapitalist sistemde elinden geldiğince ama sosyalist sistemde muhakkak ve muhakkak her yerde ve her şeyde (havlundan, diş fırçandan bahsetmiyorum) ortaklaşmaya, paylaşmaya çalışacaksınız.
Düşünsenize,
Bundan sadece 1000 sene önce Anadolu topraklarında Türkler yaşamıyordu.
Bundan 2700 yıl önce Anadolu topraklarında Ermeni halkı diye bir halk da henüz yoktu, Traklarla Friglerin Urartularla, Arilerle ve bazı Kafkas topluluklarıyla karışması sonucu ortaya çıktılar.
Bundan 130 yıl önce bugün Düzce, Adapazarı yöresinde yaşayan Çerkes ve Abhazların hiçbiri orada yaşamıyordu.
Bundan 70-80 yıl önce İstanbul, İzmir gibi şehirlerde Kürtler yaşamıyordu.
Bundan 500 yıl önce Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Avustralya kıtalarında hiçbir Avrupa kökenli halk yaşamıyordu.
Bundan 1200 yıl kadar önce Slavlar (Hırvat, Boşnak, Makedon, Bulgar, Sırp, Sloven, Slovak ve Çekler) Orta ve Güney Avrupa’yı işgal ettiler.
Bundan 1700 yıl önce Germenler Kuzeybatı Avrupa dan yola çıkıp Avrupa’nın ve hatta dünyanın her yerine yayıldılar.
Bundan 1400 yıl önce Araplar Kuzey Afrika’yı büyük ölçüde Araplaştırdılar.
Peki ne diyelim şimdi?
Hepiniz geldiğiniz yere geri mi dönün diyelim?
Tek tek çetelesini tutup ”Kim önce neredeydi?”, ”Kim kimin yerini işgal etti?”, ”O buradan değil”, ”Bu buraya sonradan geldi”, ”Burası onların”, ”Şurası bunların” mı diyelim?
Oraya nereden gelmişlerdi ki?
Bu soycu sorgulamayı, dinsel, inançsal, milliyetçi ve etnik kinciliği ve mülkiyetçiliği sürdürürsek zannediyorum Afrika’da savanlarda ilkel bir primat olarak sürüler halinde av yaptığımız dönemlere kadar gideriz.
O zamanlarda da zaten hiçbir yer hiçbirimizin değildi.
Gözümüzün alabildiği her yer ve her şey bütün canlılığa aitti kimsede yer ve mülkiyet kavgası vermiyordu, yaşayabileceği kadarını alıyor ve fazlası için mücadele dahi etmiyordu.
Kendilerine ”solcu” diyen birçok liberal, ulusalcı ve gerici zevatın bugün ”modern” diye pazarladıkları bütün düşünce sistematikleri bireyciliği, bencilliği, her türden gericiliği, kimlikçiliği, milliyetçiliği ve mülkiyetçiliği malesef aşamamaktadır.
İlkel komünal toplumdaki paylaşımcılığı, dayanışmacılığı, mülkiyetsizliği ve sınırsızlığı ”modern” bir zeminde savunup bu toplumsal ve ekolojik yapıyı yeniden inşa etmekten başka bir çıkış yolumuz yok.
Bu ”modern” dünya ütopyasını savunacak tek güç sosyalistler inşa edecek tek düşünce sistematiği de sosyalizmdir!
Yani ”Ya barbarlık ya sosyalizm” sözü öyle haybeye söylenmiş bir söz değildir.
Sosyalizmin kıymetini bilin/bilelim.
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/toprak-kimsenin-babasinin-mali-degildir-caglar-yigit-haberi-99571
http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2016/06/sevgili-aydn-engin-gecen-gunku-yazsnda.html
yukardaki insanlığın kömünal geçmişine ve bu anlayışa uygun Toplumsal ekolojik kömünalist övgü ve cümlelerden sonra ””ya barbarlık ya sosyalizm””demek ironidir!!!!bu ne perhiz bu ne lahana turşusu???
ilkler gitmektense şu anda olana bakın kürdistanda kentler köyler dağlar ormanlar uçak helikopter tank ve öbüslerle bonbalanıyormu????
