Merdan Yanardağ… Murat Belge… Liberalizm…Ulusalcılık… vs…
Şubat ayında Murat Belge üzerine bir tartışma oldu. Tartışma önce, Murat Belge’nin, İletişim Yayınları’ndan çıkan Şairaneden Şiirsele adlı kitabını “yüzeysel” bulan, Kırmızı Kedi Yayınları’nın yeni yöneticisi Enis Batur’un, ardından da aynı kanıyı paylaşan Orhan Koçak’ın yazılarıyla gündeme geldi. Elbette bunlar, makul eleştiri yazılarıydı. Fakat bu eleştirilerin hemen ardından, Murat Belge’nin, Batı ülkelerinden birinden, “fikir özgürlüğü nedeniyle baskıya uğrayanlara” tahsis edilmiş bir burs alarak Oxford Üniversitesi’nde ders vermek üzere ülke dışına gideceğinin duyulmasıyla, “Murat Belge tartışması” farklı bir boyut kazandı. Esas olarak ulusalcı, kısmen de sol kamptan müthiş bir Murat Belge aleyhtarı salvo atışı başladı. Bu salvo atışının esası, özetleyecek olursak, kendi amiyane dilleriyle kısaca şuydu: “Seni liberal seni, bugünkü iktidarı destekledin ve iktidara yerleşmesine ideolojik katkıda bulundun. Şimdi de kaçıp gidiyorsan ha!” Kırmızı Kedi Yayınları, bu saldırı furyasını fırsat bilerek, bundan dört yıl kadar önce bastığı ve diğer liberal eğilimdeki yazarlarla birlikte (atış menzili çok geniş tutulduğundan Adalet Ağaoğlu, Nuray Mert gibi yazarlar bile hedef alınmıştı) Murat Belge’nin liberal tutumlarını eleştiren, Merdan Yanardağ’ın Liberal İhanet kitabını, muhtemelen “satış için tam zamanıdır” diye düşünerek, biraz da bel altı bir vuruş yapıp, Belge’nin rakı içen bir fotoğrafı eşliğinde sosyal medyada yeniden duyurdu.
Elbette bu saldırı furyasında oldukça haklı öğeler de vardı. İnsanlar, özellikle Murat Belge ve diğerlerinin, bugün muhalif bir konuma geçseler de geçmişte yaptıkları hatalara hiç değinmemelerine haklı olarak tepki gösteriyorlardı. Murat Belge’yi ben de 2002-2012 yılları arasındaki, AKP’yi destekleyen sivil toplumcu görüşleri dolayısıyla eleştirmiştim. Bu sitede, “Portreler” bölümündeki Murat Belge’yle ilgili 11 yazıdan 6’sı benim M. Belge ile ilgili eleştiri yazılarımdır; yazılar 2010’la 2013 yılları arasında kaleme alınmıştır. Bununla birlikte, saldırıların bir kısmını, özellikle üslubu haksız bulduğumdan ve ayrıca Murat Belge’nin bugün artık AKP iktidarına muhalif bir konuma gelmiş olduğunu bildiğimden, haksız buldum. Öte yandan, diyelim ki, bugün bile geçmişteki hatalı tutumunu sürdürüyor olsun, Murat Belge’nin bir kültür insanı olarak değerli yanını unutup bu kadar hırçın bir şekilde saldırmanın “bizim linç kültürümüzün” bir göstergesi olduğunu düşünüp, Murat Belge’yi savunan bir tweet attım. Tartışma büyüyünce, Merdan Yanardağ’ın söz konusu kitabını okumadığımı ama en kısa zamanda okuyacağımı ve üzerine bir yazı yazacağımı belirttim. Merdan Yanardağ, bu tweetime çok kızmış. Kendi internet gazetesi ABC’de, imzasız bir yazı yazarak beni hedef aldı. Kendisini daha önce, Birleşik Haziran Hareketi’ne dahil olduğu 2015 yılında, “Merdan Yanardağ’ın Zırvalamaları Üzerine Birkaç Değinme” başlıklı yazımda (http://www.gunzileli.com/2015/05/05/merdan-yanardagin-zirvalamalari-uzerine-birkac-deginme/) hedef almıştım. Gerçi yazının başlığı, görüldüğü gibi pek hırçındı, bugün yazsam bu başlığı atmazdım. Fakat, Dersim katliamını ve Kronstadt isyanının bastırılmasını “kaçınılmaz kötülük” bahanesinin arkasına sığınıp savunduğu için yaptığım eleştirilerin doğru ve yerinde olduğunu düşünüyorum. Ne var ki, Merdan Yanardağ, sanırım bu yazının kendisinde yarattığı kızgınlığın da etkisiyle ve yeni tanık olduğum (yani kitabını okuyunca gördüğüm) yıkıcı üslubuyla, beni de hedef almış. Olabilir tabii, bu yüzden kendisine kızgın değilim ama hazır yeri gelmişken burada çok kısa bir şekilde benimle ilgili nitelemelerine değinip, kitabının eleştirisine geçeyim:
Merdan arkadaş, benim “yarı-aydın” olduğumu yazmış (kitabını okuyunca gördüm ki, bu, Yanardağ’ın “kült” deyişlerinden biri). Bolca sıfat ihtiva eden saldırılarında, daha sonra örneklerini vereceğim gibi, bu deyişi de bol bol kullanmış. Fakat ben, bu nitelemeyle beni ödüllendirdiğini söyleyeceğim. Çünkü ben, “yarı-aydın” değil, aydın olmaktan hiç nasibini almamış bir insanım. Eh, dolayısıyla Yanardağ, “yarı-aydın” diyerek beni yarı yarıya övmüş oluyor. Dolayısıyla kendim hakkındaki bu nitelemeyi sevinerek kabul ettiğimi belirteyim.
Merdan Yanardağ, ABC’deki yazısında şöyle demiş: “Gün Zileli, yetersiz İngilizcesi ile yalan yanlış çevirdiği (tanıkları var) bir kitabı referans göstererek bana saldırmıştı. M. Belge vakasında da aynı şeyi yapıyor. Yeni yetme liberal!”
Aslında yazılı alan “tanığa” hiç ihtiyaç göstermeyen belki de tek alandır. Çünkü yanlışınız, aradan yüz yıl da geçse orada öylece durup bekler. Her isteyen, yanlışı istediği zaman gösterir ve kanıtlar. Sanırım Merdan arkadaş, kendisini eleştirdiğim yazımda atıfta bulunduğum, Paul Avrich’in Kronstadt 1921 (Versus, 2006) kitabının çevirisinden söz etmektedir. O zaman benim beklediğim şudur: Nerede neyi yanlış çevirdiysem, en azından birkaç örnek vermesi. Bunu kendisi yapamayacaksa, lütfen “tanıklar”dan rica etsin, yanlışları hepimiz görelim. Yanlış çevrildiği düşünülen Türkçe cümleyle İngilizcesi yan yana konursa bu mesele bir çırpıda hallolur.
Şimdi geçelim, Merdan Yanardağ’ın Liberal İhanet kitabına.
Kitabın Artıları
Yetmiş yaşımı aştım. Bana, “bu yaşına geldin, hayat tecrübenle öğrendiğin en önemli şey” nedir sorsalar, “tefrik etme yeteneğini kazanmaktır” derim. Kısacası, hiçbir şey salt kötü ya da salt iyi değildir, kendimiz de dahil. Bu yüzden, bir olayı, bir yazıyı, bir kitabı, bir insanı, bir hareketi vb. tahlil ederken, bir bilim insanı titizliğiyle doğru ile yanlışı tefrik etmek, diyelim ki eleştirdiğiniz her ne ise, sizin “yedi göbek düşmanınız” da olsa, ondaki olumsuzluklar gibi olumlulukların da hakkını vermek son derece önemlidir. Zaten bunu yapmadığınız zaman, insanlar belki yüzünüze söylemezler ama, onların nezdindeki inandırıcılığınızı kaybedersiniz. İçten içe, “bunun bir kastı var, rakibini illa yerin dibine geçirecek, bütün yaptığı karalama” diye düşünmekten kendilerini alamazlar ve haklı da olurlar. Çünkü doğada zıtlardan arınmış salt iyi ya da salt kötü, salt doğru ya da salt yanlış diye bir şey bulamazsınız.
Bu bakımdan, Merdan Yanardağ’ın kitabının eleştirisine girişirken öncelikle kitabının olumlu yanlarından söz etmeliyim. Hatta diyebilirim ki, kitabın esası, AKP diktatörlüğüne, 2000-2013 yılları arasında destek veren liberal ana akımın eleştirisi olarak doğru bir yönelimi temsil etmektedir. Bunların üzerinde uzun uzun durmayayım ama en azından sayfa numaraları ve konu başlıkları vererek belirteyim:
Ergenekon davasının sahteliği (s. 15 vd); “Yetmez ama evet”çiliğin diktatörlüğe hizmet ettiği (s. 16); Murat Belge’nin Ergenekon yargılamasına destek vermesi (s. 66 vd), AKP’yi mazlum olarak göstermesi (70), Metin Lokumcu ve “çevresini” muhtemel “Ergenekoncu” olarak göstermesi (s. 82-83); Sivillikle özgürlükçülüğün aynı şey olmadığı (s. 140), “Genç siviller”in eylemleriyle diktatörlüğe destek verdiği (s. 145-146); Ahmet Altan’ın bir yandan askeri darbelere karşı çıkarken, diğer yandan da batılı devletlerin işgallerini desteklediği (s. 157) Halil Berktay’ın 1 Mayıs 1977 konusundaki tutumu (s. 228) ve bunun gibi, soldan gelen liberallere yönelttiği eleştiriler esasen doğrudur ve bu eleştirilere ben de katılmaktayım.
Liberalizme Yenilikçilik mi Yol Açtı?
Merdan Yanardağ, geçmişin görece özgürlükçü liberalizmi ile günümüzün neo-liberalizmi arasında ayrım yapmamış ama hadi bunu geçelim. Daha büyük yanlış, Merdan Yanardağ’ın, olaya aynı Stalinist sol gibi bakıp (zaten Kemal Okuyan’a olumlu atıflarda bulunması da sanırım tesadüf değildir), günümüz liberalizmini solun yenilenme çabasına bağlamasıdır:
“… küresel kapitalizmin son otuz yılda ideolojik hegemonya kurmasını kolaylaştıran en önemli etken, merkezinde bazı sol çevre ve gruplar ile sosyalist aydınların bulunduğu muhalefet güçlerinin ‘yenilenme’ arayışı oldu. Bu arayış büyük ölçüde liberalizmle sonuçlandı. Dünyada ve Türkiye’de bu ‘yenilenme’ serüveninin ‘sol liberalizm’le sonuçlanması yıkıcı etkiler yarattı.”(s. 8)
Baştan aşağı yanlış bir değerlendirme ve farkında olmadan “sol liberalizme” verilmiş hiç hak etmediği bir “yenilikçilik” payesi. Bu satırları okurken, karşımda Doğu Perinçek var sandım. Çünkü, bundan otuz yıldan fazla bir zaman önce, aynı konuda onunla da Saçak dergisi sayfalarında bu konuyu tartışmıştık ve D. Perinçek de bana karşı aynı argümanı ileri sürmüştü.
Bu görüş bütünüyle yanlıştır, çünkü neo-liberalizm etkisini solun yenilenme çabaları üzerinden genişletmemiştir. Tersine, solun yenilenme çabaları Stalinistler tarafından bastırıldığı ölçüde doğan boşluğu neoliberalizm doldurmuştur. Dolayısıyla neoliberalizm, bir yandan, artık çökmekte olan Stalinist ve ulusalcı solun eleştirisinden, bir yandan da solun içindeki Stalinist hegemonyanın yeni bir çıkış arayan devrimci sol fikirleri bastırmasından nemalanmıştır. Eğer solun yenilenme çabaları Stalinizm tarafından kısmen de olsa bastırılmamış olsaydı, neo-liberalizm ideolojik hegemonya alanında bu kadar etkili olamayacaktı.
Bununla birlikte solun yenilenme çabaları bütünüyle bastırılmış ya da liberalizm ideolojik hegemonyasını tamamen kurabilmiş değildir. 1980’den sonra, tüm dünyada ve Türkiye’de, anarşizm, feminizm, Troçkizm, anti-stalinist devrimci Marksizm, konsey komünizmi gibi yeni sol akımlar da her türlü bastırma çabasına rağmen önemli bir gelişme gösterdi. Ayrıca bu akımların gelişmesi, neoliberalizmin karşısında solun direnmesi için bir şanstı. Bu yenilikçi akımlar gelişmemiş olsaydı, neoliberalizmin hegemonyasını bütünüyle kurması kaçınılmaz olurdu. Nitekim, Gezi direnişinde görüldüğü gibi, solun liberalizme üstün gelmesi, hatta liberalleri de kısmen diktatörlüğün payandası olmaktan vazgeçmeye zorlaması bu sayede olmuştur. Gezi direnişi bahsine ileride daha etraflı geleceğim.
Köhnemiş Silahlarla Neoliberalizme Direnilemez
Nitekim Merdan Yanardağ, neoliberalizmi eleştirirken, haklı eleştirilerinin yanı sıra, önemli ölçüde eski solun köhnemiş ve artık işe yaramaz silahlarına sarılmakta, hatta neoliberalleri oldukça sevindirecek argümanlara başvurmaktadır. Birkaç örnek vereyim:
“Kıvanç, sol içi çatışmaları da akıl almaz şekilde abartıyor. Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek ölümle sonuçlanan bazı talihsiz olay ve sol içi çatışmalar dışında, dönemin karakteristiği kesinlikle sol içi şiddet değildir.” (s. 206)
Dönemin karakteristiği meselesini bir yana koyalım ama, sol içi şiddetin ne büyük bir yara olduğu ve sola ne büyük zarar verdiği artık bugün klasik sol tarafından bile önemli ölçüde kabul edilmektedir. Karşınızdakilerin argümanlarını elinden alacağım derken solun en büyük zaaflarından birini küçültmeye çalışmak sadece karşı tarafın işine yarar ve yaramıştır da. Sol içi şiddet, Merdan Yanardağ’ın küçümsemeye çalıştığı gibi basit bir olay değildir. Temelleri solun derinliklerinde yatmaktadır ve sol eğer bu tür konularda liberalizme yanıt vermek istiyorsa bu zaafını köklü bir şekilde ele almak, eleştirmek ve değiştirmek zorundadır. Ayrıca mesele sayı meselesi de değildir (sayı da “bir elin parmakları” diye küçümsenecek oranda değildir), mesele, sol içi şiddetin solu nasıl tahrip ettiği, toplumda tecrit ettiği ve moralman çökerttiğidir. Merdan Yanardağ, ne yazık ki, bu konuda sorumlu davranmamış ve solu savunacağım derken solun en büyük zaaflarından birini açık bir yara olarak ortada bırakıp geçmiştir.
Tatlı Hayallerle Liberalizme Karşı Mücadele edilemez
Dahası, Merdan Yanardağ, geçmişe ilişkin olarak solla ilgili fantastik hayaller içindedir. 12 Eylül’ün hemen öncesine ilişkin şu satırları okuyalım:
“Esas olarak 1970’li yıllar (özellikle ikinci yarısı) faşistler ve kontrgerilla ile devrimciler arasındaki iç savaş dönemiydi. Üstelik solun kazanmaya başladığı bir iç savaştı bu (abç. G.Z.). O dönem ayrıca işçi sınıfının tarihsel bir değiştirici güç olarak siyaset sahnesine çıktığı yıllardır. Ülkenin bir baştan bir başa yandığı, devrimci durumun ve ulusal bir krizin yaşandığı bir dönemdir. Biz uzanıp iktidarı almaya cesaret edemedik… Tarihin çağrısına uymadık (abç. G.Z.).” (s. 207)
Merdan Yanardağ’la acaba aynı zamanı, aynı ülkede mi yaşadık diye kuşkuya düştüm. Çünkü yukarıdaki satırlar gerçeği değil, sadece gündüz gözüyle görülmüş bir rüyayı daha çok ifade eder gibi. 12 Eylül öncesi çok da uzak bir tarih değil. O dönemi bir yetişkin olarak yaşayanların çoğu hayatta. Acaba o günleri yaşayan aklı başında kaç insan yukarıdaki satırlara katılacaktır? Sanırsınız ki, 12 Eylül öncesinde bir devrim için bir tek Lenin eksikmiş!
Oysa durum hiç de Merdan Yanardağ’ın tarif ettiği gibi değildi 12 Eylül öncesinde. Evet bir iktidar krizi söz konusuydu ama bu iktidar krizi hiç de solun “iktidara uzanıp ele geçirmesi”ne elverişli değildi. Bu, sadece darbeye cevaz veren bir iktidar kriziydi ve nitekim öyle de oldu. Peki sol ne durumdaydı o sırada? Bırakın iktidara uzanıvermeyi, sol kendi içinde binbir parça olmuştu ve sadece faşistlerle değil, kendi kendisiyle de kavga halindeydi. Bırakın iktidara uzanıvermeyi, mahallelerde binbir fraksiyon birbirinin boğazına sarılmıştı. Öyle ki, bir bütün olarak şiddet ortamı halkı yıldırmış ve içine kapanmasına yol açmış, hatta can derdine düşmüş insanlar “askerlerin” gelip “huzuru” sağlamasını beklemeye başlamışlardı. Hiçbir şekilde devrimci bir durum, devrimci bir kriz söz konusu değildi, fakat solun kendi krizi söz konusuydu. Her şeyi bir yana bırakın, solun “iktidara uzanmak” için hiçbir hazırlığı, hiçbir örgütlenmesi yoktu. Nitekim, bırakın “iktidara uzanmayı”, kriz halindeki sol fraksiyonlar, iktidara gerçekten uzanan cunta karşısında en ufak bir direniş bile gösterememişlerdir.
Yani Yanardağ’ın söyledikleri o kadar gerçeklerden ve mantıktan uzak ki, insan gerçekten ne diyeceğini şaşırıyor, yoksa bu konuda daha sayfalarca yazılabilir. Bu yüzden bunu da geçiyorum.
Yanlış Hedefler, Yanlış Atışlar
Bir eğilimle mücadele edilirken hedefi doğru belirlemek ve doğru hedefe, düzgün atışlar yapmak son derece önemlidir. Merdan Yanardağ’da bu titizliği görmüyoruz. Yazının sonlarına doğru örneklerini vereceğim hırçın ve yıkıcı üslubuyla, önüne gelene “pala”sını savurmaktadır. Örneğin, liberallikle, liberal ideolojik hegemonyayla hiçbir alakası olmayan, yaşlı ve saygın bir insan olan, romancı Adalet Ağaoğlu bile bu salvolardan nasibini almış. Keza, Nuray Mert de öyle. Diğer yandan, kendince liberal cephede gördüğü kimi yazarlara da yerli yersiz saldırılarda bulunması bence hiç de neoliberalizme karşı mücadeleyi güçlendirecek nitelikte değil. Örneğin Orhan Pamuk’la ilgili şu satırlar:
“Türkiye bu dönemde… Türkçe yazmasını bile bilmeyen Orhan Pamuk’ların ülkesine dönüştü.” (s. 246)
Diyelim ki, doğru söylüyor olsun, Orhan Pamuk “Türkçe yazmasını bilseydi” Türkiye böyle bir ülkeye dönüşmeyecek miydi? Yani şimdi ne alaka. Belli ki, Orhan Pamuk “antipatisine” bir selam çakmak için araya sokuşturulmuş satırlar bunlar. Ayrıca insana önce gözündeki merteği görmesi söylenir. Örneğin Merdan Yanardağ, kitabının birkaç yerinde “vaaz etmek” diye bir deyim kullanmıştır (s. 23, 129). Oysa Türkçede “vaaz etmek” diye bir deyim yoktur. Ya “vaaz vermek” vardır ya da ortaya koymak anlamında “vazetmek” vardır.
Keza Merdan Yanardağ, “bağcıyı dövme” mantığıyla Oya Baydar’a da gereksiz yere bir “pala” sallamış:
“Bu arada Oya Baydar gibi sosyalist soldan (TİP/TKP) gelip herkesten önce boş havuza atlayanlar da vardı. Sıcak Külleri Kaldı ve Çöplüğün Generali gibi küfür romanlarını yazan Oya Baydar gibi sol liberaller, tertibin açığa çıkmasıyla ortalıkta kalacaktı.” (s. 242)
Evet, Oya Baydar’ın bir dönem için “demokrasi” umuduyla AKP iktidarına destek verdiği doğrudur ama üstünden atlanmaması gereken başka doğrular da vardır. Örneğin Taraf gazetesinde köşe yazarı olan Oya Baydar, Türkân Saylan’ın evine yapılan polis baskını sonrasında Taraf’ın attığı “Postallı Hocalar Tutuklandı” manşeti üzerine, hiç beklemeden ertesi gün (20 Nisan 2008) “Kurbağa Çıktım” başlıklı bir yazı yazarak köşe yazarlığından istifa etmiştir. Merdan Yanardağ, Oya Baydar’ın “boş havuza atladığını” ellerini ovuşturarak ilan etmektedir de, acaba bu erdemli ve tutarlı davranışı neden boş geçmektedir?
Öte yandan, evet Çöplüğün Generali romanı benim de bir yazımda eleştirdiğim gibi, talihsiz bir romandır, ayrıca roman olarak da Oya Baydar’ın en kötü romanıdır ama Sıcak Külleri Kaldı romanı gibi harika bir romanı okuyup da “küfür romanı” diye küfrü basacak herhangi birisinin olabileceğini sanmıyorum. Sıcak Külleri Kaldı romanı, Oya Baydar’ın en güzel romanıdır ve o romanda hepimizin öyküsü anlatılır. Bu romanı Merdan Yanardağ’ın okumadığını sanıyorum. Okuyup da böyle demişse daha da kötü tabii.
Bir Liberal, Muhalif olduğu Zaman Kim Üzülür?
Gezi direnişi, AKP iktidarı ile liberaller arasındaki ittifakta büyük bir kırılma yaratmış ve bir kısım liberal (örneğin Taraf yazarlarından Markar Esayan, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz vb.) tamamen yandaş olup iktidarın koltuklarının altına sığınırken Hasan Cemal gibi daha kalburüstü ve çaplı liberaller muhalefet safına geçmişlerdir. Biz liberalleri neden eleştiriyorduk? İktidara destek oldukları için değil mi? Eh iyi ya bu insanlar şimdi (tutarlı bir özeleştiri yapmadan da olsa) bizlerin, muhalefetin saflarına gelmişler, fena mı? Merdan Yanardağ bu durumdan hiç de sevinmişe benzemiyor. Bu gelişmelerin olduğu 2014 yılında şöyle diyor:
“AKP iktidarına… büyük destek veren liberaller, hükümetin kimi politika ve uygulamaları karşısında bugün (2014 yılında) bir hayal kırıklığı yaşıyor.” (s. 173)
“Bu utançtan kurtulmak için liberaller arasından keskin ve fakat yüzeysel bir AKP eleştirisine yönelenler çıkacaktı.” (s. 242)
Görüldüğü gibi, Merdan Yanardağ, bir kısım liberalin muhalefet saflarına gelmesinden hiç memnun olmamış ve üstelik, Murat Belge’ye son saldırısında görüldüğü gibi, bu tutumunu bugün de sürdürmektedir. İsterse bu liberaller ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olsunlar, Merdan Yanardağ, bazı ulusalcılarla birlikte “oh olsun!” tutumu içindedir. Oysa siyasal ve toplumsal mücadele kin ve nefretle, intikam duygularıyla yürütülemez. Diktatörlüğe karşı mücadelede bir gramlık bir ağırlığın bile değeri vardır. Gerçekten mücadele edenler, saflarına gelenleri ellerinin tersiyle itme lüksüne sahip değillerdir. Saflara gelenlere söylenecek şey en fazla, “geçmişteki hatalarınızı görseniz ve bunu ilan etseniz iyi olur” demek olabilir. Bunu söylemek gerçekten de gereklidir ve bu haklı bir beklentidir. Fakat bunun ötesinde, bu insanlara “lağım faresi” muamelesi yapmak, “cellatların” önüne atıp tribünlerden baş parmakla yeri işaret etmek insafsızlıktır.
Şimdi geçeyim, Merdan Yanardağ’ın temelden katılmadığım görüşlerinin eleştirisine.
Demokrasi Bir Şal mı?
Merdan Yanardağ, eski solun eski önermelerinden hafızasında kalan bazı köhne klişelerle durumu idare ediyor aslında. Demokrasi konusunda ileri sürdüğü klişeler oldukça kulak tırmalayıcı:
“… demokrasilerin, sınıf eşitsizliklerini, sömürüyü ve adaletsizliği gizleyen, insanın doğasına aykırı kapitalist yıkıcılığın üstünü örten bir şal olduğu gerçeği unutturulmak istendi.” (s. 122)
“…genel oy ilkesine dayalı yönetim biçimleri… gerçek eşitliği sağlamaz, ancak bir eşitlik yanılsaması yaratır. Bu gerçek Platon’dan beri bilinmesine karşın, ‘milli irade’ dalkavukluğuna feda edilir.” (s. 123)
“… demokrasiler, son çözümlemede birer burjuva diktatörlüğünden başka bir şey değildir.” (s. 123)
“…demokrasi (buna ‘burjuva demokrasisi’ diyerek kavramı biraz daha daraltalım) kapitalist toplumlarda çok yönlü ve çok katlı adaletsizlik ve eşitsizliklerin üzerini örter.” (s. 125)
Artık, literatürümüze neredeyse yüz yıldır köklü bir şekilde yerleşmiş şu “burjuva demokrasisi” denen şeyi tarihin müzesinde, “taş balta ve çıkrığın” yanına kaldırmanın zamanının geldiğini düşünüyorum. Bu kavram literatüre esasen 1917 devriminden sonra iyice yerleşmiş ve bir daha da çıkmamıştır. Bunun böylesine literatüre yerleşmesinin ve benimsenmesinin nedeni bence Bolşeviklerin demokrasiyi ve demokratik özgürlükleri geçici olarak değil, ebediyen kaldırmaya karar vermeleriydi. Çünkü demokratik uygulamalarla (basın özgürlüğü, bağımsız yargı vb) iktidarda kalamayacaklarını ve “sosyalizm” adını verdikleri köklü devletçi uygulamaları yapamayacaklarını anlamışlardı. Bunu anlayan en başta Lenin’di. Dolayısıyla demokrasi, “burjuva demokrasisi” denerek tukaka ilan edildi. Bunun ardından faşizmin ortaya çıkışı bu kavrama biraz olumluluk tozu ilave etse de, kavramın kullanımını kolaylaştırdı. Faşist olmayan kapitalist ülkelere “burjuva demokrasileri” denilip geçildi. Oysa burjuva demokrasisi diye bir şey yoktur, nasıl burjuva faşizmi diye bir şey yoksa. Rejim türlerinin başına sınıfsal sıfatlar takılması hiçbir şeyi değiştirmez. Örneğin “proleter demokrasisi” de böyledir. Dünya bugüne kadar, kısa ömürlü Paris Komünü’nün dışında bir “proleter demokrasisi” görmemiştir.
Demokrasi bir rejim türüdür ve bunu da burjuvazi icat etmiş değildir. “Burjuva demokrasisi” dendiği zaman burjuvazinin oturup demokrasiyi kurduğu gibi bir anlam çıkıyor ve bu burjuvaziye hiç de hak etmediği bir lütuf. Çünkü aslına bakılırsa burjuvazi ömrü boyunca esasen demokrasiye karşı şu veya bu ölçüde savaş vermiştir. Demokratik teamüller, her zaman burjuvaziyi kısıtlayan, engel olan bir rol oynamıştır. Burjuvazi veya burjuvazinin bir kesimi zaman zaman önünü açabilmek için demokrasiden yararlanmaya çalışmıştır elbette (örnek 27 Mayıs Anayasası) ama bu tür uygulamalar ve dönemler daima geçici olmuştur.
Hele bir de, Merdan Yanardağ’ın yaptığı gibi demokrasinin, sömürüyü gizleyen bir şal olduğunu ileri sürmek iyice yanlıştır, Tam tersine, demokrasi sömürüyü gizleyen şalın ortadan kaldırılmasına hizmet eder. İşte bu yüzdendir ki burjuvazi daima demokrasiyi kısıtlamak için mücadele eder. Fakat burjuvazi, Bolşevikler kadar radikal ve aynı zamanda da akılsız olmadığı için, “demokrasi formunu” bütünüyle ortadan kaldırıp kendini tehlikeye atmaz. “Demokrasi formunu” muhafaza eder ama içini boşaltır. Bugün Türkiye’de AKP diktatörlüğü bile, demokrasinin içini tamamen boşaltırken formel yanını muhafaza etmektedir. İşte şal olan budur. Şal olan, demokrasinin kendisi değil, içi boşaltılmış “fistanı”dır.
Bu durumda belki şöyle sorulabilir: O zaman demokrasi sınıflarüstü bir şey midir? Tam tersine, demokrasi sınıflarüstü değil, sınıflar altı bir formattır. Hangi sınıfın bu formatı nasıl kullanacağı, içini neyle dolduracağıdır önemli olan. Dolayısıyla, Bolşevikler, büyük bir ülkede iktidarı ele geçirmenin kibrine kapılıp demokrasiyi bordodan aşağı atarak burjuvaziye hediye edeceklerine ona sahip çıkıp gerçek bir aşağıdan demokrasi ruhuyla kitlelerin, proletaryanın katılımını sağlasalardı, bugün durum çok daha farklı olurdu ve dolayısıyla demokrasi burjuvaziye hediye edilmemiş olurdu.
Ulusalcılıkla Solculuğu Birbirine Karıştırmak
Merdan Yanardağ’ın solculuğunda bir hayli yüksek dozda ulusalcılık gördüm. Zaten keskinliği ve yazının sonlarına doğru değineceğim saldırgan üslubu da sanırım biraz buradan geliyor. Gerçi ulusalcı olmayan bir solcu da olsaydı, aynı üslubu kullanırdı. Hepimiz üslup bakımından Lenin’i kendimize örnek almadık mı yıllar yılı!
“Yurtseverlik, liberaller tarafından milliyetçilik ve ulusalcılıkla eşitlenerek lekelenmek isteniyor. Özellikle ‘ulusalcılık’ kavramı… kriminal bir kavram haline getiriliyor.” (s. 95)
“… yurtseverlik sol ve doğası gereği enternasyonalisttir.” (s. 101)
“Bu kavramı (ulusalcılık kavramını. G.Z.) ve sıfatı kullananlar, emperyalizme karşı oldukları gibi, önsel olarak Cumhuriyet devrimlerine bağlı, laiklik ve Aydınlanma’dan yana olduklarını da ifade etmek… istiyorlar” (s. 102)
“Ay yıldızlı bayrak … bir direniş sembolüne dönüştü.” (s. 192)
“Ay yıldızlı bayrak, gericiliğin ve faşizmin elinden alındı.” (s. 247)
Aslında ulusalcılık ve yurtseverlik konusunda daha birçok alıntı yapabilirdim ama burada uzatmak istemiyorum. Fakat Merdan Yanardağ, satırlarından anladığım kadarıyla kendisi de ulusalcı olduğu, en azından ulusalcılığa sempatiyle baktığı halde, bir ulusalcıdan çok, bir ulusalcı vekili konumunu kendine uygun görmüş. Yani, ben ulusalcı değilim ama ulusalcılık hiç de kötü bir şey değil demeye getirmiş. Fakat, özellikle Kemal Okuyan’ı yankılayarak “al yıldızlı” bayrak hakkında söyledikleri her şeyi ortaya koyuyor aslında. Burada bunun üzerinde de uzun boylu duracak değilim ama “ay yıldızlı bayrak” “gericiliğin ve faşizmin” elinden alındığı halde, nasıl oluyor da özellikle AKP, MHP ve VP’nin mitinglerinde “ay yıldızlı” bayraktan geçilmiyor, anlaşılır gibi değil. Eğer bu bayrak gerçekten onların elinden alınsaydı, bir kenara bırakır, başka bir sembol benimserlerdi. Oysa tam tersini görüyoruz. Sakın tersi olmuş olmasın, yani eski devrimcilerin bir kısmı, devrimci bayraklarını bir kenara bırakıp “ay yıldızlı” bayrağa sarılmış olmasınlar!
Sonuç olarak diyeceğim şu ki, Merdan Yanardağ, kendini kamufle etmeye ve solcu görünümü bir kenara bırakmadan, kendi deyişiyle “cumhuriyetin kazanımlarını” savunmaya önem veren, bu yüzden de başlarken sözünü ettiğim yazımda eleştirdiğim gibi, Dersim katliamının “kaçınılmaz bir kötülük” olduğunu savunan bir ulusalcıdır. Ama bunu daha açık ifade etseydi daha iyi olurdu.
Bu mevzuyu geçerken Merdan Yanardağ’ın bir yanılgısına daha değinmek istiyorum. Yanardağ, cumhuriyet mitingleriyle Gezi direnişini aynı zincirin halkaları olarak görmektedir:
“Cumhuriyet’i bir avuç seçkinin rejimi sananlar, Cumhuriyet Mitingleri ile başlayan, Gezi Direnişi’yle doruğuna ulaşan dev kitlesel eylemler nedeniyle paniğe kapıldı.” (s. 11)
“Cumhuriyet’in kitle desteği, sandıklarından çok daha geniş ve büyüktü. Gezi Direnişi’yle işte bu büyük kitle, üstelik de eylemli olarak sokağa çıkmıştı.” (s. 250)
Genelde neyi görmek isterseniz onu görürsünüz, insan böylesine sübjektif bir varlıktır. Merdan Yanardağ da Gezi Direnişi’nde ulusalcılığı ya da cumhuriyetçiliği görmüş. Oysa Gezi Direnişi’nin esası ve temeli, ekolojist, feminist, anarşist ve yeni sol bir çıkıştır ve ana kitle de budur. Zaten Gezi direnişinin ortaya çıkış nedenlerine bakılırsa bu açıkça görülür. Sol ve ulusalcılar çok gecikmeden mücadeleye katılmış ya da eklemlenmiştir. Bu da önemli bir şeydir elbette. Böyle büyük bir mücadelede onlara da ihtiyaç vardı. Merdan Yanardağ’lara ihtiyaç olduğu gibi. Bu yüzden diktatörlüğe karşı mücadelede onları omuz omuza verdiğimiz mücadele arkadaşlarımız olarak görürüz. Aynı, diktatörlükten kopup Gezi mücadelesine katılan liberal entelektüelleri ya da DSİP gibi partileri mücadele arkadaşlarımız olarak gördüğümüz gibi.
