Öğretilenler Yalan… Öğrenilenler Gerçek…
Bora Sarayova
Bazı kitaplar öğretir, bazılarından ise öğrenilir. Bu, ilk bakışta basit bir farklılık gibi görünür, hatta aynı edimin farklı biçimlerde ifade edilmesi gibi de algılanabilir. Oysa tamamen zıt şeylerdir bunlar. Öğreten kitap, resmi tarihin ya da doktrinin kitabıdır. Öğrenilen ise, yaşanmış hayatın.
Birinci kitap türüne en iyi örnek, 1970’lerde solcuların başucu kitabı olan SBKP’dir. Jan Valtin’in Karanlığın Ötesinde (çev:Gün Zileli, Kibele, 2009) adlı otobiyografisi ise ikinci türün güzel bir örneği. Öğretmiyor, öğreniliyor.
Neler öğreniyoruz Jan Valtin’in kitabından? O kadar çok şey var ki öğrendiğimiz, insan hangisinden söz edeceğini şaşırıyor…
Savaş sonrası, 1920’ler Almanyasında manzara ürkütücüdür. Korkunç bir enflasyon. Milyonlarca markla yakacak odun almak yerine markları yakarak ısınmak daha mantıki. Savaş mağduru askerlerin karıları ve kızları yaşamlarını fahişelik yaparak sürdürebiliyorlar ancak. Maaşlarıyla bir kutu kibrit alamadıkları için intihar eden yaşlılar. Kanallarda yüzen cesetler. Açlık her yerde kol geziyor ve Hamburg limanına demirleyen balık yüklü bir geminin haberi, sokaklarda kurulan barikatlardan daha heyecan verici.
Diğer yandan sosyal hareketin gücü de şaşırtıcı. İşsiz işçiler anında isyana, polisle çatışmaya hazır. Komünist Partisi son derece örgütlü. Kızıl Yardım örgütü her yerde. Valtin onlara sabaha karşı bile rastlıyor. Evinden atılmak üzere olan bir kadının imdadına anında yetişiyorlar.
Bir devrim durumu mu bu? Henüz değil. Sosyal kargaşalık ve sınıfın ayaklanma isteği güçlü ama devrim bir kararla yürürlüğe konacak bir komplo değil. Ne var ki, Moskova’nın emirleriyle hareket eden Komünist Partisi devrimi bin silahlı işçinin kilit noktaları ele geçirdiği bir komplo gibi algılıyor. Bunda Sovyetlerin büyük sorumluluğu var. Bolşevikler, sırf Avrupa’da devrimi hızla yaymak ve tecriti kırmak uğruna, çok güçlü bir parti olan Alman Komünist Partisinin güçlerini israf etmekten geri durmuyorlar.
Yanlışlar büyük ama işçilerin ölümü göze alan fedakarlığı da büyük. Bin işçiyle iki milyonluk bir şehir ele geçirilebilir mi? İşçiler buna evet demez ama yine de ölümün üstüne yürür. Valtin de aralarındadır.
1920’lerin sonlarına gelelim. Naziler yükseliştedir. Ama Alman Komünist Partisi de öyle. Eğer Alman Komünist Partisi ile Alman Sosyal Demokrat Partisi güçlerini birleştirebilseler Nazilerin iktidarı ele geçirmesini önlemek işten bile değil. Ne yazık ki, tersi olur. Alman sosyal demokrat sendikalarının toplantılarını Alman komünistleri ve Nazileri birlikte basarlar. Parti için baş düşman sosyal demokrasidir çünkü.
Ne var ki, Parti önderliği az çok farkındadır bu yanlış politikanın. En azından bir kısmı. Parti başkanı Thaelmann hariç. Genişletilmiş bir parti önderliği toplantısında tartışılır bu sorun. Ama Moskova’nın müdahalesi politikanın değiştirilmesini engeller. Bir milyon üyeli, beş milyon seçmene sahip Komünist Partisi, bu yanlış politikayla yenilir gider.
Naziler iktidara gelmiştir ama Hamburg Altona bölgesinde hâlâ kızıl bayraklar dalgalanmaktadır. Naziler bu bölgeye korkarak girerler. İşçiler karşıdır onlara. İşçi sağlamdır. Çürük olan tepedekilerdir. Umulmadık sabotajlarla ve grevlerle direnen tabandaki komünistler sağlamdır. Yenilgiye uğrayacağını sezinleyip, gemilerdeki komünist gücün zayıflamasını önlemek için komünistlere grev kırıcı rolü oynama talimatını veren tepedekiler çürük. Gestapo baskısı altında bile gizli yayın hücrelerini ölümü göze alarak çalıştıran işçiler sağlamdır. Nazi hapishanelerini okul haline getiren komünistler sağlamdır. Gözden çıkardıkları komünistleri yakalanacaklarını bile bile Almanya’ya gönderen yöneticiler çürük.
Valtin’den işçilerin fedakarlığını olduğu kadar sahte kahramanların iç yüzünü de öğreniyoruz. Komünist işçiler Nazi hapishanelerinde zulüm görürken, yakın çalışma arkadaşlarını ele vermiş Dimitrov, Moskova’nın Nazilere baskısı sonucu hapishanede rahat koşullarda yaşar ve pazarlıklar sonucunda kurtarılır.
Ne var ki, Hitler’in elinden kurtulup Moskova’ya sığınan Alman Komünist Partisi önderliği aynı ayrıcalığa sahip değildir. Çoğu, GPU bodrumlarında kurşuna dizilir. Bir kısmı da Hitler-Stalin paktının gereği olarak Gestapo’ya teslim edilir.
Valtin’den, Gestapo’nun GPU’yu örnek aldığını, kendisini bu devasa örgütün gerisinde hissettiğini öğreniyoruz. Ve Gestapo’nun sızdırdığı sahte belgelerle çok sayıda Alman komünistinin Sovyetler Birliği’nde katledildiğini. Moskova’daki paranoyanın boyutlarını. Ve yine Gestapo içine sızmış GPU ajanlarının yükselmesini sağlamak için Almanya’ya gizlice giren komünistlerin bu GPU ajanlarınca Nazilere yakalattırıldığını. İhanetin büyüklüğünün boyutlarını.
Valtin’den, Hitler’in, “Fransız icadı olduğu” gerekçesiyle giyotini reddedip, anti-faşist savaş vermiş denizcilerin ve işçilerin kellesini baltayla vurdurduğunu, en gözüpek işçilerin “yaşasın devrim” diyerek ölüme gittiğini öğreniyoruz. Ve Nazi hapishanelerinde en ağır zulmün komünistlerden de fazla Yahudilere uygulandığını.
Valtin’den aşkın gücünü öğreniyoruz, Firelei’in şahsında. Seven bir kadının aşkı uğrunda nasıl en büyük tehlikelere sürüklendiğini.
Ve çok daha fazlasını öğreniyoruz Valtin’den. 1920’lerdeki ve 1930’lardaki büyük devrimci potansiyelin dar Sovyet çıkarlarına nasıl feda edildiğini.
Dünya devriminin, ne Nazilerce, ne de emperyalistlerce sona erdirildiğini, bunun sadece Kominternin başındakiler ve Stalin tarafından gerçekleştirildiğini.
Öğretilenler yalan.
Öğrendiklerimiz gerçek.
27 Temmuz 2009
Yaba, Eylül-Ekim 2009
Sayı: 60