30 Mart 2014 Yerel Seçimleri kamuoyunda daha çok hangi partinin kaç belediye başkanlığı aldığıyla ilgili olarak değerlendiriliyor. Belediye başkanlıkları kuşkusuz önemli, ama mevcut durumda hangi partinin ne derece desteklendiğine dair en önemli göstergemiz kişi faktörlerinin ön planda olabildiği belediye başkanları için verilen oylar değil, parti sempatisinin ön planda tutulduğu Belediye/İl Genel Meclisi (bundan sonra kısaca “Meclis”) oyları. Bu kısa makalede, 2014 Yerel Seçimleri, 2011 Genel ve 2009 Yerel seçimleriyle karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir (Bakınız: Tablo).
(*) Tabloda gösterilen 2014 Yerel Seçim oy oranları, kesinleşmemiş gayrı resmi sonuçlardır.
AKP: İrtifa kaybı başlamış, ne kadar devam edeceği şimdilik meçhul!
Partilerin yerel meclis oy oranları üzerinden bakıldığında, AKP’nin %43,29 ile açık ara birinci parti konumunu sürdürdüğü ve bu oranın 2009 Yerel Seçimlerine göre %4,5 puanlık bir artışa veya 2009’a göre oylarında %12 oranında bir büyümeye denk geldiği görülmektedir. AKP, 2009’a göre her 100 oyunun üzerine bir 12 oy daha eklemiştir. Yerel seçimden yerel seçime, beş yıllık aralıkla bakıldığında, 12 yıldır iktidarda olan bir partinin, bunca sallantıdan sonra oylarını bu denli arttırabilmiş olması büyük bir başarı gibi görünebilir ve sunulabilir. Oysa bu karşılaştırmayı 2011 Genel seçimleri üzerinden yaptığımızda, AKP’nin %6,7 puanlık bir kayba uğradığını, bunun da %13,3 oranında bir büzülmeye tekabül ettiğini görüyoruz. AKP, 2011’de kendisine oy vermiş her 100 kişiden 13’ünü başka partilere kaptırmıştır. Dolayısıyla, 2011’den beri AKP’nin küçük-orta çapta bir oy aşınması yaşadığını söyleyebiliriz.
Haziran 2013’deki Gezi Direnişi öncesindeki kamuoyu yoklamalarına baktığımızda, PKK ile fiili ateşkes ve Öcalan’la görüşmeler üzerinden yürümeye başlayan Barış Süreci’nin de etkisiyle AKP’nin kamuoyu desteğinin %53-55’e kadar çıkmış olduğunu biliyoruz. Karşılaştırma noktasını bir yıl öncesinden aldığımızda, AKP’deki aşınmanın en azından %10 puan olduğu söylenebilir.
AKP, siyasi kariyerinde en yüksek resmileşmiş destek düzeyine %50 ile 2011 seçimlerinde ulaşmış, sonrasında giderek otoriterleşen uygulamalarına rağmen, temel olarak Kürtlerle Barış siyaseti sayesinde bu destek oranını 2013 başlarında %53-55’e kadar yükseltebilmiş, son bir yılda ise önce Gezi’de uyguladığı şiddet ve aldığı yenilgi, sonrasında ise 17 Aralık yolsuzluk skandalları nedeniyle irtifa kaybetmeye başlamış ve önemli sayılması gereken %10 puanlık bir kayıp yaşamıştır.
AKP’nin bu kaybı önemlidir, ancak yolsuzluk ve hukuksuzluk skandallarının çapının büyüklüğü düşünüldüğünde, AKP’nin çok daha büyük bir kayıp yaşamamış olmasını haklı olarak herkes birbaşarı olarak değerlendirmektedir. Erdoğan, hem rakiplerine hem de kendi tabanına yönelik olarak uyguladığı kutuplaştırıcı korku politikası sayesinde irtifa kaybını yere çakılmadan belli bir seviyede tutmayı şimdilik başarmış görünmektedir.