Saldırgan üslubun Kimseye Yararı Yok!
Merdan Yanardağ’ın kitabındaki ve yazıya girerken sözünü ettiğim ABC’deki yazısındaki üslubunu oldukça saldırgan buldum. Burada örneklerini vereyim de bir dahaki sefere daha dikkat etsin. Çünkü bu tür aşırı nitelemelerin kimseye yararı olmadığı gibi, bizzat yazarına oldukça zararı vardır.
Tespit edebildiğim kadarıyla tek başına İhanet sözcüğü en az 30 kere geçiyor. Aydın İhaneti 10; Liberal İhanet 8; Dönek 21; Cehalet 12; Aptal 15 (bunların yarısı 148-149 sayfalarda tekrarlanıyor); Ahlaksızlık 5; Yarı-Aydın 4; Soytarılık 3; Utanmazlık 3; Saçmalık 3; Meczup 3; Şirret 3; Cinlik 3; Alçaklık 2; Sefillik 2; Şarlatan 2; Küstahlık 2 kere geçiyor. Bunların dışında en az bir kere geçen sözcükler şunlar: Avanak Liberal, Liberal Enkaz, Liberal Çöplük, Palavracı, Çapsızlık, Yeteneksizlik, Onursuz, Terbiyesizlik, Vicdansız, İkiyüzlü, Sahtekâr, Uşaklık, Zavallılık, Güruh, Enkaz, Alık.
Gün Zileli
22 Şubat 2018
Sahte Ergenekon davası olmasaydı, AKP iktidarı bugünkü diktatörlüğe dönüşmezdi muhtemelen.
Fakat bu durumda Ergenekon hükümlülerini tasfiye ederek TSK’da onların yerine geçen hizbin yaptığı 15 Temmuz hareketi de olmazdı herhalde.
Veya böyle bir hareket olsa bile, henüz diktatörleşmemiş, yani “burjuva demokrasisi” de denebilecek bir iktidara karşı olması nedeniyle gerici ve statükocu olacak bir darbe olurdu.
*demokrasiyi bırakmıyoruz da, bayrağı ya da yurt’u neden bırakıyoruz? hiç gerek yok. onların da içini doldurursun.
*iktidara yanaşanlar işler yolunda gitmediğinde “nasıl olsa sol çevrelerde her zaman yerim var” diye düşünüyorlar. basitçe kullanıyorlar buraları. bu yüzden murat belge gibilere katiyetle sert davranılmalı. hakaret etmek gerekmez ama dışlanmalı ve hırpalanmalılar. senelerce faşizme koltuk değnekliği yap, insanlar hapse atılırken, öldürülürken alkışla; ondan sonra göğsünü gere gere onurlu muhalif ol. yok öyle şey. isa’vari tavrınız çok yapay.
Komik ittifaklara mı teşebbüs edelim peki?
chp ip sp dsp dyp gp dp tkp ldp btp kp ap ittifakı
ldp ile kömünist partiyi bir arada barındıran komik bir ittifak.
https://eksisozluk.com/entry/74411917
Gün Zileli, muhteşem yazmış. Demokrasi aslında Antik Yunanlılar tarafından icat edilmiştir. Köleci möleci. Ama yazı tam yerine vurmuş.
Dışişleri Bakanlığı, sözde “2×2=4 Gerçeği”ni kabul eden Hollanda parlamentosunun kararını kınamış.
Zileli bu konuda ne düşünüyor acaba?
Fransa ve İsviçre’nin “2×2=5” demeyi yasaklayan ve insanlara zorla “2×2=4” dedirten antidemokratik kararlarına karşı olduğu gibi buna da mı karşı?
Pozitivizm = İdealizm
Yaratılışçılık = Evrim savunuculuğu
Tanrı’nın varlığına inanç = Ateizm
Dindarlık = Dinsizlik
Ulusalcılık = Din
Ulus = Ulusalcıların Tanrı’sı
“Bu ortak kabulleri ve kayıkçı dövüşünü, onların Allah ya da Tanrı konusundaki ortak kabullerinde görmek mümkündür.
Örneğin Yaradılışçılar ve Darvinciler veya evrimciler kavgasını ele alalım.
İkisi de çok farklı ve birbirine karşı tezleri savunuyor görünürler. Bir taraf Allah’ın varlığını, diğerleri Allah’ın yokluğunu kanıtlamaya çalışır.
Ancak bunların getirdikleri argümanlara baktığımızda, aynı ortak kabullerle konuyu tartıştıklarını görürüz.
Allah’ın varlığının ya da yokluğunun fiziksel veya biyolojik argümanlarla kanıtlanacak bir şey olduğunda anlaşmaktadırlar. Yani Allah’ın varlığını fizik ve biyolojinin konusu olarak el almaktadırlar. Diğer bir deyişle, Allah’ı fiziksel veya biyolojik bir olgu olarak tartışırlar.
Ama daha da derin ve kategorik olarak tanımlarsak şunu görürüz: bu çatışmayı mümkün kılan temel ve ortak yanlış: ikisinin de Allah’ın varlığının ya da yokluğunun epistemolojik bir sorun olduğunda anlaşmaları; bu aynı ortak varsayımı paylaşmalarıdır.
…Nasıl Allah’a inananların Allah’ı anlatışlarından hareketle Allah’ın ne olduğu anlaşılamazsa; ulusçuların ulusu anlatışlarından hareketle de ulusların ve ulusçuların ne olduğu anlaşılamaz.
…Ulusçuların anlattığı tarih ve hikâyelerin hepsi saçma, uydurma, gerçek karşılığı olmayan şeylerdir.
…Yani ulusçuların anlattığı gibi bir ulus yoktur: Ama bu olmayan ulusun anlatılması ve onun gerçek olarak kabulü, bunu kabul edenlerin bir ulus ve devlet olarak varlığı bir gerçektir.
…Dünya’da kendini Türk ulusundan kabul eden kimse olmasaydı Türklük diye bir şey olmazdı.
Benzer şekilde örneğin, Müslümanlar veya Hıristiyanlar veya Ateistler olmasaydı onların anlattığı ya da kabul ettiği biçimiyle Allah ya da Tanrı diye bir şey de olmazdı.”
Tanrı’nın Nasıl Bir Varlık Olduğu Üzerine İnananların ve Pozitivistlerin Ortak Kabulleri / Demir Küçükaydın
Karar bir tarihi gerçeğin kabulü.
“Şevki Yılmaz: Darbe, domuz eti yemek gibi haramdır”
Yukarıdaki haberin linkine rastladım. Bakmaya gerek görmedim bile.
Aklıma, “Anarşizm dinine göre darbe destekçiliği her koşulda haramdır” diyerek Zileli’yi eleştirenler geldi.
Merak edip yukarıda bahsettiğim habere bir baktım, başka neler demiş diye.
‘DARBE DOMUZ ETİ YEMEK GİBİDİR’
Anıların anlatılmasının ardından sahneye çıkan eski milletvekili Şevki Yılmaz, dua okudu. Dinleyicileri de duaya ortak eden Yılmaz, Anadolu’yu Türklere teşvik edenin Hz. Muhammet olduğunu söyledi. Peygamberlerin tümünün emperyalizme karşı olduğunu kaydeden Yılmaz, peygamberlerin tamamının zenginlerin yanında doğduğunu, ancak mazlumların yanında yer aldığını aktardı. Şevki Yılmaz, “Darbe, domuz eti yemek gibi haramdır. Peygamberlerin hiçbiri ihtilalle gelmedi. Peygamberler inkilâpçıdır, ihtilal ise şeytan ve yandaşlarının yapısıdır. Dinimiz darbe dini değil, sevgi dinidir” dedi.
TÜRKLER SAYESİNDE AMERİKA BULUNDU
Anadolu’nun, barış köprüsünün kilit taşı olduğu için Türkiye’nin düşmanları olduğunu iddia eden Şevki Yılmaz, Amerika kıtasının Türklerin atası sayesinde bulunduğunu söyledi. Yılmaz, “Anadolu, Müslümanların eline geçince Afrika ve Asya’ya gidip köle ticareti yapamadılar. Osmanlı tokadının uzanamadığı yerlerde, ‘Hindistan’a nasıl gideriz’ diye okyanuslarda yol ararken önlerine boş Amerika adası geldi. Orada, Kızılderilileri yaktılar, bizim korkumuzdan Amerika’ya yerleştiler” diye konuştu.
Bu “demokrasi” ve “burjuva demokrasisi” gibi kavramlarla ilgili olarak Küçükaydın’ın son yazısındaki şu cümleleri de önemli;
“Türkiye’de devlet Türk’tür ve Sünni Müslüman’dır.
Dolayısıyla Türkiye’de demokrasiden söz edilemez.
Demokrasi ancak devletin Türk ve Müslüman olması son bulduğunda; devletin dili ve dini olmadığında olabilir.
Böyle Türklük ve Sünni İslam’la tanımlanmış bir devlet ve ulusta, ancak, tıpkı eski İyonya (Yunan) ve Grek (Helen) kentlerinin birer köle sahipleri demokrasisi olması gibi, Türklerin ve Sünni Müslümanların demokrasisinden söz edilebilir.
Ama demokrasinin kendisi insanların ve yurttaşların biçimsel eşitliği anlamına geldiğinden, “Türk Demokrasisi” veya “Müslüman Demokrasisi” gibi bir kavram, “yaşayan ölü” gibi bir oksimorondan başka bir şey olamaz.
(Burada bir başka sonuç daha çıkar. Devletin herhangi bir dilinin, dininin, etnisinin., ırkının, tarihinin vs. bulunduğu devletler ve uluslar demokratik değildir ve olamazlar. Aslında bunlar demokrasiye karşı birer karşı devrimi temsil ederler ve karşı devrimin ürünüdürler. Diğer bir deyişle, demokrasi mücadelesi aslında bir karşı devrimi ortadan kaldırma mücadelesidir.)”
“Karar bir tarihi gerçeğin kabulü.”
Boylece, Turkiye ile iliskilerinin iyilestirilmesi umutlari bir defa daha sabote edilen Ermenistan’in daha da sefalet icinde yasamasi pekistirilir.
Ermeni Diyasporasi memnun olmustur, muhakkak.
Gerci, Israil Parlamentosu ‘Ermeni Soykirimi’ni reddeti.
N’apcaz simdi?
“Yetmiş yaşımı aştım. Bana, ‘bu yaşına geldin, hayat tecrübenle öğrendiğin en önemli şey’ nedir sorsalar, ‘tefrik etme yeteneğini kazanmaktır’ derim. Kısacası, hiçbir şey salt kötü ya da salt iyi değildir, kendimiz de dahil. Bu yüzden, bir olayı, bir yazıyı, bir kitabı, bir insanı, bir hareketi vb. tahlil ederken, bir bilim insanı titizliğiyle doğru ile yanlışı tefrik etmek, diyelim ki eleştirdiğiniz her ne ise, sizin ‘yedi göbek düşmanınız’ da olsa, ondaki olumsuzluklar gibi olumlulukların da hakkını vermek son derece önemlidir.”
Ben sizin kusursuz oldugunuza inanmak istiyorum.
Ama, bunu pekistirmek icin arastirma yapacak zamandan/imkandan yoksunum.
Istirham etsem, ‘olumlulukların da hakkını ver’diginiz bir adet, evet numunelik bir adet ‘sagci’ ismi/yazisi/eseri verebilir misiniz?
Numunelik: Cemil Meric.
Taraf’ın attığı manset “Postallı Paşalar Tutuklandı” degil, “Postallı Hocalar Tutuklandı”ydi.
dalgınlık işte. hemen düzeltiyorum
Nedir sizin bu Kemal Okuyan’la alıp veremediğiniz Sn. Zileli? Bu yazınızda da saymış dökmüşsünüz bir sürü.
Her şeyi yerli yerine koyan, ihtiyacımız olan bir bakış açısı.
“Burjuva demokrasisi” eleştirisine Platon ile girişmek bütün diğer hataların tek cümlede bir toplamı gibi.
Çoğunluk görüşü anlamında demokrasi ile bilim çeliştiğinde “gerçek” nerededir, hangisi ağır basmalıdır, bu gerilim nasıl çözülür sorusu çok önemli ve en zor sorulardan biri. Bu devrimci azınlık (öncü) – bilinçsiz çoğunluk (kitle) bağlamından tutun “Devlet zorla çocukları aşılatabilir mi” sorusuna kadar çok geniş bir alana dair bir mesele.
Tabii bir de dar anlamlı demokrasi (çoğunluk egemenliği) kadar veya belki de daha önemli olan bir husus da geniş anlamlı demokrasi, yani sadece çoğunluk egemenliği değil, bu çoğunluk egemenliğinin sınırlarının çizilmesi. Burda ister diktatöryel ister dar anlamda demokratik olsun bir egemen tarafından ihlal edilmemesi gereken “insan hakları”, “basın özgürlüğü” gibi kavramlar önemli. Bunlar da Leninizm’in son derece sinik ve acımasız yaklaştığı, sonradan çuvalladığı ortaya çıkan alanlar.
Yine de, Leninizm demokrasiyi aşıyorum derken gerisine düşmüş olsa da, demokrasinin gerçekten de ileriye doğru aşılabileceği ihtimalini kapatmamak lazım. Demokrasinin olumlu yönlerini “içererek aşan” daha ileri post-demokratik bir sistem neden hayal edemeyelim…
Kendisi sinik bir Stalinist, parti gaspçısı (eski TKP’nin adını gasp ettiler) ve ulusal bayrakçı bir ulusalcıdır. Kısacası, kendisinden alıp vereceğim çok.
“Numunelik: Cemil Meric.”
Hangi donemi?
Not: ‘Hergele’ demek ‘vahsi at’ (evcil olmayan at) demektir. Bir anarsist icin gocunacak bir tarafini gormuyorum. Keske siz de yeterince ‘hergele’ olabilseydiniz –en azindan mahallenizden cikip baska dunyalarda da yasayabilseydiniz.
“Çoğunluk görüşü anlamında demokrasi ile bilim çeliştiğinde ‘gerçek’ nerededir, hangisi ağır basmalıdır, bu gerilim nasıl çözülür sorusu çok önemli ve en zor sorulardan biri.”
1) ‘Bilim’den ne kastediyorsunuz?
2) ‘Bilim insani’ dedigimiz zevat ‘bilim’i tekeline alabilir mi?
3) ‘Bilim insani’ dedigimiz zevat arasinda ihtilaf oldugunda ne yapmaliyiz?
Bir de anektod aktarayim:
Yillar once bir buyugum anlatmisti. [Tarihsel dogrulugunu (‘historical accuracy’sini) hic arastirmadim; cunku meram o degil.]
Neyse.
Fransa’daki ‘Bilimler Akademisi’nin (‘Académie des Sciences’) acilisina Napolyon davetlidir. Biraz da gec kalmistir.
Binaya girerken, merdivenlerin her iki yaninda buyuk (futbol topu filan buyuklugunde) birer kristal kure vardir. Hava da gunesli sayilir. Muzipligi tutar; gider o iki kureyi 180 derece dondurur; yani, on taraflarini arkaya cevirir.
Daha sonra, acilis konusmasinin sonunda, ‘kapidaki iki kureye elimle dokundum, gunese ragmen, on taraflari daha soguk, arka taraflari ise daha sicakti; ben ise tersini bekliyordum; bunun bir aciklamasi var mi?’ sorusu ile bitirir.
Bunun uzerine, o gunun dunyaca unlu fizikcileri hemen kalkarlar, yan taraftaki kara tahtada bunun neden boyle oldugunu formullerle detayiyla aciklarlar.
Ispat isi bittiginde, Napolyan, ‘ama, onlari ben dondurmustum’ deyince, o dunyaca unlu fizikciler, bu defa da tam tersini formullerle filan ispatlarlar.
HDP Ve Nurculuk!
Sömürgeci sistemin iç hesaplaşması dönem dönem kızışsa da, Kürdlerin devletleşme hakkı söz konusu olduğunda tüm çelişkiler bir yana bırakılır ve sistemin tüm aykırı bileşenleri ortak bir refleksle Kürdlere karşı birleşir.
Sistemn iki güçlü kanadı ve temel direkleri olan Türk-İslam ve Kemalizm, İslamı araçsallaştırarak/afyonlaştırarak ve Sosyalizmi soysuzlaştırarak/nasyonalleştirerek sömürgeci sistemi ayakta tutmaya çalışıyorlar. Sistem, Ümmetçilik ve enternasyonalizm adı altında Kürdleri ulusal Mücadeleden uzaklaştırırken, bu karşıt düşüncelerin birliğini sistemin içinde gerçekleştirir. Tabanda Laik-Şeriatçı, Sosyalist-Faşist kavgası yaşanırken; tepede bu anlayışlar sistemin bütünlüğü ve devamı için mutlak bir uzalaşı ve işbirliği içindedirler. Sistemin ayakta kalması ve bekası, Kürdlerin devletleşmesini engellemeye bağlı olduğu için tüm farklılıklar sistemin tepesinde eritilerek sistemin hizmetine sokulur.
Sömürgeci sistem, gelişen Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin önünü kesmek için bir alt sistem olarak PKK/HDP’yi kurdu. Bir alt sistem olarak HDP, tıpkı üst sistem(devlet) gibi çok farklı kesimleri bünyesinde toplayama başladı. Tabandakilere tuhaf gelse de, Sosyalist ve Şeriatçı, Anarşist ve Devletçi, LPGT ve Muhafazakar, Soykırım mağdurları halklar ve soykırım savunucuları, Ateist ve Dindarı, Feminist ve Anti feminist, evlilik karşıtları ve dört eş savunucuları, doğa katliamcısı ve ekolojisti aynı anda HDP çatısı altında bir araya gelebiliyorlar/getirilebiliyorlar. Bu kadar karşıtı bir araya getiren ortak nokta, Kürdlerin olası devletleşmesinin önüne geçmektir.
Görünüşte, ideolojik olarak, Ertuğrul Kürkçü ile Altan Tan ve HDP ile Nurculuk arasında hiçbir bağ kurulamaz; ama derin ilişkilere ve işin özüne bakınca devletin/sistemin bekası için bu karşıtlar sorunsuz bir şekilde birlikte hareket edebiliyorlar…
Kürkçü ile Tan arasındaki karşıtlık diğer tüm bileşenler arasında da vardır ve hepsini ortaklaştıran tek nokta “Kürd anasını/devletini görmesin” derin düşüncesidir.
Sistem, Kemalizm vasıtasıyla Atatürk ile Ali’nin posterlerini aynı karede buluşturuyordu; Türk-İslam vasıtasıyla da Osmanlı ile Saidi Nursi’yi bir karede buluşturuyordu. Sömürgeci sistemin bir Alt Sistemi olan PKK/HDP, üst sistemden daha cüretkar davranarak tüm farklılıkları(!) bir kardede buluşturmaya çalışıyor. HDP, Atatürk-Ali ve Saidi Nursi’yi aynı kareye yerleştirerek Türk(iyeli)leşme amacını gerçekleştirmeye çalışıyor.
Altan Tan’ın bugün gazetesine verdiği açıklamada “Ben de Said Nursi gibi düşünüyorum. Ulus Devlet düşünmüyorum. Ortadoğu’daki bütün halkların birlikte yaşayabilecekleri bir eyalet sistemini savunuyorum. Kürtler de bu eyaletlerden biridir” demesi, hem HDP’nin misyonunu çok iyi açıklıyor hem de tüm karşıtların hangi amaçla HDP içinde bir araya getirilmeye çalışıldığını…
Ortaçağ barbarlığının hüküm sürdüğü Ortadoğu’da devetsiz bir yaşamın ‘tecavüz-katliam-barbarlık ve sürgün’ olduğunu IŞİD Çeteleri çok net olarak bir kez daha ispatlamışken; “Kanton” hikayesi Kürdlerin trajedisiyle sonuçlanmışken “ulus Devlet’e karşıyım” demek akıl, hak, adalet ve ahlak ile açıklanamaz. Olsa olsa sistem hizmetkarlığı ile açıklanabilir.
Hem “Enternasyonalistlerin” hem de “Ümmetçilerin” farklı argümanlarla Kürdlerin devletleşmesine karşı çıkması; buna karşın egemen devletleri kutsamaları hiçbir ideoloji ve inançla açıklanamaz. Sadece sistemin ve yaratılan alt sistemin kirli projesiyle açıklanabilir.
Tabanı, Laik-Şeriatçı, Alevi-Sünni ve Sosyalist-Faşist kavgasına tutuşturanlar tepede bu karşıtları sistemin devamı adına uzlaştırıyorlar.
Yaşananlar “Filler tepişir çimenler ezilir” ve . “Atla Katır tepişir, olan Eşeğe olur” sözlerini hatırlatıyor.
Çimen ve Eşek olmak istemiyorsanız, hem sistemden hem de alt sistemden uzak duracaksınız. Aynı şekilde onurlu bir Kürd/Kürdistanlı olarak yaşamak istiyorsanız, yine bu bağlantılı iki sistemden uzak duracaksınız…
Haber/Yorum
08.03.2015
Nasname
http://www.nasname.com/a/hdp-ve-nurculuk
“Balkan Oligarşisi”ne ağız dolusu söven Necip, neden “Balkan Oligarşisi”nin [İttihatçıların] yaptığı ve [Kemal ve Kemalistlerin] ekmeğini yediği [Çankaya köşkü vb] Ermeni soykırımını aynı şiddetle lanetleyerek AKP iktidarını bu inkarcılığı nedeniyle çok sert kınamıyor?
“Balkan Oligarşisi”nin [Kemalistlerin] yaptığı soykırımı [Dersim] kabul ederek devlet adına özür dileyen AKP iktidarının başı, neden “Balkan Oligarşisi”nin [İttihatçıların] yaptığı soykırımı [Ermeni] kabul ederek devlet adına özür dilemiyor?
Öte yandan, özür dilediği halde neden hala gerçek adını [Dersim] iade etmiyor, hatta diğer gerçek adların kullanılmasına da tepki gösteriyor [“Roboski” ne?] ?
Uluslara ve ulusçuluğa değinen yazılarından birinde ilginç bir benzetme daha yapmıştı Küçükaydın.
İlk önce, küçük harfle yazdığı biyolojik olarak “insan” ile büyük harfle yazdığı sosyolojik olarak “İnsan” arasında bir ayrım yapıyordu.
Ardından, totemist ve yamyam kabileleri örnek vererek – mealen – şöyle diyordu;
O kabileler, diğer kabilelerin “insan”larını “İnsan” olarak kabul etmedikleri için yiyebiliyorlar, bunu bizim gibi “yamyamlık” olarak görmüyorlardı.
Fakat, onun soyundan geldiklerine inandıkları totem hayvanları ataları saydıkları için, “İnsan” olarak görüyorlardı.
Bu nedenle onları yemek bir tabuydu ve onlara göre “yamyamlık”tı.
Sonra da, bugünün uluslarını ve ulusçuluğunu o kabilelere benzetiyordu.
Yani, kendilerini “İnsan” olarak değil, bir “ulus”a ait gören “insan”ların durumunun o kabilelere benzediğini söylüyordu.
Bu durumda, her ne kadar böyle bir ifade kullanmamış olsa da, ulusçuluğun “modern yamyamlık” olduğunu söylemiş oluyor.
“‘Balkan Oligarşisi’ne ağız dolusu söven Necip,”
Sovmek?
Hele de ‘agiz dolusu’?
Siz benim yazdiklarimi yanlis okuyorsunuz.
Ben sovmem. Hem yapim degil, hem de ‘Balkan Oligarşisi’ gibi (elle tutulur, ‘tangible’, olmayan) bir yapiya yonelik bunu yapmak anlamli degil.
Ben, sadece, ortaya cikisini ve devamindaki uygulamalarini elestiriyorum.
“Ermeni soykırımını aynı şiddetle lanetleyerek AKP iktidarını bu inkarcılığı nedeniyle çok sert kınamıyor?”
Bu konuda daha once de yazdim.
Ermeniler ve Rumlar (ve, tabii ki, Yahudiler de var; ama, onlar daha akilli davrandi), 600+ senelik Osmanli doneminde (ondan oncesi nasildi, arastirmadim), askere alinmayip sadece ek vergi verdikleri icin, ve bu vergiler de ‘yikim’ mertebesinde olmadigi icin, Musluman taifeye kiyasla cok daha tutarli ve konforlu bir hayat yasadilar. Zaman icinde servet biriktirdiler, zengin oldular.
Neredeyse her zenginde gorulen ‘param var, demek ki ben ustunum’ moduna girip hem digerlerine tepeden bakar oldular (bunu bugun bile Nisanyan’in yazilarinda gorebilirsiniz, mesela) hem de digerlerinden daha iyi seylere layik olduklarini dusunduler.
Bu ‘daha iyi seyler’den birisi de, kendilerinin hukum surecegi topraklara sahip olmak idi.
Bu tur arzulari/hevesleri kinayamayiz –eger uzaktan bakarsak– ama, bu tur seyler sadece lafla dile getirmekle gerceklesmiyor; silaha sarilmak gerek.
Oyle de yaptilar. Olmadi. Gucleri yetmedi.
Kara baht, kem talih..
Rumlar Yunanistan’a filan kactilar (yaklasik 1 milyon 200 bin rakamindan bahsedilir; buyuk bir ihtimalle daha coktur); Ermenilerin gidecek pek bir yeri yoktu (Ermenistan’i ‘yer’den saydiklarini sanmiyorum, hele de o tarih ve sartlarda); dolayisi ile, geriye, esasen, iki secenek kaliyordu.
Ya zorla bir yerlere gocettirilecekler, ya da olduklari yerlerde baslarina geleceklere razi sayilacaklardi –ki, evet, o olsaydi, ona rahatca ‘soykirim’ diyebilirdik.
Osmanli, birinci alternatifi secti.
Anadolu’da cikarip, Suriye vs gibi (yine Osmanli topragi olan) guney vilayetlere surdu.
Yolda da, kimisi hastaliktan, acliktan veya Kurt baskinlarindan dolayi can verdi.
Olmasaydi daha iyi olmaz miydi?
Evet, tabii ki.
Hepsine, kadim bir kavrami kullanirsam, rahmet diler miyim?
Evet, tabii ki.
Ama, o kadar.
Daha fazlasi degil.
Akilli olsalardi da, en zor zamanda kendilerine vatan koparmak icin –‘dis gucler’den de medet umarak– silaha filan sarilmasalardi.
Simdi.. aradan gecmis 100 sene ve ‘sutten cikmis ak kasik’ pozlarinda ‘soykirim’ modasinin kuyruguna takilmaga calismakla arzu edilen –arzu edildigini varsayiyorum– baris tesis edilemez.
Herkes etegindeki tasi dokmeli ve gunah cikartmali, ki olsun.
[Not:
1) AKP’nin ne yaptigi beni ilgilendirmez. Benim goruslerim yukaridaki sekildedir.
2) Cankaya ya da Ankara.. Kadim ‘Ermeni anayurdu’nun neresine duser?
]
“Balkan Oligarşisi”ne ağız dolusu söven Necip, neden “Balkan Oligarşisi”nin [İttihatçıların] yaptığı ve [Kemal ve Kemalistlerin] ekmeğini yediği [Çankaya köşkü vb] Ermeni soykırımını aynı şiddetle lanetleyerek AKP iktidarını bu inkarcılığı nedeniyle çok sert kınamıyor?
EL CEVAP:
Meşhur feylesof, ‘yeşil’ kod adı ile bilinen ‘Mahmut Yıldırım’ın şöyle bir sözü var: ‘Bir amaç veya amaçlar uğruna mücadele ederken, kazanmaya başladığında, her şeyi sadece sen sahiplenmeyeceksin, çevrendekilere de bir miktar vereceksin onları da bir miktar mamalayacaksın, böylece ileride kurma olasılığın yüksek iktidarına karşı çıkma potansiyeli olanları daha yolun en başındayken uysallaştırmış olacaksın.’
‘1915’ tarihi en bilinen tarih. Öncesi/sonrasını dile getiren kesimler varsa bile sayıca azlar ya da sesleri kısık çıkıyor. Ermeni soykırımı ‘vardır’ diyen de, ‘yoktur’ diyen de, ‘1915’ tarihini baz alarak konuşuyor.
Balkan Oligarşisi’nin, Ermeni soykırımını inkâr etmesinin sebebi, T.C.’nin kuruluş plânlarının yapıldığı yıllarda, Anadolu’daki insanların çıkarması muhtemel ‘böyle bir soykırım olmadı, kardeş kardeşi öldürür mü yahu!’ isyanının önünü alabilmektir. Balkan Oligarşisi, bu soykırımdan haberdar (ve uygulayıcıları arasında) olmuş olsa bile, sırf, ileride kuracakları iktidara olan muhalefet çeşitleri arasında, ”Ermeni soykırımı’ iddialarını niçin kabul ettiniz?’ sorularını bertaraf edebilmek için, ‘sağcı’lar, ‘milliyetçi’ler ile ters düşmemeye özen gösterdiler, ‘Ermeni soykırımı iddialarını, en baştan itibaren, inkâr politikasını izlediler’.
Bugün, CHP’nin de, AKP’nin de, VP’nin de, diğer pek çok partinin de, ‘Ermeni soykırımı yoktur’ söyleminde birleşmesinin yolunu döşeyen en kudretli aktörlerden biri ‘Balkan Oligarşisi’ idi. Feylesof Mahmut Yıldırım’ın ne kadar isabetli analizler yaptığına bir kez daha tanıklık etmiş oluyoruz böylece.
“Feylesof Mahmut Yıldırım’ın ne kadar isabetli analizler yaptığına bir kez daha tanıklık etmiş oluyoruz böylece.”
Sirf biz mi?
Yunus bile –taa o gunlerde– bunu gormus.
Hatta, soyle demis:
Yesil, senün sözlerün manadür bilenlere
Söyleniser sözlerün devr-i zaman içinde.
Yavuz Alogan’ın bugünkü yazısını okudunuz mu Sn. Zileli? Bu adam troçkist değil miydi yahu? .Biz mi yanlış biliyoruz? Stalin’in Ölümü filmi hakkında bakın neler yazmış:
“Rusya’da yapılan anketlerde “Bütün zamanların ve halkların en önemli şahsiyeti” olarak seçilen Stalin’i, dolayısıyla bütün bir halkı aşağılayan film… Kunduracı Visariyon’un oğlu Stalin’i leş kargalarının kuşattığı komik bir katil, bir tür mafya şefi gibi gösteriyor.”
https://www.aydinlik.com.tr/stalin-in-olumu-yavuz-alogan-kose-yazilari-subat-2018
“Oligarşi karşıtı devrimci Necip” ile Kurtuluş Cephesi’nin benzerliği;
“Gayr-ı Kanuni Referandumun Gayrı-Meşru İktidarına Karşı Mücadele”
Gayr-ı Kanuni Oligarşinin Gayrı-Meşru İktidarına Karşı Mücadele
Farkları;
Düşman belledikleri oligarşiler (birinin Balkan, öbürünün RTE/AKP)
Ayşen Gruda’dan ‘kimse baskı altında değil’ diyen Koçyiğit’e: Daha ne yapsınlar, kamçılasınlar mı?
Sinema ve tiyatro sanatçısı Ayşen Gruda Posta’dan Oya Çınar’a verdiği röportajda Hülya Koçyiğit’e cevap verdi. Röportajında Hülya Koçyiğit’in, “Ülkede baskı yok, aksine herkes fazla özgür” ifadelerine değinen Gruda, “Daha ne yapsınlar pardon,kamçıyla mı dövsünler bizi? Hülya Hanım bu hülyalardan bir an evvel uyansın. Kendisine teşekkür ederiz bu pek engin düşüncelerini bizimle paylaştığı için. Ama bunları lütfen kendine saklasın. Çok seveni var, eski bir sanatçı. Bu laflar hiç hoş değil. Benim çok tuhafıma gitti.”
ben artık öyle birini tanımıyorum. düşünsel bakımdan intihar ettiğini duydum.
Necip Bey: Kapitalizm doğal bir şekilde gelişmiştir. Kapitalizmin yapay bir sistem olduğunu söyleyen Anti-Kapitalist’ler kafayı yemiştir.
Anti-Kapitalist Bey: Balkan Oligarşisi doğal bir şekilde gelişmiştir. Balkan Oligarşisi’nin yapay bir sistem olduğunu söyleyen Necip’ler kafayı yemiştir.
Cübbeli Murat Belge Hocaefendinin müritleri için: ‘Linç nedir?’ ve ‘utanma kültürü’
Taylan Kara
23/02/2018 Cuma
Murat Belge her türlü eleştirinin dışında tutulması gereken biridir. Bunu idrak edemeyen haddini bilmezdir. (Ali Nesin)
Kavramların ırzına geçmek, “yerli” liberallerin “milli sporu”dur. Her kavramı tersyüz etmek, içeriğini değiştirmek ya da takla attırmakta kimse ellerine su dökemez.
Murat Belge’nin “Risk Altındaki Akademisyenler Konseyi”ne başvurarak Oxford Üniversitesi’nde çalışma girişiminde bulunmasına yönelik sosyal medyada gösterilen tepkilere “Belgeperverler”in verdikleri isim de bu cinstendi (1): Linç.
