Bir yıl önce yayınlanan “Kürt Mücadelesinde Durum Nedir?” yazısındaki öngörüleri bugün yeniden tartışılmak üzere yeniden yayınlıyorum.
G.Z.
Kürt siyasi hareketi (PKK-BDP) Abdullah Öcalan’ın önderliğinde yol alırken, AKP hükümetinin keskin virajıyla bir yol kazasına uğradı denilebilir.
Kürt siyasal hareketi Abdullah Öcalan’ın önderliğinde nereye doğru yol alıyordu? Bence Kürt burjuvazisinin siyasal gücü olmaya ve AKP iktidarıyla işbirliğine doğru. Özellikle Kürt siyasal hareketi içindeki Leyla Zana, Ahmet Türk, Altan Tan, Sırrı Sakık (aralarında bazı nüanslar olmakla birlikte) gibi isimler bu eğilimin başını çekiyordu.
Öngörülen “yol haritası” şuydu: MİT’le Abdullah Öcalan’ın anlaştığı üzere, “barış süreci” hassasiyetle yürütülecek, ateşkeş dağdaki gerillaların ülke dışına çıkmasıyla sürdürülecek, ardından BDP’nin aracılığıyla Öcalan ve Kandil ile “barış görüşmeleri” başlatılacak, dağdakilere ve içeridekilere af çıkarılacak, silahlı mücadele tamamen sona erdirilecek, PKK’nın legal siyaset yapmasının önündeki engeller kaldırılacak, hatta Abdullah Öcalan süreç içinde hapisten çıkarılacak ve legal Kürt siyasal partisinin başına geçecekti. Elbette bütün bu süreç içinde, PKK’nın plebyen yönü tamamen ortadan kaldırılacak ve hareket legal siyasete tabi olduğu ölçüde, AKP ile işbirliği halindeki Kürt burjuvazisinin denetimine geçecekti. Bana soracak olursanız, Öcalan’ın bu sonuncusuna da bir itirazı yoktu ama bir şartla: Bütün bunlar onun mutlak önderliği altında yürütülürse.
“Yol haritası” istenilen şekilde yürümedi. Çünkü bu planı aksatan başka faktörler girdi işin içine. Bu faktörlerin en başında Suriye ve Rojava geliyor. AKP iktidarının yürüttüğü Suriye politikası Rojava’da arıza yaptı. Çünkü Rojava Suriye Kürtlerinin bölgesiydi ve burada PKK’nın Suriye kesimi olan PYD önderliği hâkimdi. PYD, halkın özyönetimine ağırlık veren bir politika yürütmenin yanı sıra ve bundan da daha önemli olarak, AKP iktidarının müttefiki Suriye’deki silahlı güçlerin (el-kaide örneğin) tekerine çomak sokuyordu. Bu durum, AKP iktidarı ile Kandil’i karşı karşıya getirdi. Bunun üzerine AKP iktidarı, satranç tahtasında iki oyuna başvurdu: Birincisi, Rojava kalesini piyonlarıyla sarmak ve hareket edemez hale getirmek, ikincisi de Barzani “Vezir”ini Türkiye, Irak ve Suriye yönünde ileri sürmek.
Barzani, AKP iktidarı açısından çok uygun bir müttefikti şu andaki konjönktürel durumda. Barzani ile ittifak sayesinde Irak’la yeniden temas kurulabilecek, Suriye Kürtleri yine Kürt kartıyla tecrit edilecek ve en önemlisi, Türkiye’deki “Kürt açılımı”nda, AKP iktidarının (ve geleneksel Türk devletinin) eskiden beri arayış içinde bulunduğu yeni bir aktör devreye sokulmuş olacaktı. AKP iktidarı kanımca şöyle düşündü: “Barış süreci”yle Öcalan’ın ve Kandil’in eli kolu bağlı hale getirilmişti, isteseler bile çok fazla kıpırdayamazlardı. Tam böyle bir aşamada (zaten petrol ortaklığı kurdukları) Barzani devreye sokulursa, Kürt halk kitlelerine iyi bir mesaj verilmiş olur, Kürt burjuvazisiyle çoktan beri var olan kaynaşma süreci, böyle bir “Türk-Kürt dostluğu” gösterisiyle ileri bir aşamaya vardırılır ve böylece Kürt hareketinin önderliği bile değiştirilebilirdi. MİT Öcalan’la ne kadar ileri düzeylerde ilişki kurmuş olursa olsun, AKP iktidarı, arzuladığı AKP-Kürt burjuvazisi ittifakını Öcalan aracılığıyla gerçekleştirebileceğinden kuşkuluydu. Çünkü Öcalan sonuç olarak bir örgüt adamıydı, örgütle var olan, onunla nefes alıp veren biriydi. Kısa vadede bu örgütü Kürt burjuvazisine tamamen tabi hale getirmek pek mümkün görülmüyordu. Bunun en büyük nedeni, batı kesimlerinde ve politik arenadaki PKK aleyhtarı milliyetçi tepkiydi. Bu milliyetçi tepkiyi alt etmek zordu ama Türkiye’nin dışındaki bir Kürt lideriyle pekâlâ samimi ilişkiler geliştirilebilir ve bu sayede Kürtler iktidarın denetimi altına alınabilirdi. Hatta zaman içinde PKK önderliğine alternatif bir liderlik de çıkarılabilirdi. Barzani ile yakın ilişkilere sahip bir Leyla Zana neden böyle bir liderliğe aday olmasındı.
Başbakan’ın son büyük manevrasıyla özellikle BDP’liler oldukça zor bir durumda kaldılar. Barzani’li, Şivan Perver’li yeni tür “Kürt açılımı”nın PKK-BDP’yi açığa düşürdüğünün ve hatta bir anlamda böldüğünün farkındalar, ancak bu manevraya açıkça karşı çıktıkları zaman tertiplenen büyük “Türk-Kürt dostluğu” şovuna karşı bir konuma düşeceklerinden seslerini fazla yükseltemiyorlar. Ancak, sitemkâr itirazlarla yetinmeye çalışıyorlar şimdilik.
Burada önemli olan Abdullah Öcalan’ın ne tutum alacağıdır. Barzani kartına oynayan AKP, Öcalan’ın önderliğine karşı ağır bir saldırı yapmış bulunuyor. Bence Öcalan her türlü taktik oyuna girer, her türlü dansı rahatlıkla yapar ama önderliğine saldırılmasını asla affetmez.
Bu yüzden, ne yazık ki, yakın bir zamanda Kürt bölgelerinde silahlı mücadelenin yeniden alevleneceğini tahmin etmek kehanet olmayacaktır.