Bu size Fransanın Cezairde yaptıklarını hatırlatmıyormu????
T.C kolonyalist emperyal işgalci sömürgeci ırkçı faşist bir görüntü çizip imha etmeye çalıştığı kürtlerin savunmasını faşizm olarak yuturmaya çalışıyor.Aynen Ermenilere yaptığı gibi resmi tez katliamları ermeniler yapmıştır değilmi????
Garip olan devlet-iktidarın bu tezini kendini solcu devrimci sanıp bu sitede savunabilenlerin olmasıdır!!!!!
66 ve 67…
“Ya barbarlık ya sosyalizm” lafı haybeye söylenmiş ve yalandır. SSCB-Stalin Barbarlığı ile yüzleşmeyen “Sosyalizm” ise bu anılan.
“İlkel komünal toplumdaki paylaşımcılığı, dayanışmacılığı, mülkiyetsizliği ve sınırsızlığı ”modern” bir zeminde savunup bu toplumsal ve ekolojik yapıyı yeniden inşa etmekten başka bir çıkış yolumuz yok..”
Tamam iyi de, bu insanların dillerini inkâr ederek mi gerçekleşecek? 100 ya da 1000 yıl sonranın hayalleri ile burnumuzun dibinde yaşanılan köleleştirme savaşı yok mu sayılmalı?
Bu yazı bir lafebeliğidir. Sorun kimin nerede yaşadığı değil; sorun dili kimliği inkâr edilenlerin o sahte sosyalizm ile bir kez daha görmezden gelinmesidir.
Sanki sosyalizm kurmuşlar da, sanki kurma ümitleri var da, Kürtler de onları beklesinmiş..
1852 Model Louis Bonaparte diktatörlüğü karşısında aciz sol, kürtlere 2152 model hayat öneriyor.. Neden kabul etmiyorlar ki?
İnsan yalnızca üzülüyor…
Genelde Kuzey Kürdistan lı Kürd arkadaşlarla konuşurken TC’nin Cizre, Sur, Silopi, Nusaybin’deki yıkımlara neden Sesiz kaldığını sorarlar. Geçenlerde Duhok’lu yazar kek Dilşad Derkari, Barzani’nın Türkiye ziyareti sırasında HDP heyeti ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarını yazdı. Bilindiği gibi bu toplantıda Leyla Zana Barzani’nin sağında, Figen Yüksekdağ solunda oturuyordu.
“Bu Toplantıdan önce Barzani, Türkiye yetkililerinden operasyonu bir süre ertelemelerini bu süre içinde belki diyalog ile hendeklerin kapatılabileceği yönünde bir ricada bulunmuş; Türk devleti yetkilileri de bu operasyonları bir süreliğine ertelemişti.
Barzani toplantıda HDP heyetine, bölgede yaşanacak bir savaşın en çok Kürdlere zarar vereceğini; hendek kazmanın, çoluk çocuğun içine bomba yerleştirmenin mantığını anlamadığını söylemiş.Barzani, ‘Yarın Kürd çocuklarının cesetlerini sokaklarda görmek istemiyoruz’ demiş. Bunları da özellikle sağında oturan Leyla Zana’ya bakarak belirtmiş.
Konuşması biter bitmez solunda oturan Yüksekdağ söze başlayıp ve ‘Önerileriniz için teşekkür ederiz. Yalnız bunlar bizim iç işlerimizdir. Halkın devletle de bir sorunu yoktur, sorun AKP ve saraydır. AKP istifa edene kadar sokaklarda direnmeye devam edeceğiz. Bu sorun Türk halkının iç meselesidir, dışarıdan müdahale etmenizi kabul etmeyiz’ deyip ve sözü bitirmiş.
Başkan Barzani, ayağa kalktığı vakit Zana’nın elini sıkarken ‘Tarihinden ders çıkarmayan tek halk Kürdlerdir’ deyip çıkmış.”