M. Belge linç ediliyor!
Linç dedikleri ise M. Belge’ye sosyal medya üzerinden gösterilen tepkilerdi.
M. Belge’yle ilgili Mayıs 2017’de yazılan bu yazı (2) bile “linç” olarak yorumlandı.
“İt”, ”utanmaz”, “ahlaksız”… Bunlar “Murat Belge Hocaefendi Hazretleri”ni eleştirdiğim bu yazıdan dolayı bana atfedilen sıfatların sadece birkaçıydı.
Bu yazıma gösterilen tepkilerde her hakaret vardı ama yazının içeriğiyle ilgili tek bir cümle yoktu.
Bu yazıda yalan olan neydi?
Bu yazıda yanlış olan neydi?
Bu yazıda iftira olan neydi?
Bununla ilgili hiç ama hiç konuşulmadı.
*
Fiziksel saldırı yok.
Fiziksel saldırı tehdidi yok.
Hiçbir şekilde herhangi bir tehdit yok.
Hakaret yok.
M. Belge hapse girmedi.
M. Belge işinden atılmadı.
Yapılan tek şey, M. Belge’nin vaktiyle iktidarı desteklemek için kendi yazdığı ve söylediği sözleri gündeme getirmek, hatırlatmak ve yüzlerine çarpmaktı.
Yapılan sadece M. Belge’nin bu sözlerinden ve yaptıklarından utanmasını beklemekti.
*
Bir liberale anlatır gibi anlatmak
Linç nedir?
Wikipedia’ya göre linç, hiçbir adil yargılama olmadan insanları cezalandırma yöntemidir (3). Sözcük kökenini 18. yüzyılda yaşamış Amerikalı yargıç Charles Lynch’ten almaktadır (4).
Daha somut ve güncel olalım.
Linç nedir bilir misiniz?
Linç, 2 Haziran 2013’te Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’a yapılan şeydir. Hani Murat Belge kalemiyle iktidarı desteklerken, M. Belge’nin “iktidardaş”larınca döve döve öldürülen 19 yaşındaki genç… M. Belge, Ali İsmail Korkmaz sokakta dövülerek öldürüldüğünde bir “akil adam”dı*.
*
Liberal lince karşı bellek
Liberal buyurmuş: Murat Belge linç ediliyormuş!
Linç nedir bilir misiniz?
Linç, sırtını iktidara dayayarak, kolluk kuvvetlerinin, iktidarın ve bütün yandaş medyanın “terörist” ilan ettiği Metin Lokumcu’yla ilgili şu cümleleri söylemektir:
“Yalnız Hopa’daki gariban adamın bu kadar heyecanlanacağı bir durum yoktu. Biraz da yapay olarak pompalanan, ucu Ergenekon’a uzanan bir gerginlikti (5)”
Çok önemsemezler ama yine de liberaller için “küçük bir detay”ı daha hatırlatmakta fayda var: Metin Lokumcu 31 Mayıs 2011 tarihinden beri ölü.
“Murat Belge Hocaefendi”nin şu sözleriyle ilgili bir özeleştiri yaptığını okuyanınız oldu mu? M. Lokumcu’nun ölümüyle ilgili şöyle buyurmuştu Murat Belge:
“Türkiye seçime yaklaşırken ben de birkaç günlüğüne Türkiye’den uzaklaştım. Ben yola çıkarken Hopa’da adam öldüğü, bir başkasının ağır yaralandığı haberini okuyordum. Nedir, nedendir, Türkiye’de ‘siyaset’ denince böyle bir şey anlamak gerekir? Ortalık kan revan içinde kalmadıkça siyaset siyaset olmaz? Birileri bununla AKP’ye oy kaybettireceğini umuyor herhalde.”
“Emekli öğretmen Metin Lokumcu’yu Ergenekon’a mı bağladınız?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı:
“Kendisini değil ama onun bir çevresi var, çevresinin çevresi var. Toplumda her şey böyle olur. O kişiyle sınırlı değil.”
*
M. Belge, bu sözleri söylediğinden beri yaklaşık 6,5 yıl geçti ve bu süre boyunca bu iftirasıyla ilgili tek bir kanıt ortaya koymadı. Çamurunu attı ve kenara çekildi.
İçinde “bir nanogram” utanma duygusu olan birinin şu cümlelerden sonra yüzünün kızarması gerekirdi.
İçinde “bir nanogram” utanma duygusu olan birinin, şu cümleleri eleştiren bizleri değil bu cümleleri söyleyeni eleştirmesi gerekirdi.
*
Linç nedir bilir misiniz?
500 korumayla üniversiteye gelen bakanı protesto eden öğrencileri “faşist” ve “darbeci” ilan etmektir. Bu protesto için 11 öğrenci 4 yıl hapisle yargılanmış, 2 öğrenci 6 ay hapis cezası almıştı (6,7). Okul idaresinin öğrencilere verdiği uzaklaştırma ve disiplin cezalarını ise saymıyorum.
M. Belge bu konuda şunları söylemiştir:
“Bir bakana yumurta atan öğrencileri düşün… Niçin darbeler iyidir diyen Süheyl Batum’a atmıyorlar?”
Belge, “Siz de mi Başbakan gibi öğrenci protestolarının arkasında başka bir şey arıyorsunuz?” sorusuna ise şöyle yanıt vermiştir:
“Öyle düşünüyorum evet. Çünkü Tan gençliğinden itibaren böyle bir gelenek var. Eğitimle yapıyoruz bunu. Türkiye’de faşizm aileden değil eğitimden gelir. 68’den beri ben bu hareketlerin içinden geldiğim için biliyorum. (5)”
M. Belge’ye göre protestocu öğrenciler darbeci ve faşist, bakan Burhan Kuzu ise mağdurdu.
*
Linç nedir bilir misiniz?
Linç, son evre kanser hastası 74 yaşındaki Türkan Saylan’ın sabaha karşı saat 5’te evi basıldığında şunları yazmaktır:
“Türkân hanım darbeye karşı olduğunu söyledi ve kendisini biraz olsun tanıyan biri olarak benim bundan hiç şüphem yok, ama bütün bu cunta/darbe ajitasyonu içinde bayağı önemli ve bayağı merkezî bir rol oynayan bir örgütün başkanı olduğunu da unutmamak gerek. “Ülküdaşlarım” diye nitelediği, darbeyle içli dışlı olmuş kişiler hakkında kanıt olabilecek şeyleri, diyelim onun bilgisayarında da aramaları, büsbütün akla aykırı bir ihtimal değil.(8)”
Fethullahçılar ve yandaş basın Türkan Saylan’ı terörist ilan edip “askerlere kız pazarlıyordu” gibi “düzeyli” haberler yaparken M. Belge’nin yazdıkları buydu (9,10).
M. Belge, “aferin, devam edin, cuntanın merkezine girdiniz, bilgisayarına da bakın!” diyerek olanları alkışlıyordu kısacası.
Peki Türkan Saylan ve derneğiyle ilgili 19 ay sonra hiçbir kanıt bulunamadığından takipsizlik kararı verildiğinde M. Belge bu yazdıklarını geri aldı mı (11)?
Özür diledi mi?
Attığı iftirayla ilgili tek kelime yazdı mı?
Bir cümle özeleştiri yaptı mı?
Her zaman yaptığını yaptı: Çamur attı ve hiç utanmadı.
*
Linç nedir bilir misiniz?
Hiçbir kanıt göstermeksizin, kendi desteklediği iktidara muhalefet eden herkesi “Ergenekoncu”, “darbeci”, “faşist”, “darbe merkezi”, “Alevi” diyerek yaftalamak ve iktidara hedef göstermektir. M. Belge’nin hedef gösterdiği hiçbir kişi ya da kurum şu ana kadar ıskalanmadı.
M. Lokumcu “Ergenekoncu” ve “terörist” ilan edildi.
“Darbeci” ve “faşist” diye hedef gösterdiği protestocu öğrenciler hapis cezası aldı.
“Darbe merkezi” dediği derneğin 81 adresi ve Türkan Saylan’ın evi basıldı, onlarca kişi gözaltına alındı.
“Alevi” diye hedef gösterdiği yüksek yargı tasfiye edildi.
Linç nedir merak mı ediyorsunuz?
Lincin ne olduğunu en iyi bilen M. Belge’dir.
Linç, M. Belge’nin defalarca öncülüğünü yaptığı şeydir.
Sırtını iktidara dayayarak muhalifleri yaftalamak bir Murat Belge rutinidir.
O öğrencilerin hapis cezası alması ya da Metin Lokumcu’nun ölmesi Murat Belge’yi zerrece ilgilendirmez. Murat Belge Hocaefendi Hazretleri’nin müritlerini de ilgilendirmez. Çünkü Murat Belge, her türlü eleştiriden münezzehtir.
Şaka mı yapıyorum?
Hayır.
Bu benim değil Ali Nesin’in ifadesidir.
Ali Nesin, 3 Aralık 2015’te sosyal medya hesabından kelimesi kelimesine şunları yazmıştır:
“Murat Belge her türlü eleştirinin dışında tutulması gereken biridir. Bunu idrak edemeyen haddini bilmezdir.”
Bizler için “alçak”, “ahlâksız”, “it” gibi “özgürlükçü”, “ekolojik” ve “kibar” ifadeler kullanan Ali Nesin’in peygamber muamelesi yaptığı Murat Belge için söylediği şey budur.
Cümlesi o kadar açık ki başka söze gerek kalmıyor: “Murat Belge Hocaefendi Hazretleri ne derse desin, o eleştirilemez”.
Liberallerin derdi aslında tam olarak budur. Dertleri linç minç değil “peygamber”lerine laf edilmesidir.
Birinin bir an için “Atatürk her türlü eleştirinin dışında tutulması gereken biridir. Bunu idrak edemeyen haddini bilmezdir” dediğini düşünün.
Ali Nesin ve tarikat arkadaşlarının bu cümle için neler yazacaklarını tahmin edebiliyor musunuz?
Cübbeli Ahmet Hoca’nın müritleri bile Ali Nesin’e kıyasla çok daha şüphecidir.
Cübbeli Murat Belge Hocaefendi Hazretleri’nin müritleri ise asla şüpheye düşmezler.
*
Kısacası “dağılın” diyor Ali Nesin.
SUSUN.
Konuşmayın. “M. Belge Hocaefendi Hazretleri’ni eleştirmeyin.”
M. Belge Hocaefendi, 90’ların en karanlık yıllarında kendisine teklif edilen “Çiller danışmanlığı”nı kabul edecek kadar iktidara yanlayabilir (12), ama eleştirmeyin.
M. Belge Hocaefendi, “Yüksek yargıyı Alevi cemaati yönetiyor” diyerek iktidara operasyon için kılavuzluk yapabilir (2), ama eleştirmeyin.
M. Belge Hocaefendi, Fethullahçı çeteyle sarmaş dolaş olabilir, onlardan para alabilir (13,14), ama eleştirmeyin.
*
Çünkü Ali Nesin, Cübbeli M. Belge Hocaefendi tarikatı mensuplarının aklından geçeni iki cümlede özetlemiştir:
“Murat Belge her türlü eleştirinin dışında tutulması gereken biridir. Bunu idrak edemeyen haddini bilmezdir.”
Karşımızdaki Cübbeli M. Belge Hocaefendi Hazretleri tarikatının ahlâkı bundan daha iyi özetlenemezdi.
Ama mesela Mustafa Kemal Atatürk’e “Selanik piçi” diyebilirsiniz (15).
Mustafa Kemal Atatürk’e “38’de geberen şahıs” diye hitap edebilirsiniz.
Mustafa Kemal Atatürk için “evlatlığıyla yatıyordu” diye işkembeden atarak yazabilirsiniz.
Bunların hepsi Ali Nesin’e göre fikir özgürlüğüdür.
Ama Murat Belge, “her türlü eleştirinin üzerindedir”.
Ali Nesin’in ahlâkı budur. Bu ahlâktan sadece tarikat çıkar, biat çıkar, mürit çıkar. Çıkanlar da zaten budur.
*
Alçaklığın yerel tarihi
Bu topraklarda alçaklığın yerel tarihinin oluşmasına bizzat katkıda bulunan ateşli gönüllülere en küçük bir eleştiri getirildiğinde “vay linç var” diye karşı çıkan bir liberal güruhla karşı karşıyayız. Bu kişiler, hiçbir zaman eleştirinin içeriğini tartışmıyor. İçeriği görmüyorlar bile. Belge Hocaefendi Hazretleri’nin ne kadar eğitimli, iyi, yüce ve entelektüel, buna karşın eleştirenlerin ne kadar sorunlu (kıskanç, kindar, nefret dolu, it, utanmaz vb.) olduğundan bahsedip eleştirinin önünü tıkıyorlar.
*
Hocaefendi Hazretleri’nin müritlerinin gözünde, ölen, hapse giren ya da mağdur olan insanların bir sinek kadar bile değeri yoktur.
Utanma duyguları alınmıştır. Onlar her zaman ve her koşulda haklıdır.
Her şeyi yaparlar, iktidarlarla her türlü ilişki içinde olurlar ama hiç yanılmazlar.
Bunlara “utanç transplantasyonu” yapacak bir teknoloji ne yazık ki yok!
Tek yaptığımız kendilerini kendilerine hatırlatmak ve durumu teşhir etmektir.
*
Dün yaptıkları unutulsun istiyorlar. Sırtlarını iktidara dayayarak ölçüsüzce, kanıtsızca hedef gösterdikleri insanları, dile getirmeyelim istiyorlar. Bunları hatırlatanları da “işte bu linç kültürü” deyip susturuyorlar.
Hiç kolay değil biliyorum ama yine de söylemek gerek:
M. Belge ve çevresi, çevresinin çevresi, “linç kültürü” ezberiyle onu bunu ilgili ilgisiz suçlayacağına biraz “utanma kültürü” edinse daha iyi olmaz mı?
Kaynaklar:
1. https://odatv.com/ve-murat-belge-de-gidiyor-10021803.html
2. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/murat-belgenin-cevresi-ve-cevresinin-cevresi-196898
3. http://www.wiki-zero.com/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTGluw6c
4. http://www.wiki-zero.com/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQ2hhcmxlc19MeW5jaA
5. https://www.birgun.net/haber-detay/murat-belge-lokumcu-nun-cevresi-ergenekoncu-ydu-59169.html
6. http://www.haber7.com/ic-politika/haber/767842-burhan-kuzuya-yumurtaya-4-yil-hapis
7. http://www.ulusal.com.tr/m/gundem/kuzuya-yumurta-atan-11-ogrenci-beraat-etti-h18302.html
8. http://t24.com.tr/haber/belgeden-cyddye-agir-elestiri,41594
9. http://www.analizmerkezi.com/turkan-saylan-kizlar-askerlere-her-turlu-fedakarligi-yapsinlar-18087h.htm
10. http://www.habervaktim.com/haber/67387/iste-turkan-saylan-gercegi.html
11. http://www.gazetevatan.com/turkan-saylan-aklandi-343340-gundem/
12. http://www.gazeteciler.com/haber/belge-ve-altan-kimin-danman-olacakt/189266
13. https://www.birgun.net/haber-detay/cemaat-abant-toplantilarina-katilanlara-rusvet-verdi-124138.html
14. https://odatv.com/cemaat-hatirasi-1002131200.html
15. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/liberal-ozgurlukculuk-ve-ali-nesinde-keramet-aramak-201355
* M. Belge “akil adam” heyetinden 25.06.2013’te istifa etmiştir.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/cubbeli-murat-belge-hocaefendinin-muritleri-icin-linc-nedir-ve-utanma-kulturu
“Ayşen Gruda’dan […] Hülya Koçyiğit’e cevap
‘[..] Hülya Hanım bu hülyalardan bir an evvel uyansın. Kendisine teşekkür ederiz bu pek engin düşüncelerini bizimle paylaştığı için. Ama bunları lütfen kendine saklasın.[…]'”
Bayilirim boyle ‘Ses sus! Konusma!’ci ozgurlukculuklere.
Peki “Cici Demokrasi” hakkında ne dersiniz sn. Zileli? Böyle bir şey de mi yok?
“Bu adam troçkist değil miydi yahu? Biz mi yanlış biliyoruz? Stalin’in Ölümü filmi hakkında bakın neler yazmış:”
Alogan’in asil meselesinin Stalin’in itibari oldugunu dusunmek bence biraz fazla saflik olur.
Ben, Alogan’in temel endisesinin, her turlu zaaf ve hatalari ortulup ululastirilarak ‘kahraman’, ‘ulu onder’, ‘kurtarici’ filan sifatlariyla surekli parlatilan bazi baska tarihsel kisiliklerin de arkaplanina inilmesi ihtimali oldugunu dusunuyorum.
Malum, ‘devlerin yakindan gorunusu cucedir’ derler. Yani, birilerinin ‘dev’ dedigi birisinin yakindan gorunusunun yansitilmasi bir cuval inciri berbat edebilir.
O yuzden, bu tur kotu ihtimallerin olabildigince dolayli yollardan da olsa, onunu almak gerekir. Bir Trockist’in Stalin’i savunmasi, bu bakimdan, cok da sasirtici degil.
Ha.. bu arada, ‘Stalin’in Ölümü’nu seyrettim. Hic de fena degildi.
Laubali terimler. Doğan Avcıoğlu’nun yarattığı bir deyimdir. Hiçbir sosyolojik yanı yoktur. (ayrıca D. Avcıoğlu’nu birçok bakımdan değerli bulurum, yanlış anlaşılmasın)
Genç Rauf Tamer’le karşı karşıyayız. Üslup aynı.
Yanlis anlamak (ya da hic anlamamak) icin kendinizi zorluyorsunuzdur umarim.
Zira, zorlama olmaksizin, suncacik basit bir seyi hala daha anlayaMAmak kisinin akli melekelerinin yetersizligine isaret eder; ki, ben oyle olmadigini ummak durumundayim.
Benim soyledigimin ozu sudur: ‘Kapitalizm’ bir ideoloji degildir. Kurucusu/sahibi/basrahibi/peygamberi filan yoktur.
‘Yapay’lik, ‘dogal’lik konusuna gelince:
Butun sosyal olusumlar, tabii ki, ‘yapay’dir –‘topraktan bitmez, havadan yagmaz’ olduklari icin.
Ote yandan, sosyoekonomik hayatin icinden ciktiklari icin de ‘dogal’ sayilabilirler. ‘Dogal’in tanimini ‘onceden hazirlanmis recetelere/speclere gore uretilmemis’ kabul ederseniz, tabii ki.
Oligarsilere gelince: Evet, onlar da ‘dogal’dir. Toplum icinden cikarlar. Dogal olmayan, Anadolu’da ‘Anadolu Oligarsisi’ degil de ‘Balkan Oligarsisi’nin olmasidir.
Elma agacina armut asilamak misali..
‘Armut dibine duser’ kanununa mugayyir neticelerle sonuclanir.
Önce komünistler için geldiler, ağzımı açmadım;
Çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistler için geldiler, ağzımı açmadım;
Çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacılar için geldiler, ağzımı açmadım;
Çünkü sendikacı değildim.
Sonra yahudiler için geldiler, yine ağzımı açmadım;
Çünkü yahudi değildim.
Sonra benim için geldiler;
Ve baktım, benim için ağzını açacak kimse kalmamıştı.
* * * * *
Als die Nazis die Kommunisten holten,
habe ich geschwiegen;
ich war ja kein Kommunist.
Als sie die Sozialdemokraten einsperrten,
habe ich geschwiegen;
ich war ja kein Sozialdemokrat.
Als sie die Gewerkschafter holten,
habe ich nicht protestiert;
ich war ja kein Gewerkschafter.
Als sie die Juden holten,
habe ich geschwiegen;
ich war ja kein Jude.
Als sie mich holten,
gab es keinen mehr, der protestierte.
* * * * *
When the Nazis came for the communists,
I remained silent;
I was not a communist.
When they locked up the social democrats,
I remained silent;
I was not a social democrat.
When they came for the trade unionists,
I did not speak out;
I was not a trade unionist.
When they came for the Jews,
I remained silent;
I wasn’t a Jew.
When they came for me,
there was no one left to speak out.
Martin Niemöller
1892 – 1984
* * * * *
Martin Niemöller’in bu uyarısını dikkate almalı, ‘AKP diktatörlüğü’ne karşı mücadeleye yanaşmaya, katılmaya çalışan Murat Belge’yi veya onun gibileri aramıza almalı, böylece mücadelenin hacmini genişletmeli, kuvvetini arttırmalıyız.
Belge veya onun gibiler, geçmişte RTE’yi desteklemiş, ve bugün ‘özeleştiri yapMAmış olsalar bile’, bugün ‘AKP diktatörlüğü’ne karşı mücadelede gösterdikleri çaba esnasında, özeleştiri yapMAmış olmalarının en net yansıması ‘suratlarının kızarması’ olur, bu renk değişikliği tek başına, geçmişteki davranışları sebebiyle bugün kendilerine kızgın olduklarının kanıtı olması açısından yeterlidir. Özeleştiri yapmaları için ısrarcı olmak, ‘özeleştirinizi yaptığınız yazılı ve imzalı beyanınızla birlikte bir basın toplantısı düzenleyiniz, herkes sizin nereden nereye geldiğinizi anlasın’ dayatmacılığı ile ‘bürokrasi hegemonyası’nı tekrarlamak olur, bu tuzağa düşMEmek gerekir. Asıl mesele, Belge veya onun gibilerin, ‘AKP diktatörlüğü’ne karşı devam etmekte olan mücadeleye, nihayet, omuz vermiş olmalarıdır. ‘AKP diktatörlüğüne karşı mücadele’ odağından uzaklaşMAmak, enerjimizi kendi aramızdaki hamasi itiraf ettirme mahkemelerinde harcaMAmak gerekir.
‘Diktatörlüğe karşı direniş barikatına bir taş da sen koy!’, Murat Belge, bu barikata katıldı, taşlarını dizmeye başladı. Şimdi, diğerlerini bekliyoruz.
Demokrasi konusunda Demir Küçükaydın’ın yazıları da okunmalı.
Yani Demir “Küçük”, “Minik”, “Şirin” Aydın’ın.
Bir de, Yalçın “Küçük”, “Minik”, “Şirin”in tabii.
[Eski bir programının, yanlış hatırlamıyorsam “Zaga”nın bir bölümünde Okan Bayülgen’in söylediği ve aklımda kalmış bir cümle: “Şimdi gelelim Küçük İlanlar’a. O küçük, minik, şirin ilanlara.”]
Küçük, minik, şirin, tatlı, sevimli, şeker, cici demokrasi.
Sevin onu. Korkmayın, ısırmaz. Tam tersi, çok dost canlısı, değil mi? Bakın nasıl da seviniyor, hopluyor, zıplıyor sevincinden!
“Şimdi, diğerlerini bekliyoruz.”
Godot aradi. Bahusus selamlari var. Yoldaymis.
Gençler Rauf Tamer’i bilmez Sn. Zileli. Günümüzden bir örnek verseydiniz kim olurdu?
“Martin Niemöller’in bu uyarısı[…]”
Tercumeyi, dogru ve durustce yapmak yerine, ucuz bir intihale cevirmek nasil bir seydir?
Doğal / Haklı Sömürüler Ve Yapay / Haksız Sömürüler
Anadolu’da Anadolu Oligarşisi’nin değil de Balkan Oligarşisi’nin sömürücülüğünün olması doğaya aykırı / haksız bir durumdur.
Anadolu Oligarşisi’nin sömürücülüğü ise gayet doğal / haklı bir durumdur.
Tıpkı Kapitalizm’in sömürücülüğü gibi.
Çünkü onların kurucuları, propagandistleri, ideologları, ruhban sınıfları yoktur.
Var olanları da kendi topraklarının içinden çıkmışlardır.
O halde çenenizi kapayın, ve (Balkan Oligarşisi gibi yabancı olmayıp sizin topraklarınızın içinden çıkmış olan) Anadolu Oligarkları’nın ve Kapitalistler’in sömürüsüne boyun eğmeye devam edin.
“T-Rex Tillerson’lar bizi yiyecek!” diye halkı korkutup kendilerini anti-emperyalist gösterenler şimdi ne yapıyorlar?
O “T-Rex Tillerson’lar” ile birlikte Suriye sofrasındaki yerlerini almışlar.
Gün;
Her şeyden önce, yaşının ve yaşam tecrübenin verdiği o derin olgunlukla kaleme aldığın bu satırlar için seni kutluyorum. Birileri bir insanı oldukça ağır ifadelerle hedef alırken, onun bu kadar serinkanlı bir değerlendirme yapması herkes tarafından örnek alınmalı ve takdir edilmeli.
Bence, “daha üretken” olabilecekken bu konuda tembellik etmen, hem kendine hem de bizlere büyük bir haksızlık. 1968’lerden başlayarak, temel tezleri ve argümanları ele alıp kapsamlı bir Aydınlık geleneği eleştirisi yazmaya ve elbette bunu 80 sonrası D.Perinçek çizgisinin kapsamlı bir politik eleştirisi ile tamamlamaya ne dersin? Şimdilik bu kadar.
Değerli arkadaşım sana sağlıklı ve üretken günler diliyorum
Ayse gruda icimi acti,ruhumu acti..
Kocyigit,c.arkin nedense hep iktidardan yana oldugunu bilinir.
Tuhaf olan ajda pekkan..
Ne muzugi ne yasam bicimi Erdogan a uyar..bunadimi dedim
Ayse gruda icimi acti,ruhumu acti..
Kocyigit,c.arkin nedense hep iktidardan yana oldugunu bilinir.
Tuhaf olan ajda pekkan..
Ne muzugi ne yasam bicimi Erdogan a uyar..bunadimi dedim,degil..
Yaziklar olsun! AKP li olsa neyse,bu cani nin yaninda olmasi….
Murat Belge’nin yurtdışına çıkıp “başka iş tutması” yanlış mı?
“Başka iş tutması gerekenler
1 Kasım 17 / 6pm
Kaşıkla yemek yemeyi “bid’at” sayarak “Yemeği elle yesinler” diyen Kadızadelilerin “Peki, kaşıkçı esnafı ne yapsın?” sorusuna cevapları: “Başka iş tutsunlar”
Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, TBMM başkanı, milletvekilleri, anayasa mahkemesi, danıştay, sayıştay, yargıtay, HSYK başkanları, hakimler, savcılar, avukatlar, YÖK başkanı, rektörler, dekanlar, diyanet işleri başkanı, müftüler, imamlar, vaizler, ilahiyatçılar, milli eğitim bakanı, il ve ilçe eğitim müdürleri, öğretmenler, genelkurmay başkanı, kuvvet, jandarma, sahil güvenlik komutanları, emniyet genel müdürü, il ve ilçe emniyet müdürleri, polisler, subaylar, astsubaylar, uzman jandarmalar, uzman erbaşlar, sözleşmeli erbaş ve erler, yedek subaylar, erbaşlar ve erler.
Başka iş tutun.”
(Yukarıda “başka iş tutması gereken” valiler, kaymakamlar, MİT müsteşar ve çalışanları, korucular, il ve ilçe nüfus müdürleri, il ve ilçe göç idaresi müdürleri ve sınır kapıları çalışanları unutulmuş. Onları da ekleyelim. Tabii “köşe yazarlığı gibi kötü bir mesleğe” intisap eden “fiyasko”ları da.)
Welcome To The Resistance !
Anadolu’da “Anadolu (Rum = Bizans) Oligarşisi” değil de “Orta Asya (Malazgirt = Selçuklu, Danişmendli, Mengücekli, Artuklu, Saltuklu) Oligarşisi”nin olması yapay bir durumdur.
Mısır’da “Mısır (Kopt) Oligarşisi” değil de “Arap Yarımadası (İslam) Oligarşisi”nin olması yapay bir durumdur.
Kuzey Kürdistan’da “Kuzey Kürdistan (Kürt devleti) Oligarşisi” değil de “TC (Türk devleti) Oligarşisi”nin olması yapay bir durumdur.
Amerika’da “Kızılderili Oligarşisi” değil de “Beyaz Adam Oligarşisi” olması yapay bir durumdur.
Afrika dışındaki kıtalarda yerli hayvanların değil de insanların oligarşisinin olması yapay bir durumdur.
Afrika’da ise “Maymun Oligarşisi” değil de “İnsan Oligarşisi” olması.
Tek bir “TC Oligarşisi” vardır, Balkan veya Anadolu değil. Bunlar, olsa olsa aynı oligarşinin farklı fraksiyonları olabilir.
“Balkan Oligarşisi” karşıtlığı, diktatörlüklere değil de sadece “Ali’nin diktatörlüğü”ne karşı olmak gibidir.
Ha Ali diktatör olmuş, ha Veli.
sağol. Bunu yapacak gücüm yok şimdilik. SB’nin kuruluşunu ve çöküş nedenlerini ele alan bir kitap yazıyorum şu sıralar.
Beleki Yılmaz Özdil olabilir.
Tarlasında çalışan adamın kafasına gökten bir şey düşmüş. bakmış ki, insan gübresi. Yukarıda da bir uçak, sessiz sedasız gidiyor. Adam bir koşu, muhtara gitmiş, durumu anlatmış. Muhtar, durumu kaymakama arz etmiş. Kaymakam, valiliğe yazı yazmış.
Bir zaman sonra devletten gelen yazıda, ”olay araştırılmış, böyle bir şeyin olması mümkün değüldür’ buyurulmuş. Vali kaymakamı, kaymakam, muhtarı azarlamış. Muhtar, köylüye çemkirmiş. Hiç gökten gübre düşer mi yav!
Birileri bir şeyleri ortaya atıyor; karakucak, apal topal hücum ediyoruz mevzuya. Gün Zileli, meselenin aslını ”tefrik” ederk söylemiş; dikkatle okuyun.
Yalçın Küçük, B. Sadık Albayrak ve Taylan Kara’nın ortak kitabı ‘Kir Teorisi’, bu hafta ‘Doğu Kitabevi’ yayınlarınca yayınlandı.
Kitabın ana konularından biri de ‘yeni ortaçağ’ olarak adlandırılan büyük ‘karanlık ve cahilleşme süreci’.
Bu süreci ‘aydın-sızlaşma’ olarak tanımlayan kitapta, Türkiye’de neoliberal ideolojinin yaygınlaşması için çalışan ‘meşhurlar’ın eleştirel portreleri yer alıyor.
Murat Belge’den Ali Nesin’e, Nuray Mert’ten Gündüz Vassaf’a, İlber Ortaylı’dan Celal Şengör’e çok sayıda yazarın eleştirisinin yapıldığı kitapta, edebiyatın yozlaşması, piyasanın bir rant aracına dönüştürülmesi de sorgulanıyor.
24 Şubat Cumartesi 2018 saat 14.00’te Ankara Kitap Fuarı’nda kitabın yazarları Yalçın Küçük, B. Sadık Albayrak ve Taylan Kara ‘Kir Teorisi’ başlıklı bir konferans verecek ve kitabı imzalayacaklar.
Üç kuşağın eseri oluşuyla özgün bir ortak çalışma ortaya koyan kitabın yazarı ve yayına hazırlayıcısı B. Sadık Albayrak’la kitapla ilgili bir söyleşi yaptık.
Albayrak’ın verdiği yanıtlar:
ÜÇ KUŞAĞIN ORTAK ESERİ
SORU: ‘Kir Teorisi’nin, bütünlüklü bir kurguyla, üç yazar kuşağını buluşturan ortak çalışma olduğu görülüyor. Sadık Hocam, ortak çalışmanın sizce önemi nedir?
Yalçın Küçük Hocamız, 08’li adlandırmayla söylersek 58 Kuşağı’ndan bir aydınımız. ‘Aydın Üzerine Tezler’de tek bir aydın damlasının bile yok sayılmamasını amaçlayarak Türk aydınının 200 yıllık tarihini yazmıştı. 20. Yüzyılın ikinci yarısının ve 21. Yüzyılın bütün aydın mücadelelerinin içinde yer almış biridir. Yalçın Hocamızla, altbaşlığı ‘Tekeliyet’te Aydın ve Sanat-Edebiyat’ olan bir ortak kitap hazırlamak bizim için olağanüstü bir duyguydu, onur vericiydi. Türk aydınının yaşayan en önemli temsilcisiyle aydın mücadelesini ve edebiyat, sanat kültürünü ele almış olduk. Taylan Kara ise ’98 Kuşağı’ndan bir aydınımız. Ben arada yer alıyorum, 88’liyim. Bizim eleştiri çalışmamızda Yalçın Küçük Hocamızın ve onun kuşağının katkısı büyüktür. Aziz Çalışlar, Afşar Timuçin, 48 Kuşağı’ndan Sivas’ta yakılan Asım Bezirci bize eleştirel bakış açısı kazandıran hocalarımız oldu. Daha sonraki kuşaklardan faşistlerin katlettiği Bedrettin Cömert, 12 Eylül’ün sürgün ettiği, erken yaşta kaybettiğimiz Sargut Şölçün’ü de özellikle anmamız gerekir.
Bu kitapta, bizim yetişmemizde büyük katkısı olan Yalçın Hocamızla ortak bir çalışma yapmış olduk. ‘Kir Teorisi’yle, bir bakıma, beş ciltlik büyük bir aydın tarihi ve ansiklopedisi olan ‘Aydın Üzerine Tezler’in güncel cildini, ek cildini çıkarmış olduk. Bir farkla, ‘Kir Teorisi’nde tarihten çok eleştiri ağırlık taşıyor. Çünkü artık tekeliyet düzeninde yaşıyoruz ve sanat edebiyat kültürünün çöküşü, çürüyüşü gibi, aydının da yokoluşu sürecindeyiz. Bu da bizi daha eleştirel kılıyor. Yalçın Hocamız bu süreci ‘Aydın-sızlaşma’ olarak kavramlaştırıyor. Buradan bakınca ‘edebiyat-sızlaşma’, ‘kültür-süzleşme’ süreçlerini görüyoruz. Kirlenme süreci cahilleşmeyi, bütün bu yozlaşmayı anlatıyor. ‘Kir Teorisi’, bu sürecin eleştirel çözümlemesidir.