Gün Zileli
17 Kasım 2013
kürt halkı barzanili şivanlı şova onu gündemine dahi almayarak yoksaymıştır, miting alanında en fazla 50bin kişiye hitap ettiler ve bu kitlede hakparlılar ve çevredeki koruculardan oluşuyordu, meseleye bu açıdan bakacak olursak yeni bir kürt lideri yaratma işi pek mümkün görünmüyor
peki, kürtlerin burjuva temsiciler safına savrulmasına kandil’in tavrı ne olacak? bdp içinde bu liberal kesim azınlıkta değil mi?
Tarih 17 Kasım olacak Gün Bey. Bir de Cemil Bayık hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sız bır sure once de sunları yazmıstınız:
“Yani anlaşılması gereken şudur ki, AKP’nin niyeti, gerçekten barışı gerçekleştirmekten çok, seçimlere kadar, oyalamacı bir tutumla da olsa “barış sürecini” yürütüyormuş gibi bir izlenim yaratarak doğudaki oylara sahip olmaktır. Eğer bunu başarırsa, o zamana kadar izlediği oyalama siyasetini de bir yana atıp, seçimleri kazanmış bir partinin güveniyle, Kürtlere karşı savaş sürecine hız verecektir.”
Galiba dusunceleriniz degismis. Bu sefer Ocalan’i savastiriyorsunuz. Yerinizde olsam, bu soruna iliskin eski yazilarimi okur, “ongorulerim nicin hep yanlis cikiyor?” diye dusunurdum.
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/01/24/baris-sureci-mi-secim-sureci-mi/#ixzz2kwkvlnbt
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/rafet-balli/27705-rafet-balli-diyarbakir-kursu-siradisi-meydan-vasat-sokak-kayitsiz.html
Gerçi yazınızda kısaca değinmişsiniz. Çözüm diye sunulan “şeyin” bir yüzü de Musul-Kerkük petrollerinin Türk ve Kürt egemenlerce paylaşımı. Peki bu “petrol rantı” meselesi, sizce “çözüm süreci” diye dayatılan şey için tali bir itici güç mü, yoksa omurgasına yerleştirebileceğimiz bir sebep mi? Mesela Sungur Savran (Devrimci İşçi Partisi) en başından beri bu tezi savunmakta.
Son yazısı şurada => http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/iste-gercek-cozum-sureci
Ben de bir iki kelam edeyim;
Kürt hareketinin sınıf karakteri maalesef evrim geçirmekte. Hareketin sosyalist damarı hayli aşındı ve burjuva kıyafet giydi. Bu, sorunu Türk egemenlerce “çözümlenmesi” için makul bir noktaya taşıdı. Yazınızda bahsettiğiniz nokta önemli; Kürt kurtuluş mücadelesinin önderliği ya fikren, olmazsa madden değiştiriliyor. Bu da hareketin “yeni” önderleriyle pazarlık yapmak için Erdoğan’a sınıfsal bir koz veriyor. Zaten Tayyip Erdoğan’ın da “açılım-süreç” şeklindeki arayışları, Kürt kurtuluş mücadelesinin kabuğunda bir burjuva çatlağı oluşturmak üstüne kuruludur.
Peki AKP kürt meselesini bu noktaya neden taşıdı? Sanırım artık eski parametrelerle olayı çözemeyeceği kanısına vardı ve dış politikasındaki neo-osmanlıcılık “açılımı” da bunda etkili oldu. Ortadoğu’da “yerel” bir abi olmanın yolunun dört farklı coğrafyaya (Türkiye-İran-Irak-Suriye) yayılmış olan Kürtlerle ittifak kurmaya dayandığı sonucuna ulaştı. Tabi bu ittifak yukarıda bahsettiğim gibi Kürt burjuvazisi ile kurularak sistem içi (petrol rantı odaklı) bir çözüm dayatılmaktadır.
kürt mücadelesi tarihinin en kritik aşamasına ulaştı. şimdiye kadarki başarısını heba etmemesi gereken bir sürecin başında durup, bir muhasebe yapmasında bence de fayda var.
zira “osmanlıda oyun bitmez” ama, sahnedeki “son oyun ” şimdilik şu:
hak arama sürecine giren kesimleri önce terörize etmek,
sonra da bir şeyler veriyormuş gibi yaparak, “son aşamada ” daha ne yapsaydık lan” psikolojisine soktuğu destekçilerini galeyana getirerek katliama sürüklemek…
elinde yeterince sermaye imkanları olan bir devletin benzeri oyunlarına figüran bulması da mümkün… akp dönemine kadar, yazıda ima edildiği gibi bir kürt burjuvazisi yoktu. olan burjuvalar da “kürt” değildi. çoğu, türk iş camiasıyla müşterekti. kürt burjuvazisini küresel sermayenin desteğiyle akp yarattı, yaratmaya da devam ediyor. dolayısıyla, önceden pkk önderlikli mücadelede burjuva damar, sembolikti. şimdi bu sınıfın kürt mensupları “sınıf çıkarı gereği” akpli zaten. baştan kaybedilmişler yani.
dolayısıyla kürt muhalefeti cephesinde etkileri cılız kalır. leyla zana öngörüsü de tutmaz. politik kürt kitle, “kazanımları” akpye değil, kürt mücadelesine ve onun önderliğine, tabii ki bilhassa öcalana mal etmede tereddüt etmez. buralarda bir sıkıntı görmüyorum.
asıl kritik eşik, dediğim gibi anadil ve rojava… buralarda esneme olmaması gerekiyor.
ancak bence kürt hareketi şu iki noktadaki direncini korursa, yanlıştan sakınabilir: anadilde eğitim ve rojavanın savunulması… bu iki konu kürt mücadelesinin kutup yıldızı olacak, anlaşılan…
daha önemlisi bu iki konu, türkiye denen topraklarda emek ve özgürlük için savaşanların da gerek samimiyeti, gerekse kürt mücadelesiyle buluşması için turnusol.
1. Yazınızdaki tespitlerin %90’ına katılıyorum ama “silahlı mücadele kehanetine” katılmıyorum. Çünkü:
* Kış ayları genelde PKK açısından durağan dönemlerdir, bu aylarda dağda lojistiğin yönetimi zordur.
* Öcalan’ın karizması çoktan beri çizilmiştir. Silahlara Öcalan değil, Kandil hükmetmektedir. Öcalan’ın fotoğrafları ve özdeyişleri her ne kadar putlaştırılsa da, onun güncel konulardaki her sözü Kandil’de ciddiye alınmamaktadır.
* Öcalan’ın dışarıya ilettiği mesajlar MİT’in süzgecinden geçmektedir ve hatta kimi zaman doğrudan MİT tarafından yeniden yazılmaktadır (bkz: Newroz’da okunan mektubu). Bu yüzden Öcalan’ın dışarıya “silahlı eylemleri tırmandırın!” mesajı iletebileceğini sanmıyorum. Öte yandan bunu BDP milletvekilleri aracılığıyla da iletemez, çünkü İmralı’ya gitmesine izin verilen milletvekilleri AKP tarafından belirenen, genelde “güvercin” (bunu, uzlaşmacı, pro-AKP, pro-Barzani, gerici, burjuva şeklinde okuyunuz) tipolojisinden BDP’lilerdir.