Eklemek gerekir ki, AKP’ye oy vermeye devam eden kitlenin önemlice bir kısmının Gezi ve 17 Aralık sonrası AKP’yle bağının gevşemiş olduğu hissedilmektedir. Bu kesim, henüz makul bir alternatif göremediği için AKP’ye oy vermeye devam etmekte, ancak memnuniyetsizlik dozu artmaktadır. Erdoğan’ın en büyük telaşı bu kesimin AKP’den kopma ihtimalini görüyor olmasındandır.
Erdoğan’ın kutuplaştırıcı korku politikasının diğer bir doğrudan sonucu, kendisine oy vermeyen toplum kesiminde kendisine ve partisine yönelik antipati ve giderek nefret duygularını katmerlendirmesi olmuştur. AKP, son bir yıla kadar kendisine oy veren %50’in ötesinde ek bir %10-20’lik milliyetçi-muhafazakâr sağ seçmen için ikinci bir seçenek olarak düşünülebiliyor, diğer bir %10-20’lik kesim tarafında da beğenilmese bile demokratik meşruiyeti teslim ediliyorken, artık meşruiyeti neredeyse sadece kendisine oy verenler tarafından tanınan, hinterlandı çok daralmış bir parti konumuna gelmiştir. Bu durum, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için muhalefet partileri için, akıllı oynayabilirlerse, önemli bir fırsat sunmaktadır.
Bu yazı yazılırken, Ankara başta olmak üzere henüz ülkenin dört bir yanındaki seçim yolsuzluklarıyla ilgili başvurular sonuçlanmış değildi. İddiaların ve delillerin yaygınlığı, bu seçimlerde gerçekten sistematik bir AKP kayırmacılığı yapıldığına ve bunun pek öyle “ihmal edilebilir” bir düzeyde olmadığına işaret ediyor. Dolayısıyla AKP’nin gerçek oy oranının %43,29 yerine %40 civarında olması artık küçük bir ihtimal değil. Bu durum da 17 Aralık’tan beri “moral meşruiyetini” de kaybetmiş olan AKP’nin seçim sistemini de rahatlıkla yolsuzluk kapsama alanına aldığını gösteriyor. Tabii ki kritik soru şu: Bunca zorbalık ve yolsuzluk yapmış olan bir iktidar, nasıl oluyor da hala bu kadar desteklenebiliyor? Bu da başka bir yazının konusu olsun.
CHP: Onca dansa rağmen milim kıpırdama yok!
CHP’nin %25,62 Meclis oy oranıyla bu seçimlerde de kronik ikinci konumunu sürdürdüğü görülüyor. Bu oran, 2009 Yerel Seçimlerine göre %2,5 puanlık bir artışa tekabül etse bile, 2011 Genel Seçimleri’ne göre %0,3 puanlık bir azalış demek. Toplumun önemli bir kesiminde AKP’ye yönelik antipatinin bu denli yoğunlaştığı bir dönemde, tüm ambalaj, sağa açılma ve Cemaat’le rabıta manevralarına rağmen, CHP oylarında bir kıpırdanma olmaması oldukça kayda değer bir durumdur. Artık anlaşılması gerekir ki, bütün elverişli koşullara rağmen, bu toplumun büyük çoğunluğunun eli CHP’ye oy vermeye gitmemektedir.
Bunun nedenini seçim sonuçlarını halkın “cahilliği ve şuursuzluğu” ile açıklamaya çalışan epey geniş bir CHP’li seçmen kitlesine bakarak anlayabiliriz. CHP’lilerin cahil ve şuursuz olarak gördüğü o geniş halk kesimleri, “efendilerinin” kendilerini böyle aşağılayarak değerlendirdiğini gayet iyi bilmekte, en azından sezmekte, oy vermeye giderken, bu derin sınıf algısını da yanlarında götürüp, neredeyse sınıfsal bir kin besledikleri CHP’ye bir türlü oy vermemektedirler. Önümüzdeki dönem, CHP’nin birbirini felç eden ikili yapısının bu haliyle nasıl ve ne kadar devam edip edemeyeceğini gösterecektir. Daha eşitlikçi olması beklenen sosyal-demokrat bir kanat ile fıtratı “makbul saymadığı yurttaşları tornadan geçirip tanzim etmek” olan ulusalcı kanat “uzlaşıyormuş gibi yapmaya” devam edebilecekler midir?