‘DÜZENİN TEKNOKRATLARI’NIN KİRLİ PORTRELERİ
Taylan Kara, özellikle ‘Kirli Portreler’de bu sürecin vaka analizlerini yaptı. Bitmiş, ölmüş ‘aydın’ın otopsisi de diyebiliriz. ‘Kir Teorisi’yle aydın damlalarının tekeliyet lağımlarında yok olup gitmemesi için eleştirel bir aydın kanalı açmaya çalışıyoruz. Edebiyat yoksa, eleştirel, mücadele eden bir sanat yoksa, bunun taşıyıcısı, toplumun ahlakını ve eylemini arındıracak, daha ileriye taşıyacak aydın yoksa, ‘kir’e, cehalete mahkûmuz demektir. ‘Gezi İsyanı’ndan beri toplumdaki kitlesel çıkış arayışı ve gücüne karşılık, buna cevap üretecek, örgütlenme sağlayarak çıkışa götürecek aydın ve sanat edebiyat kısırlığı en önemli sorunumuzdur.
SORU: ‘Kir Teorisi’ için, bellek kaybına ilacımızdır, diyorsunuz, bunu açımlar mısınız?
Cahilleşme süreci, ‘tarih bilincinin yitimi’yle başlıyor. ‘İnsanlık’, kazandıklarını unutarak, yitirerek karanlık döneme, ortaçağa giriyor. Bellek kaybı hem toplumsal hem de bireysel planda gerilemenin, cahilleşmenin en önemli nedeni. Emperyalist düzen, yalnızca bir sömürü mekanizması değil, insanı bozan, Kafka’nın ‘Metamorfoz’unda yazdığı ‘böceklere gerileten bir düzen’dir. İnsanın bütün bilimsel, felsefi, ahlaki, hukuksal kazanımlarını elinden alıyor, onu kullaştırıyor.
POSTMODERNİZM ‘CAHİLLEŞMENİN FELSEFESİ’DİR
Felsefede ve sanatta hakim kılınan ‘postmodernizm’ de en çok insanın aklına, ilerleme düşüncesine, planlı bir toplum ütopyasına düşmanlık ediyor. Bunun için ‘bilimi’, ‘evrim teorisi’ni, ‘pozitivizm’i yıkıyorlar. Bizde de gerçekçi edebiyatımızı silmek istediler. Aynı zamanda hepsi mücadeleci birer aydın olan gerçekçi romancılarımızın, hikâyecilerimizin, şairlerimizin eserlerini unutturdular. Varsa yoksa postmodern yazarların eserlerini çevirtip yayınladılar. Büyük holding yayınevleri ve kitabevleri kanalıyla edebiyat dünyasını denetim altına aldılar. Ödül mekanizması, gazete kitap ekleri, reklam güçleriyle ‘bayağı bir edebiyat’ı kitlelere pazarladılar. Edebi belleğimizi yitirdik. Hasan Hüseyin’i, A. Kadir’i, İlhami Bekir’i, Arif Damar’ı, Cahit Irgat’ı okumamış şairler, Yakup Kadri’yi, Reşat Nuri’yi, Fakir Baykurt’u, Orhan Kemal’i bilmeyen romancılar yetiştirdiler. Edebiyat tarihini tekellerin ideolojisine uygun olarak yeniden yazdılar. ‘Kir Teorisi’ ile bu sürece eleştirel bir müdahalede bulunmak istiyoruz. ‘Bellek kaybına ilacımız’ derken bunu anlatmaya çalışıyoruz. Türk şiirini yalnız ‘İkinci Yeni’nin dört şairinden ibaret sanan cahil kuşağa, büyük edebi birikimimizi hatırlatmak gerekiyor. İleriye gitmek, yenilik yapmak için öncekileri bilmek ve aşmak gerekiyor.
AYDIN, ‘DÜŞÜNCENİN GÜCÜ’NE EN İNANAN İNSANDIR
SORU: Şimdi ‘aydın-sızlaşma’ döneminde yaşıyoruz. Yalçın Küçük Hocamız, aydını ‘düşüncenin gücüne ve hızına inanan saf insan’ olarak tarif ediyor; bu tarifi çok önemli buluyorum. Sizce ‘aydın-sızlaşma’ ile ‘Kir Teorisi’ arasında nasıl bir bağlantı kurulabilir?
Daha önce belirttiğim gibi, ‘aydın’, toplumun ufkunu genişleten, arayış ve çıkış yolunda umut veren çok önemli bir güçtür. ‘Aydın-sızlaşma’, toplumu ve insanlığı bundan yoksun bırakıyor. Ufku daralan, değişim umudu olmayan bir toplum ortaya çıkıyor. Bu toplumda insani değerler siliniyor. Kirlenme, çürüme, cahilleşme meydana geliyor. ‘Aydın’, düşüncenin gücüne inanan insan, sürekli sorgulayarak, insanları etkileyerek toplumu dalgalandıran, çürümeyi önlemek için bir bakıma havalandıran insandır. Diktatörlüklerde düşüncenin yasaklanması, toplumu egemen gücün istediği gibi yönetmesi, çekip çevirmesi içindir. Aydının olmadığı bir toplumda sürekli diktatörlük hüküm sürer. Bugün tekeliyet düzeninin hüküm sürdüğü ‘Batı’da da büyük ‘aydın-sızlaşma’ sözkonusudur. Buralarda da biçimsel olarak demokratik işleyiş olsa bile, görünürde diktatörlük bulunmasa bile, gerçekte ‘tekeller diktatoryası’ vardır. Emperyalist ülkelerin Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren savaşları bu kadar kolaylıkla tezgâhlaması bu nedenledir. Yerinden yurdundan edilen Suriyelilerin, Iraklı, Afganistanlıların çürük gemilerde Akdeniz’de boğulmaları, Avrupa kapılarında toplama kamplarında tutulmaları, bu gerçeğin yansımalarıdır. Dünyaya, düşüncenin gücüne ve hızına kapıları kapatan düzenler hakimdir. İnsanlığın teknikte elde ettiği başarıların toplumsal örgütlenmede de karşılığını bulması, özgür, eşitlik içinde, barış içinde planlı ve uyumlu toplumların yaratılmasının önündeki en büyük engel, bu sömürücü düzenlerdir. Korkunç sömürü için insan kirletilmekte, cahil düşürülmekte, dinler, metafizik felsefeler, çürümüş sanat ve edebiyatlar yoluyla edilgen ve umutsuz bırakılmaktadır. Bunları aşacak düşüncelere, felsefelere, bilim ve ütopyalara ihtiyacımız var. Ütopyalar düşüncenin gücüne ve hızına inanan saf insanların, ‘aydın’ların umutlu kurgularıdır. Yalçın Küçük, Türk aydınında en önemli üç eksik tespit etmişti; ‘red’, ‘kurgu’ ve ‘ütopya’. ‘Kir Teorisi’, çıkış için bu üçünü geliştirmemiz gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor diyebiliriz.
‘GERÇEK’, EN ZOR ULAŞILAN ŞEY
SORU: Sadık Hocam, okuyucuya kitabın son satırlarında, ‘Sömürücü sermaye diktatörlüğüne son vermek ve bu çarkın vesilesi, vidası, megafonu olanları alaşağı etmek, çektirdiği acıların hesabını sormak için gerçek bizi kendine sahip çıkmaya çağırıyor.’ diye sesleniyorsunuz. ‘Sahipsiz gerçek’ nedir?
Günümüzde teknik altyapısı olağanüstü gelişen iletişim ve bilgilenme araçlarına rağmen en zor ulaşılan şey ‘gerçek’tir.
‘Tekeller düzeni’, gerçeğin bilgisinin düşmanıdır, bunun ortaya çıkmaması için imam hatip eğitimi, postmodern bilim ve felsefe, yaşamla hiçbir bağı olmayan bir sanat-edebiyat icat etmiştir. Kirlenme ve cahilleşme bu sürecin anlatımıdır. Ama ne kadar gizlenmeye de çalışılsa yaşamın zorunlulukları bize gerçeği sürekli hatırlatmaktadır. Boğaz tokluğuna ücretle çalışma gerçeği, işsizlik gerçeği, aşksızlık, yaşama sevincinden yoksunluk gerçeği bize kendini sürekli duyurur. ‘Çürümüş hukuk düzeni’, ‘rantiyer kentleşme gerçeği’, ‘kanserojen beslenme gerçeği’, yaşamımızın belirleyicileridir. Ancak kirli tekeller politikası ve ideolojisi bizi bu gerçekleri değiştirmekten alıkoymak için sürekli yanlış yollara sürükler. Gerçekdışı bir bilinçle sahte çözümlere yönlendirir. Kendi gerçeğimize cesaretle sahip çıkarak, onu güzelleştirmek için gereğini yapmaktan alıkoyar. Ben buna, yaşamın her anında karşımıza çıkan kendi gerçeğimize yabancılaşmamıza, ondan kaçmamıza ‘sahipsiz gerçek’ diyorum. İnsanlığın sorunlarını çözmesi gerçeğine bilimin, felsefenin, estetiğin verileriyle, aklını kullanarak sahip çıkması ve gereğini yerine getirmesiyle mümkün olacağına inanıyorum. Kirlerden arınmış bir toplum ve yaşamı kendi gerçeğimize sahip çıkarak, onu dönüştürmek için bilinçlenip örgütlenerek kurabiliriz. Gerçeğimize sahip çıkmak için okumayı, aydınlanmayı yoğunlaştırmamız gerekiyor. Biz önümüzdeki günlerde ‘Kir Teorisi’nin kaldığı yerden devam etmek için aylık bir dergi çıkarmayı planlıyoruz.
Söyleşi: Mustafa Göksoy
“O halde çenenizi kapayın, ve (Balkan Oligarşisi gibi yabancı olmayıp sizin topraklarınızın içinden çıkmış olan) Anadolu Oligarkları’nın ve Kapitalistler’in sömürüsüne boyun eğmeye devam edin.”
Ne yani; bunun neresini yadirgiyorsunuz?
Yillar oncelerinden beri, hele de ‘sol’un en heyheyli zamanlarinda, mitinglerde robotik bir ritmle “bu duzen degismeli” diye bas bas bagiran ben miydim?
Tabii ki, ‘duzulen’ kalacak, ‘duzen’ degisecek.
Fakat, remember, while it may be a son of a bitch; it will be our son of a bitch.
Rusya’da “Rus (Lenin) Oligarşisi” değil “Yahudi (Troçki) Oligarşisi” ve “Gürcü (Stalin) Oligarşisi” olması da yapay bir durumdur.
Stalinizm’in bu kadar kötü olmasının nedeni de bu zaten: Rus halkına yabancı bir Gürcü olması.
Yani Stalin Rus halkının bağrından çıkmış bir “Rus Oligarkı” olsaydı Stalinizm harika bir şey olacaktı. İsterse aynı şeyleri, hatta daha fazlasını yapmış olsun. Mesela Hiroşima ve Nagazaki onun eseri olsaydı bile. Ne de olsa Balkan Oligarşisi gibi halkına yabancı bir “Gürcü Oligarkı” olmayacaktı.
Murat Belge = FN-2187
Geçmişinde “İlk Düzen” ordusunun bir askeri olduğu halde “İlk Düzen”den kaçarak “Direniş” ordusuna katılan Finn’in, yani asıl adıyla FN-2187’nin önce geçmişiyle ilgili özeleştiri vermesi gerekiyor!
“Stalinizm’in bu kadar kötü olmasının nedeni de bu zaten: Rus halkına yabancı bir Gürcü olması.”
Siz, hala daha konuyu anlamamissiniz; ya da carpitmak istiyorsunuz.
Stalin, Rus Oligarsisinin yeniden ipleri ele almasi anlamina gelir. Biraz (!) fazla kanli olmustur; o ayri.
Gurcu olmasi konuyla alakali degil.
Siz, hala daha konuyu anlamamissiniz; ya da carpitmak istiyorsunuz.
Kemalizm, Osmanlı bürokrasisinin yeniden ipleri ele almasi anlamina gelir. Biraz (!) fazla kanli olmustur; o ayri.
Balkan Oligarkı olmasi konuyla alakali degil.
http://haber.sol.org.tr/toplum/sevan-nisanyandan-sol-yazarina-tehdit-229674
Sevan Nişanyan Taylan Kara’yı ölümle tehdit etmiş.
Kürdistan’da doğal Kürdistan oligarşisi yerine (Kürdistan’daki mevcudiyeti yapay olan) Türkiye Cumhuriyeti oligarşisinin olmasını savunan Necip’in Anadolu’da Anadolu oligarşisi yerine Balkan oligarşisinin olmasına karşı çıkması onun ne kadar tutarlı biri olduğunu gösteriyor.
tabii ki yalan bu.
Necip:
Balkan oligarşisinin Anadolu’yu işgaline hayır!
Türkiye Cumhuriyeti oligarşisinin Kürdistan’ı işgaline evet!
Senin anarşistliğin de buraya kadar Gün. Konu Taylan Kara olunca hemen yalan oluyor değil mi? Sevan dememiş öyle mi?
İtlaf etmek sözünü Taylan Sevan için yazsa 10 sayfa Stalinizm yazısı yazardın.
Murat Belge linç ediliyor diye yaygara yapan anarşiste bak sen. Hayvan gibi öldürülme tehdidine karşı sus pus.
Çocukça şeyler söylüyorsunuz ya da niyetiniz kötü. Murat Belge linç ediliyor derken binlerce kişinin çirkin sözlerle harlamasından söz ediyorduk. Nişanyan, bence de gereksiz yere “itlaf” falan gibi laflar ederek aklı sıra ironi yapmak istemiş. elinde böyle bir güç olmayanların ettikleri lafların hiçbir önemi yoktur. Ama Murat Belge’nin manevi linci ciddiye alınması gereken bir durumdur.
yok canım, bundan sonra onun için bir satır bile yazmam. Çünkü değmez.
Kimin linç edildiğine Gün Zilelinin paşa gönlü karar veriyor. Murat Belge eleştirilirse linç, Taylan Kara itlafla tehdit edilirse sadece “gereksiz”. İşine geleni işine geldiği gibi yorumlamak da ne hoş böyle Gün. Murat Belge’nin “manevi linci” ni ciddiye alalım, ama Sevan Nişanyan’ın gayet açık itlafı ironi diye önemsemeyelim. Herşeyin çifte standart…
Karşısındaki yazarı itlaf etmekle tehdit eden kişi sevgi pıtırcığı,
Taylan Karanın sadece Murat Belgenin sözlerinden oluşan yazısı linç etmek öyle mi.
Ali Nesin de itlaf etmeyi beğenmiş.
Bunların hiçbiri senin için sorun değil öyle mi.
anlamak mı istemiyorsun, yoksa gerçekten anlamıyor musun? Cezasını tamamlamadan ülke dışına kaçmak zorunda olan Nişanyan’ın Taylan Kara’yı ne madden ne de manen “itlaf” etmesi olanağı yok. Ama sol portala sırtını dayamış Taylan Kara ve onun gibilerin Murat Belge’yi manen linç etme olanağı var ve bunu yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar. Ben söze değil, fiili güce ve olanağa bakarım. Nişanyan aynı güce kavuşup böyle bir laf etsin karşı çıkarım. Ama bugün için bu sadece kızgınlıkla edilmiş münasebetsiz bir laftan ibarettir. Şimdi gerçek linççiler, bu söze dayanarak onu bir güzel linç edecekler, siz de bunun ayakçılarından birisiniz ne yazık ki. Böyle bir saldırı için taraftar toplamaya çalışıyorsunuz.
cevabı verildi hemşerim. Başka kapıya.
senin ne olduğun ortada gün. 10 yaşındaki çocuk bile şu keyfiliğini anlayabilir.
ha o zaman biz de söyleyebiliriz istediğimiz gibi itlaf etmek öldürmek boğazlamak falan öyle mi.
olanağımız yoksa geleni geçeni ölümle tehdit edelim.
sevan nişanyan da mı linç ediliyor!!!! vah vah….
murat belgene küfürbaz sevanına laf edenler linç etmiş oluyor.
ama sevan en açık bir şekilde adamı ölümle tehdit ediyor, ona laf yok, “kızgınlıkla edilmiş laflar” mış.
ikiyüzlüsün. adalet duygun bu kadar anca.
sevgili gün zileli,yine uzun yazmışsın.merdan yanardağın başında olduğu tele 1 var gördüğüm kadarıyla ulusal kanalın kötü bir kopyesi, kısaca şöyle diyebilirdin kılavuzu ulusal kanal olan ….,.bilgi üniversitesinde çekişmeli bir tüstav seçimine katılmıştım.iki taraftan biri hep belge çalınması üzerine duruyordu.yanımdaki birine belge nin bu okulda hoca olduğunu söylemiştim.burda demek istediğim belge denilen şeyin kutsal olmadığıydı.sende daha önce m belge yi eleştirdiğini söylüyorsun.1980 önceside m belge eleştirisi vardı.bugünde edebiyat yönünden eleştirilebilir. siyasal açıdan eleştirmenin bugün bir faydası olmadığını düşünüyorum.daha önce ses telleriyle ilgili bir sorun çıktığında ingiltereye gittiğini biliyorum. edebiyatla hiç ilgim yoktur, iki ay önce arkadaşım ahmet soysal la karşılaştım. ayak üstü murat belgenin fazıl hüsnü dağlarcayla ilgili tesbitinin saçmalığını söyledive bana murat belgeyi sevip sevmediğimi sordu. bende ayaküstü konuşulmayacağını kendisini yüzüne karşı eleştirdiğimi söyledim.uzun yıllar önce ece ayhan üzerinden , h,lmi yavuzcular ve enis baturcuların tartışması olmuştu. sonra orhan pamuk üzerine tartışmalar oldu.kısaca şiirde bir tartışma yok , uzun zamandır.merdannın gördüğüm bazı tesbitleri yalçın küçükten alınma, iktidara elini uzatmak , küfür romanları vs vs.oya baydar m . ulağay söyleşini uzun zaman önce okumuştum. ordada bir çok eleştireceğim nokta bulmuştum.parti okulunda eğitime neden gittiğini açıklayabilir mi?tabi bunları tatil yaptıkları yerde dinlemişler bunu şeref yıldızın anı kitabından öğrendim kendi yazdığına inanmamıştım.bizde liberalizmin eleştirisinin yada tutmamasının uzun tarihi nedenleri vardır ben ikinci cumhuriyetci diye adlandırılanların eleştirilerine karşı değilim.yanıldıkları ekonomik yapının faşizme yolaçtığını görmemeleri.sevgiler saygılar.
“Nişanyan’ın Taylan Kara’yı ne madden ne de manen “itlaf” etmesi olanağı yok.”
“Ne maddeten ne de manen” olacak.
Konu kendi yandaşın olunca 5 yaşındaki çocuğun subjektifliğine dönüyorsun Gün Zileli. Adam itlaf etmekten bahsediyor ve sen bunu hoş görüyorsun. Münasebetsiz lafmış!
Söyleyeceğin şey bu kadarcık öyle mi…
Zileli Fiyaskosu Ve Nişanyan’ın Kara’yı Tehdit Ettiği Gerçeği
Daha ne diyeyim ki sana Taylan Kara arkadaş…
Doğru. Düzeltme için teşekkürler.
İnsanbu denen ilkel adam sitesinden Kaan Aslan ya da Taylan Kara olsa gerek.
bu ülkeyi liberaler bu fasist ceteye teslim etti!
bu bir gercektir ve tarih affetmeyecek bu kisileri,tam gelismemis ülkerde malesef bu oyun hep tutmustur gel iktidara biraz liberal agzi biraz özgürlük gecmisi kötüle al sana “yeni” bir olusum! aynen türkiyede bu oldu , tarik akan kendini poliserin önüne atican ne kadar hakli ve dogru davranis oldu simdi anlasiliyor! degerli t.akan ne saldirilar olmustu o zama….bugüne bakildinda insanlar agzina baris getiremez hale geldi.fasist cete is basinda,ama bosuna konusuyoruz! herkes galiba memnun bu durumdan…..sermaye laikligi verdi sol her zaman gibi kendinle mesgul liberaler yasadi traumanin icinde bir kismi hals rte medet umuyor eh geride kim kaldi yeni olan iyi parti……oda imkansizlari oynuyor cünkü hitap edi kesimler kendisi savas borazanli kaptirmis artik büyük türkiye düsünde gittiyor.fasizimle mücadele edicekse bu mertce yigitce olur! kararlikla ve cesur adimlarla ,bugün bir kisim muhalefet partileri birarya geldi.bu olsum genislemeli temel fikir ve program gercek bir demokratik düzen olmali.demokrasi bir burjuva sitemi mi? bir kisima evet ama yerel ve temelden demokrasiye gecilirse o zaman bir halk demokrasi den bahsedilir.
Nişanyan’ın sayfasında onu eleştiren biri şöyle yazmış;
Sevan Nisanyan in Darth Sidious’tan farkı yok! İçi öyle nefret ve öfke dolu ki, sağlıklı tahliller yapamıyor ve komik duruma düşüyor. Dark Side ‘ a geçmiş bence. Tabi ki fikirlerine katılmıyorum ama saygım var. Herkes fikrini özgürce açıklayabilmeli…IQ sunun yüksek , EQ sunun yerlerde olduğunu düşünüyorum.
Ben de ,okul dönemi 80 darbesi sonrasına denk gelen bir öğrenci olarak bayrak törenlerinden falan nefret ederdim. Ama Türkan Saylan’a faşist demek, Nazi demek… komik oluyor.
Liberal soytarıdan Belge’yi ve Nesin’i eleştirenlere: Bunları itlaf etmek lazım
Yenik liberaller, bir bir ortaya çıkıp kinlerini kusuyorlar. Sıra Sevan Nişanyan’da. Yetmez Ama Evet’çi Nişanyan, Murat Belge’yi ve Ali Nesin’i eleştirenleri ‘katletme’ çağrısı yaptı. Buna karşı çıkan Merdan Yanardağ’ı da ahlaksızca hedef aldı…
ABC Haber Merkezi
AKP, cumhuriyetin birikimlerini bir bir tasfiye ederken alkış tutan liberaller, çirkinliklerini de olanca güçleriyle ortaya dökerek kaçıyorlar. Liberallerin akademik ismi Murat Belge’nin Türkiye’den kaçmaya çalıştığı ortaya çıkınca bir tartışma başlamıştı. O sırada Kırmızı Kedi Yayınevi, ABC Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın liberallerin AKP’ye tuttuğu alkışları ve Türkiye halkına nasıl ihanet ettiklerini tarihsel arka planıyla anlattığı kitabı ‘Liberal İhanet’i okuma önerisi olarak sundu. Yayınevinin bu paylaşımı liberal mahallede sarsıntı yaratmış olacak ki, başarısız olacağı baştan belli olan bir linç kampanyası başladı. Öyle ki tartışmaya altmış yaşından sonra anarşist olmaya karar verenleri bile girdi…
Son olarak Murat Belge, yayınevinin bu paylaşımını kaldırmaası için ihtarname yolladı.
soL yazarı Taylan Kara “Cübbeli Murat Belge Hocaefendinin müritleri için: ‘Linç nedir?’ ve ‘utanma kültürü’” başlıklı bir yazıyla tartışmaya dahil oldu ve Murat Belge’nin “sicilini” kaleme aldı. Bu yazıya dair Ali Nesin’in yanıtını, Sevan Nişanyan Facebook’tan paylaştı.
Bununla yetinmeyen Birikim dergisi yazarı ve ‘Yetmez Ama Evet’çi liberal Sevan Nişanyan, paylaşımın altına şöyle bir yorum bıraktı:
“Bunlar organize vurucu tim. Aptal değiller, görevliler. İtlaftan başka çare yok.”
Hemen altına “hocam faşistler gibi ‘itlaf’tan bahsetmek size yakışıyor mu?” diye yazan takipçisine de; aynı Nişanyan “çok” yanıtını verdi.
Türk Dil Kurumu’na göre; itlaf, “öldürme, yok etme, telef etme” anlamına geliyor…
İşte Sevan Nişanyan’ın bu sözünu, ilgili yazıyı kaleme alan Taylan Kara sosyal medya hesabından paylaştı. Yazar Kara, “Ali Nesin’i ve Sevan Nişanyan’ı teşhir ediyorum” diyerek şunları yazdı:
“Sevan Nişanyan benim M.Belge yazımı paylaşıp altına yorum yazmış:
‘Bunlar organize vurucu tim. Aptal değiller, görevliler. İtlaftan başka çare yok.’
İTLAFTAN BAŞKA ÇARE YOK.
Ali Nesin de bunu beğenmiş.
TDK’ya göre itlaf: Öldürme, yok etme, telef etme.
15 ‘barışsever’ takipçisi de bunu beğenmiş.
Biz kaba ve faşistiz, bunlar ise ‘barışçı’, ‘mağdur’ ve ‘kibar’ insanlar!”
Yazar Sevan Nişanyan, geçen yıl tutuklu olduğu Foça Cezaevi’nden izinli olarak çıktıktan sonra bir daha geri dönmemişti. Twitter’dan “Kuş uçtu. Darısı geride kalan 80 milyonun başına” yazan Nişanyan’ın, Yunanistan’a kaçtığı öğrenilmişti.
MERDAN YANARDAĞ’DAN SERT YANIT: LİBERAL SOYTARI!
Tartışmaları alevlendiren kitabın yazarı, ABC Genel Yayın Yönetmeni Yanardağ, Nişanyan’ın ‘itlaf’ çağrısına sert yanıt verdi. “Liberal İhanet tartışmasında Murat Belge’yi savunma topuna giren Sevan Nişanyan, bizler için ‘Bunlar organize vurucu tim. Aptal değiller, görevliler. İtlaftan başka çare yok’ diye yazmış, iyi mi! Yani hayvan gibi katledilsinler demiş. Liberal ve demokratlara bakar mısınız?” diyen Yanardağ, “Eski Birikimci, ‘yetmez ama evetçi’ Sevan Nişanyan, Murat Belge’yi eleştirenlerin ‘itlaf’ edilmesini, yani hayvan gibi öldürülmelerini istemiş. Kadına karşı şiddet suçundan yargılanan bu liberal soytarı, hangi yüzle insan içine çıkacak?” ifadelerini kullandı.
SEVAN NİŞANYAN’IN SİCİLİ
Yurtsever aydınların katledilmesini isteyen Sevan Nişanyan’ın geçmişi pisliklerle dolu.
Nişanyan, 2008’de eşi Müjde Tönbekici’nin başından aşağı bir kavanoz dolusu dışkı dökmesiyle gündeme gelmişti. Olay Müjde Tönbekici’nin jandarmaya sığınması sonrası ortaya çıkmıştı.
Bunun ardından yazarı olduğu Agos gazetesinin kadın çalışanları Nişanyan’ın yazılarının yayınlanmamasını istemişti. İstek reddedilince istifalar başlamıştı.
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından gazeteye genel yayın yönetmeni olan Etyen Mahçupyan bunu kabul etmedi. Mahçupyan Taraf’taki köşesinde bu taleplere şöyle yanıt vermişti:
“Bu yazar, yazılarına devam edecek. Feminist oldukları için buna tahammülü olmayanlar bizle ilişkilerini kesebilirler. Agos olarak sahip olduğumuz düstur ‘insan olan beri gelsin’den ibarettir. Geri kalan herkese uğurlar ola.”
Bunun üzerine Agos gazetesinde çalışan kadın gazeteciler, “cinsel şiddet gösterisi yapan Sevan Nişanyan’a sahip çıktığı için” gazete yönetimini eleştirerek istifa etti.
Etyen Mahçupyan, devrik Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gözde ismiydi…
Nişanyan, yaptığı aşağılık hareketi bir de savunmaya kalkmıştı:
“Müjde Hanım’ın, Şirince köyündeki ekonomik ve sosyal gücünü kullanarak, hemcinsi olan iyi niyetli birkaç genç kadına yönelttiği kasıtlı, planlı ve onur kırıcı psikolojik şiddeti protesto etmek ihtiyacını duydum. Şiddete şiddetle karşılık vermeyi doğru bulmadığım için, Müjde Hanım’ın davranışına tam olarak uyan sembolik bir jestle yetindim. Bunu, tüm bilgileri değerlendirdikten ve tarafları dinledikten sonra, açıkça yüzüne karşı yaptım. Üçüncü şahıslara karşı onurunun kırılmamasına da dikkat ettim. Bizde tipik olanın aksine, kıt bilgi ve bol hamasetle kendimi gaza getirip, ‘Pusu kur arkadan vur’ yöntemini seçmedim.”
SİT ALANINA ZORLA EV YAPTI
Nişanyan Şirince’de SİT alanındaki arazide iki kez mühürlenmesine rağmen ev yaptığı gerekçesiyle tutuklanmıştı. Nişanyan aleyhinde kesinleşen cezalar, mühür bozma ve 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet suçlarından dokuz ayrı dosyadan oluşuyordu.
Foça Açık Cezaevi’nde tutuklu bulunan yazar Sevan Nişanyan firar ederek yurt dışına çıktı. Nişanyan firarını, sosyal medya hesaplarından, “Kuş uçtu. Darısı geride kalan 80 milyonun başına” paylaşımı ile duyurmuştu.
Taraf, Agos ve Birikim yazarı Nişanyan hapisteyken de boş durmadı, AKP ideolojisine üretmeye devam etti. Öyle ki son ‘çalışma’sı ‘Yanlış Cumhuriyet’te Nişanyan, “Cumhuriyet ile padişahlıktan diktatörlüğe geçildiğini” bile söyleyebildi…
‘BUNLARIN LEŞİ ÇÖPLÜĞÜ KİRLETİR’
Merdan Yanardağ’ın açıklamalarından sonra Sevan Nişanyan, saldırısının yönünü Yanardağ’a çevirdi. Yanardağ’ın “Eski Birikimci, ‘yetmez ama evetçi’ Sevan Nişanyan, Murat Belge’yi eleştirenlerin ‘itlaf’ edilmesini, yani hayvan gibi öldürülmelerini istemiş. Kadına karşı şiddet suçundan yargılanan bu liberal soytarı, hangi yüzle insan içine çıkacak?” demesinin ardından Nişanyan, şöyle dedi:
Bunların leşi çöplüğü kirtletir.
SADECE LİBERAL BİR HAİN DEĞİL, AYNI ZAMANDA ALÇAK BİR YALANCI
Peş peşe küfürlü paylaşımlar yaptığı görülen Nişanyan, ayrıca Yanardağ’ın Enver Yücel isimli bir şahıstan kitap yazdırması karşılığında 50 bin dolar aldığını da iddia etti.
Bu iddialarla ilgili açıklama yapan Yanardağ, Nişanyan’ın alçak bir yalancı olduğunu, Enver Yücel diye birini tanımadığını söyledi. Daha sonra Google’dan bu ismi aradağını ve Yücel’in eski MHP’li, yeni AKP’li bir kişi olduğunu söyleyen Merdan Yanardağ, “Murat Belge’yi eleştiren yurtseverlerin, solcuların ve sosyalistlerin ‘itlaf’ edilmesi gerektiğini, yani hayvan gibi öldürülmelerini savunan ‘yetmez ama evetçi’ liberal Sevan Nişanyan, ortaya akıl almaz bir iftira attı. Halka ihanet eden yeni liberallerin en ahlaksızı galiba Sevan Nişanyan. Bahçeşehir Üniversitesi’nin sahibi Enver Yücel’i tanımıyorum. İktidar yanlısı biridir. Kadına şiddet uygulayan, dolandırıcılıktan mahkum bu soytarının peşini bırakmayacağım; iddiasını ispatlayamazsa onursuzdur” dedi.
‘UZAYA DA KAÇSA HESAP VERECEK!’
Nişanyan’ın yalanını “Ben siyasal tertipten (Ergenekon) yattığım cezaevinde (Muğla) tek başına kaldım. Kimse ile doğrudan irtibatım yoktu. Uzaktan hep iyi ilişkilerim oldu.Tümü beni severdi” sözleriyle çürütmesinden sonra Nişanyan tarafından engellenen Yanardağ, şöyle devam etti:
Sadece ‘Liberal İhanet’ yokmuş, bir da en adisinden, katliam savunucularının ‘Liberal yalancılık’ meziyeti varmış. Yarın Enver Yücel’i arayacağım. Kendimi tanıtıp, Nişanyan’dan söz ederek kitap yazdırmak için kime 50 bin dolar verdiğini soracağım.
S. Nişanyan adlı Murat Belge savunucusu liberal soytarı, kapağı attığı Yunanistan’tan akıl almaz yalan ve iftiralar yağdırıyor. Hayvan gibi öldürülmemizi (itlaf edilmemizi) isteyen bu soytarı, uzaya kaçsa hesap vermekten kurtulamayacak. Bir kenara yazın.
S. Nişanyan bahsinde son bir olasılık var; mesaj hesabı sahte olabilir. Çünkü, bu kadar alçakça bir katliam çağrısı ve akla hayale sığmaz bir yalan (E.Yücel’den para alındığı) söylenemez. Ya da bu adam biriyle beni/bizleri karıştırıyor. Nereden baksanız garip bir durum.
Liberal faşist S. Nişanyan şimdi Akit gazetesi yazarı olan Nurettin Veren’i tanık olarak göstermiş, iyi mi? Veren, FETÖ itirafçısı. İyi bir tutum takındı. Kendisiyle program ve röportaj yaptım, tanırım. Onu ve tanımadığım E.Yücel’i arayıp, sonucu Nişanyan’nın suratına çarpacağım.