* Kürt Hareketi’nin silah seçeneğini bahar aylarına kadar devreye sokmayacağını düşünüyorum (umarım hiçbir zaman sokmaz!). Mart ayında yerel seçimler öncesinde AKP’ye adım attırmak için aba altından silahı gösterebilirler.
* Halihazırda Rojava üstünde basınç varken, İran devletiyle PJAK arasındaki ateşkes yakın zamanda fiilen bozulmuş iken ve Barzani ile gerilim de artmış iken PKK’nin Kuzey’de yeniden bir cephe açarak yeni bir yükün altına gireceğini sanmıyorum.
2. Kürt Hareketindeki sınıfsal gerilimlerin bu denli billurlaşması olumlu bir gelişmedir ama bunu bir sınıfsal-ayrışmaya dönüştürebilecek güçte özneler yoktur, malesef. Gezi dinamiği ve devrimci örgütler, Kürdistan’da halihazırdaki tıkanıklığı (AKP’den ve Kürt burjuvazisinden çözüm beklemek, olmayınca da silaha sarılmak) aşmak için PKK’den bağımsız, alternatif bir Kürt Hareketi inşa etmeye girişmelidirler. Bunun da 60’ların sonundaki DDKO gibi, daha çok Batı illeri üniversitelerinde yetişmiş ve Türkiyeli devrimcilerle yan yana mücadele deneyimi edinmiş devrimci Kürt öğrenciler başını çekmelidir. Böyle bir örgüt;
* Kürt halkının ulusal-demokratik hak taleplerini savunmanın yanı sıra, BDP’nin artık savunamadığı demokratik-özerklik benzeri bir projeyi esas almalıdır (ben bunu “Ortadoğu Komünler Federasyonu” diye adlandırıyorum.).
* Legal Kürt siyasetinin son 20 yılda içten çürümesinin nedenlerini iyi okuyarak, Kürtlerin sadece ve sadece emekçi kesimleri içinde örgütlenmeyi esas almalıdır. Örgütlenmede yerel bileşenlere en geniş özerkliği tanımalıdır.
* Şiddet içermeyen, meşru mücadele yöntemlerini esas almalıdır.
Çok mu ütopik oldu?
Düzelttim. Cemil Bayık’ı DTCF’den tanırım. İyi bir çocuktu.
öngörüler yanlış çıkmak üzere yapılır. Yani öngörülerin genelli yüzde doksanı yanlış çıkar. Kimse gelecekten haber veren kahin değil. Öte yandan, öngörüm temelde yanlış değil. Tayyip’in Kürt siyasal hareketine savaş açacağını tahmin etmişim, ancak bunu seçime kadar bir süreç olarak görmüşüm. Oysa Tayyip bunu erken başlatmış oldu, üstelik bir seçim yatırımı olarak da.
çok doğru. Katılıyorum bu yoruma.
ütopik değil ama zor.
Aslında düşünceleriniz bir liberal solcu kesim ve arada kalmış kesimler için önemli ama su acidan lbakarsan önceki Yazılarınile aşimdiki celisiyor buda konjukturel olarak olaylara değişken baktığınızi ama sayin Öcalan gibi bir halk önderini çözümlemede hata yaşıyorsunuz bu anlattığınız tum taktikleri bertaraf edecek bir tecrübe ve bilgi birikimi var pkk konusunda söyledikleriniz bence hatalı çünkü sayın Öcalan hem stratejik hem de ideolojik önderliğini yapmakta bunu değişmeyecegini tarih gösterdi herkese bence gözünüzu açın olaylara cok utopik ve yanlis yaklaşıyorsunuz daha gerçekçi ve pkk hareketi ni ve önderini tanımaniz gerekiyor. ..
yaşanan süreçte esas halka rojava’nın savunulmasıdır. rojava’yı yaşatmak için yapılan herşey, hem ağa-patron işbirlikçilere, hem tc’ye hem de orta yolculara koca bir tokat olacaktır. imralı’nın, tc’nin barzani hamlesine onay vereceğini sanıyorum. imralı’nı düşüşü devam edecektir.
Merhaba Gün Bey. Sizin Kuzey Kafkasyalı kökenli olduğunuzu bilmiyordum, şimdi bazı hususlar daha netleşmiş oldu. Ne var ki göründüğü kadarıyla Kafkasya konusundan uzaksınız. Çünkü örneğin Tolstoy’un ele aldığı Hacı Murat için Çeçen savaşçısı demişsiniz. İnsaf edin Gün Bey, Hacı Murat Dağıstan’daki birçok halklar içinde en kalabalık halk olan Avarlardandır ve Çeçen değildir. Çeçenler Dağıstan dışındadırlar, Avar dili ile Çeçen dili çok farklıdır. Bu arada beni kınamayın ama ben Kafkasya kökenli birinin (ben de Ahıskalıyım ve Kafkasyalı sayılırım) tarihteki bilinen anlamıyla anarşist olabileceğine inanmıyorum. Ben Sovyet dönemi dahil, Kafkasya tarihini yeterince biliyorum ve bu coğrafyadan bugüne kadar Bakunin veya Kropotkin’i bilen, Marksist fikir sahibi, gerçek komünist, sosyalist veya liberal düşüncelere sahip biri çıkmadığını belirtmek sitiyorum. 20. yy başlarında Rusya’da devrim harekatında ve milli davalarda yer alan Kafkasyalılar bile eylem adamları olup, bildiğimiz anlamda Bolşevik veya Menşevik değillerdi. Herhangi bir Kafkasyalının önce Rusça öğrenmesi, sonra Marks ve Lenin okuyabilecek kadar eğitim görmesi, sonra da işçi ideolojisini benimsemesi için mucizeler lazım. Ancak mucizeler romanlarda ve filmlerde oluyor. Neyse, Hacı Murat Şamil’in Naibi olup Şamil gibi Avar idi, Çeçen değildi. Şimdilik eyvallah.
Ergenekon davasında yargılanmakta olan emekli bir subayın bu konudaki yorumu şöyle:
• Öcalan’ın önderliğini sembolik duruma getiren Cemil Bayık, örgütte tam hâkimiyet sağlamış durumda. Kürt kitlelerinin gözünde Öcalan önder ama örgüte Bayık hâkim.
• Bayık, kritik dönemeçte Öcalan’a rağmen karar verebilir. Bayık bu güce sahip. Ayrıca, Paris’teki cinayete ilişkin, Bayık’ın, Öcalan’a karşı kullanabileceği bilgiler olması muhtemel.
• BDP içinde de buna paralel olarak, bölünmeler var.
• AKP, kısa vadede Öcalan’ı serbest bırakamaz ama Öcalan’ın isteğine uygun olarak İmralı’daki görüşme imkânlarını genişletip, Bayık’a karşı, örgütü yönlendirmekte kullanacaktır.