Erdoğan’ın korku siyasetinin bir başka versiyonu olan “tatava yapma, bas geç” siyasetinin bir çıkış umudu taşımadığı ve CHP’nin bu haliyle bir umut olamayacağı bir kez daha ortaya çıkmıştır.
MHP: AKP’den kopanların ilk adresi!
MHP, %17,66’lık meclis oy oranıyla, 2011 genel seçimlerine göre %4,68 puanlık bir artış yakalamıştır. Diğer bir deyişle, 2011’e göre her 3 seçmenine 1 seçmen daha eklemiştir ve seçimlerin en karlı partisi olmuştur.
2011 seçimleriyle karşılaştırıldığında, AKP’deki %6,66 puanlık aşınmanın, %4,68 ile MHP’ye, %1,51 ile Saadet Partisi’ne (SP), %0.82 ile BBP’ye doğru kaydığı gözlenmektedir. AKP’nin kısmi aşınması şimdilik daha milliyetçi ve muhafazakâr cephede olan partilere yaramaktadır. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde AKP’den kaçan bu oyların en azından kısmen tekrar AKP’ye mi dönecekleri, yoksa daha büyük oy kaymalarının mı olacağı önümüzdeki dönemin siyasi mücadelesi tarafından belirlenecektir.
BDP/HDP: Hafif kıpırdanma var ama…
BDP ve HDP’nin yerel meclisler için aldıkları toplam oy oranı %6,61’dir ve bu 2011 seçimlerine göre yaklaşık %1 puanlık bir artış anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle, BDP-HDP ittifakı, 2011’e göre oylarını %15 oranında büyütmüştür. İller bazında bakıldığında, bu artışın daha çok BDP olarak seçime girilen Kürt nüfus ağırlıklı illerde olduğu, HDP olarak seçime girilen illerde, eski BDP/Blok oylarının üzerine pek çıkılamadığı görülmektedir.
BDP-HDP ittifakının aldığı oyun %70’i BDP’nin, %30’u da HDP’nin oyudur. BDP seçime girdiği illerde konumunu daha da güçlendirmiş, yeni belediyeler elde etmiş, daha yüksek oy oranlarına ulaşmıştır. Oldukça önemli ve ilginç bir parti denemesi olan HDP ise hem çok yeni bir parti olması nedeniyle, hem de eski BDP/Blok seçmenleri olan bazı Kürtler ve bazı sosyalistler ötesine temas edebilecek bir duruş sergileyemediği için parti yönetimi ve parti kamuoyunun beklentilerinin altında kalmıştır.
BDP için olmasa bile, HDP için bu yerel seçimlerin iyi bir test olduğu söylenemez. HDP’ye oy verme potansiyeli olan bir kesim, iki kutuplu sertleşmiş siyasi kriz ortamında kazanma ihtimali olan AKP-karşıtı partilere oy vermişlerdir. Bu durum kısmen HDP’nin meclis oylarının belediye başkanlığı oylarından hemen her yerde daha yüksek çıkmasından da bellidir.
Kısacası, BDP’nin Kürt ağırlıklı ve Kürt sorunu merkezli bir parti olarak Kürdistan bölgesindeki ağırlıklı konumu bir kez daha tescillenmiş, ancak bir “Türkiyelileşme projesi” olarak tasarlanan HDP’nin henüz “Batı’daki BDP” olmaktan öteye gidemediği görülmüştür. Bu durumun karmaşık ve ciddi nedenleri vardır ve ayrı bir yazıda ele alınmayı hak etmektedirler.