S. Nişanyan biraz önce beni engellemiş.. Öyle anlaşılıyor ki, M.Belge’yi eleştiren devrimcilerin ve yurtseverlerin “itlaf” edilmesini savunan, kadına şiddet uygulayıcısı bu liberal faşist cevaplarımdan sonra iftiralarını sürdüremez hale geldi ve bir kez daha kaçtı.
http://www.abcgazetesi.com/liberal-soytaridan-belgeyi-ve-nesini-elestirenlere-bunlari-itlaf-etmek-lazim-80290h.htm
Murat Belge meselesinden ayrı olarak söylüyorum, bence Nişanyan’a yönelik tepkiler gayet normal.
Böyle kibirli bir dili olan adama aynı kibirle yanıt vermek neden yanlış olsun?
Benimle ilgili bir yanlış bilgi var. 1992 yılı sonunda anarşist olduğuma göre, o sırada 46 yaşındaymışım.
Tam tersi doğru. Kibirli bir adama kibirisiz yanıt verirsen haklı olursun. Gerçi kibirli yanıt her durumda yanlıştır.
Şeriatçı, yıkıcı ve dişlerini fırçalamayan çomarların ‘Anadolu Oligarşisi’nde yaşamak yerine,
Özgürlükçü, laik & seküler, yapıcı ve dişlerini fırçalayan insanların ‘Balkan Oligarşisi’nde yaşamayı tercih ederim.
”Anatolia”, güzelim toprağı ve iklimiyle ve ne yazık ki faşizan mayayla, sevecen, bilinçli, aydın, insancıl değerlerin yok edilmeye çalışıldığı bir karanlık evrende. Koca kurt Gün’ün çırpınıp yazarak söylediklerine bile beberuhi cevaplar saldırısı! ”Bugün bayram- bir kaşık ayran- sana da yeter bana da-” hoşgörüsünü, ukala, lafazan ayrımcılık ve şebeleklik nasıl anlasın?
Yurdun ayak basılmadık yerini bırakmamış ben eski eşkıyanız, insanlarımı gözlerinden değil, kalplerinden bilirim: Hiçbirine de önyargım, kesin kararım yoktur; severim hepsini. Şöyledirler böyledirler: İntikal ediyordum; bir dağ başında Ege’de, sahipsiz yörük mezarlarının yanından geçiyordum; yanda da Bizans-Yunan mezarları… Oradaki oğlak çobanı, ”Ayrım yeryüzünde, bak, kardeş kardeş yatıyorlar şimdi.” demişti. Yukarı Doğu’da çerçicilk yaptığım bölgede, sergimi açıp alışverişten sonra hava kararınca, bir küçücük köylü yanıma gelip yanıma oturmuş, kederli duruşumu seyredip, sonra gözlerime bakıp, sadece ”he kurban” demiş, evine götürüp yatılı misafir etmişti.Türk müyüm, kürt müyüm, şu muyum bumuyum; önemi yoktu. karadeniz denize yakın yukarılardaki bir yerde, firari günlerimde, sessizce girip bir köşesine-kahvehanenin soba kıyısına iliştiğimde, hepsi TRT 1’i kapatmış Gürcü radyosunu dinlerlerdi ve ertesi gün bir Hıristyan mezarını, sonra bir müslüman mezarını ziyaret ederlerdi. Harput’un oralarda içki de içilirdi, zikir de çekilirdi. ”Haçik” türküsü hala aklımdadır: ”Gel seni götürem İslam içine / sonra: Ben dinden dönesem kınarlar beni…” Neyse, bilip anlayamayacakları duygululukları pek anlatmak istemem zırto haziruna.
Belge, Nişanyan, firari, mülteci takıma, sövüp saydırma tavrı bir kötü insaniyetsizliktir. koca kurt Gün de ne güzel, tahmin ettiğim gibi, yanlışa düşmedi. Onda kalp ve beyin varmış.
Taylanlar maylanlar, Kaanlar maanlar, yanlış yolda ve bundan bihaberler. Bu İstanbul Bizansı yok eyler önce insanın kendisin. Kardeşi kardeşe düşman eylediğince bir de haklı hukuklu saydırtır kendisin. Ulusal mulusal tosbaa zihinlerle bir tavşanı bile anlık bakıp göremezler.
”İnsanseverlik” tek yaklaşımınız olduğu gün, kendinizi de seven çok olur.
Konu dışı ama burada dikkatimi çeken bir şeyle ilgili olduğu için yazıyorum.
Başkaları da farketmiş olabilir: Zileli’nin kendisine “Bey” diye hitap edilmesinden rahatsız olması.
Bunun nedeni, bu tür “feodalizm kalıntısı” lakap ve ünvanların, solun ve devrimcilerin de “ilericilik”leri nedeniyle sahip çıktığı Cumhuriyetçi modern toplum değerlerine ters düşmesi olmasın?
Kemalizm’i ve onun “tepeden inmeci” burjuva devrimlerini eleştiren ve “ulusalcı” olmayan devrimci sol kesimler bile bu ideallere sahip çıkmıyor mu? Örneğin, Marksist Tutum’un aşağıda alıntıladığım bir yazısında gördüğümüz gibi:
“Lâkap ve unvanların kaldırılmasıyla övünülür, ancak yasaklanan sıfatların birçoğu kullanılmaya devam edilmiştir; bugün bile ortalık “beyler”den, “hanımefendiler”den geçilmediği gibi, Kemalist devrimlerin koruyucusu sıfatlı generaller kendilerine “Paşa” denilmesinden büyük gurur duyarlar.”
http://marksist.net/ozgur_dogan/kemalizmin_alti_oku_ve_gercekler.htm
Bu konuda internette şöyle bir yorum okuduğumu da hatırlıyorum:
“26 Teşrinisani 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun” gereğince kullanılması “sözde” yasaklanmış kelimedir.
Tabii kişisel tercihlerle de ilgili olabilir. Şahsen ben de böyle hitap edilmekten pek hoşlanmam nedense.
Ö. İnce yanlış mı demiş?
“Şimdiye kadar birkaç kez “Çağına uyum sağlayamayan, çağının çağdaşı (modern) olamayan Müslüman dünyası yavaş yavaş çıldırmaya, delirmeye başlayacak” diye yazdım. Meğer, Amerika kıtasını 1178 yılında Müslüman denizciler keşfetmiş; Colombus,Kuba’da bir dağın tepesinde cami görmüş; Marmaray’ı Abdülmecid tasarlamış; Nuh Peygamber gemisinde cep telefonuyla konuşuyormuş; Google’ı ya da İnstagram’ı II.Abdülhamid Han Hazretleri keşfetmiş;asansörde bir erkekle halvet kalan bir kadına hamilelik bulaşırmış; yorgan ve çarşaflar şehvet uyandırırmış…Müslümanların (Müslüman halkımızdan itiraz gelmediği için) son yıllarda entelektüel dünyamıza seçkin armağanları bunlar…
…AKP iktidarında ortaya çıkan “ne oldum delisi olmak” durumu bu cenahta zırvalama çeşmesini iyice açtı, millet iyice mecnunlaştı; gerçek ile hayali (palavrayı) birbirinden ayırt edemez hale geldi.”
““Abdülhamid Han hazretleri tahtan indirilmeseydi, Osmanlı şimdi dünya birincisi olurdu” diye palavra atılıyor.
Son din, son peygamber, son kitap kuruntusu da bir başka sapma. Tevrat ve İncil gerçek değilmiş; bozulmuş, değiştirilmişmiş… Oysa Kuran’ın bir tek harfi bile değişmemiş. Sanki Kuran. Hz.Muhammed’e birinci hamur kağıda lüks basılı ve sert ciltli olarak gönderilmiş ve bu Kuran şimdi Kabe’de duruyormuş gibi.
Ağalar, beyler, Hz.Muhammed kendisine nazil olan ayetleri söyledi ve bazı sahabeler (ashab) bu sözleri, taş üzerine, ağaç kabuğu ya da palmiye yaprağı üzerine, tahta ve deri (post) parçası üzerine yazdılar. Hz.Muhammed öldüğü zaman Kuran diye bir kitap yoktu. Ayetlerin nasıl Kuran’laştığını merak edenler, Arif Tekin’in kitabını okuyabilir. Halife Ebubekir ve Hz.Ömer zamanlarında, Hz.Ömer döneminde ayet derleme çalışmaları oldu ve Kuran Halife Osman döneminde mushaflaştı (kitaplaştı). Hz.Osman kendi mushafının dışında kalan bütün derlemeleri yok ettirdi, ortadan kaldırttı. Hz.Osman mushafını derleyen “seçme derlemeciler” de muktedirleri memnun edecek şekilde ayetler üzerinde oynadılar. Demek oluyor ki şu anda okunan Kuran metni, Hz.Muhammed’e inen metin değil. Özgün metin de olsa önemi yok, çünkü her imam sanki bir derebeyi, canı istediği zaman kendini tarikat şeyhi ilan edip Hz.Muhammed’in aracılığını iptal edebilir.
Din cahil halkın afyonudur, eroinidir. Bu dinin ne Allah’ı ne peygamberi ne de Kitab’ı vardır. Herşey hurafedir, sözlü gelenektir. On altı yıllık AKP saltanatı bu sapkın cehaleti iyice azdırdı. Kadın ve cinsiyetten başka bir sorunları yok bunların. Adamlar budak deliği karşısında bile tahrik oluyorlar. Yakında hepimiz önümüzü ve arkamızı korumak için bekâret kemeri takmak zorunda kalacağız gibi…
Bu adamların ağzından “aşk” sözcüğünü duyan var mı? Aşk!…
…Aşk?! Aşık ol(a)mazsan yatağa yorgana sulanırsın, kadını budak deliği olarak görürsün, kendi kendini iktidarsızlaştırırsın. Mısır Çarşısı’na gidip macun alman da, viagra da işe yaramaz artık! Kabadayıya sormuşlar, sen hiç aşık oldun mu diye. “Abim, tam oluyordum ki polisler bastı” demiş. Kabadayı, yorgancıdan çok daha insan.
Yobaz tayfası ulema, hacı ve hoca, budak deliğinden tahrik olmadıkları, maslahat elde gezmedikleri zaman Müslüman dünyası belki çağa, asra, zamana, yüzyıla uyum sağlayabilir; dünya tacizden kendisi de çıldırmaktan kurtulabilir.”
http://ozdemirince.com/davul-tozu-minare-golgesi/
Bir de beburuhinin bir yandan çarklısı da boşboğazlığın, kendisini bilmezliğin ummanında Anadolu – Balkan vb. ayrımcılık kurgulayıp duruyor; zihniyeti medrese-merdivenaltı tarik- sığ ve sağ kirli kilimlerde müteşekkil. İnsan olmaya gelmemiş ki; ”İnsan olmaya geldim.” bilincinde olsun; bir yanları kırılıp ufalanasıca.
Liberal İĞRENÇ bir sözcüktür.
Ama “Ulusalcı” böyle bir sözcük değildir mesela. Gayet normal bir sözcüktür.
Burada “Ulusolcu Merdan” haklı, “Liboş Sevan” değil.
Bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim.
Liberal ihanet tartışmasında kendisine şahsi olarak saldırıldığı için Gün Zileli şimdi ulusalcılara karşı liberallerin yanında konumlanmak zorunda kalıyor.
Yoksa kendisi şimdiye kadar ulusal solcu kesimi hep korudu kolladı.
Şimdi bakmayın onları eleştirmek zorunda kaldığına, “sinik stalinistler, ulusal bayrakçı ulusalcılar” yakıştırmalarına.
“Hiçbir yazımda TKP’yi ulusalcı olarak değerlendirmedim. Bu partiyi her zaman devrimci saflardaki sol hareket içinde değerlendirdim” diye yazan bir kaç sene önce yine aynı Gün Zileli’ydi.
Kendisine saldırılar azalsın hele bir, ulusalcı dostlarına gül atmaya kaldığı yerden devam edecektir.
diktatörlüğe karşı çıktıkları ölçüde elbette. Diktatörlük dışında kimseyle kan davam yok.
Liberallere karşı gözünü kan bürümüş ulusalcılar, bugün olduğu gibi devlete ve iktidara yakın durdukları sürece (en aşırı örneği vp’dir) eelbette hak ettikleri eleştiriyi alacaklardır.
“Bu dinin ne Allah’ı ne peygamberi ne de Kitab’ı vardır. Herşey hurafedir, sözlü gelenektir.”
Attila İlhan’ın (nur içinde yatsın) bir ifadesiyle ;
“Çerçeveletilip , duvara asılacak bir söz !”
“Özgürlükçü, laik & seküler, yapıcı ve dişlerini fırçalayan insanların ‘Balkan Oligarşisi’nde yaşamayı tercih ederim.”
Kuzguna yavrusu sahin gorunurmus..
Orasi oyle de, kimsenin nerede yasayacagi konusundaki ozgur tercihine de karisilmasi gerekmiyor ki.
Bunun onculu de var zaten:
Ulu buyuk ve basimizdan golgesi bile eksilmeyesi kurtaricimizin ustun gayretleri sonucunda ‘Hatay Sorunu’nun ‘cozum’u saglandiginda, bolgede yasayanlara ‘orada mi olmak istersin, burada mi?’ sorulmus ve ‘burada degil de orada’ olmak isteyenlere 18 ay muhlet verilmisti.
Tahminlere gore, muhletin bitiminde, toplam 50 bin kisi –Sunni Araplar, Nusayriler, Ermeniler vs– Turkiye’deki ‘özgürlükçü, laik & seküler, yapıcı ve dişlerini fırçalayan insanlar’ yerine, tasi taragi toplayip, Fransiz yonetimi altindaki Suriye’ye goc etmisti.
Yani, diyecegim odur ki, demokrasilerde, malum, care tukenmez.
Hele de ‘Kemalist demokrasi’de hic.
‘Kadir Mısıroğlu diye bir soytarı var’
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kurtuluş Savaşı için ‘Keşke Yunan galip gelseydi’ diyen Kadir Mısıroğlu ile “Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler var. Ahır olarak kullanılan camiler var” diyen ÇOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Abdullah Akın’ı sert şekilde eleştirdi.
“Kadir Mısıroğlu diye bir soytarı var. Bu öyle bir soytarı ki keşke Yunan galip gelseydi diyor. Bu soytarıya önce sarayın kapısını açtılar başköşeye oturttular. Yetmedi, hastalandı sözde, Erdoğan onu ziyarete gitti. Arkasından meclis başkanı da ziyarete gitti. Çok açık soruyorum, Sevgili Recep Bey sen Kadir Mısıroğlu’nun görüşlerini paylaşıyor musun? O, milli kurtuluş savaşına ve vatana ihanet etti. Sen de bu ihanetin bir parçası mısın? Bu tür soytarıların dışarıda tutulması lazım. Bir cumhurbaşkanı gidip bu soytarılarla muhatap oluyorsa o da vatana ihanetin bir parçasıdır. Bir soytarı daha var. Bu da akademisyen. İlahiyatçı aynı zamanda. Abdullah Akın. Çanakkale Üniversitesi’nde görev yapıyor. Diyor ki ‘Çanakkale ve Bursa’da genelev olarak kullanılan camiler vardı’ diyor. Bu soytarıya da acaba Recep Bey ve Meclis Başkanı gidecek mi? Güzel söyledin diyecek mi? İnsanların ibadet ettiği bir yerlere herkesin saygı göstermesi lazım. Barış isteyen akademisyenleri kapının önüne koyacaksın, bu tür soytarılara ise ses çıkarmayacaksın. Bir hükümet bu tür soytarılara ses çıkarmıyorsa o soytarılığın bir parçası olur.”
İtlaf diyor gün zileli itlaf! Sen de buna münasebetsiz deyip geciyorsun. Bu açık ölüm tehdidini hoş goruyorsun. Yaptığın şey bu. Ulkemin Anarsisti bile faşistliği hos görüyor.
Gün Bey sorum size:
Bu sayfada devam etmekte olan karşılıklı atışmaları hariç tutarak ve ‘Hepimiz Kardeşiz’ şarkısından uzak durarak soruyorum:
Şu an grupların birbirini karşılıklı ‘linç’ ettiği, geçmişteki olayları ısıtıp ısıtıp getirip suratlarına karşılıklı boca ettiği bir süreçten geçiyor, muhalefet çevreleri.
‘Murat Belge’ ismi bir simge hâline getirilerek, geçmişte AKP’ye destek vermiş olanların bugün niçin günah çıkarmadıkları sorgulanıyor, kolektif linç kampanyası almış başını gidiyor.
‘AKP diktatörlüğü’ne karşı Murat Belge gibilerin bugün muhalif kesilmesini ise, yaklaşan ‘mutlak AKP totalitarizmi’ tehlikesini öngörebilen Gün Zileli gibi kişiler, doğru tavır olarak kabul ediyor.
Taylan Kara, Kaan Arslanoğlu, Doğu Perinçek, Yavuz Alogan, Nedim Şener, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay, İlker Başbuğ, İlber Ortaylı, Merdan Yanardağ, Soner Yalçın … bu isimleri çoğaltabiliriz. Bu isimler, sırf, özellikle 15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğü yönünde siyaset icra ettiğine inandıkları Recep Tayyip Erdoğan’a ve AKP’ye olan geçmişteki keskin söylemlerini bugün epey azalttılar, hâttâ bu isimlerden bazıları köşe yazılarında, ‘Erdoğan’ isminden hiç bahsetmez oldu.
Size sorum şu:
Eğer 2019 seçimlerinden önce erken seçim olursa veya seçimler erkene alınmadan vaktinde yapılırsa:
Hiç bir araya gelmeyeceği düşünülen tarafların bir araya geldiği bir ‘yan yana duruş’ gerçekleşmeyecek mi?
Gün Zileli’nin, T.C. vatandaşlığından çıkarılması sebebiyle, istese bile oy veremediğini biliyoruz. Eğer oy verebilse, Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidardan indirmek için, mutlaka bir şeyler yapar. Oy veremese bile, örneğin, 2010 referandumunu ‘boykot’ etmekle hata yaptığını, aslında ‘hayır’ denmesi gerektiğini artık kabul ediyor Zileli. 2017 referandumunda ise, ‘hayır’ verilmesi gerektiğini açık açık yazdı.
2019 seçimlerinde:
Şu an atışmalı olduğunuz Taylan Kara, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.
Şu an atışmalı olduğunuz Kaan Arslanoğlu, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.
Şu an atışmalı olduğunuz Doğu Perinçek, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.
Şu an atışmalı olduğunuz Yavuz Alogan, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.
Şu an atışmalı olduğunuz Merdan Yanardağ, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.
Bu isimleri çoğaltabiliriz.
2019 seçimlerine yaklaşırken, şu an birbirinize laf attığınız kişilerle, sırf Erdoğan’ı iktidardan indirmek için, yan yana durmak zorunda kalmayacak mısınız? Tarihin akışı, bu ortaklığı yine dayatmayacak mı?
Cevabınız ‘evet’se, bugün, grupların birbirine bu kadar hınçla yüklenmesinin sebepleri ne?
Not: Soruyu size sordum. Yukarıda isimleri yazılı kişilere de sormayı istedim ama onların yorum-soru pencereleri ya yok, ya da aktif ama takip etmiyorlar.
Önce bir düzeltme yapayım. iki yıl önce vatandaşlığa geri alınma başvurusu yaptım ve şu an vatandaşlığı geri almış bulunuyorum. Yukarıda sözünü ettiğiniz isimlerden DP (VP) şu anda diktatörlüğün saflarndadır. Onların dışında diktatörlüğe karşı olduğunu söyleyen herkesle omuz omuza olurum. Ayrıca hınçla yüklenmeyi de doğru bulmuyorum. Söz konusu yazımda da bunu belirttiğimi sanıyorum. Sorunuz için teşekkürler.
“şu an vatandaşlığı geri almış bulunuyorum.”
Hukumetin zerre kadar espri anlayisi olsa, sizi askere cagirir ve vatandaslik odevinizi yerine getirmesini isterdi 😉
Sonra da, tabii ki, ilk cikacak sefer gorev emirleri arasina dahil etmek.. 🙂
Ama, dedigim gibi, nerde bizde oyle rafine espri anlayisi.
“[..] bugün, grupların birbirine bu kadar hınçla yüklenmesinin sebepleri ne?”
Bunun cevabini unlu siyaset bilimcimiz Sezen Aksu, ‘Beni al, beni al, onu alma!’ seklinde pek de guzel ozetlemisti.
Soz konusu eserin daha detayli halini surada gorebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=XTNWD9FeZ20
“Şu an atışmalı olduğunuz Doğu Perinçek, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.”
“Şu an atışmalı olduğunuz Yavuz Alogan, Erdoğan’a (AKP’ye) karşı oy verecek.”
Emin misiniz?
Bunu bir düşünelim.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk turda Erdoğan, Akşener, CHP adayı, 100 bin imza toplayabilirse Doğu Perinçek, HDP adayı ve belki bir kaç kişinin daha yarışması bekleniyor.
İkinci tura ise Erdoğan ve Akşener veya CHP adayının kalacağı öngörülüyor.
Bu yeni durumda Vatan Partisi asla ve kat’a Akşener’i desteklemez. Zira bütün propagandalarını Akşener’in fetöcü olduğu algısı üzerine kurmuş durumdalar.
CHP adayı ikinci tura kalırsa HDP çevreleri CHP adayına destek çağrısı yapacaktır. Vatan Partisi’nin CHP adayına oy vermemesi için yeterli bir sebeptir bu.
Bu durumda ikinci turda Perinçek AKP’ye destek çağrısı yapacaktır.
Yavuz Alogan’ın da parti disiplini gereği bu çağrıya uyması beklenir.
10 benzemezi aynı torbaya doldurmussunuz.Merdan yanardagla ortayli nin ne alakası var. Yanardağ akp yi mi elestirmiyor? Kaan Arslanoğlu’nun onlarca yazısı var akp ye karşı. Taylan kara nin akp yi destekledigini nerden çıkardınız. Perincek grubu akp yi destekliyor. Ama herkesi aynı torbaya dolduramazsiniz. Uyduruk bir soru bu. Gun zileli Bu ülkede tek muhalifi kendisi zannediyor.
yok canım, nerden çıkardınız. Ayrıca soruyu soran ben değilim.
yanılıyorsunuz. Hastanede ameliyattan çıktığım 1 saat olmuşken asayiş polisten 2 polis geldi. Yoklama kaçağıymışım. Yani kısacası, ya hükümet sizin ummadığınız kadar espri duygusuna sahipti ya da ciddiydi. Polisler durumumu görünce bir zabıt tutup gittiler. 15 gün içinde en yakın askerlik şubesine gitmem gerekiyormuş. Geçen hafta bir arkadaşımla gittim. Tam bir bürokrasi. Efendim, nüfusa kayıtlı olduğum yerin askerlik şubesine yazacaklarmış da oradan gelen cevaba göre falan filan… Bu işlemler ne kadar sürer bilemiyorum ama sanırım anlattıklarımla sizi sevindirmişimdir.
Aşağıdaki iki alıntı da, azılı bir AKP karşıtının değil, bugünün AKP iktidarı destekçisi ve sol karşıtı – hatta düşmanı denebilecek – bir kalemi olan aynı liberal – hatta belki de liberal bile denemeyecek kadar iktidar yandaşı – kişinin eseridir:
1)
“…bir zamanlar Kemalistlerin “anti-Osmanlı” bir nihilizme girmiş olmaları gibi, şimdi de topyekûn “anti-Kemalizm” moda; ve bugünün çoğulcu değerlerini 1930’larda da başvurulabilecek bir tercih, gerçek bir alternatif gibi göstermek (dolayısıyla “reddediliş”lerinin günahını ağırlaştırmak?), ya da bu değerler açısından o günün insanları ve söylemlerini hicvetmek eğilimi, yazılanların bir bölümünü tarih çalışması olmaktan çok retrospektif siyasal polemik karakterine büründürüyor.”
2)
“… Türkiye’de ise çok farklı bir durum sözkonusudur, çünkü toplumumuz hâlâ kendi Ortaçağı ile, Ortaçağ kalıntısı sınıf ve zümrelerin ekonomik çıkarları, siyasi partileri, düşünsel savunularıyla cebelleşiyor…
… Yeni Türk devletinin bu noktadaki problemi, Osmanlı’dan yeterince kopamamaktı…”
“Bu işlemler ne kadar sürer bilemiyorum ama sanırım anlattıklarımla sizi sevindirmişimdir.”
Yok. Sevinmedim.
Tebessum etmedim degil; ama, sevinmedim.
Niye sevineyim.
Ama, tebessum edisimin sebebi, guzel yurdumda bazi seylerin degismedigini gormekten.
Beni, askerligimi yaptiktan sonra, ‘artik benimle isleri kalmamistir’ diye dusunurken, ‘yoklama kacagi’ oldugum sebebiyle iki ayri defa isyerine gelen (neden eve degil de isyerine geldikleri hakkinda hicbir fikrim yok) polislere daha fazla mahcup olmamak icin gidip karakolda ifade vermistim. Kutugumun oldugu askerlik subesine gidecekmis o ifadem.
Gitti mi, gitmedi mi; bilmiyorum.
O gun bugun arayan soran olmadi.
O ifadenin bir kopyasini aldim mi; aldiysam nerededir; hangi karakoldu filan hatirlamiyorum.
Yarin birisi cikip beni bunca senedir ‘yoklama kacagi’ oldugum gerekcesiyle tutuklarsa, sasirmam.
Bu memleket boyle.
İhtiyar çoban’ın niçin Nişanyan mişanyan konusunda Zileli’ye katıldığı anlaşılıyor.
Değil mi, Necip mecip?
Kılıçdaroğlu Çek Cumhuriyeti mahkemesinin Salih Müslim’i serbest bırakmasıyla ilgili şöyle konuşmuş;
“Hangi gerekçeyle bırakıldı onu bilmiyorum. Asıl sorumlu AKP hükümetidir. Yani siz Salih Müslim’i Yargıtay kararı varken Türkiye’ye davet ettiniz, altına kırmızı halılar serdiniz, kabul ettiniz, yemek yediniz; üstelik Yargıtay kararı varken. Bu adam eğer terörist ise hazır ayağına kadar gelmiş, götürürsün polise teslim edersin olur. Ama bunlar yapılmadı”
Necip koş, kaçırma bunu! Yazı ve yazan tam uymuş birbirlerine!
–
“‘Sivil öldürecek olsak şu semtlerden başlarız’ ne demek?!
Gülse Birsel
Aynı isimle gazetesi de olan bir TV kanalının sunucusu, Zeytin Dalı Harekâtı’ndan bahsedip, Türk ordusunun sivillere zarar vermek için orada olmadığını anlatırken, nedense, konuyla ne alakası varsa, şu korkunç cümlelerle sözüne devam ediyor “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler, değil mi? Bir sürü hain var, Türkiye Büyük Millet Meclisi var…”
Dehşet verici! Korkunç!
Adam millet meclisine gidip sivil öldürmekten bahsediyor. Bazı semtlere gidip katliam yapmaktan bahsediyor.
Bu nasıl kafa?
Hangi farklı suçların kapsamına giriyor bilmem ama Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne saldırıdan, halkı kin ve düşmanlığa, tahrike, aşağılamadan şiddet çağrısına, bu nefret söylemi, eminim pek çok başlık altında ceza alacaktır.
Almalıdır! Almazsa, o hukukçulardan da şüphe edilmelidir.
Tüm partilere mensup siyasetçilerden de açıklama bekliyorum bir Türk vatandaşı olarak! Bu insanların yarattığı ayrışmayı, vatandaş arasında ektikleri kin ve nefreti, oluşturabilecekleri potansiyel tehlikeyi, memlekete verdikleri zararı birçok terör örgütü uğraşsa da veremez.
Bu ülkede hiçbir vatandaş, yaşadığı semt, şehir, hayat görüşü, mesleği, dini, ırkı vs. yüzünden vatan haini ilan edilemez, hedef gösterilemez!
Her vatandaşın temel hakları için Türkiye Cumhuriyeti’nde suç işlememiş herkesin gönül rahatlığıyla evinde oturması, sokakta dolaşması için bir daha hiçbir şuursuzun, hiçbir saldırganın böyle konuşamaması, bu milleti birbirine düşman edememesi için emsal niteliğinde bir ceza bekliyoruz!”
–
Gerçi “katliam yapmaktan bahse”tmemiş, “öldürecek olsaydık onlardan başlardık” demiş ama neyse.
Söylenen cümlenin de konuyla alakası bal gibi anlaşılır zaten haberi okunmadan bile [“Balkan/Anadolu oligarşileri çatışması” mı desek Necip gibi?], ama yine de okumamış olanlar için aktaralım;
“Programın sunucusu Ahmet Keser, terör örgütü yandaşlarının ‘Afrin’de sivil ölüm’ kara propagandasına tepki gösterirken şoke eden sözlere imza atmıştı. Keser, “Sivil öldürecek olsak Cihangir’den başlarız, Nişantaşı, Etiler dimi yani bir sürü hain var. Türkiye Büyük Millet Meclisi var” ifadelerini kullanmıştı.”
Bu arada;
– “Türkiye Büyük Millet Meclisi’n”deki HDP’li milletvekillerine yapılanlara sessiz kaldınız da neden şimdi ayağa kalkıyorsunuz?
diye sormayalım bile, değil mi?
O yıllarda, yönetim zaten ‘Fransız’ etkisi altında olmasına rağmen, belli ki, ‘çomarlık’ Suriye halkları temelinde yaygındı. Hatay’daki çomarlar, hem coğrafi hem kültürel olarak yakın buldukları, ‘çomar Suriye oligarşisi’ne göç etmeyi münasip görmüş, çekmiş gitmişler. Tahmini 50 bin kişi de olsa, iyidir, en azından o kadar çomar azalmış Türkiye’den taaa o yıllarda. Ki gittikleri Suriye’de, yıllar geçtikçe, o 50 bin kişinin çocukları, torunları, özgürlüğün kıymetini, laikliğin & sekülerliğin kıymetini, yapıcı olmanın kıymetini, dişleri fırçalamanın kıymetini, ‘Fransız’ etkisi altında olan Suriye hükümetleri aracılığı ile öğrendiler.
Suriye’de, ‘Fransız etkisi’ iktidarı kaptırmadı, bugünlere gelebildi. Bugün bu iktidarı yıkmak için çok kanlı bir savaş sürüyor ama galip çıkan (‘Fransız etkisi‘ yıllarında doğup büyüyen) Bashar al-Assad olacak, çünkü Suriye halkları, özgürlüğe, laikliğe & sekülerliğe, yapıcı olmaya, dişleri fırçalamaya devam etmek istiyor, ‘çomarlık’ istemiyor.
Türkiye ise, ‘Balkan etkisi*’ iktidarını büsbütün kaptırmamak için, ‘Anadolu çomarları’nın başlatacağı savaşa hazırlanıyor.
(* Aslında Mustafa Kemal ve çevresi her ne kadar ‘Balkanlar’ dahil farklı farklı bölgelerde doğmuş olsa da, burada mesele, ‘akıl’dır. M. Kemal ve çevresi de ‘Fransız’ ekolünü aklen kabul etmiştir, iyi ki de etmiştir. ‘Balkan’ isminin öne çıkması, doğdukları yerlerin çoğunun Balkan ülkeleri olmasındandır, başka bir sebebi yoktur. Yeter ki akılları ‘Fransız’ ekolünden olsun. Rousseau’nun tespitlerini, Voltaire’in tespitlerini, Montesquieu’nun tespitlerini, Diderot’nun tespitlerini anlamış ve Türkiye’yi bu tespitler ışığında aydınlık yarınlara taşımak için mücadele eden o insanlar, ne güzel insanlardı. Sadece ‘Fransız’ ekolü ile de sınırlı tutulamaz. ‘Akıl’ söz konusu olduğuna göre, Thomas More’un tespitleri, John Stuart Mill’in tespitleri, Aristoteles’in tespitleri, Karl Marx’ın tespitleri, Giordano Bruno’nun tespitleri, Carl Friedrich Gauss’un tespitleri, Isaac Newton’un tespitleri, Charles Darwin’in tespitleri, John Locke’un tespitleri gibi değerlerin yaydığı ışık da M. Kemal’e ve çevresine tesir etti, Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımak için bütün bu ışıklardan yararlandılar. Bugün, meydan, ‘Anadolu çomarları’nın sığlığına, sapıklığına, yıkıcılığına, savaş çığırtkanlığına terk edildi. Yazık…)
Suriye’de, iktidarı özgürlükçülerin elinde tutabilmesi sayesinde, ‘çomar Suriye oligarşisi’ gittikçe eridi, halklar, çomarlığı yıllar geçtikçe terk etti. Bugün, Suriye halkları arasında ‘çomar Suriye oligarşisi’ni istemeyen insanlar çok. 1938-39’lardan 2018’lere, nereden nereye gelmişler, ne güzel. 2011’den günümüze süren savaş sonlandığında, Suriye’de, ‘çomarlığın son kırıtıntıları’, tarihin çöplüğünde kaybolacak, Suriye’de hayat daha güzel olacak.
Türkiye’de tam tersi oldu.
Özgürlükçü, laik & seküler, yapıcı ve dişlerini fırçalayan insanlar iktidarı,
Şeriatçı, yıkıcı ve dişlerini fırçalamayan, ‘Anadolu Oligarşisi’ hayalini kuran çomarlara büyük ölçüde kaptırdı.
2018’deyiz. ‘Asma al-Assad’ ile ‘Emine Erdoğan’a bakalım. Asma’nın özgürlükçü olması, Emine’nin şeriatçı olması. Fark ortada.
Türkiye’de, bu ‘Anadolu çomarları’ iyice sapıtırsa, işi kan dökmeye kadar vardırırsa, eee özgürlükçülerin de elleri armut toplamıyor. Özgürlükçüler hayatlarını koruyabilmek için, ‘Anadolu çomarları’nın saldırılarıyla yüzleşmeye mecbur kalacak.