• Orta vadede, Bayık ile Öcalan arasındaki karşıtlıklar, daha görünür hale gelecek…
24 kasımda kadıköy de yapılacak olan “diren rojava istanbul seninle” mitingine katılım çağrısı tam yerinde ve zamanında geldi.
http://cebaxcor.blogspot.com/2013/11/biz-sadece-bagmszlg-alkslar-ve-ona.html
kürt özgürlük hareketi ve kürt sorunu etrafında yazdığın bütün yazılar kendin gibi sorunlu zileli?aslında yorum yapmaya değmez değil devrimci sıradan kendine solcuyum diyenin bile yapmayacağı seviyede devletin ve sistemin partilerine oy verin çağrından sonra toplumsal muhalefet ve özgürlükçü toplumsal devrimci alternatif çabası HDP düşmanlığından dolayı sana karşı devrimci demiştim bu cümlemi geri almıyorum kürt sorunu özgürlük hareketi hakkındaki bütün yorum ve yazıların neden sorunlu bildinmi?fesatlanmandan o seviyede fesatlandınki karşı devrimci tutumu bile asıl özgürlükçü toplumsal devrimci alternatifin başarısını içine sindiremedin.yukardaki yazıda baştan sona sorunlu nasıl analiz yaparsınız kafanız neden hiç basmaz sabahtan akşama saldırdığın hatta sisteme değil sisteme teşne olup sadece tayibe saldırdığın halde bir şey yapamadığın halde tayibin bu hallere düşmesine neden olan kürt özgürlük hareketinin başarısı olduğunu anlayamayacak seviyede kafan basmıyor.düşün bir kere tayibi amette Barzani ile buluşmaya itip şivandan yaşasa kck dan hapiste olacak Ahmet kayaya bunları yapmayı tayibin içine sinmesi mümkünmü?neden yapar hiç anlayabildinmi?çünkü kürt özgürlük hareketi ve politik partisi BDP tayibi kürdistandan yolcu ettiğini anlayıp son çırpınış hamlesi olarak okumayıp buna kürt özgürlük hareketi başardı iktidarıda dize getirdi yorumu yapacakl yerde bütün satır aralarında kürt özgürlük hareketinin sınıf karakterini unutup 2-3 kişi üstünden bölündü gibi laflar sokuşturma görevini özel harp dairesi inandıramayınca görevi sanamı düştü?yok tayip hamlesiymiş yok bdp-pkk açığa düşmüşmüş yok Barzani kartıymış senin neden kafan basmaz merak ettinmi?bu hareketten bi haber olmandan olmasın öcalanın 5 tane Barzani 5 tane tayip 10 tane zileliyi cebinden çıkaracak seviyede alternatif başarı siyaseti üretecek seviyede olduğunu rojowa deneyinin mimarının ne anlama geldiğini anlamamana imkan yok neden bu yukardaki özel harp işi yazılar yazarsın anlamadıkmı?sen kendinden kalkan en devrimci öncü kendini sandığından ufkunun yetmediği yeni başarı öyküleri senin yerine kürt özgürlük hareketinden çıkmasına fesatlanacağına öğrenmeye çalış yaptıklarından utan????? her seferinde efendilerde öldü bitti tükendi dediğini hatırla her öldü bitti tükendiden sonra daha büyük başarı ile kürt özgürlük hareketi yerinde dururken bir yıl önce bu sitede rojowa tartıştık el-kaide kürtleri araplar kürtleri boğar diyenler sana benziyordu hatırladınmı?sonuç ne oldu şimdide bdp-pkk yı akp parçalayıp eziyor anlamına gelen yukardaki yazı ile kime hizmet ettiğini biz biliyoruzda inşallah site takipçileride anlamıştır.siz efendilerinize hizmete devam edebilirsiniz beklentinin aksine ıstanbulda sırrı ile HDP kürdistanda BDP tayibi telef edip yolcu edince bu yazıyı yazdığından kendinden utanacakmısın??sanmıyorum kaç kez utanılacak yazı yazdın asıl özgürlükçü toplumsal devrimci politik alternatife kaç kez hakaret ettin bir kez hatanı anlayıp bu yazılardan vaz geçmedin hizmet ettiğin efendilerini kürdistandan yolcu edeceğiz az sayıdaki kürt burjuvaz,isiyle tayibin beklentilerini çöpe atacağımızdan eminimde seni üzeceğimiz için biraz üzülüyorum nede olsa bende politik anarşizmi savunuyorum kendini anarşist sanan seningibileri üzeceğimiz için üzgünüz hatırla bu yazıları arşivlere bak eskinin tekrarı olduğunu görünce belki utanırsın
Açıklamalar için teşekkürler ama benim kökenimle pek de ilişkim yok. Sadece babamın babasının çocukken 19. yüzyılın ortasındaki büyük Çerkes göçü sırasında Türkiye’ye geldiğini biliyorum.
http://www.kocaelipusula.com.tr/akp-barzani.html
Arkadaşlar hepimiz bu cografyada acı kan içinde büyüüdük.Akp(kürt miliiyetcilerini oy ugruna ılımlı ve hava gazı alma politakasını seçim sonuna kadar sürdürmeyi hedefliyor.TSk(geri çekilen milislerin geçmişte ele alamadıgı yerlere güvenligi ilerde rahat oluştrsun diye güvenlik karakolları inşa etmektedir.PKK(ise açılımın kürt halkalarının tamamının elde edecegin görüşünde ahmet türk leyla zana..)IRKBarzani(ise yeni ırak hükümetinde oluşumun içinde BEKLEME” GÜÇ ve zaman politaksı uygulamakta.PYD(ise yılarca esadın babası tarafından kandırılan şuanda Esad tarafından kandırılma politakasının içine düşmektedir.Arkadaşın Şiddet içermeyen, meşru mücadele yöntemlerini esas almalıdır Çok mu ütopik oldu? ütopik değil ama zor.
Akp HÜkümeti çevreyi katletmez İnsanlarıda katleder hemde tüm oteriterin oldugu yaptıgı yakıp yıkar.(ANARŞİZM)
yazıya katılıyorum. Fakt APO ya özgürlük vaad edilirse Barzani önderliğini değil Fethullah önderliğini de kabul eder. Çıktıktan sonra ipleri tekrar ele geçirirm hesabı var.
Dediğiniz gibi toplumsal ayrışma yaşanıyor.
PKK nin süreci daha doğrusu Kürtlerin sosyolojik yapısı starateji merkezlerini alt üst etti. Klasik toplum analizleri kürtler üzerinde tutmadı.Bu aşamadan sonra Kürtler diğer topluluklar gibi kendi içinde saflaşacak.Ve standart analizler kürtler için de geçerli olacak.