Cemaat: Kaybeden!
Resmi bir siyasi parti olmamasına rağmen, hemen bütün siyasi gözlemcilerin çok önemli bir siyasi aktör olarak değerlendirmeye aldıkları Gülen Cemaati, seçimin, oy oranı bilinmese de, asıl kaybedenleri arasında yerini almıştır. Gücünü kitleselliğinden çok elit devlet kadrolarına sahip olmaktan alan Cemaat, bu seçimlerde fiili bir CHP-MHP koalisyonuna operasyonel olarak dâhil olmuş ve eski koalisyon ortağı AKP’ye istediği gibi bir darbe vuramayıp, önemli ölçüde açığa düşmüştür. Devletteki kadrolarına yönelik başlatılan cadı avı ve iç tartışmalar nedeniyle Cemaat’i zor günler beklemektedir.
Hülasa
AKP, yavaş da olsa aşınmaktadır ama hala açık ara en güçlü parti konumundadır. AKP’deki aşınmadan, şimdilik daha eski (arkaik?) ve daha milliyetçi/muhafazakâr partiler nemalanmaktadır. AKP’de şimdilik daha büyük bir aşınma olmaması, AKP’li seçmene cazip gelebilecek başka bir kitlesel merkez-sağ partinin yokluğuyla bağlantılı gibi görünmektedir.
BDP/HDP’de hafif bir oy artışı varken, CHP’de ciddi çabalara rağmen hiçbir oy artışı gözlemlenmemiştir. Dolayısıyla bu seçimler, en azından bir yıldır sürmekte, son dört aydır da iyice şiddetlenmiş olan siyasi krizi çözebilecek ya da rahatlatabilecek bir sonuç vermemiştir. Siyasi kriz, Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerle artarak devam edecek gibi görünmektedir. Erdoğan, Yüce Divan’dan sakınmak için, Cumhurbaşkanı veya Başbakan olarak iktidarını sürdürmek isteyecek, bunu elde etmek için ne gerekiyorsa yapmaktan çekinmeyecektir. Otoriterliğin, keyfiliğin, hukuki yolsuzlukların daha da yoğunlaşabileceği bir döneme girmiş bulunuyoruz.
Mevcut siyasi tabloda, bir yanda giderek tiranlaşan (ama aynı zamanda da en azından şimdilik PKK lideri Öcalan ile çok alaturka da olsa bir çözüm sürecini yürüten) bir liderin güdümündeki AKP, öte yanda devletçi ve anti-Kürt reflekslerini kaybetmemek konusunda hassasiyetlerini ısrarla sürdüren CHP-MHP-Cemaat koalisyonu dizilmiştir. İki taraf da kendi içlerinde oldukça sancılıdır ve görünen o ki iki tarafın da eşitlik ve özgürlük temelinde Türkiye’nin demokratik standartlarını derinleştirmek gibi bir derdi ve/veya mecali yoktur. Bu kısırlaştırıcı, umut vermeyen ve şiddete/içsavaşa, ülkenin/toplumun yıkımına davetiye çıkaran siyasi tabloyu, şu anda hiçbir anaakım siyasi partinin savunmadığı, her toplum kesiminin ve her sosyal kimliğin eşdeğer vesaygıdeğer olarak tanınacağı, “eşitlikçi-özgürlükçü ortak demokratik zemin” hedefi üzerinden formüle edilen bir mücadele yürüten bir siyasi aktörün ciddi derecede etkileme potansiyeli mevcuttur. Mevcut siyasi tabloda bu konuma en yakın aday BDP/HDP’dir, ama BDP/HDP’nin böyle bir işlevi üstlenebilecek bir kendini dönüştürme potansiyeli taşıyıp taşımadığını yakın gelecekte göreceğiz.