İlk taşı kim atacak? Cevap: Anadolu çomarları.
İlk kurşunu kim sıkacak? Cevap: Anadolu çomarları.
Şeriatçı, yıkıcı ve dişlerini fırçalamayan ‘Anadolu çomarları’, özgürlükçü, laik & seküler, yapıcı ve dişlerini fırçalayan insanlara saldıracak.
Kan dökülecek mi? Cevap: Ne yazık ki, evet.
Kan dökülmesinin yolunu açan savaşı kim başlatacak? Cevap: Anadolu çomarları.
Savaşın sonucu ne olacak? Cevap: Savaş bittikten sonra belli olacak.
“Dehşet verici! Korkunç!”
Ben, bu korkuyu anlayabildigimi saniyorum.
Eline firsat gectigi andan itibaren, buyuk halk kitlelerini, cogunlugu ‘oteki’ saymis, ona gudulecek bir suru muameleri yapmis iseniz (o zumreden iseniz, ya da o zumreye aidiyetinizi gogsunuzu gere gere soyleyenlerdenseniz), tabii ki, (soz konusu sumre) elden ayaktan dusmege baslayinca bu tur bir korku anlamli olmaga baslar.
Yani, bizim yaptigimizi (ya da bizim taptigimizin yaptigini) ya bize yaparlarsa..
Bu durustan, sozkonusu zumrenin iktidarinin (oligarisisinin) elden ayaktan dusmekte oldugunu cikarsabiliriz; ama, hala daha, kuyrugu dik tutmak adina, azicik ustenci, azicik da ahlakciliga burunmus tavirlar sergileniyor.
Yani, ‘biz ettik, siz etmeyin’ noktasina henuz gelinmis degil, tam olarak.
“Savaşın sonucu ne olacak? Cevap: Savaş bittikten sonra belli olacak.”
Ben, savasin –essentially– bittigi kanaatindeyim.
Tek fark, henuz ‘collateral damage’ (‘dogrudan hedefte olmayan zaiat’) kategorisindekiler henuz durumun idrakinde degiller.
Son gelişmeler ışığında Gün Zileli’nin en iyiden en kötüye doğru devrimci değerler sıralaması şu şekilde:
1. Anarşistler: Elbette en devrimci kesim her zaman anarşistlerdir ama Türkiye’de Gün Zileli dışında anarşist olmadığından burayı boş küme kabul ediyoruz.
2. Stalinistler: Gün Zileli için bunlar kandırılmış afacan çocuklardır. İyi niyetli, temiz, militan, yer yer goşist, ağzı bozuk bu kesimin gençleri Gün Zileli’ye Gün abi diye hitap ettikçe Gün Zileli mesut olur. Batı solundan farklı olarak Türkiye’de stalinistlerin borusu fazla öttüğünden Gün Zileli bu kesimin şefleriyle iyi geçinmeye çalışır.
3. Ulusalcılar: Her ne kadar Gün Zileli twitter’da liberalizmi ulusalcılığa tercih ettiğini yazmışsa da Türkiye’de ulusal sosyalist kesim (TKP; ÖDP, BHH) hükümete karşı keskin muhalif, ağzı bozuk, ağzı iyi laf eden, daha sağlam demagogluk yapan duruşunu koruduğu için liberallere kıyasla tercih edilesidir.
4. Liberaller: Hem bazı ulusal sosyalistler tarafından son zamanda şahsi saldırıya uğradığından hem de kitaplarını Murat Belge’nin kurucusu olduğu yayınevinden çıkardığından Gün Zileli son zamanda liberal solcularla aynı pozisyonda bir görüntü vermektedir ama bu geçicidir.
Sonuç olarak Gün Zileli’nin solda kendini en rahat hissettiği yer, işbu yazıdaki 2 ve 3 numaralar arasında bir yerlerdir yani, afacan çocuk stalinistlerle VP’li olmayan ulusalcı solcular arasında bir yer.
CUMHURDELİ delirdikce deliriyor.
Haklı.
Delirmesisinde ne yapsın?
40 gün oldu hâlâ sinirdalar..
Çenesi yorulmad ama..askerde ,şu çeneni kapatda savaşalım,diyordur..
Düşünüyor bu CUMHURDELİ,ya bu askardeki olanaklar afrinlilerin elinde olsaydı?!..
Tanklar, F-16 lar,vs.?!..
Vede bizimkinlerde olmasaydı?!..yok!onu düşünmez, düşünmek istemez..
Afrinliler özgürlük anıtını dikecekler!
Zeytin ağaçları içinde..
Stalingrad daki ozgurluk anıt mı yoksa Newyork taki anitmi, önemli değil..
Bana kalırsa her ikiside!..
Çok da güzel yaraşır..
RTE = Necip = Nasname
RTE:
“Bizim Münbiç konusundaki tavrımız öteden beri net. Orada terör örgütü olmamalıdır. Münbiç’in asıl sahibi kim? Araplar. Oranın asli sakinleri arasındaki Arapların oranı yüzde 90-95. Fakat bu insanlar oradan çıkarıldı. Şimdi oranın asli sakinleri olan Arap aşiretleri, orayı koruma konusunda kararlılar. Biz Münbiç’in asli sakinlerine teslim edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Dün olduğu gibi bugün de bunu savunuyoruz. Bunu Rex Tillerson’a da söyledik. Münbiç, Münbiçlilerin olmalı.”
Necip:
“Bizim Anadolu konusundaki tavrımız öteden beri net. Orada Balkan Oligarşisi olmamalıdır. Anadolu’nun asıl sahibi kim? Anadolu’lular. Oranın asli sakinleri arasındaki Anadolu’luların oranı yüzde 90-95. Şimdi oranın asli sakinleri olan Anadolu halkı, orayı koruma konusunda kararlılar. Biz Anadolu’nun asli sakinlerine teslim edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Dün olduğu gibi bugün de bunu savunuyoruz. Bunu Balkan Oligarkları’na da söyledik. Anadolu, Anadolu’luların olmalı.”
Nasname:
“Bizim Kuzey Kürdistan konusundaki tavrımız öteden beri net. Orada işgal devleti olmamalıdır. Kuzey Kürdistan’ın asıl sahibi kim? Kürdler. Oranın asli sakinleri arasındaki Kürdlerin oranı yüzde 90-95. Fakat bu insanlar oradan çıkarılmakta. Şimdi oranın asli sakinleri olan Kürd ulusalcıları, orayı koruma konusunda kararlılar. Biz Kuzey Kürdistan’ın asli sakinlerine teslim edilmesi gerektiğini savunuyoruz. Dün olduğu gibi bugün de bunu savunuyoruz. Bunu RTE’ye de söyledik. Kuzey Kürdistan, Kuzey Kürdistan’lıların olmalı.”
“Eski” Merkez-Çevre çatışmaları merhum Şerif Mardin’le birlikte, hatta onun gidişinden önce bile gitti, bitti, tarih oldu.
Şimdi “Yeni” Merkez-Çevre çatışmaları var artık.
Bir tarafta yeni “Merkez”,
Diğer tarafta ise Gezi ve Kobani protestolarında açığa çıkan halk isyanları, 17 Aralık ve 15 Temmuz girişimleri, ve Başkanlık rejimi karşıtı 16 Nisan cephesi gibi yeni “Çevre” hareketleri.
The enemy of my enemy is my friend. And the Anatolian Oligarchy is my enemy.
Realistic Mr. Necip is trying to say us:
“It is impossible to overthrow the AKP government, especially by your revolutionist ways.”
And he wants to add:
“We live in a real world; come back to it. If you follow your thoughts through to conclusion, they will take us to a place we cannot go, regardless of the way we think about the current power.”
From an Anatolian citizen – named Necip – to the AKP leader, who brought an end Balkanian Oligarchy tyranny:
Before you came into my life
I missed you so bad
And you should know that
So call me maybe
https://www.youtube.com/watch?v=fWNaR-rxAic
Necip said:
“The mighty Erdoğan. When I found him, oh, I saw what all masters live to see. Raw, untamed power! And beyond that, something truly special: The potential of a leader who could brought an end the Balkanian Oligarchy rule!”
Hi, maybe; how are things?
“And the Anatolian Oligarchy is my enemy.”
When your so-called ‘friends’ are drifting further away by the minute and fading at the same time; all that remains is the uneasing/unnerving feeling that the implantors who put your ‘friends’ (the less-than-5%) in charge of oppressing the rest of the population are in no position to come to your/their aid..
You feel like an abandoned child.
I can see how disturbing it must be.
“[..] by your revolutionist ways”
There’s no ‘revolutionist way’.
Revolutions do not happen just because revolutionists want it to do so.
Revolutionists, in fact, are free rider wannabes that hope to hijack a major social upheaval that happened because of a natural calamity or something similar in magnitude.
“İktidarı devirme” hırsınızla başkalarının kalplerini kırmayın! Bilhassa sizi seven kadınların kalplerini;
https://pbs.twimg.com/media/DTDRR5NXcAA67l-.jpg
Keep in your mind, Erdoganist Necip,
The so-called ‘friends’ are being drifted further away by ‘your master’.
Your master and the slaves like you are bringing a slow motion catastrophe.
Remember, when your master is done with you, he is gonna screw you in the most uncaring way and you are gonna be the most pathetic abandoned child on earth…
Odunu – pardon Necip’i aday göstersem seçtiririm!
Başkanlığa giden yolda Anayasa’yı bir kere delmekle bir şey olmaz! Hatta on kere, yüz kere delmekle, delik deşik etmekle bile hiçbir şey olmaz!
Halkın seçtiği Başkan her şeyi çiğneyip delik deşik edebilir!
Son Balkan Oligarşisi devletini de yıktık!
Hangi taşı kaldırsanız altından Balkan Oligarşisi çıkıyor!
“Your master and the slaves like you are bringing a slow motion catastrophe.”
This is more or less what I have been saying. Except that, the perpetrator in this case is the ‘Balkan Oligarchy’.
They were the lowest bidder. That’s how they ‘won’ alliance with their/our enemies of only a couple years prior.
This was both a rapid catastrophe (at the time) as they –at the time– executed a lot of dissenters, and also a ‘slow motion catastrophe’ as they carried on regardless of the majority of the local population.
Naturally, this eroded their political base (which was flimsy at best) to a point that they (the ‘Balkan Oligarchy’) are present only in the ‘land of make believe’.
IOW, the ‘Balkan Oligarchy’ is gone except for a few a laws and regulations remnant of the past.
“Remember, when your master is done with you, he is gonna screw you in the most uncaring way and you are gonna be the most pathetic abandoned child on earth…”
Yes. This is what happens when you anchor your existence to external powers. See ‘Balkan Oligarchy’.
İmam-Hatipler benim arka bahçem!
Ey Balkan Oligarkları!
Açın Anadolu’nun önünü!
Durduramazsınız!
Anadolu Oligarşisi geliyor!
“Halkın seçtiği Başkan her şeyi çiğneyip delik deşik edebilir!”
Burada rahatsiz eden, herhalde, ‘halkın seçtiği’ tarafi olsa gerek.
Yoksa, ‘halkın seçmediği’ birileri icin ‘her şeyi çiğneyip delik deşik’ etmek konusunda bir sorun yok gibi gorunuyor.
Bkz. 1923 (‘kurulus’ tarihi) ile 1950 (ilk ‘demokratik’ secim) arasinda gecen sure.
Yozlaşan siyaset! Trollenen Türkiye!
Gerçek
Mart 1, 2018
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Trabzon’da yaptığı veda mesajı niteliğindeki konuşma, iktidar cephesinde küçük çaplı bir krizin tetikleyicisi oldu. Soylu’yu istifa sinyali olarak nitelendiren konuşmayı yapmaya sevk edenin Berat Albayrak olduğu söyleniyor. Basında konuyla ilgili Erdoğan’ın araya girdiği ve “seni o koltuğa Berat Albayrak mı oturttu” diyerek istifayı engellediği yazıldı. Cezayir ziyareti öncesinde basın toplantısı yapan Erdoğan ise Soylu’nun istifasının söz konusu olmadığını söyleyip faturayı trollere çıkarttı: “Bu trol* ahlaksızlıkları ülkemizin kendi içindeki birliğini, beraberliğini bozmaya yönelik adımlardır. Türkiye’yi troller idare etmeyecek.”
Şimdi de trol vesayeti
Buradaki gariplik kabinenin iki üyesinin tartışması, bir bakanın istifanın eşiğine gelmesi ve Cumhurbaşkanının araya girmesi değil. Bunların hepsi siyasette olabilecek şeyler. Esas garip olan bu krizden bir takım trollerin sorumlu tutulması; hatta Erdoğan’ın devletin en üst mevkiinden çıkıp “Türkiye’yi troller yönetmeyecek” demesi. Türkiye’de siyasi yelpazenin farklı kanatlarında askeri vesayetten, cemaat vesayetinden ya da emperyalist vesayetten söz edilir. Ancak ilk defa Türkiye’de trollerin ülke yönetimine talip olduğunu işitiyoruz. Demek ki bu troller öyle semirmiş, öyle etki kazanmış ki bakanların koltuğunu sarsıyor, hükümette krizlere neden oluyor…
Trollerin ipleri kimin elinde?
Acaba bu troller hükümet üzerinde vesayet kuracak, Türkiye’yi yönetmeye talip olacak gücü nasıl elde etmiştir? Erdoğan ve AKP iktidarına karşı çıkan herkesi terörist ve vatan haini ilan eden bu troller kim tarafından beslenmiştir? Gezi’de “camiye ayakkabılarıyla girdiler, içki içtiler”, “başörtülü kadını taciz ettiler” yalanlarını yayıp iç savaş tetikçiliği yapan herhangi bir trol hakkında tek bir yaptırım uygulanmış mıdır? Bu yalanlara dayanarak halkı birbirine karşı kışkırtan Erdoğan çıkıp tek bir sefer özür dilemiş midir?
Muhalefeti sindirmekte işlev gören bu troller AKP içi operasyonlarda da kullanılmış mıdır? Mesela Davutoğlu’nun işten çıkarılması sürecindeki rolleri nedir? Melih Gökçek, Kadir Topbaş ve diğer belediye başkanlarının istifa ettirilmesinde ne kadar etkili olmuşlardır? Acaba bu süreçlerde edindikleri deneyim ve özgüven içişleri bakanını istifaya zorlarken ne kadar etkili olmuştur? Bu trollerin ipleri kimin elindedir? Trollerin iplerinin ucu Pensilvanya’ya, Washington’a, Brüksel’e uzanmakta mıdır? Eğer öyleyse Erdoğan ve AKP iktidarı aleyhine “gık” diyeni içeri atanlar, trollerin “ülkenin birliği ve beraberliğini bozmaya yönelik adımları” karşısında basın toplantılarında serzenişte bulunmakla mı yetinecektir? Yoksa bunlar sadece haddini aşan ve hadleri bildirildikten sonra tekrar kullanıma sokulması planlanan tipler midir?
Yozlaşma tablosu
Tüm bu soruların yanıtları ne olursa olsun, ortaya çıkan manzara istibdad rejiminin nasıl bir siyasi yozlaşmayı beraberinde getirdiğinin kanıtıdır. En önemlisi ise şudur: Bir İçişleri Bakanı polislere “bacaklarını kırın” talimatı verdiğinde, ana muhalefet partisi liderini “sen bittin” diye tehdit ettiğinde, çocuk ölüleri buzdolaplarına konduğunda, kendisine yakınlığı bilinen Vedat Demir isimli cemaatçi, hükümet yanlısı medyanın bile “skandal tahliye” olarak adlandırdığı bir şekilde serbest kaldığında değil, bir takım trollerle ve Erdoğan’ın damadıyla bozuştuğunda istifayı gündemine almaktadır. İşte bu istibdad rejiminin tüm Türkiye’yi trollemesinden başka bir şey değildir.
*trol: Sosyal medya aracılığıyla bilgileri çarpıtan, insanları küçük düşüren internet kullanıcıları
http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/yozlasan-siyaset-trollenen-turkiye
Anadolu Oligarşisi = Ortaçağ karanlığı
Bkz; Esad rejimi (Suriye’nin “Balkan Oligarşisi”) karşıtı Suriyeli muhalifler (Suriye’nin “Anadolu Oligarşisi”)
(“Avrupa-Merkezci”, “Batıcı”, “Laikçi”, “İslamofob” gibi yaftalar asacaklar için bir ilave: ABD işgalleri ve müdahaleleri = Haçlı seferleri yahut Emperyalizm = Haçlılık)
“Anadolu Oligarşisi = Ortaçağ karanlığı”
Neyi neyle esitlemege/esdegerlestirmege calistiginiz, hangi tarafta oldugunuza yonelik ilginc ipuclari veriyor.
Sizin ‘Ortaçağ karanlığı’ dediginiz donem Avrupa’ya ait bir donemdir –ondan hareketle bir kavramdir.
MS 5nc ila MS 15nc (yani, MS 400’ler ila MS 1400’ler) arasinda Avrupa’nin halini anlatir.
O yillar, ozellikle de ikinci yarisi, hic bir sekilde bu topraklarda bir ‘karanlik’ anlamina gelmez.
Tersine, hem Anadolu’nun hem de yakin cografyamizin saha kalktigi donemlerdir.
‘Kendi gecmisinizi, tarihinizi, bilmiyorsunuz’ demeyecegim; cunku, ihtimaldir ki, sozkonusu gecmis ya da tarih ile sizin herhangi aidiyet baginiz ya hic yoktu, ya da artik kalmamis.
Kisisel olarak, bu, (kendi tercihiniz olmak hasebiyle) sizin icin bir talihsizlik sayilmasa da, digerlerimiz icin, bizim icin, ciddi bir talihsizlik sayilmak zorundadir.
Cunku, ruhu coktan gocmus birileri, bedenen burada beslenirse, bu, (baska hicbir sey degilse bile) buradaki kaynaklarin ziyani anlamina gelir.
Bu bakimdan, ben, ‘ruhu coktan gocmus’lerin, ister ‘beyin gocu’ isterse de baska bir baslik altinda olsun, ruhen ait olduklari diyarlara bedenen goc etmelerini hayirli bir gelisme olarak gorurum.
Yani, kalsa bile, yarali paramaga iseyecek kadar bile faydasi olmayacaklarin, ruhlarinin mukim oldugu diyarlara fiilen gocmelerini, burada ayakbagi olmaktan cikmalarini kastediyorum.
Iyi bir seydir.
Necip Bey
Alkollü içecek içer misiniz?
Evetse, neleri tercih edersiniz?
“Alkollü içecek içer misiniz?
Evetse, neleri tercih edersiniz?”
Bu konu ilginctir.
Ilginctir de, detayiyla anlatacak olsam eskal tarifi vermis olurum.
Onun yerine, daha az detayiyla soyle anlatayim:
Ben, cok kucuk yaslarimda ictigim bir kimyasal yuzunden, birkac gun komada kaldim; ardindan da uzunca bir sure karaciger kaynakli sorunlar yasadim. Doktor doktor gezdik; sonunda atlattim.
Lise caglarimda doneminde bira filan denedim; ama, lezzet vermedi; dolayisi ile, pek ictim diyemem.
Sonraki yillarimda da alkole bagisikligimin oldugu ortaya cikti.
Kovayla ictigim halde birakin sarhos olmayi, tinmiyordum bile.
O kadar ki, whisky, vodka, rum, gin, sarap.. ne varsa, hepsini karistirip iciyordum; ama, bana misin demiyordu.
Sirf gosteris olsun diye iciyordum aslinda. [Evde, tek basinayken, hic icmedim.]
Bu birkac sene boyle devam etti. Ardindan, yaptigimin yanlis olduguna kanaat getirdim: Gosteris yapacak bir sey degildi.
Ondan sonra, hilkat garibesi gibi davranmak yerine, herkes gibi yapmaga basladim. Yani, bir iki kadeh en cok.
Fakat, ne azken ne de cokken tadini aldigimi soyleyemem.
Sonra, yillar yillari kovaladi ve bende diyabet teshis edildi.
‘Yedigimiz hurmalar’ da diyebiliriz.
Simdi, epeyi zamandir, zaten tadini hic almamis oldugum icin, ne iciyorum ne de ozluyorum.
Ek.
Batili anlamda, ‘social drinker’ ortamlardan hic haz almadim. Tadi yok tuzu yok.
Bizim eski usul ‘raki sofrasi’ni severim. Sesi guzel olanlarin icra ettigi fasillara bayilirim. Fakat, rakinin da tadini pek sevemedigim icin olsa, bu tur sofralara cok seyrek denk geldim. Tek hayiflandigim tarafi budur.
Tabii canım, Ortaçağ’ın Anadolu’da işi ne?
Bugün de yok zaten. Çünkü hiçbir zaman olmadı.
Anadolulu seçmen kitlesinin hepsi daha o zamanlarda, Avrupa’dan çok önce Aydınlanma devrimini gerçekleştirmiş insanlardır.
Bugün de hepsi birer Voltaire, Einstein, Edison, Galile, Newton vb. Bkz; Maraş, Çorum, Sivas, 15 Temmuz köprüsü vb.
“Balkan Oligarşisi”nin seçmen tabanının kafası ise Engizisyon zihniyetinden bile geri. Ortaçağ’ın en ilkel büyücüleri bile onların yanında allame-i cihan kalır.
Kur’an’da defalarca “Yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni saptırırlar”, “İyi ve kötü bir olmaz, kötü çoğunluğun hoşuna gitse bile” gibi cümleler geçer.
İşte size “yerli” bir kitap.
İşte size “yerli” çoğunluk.
“Tabii canım, Ortaçağ’ın Anadolu’da işi ne?”
Sorun sizin kodlamanizda.
Siz, ‘Ortacagi’ Avrupa’dan alip ‘karanlik donem’ diyerek Anadolu’ya yerlestirmege calisiyorsunuz.
“Bugün de yok zaten.”
Var mi?
Varsa, kime gore var?
“Çünkü hiçbir zaman olmadı.”
Ben, ‘hicbir zaman olmadi’ demedim. Bir.
Ikincisi, bir zamanlar var idiyse bile, o sizin ‘Ortracag’inizla ortusmuyor.
“Anadolulu seçmen kitlesinin hepsi daha o zamanlarda, Avrupa’dan çok önce Aydınlanma devrimini gerçekleştirmiş insanlardır.”
Kavramlariniz allak bullak.
Bugunku anlamiyla ‘secmen’, Avrupa icin bile cok yenidir.
Avrupa baglaminda ‘aydinlanma’ diyerek goklere cikarilan sey, halki soyan kilisenin mallarina el koymak ve otoritesine karsi gelmektir. Yani, soyani soymaktan bahsediyoruz.
Bu topraklarda boyle bir yapi hic olmamistir. Ne hiristiyanlar icin, ne Yahudiler icin, ne de Muslumanlar icin. [Alevilerin hic organize dinleri olmadigi icin onlari hic dahil bile etmiyorum.]
“Bugün de hepsi birer Voltaire, Einstein, Edison, Galile, Newton vb.”
Yoo.. Bati’da bugun herkes birer Voltaire, Einstein, Edison, Galile, Newton oldugu icin, haliyle asagilik duygularimizin depresmesi son derece dogal.
Degil mi?
“Bkz; Maraş, Çorum, Sivas, 15 Temmuz köprüsü vb.”
Ilk saydiginiz 3 ornek ile halkin alakasi yok.
Sonuncusu ise, basitce, ‘kastedene kastedilir’ olarak aciklanabilir.
“‘Balkan Oligarşisi’nin seçmen tabanının kafası ise Engizisyon zihniyetinden bile geri. Ortaçağ’ın en ilkel büyücüleri bile onların yanında allame-i cihan kalır.”
Iki ihtimal var.
Birincisi, siz, ‘Balkan Oligarsisi’ hakkinda pek bir sey bilmiyorsunuz.
Ikincisi, biliyorsunuz fakat guzelleme gayretlerinizin ardinda aidiyetleriniz yatiyor.
Hangisi?
“Düzenledikleri “Marksizm’2010” seminerlerinde ise, en önde gelen konulardan biri, “Stalinizm-Kemalizm” bağlantısıydı. Ben de bu bağlantıya önem veriyordum ama Lenin, Troçki ve Stalin bağlantısı birbirinden kopartıldığında Stalin-Kemal bağlantısı tüm ciddiyetini kaybediyordu. Çünkü, eğer Stalin’le Kemal arasında benzerlik varsa, Lenin, Troçki ve Stalin arasında, benzerliğin ötesinde doğrudan ve kesintisiz bir devamlılık vardı. Stalin, Lenin’in de, Troçki’nin de mirasçısıydı.”
Şu Lenin ve Troçki Mirası Meselesi…
Gün Zileli
Düzenledikleri “Balkan Oligarşisi 2018” seminerlerinde ise, en önde gelen konulardan biri, “İttihatçılık-Kemalizm” bağlantısıydı. Ben de bu bağlantıya önem veriyordum ama Abdülhamid, İttihatçılar ve Kemal bağlantısı birbirinden kopartıldığında İttihatçı-Kemal bağlantısı tüm ciddiyetini kaybediyordu. Çünkü, eğer Stalin’le Kemal arasında benzerlik varsa, Abdülhamid, İttihatçılar ve Kemal arasında, benzerliğin ötesinde doğrudan ve kesintisiz bir devamlılık vardı. Balkan Oligarşisi, Osmanlı’nın da, Selçuklu’nun da mirasçısıydı.
Şu Balkan Oligarşisi Meselesi…
Güz Nineli
1980 öncesinde “Komünistler Moskova’ya!” sözü bazen ciddi bazen espriyle karışık herkesin ağzındaydı.
Ne komünistler Moskova’ya gidebildi, ne de bu sözü söyleyenlerin daha fazla bağırmaya mecali kaldı. Moskova’ya gidebilen komünistlerin ise ya “torpil”i vardı, ya da ceplerinde parası. Gidebilenlerin çoğu hayal kırıklıklarından başka bir şey bulamadı…
1991’de, komünistliğin başkenti olduğuna inanılan Moskova da, SSCB de yıkıldı gitti. Bugün Moskova, bir “turistik şehir” ve “Putin’in borusunu öttürdüğü yer” olmaktan öte herhangi bir anlam ifade etmiyor.
Şimdi, Necip diye biri çıkmış gelmiş bu siteye, “Balkan oligarşisinin kurucuları, kurucularının torunları ve bu oligarşinin şemsiyesi altında nemalananlar iktidarını (kan dökmeden) kaybetti, şimdi sıra Anadolu oligarşisinin iktidarını kurmaya geldi. Ruhunu Anadolu ile beslemeyenlerin, bedenini de burada tutmasının anlamı yok. Çeksinler gitsinler. Madem ‘Batı’ hâlâ çok moda, öyleyse, ‘Balkan oligarşisi, ‘Batı’ya!’” diye zırıldayıp duruyor.
Fakat:
Necip’in bilerek, isteyerek atladığı bir hakikat var, Anadolu oligarşisini oluşturan öğelerin beslendiği kaynak ne kadar “Anadolu”? İşte burası şüpheli, hem de çok. Anadolu da çoktan “Batılılaştı”, Necip bunu ya görmez, ya da görmek istemez. “Batılılaşmak” demek, günümüzde, takım elbise giymek, vals yapmak, stiletto ayakkabı giymek demek değil. Zihinlerin, akılların, davranışların, günlük yaşayışların her anının içinde “‘Batılılaşmak’tan serpintiler” varsa, orası “Batılı”dır.
Satya Nadella (Microsoft), Hyderabad’lı (Hindistan) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Ahmet Muhtar Kent (Coca-Cola), İstanbul’lu (Türkiye) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Sergey Brin (Google), Moskova’lı (Rusya) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Elon Musk (SpaceX & Tesla), Pretoria’lı (Güney Afrika) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Malala Yousafzai, Mingora’lı (Pakistan) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Jack Ma (Alibaba.com), Hangzhou’lu (Çin) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Sundar Pichai (Google), Madurai’li (Hindistan) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Nevzat Aydın (yemeksepeti.com), İstanbul’lu (Türkiye) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Hamdi Ulukaya (Chobani), Erzincan’lı (Türkiye) değil, “Batılı”dır. Bedeninin nerede olduğu önemli değil, beyni “Batılı”.
Din mi? Folklor mu? Native kültür mü? Native yemek alışkanlıkları mı? Native müzik ki? Native sanat mı? Native dans türleri mi? Native evlilik adetleri mi? Native sinema mı? Native el yazmaları mı? Native elbiseler mi? Native mimari mi? … Geçiniz… Bunların hepsi, her topluluğun, elindekini-avucundakini satabilmek için kullandığı kaplama malzemeleridir, albenileştirme aparatlarıdır o kadar. “Batılı zihinler” için mühim olan, dünyanın her köşesinde her topluluğun kendi otantik özelliklerini nasıl paketleyip pazarlayabildiğidir, ötesi teferruattır.
Pipsqueak, “medeniyet eleştirisi” yaparken, “Bütün dünya, ‘Batı’dır!” uyarısını sürekli hatırlatır, ama bu uyarı kimsenin işine gelmez, özellikle “otomobil parçaları üreten bir şirketin patronu Necip”in işine hiç gelmez.
“Anadolu”da yaşayan insanlar, “Mihriban” türküsünü, Apple, Samsung, General Mobile, Asus, LG, Lenovo, Sony, Huawei, Xiaomi, ZTE-tabanlı-Vestel’den dinliyor.
“Anadolu”da yaşayan insanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını, Samsung LED televizyondan, LG LED televizyondan, Sunny LED televizyondan, Axen LED televizyondan, Philips LED televizyondan izliyor.
“Anadolu oligarşisi” diye bir şey yoktur. Anadolu da, “batılılaşmış”tır. Bedenleri Anadolu coğrafyası içinde, zihinleri “batılılaştı”.
“TOFAŞ” kısaltmasında “T” harfinin hiçbir önemi yoktur. “Batılı” FIAT yoksa, (T)OFAŞ yoktur.
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, FIAT’a da aksam üretiyor mu? FIAT’ı beğenmediysen, Ford da olabilir, Hyundai de olabilir, Bosch Rexroth Kocaeli de olabilir, Delphi-Aptiv Bursa da olabilir, MAN Ankara da olabilir, Renault da olabilir, Toyota da olabilir, Honda da olabilir…
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, SAP programını lisanslı kullanmak için kaç para ve hangi cins para ile ödüyor? “AutoCAD” dahil lisanslı kullandığın “Catia”, “NX & unigraphics”, “SolidWorks” gibi programlara da ödeme yapıyor musun, kaç para ve paranın cinsi?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, özellikle AB üyesi ülkelere ihracat yapıyor mu?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, hammadde, yarı-işlenmiş mal ithal ederken, ödemeyi “U.S. Dollar” ile mi yapıyor?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin ihracat yaparken, müşterilerin ödemeyi “Euro” ile mi yapıyor?
Necip, kurlar zaman zaman durağan bir seyir izlese de, 2013’ten günümüze yüksele yüksele “3,98”leri ve “4,72”leri gördü. Bu “dalgalanmalar”, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketinin mali yapısını nasıl etkiliyor? Yoksa, sen, “tecrübeli bir ‘Batılı’ patron” gibi davranıp, geçen yıllarda şirketini “hedge” etmiş miydin ve bu sayede bugün mali sıkıntı çekmiyor musun?
Necip, sen de, “tecrübeli bir ‘Batılı’” gibi davranıp, “blockchain” teknolojisi üzerine inşa edilen çeşit çeşit “-coin”lerin borsalarına girip birkaç işlem yapıyor musun? Ve “güvenilir” olduğunu gözlemler isen, yüksek montanlı yatırım yapmayı düşünüyor musun?
Necip, sen de, “‘Batılı’ zihniyetle iş yapan Anadolulu bir patron” musun?
Balkan oligarşisi, “Batı”ya!…
Balkan oligarşisi, “Batı”ya!…
Balkan oligarşisi, “Batı”ya!…
“‘Batı’ zihniyetli Anadolu oligarşisi” nereye?!…
“Dünya batılılaşmışken” nereye?!…
AnlaMAmak icin gosterdiginiz gayretler her turlu takdirin fevkinde.
“Ruhunu Anadolu ile beslemeyenlerin, bedenini de burada tutmasının anlamı yok. Çeksinler gitsinler.”
Bu tur cocuksu (‘benim hayat tarzimi subvanse etmezseniz, ceker giderim’ turunden) santajlari dile getirenlere, seks ve seyahat ozgurluklerini hatirlatmak (‘siktir-git cekmek’ de diyebiliriz) onlari illa da Bati’ya gitmege zorlamak degil.
Mezarliklarin ‘vazgecilmezler’ ve ‘olumsuzler’ ile dolu oldugunu hatirlatmaga bile gerek yok; kafa sisirmelerini duymayacagimiz herhangi bir yere gidebilirler.
”Madem ‘Batı’ hâlâ çok moda, öyleyse, ‘Balkan oligarşisi, ‘Batı’ya!” diye zırıldayıp duruyor.”
Alaksasi yok.
‘Balkan oligarşisi’nin Bati’ya gitmesini soyleyen de yok.
Eski oligarsiler, her zaman oldugu uzere, dar ul bekaya giderler.
Balkan Oligarsisi de o yoldadir.
Yazdiklarinizin geri kalani ayni minvalde ve ayni yanlis anlamalar (carpitmalar) uzerine kuruldugu icin, cevaplandirmaga deger bulunmadi.
“Yoo.. Bati’da bugun herkes birer Voltaire, Einstein, Edison, Galile, Newton oldugu icin, haliyle asagilik duygularimizin depresmesi son derece dogal.”
Yoo.. Batı’da bugün HERKES birer Voltaire, Einstein, Edison, Galile, Newton değil.