Rojova meselesi bilinmeyen bir denklem.PYD dışındaki Kürt grupları PYD yi eleştiriyor.Mutabık değil.Aynı zamanda Rojavadaki nufusun yaklaşık % 50 si Kürt değil.Bu nufusun nasıl tavır takınacağı ve yönelimleri hakkında fazla bilgimiz yok.
Esadın hava savunması ve desteği olmasaydı Rojavadaki askeri durum cok farklı bir sürec yaşardı.
Cenevre öncesi atılan adımlar masaya güclü oturmak için atıldı sonucunu bence kendileri dahil bilmiyorlardır.
Avrupa kürtlerinin çoğu çıkarın toplandığı yerdedirler.Kandil sürece acil müdahale olmasa cok vahim sonuçlar yaşayacağız. Seviye, kriter , duruş…v.b yok.
yukardaki yorum diye sunulan cehalete gülmemek elde değil pkk ve bdp deki bölünme haberleri sanki yorumcuların kendi kişisel özlemlerinin falını açma gibi duruyor hayatın bütün pratikleri bunları servis edenleri rezil rüsva etmesine rağmen hazretler kendini devrimci zanneden bu cahiller sürekli yok Öcalan bayık pkk kck yok bdp kürt burjuvazisi bin kere bölüp tükettiniz ne hikmetse ABD ve bütün dünyanın baş edemediği el-kaide dahil bütün düzenli düzensiz orduların baş edemediği dinamiğin asıl kaynağı nedir sorusunu anlayamadınız bu da sizin aklınızın hafsanızın alamayacağı seviyede özgürlükçü toplumsal ekolojik kömünalizmin kapitalizmin politik paradigmalarının alternatifinin bizzat yerel ahlkın kendi dinamikleri ile aşağıdan yukarıya yerinde doğrudan demokratik yöntemlerle inşa edilmesinin gücü bu gün hepinizin ve sistemin bütün aktörlerinin gücünün çok ilerisinde yeni bir perspektif yaratmasıdır.eeee barzaninin dediği gibi kdp yi ve diğerlerini dışlayan pyd diyorsanız biraz utanmalısınız çok küçük bir yerel dinamik olmasına rağmen çeçenleri ve bütün yerel dinamikleri birlikte yönetmeye davet edebilenin masa başı pazarlık paylaşımından başka bir yerinde doğrudan demokratik iradeyi bilmeyenlerin bu yeni anlayışı anlamayıp bildik iktidar hegemonya isteyenlerin feryadını kendini anarşist sanan sitede anarşizm diye büyük harflerle yazanlara gülmemek elde değil esadın kandırdığıymış masa başı en devrimci öncü karar vermiş bırak rojowada olup biteni kıçının yanında olup bitenden haberi olmayanların esadın askerleriyle savaşıp bedel ödeyenlere bu lafları ederken devlet-iktidar ile aynı şeyleri söylemeleri tesadüf olabilirmi?hepiniz efendilerin bilip bilmeden değirmenine su taşıdığınızı ne zaman anlayacaksınız?yoksa bilerek yapıyor olabilirmisiniz?
m.alişer in dediği gibi bu sitede rojowa deneyi ve mitingi gündem olup konuşulması gerekirken rojowanın ve politik iradesinin aşağılanmaya çalışılması ironidir ne biçim anarşi yahuuu beyaz aydınlık anarşizmimi bu ne bu HDP olarak mitingde politik anarşizmin ne olduğunu göstereceğiz kendini anarşist sananlara duyrulur????
turk basbakani turkiye kurdistanin oyalamaktadir. Mit Apo ile gorusuyor, AKP de BDP li liberallerle gorusuyor, devletin kurumlari petrol ve ticaret icin irak la , turk sanayi cileride diyarbakir sanayi odalariyla gorusmeye basladi. kurdler yine AKP nin yani osmanli turk oyununa geliyorlar. Barzani ve yanindakiler de sinifsal ve yonetici konumunda keli turk iktidariyla anlasacaktir. turk basbakani ce cevresi PKK yi ozelikle Apo yok sayacaktir. Bu asamada sonuc, cok kisa zamanda ortaya cikacaktir. turkler PKK, apo, kandil,avrupaya ve BDP li devrimci kanati diskalifiye etmeye giderse bununu vebali Apo ya cikar. Kandili ve gerilayi noturalize etmekten dolayi kurd tarihi apo yu hayin ilan eder. Durum tersine olursa( AKP sozunde durursa ) Apo, kandil, BDP bizim karsimizda yer alacaktir.
Apo, kandi ve BDP eki soylemlerine devam ederse tahip tekrar geri adim atacak dir. Olasi tekrar savas baslarsa bu sefer turkler tahipi hayin ilan edecektir. Sadece kurdler, bizler degil Tahip de cok dusunceler icindedir. iki ucu boklu deynek diyordur mutlaka
Kurt ozgurluk hareketi ve ic dinamiklerini dogru tahlil etmek gerek.Bu hareketin ozu sinfsal olarak ulusal burjuvaziye dayansaydi, Turkiye kurdistaninda Mesut Barzaniye benzer bir onderlik cikardi veya mesut Barzani orta-dogu cografyasinda Kurdistanin tek lideri olurdu.Ozgurluk hareketi toplumsal devrimi yaamin icinde gerceklestirme mucadelesini veren ve her turlu devlet yapilanmalarinin toplumu bogdugu ve gelistirmediginin farkinda anlasilmaktadir.Rojavanin ortaya cikisi ve sadece suriye kriziyle aciklamak orda verilen mucadeleye haksizliktir.orta-dogu cemberinde mucadele vermenin nedenli zor oldugu simdiye kadar bilinmesi gerekir.Rojova olayiyla aciga dusen ozgurluk hareketi ve onderligi degildir.Orada aciga cikan biri AKP lideri tayyip bir digeride ”ulusal” reflekslerle hareket eden Mesut barzanidir.Gecmiste Baba mustafa barzani tarafindan verilen ve yillarca daglarda ve degisik ulkelerde verilen mucadelelerin kazanimlari uzerine oturmaya calismasi sinifsal konumuna cok uygundur.Gunumuz konjoktorunde orta-dogu cografyasini etkiliyecek gelismelere yol avan rojavayi dogru okumak gerektigi kanisindayim.Bu ayrim pesmerge/gerilla ayriminda net ifadesini bulmaktadir.ozgurluk hareketinin vucut buldugu yasam esin kaynaklari devrimci-marksimden beslendigini gormemek olsa olsa tipik kemalist milliyetciliginin ”sol” uzerindeki etkisiyle aciklanabilir.Ozgurluk hareketini-PKK-yi elestirecek vok sayida konu vardir.Hangi devrimci mucadele puru paktir.ozgurluk hareketinin ozu ”apocu” gelenektir.Buda hic bir kosulda yaslanmayan ve surekli kendi kendini ureten bir canli organizmaya sahip olmasidir.Zaten bu kadar kendi ozune guvenmese orta-dogu cografyasinda gunumuze kadar gelebilirmiydi? Kurtlerin birlik-mucadele-birlik ihtiyacini en fazla duydugu bir donemi yasiyoruz.Zaten AKP nin her turlu imkani seferber ederek 2014 te yapilacak uc secimi kazanmaktan baska bir hesabi yoktur.Bu nedenle turkiye kurdistaninda mevcut destegini koruyabilmasi icin herkesi kararli bir sekilde degerlendirmeye calismaktadir.Oda biliyorki kritik sorun kurtleri kaybetmemek.kaybetmeye basladigi zaman hem muhafazakar temelini hemde iktidartini kaybedecektir. Elestirdigimiz ozgurluk hareketinden sizler ne bekliyorsunuz bunlari tartisiyor olsaydik Turkiye devrimin en temel muttefikine karsi bir siyasi hattimiz olurdu.