…
Sizin seçtiğiniz biri (bunu Figen Yüksekdağ’ı HDP eş Başkan’ı olarak kabul edenler için söylüyorum) Barzani’ye sen Türkiye’nin iç içlerine karışma deyip posta koyacak, sizlere neden Barzani kuzey için sesini çıkarmıyor diye küfür edeceksiniz.
Eğer o kadar yurtsever iseniz ve birazcık dürüstlük varsa Figen Hanım a bir küçücük eleştiri yapın.
Ama hepiniz korkaksınız ve adınız gibi biliyorsunuz ki tüm şehirleri TC yıktı ama buna yol açan , ısrarla sarayın hakimiyeti yıkıyoruz diye gençler direniş adı altında ölüme gönderme kararları çıkartan Figen Yüksekdağ’dır.
http://www.nasname.com/a/sait-curukkayadan-curuk-kuzeylilere-kurdistani-samar
https://www.facebook.com/sait.curukkaya/posts/301123040225199
Dil, kimlik vs. gökten zembille inen statik şeyler midir? Yoksa halkların devletleşme süreci içinde mi oluşmuştur?
Örneğin Türk kabileleri devletleşmese, yani Selçuklu, Osmanlı gibi TC’nin atası devletlerin yayılmacılığı olmasa Türkler de Kürtler gibi geri kalıp şu veya bu devletin yönetimi altında yaşamazlar mıydı?
Bu bütün halklarda böyle olduğundan örnekleri çoğaltmak gereksiz ama hatırlamakta yarar var, hafıza-i beşer nisyan ile malul sonuçta.
Romalılar çevreye yayılıp bir imparatorluk kurmasa Latince İtalyan yarımadasındaki ölü kabile dillerinden biri olurdu,
Avrupa’nın sömürgeciliği olmasa Avrupa dilleri yayılmaz, İngilizce gibi insanları birleştiren bir dünya dili ortaya çıkmazdı,
Arap yarımadasından yayılan Hilafet/İslam devleti olmasa Arapça en fazla bir Kürtçe kadar yayılırdı.
Bu kadar örnek yeter herhalde.
73..
anlaşıldı.. emperyalist, yayılmacı imparatorluklardan ve TC’nin de silahla asimilasyon politikalarından yanasınız..
Bugüne dek böyle olmuş.. İyi mi kötü mü tartışılır ama siz hem iyi olmuş hem de böyle devam etsin diyen “üst akıl” gibisiniz…
*
Dil, kimlik evet.. gökten zembille inmiştir! Bir bebek için böyle kabul edilebilir..
İnsan kendi kabilesi içine doğar. İnsan kabilesine ait birikmiş binlerce yıllık dili, tavrı, gülmeyi kopyalar. Düşünme alışkanlıklarını da..
Dil de bu dönemde öğrenilir.. Devletleşme bu kabilelerden birinin öne geçerek diğerlerine zor kullanmasıyla gerçekleşir ki.. bu da sizin için anlaşılan “doğal’dır.” Devlet aklı taşıyor olmalısınız.. Dil devleti yapar ve devlet de bu dili yayar ki üniter devlet de bu işi zorbalıkla gerçekleştirir.. Siz de “böyle iyi, devam etsin” mi diyorsunuz..
Zaten TC devleti de sizin dediğinizi yapıyor.. merak etmeyin.. düşünceniz iktidarda..
72 nolu yorumcuya cevap:
“nasname” sitesininin pkk karsiti komplo teorilerini akil süzgecinden gecirmeden dogru kabul ettigin icin sacma sapan seyler yazip duruyorsun. ayrica, “hendek savaslarina” karar verenin pkk yönetimi oldugunu, bu konuda hdp baskan ya da es baskanina söz düsmedigini bilmiyecek kadar kürt hareketine yabancisin. kürt milliyetcisi rolü yapiyorsun ama kürt ulusal hareketlerini tanimiyorsun. “nasname” sitesi disinda baska birsey okumadigin her halinden belli oluyor.