Ama Batı’da bugün BİR Voltaire, BİR Einstein, BİR Edison, BİR Galile, BİR Newton VAR.
Bugün Anadolu’da ise BİR tane bile YOK.
Olmaya çalışanları da – o meşhur taassuplarıyla – yaşatmıyorlar Anadolu’da.
Tıpkı Balkan Oligarşisi’ni yaşatmak istemedikleri gibi.
– Devam edelim –
“Ilk saydiginiz 3 ornek ile halkin alakasi yok.”
Evet yok, faillerinin hepsi Balkan Oligarşisi mensubu.
“Sonuncusu ise, basitce, ‘kastedene kastedilir’ olarak aciklanabilir.”
Evet, hiçbir kural tanımadan kafasına göre ülke yönetmeye kalkanlara da kastederler. Bkz; Yurtta Sulh Konseyi Bildirisi
Düzenledikleri “Anadolu Oligarşisi 2018” seminerlerinde, en önde gelen konulardan biri, “AKP-VP” ittifakıydı. Ben de bu bağlantıya önem veriyordum ama Cemaat, AKP ve VP bağlantısı birbirinden kopartıldığında AKP-VP bağlantısı tüm ciddiyetini kaybediyordu. Çünkü, AKP Cemaat’in mirasçısıysa, Cemaat, AKP ve VP arasında, benzerliğin ötesinde doğrudan ve kesintisiz bir devamlılık var. VP, AKP’nin de, Cemaat’in de mirasçısı olma hevesinde.
Fakat hevesleri kursaklarında kalacak gibi.
Şu Cemaat Mirası Meselesi…
Gün Şileli
Necip:
Necip, mugalatalarına devam ediyor.
Fakat, bilerek, isteyerek atladığı şu soruya hâlâ cevap yazamıyor, Anadolu oligarşisini oluşturan öğelerin beslendiği kaynak ne kadar “Anadolu”? Cevap yazamaz, çünkü, Necip de gayet net bildiği hâlde bilmezden geliyor, komünistlerin bitmez tükenmez romantikliği, geçmişteki üç-beş hikaye ile kendilerine nostalji terapisi uygulayarak bugünleri geçirmeye çalışması gibi, Necip de “Anadolu güzellemeleri” ile kendisine nostalji terapisi uygulamaktan öteye gidemiyor. Necip de gayet net bildiği hâlde bilmezden geliyor, Anadolu da çoktan “Batılılaştı”. “Batılılaşmak” demek, günümüzde, takım elbise giymek, vals yapmak, stiletto ayakkabı giymek demek değil. Zihinlerin, akılların, davranışların, günlük yaşayışların her anının içinde “‘Batılılaşmak’tan serpintiler” varsa, orası “Batılı”dır.
Necip de, aşağıdaki mükemmel sözleri, Apple, Samsung, General Mobile, Asus, LG, Lenovo, Sony, Huawei, Xiaomi, ZTE-tabanlı-Vestel’den dinliyor:
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem (Not: “Balkan oligarşisi” çektirmişmiş.)
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm “Anadolu”m
Düğünüm, derneğim, halayım, barım
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım
Heybelerin nakışına ölürüm “Anadolu”m
“Anadolu”da yaşayan insanlar, “Mihriban” türküsünü, Apple, Samsung, General Mobile, Asus, LG, Lenovo, Sony, Huawei, Xiaomi, ZTE-tabanlı-Vestel’den dinliyor.
“Anadolu”da yaşayan insanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını, Samsung LED televizyondan, LG LED televizyondan, Sunny LED televizyondan, Axen LED televizyondan, Philips LED televizyondan izliyor.
“Anadolu oligarşisi” diye bir şey yoktur. Anadolu da, “batılılaşmış”tır. Bedenleri Anadolu coğrafyası içinde, zihinleri “batılılaştı”.
“TOFAŞ” kısaltmasında “T” harfinin hiçbir önemi yoktur. “Batılı” FIAT yoksa, (T)OFAŞ yoktur.
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, FIAT’a da aksam üretiyor mu? FIAT’ı beğenmediysen, Ford da olabilir, Hyundai de olabilir, Bosch Rexroth Kocaeli de olabilir, Delphi-Aptiv Bursa da olabilir, MAN Ankara da olabilir, Renault da olabilir, Toyota da olabilir, Honda da olabilir…
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, SAP programını lisanslı kullanmak için kaç para ve hangi cins para ile ödüyor? “AutoCAD” dahil lisanslı kullandığın “Catia”, “NX & unigraphics”, “SolidWorks” gibi programlara da ödeme yapıyor musun, kaç para ve paranın cinsi?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, özellikle AB üyesi ülkelere ihracat yapıyor mu?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, hammadde, yarı-işlenmiş mal ithal ederken, ödemeyi “U.S. Dollar” ile mi yapıyor?
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin ihracat yaparken, müşterilerin ödemeyi “Euro” ile mi yapıyor?
Necip, kurlar zaman zaman durağan bir seyir izlese de, 2013’ten günümüze yüksele yüksele “3,98”leri ve “4,72”leri gördü. Bu “dalgalanmalar”, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketinin mali yapısını nasıl etkiliyor? Yoksa, sen, “tecrübeli bir ‘Batılı’ patron” gibi davranıp, geçen yıllarda şirketini “hedge” etmiş miydin ve bu sayede bugün mali sıkıntı çekmiyor musun?
Necip, sen de, “tecrübeli bir ‘Batılı’” gibi davranıp, “blockchain” teknolojisi üzerine inşa edilen çeşit çeşit “-coin”lerin borsalarına girip birkaç işlem yapıyor musun? Ve “güvenilir” olduğunu gözlemler isen, yüksek montanlı yatırım yapmayı düşünüyor musun?
Necip, sen de, “‘Batılı’ zihniyetle iş yapan Anadolulu bir patron” musun?
Balkan Oligarşisi:
https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/90/Carte_Grece_antique_02.jpg
Anadolu Oligarşisi:
http://osmanli.site/wp-content/uploads/2017/01/T%C3%BCrkiye-Sel%C3%A7uklu-Devleti-T%C3%BCrkiye-Sel%C3%A7uklular%C4%B1-T%C3%BCrk-Devletleri-Anadolu.jpg
Devlet denen şey…
Kemal BURKAY
16.02.2014
Son krizin ardından en çok konuşulan terimlerden biri “paralel devlet”… Daha önce de “derin devlet”i çokça konuşmuştuk.
“Derin” ya da “paralel” olanıyla belli ki rutin, alışılmış, olması gereken devletten farklı bir şeyi kastediyoruz. Devlet içinde yasadışı bir oluşumu… Birileri devlet içinde kadrolaşıp, örgütlenip yasadışı yollardan devleti ele geçirmeye çalışıyor ya da onu kendi çıkar ve istemlerine uygun yönlendiriyor.
Peki bunda şaşacak bir şey var mı? Bu tür işler devletin doğasına uygun değil mi? Zaten devlet ortaya çıktığı günden beri hep böyle olmadı mı? Birileri ya dışarıdan topladığı güçle devleti elinde tutana saldırır, onu alt eder ve devleti eline geçirir, ya da bir başkası devletin içinden, yani bizzat yönetici gücün içinden yapar bunu. 2500 yıllık İran tarihine bir bakın: Medler, Persler, Partlar, Sasaniler, Zendler, Kacarlar, Pehleviler… Biri diğerine saldırıp onu tahtından eder, hanedan değişir, ama devlet sürüp gider…
“Bizans oyunları” diye ünlenmiş deyim, yüzyıllar boyu Doğu Roma devleti içinde, sarayda cereyan eden güç kavgalarını, komploları, tuzakları anlatmaz mı? Bu sanat Osmanlı’ya, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’ne geçti, zaman içinde yeni deneyimlerle çeşitlendi, zenginleşti.
Devlet post ve para demektir, diğer bir deyişle güç ve zenginlik. Bu da başkasının sırtından sağlanabilir. Başkasını kul haline getirerek, soyup sömürerek… Herkes güçlü ve herkes zengin olamaz. Her güçlüye hükmedebileceği güçsüzler, her zengine de emek ürünlerine el koyacağı, sömüreceği insanlar gereklidir. Biri olmadan diğeri olmaz. Bu ikilem olmadan devlet de olmaz.
Marks bir kez daha haklı çıktı: Devlet yönetenlerin, mülk sahibi sınıfların baskı ve sömürü aracıdır. O, ülkedeki tüm insanların, hepimizin değil. Onu süsleyip püsleyip adaletle, hukukla donatmanın, tüm çocuklarına eşit davranan şefkatli bir baba, ya da ana gibi göstermenin gerçekle bir ilgisi yok. Devlet doğası gereği baskıcıdır, eşitsizliğin koruyucu ve kollayıcısıdır.
Güçlü ve güçsüz, zengin ve yoksul eşitlendiği zaman devlet biter.
Güç kirletir derler. Yani iktidarı ele geçiren soyar, çalar, çırpar… Bu durum iktidarın, devletin doğasında var.
Bu iş eskiden hiç gizlemeye gerek görmeden, açıkça yağmalama, talan etme, ya da haraç alma biçiminde, yani kurt usulü olurdu. Sonradan devreye yasa, hukuk filan girince, “vergi” denen yöntemin yanı sıra, faiz, kâr gibi incelikli; yolsuzluk, rüşvet gibi üstü örtülü “inceliksiz” biçimler de bulundu. Bir başka deyişle, soygunun yöntemleri de zamanla bir hayli değişti…
Güç çoğu zaman sahibini sarhoş da eder. Özellikle alt sınıflardan, güçsüzlerin arasından yükselip güce ve paraya ulaşanların başı döner. Bunda da şaşacak bir şey yok. Yıllar önce yazdığım bir rubaimde şöyle demiştim:
Gözün yüksekte, ama yüksekler serap gibidir
Keyiflendirir, sarhoş eder, şarap gibidir
Şan ve şöhret dediğin bir yeldir, gelip geçer
Mutluluksa yanı başında, küçük şeylerdedir
Ne var ki şan şöhret, güç ve para peşinde koşan insanoğlu, bütün bunların gelip geçici olduğunu, kendisinin ölümlü olduğunu, günün birinde her şeyi bırakıp gideceğini pek düşünmez. Gücün ve paranın çekiciliğine bir kapıldı mı, “küçük şeyler”in huzur ve mutluluğunu aklına bile getirmez. Güç ve para ise bir iğneli fıçıdır; çünkü onu büyütmek ve elde tutmak için, ona göz diken düşmanlarla durup dinlenmeden savaşmak gerekir.
Sonuç olarak, devletin ortaya çıkış koşullarını ve bin yıllar boyu izlediği tarihsel süreci az çok bilen biri bugün yaşadıklarımıza hiç de şaşmaz. Devlet budur işte!
Besbelli, devlet başlıca özellikleriyle böyle olsa bile, her zaman ve her yerde birbirinin tıpkısı olmadı. Kral ve imparatorların bir emirle nice insanın başını kopardıkları devletlerle, ölüm cezasını kaldırma noktasına gelmiş çağdaş devlet elbet farklı. Yine bir ülkeden diğerine farklı olsa da, çağımız toplumlarında geçerlik kazanan insan hakları, sosyal haklar elbet önemli. Bütün bu değişim baskı görenlerin, sömürülenlerin yüzyıllar boyu süren mücadelesi sayesinde sağlandı.
Devlet de her şey ve her kurum gibi tarih boyunca önemli değişimler yaşadı.
Günümüz dünyasında insan hakları ve demokrasi bakımından Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri gibi ileri örnekler de var, Afganistan ve Suudi Arabistan gibi Ortaçağ benzeri örnekler de… Türkiye ise ne yazık ki ortalarda bir yerde. 12 Eylül faşizminin yaralarını hâlâ sarabilmiş değiliz.
Öyle olunca da özgürlük ve demokrasi mücadelemiz sürüyor. Devleti kutsallaştırmadan, görüp yaşadıklarımıza şaşırmadan mevcut devleti ve sistemi değiştirmeye, demokratikleştirmeye, insan hak ve özgürlüklerini çağdaş düzeye çıkarmaya çalışıyoruz. Bu mücadele önemsiz değil.
İnsanlar arasında her bakımdan tam bir eşitlik ise ancak insanlığın sınıfsız topluma doğru evrildiği bir süreçte gerçekleşebilir ve bu da devletin son bulması demektir.
O derece ilerlemiş bir insanlığın devlete ihtiyacı olmayacaktır.
Bu ne zaman olabilir, elbet bugünden kestiremeyiz. Devrimlerin birbirini izlediği 1960’lı, 70’li yıllarda “tüm halkın devleti”nden söz ediyor ve tümden devletsiz bir aşamayı da pek yakın sanıyorduk. Ne var ki böyle olmadığını nice acı deneyimleri yaşayarak anladık.
Belli ki bu hamur daha çok su ister.
Burkay’in yazisi yeni degil, farkindayim; ama, ben yeni okudum.
Okuyuca da, aslinda, uzuldum.
Marx’in alelabes ufurmelerine kendini kaptirip, yeldegirmenleriyle savasa kosulmus birisinin bu kadar dahi olsun olgunlasmasini saygiyla mi karsilamak gerekir?
Yok. Burada, surec icinde, olan bitenin uzerine cikip degerlendirmislik, bir muhasebe yapmislik, bir olgunlasma yok.
Yeldegirmenleriyle savasa durmus baskalari ile birlikte yenildi Burkay. Yenilginin farkina da cok gec vardi.
“İnsanlar arasında her bakımdan tam bir eşitlik ise ancak insanlığın sınıfsız topluma doğru evrildiği bir süreçte gerçekleşebilir ve bu da devletin son bulması demektir.”
Burkay, bu hamhayalin, aslinda, (biyolojik ve sosyolojik anlamda) insan evriminin durmasi anlamina geldiginin dahi farkinda degil.
“O derece ilerlemiş bir insanlığın devlete ihtiyacı olmayacaktır.”
Dogru. “O derece ilerlemiş bir insanlığın”, devlet dahil, hic bir seye (birer tabut haric) ihtiyaci olmayacaktir; cunku topyekun yok olmak surecine girmistir.
“Bu ne zaman olabilir, elbet bugünden kestiremeyiz.”
Bu cocuksu naiflige gulMEmeliyiz. Incinebilir.
“Devrimlerin birbirini izlediği 1960’lı, 70’li yıllarda”
Hangi ‘devrim’lermis onlar?
“‘tüm halkın devleti’nden söz ediyor ve tümden devletsiz bir aşamayı da pek yakın sanıyorduk.”
Bir insan kac sene boyunca cocuk kalabilir?
20 yasindan sonra bir 20 ya da 40 sene olabilir mi?
Normal midir bu?
“Ne var ki böyle olmadığını nice acı deneyimleri yaşayarak anladık.”
Yok.
Hala daha ‘devletsizlik’ hayali kurduguna bakarsak, kimsenin cukune surecek kadar dahi olsun anlamis degil.
“Anadolu oligarşisini oluşturan öğelerin beslendiği kaynak ne kadar ‘Anadolu’?”
Henuz bir ‘Anadolu Oligarşisi’ olusmus degil. Surec basladi ve devam ediyor.
Tamamlandiginizda, hatirlatin, bu sorunuza cevap veririm.
“Ama Batı’da bugün BİR Voltaire, BİR Einstein, BİR Edison, BİR Galile, BİR Newton VAR.”
Size aci haberlerim var.
Bu saydiginiz isimler yok artik. Hepsi mortu cekeli cok oluyor.
Dahasi, yerlerine de kimse gelmedi.
“Bugün Anadolu’da ise BİR tane bile YOK.”
Bu, hic olmayacak demek midir?
“Olmaya çalışanları da – o meşhur taassuplarıyla – yaşatmıyorlar Anadolu’da.”
Bu tartismayi daha once de yaptik burada ve baska yerlerde.
Hadi diyelim Sunni/Maturidi versiyonuyla Islam buna imkan tanimiyor. O zaman, neden –mesela– Alevilerden ya da Nusayrilerden veya Rumlardan, Ermenilerden de bir tane olsun cikmamis, ve cikmiyor?
Onlari engelleyen nedir?
Hadi, onlari da Anadolu ahalisi engelliyor diyelim; peki, Bati’ya gidip de mi yapamiyorlar?
Bugune kadar, cika cika, bir yogurt milyarderimiz cikti.
Degil mi?
“Tıpkı Balkan Oligarşisi’ni yaşatmak istemedikleri gibi.”
‘Balkan Oligarisi’ni yasatmak diye bir yukumlulugu yok kimsenin. Bu bir.
Ikincisi, oligarsilerde kuraldir: Elden ayaktan dusen biter.
“Evet yok, faillerinin hepsi Balkan Oligarşisi mensubu.”
Bu iyi bir gelisme: Siz de bazi seyleri cozumleyebiliyorsunuz.
Fakat, ‘fail’ derken ‘sahadaki elemanlar’dan daha yukariya bakmaniz lazim.
“Evet, hiçbir kural tanımadan kafasına göre ülke yönetmeye kalkanlara da kastederler. Bkz; Yurtta Sulh Konseyi Bildirisi”
Kural basit aslinda: Ulkeyi yonetmege talip olmanin mesru yollari bellidir ve onlarin arasinda silahli kalkisma yoktur.
Eline silah alip yola cikanlar, dolayisi ile, kurallarin otesine gecmislerdir. O noktadan itibaren kural ‘gucu yeten yetene’dir.
Boyle bir durumda, (kellesini) kaybedenlerin mizmizlanmalari ciddiye alinmaz.
“sen de, ”Batılı’ zihniyetle iş yapan Anadolulu bir patron’ musun?”
1) ‘Batili zihniyet’ nedir?
2) ‘Is yapmak’tan kasdiniz nedir?
3) ‘Anadolulu patron’ nedir?
“Kural basit aslinda: Ulkeyi yonetmege talip olmanin mesru yollari bellidir ve onlarin arasinda silahli kalkisma yoktur.”
Evet, meşru bir devlet başkanının (Esad) yönetimini, taşeron çeteleri kullanarak, yüzbinlerce insanın ölümü ve göçü pahasına devirmeye çalışmak gibi.
Bunlar arasında parlamentoyu tanımamak (seçilmiş HDP’li vekilleri tanımamak), belediyeleri tanımamak (seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atamak), insanları gaspetmek (kayyum atanan onlarca şirket), varlığı açıkça ortaya çıkmış hırsızlık, yolsuzluk gibi şeyler de yoktur.
“Kural basit aslinda: Ulkeyi yonetmege talip olmanin mesru yollari bellidir ve onlarin arasinda silahli kalkisma yoktur.”
Evet, meşru bir devlet başkanının (Esad) yönetimini, taşeron çeteleri (ÖSO, MİT tırları, – ittifakları bozulup çatışmalarından önce – Nusra, IŞİD vb.) kullanarak, yüzbinlerce insanın ölümü ve göçü, bu göç sonucu en çok sığınmacının yerleştiği ülkenin toplumsal dengesinin bozulması gibi şeyler pahasına devirmeye çalışmak gibi.
Bunlar arasında, dünya tarafından tanınmış meşru bir devlet başkanının (Abdülfettah Sisi) yönetimine karşı gayrı meşru hareketlere kalkışan Müslüman Kardeşler ve Muhammed Mursi yandaşı teröristleri meşru kabul etmek de yoktur.
Bunlar arasında parlamentoyu tanımamak (seçilmiş HDP’li vekilleri tanımamak), belediyeleri tanımamak (seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atamak), insanları gaspetmek (kayyum atanan onlarca şirket), varlığı açıkça ortaya çıkmış hırsızlık, yolsuzluk gibi şeyler de yoktur.
Necip, itiraf et, de ki;
“Ben ilkesizim. Tek amacı düzenin kaymağını yemek olan benim tek ilkem mevcut iktidarların yandaşlığıdır. Bugün yermek için bunca laf ettiğim “Balkan Oligarşisi” yarın tekrar iktidar olup ülkede yeniden düzeni sağlasa, bugün desteklemek için bunca laf ettiğim iktidarın temsilcilerini de yargılayıp mahkum etse, o zaman da bugün savunduğum her şeyin tam aksini savunurum.”
“Evet, meşru bir devlet başkanının (Esad) yönetimini,”
‘Meşru’ tabii ki..
— Hic nufus kagidi bile verilmeyen cok sayida insanlarin oldugu
— Yonetimin babadan ogula devredildigi
— Serbest secim diye bir seyin bilinmedigi
— Geleneginde bir de sunlarin oldugu:
http://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/6350/2-Subat-1982-Esad-diktatorlugu-Hamada-katliam-yapti
‘Meşru’ bir devletten ve onun da –haliyle– ‘meşru’ bir yoneticisinden bahsediyoruz; degil mi?
“itiraf et, de ki;”
Yok. Ben tersini soyleyecegim:
Ben, avanak degilim.
Siz de, lutfen, avanakligi, matah bir seymis gibi kendinize dahi yutturmaga kalkismayin.
Gebermis ya da ayrilmis, sizden uzaklasip gitmislerin ardindan (buna kisiler, ideolojiler veya oligarsiler dahildir) bir omur yas tutup agitlar yakarak gecirmek gerektigini size kim soylemisse, sizi fena doldurusa getirmis.
‘Aydin’sinizdir ya; bir de uyanabilseniz, bunu, bu aci gercegi, siz de goreceksiniz.
Necip, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, Alt-Üst Soy Bilgisi Sorgulama sitesine girdik,
https://www.turkiye.gov.tr/nvi-alt-ust-soy-bilgisi-sorgulama
Senin T.C. kimlik numaranı yazdık.
Şu adresteki kişiyle akraba çıktın:
https://www.tccb.gov.tr/receptayyiperdogan/biyografi/
“…Hz.Muhammed’in önünde (karşısında) iki peygamber ve iki kutsal kitap vardı. Dinini kurması, dönemin Araplarının gereksinim ve umutlarını karşılaması sayesinde oldu. Ama bu statükonun 21. yüzyılda devam etmesi çok zor. Bir yetişkine 10 yaşındaki giysilerini giydirmeye çabalamak gibi bir şey.
Ama günümüz iktidarı AKP 15 yıldır (daha öncesi de var) Hz.Muhammed’in gösteremediği mucizeyi (zorla) yaratmak istiyor ve imam-hatip okul ve kadrosunu bu mucizenin motoru yapıyor…
…Türkiye Cumhuriyeti de çağının çağdaşı bir mucizedir. Said Nursi’nin safsatalarına inananlar, Fetullah Gülen’le ortaklık kuranlar, Kadir Mısırlıoğlu’nun tarih yorumları karşısında el pençe divan duranlar hiç kuşkusuz bu mucizeyi anlayamazlar. Kendi mucizelerini yaratamayacakları için de Suriye’de ülkenin başını belâya sokarlar ve sonunda emperyalizmin “emir eri” olurlar…”
ÖZDEMİR İNCE 6 Mart 2018
“‘Meşru’ tabii ki..”
Olur mu canım. Tabii ki değil.
Suriye’de meşru olan sadece ÖSO.
Ha pardon, bir de ÖSO’dan bile daha meşru olan Ahrarü’ş-Şam, Heyet-i Tahrir-i Şam, Nusra, IŞİD, ve bilumum eski El-Kaide’li demokrasi mücahitleri var.
Bunlar çağdışı ve ilkel dinozorlar olan PYD-YPG-SDG’li teröristler gibi değil ne de olsa.
Yobaz, ayrıca erkek egemen, cinsiyet ayrımcısı, kadınları ve kız çocuklarını köleleştirip cariye yapan PYD-YPG-SDG’lilerin aksine, Suriye’ye demokrasiyi getirecek olan bu özgürlükçü, demokrat, kadınlara yönelik pozitif ayrımcı, feminist, en önemlisi de cariye yapılan Yezidi kadınları ve kız çocuklarını kurtarıp özgürleştiren ilerici güçlere “terörist” diyen kendini bilmezleri kınıyorum.
Bu vesileyle sayın Zileli başta olmak üzere bütün anarşistleri de Suriye’deki bu ilerici, özgürlükçü ve devrimci muhalefet hareketlerine destek vermedikleri için eleştiriyorum.
“Evet, meşru bir devlet başkanının (Erdoğan) yönetimini,”
‘Meşru’ tabii ki..
— Herkese nufus kagidi verilip çok büyük bir lütuf yapılan cok sayida insanlarin oldugu
— Rüşvet ve yolsuzlukla gelen zenginliğin babadan (Recep) ogula (Bilal) devredildigi
— Serbest secim diye bir seyin bilinmedigi (7 Haziran 2015)
— Geleneginde bir de sunlarin oldugu:
http://marksist.net/okurlarimizdan/universitelerde-roboski-protestosu-roboskiyi-unutmadik.htm
http://marksist.net/diger-yazarlar/somadan-karamana-madenci-katliami-devam-ediyor.htm
http://marksist.net/okurlarimizdan/unutmayacagiz-ve-unutturmayacagiz.htm
https://serbestsiyasa.com/?p=1014
‘Meşru’ bir devletten ve onun da –haliyle– ‘meşru’ bir yoneticisinden bahsediyoruz; degil mi?
1) “Henuz bir ‘Anadolu Oligarşisi’ olusmus degil. Surec basladi ve devam ediyor.”
Sürecin başladığına ve devam ettiğine emin misin? Hayal kuruyor olabilir misin?
2) “Tamamlandiginizda, hatirlatin, bu sorunuza cevap veririm.”
Bir hayal ürünü olan “Anadolu oligarşisi”, “tamamlanacak” bir şey de olamaz. Olur da, yine, hayallerde.
Necip:
3) Necip bilerek, isteyerek atladığı şu soruya hâlâ cevap yazamıyor, Anadolu oligarşisini oluşturan öğelerin beslendiği kaynak ne kadar “Anadolu”? Cevap yazamaz, çünkü, Necip de gayet net bildiği hâlde bilmezden geliyor, komünistlerin bitmez tükenmez romantikliği, geçmişteki üç-beş hikaye ile kendilerine nostalji terapisi uygulayarak bugünleri geçirmeye çalışması gibi, Necip de “Anadolu güzellemeleri” ile kendisine nostalji terapisi uygulamaktan öteye gidemiyor. Necip de gayet net bildiği hâlde bilmezden geliyor, Anadolu da çoktan “Batılılaştı”. “Batılılaşmak” demek, günümüzde, takım elbise giymek, vals yapmak, stiletto ayakkabı giymek demek değil. Zihinlerin, akılların, davranışların, günlük yaşayışların her anının içinde “‘Batılılaşmak’tan serpintiler” varsa, orası “Batılı”dır.
Din mi? Folklor mu? Native kültür mü? Native yemek alışkanlıkları mı? Native müzik ki? Native sanat mı? Native dans türleri mi? Native evlilik adetleri mi? Native sinema mı? Native el yazmaları mı? Native elbiseler mi? Native mimari mi? … Geçiniz… Bunların hepsi, her topluluğun, elindekini-avucundakini satabilmek için kullandığı kaplama malzemeleridir, albenileştirme aparatlarıdır o kadar. “Batılı zihinler” için mühim olan, dünyanın her köşesinde her topluluğun kendi otantik özelliklerini nasıl paketleyip pazarlayabildiğidir, ötesi teferruattır.
Necip de, aşağıdaki mükemmel sözleri, Apple, Samsung, General Mobile, Asus, LG, Lenovo, Sony, Huawei, Xiaomi, ZTE-tabanlı-Vestel’den dinliyor:
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem (Not: “Balkan oligarşisi” çektirmişmiş.)
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm “Anadolu”m
Düğünüm, derneğim, halayım, barım
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkârım
Heybelerin nakışına ölürüm “Anadolu”m
“Anadolu”da yaşayan insanlar, “Mihriban” türküsünü, Apple, Samsung, General Mobile, Asus, LG, Lenovo, Sony, Huawei, Xiaomi, ZTE-tabanlı-Vestel’den dinliyor.
“Anadolu”da yaşayan insanlar, Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarını, Samsung LED televizyondan, LG LED televizyondan, Sunny LED televizyondan, Axen LED televizyondan, Philips LED televizyondan izliyor.
“Anadolu oligarşisi” diye bir şey yoktur. Anadolu da, “batılılaşmış”tır. Bedenleri Anadolu coğrafyası içinde, zihinleri “batılılaştı”.
“TOFAŞ” kısaltmasında “T” harfinin hiçbir önemi yoktur. “Batılı” FIAT yoksa, (T)OFAŞ yoktur.
Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, FIAT’a da aksam üretiyor mu? FIAT’ı beğenmediysen, Ford da olabilir, Hyundai de olabilir, Bosch Rexroth Kocaeli de olabilir, Delphi-Aptiv Bursa da olabilir, MAN Ankara da olabilir, Renault da olabilir, Toyota da olabilir, Honda da olabilir…
4) Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, SAP programını lisanslı kullanmak için kaç para ve hangi cins para ile ödüyor? “AutoCAD” dahil lisanslı kullandığın “Catia”, “NX & unigraphics”, “SolidWorks” gibi programlara da ödeme yapıyor musun, kaç para ve paranın cinsi?
5) Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, özellikle AB üyesi ülkelere ihracat yapıyor mu?
6) Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin, hammadde, yarı-işlenmiş mal ithal ederken, ödemeyi “U.S. Dollar” ile mi yapıyor?
7) Necip, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin ihracat yaparken, müşterilerin ödemeyi “Euro” ile mi yapıyor?
8) Necip, kurlar zaman zaman durağan bir seyir izlese de, 2013’ten günümüze yüksele yüksele “3,98”leri ve “4,72”leri gördü. Bu “dalgalanmalar”, senin patronu olduğun KOBİ-irisi şirketinin mali yapısını nasıl etkiliyor? Yoksa, sen, “tecrübeli bir ‘Batılı’ patron” gibi davranıp, geçen yıllarda şirketini “hedge” etmiş miydin ve bu sayede bugün mali sıkıntı çekmiyor musun?
9) Necip, sen de, “tecrübeli bir ‘Batılı’” gibi davranıp, “blockchain” teknolojisi üzerine inşa edilen çeşit çeşit “-coin”lerin borsalarına girip birkaç işlem yapıyor musun? Ve “güvenilir” olduğunu gözlemler isen, yüksek montanlı yatırım yapmayı düşünüyor musun?
10) Necip, 8 numarada bahsedilen “hedge” fiilini uygulaMAdıysan:
Patronu olduğun KOBİ-irisi şirketin için, çeşitli bankalardan kullandığın kredilerin geri ödemesinde problemler yaşadın mı? Eğer problemler yaşadıysan, KOBİ-irisi şirketinin “ayakta kalabilmesi” veya “ayakları yere basıyor olmakla beraber daha fazla kâr elde etmesi” için, “Kredi Garanti Fonu’na (KGF)” başvuru yaptın mı? Eğer başvuru yaptıysan, sonuç ne oldu?
Necip çok haklı, Batı Kürdistan’ı işgal eden Suriye rejiminin lideri Esad’ın iktidarı meşru değildir.
İşgalci Suriye devletinin başı Esad, güçlerini çekerek derhal Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını ve Batı Kürdistan’ın bağımsızlığını – ve dolayısıyla Güney Kürdistan yönetiminin bağımsızlığını da – da tanımalıdır.
Tıpkı Türkiye’nin de tanıması gerektiği gibi.
“Olur mu canım. Tabii ki değil.”
Yapmayin, etmeyin; israr etmeyin; ric’derim..
Suriye’deki rejim/yapi kesinlikle ve her daim mesruydu.
Fransizlarin, ulkeyi bir Nusayri azinliga emanet ettikleri, digerlerini de yok saydiklari yalandir.
Kurtlere, mesela, taa minevvelinden beri –basta vatandaslik olmak uzere– her turlu haklari verilmistir. Aksini soyleyen mufteridir.
Serbest secimler konusunda ise, kimsenin soyleyebilcegi tek kelime yoktur; hic de olabilememistir. Suriye, kuruldugu gunden beri, secimlerin seffaf ve serbest olmasi konusunda dunyaya numune olagelmistir hep. Aksini soyleyen mufteridir.
Diktatorluk konusunda fevkalade hassas olan cevrelerimizin, Esad’lar sozkonusu oldugu zaman sesinin cikmayisinin sebebi, tabii ki, (baba-ogul) Esad’larda kesinlikle bu baglamda en ufak bir iz, leke, emare olmayisindandir.
Onlar (baba-ogul) demokratlik timsalidirler. Ayrica halkin oyuna filan ihtiyaclari yoktur.
‘Hama Katliami’ (baska digerleri gibi) su bildigimiz ‘kaçınılmaz kötülük’lerden biridir ve bir oturusta KIRKBIN kisinin yok edilmesi, boyle bir zorunlulugun ne denli ‘YERINDE VE IYI’ [TM] olduguna isaret eder.
Ustelik, butun bunlarin (ve digerlerinin), daha dun degil, kurulustan beri devam ediyor olmasi, tabii ki, bu rejimin –uzun yillara yayilan, ‘time tested’– mesruluguna isaret eder.
Kisacasi, eger zerre kadar demokrat olmak veya insan haklari konusunda hassasiyetimiz varsa, Suriye’deki rejimi ve onun basindaki (ogul) Esad’i desteklememiz sarttir.
Ve; hala daha Sebbiha yazilmak konusunda tereddudu olan varsa, insanligindan utanmalidir.
Kurtlerin haklari konusunda fevkalade hassas olan cevrelerimizin, TC ve Irak sozkonusu oldugu zaman sesinin cikmayisinin sebebi, tabii ki, TC’de ve Irak’ta kesinlikle bu baglamda en ufak bir iz, leke, emare olmayisindandir.
Onlar (TC-Irak) demokratlik timsalidirler. Ayrica halkin oyuna filan (bagimsizlik referandumu) ihtiyaclari yoktur.
Butun ‘ayip etmek’ler esittir cunku..