Yerinde tespitler ama silahlı mücadele için yeterli ortam yok gibi görünüyor.Bir de şu Öcalan ölse de PKK de önüne bakabilse artık.
Daxwaz kisi
ne olacak ocalan olunce sen mi turk devletine karsi savasacaksin. savas saydin 1960 da 1980 e kadar devlete kurt kimligini kabul ettirirdin. Hazira konmayi bilip ahkam kesenlerin ne oldugunu biz biliriz.
senmi?
kemal burkay mi?
Kawa mi?
rizgarimi?
ddkd mi?
kdp mi?
Ykn mi?
tekosin mi?
kuk mu `
kkp mi ? kim kurt kimligini bu soykirimci turklere tanitti. kim kim soylermisin?.
Unutma hafizamiz kuvetlidir.Eski arsivler mevcud. o donem solun yazip cizdikleri. Sen ve senin gibiler ,TBMM den ve gazete koselerinden cok gecti.
Merhaba Gün bey,
Yazınızı okuyunca tüylerim diken diken oldu.Yakın gelecekte, ABD hamiliğinde akıtılacak başta Türk ve Kürt halklarının kanının ve diğer bölge halklarının kanının hiç önemi yok sizin için ,acımasız bir burjuva tarih okuyucususunuz.
kanıtlamak da size düşer…
“berxwebıde rojava, istanbul bıteraye”
diren rojava istanbul seninle….
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/metin-culhaoglu/osmanlida-oyun-83069
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/28128-mehmet-bedri-gultekin-kurt-sorununda-neredeyiz.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/29577-mehmet-bedri-gultekin-pkk-abdye-en-bagimli-donemini-yasiyor.html
1- Mehmet Ali Erbil, 2- Ferhat Güzel, 3- Ajdar
ocalanin her türlü taklayi atacagi atabilecek kapasitede biri oldugu , ama liderligi konusunda tartisma istemedigi dogrudur. Lakin Zileli nin anlayamadigi sudur, Ocalan Emperyalist bir oyunun parcasi oyuncusu oldugunu iyi bilmektedir. Gecmisteki dissal bir gucle danstan ote direk oyunun oyuncusudur. Ve bugunlerde oyunun rejisoru Kurt ler arasi bir catisymaya hiiicmi hic riza gostermez. Hele Ocalan böyle bir oyuna (barzaniye karsi PKK ) savasina girsin butun disariya cikma vb kisisel hesaplarini aninda tuzla buz eder ABD. Zileli yeni surecte Ocalanin rolunu tam anlamamis.
http://firatnews.com/news/guncel/diyarbakir-da-yuksekova-protestosuna-polis-saldirdi.htm
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/ismet-ozcelik/29711-ismet-ozcelik-akp-pkk-atismasi-planin-parcasi.html
http://kemalistler.net/yazarlar/56-uurcan-yardmolu/2193-turkiye-solu-ve-pkk-uzerine.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/eren-erdem/30062-eren-erdem-oso-el-nusra-ve-pyd.html
http://www.aydinlikgazete.com/aydinlikta-buguen/30139-14122013.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/30138-dogu-perincek-enstrumansiz-cozum.html
http://www.ulusalkanal.com.tr/gundem/aydinlik-imralidaki-ocalani-acikliyor-h19389.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/30212-dogu-perincek-ocalanin-tayyip-erdogana-mektubu-aciklanmali.html
Savaş ya da Barış
Harp veya Sulh
Herkesin kendince anlam yüklediği pek çok sözcükten ikisi de “savaş” ve “barış” sözcükleridir. Herkesin kendince yüklediği anlama göre, bu iki sözcük “kavram” olarak kullanılır.
Tek başına “savaş” kavramı, bir şeye karşı (sigaraya, koleraya, obeziteye, lösemiye, alkole vb.) yürütülen “mücadele” anlamına geldiği gibi, düşmana ya da hasma karşı “silahlı güçlerle yürütülen mücadele” anlamına da gelir. Savaş kavramının bu ikili anlamı nedeniyle, Türkçe askeri literatürde savaş sözcüğü yerine Arapça “harp” sözcüğü kullanılır.
“Barış” kavramı ise, bir anlamda anlaşmazlıkların karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle çözümlenmesi, uzlaşmaya gidilmesi anlamına gelirken (sulh), diğer anlamda savaş durumunun bir anlaşmayla sona erdirilmesiyle ortaya çıkan “savaşmama durumu”dur. Ancak “savaşmama durumu”, aynı zamanda “ateş-kes”, yani karşılıklı silah kullanımının durdurulması anlamına da geldiğinden, “barış” kavramı, çokluk bir savaş durumunun, yani savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan durumu tanımlar.
Ancak her savaşın, mutlak anlamda bir barışla, yani savaşı sona erdiren bir anlaşmayla sonuçlandığını ya da sonuçlanacağını söylemek tarihsel olarak yanlıştır. Genellikle, sonucu kesin olan savaşlar, yani kazananın belli olduğu savaşlar bir “barış dönemi”nin başlamasına yol açsa da, bir “barış anlaşması”yla sonuçlanmaz. Bu tür savaşlardan sonra ortaya çıkan “barış dönemi”, savaşı kazanan tarafın belirlediği koşullara bağlıdır. Yenilen tarafın bu “barış dönemi” üzerinde ve koşullarında herhangi bir etkisi söz konusu değildir. Bu nedenle, yalın anlamıyla “barış yapmak”, bir savaşın kesin ve mutlak bir kazananının olmadığı durumlara ilişkindir.
20. yüzyılın iki büyük emperyalistler arası paylaşım savaşından birincisi “barış anlaşmaları”yla (Versailles Anlaşması, Brest-Litovsk Anlaşması, Sevr Anlaşması vb.) sonuçlanırken, ikincisi, yenilen tarafın kayıtsız-şartsız teslim olmasıyla sonuçlanmıştır.