ogürsel, 73 ve 74 nolu, devleti idealize eden türk milliyetcisi yorumcunun yazdiklarina dikkat. benim modern kapitalist sistem ile ulusal soruna iliskin tezlerimi destekleyen seyler yazmis. yani “ulusal sorun” denilen sey ulus devletin ürünüdür; ulusal devletler kendi sinirlari icinde yasayan insanlari belli bir ulusal ideoloji yogurup ayikladiklari icin “ulusal sorun” diye birsey var. devletler insanlari “yerli-yabanci”, “sadik/güvenilir vatandas-güvenilmez/hain vatandas” vs. seklinde kategorize ettikleri icin “ulusal/etnik sorun” diye birsey var. yoksa “ulusal sorun” diye devletten bagimsiz var olan bir sorun yok. ben yukarda ki uzun yorumumda bunlari, devlet denilen egemene karsi argümanlar olarak yazarken, bu 73, 74 nolu türk milliyetcisi yorumcu, devleti ve ulusalcilik/milliyetcilik ideolojisini mesrulastiran argümanlar olarak yazmis. yani var olan gercegi ben ve bu türk milliyetcisi devlet idealisti dogru tespit ediyoruz, fakat ben, var olan bu gerceklikten devlet denilen otoriteye/egemene karsi cikilmasi gerektigi, devletin varliginin sorgulanmasi gerektigi sonucuna varirken, bu türk milliyetcisi yorumcu devleti idealize etme sonucuna variyor.
sonuc: ogürsel, ulusal/etnik sorun üzerine yaziyor ama, bu sorunun kaynaginin ulusal devletlerin varligi ile iliskisine deginmiyor, devlet denilen otoritenin/egemenin varligini sorgulama ihtiyaci duymuyor. dünya siyasi düzenini anlamaktan aciz bir idealist/hümanist bakis acisi ile “ulus devlet olsun ama etnik/ulusal sorunlar olmasin” ya da “T.C.’nin bekaasi, varlik nedeni ile; T.C.’nin devlet programi/reson’u ile kürt sorununun cözümü arasinda karsit/uzlasmaz bir iliski yoktur, kürt sorunun cözülmemesinin sebebi demokrasi eksikligidir; devlet büyüklerimizin, devletimiz T.C.’yi yöneten yöneticilerin beceriksizliginden kaynaklaniyor” manasinda, kapitalist dünyanin gerceklerini iskalayan, iki ulusal akim arasinda var olan dogal uzlasmaz/antagonist cikar/fayda catismasini yok sayarak, görmezden gelerek yaziyor.
ogürsel’in dilinden düsürmedigi, kapitalist/burjuva kültürünü özümsemis bireylerin “gercekciligi” böyle birsey oluyor: devletler, cikar gruplari ve bireyler arasinda, siyasi ve ekonomik sistemin organize ettigi uzlasmaz/antagonist cikar/fayda iliskilerini görmezden gel, taraflara: “inati birakin, bu sorunlarin hepsini demokrasi denilen her derda deva sihirli ilac” ile cözmek mümkün seklinde bikmadan usanmadan cagrilar yapmak… iste ogürsel gibi demokrasi idealistlerinin bütün icraati bundan ibaret.
Hiçbir yayılmacılığı savunmuyorum. Savunsam da savunmasam da hayatın gerçeği bu. Bazı gerçekler acıdır.
Yayılmacı devletlerin tahakkümü altındaki halkların durumu insanların ve diğer türlerin hayatta kalmak için öldürdüğü canlıların durumundan daha üzücü olamaz.
Hayat bir mücadeledir. Herşeyden önce hangi insanlardan bahsediyoruz? Hayatları sadece geçimlerini sağlamaktan ibaret olan (okuma, çalışma, ev, iş, aile, evlilik, çocuk sahibi olma, çocuklarının da bu döngüsel süreci sürdürmesi) insanların statik hayatının bilinçsiz canlı türlerinden ne farkı var?