Mesela, 80 sene boyunca birakin oy vermelerini, vatandastan bile saymadiginiz (nufus kagidi bile vermediginiz) insanlar varsa, bu ‘ayip etmek’tir.
Ote yandan, kendi basina gelin guvey olup bagimsizlik referandumu yapmissa birileri ve siz de bunu tanimadiginizi ilan etmisseniz, evet, bu da ‘ayip etmek’tir.
Her iki ‘ayip etmek’ de, tabii ki, ayni seydir.
Di mi?
Yok; degildir; ama, bunu anlatmak icin malesef nefes/byte tuketmek gerekiyor.
Referandum kararini almak yetkisinin kimde oldugundan baslamak gerekiyor once.
Yani, onune gelen her mahalli birim boyle bir karari alabilir mi; yoksa, bu, bagli oldugu birimin mi yetkisindedir?
Soyle ornek vereyim: Diyelim ki, Elbistan ahalisi ‘Elblere ozgurluk!’ sloganlari ata ata –TCMB’yi filan hic iplemeyerek– bir referandum duzenlemege kalkisti ve hatta yapti da.
Sonuc ne olursa olsun, bu ‘referandum’ bir yetki asimidir ve ayni zamanda da suctur.
Cezalandirmasa bile, ‘oldu bitti’ye getirilmege kalkisilan bu maceranin karsiligi, ‘hicbirsey olmus-bitmis degil; oturun oturdugunuz yerde’ olur. Ayni, taninmaz; kaale bile alinmaz.
Bunlar hayatin aci gerceklerindendir…
Hiçbir zaman gevezeliği, arsızlığı, laubaliliği sevmemiş karakterimle bu saygın sitenin lafazan, beberuhi, saygısız sevgisiz, insanlıktan bigane klavyetörlerle dolmasını protesto ediyor ve Sayın Gün Zileli’ye elveda diyerek ilgimi,bağımı kesiyorum. Demek ki, beberuhiler sarmış afakı ve zaman onların. Bu hazzetmediğim güruhun kırılası ağzı burnu, kaburga kemikleri, kuyruk sokuğu kemikleri kendilerinde olsun ve lanet olsun.
Sayın Zileli, siz de anarşistlerin geneli gibi, toplumsal muhalefetin silahlı ayaklanmalarına ve “devrimci şiddet” denen yöntemlere, ve aynı zamanda egemenlere karşı “bireysel terör”e mümkün olduğunca karşısınız, değil mi? Birçok kez, bunların iktidarları devirmede pek bir işe yaramadığını savunmuştunuz, yanlış hatırlamıyorsam.
(Bu, devletleşme yanlısı bazı marjinal Kürt ulusalcısı çevrelerin – örn; Nasname – da tavrı aynı zamanda. Yani silahlı mücadeleyi ilke olarak meşru görmekle birlikte mümkün olduğunca kaçınmak gerektiğini savunuyorlar. Belki de bunda asıl etken PKK’ye muhalif olmaları olabilir.)
Peki, aşağıdaki gibi olaylarda muhaliflerin alması gereken tavır ne olmalı bu durumda?
Şiddete karşı olanlar için zor bir ikilem değil mi?
Ya iktidar karşıtlığı nedeniyle şiddetin, ya da şiddet karşıtlığı nedeniyle iktidarın savuncusu konumuna düşmek gibi bir ikilem demek istiyorum.
Devlet ile uyuşturucu tacirleri arasında kalmak gibi bir ikilem de sözkonusu.
İzmir’de kaçak dehşeti! 1 şehit, 2 yaralı
06.03.2018
İZMİR’in Bornova ilçesinde yoklama kaçağı olduğu belirtilen Serhat Ceyhan (21), GBT (Genel Bilgi Tarama) sorgusu yapmak isteyen 2 polis memurunu bıçakladı. Polislerden Mehmet Çelik olay yerinde şehit olurken, Osman Çoban ise yaralandı.
İzmir’de yine kaçak dehşeti: 3’ü polis 4 yaralı
07.03.2018
İzmir’in Bayraklı ilçesinde, “uyuşturucu ticareti yapmak” suçundan hakkında kesinleşmiş hapis cezası bulunan şüpheliyi gözaltına almak isteyen güvenlik güçlerine, şüphelinin yakınlarının saldırması üzerine 3’ü polis 4 kişi yaralandı.
Ben mücadelenin tüm toplumun hep birlikte iktidarın burçlarına yüklenilmesiyle yürütülmesinden yanayım.
yüklenmesiyle, olacaktı.
“I only know one truth:
It’s time for the Balkanian Oligarchy, to end.”
Sayın Zil Güneli,
Bu tartışma için verilen muhtelif yeterlilik önergelerinin işleme konup oylanması ve gerekli çoğunluk sağlanamadığı takdirde bir sonraki gündem maddesine geçilmesi için emir ve müsaadelerimizi saygılarımla arz ederim.
Balkan Oligarşisi Fiyaskosu Ve Anadolu Gerçeği
Servet düşmanlığının beslediği intikamcılık duyguları
Bir gazetenin sosyal medya hesabında paylaştığı bir haber ve altındaki bir yorum:
“#SONDAKİKA: İran’da düşen Türk jetinden dram çıktı… Ünlü işadamının kızının bekarlığa veda partisi dönüşü havada facia”
“oh olmuş. milletin karnı aç. ……lar eğlence peşinde.”
Haberin veriliş şeklini de eleştirenler olmuş, başka yerlerde de.
Peki Murat Belge’ye karşı sarfedilen sözler ile yukarıdaki örneğin arasında nasıl bir fark vardır?
Nitelik (keyfiyet, quality) olarak farklı mı, yoksa sadece nicelik (kemmiyet, quantity) farkı mı var?
Uçak kazasında ölen ünlü işadamının kızına yönelik “oh olsun” tepkileri bana Zileli’nin bir yazısındaki şu cümleleri hatırlattı:
“Marx’ın artık klişeleşmiş bir sözüyle başlayalım: “İşçi sınıfının zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur.” Bu söz, yüz elli yıldır, bir devrimci umudun sloganı olarak tekrarlanır durur.”
Onun dışında bir de başka bir yerden aklıma gelen şu cümleleri:
“That was a mistake.”
“Why? Because you have no one left to die for you?”
“No… because I have nothing left to fear!”
Özetle:
Kaybedecek bir şeyi olmayanların intikamcılığından korkmalı.
Takipçileri için Sevan Nişanyan ve Ali Nesin: ‘İtlaf ahlâkı’
Taylan Kara
09/03/2018 Cuma
“Cübbeli Murat Belge Hocaefendinin müritleri için: ‘Linç nedir?’ ve ‘utanma kültürü’” (1) başlıklı yazıma Sevan Nişanyan iki yanıt verdi:
Sevan Nişanyan: “Bir yerden sonra fikirmiş, özgürlükmüş, hakmış, hukukmuş boş laf oluyor. Bunları itlaf* etmek lazım. (2)”
*
Sevan Nişanyan: “Bunlar organize vurucu tim. Aptal değiller, görevliler. İtlaftan başka çare yok.”
S. Nişanyan’ın bir takipçisi: “Hocam faşistler gibi ‘itlaf’tan bahsetmek size yakışıyor mu?”
S. Nişanyan: “çok” (3).
“İtlaftan başka çare yok.” yanıtını ilk beğenen kişi ise Ali Nesin oldu (4).
*
Ali Nesin ve Sevan Nişanyan’ın benim için kullandığı “it”, “otistik”, “ruh hastası”, “ahlaksız”, “aşağılık”, “ajan”, “vurucu tim” gibi ifadeleri bir kenara koyalım.
Yazımda yalan, yanlış ya da iftira olan ne vardır? Yazdığım yazının içeriğiyle ilgili bir kelime bile yazmamalarına da girmeyelim.
Biri çıkıp “Sevan Nişanyan ve Ali Nesin itlaf edilmelidir” yazsaydı ne düşünürdünüz?
Tehdit ve hakaret etmeyi sadece Ali Nesin ve Sevan Nişanyan mı biliyor?
*
Yazının içeriğiyle ilgili tek bir satır yanıt vermeyip yazarını “ajan”, “faşist” ya da “hain” ilan etmek fazlasıyla ucuz bir davranıştır. Çünkü karşınızda bir “hain”, “faşist” ya da “ajan” varsa, onun yazdıklarının bir önemi yoktur.
Beni itham ettikleri her şeyi bizzat yaptılar: Ölümle tehdit, hakaret, ajan ilan etme, taraftarlarına hedef gösterme, her türlüsünden iftira…
*
“Sevan Nişanyan itlaf edilmelidir”, “Ali Nesin itin tekidir”, “Sevan Nişanyan ve Ali Nesin aşağılıktır, ajandır” gibi cümleler kurmak çok mu zordur?
Bunlar çok mu yaratıcı ifadelerdir?
Birine “it” demek için çok mu zeki olmak gerekir?
Aklımıza mı gelmiyor?
Bu hakaretleri etmek bana kaç kalori harcatır?
“İtlaf edilsin” ifadesini yazmak benim kaç saniyemi alır?
Böyle cümleleri aptallığımdan, eğitimsizliğimden, küfür bilmediğimden, korktuğumdan ya da zekâ eksikliğimden mi kurmuyorum?
Bu hakaretleri ağzı olan, konuşabilen her insan edebilir.
Hakaret etmek ve birini toplumun önünde ölümle tehdit etmek marifet değildir.
*
İtlaf ahlâkı
Bu bir tavır, yaklaşım ve ahlâk farklılığıdır.
Beğenmediği bir yazı karşısında Ali Nesin ve Sevan Nişanyan’ın tutumu budur: “Yazarı itlaf edilmeli”.
Onların ahlâkı budur. Bu ahlâkla aramızda çok temel bir karşıtlık vardır ve her zaman olmak zorundadır.
Bize düşen “demokrat”, “özgürlükçü”, “solcu”, “hümanist”, “çağdaş” görüntüsünün arkasındaki bu ahlâkı teşhir etmektir. Uğraşmaya gerek kalmadı; kendilerini gösterdiler.
Onların ahlâkı budur: İtlaf ahlâkı…
Onların ahlâkı, beğenmedikleri bir yazının yazarını, öldürülmesi için yandaşlarına hedef göstermektir.
Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde.
*TDK sözlüğüne göre “itlaf”: Öldürme, yok etme, telef etme.
Taylan Kara
Kaynaklar:
1. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/cubbeli-murat-belge-hocaefendinin-muritleri-icin-linc-nedir-ve-utanma-kulturu
2. https://i.hizliresim.com/PlGRrv.jpg
3. https://i.hizliresim.com/p627GL.jpg
4. https://hizliresim.com/LbGJZz
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/takipcileri-icin-sevan-nisanyan-ve-ali-nesin-itlaf-ahlaki-230911
“Servet düşmanlığının beslediği intikamcılık duyguları”
‘Servet düşmanlığı’ degil, olcusuz israfa (ya da, servetin verdigi simarikliga/zipirliga) yonelik bir tepki.
Bir de, tabii ki, su var: Insanlarin, herkesin, herhangi bir seye yonelik merhamet duygulari beslemesi icin, kendilerinin de benzer bir ortamda ne hissedeceklerini tahayyul edebilmeleri gerekir.
‘Bekarligi veda partisi’ gibi, bu toplumun neredeyse hicbir kesimine asina gelmeyen bir sey icin, beybabasinin holdingisinin ozel ucagiyla imamin kayigina transfer olmus birisi ile kim kendini ayni sartlarda hissedebilir?
Bir de, ayrica, su var: O ucagin ve murettebatinin (11 kisinin konaklama masraflari dahil) giderleri acaba nasil muhasebelestirilmistir?
Holdingin ‘temsil’ giderlerine mi yazilmistir; yoksa, ucak holdinden kiralamis ve diger masraflarini da cebinden mi vermistir?
Yani, holding, vercegi vergiden mi mahsup etmistir; yoksa gelir kaydedip onun vergisini mi vermistir?
Sizce hangisidir?
Yazi icin tesekkürler. Ufak bir gözlemimi eklemek isterim:
Bazi libarelleri AKP-iktidarinin yaninda olmakla elestrip kann davasi güden ulusalcilar maalesef kendi düstükleri durumun ayni olduguu görmüyorlar. Verilen agri müebbet kararlarini alkislarken, muhalefete gecen liberallere karsi sürdürülen iktidar terörünü gönülleri yag bagliyarak itikamcilikla izlerken ve “oh olsun” derken ayni sekilde dinci fasist iktidar ile ayni cizgide duruyorlar. Bu dinci iktidarin savasci. isgali, saldirgan politikasini desteklerkenki durumlarini demiyorum bile.
Günümüz dünyasında en büyük kötülük kaynağı ulus devletler, ulusçuluklar, ulusalcılıklar, ulusal kimlikler ve – onların yedeği konumundaki – liberalizmdir. Bütün liberaller azılı birer ulusçu ve ulusalcıdırlar.
Azılı ulusalcı olan bütün enternasyonalist solcular gibi. Çünkü enternasyonalizm (uluslararasıcılık) bir tür ulusçuluktur. Hem de en tehlikeli ve sinsi ulusçuluktur. Anasyonalizm (ulussuzluk) değildir.
Totalliter (Bilimsel) Sosyalizm Hakkında Birkaç Söz
Taylan Kara, Merdan Yanardağ ve sosyalistleri özellikle Stalin ve Marx yanlısı sosyalistleri anlamaya çalışıyorum.
İlginç olan şey ise Taylan Kara’nın haber.sol.org sitesinde yazması. Elbette Taylan Kara’nın haber.sol.org’da yazması ile sözünü ettiği olay arasında doğrudan bir bağlantı yoktur. Fakat yine de tuhaf bulduğum bazı şeyler var: Örneğin diyelim ki siz bir sorundan şikayetçiniz, fakat benzer sorun çok daha büyük boyutlarda aslında sizin burnunuzun dibinde yaşanıyor ve yaşanmış ve siz bunu sürekli görmezden gelip başka ufak tefek sorunları çok önemli bir sorun gibi gösterip sürekli tartışma konusu yaparsanız bu ister istemez dikkat çekecektir. Neden mi, biraz uzun olacak ama açıklayayım:
Önce haber.sol.org sitesinin birkaç özelliği üzerinde durmak istiyorum. haber.sol.org sitesi Stalin ve Sovyetler ve sosyalistleri her defasında haklı çıkarmaya çalışan bir site. Her defasında diyorum, yani öyle bir yazıyorlar ki Stalin hep doğru şeyler yapmış oluyor, yanılmaz oluyor. İlginç tabii. Üstelik Stalin ve Sovyetler’in onca büyük hatasına rağmen. Büyük hatalar neler:
Örneğin milyonlarca Ukraynalının Stalin’in yanlış politikaları yüzünden ölmesi. haber.sol.org’un buna karşı tutumu ne peki? Onlara göre bu koca bir yalan, böyle bir şey olmadı, tümüyle bu Batı’nın bir propagandası. Peki bunu geçtik yalan dedik.
Ama dikkat çeken şey şu: Stalin ve Sovyetlerle ilgili bu tür olaylar, birçok bağımsız rapor vb. ciddi şüphe çeken olaylardan söz ediyorum, karşısında haber.sol.org sitesinin tutumu hep benzer: bunlar yalan, Batı propagandasının yalanı, bunu söyleyenler Batı propagandasına alet olan kişiler. İstinasız hep bu şekilde yanıtlar. Aslında bunlara göre bağımsız raporları sadece kendileri gibi düşünen insanlar yazabilir, çünkü doğruyu sadece kendileri gibi düşünen insanlar biliyor. Bunun dışındakiler, düşman, devrim düşmanı, Batı ajanları, baştan ön yargılı, taraflı vb. olarak tanımlanıyor. Bundan sonra çıkıp komik biçimde gerçekler ortaya konulursa bunu kimsenin inkar etmeyeceğini söylüyorlar. Bilimde elbette argümanlar, deliller konuşur. Ama bunların tanımladığı bilim anlayışında bunlara zıt ve ters bir şey söyleyen kişi argüman ve deliller ne olursa olsun düşman propagandası, Batının ürettiği yalanlar, düşmanların sözleri, ön yargılı kimselerin yanıtları vb. denilerek peşinen yanlış kabul ediliyor, kendi söyledikleri ve dile getirdikleri ise mutlak gerçeği temsil eder gibi ortaya konuluyor.
Denilebilir ki gerçekten eleştiriler yalan ve propaganda olamaz mı?
Hadi diyelim bunlar hep yalan, o yalan bu yalan, propaganda filan. Stalin ile ilgili akla gelen her türlü ciddi eleştiri yalan olsun. Sovyet sistemi ile ilgili akla gelen her türlü ciddi eleştiri yalan ve Batı propagandasının ürünü olsun sadece. Hatta daha da ileri gidelim diyelim ki bu eleştirileri dile getiren herkes otomatik olarak yalancı ve sahtekâr ilan edilsin, devrim düşmanı ilan edilsin, en azılı sosyalist düşmanı ilan edilsin, taraflı ve ön yargılı ilan edilsin. Taraflı olanların yaptığı tüm suçlamalar peşinen yanlış mıdır? Belki değildir. Bunu da hatırlatalım. Ya da düşman olanların yaptıkları tüm suçlamalar peşinen yanlış denilebilir mi? Denilemez. Peki şu soruyu soralım: Sovyet sistemi her açıdan kusursuz bir sistem miydi? Stalin her açıdan kusursuz, hata yapmayan bir insan mıydı, yaptığı, söylediği her şey hep doğru muydu? Onlara göre anlaşılan Marx, Stalin, Lenin kusursuz düşünürler ve liderlerdi. Kısaca yazdıklarından şu veya bu şekilde Stalin’in kusursuz, eksiksiz bir lider olduğunu çıkaracağız. Öyle ya Marx da Tanrı idi zaten dememiz gerekecek arkadan. Aslında zor değil , bu mantığın varacağı varması gereken yer burasıdır demek daha doğru olacak. Çünkü o derece toz kondurmuyorlar. Stalin ise insan üstü bir varlık oluyor o zaman. Sistemleri de Tanrılar tarafından kurulmuş, hatasız bir sistem gibi bir şey oluyor. O yüzden tabii böyle şeyler olur diyeceğiz. Yani aslında geldikleri ve bir şekilde vardıkları nokta buna benzer bir şey. Hadi sistemleri hatasız diyelim yöneticilerin Sovyetlerde, örneğin Stalin döneminde hiç hata yapmadığını nasıl düşünüyorlar anlamak mümkün değil. Gerçi onlara da şuna benzer yanıtları var: Yöneticiler hata yapıyordu ama Stalin hata yapanları cezalandırdı. Stalin tüm hata yapan yöneticileri bulup cezalandırdı, hem de hepsini, içlerinden Kruşçev gibi en iyi olanları seçti sanırım. Ne de olsa Stalin en iyisini biliyordu, yoksa bilmiyor muydu? Aslında bu gülünç, yapmacık ve son derece sahte tutum çok belirgin. Tabii anlayabilene. Bu dogmatik tutumlar, yalan yanlış ön kabuller zaten kafada soru işaretleri ister istemez oluşturuyor. Ve insan düşünmeye başlıyor nasıl olur da bir sistem kusursuz olabilir, nasıl olur da Stalin kusursuz bir lider olabilir? Neden Stalin Rusya’sında Stalin’e yönelik doğru düzgün ciddi bir eleştiri yok, neden Sovyetlerde özgürce, eleştirel ciddi bir tartışma ortamı ve muhalif yok? Tüm bunları üst üste koyunca Sovyetlerin, Stalin ve Lenin’in aslında son derece dogmatik bir ideolojinin arkasına saklandıklarını, bu sosyalizm ideolojisini de bir tür maske olarak kullandıklarını anlamak zor değil. İşte haber.sol.org’da bu geleneğin bir tür devamı aslında. (Elbette Stalin’e peygamber, Tanrı ve kusursuz bir lider demiş değiller ama kaçınılmaz olarak varacakları yeri söylüyorum. Çünkü lideri ve ideolojilerini putlaştırmışlar, liderlerinin veya ideolojilerinin bazı yanlışların olması o yüzden mümkün değil, yani lider ve ideolojileri Tanrı mertebesinde yanılmazlığı temsil ediyor.)
O yüzden haber.sol.org sitesi büyük ve önemli doğruları yanlış, büyük ve önemli yanlışları doğru gibi göstermede nam salmış bir site: dogmatikliği dikkat çekici boyutlarda. Yani haber.sol.org’unda dini dogmaları mutlak biçimde savunanlardan aslında hiç aşağı kalır yanı yok. Birisi din ve Tanrı adına bu mutlak doğrudur diyor öteki de bilimin arkasına saklanarak bu doğrudur, çünkü bilimseldir, bu bilimsel sosyalizimdir, sen ne konuşuyorsun diyor. Aslında bu bakış açısı bilimi bile çarpıtan bakış açısı, çünkü bilimsel bakış da bile çok defa her şeyin hesaplanabildiği mutlak doğrular, mutlak kesinlikler yoktur; kaos ve kompleks teorisinin söyledikleri ortadadır. Bilim insanları bir aylık hava durumlarını bile kesin bir şekilde bilemiyor. Birçok kimyasal maddenin uzun vadede insan vücudunda ne gibi etkiler oluşturacağı şimdilik bilinmiyor. Kısaca bilim bile her şeyin yanıtını bilemediğini, defalarca hata yaptığını kabul etmiş durumda. Örneğin yanlış tedaviden ölen hastalar, yan etkisinden dolayı üretimden çekilen ilaçlar vb. akla ilk gelenler. Ama bunlar nedense hata yapmıyor, çünkü bilimsel sosyalizm demek bunlara göre hatayı ortadan kaldırıyor ve otomatik olarak her durumda haklı oluyorlar ve her şeyi en ince noktasına kadar bilir hale geliyorlar. Yani bir anlamda bilimin arkasına saklanarak Marxism ve Stalinin totaliter sosyalizmi dinsel bir ideoloji haline geliyor. Tabii ki bilimsel sosyalizm demek bunu papağan gibi tekrarlamak sizi haklı çıkarmaz. Ama bunlar bilimsel sosyalizm, Marx, Stalin, Lenin, şu bu deyince kendilerinin her zaman haklı olduklarını sanıyor. Tabii bu derece dogmatik olduğunuz zaman, bu dogmatiklik bağnazlığı da beraberinde getirecektir, o zaman karşınıza en temel, en önemli doğrular çıksa bile ve bu temel doğrular bir şekilde Stalin ve Marx’ı bir ölçüde haksız çıkarmış olsa bile geçerli olmayacaktır. Çünkü bu mantığa göre en temel doğru hiçbir yanlışı olmayan Stalin, Marx, Lenin olacaktır. Tabii aslında bilimsel sosyalizm dedikleri şey de bilimi de çarpıtarak, doğruları yanlış, yanlışları da doğru gibi göstermede aslında hiçbir kural tanımayarak her seferinde Stalinin totaliter sosyalizmini haklı çıkarmaya çalışmaktan ibarettir. Bu yüzden gerçek ismi bilimsel sosyalizm değil, totaliter sosyalizm olsa daha iyi olabilirdi. Ama yine de bilimsel sosyalizm de çok yanlış olmuyor. Çünkü onlar için bilimin de çok büyük rolü vardır: kitlelere her şeyin bilimsel bir şekilde işçi sınıfı için yapıldığı anlatılır. Gerçekte ise bilim kitleleri ve halkı köle haline getirmek ve işçi sınıfının ve halkın iktidarın yalanlarına itaat etmelerini sağlamak için daha çok iktidarca kullanılan önemli bir baskı ve manipülasyon aracıdır. Marx yaşasaydı kendi felsefenin sefaletini kağıt üzerinde değil bizzat pratik ve uygulama da görürdü. Bu yüzden bilimsel yani totaliter sosyalizm ya da felsefenin sefaleti desek de hepsi aynı kapıya çıkıyor.
Ne var bunda denilebilir? Aslında bu son derece önemli. Çünkü liberalleri ve neoliberalleri eleştirirken onların düştüğü çelişkileri çok güzel dile getiriyorlar. (Taylan Kara tekrar sorma çelişkileri bulmuşsun diye yazıyorum bak.) Örneğin Aziz Nesin oradaki yorumu beğenmiş, Taylan Kara soruyor böyle bir yorumu nasıl beğenebilir bir insan diyor. Ama aynı Taylan Kara gece gündüz Stalin güzellemesi yapan, yapmış bir sitede yazıyor ve o sitede yazan yazarlara böyle güzellemeler nasıl yapılmış, yapılıyor diye sormak aklına gelmiyor sanırım. Şimdi biz de soralım bu nasıl oluyor Taylan Kara. Gece gündüz Stalin güzellemesi yapılan, yapılmış bir sitede yazarlık yapmak, yapılanlara tek bir ses bile çıkaramamak nasıl oluyor? Stalin milyonlarca insanın, örneğin milyonlarca Ukraynalının, binlerce belki de yüzbinlerce, milyonlarca muhalifin, insanın ölümüyle suçlanan insan. Üstelik bunların kuru sıkı palavra, ya da propaganda veya özel olarak üretilmiş yalan olmadığına inanmak için o kadar çok neden var ki. haber.sol.org sitesi bu adama habire güzellemeler yapıyor ve onu neredeyse Tanrı mertebesine çıkarıyor, Taylan Kara bunları görmezden gelerek o siteden Ali Nesin’in ne kadar büyük yanlışlar yaptığını ve çelişkili tutumunu bize anlatıyor. Keşke gelip bunları da anlatsaydın veya anlatabilseydin Taylan Kara o zaman daha inandırıcı olurdun.
Taylan Kara diyebilir ki haber.sol.org ‘da yazıyorum, ama onlarla birçok konuda aynı görüşte değilim, sadece bana sayfa vermişler o yüzden yazıyorum. İyi de salt çaresizlikten, parasızlıktan ve başka hiçbir yerde yazamadığın için o sitede yazıyorsa biraz onu anlayabilirim. Ama yine de Taylan Kara yazdıklarınla bu siteye dolaylı bir şekilde destek veren kişi olarak bu çok büyük çelişkilerden!!! söz etmen bize çok tuhaf geliyor doğrusu. Dileriz bir gün başka daha büyük yaman çelişkileri de görürsün.
Merdan Yanardağ’a gelince. Liberallerle ilgili önemli eleştiriler yapmış. Burası önemli. Fakat diğer yandan şu veya bu şekilde Stalin politikaları ve yanlışları savunulduğu zaman bu eleştirilerin tuzla buz olduğunu eklemek isterim. Çünkü adama derler “Tencere dibin kara, seninki benden kara”. Yanardağ liberalizmin tutarsızlığını ortaya koyarken onun karşısına liberalizm kadar tutarsız Stalin ve Marx soslu totaliter sosyalizmi çözüm olarak ortaya koyunca tutarsızlığın bir başka şeklini göstermiş oluyor sadece. Evet Merdan Yanardağ, liberalizmin tutarsızlığını, iki yüzlülüğü çok iyi anladık, aslında çoktan beri de biliyorduk ama biz Stalin soslu totaliter sosyalimin tutarsızlığını iki yüzlülüğünü ve yalanlarını, bu ideolojinin liberalizmden hiç de aşağı kalmadığını da çok iyi biliyoruz.
15 Temmuz konusunda Zileli, Garbis Altınoğlu ve onlar gibi düşünen diğerlerine katılmıyorum.
Hareketin başarılı olması durumunda oluşacak yeni iktidar odaklarının yönetiminin iyi sonuçlar getiremeyecek olduğu görüşündeyim.
Öte yandan mevcut iktidar tarafından fazla zorlanmadan ve çok kayıp verilmeden bastırılması da iyi olmamıştır kuşkusuz.
Fakat bastırılmasının daha uzun sürmesi ve böylece her iki iktidar odağının da daha çok kayıp vermiş olması iktidar karşıtları açısından en iyi durum olurdu.
Seçimler boykot edilmeli mi?
Tipik, ezberci anarşist yanıt belli…Boykot.
Ama, bence, artık RTE ve bildik TC kalıntısınin ortak iktidarının ülkeyi uçuruma sürüklemesi de önlenemez. RTE nin seçimleri kazanması da önlenemez.
Ama .. fakat meşruiyet krizi seçimleri boykot ederek mi; aksine seçimlere katılarak yasal da olsa hile hiledir.. hileye mecbur ederek mi yaratılabilir….
Uçuruma sürüklenmesi kaçınılmaz toplumu hangi taktik daha mücadeleci bir karakter sağlayabilir.
Toplumsal gelenekler, mücadeleye yatkınlık vs… bu toplum için boykot sanki henüz bir kaç numara büyük gelir…
İktidar boykot taktiğine sevinir mi… bence sevinir…
***
Sayın Gün’den bir yazı bekliyor muyuz…
muhalefet toptan seçimleri boykot etse rejim büyük bir krize girer ama bu pek mümkün görünmüyor.
CHP, İYİ P, HDP, Saadet P….
ortak boykot… Mikemmel olur…
… Ama bu bir mucize olur…
o zaman…
RTE’nin son seçimine hırsla asılarak, yasal hileleri teşhir edecek ve (gerçekten) hile ile kazandığı algısı ortaya çıktığında seçimleri gayrı meşru ilan ederek parlementodan çekilme ve sivil itaatsizlik eylemleri daha akılcı taktikler olabilir..
Ve boykot seçeneğini de tartışmak yararlı olur… ki.. bu meseleler etraflıca konuşulsun..
Balkan Oligarşisi’nin Trajedisi
https://www.youtube.com/watch?v=8eTenHII1AI
– Did you ever hear “The Tragedy of the Republic”?
– No?
– I thought not. It’s not a story the disorder would tell you. It’s a Republic legend.
– What happened to him?
– He became so powerful… the only thing he was afraid of was “The Last Day of the Republic”, which eventually, of course, he did. Unfortunately, he taught his Republic everything he knew, then his Republic killed him in his sleep.
– Is it possible to learn this remember?
– Not from a Republic.
Çevirisi de şöyle oluyormuş:
https://translate.google.com
– Hiç “Cumhuriyetin Trajedisi” ni duydun mu?
– Yok hayır?
– Öyle düşünmemiştim. Bu, bozukluğun size anlatacağı bir hikaye değil. Bu bir Cumhuriyet efsanesi.
– Ona ne oldu?
– O kadar güçlü oldu ki … korktuğu tek şey, elbette ki, “Cumhuriyetin Son Günü” idi. Ne yazık ki, Cumhuriyetine bildiği her şeyi öğretti, o zaman cumhuriyet onu uykusunda öldürdü.
– Bunu hatırlamak mümkün mü?
– Cumhuriyetten değil.
Demir Küçükaydın’ın şu yazdıkları ilginç;
“Slavlar en geç uygarlığa geçen kavimdirler.
Rusya en son kurulmuş antik devlettir.
Türk devleti de, Rus Devleti de Bizans tohumudurlar, Bizans’ın ölümden sonraki dirilişidirler.
Ama Rus devleti daha geç ve daha “barbar” bir dünyada ve kapitalizm doğarken, modernizmin kıyısında kurulduğundan daha dinamiktir.
Türk devletine göre daha az şarklıdır.
Bu nedenle Rus devlet bürokrasisi çağı daha iyi okur.
Rus aydınları sürgünde Marks okur ve onunla yazışırken, Türk aydınları pozitivistlerden öteye gidemezler.
Ayrıca Ekim devrimini izleyen birkaç yılda tekrar ipleri eline almadan ve alabilmek için, Rus devlet bürokrasisi Aydınlanma’nın ve Marksizmin ateşinden geçmiştir. Bu ona daha geniş bir ufuk ve esneklik kazandırmıştır.
Rus edebiyatı, Rus müziği, Rus matematikçileri, biyologları, fizikçileri olmadan çağdaş bilim ve sanat düşünülemez.
Türkiye’den ise bir tek Allah’ın kulu bile bulunmaz bu alanlarda.
Bu farkı Erdoğan ve Putin karşılaştırmasında bile görebiliriz.
Putin istihbaratçı olarak bir temel ve yüksek öğrenim gördükten sonra Türkiye, Almanya gibi ülkelerde yetişmiştir. Birkaç dil bilir akıcı Almanca konuşur vs..
Erdoğan ise, futbolculuğu ve diploması bile düzmece, dayak yememek için babasının ayaklarına kapanan, Necip Fazıl gibi devlet yalakası soğuk savaş ve anti komünizm ideoloğu birinden nemalanmış biridir.
Şimdi bu ikisinin arasındaki kumarı kimin kazanacağı düşünülebilir.
Rusya’nın daha akıllıca davranacağı hemen görülebilir.”
KONSEYİN ADI VAR, KENDİSİ YOK
Harmancık, Fetullahçı Terör Örgütü’nün gerçekleştirdiği darbe girişimini ülke çapında planlayan ve organizasyonunu yapan Yurtta Sulh Konseyi içinde yer aldığı iddiaları hakkında ise, “Yurtta Sulh Konseyi’nin varlığı hakında somut bir delil bulunmamaktadır. 1960 yılındaki darbe döneminde Milli Birlik Komitesi’nin 38 kişinden oluşmasına istinaden 38 kişi olduğu kabul edilmiş. Eğer bu sayıya 2 itirafçı olan gizli tanığı eklersek, 40 kişi oluyor ve bu iddia da çürüyor. 38 kişiden 2-3 kişi haricinde hiçbirini tanımıyorum. Konsey toplantılarının yapıldığı villaya hiç gitmedim.Tanımadığım insanlarla neyin toplantısını yapayım. Darbe başarılı olsa ben bu insanlarla neyi yöneteyim. Konseyin adı var, kendisi yok. Terör örgütü üyeliği suçlaması kapsamında bu konseyin delil olarak sayılmasını iddianameden çıkarmınızı diliyorum” diye konuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/feto-sanigi-eski-tugamiral-harmancik-butun-sub-40584223
yazıda geçenlere cevap verin, laf kalabalığı yapmayın.