1950-1953 yıllarındaki Kore Savaşı sadece “ateş-kes anlaşması”yla sonuçlanırken, Vietnamlıların Fransız sömürgeciliğine karşı yürüttükleri I. Direniş Savaşı 1954 yılında yapılan Cenevre Konferansı’yla ülkenin ikiye bölünmesiyle (Kuzey ve Güney) sonuçlanırken, Amerikan emperyalizmine karşı yürütülen II. Direniş Savaşı, Vietnam Kurtuluş Ordusu’nun Güney Vietnam’ın başkenti Saygon’u ele geçirmesiyle (1 Mayıs 1975) sona ermiştir.
İç savaşlar ise, genellikle taraflardan birisinin mutlak zafer elde etmesiyle (İspanya İç Savaşı’nda olduğu gibi) sonuçlanmıştır. Devrimler ve devrimci savaşlar da benzer özelliklere sahiptir. Bazı istisnalar dışında devrimci savaşlar, zafer ve yenilgiden başka seçeneğin olmadığı savaşlardır. Bu nedenle devrimci savaşlarda “barış anlaşmaları”ndan söz edilemez.
Devrimci savaşların bu niteliğine rağmen, Latin-Amerika’daki bazı devrimci gerilla savaşları (El Salvador) “hükümet güçleri”yle yapılan “barış anlaşmaları”yla sona erdirilmiştir. El Salvador’da ortaya çıkan “barış”, FMLN güçlerinin bazı demokratik hak ve özgürlükler karşılığı gerilla savaşını sona erdirmesiyle gerçekleşmiştir. (Bir zamanlar Türkiye solunda en fazla gönderme yapılan “barış anlaşması” da El Salvador örneği olmuştur.)
Tüm bu ve benzeri tarihsel gerçeklerin gösterdiği tek şey, savaşların mutlak olarak tarafların karşılıklı “barışmasıyla”, “barış anlaşmasıyla” sonuçlanmadığıdır.
Yazılı tarihin ilk büyük “barış dönemi” olarak tanımlanan “Pax-Romana”, yani Roma Barışı, Sezar döneminde Roma İmparatorluğu’nun tüm Avrupa’yı fethetmesiyle başlayan ve Roma’nın mutlak egemenliğine dayanan bir dönemden başka bir şey değildir. Pax-Romana döneminin temelinde, Roma’nın büyük askeri gücü ve Roma hukuku yatar. Özcesi, Pax-Romana, yenenlerin yenilenlere dayattığı ve dikte ettirdiği koşullarda ortaya çıkan bir “barış”tır.
Bugün Türkiye’de tüm bu gerçekler bir yana itilerek, “İmralı süreci” adı altında bir “barış” söylemi başını alıp gitmiştir. “İmralı süreci”ne karşı çıkan ya da eleştiren herkes “savaş istemek”le, “savaş yandaşı” olmakla itham edilmektedir. (Benzer durum Suriye’deki savaş için de geçerlidir.)
“Terörle mücadele” paravanası altında Kürt ulusal hareketini yok etmeye yönelik devletin zor güçlerinin yürüttüğü haksız (ve kirli) savaşa karşı çıkmak ile her türlü savaşa karşı çıkmak birbirine karıştırılmıştır. Genellikle PKK’nin yürüttüğü savaşı “haklı savaş” olarak tanımlamaya dilleri varmayan, ama devletin PKK’ye karşı yürüttüğü “kirli savaşa” karşı olanlar tarafından geliştirilen ve “liberaller” tarafından yaygınlaştırılan bu söylem tipik bir küçük-burjuva oportünizminden başka bir şey değildir. Bu oportünist anlayış, Kürt ulusunun kendi kaderini belirleme hakkının tanınması yerine, “bölgesel (toprağa-bağlı) ulusal-kültürel özerklik” çerçevesinde “sorunun” çözümlenmesini ister. Ancak bu “istemi”ni açıkça ifade etmek yerine, içeriği olmayan, ne anlama geldiği bilinmeyen bir “barış” söylemiyle (“silahlar sussun”, “analar ağlamasın”) gizlemeye çalışır. Bu, Lenin’in deyişiyle, “gerçekte demokratik kurumlar getirmekte umutsuzluğu kapılan”, “ulusal kavgalardan kurtulmaya çalışan” küçük-burjuva aydınlarının “oportünist düşünden” başka bir şey değildir.
Bugün Türkiye’de “barış” diye ortalıkta dolaşanların, “İmralı süreci”ne toz kondurtmayanların A. Öcalan’la yapılan “müzakereler”de nelerin “kabul edildiği”ni özenle gizlemeye çalışmalarının arka planında bu “oportünist düş” yatmaktadır.
Bu oportünist “düş”, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin yaratmış olduğu “anarşi ve terör”den ve bunun bir sonucu olduğu varsayılan anti-demokratik düzenden kurtulmakla sınırlı değildir. “Barış”ın koşullarını ve gereklerini gizleyerek, genel bir “savaş karşıtlığı” düşüncesini yaygınlaştırarak ideolojik bir amaca da hizmet etmektedir. Bu ideolojik amaç, Türkiye gibi sürekli milli krizin varolduğu, dolayısıyla devrimci mücadelenin gelişmesinin koşullarının varlığını sürdürdüğü bir ülkede devrimci savaş kavramını tahrip etmek ve değersizleştirmektir.
Bir devrimci savaşın olmaz-sa-olmaz koşulu olan, “kurtuluşa kadar savaş”, “zafere kadar savaş” sloganında ifadesini bulan kazanma iradesi ve kararlılığı bu “barış” söyleminin temel hedefi durumundadır. Bu öylesine açıktır ki, böyle bir “barış”ı istemeyen herkes “savaş” istemekle suçlanmakta ve “savaş” bir suç, cinayet, katliam olarak sunulmaktadır. Öte yandan, Suriye’de “muhalifler”in yürüttüğü savaş “meşru ve haklı” görülürken, “rejimin” kendisini koruması ve savunması “gayri-meşru ve haksız” ilan edilebilmektedir.
Devrimciler, burjuva ya da küçük-burjuva pasifistlerinden ve hümanistlerinden farklı olarak, her türlü savaşa ve teröre karşı değildirler. Haklı savaşlar ile haksız savaşları birbirinden ayırırlar. Haksız savaşlara karşı çıkarken, haklı savaşları desteklerler ve içinde yer alırlar. Pek sözü edilmese de, aynı durum “terör” ve “şiddet” konusunda da geçerlidir. Devrimciler, “ilke olarak şiddet ve terörizmi” asla reddetmezler.[1*] Devrimcilerin karşı oldukları “terör”, bireysel terördür, karşı-devrimci terördür.