Devlet benzeri bir güç otorite olmasa insanların çoğu devrimlerden sonra veya burada olduğu gibi birbirlerini yer.
O zaman da kendi görüşlerini mutlak doğru sayan Marxist Argüman, O. Gürsel, Özgürlükçü ve benzerlerinin iktidar kavgasını izleriz.
m. argüman’ın kendisi nereleri takip ediyor peki? 19.-20. yüzyılların tarih olmuş kırık dökük devrimci ezberleri dışında?
76’ya .. Ulus devlet konusunda bu sitede yazmıştım…
http://www.gunzileli.com/2015/06/11/ogursel-ulus-devlet-paradigmasi-1/
bu sebeple eleştirilerinizi de üstlenmiyorum..
***
77’ye..
tarihte olup bitmiş olanlar bir “normallik” oluşturmazlar. Faşist, tahakkümcü geçmiş bu denli “pasif” kabullenilmez; eleştirel olarak çözümlenir.
Asimilasyon “demokratik” de olabilir-di! Özendirici de..
Örneğin 1950’ler, hatta 60 dan sonra tüm Kürt diyarına 3-6 yaş okul öncesi eğitim kurumları açılsaydı.. Çocuklar iyi beslenerek onlara Türkçe eğitim verilseydi..
Toprak ağaları, Şeyhler ve Jandarma Başçavuşlarının insafına tek edilmiş toprak köleleri..
http://mersinyasam.net/KoseYazisiDetay.aspx?id=131
*
Bence olguya insan gerçekliği içinde bakmıyorsunuz; sanki egemen sınıf tarihçileri mantığı edinmişsiniz..
78
otorite bulunmadığında saldırganlaşacak olduğunuz anlaşılıyor.. Bu sizin sorununuz…
Kendi adıma ben insanları ikna etmeyi denerim.. Saldırmam.. Olmazlarsa da “zamanı gelmemiş henüz” diyerek “fısıldamaya” devam ederim.
İkincisi burada konuşulan konu.. hiç otorite olmaması değil.. tek otorite olmaması!
Çoklu otoritelerin varlığı ve otoritelerin denetlenebilmesi.. Toplumsal, siyasal, yasal denetim mekanizmaları..
Başka yolu da yok! RTE’yi; Tiran üreten günümüz üniter faşist siyaset sistemi size göre… Sözlü “saldırganlık” bile yasak… Kuzular, koyunlar gibi yaşayın.. Mezbahanıza da götürecek otoriteyi sevmeye devam edin..
81
Mesele otorite ve şiddetten de önce KARAR kimin olacak sorunudur.
Neyin, nasıl, ne kadar, ne zaman, kimin için, hangi amaçla üretileceği/üretilmeyeceği, dağıtılacağı/dağıtılmayacağı sorunlarıdır.
Bunlara devlet veya sermaye karar vermeyecekse KİM karar verecek?
Marksistler mi (ve hangi Marksistler)? Anarşistler mi? “İşçi sınıfı” mı? Köylüler mi? “Ezilen uluslar” mı? Aydınlar mı?
81’e devam
Üretim sürecinde kimin söz sahibi olacağı sorununa değinmişken en önemlisini unutmuşum; insan neslinin üretilmesi.
Burada kimin kiminle birlikte olacağı konusu RTE gibilerinin ve karşıtlarının ne kadar çocuk yapılacağı, doğum kontrolü, kürtaj, sezaryen gibi konulardaki çatışmalarından da önce gelir.
Reddedilme-terkedilme-karşılıksız aşk cinayetleri zaten var. Bunun dışında, bazı çevrelerin “aptallar oy kullanmamalı veya onlarla oyum bir olmamalı” demesine benzer şekilde birileri çıkıp “kadınlar hep aptal erkeklerle birlikte oluyor, bu haksızlık, kadınlar birlikte olacağı erkekleri seçme hakkına sahip olmamalı, onlar adına akıllı erkekler karar vermeli” diyebilir.
https://www.demokrathaber2.net/anadilde-egitime-engel-olmak-haynap-tir-makale,8487.html