Herkesin kolayca görebileceği ve anlayabileceği gibi, bugün “terör”den, “şiddet”ten, “savaş”tan yakınanlar, emperyalizmin ve egemen sınıfların terörünün ezilen ve sömürülen kitleleri “yıldırmak”, “sindirmek” için kullanılan bir şiddet eylemi olduğunu gözlerden gizlerler, görmezlikten gelirler. Emperyalizmin ve egemen sınıfların “terör”ünü, ezilen ve sömürülen kitlelerin “terörü”yle meşrulaştırırlar. 1968-1980 dönemindeki devrimci silahlı mücadele ile devletin ve faşist milislerin terörünü bir ve aynı kefeye koyarlar. Hatta faşist milislerin terörünü, solun “silaha sarılması”nın bir sonucu gibi gösterecek kadar ileriye giderler.
Haklı ve haksız savaşları, devrimci şiddet ile karşı-devrimci şiddeti bir ve aynı kefeye koyanların, “analar ölmesin” edebiyatıyla “her türlü savaşa ve şiddete karşı” çıkışları, silah tekeline sahip olan ve her türlü şiddet (savaş) aracını kullanan emperyalizme ve egemen sınıflara karşı ezilen ve sömürülen kitlelerin elini kolunu bağlamaktan ve silahsızlandırmaktan başka bir amacı yoktur.
Biz, “Kurtuluşa Kadar Savaş”tan söz ediyoruz. Kurtuluş, emperyalizmden, baskıdan ve sömürüden kurtuluştur. Emperyalizmden, baskıdan ve sömürüden kurtulana kadar savaşmak ve savaşı sürdürmekten başka çare yoktur. Onlar, emperyalistler, sömürücüler ve egemenler, kendi egemenliklerini ve düzenlerini kendiliğinden ve “barışçıl” yoldan terk etmezler ve etmeyeceklerdir. Onları iktidardan indirmenin, güçlerini ortadan kaldırmanın tek yolu, onlara karşı devrimci savaş vermekten geçer.
Şüphesiz devrimciler, mutlak şiddet ve savaş yandaşları değildir. Onlar, her şeyden önce ezilen ve sömürülen halk kitlelerine dayanırlar ve halkın öncüleridirler. Egemen sınıfların ve emperyalizmin şiddetine karşı halk kitlelerinin devrimci şiddetinden başka bir araç yoktur. Emperyalizmin ve egemen sınıfların “barış”tan anladıkları tek şey, halk kitlelerinin onların “Pax-Romana”sını kabul etmelerinden ibarettir. Onlar için “barış”ın anlamı, kendi egemenliklerinin sürmesidir. “Savaş”tan anladıkları ise, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin kendi düzenlerine karşı mücadelesini ezmek ve sindirmektir.
Tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir. Bu sınıf mücadelesinde, egemen sınıfların egemenliklerini sarsan, tehlikeye düşüren her hareket devlet gücüyle, zor araçlarıyla ezilmeye ve yok edilmeye çalışılır. Kitlelerin en masum ekonomik ve demokratik talepleri bile, onların çıkarlarına ters düştüğü her koşulda devletin “meşru” zor güçleriyle engellenmeye çalışılır. Ezilenler ve sömürülenler, her yerde ve her zaman nüfusun mutlak çoğunluğunu oluştururlar. Egemen sınıflar azınlığı karşısında her zaman çokturlar. Tarihin gösterdiği gibi, genel oy hakkına sahip olan halk kitleleri, her zaman ve her yerde iktidarı “barışçıl” yoldan ele geçirebilecek çoğunluğa sahiptirler. Bu gerçek karşısında egemen sınıfların yaptığı şey, karmaşık seçim sistemleri uydurarak, gerektiğinde rüşvet ve adam satın alarak çoğunluğun iktidarı “barışçıl” yolla ele geçirmesini engellemektir. Satın aldığı “aydınlar” yoluyla halk kitlelerinin bilincini bulanıklaştırmaya, çarpıtmaya çalışırlar. Bunun yanında, halk kitlelerinin çıkarlarını savunan aydınlar, sudan bahanelerle etkisizleştirilmeye çalışılır.
Tüm bunların etkili ve başarılı olmadığı durumlarda, devletin zor güçleri devreye girer. Kimi zaman kısmen, kimi zaman tümüyle demokratik hak ve özgürlükler ortadan kaldırılır, sıkıyönetimler ilan edilir, kitlesel tutuklama ve işkencelere başvurulur.
Bu nedenden dolayı, insanlığın baskı ve sömürüden kurtuluş mücadelesi, er ya da geç egemen sınıfların zoruyla karşı karşıya gelir. Egemen sınıfların kendi düzenlerini sürdürmek için zora, şiddete başvurması kaçınılmaz olduğu için ezilen ve sömürülen kitlelerin bu şiddete karşı hazırlıklı olmaları ve mücadele etmeleri kaçınılmazdır.
Bu, bir sınıf savaşıdır, insanlığın kurtuluş savaşıdır. Bu savaşta, ezilen ve sömürülen kitleleri silahsızlandırmak, onları “barış” masallarıyla uyutmak tarihe ve insanlığa karşı suç işlemekle özdeştir.
Biz, “İmralı sürecine ve barışa karşı değiliz, ama…” diyerek başlayan sözlere ve değerlendirmelere de karşıyız. Çünkü “İmralı süreci” ve “barış” edebiyatı kesinkes Kürt ulusal sorununu çözmeyecektir. Yapılmaya çalışılan, Kürt ulusunu oyalamak ve bazı küçük tavizler karşılığında mücadele edemez hale getirmektir. Bir taraf (T.C. adına AKP) bunu yaparken, diğer taraf (PKK ya da A. Öcalan), daha uygun bir konjonktür ortaya çıkana kadar durumu idare etmeye çalışmaktadır.
Kayıtsız-şartsız Kürt ulusunun (ve tüm ulusların) kendi kaderini belirleme hakkı tanınmadıkça Kürt ulusal sorununun çözümlenemeyeceğini söylüyoruz. Başka ulusların ve halkların üzerinden ve onların aleyhine “ittifaklar” kurarak ya da “barış anlaşmaları” yaparak Kürt ulusuna belli haklar kazandırmaya çalışmak kabul edilemez. Kürt halkının otuz yıllık kurtuluş mücadelesinde katlandıkları özverileri, “ama biz de çok acılar çektik” diyerek, “insancıl” bir görünüme büründürmek, neden ve hangi amaçlarla mücadele edildiğini önemsizleştirmekle özdeştir.
Biz iddia ediyoruz ki, Kürt ulusu kendi kaderini belirleme hakkına sahip olmadığı sürece, “demokratik özerklik” ya da “bölgesel ulusal-kültürel özerklik” türünden “çözümler”in, sadece günü kurtarmak ve sorunu ötelemekten başka bir anlamı yoktur. Kürt ulusal uyanışı gerçekleşmiştir. Bugün için kendi kaderini belirleme hakkı ötelense bile, gelecekte yeniden ve yeniden ortaya çıkacaktır. Kaçınılmaz olarak, bugün “çözüm” ve “barış” söylemleriyle yönlendirilen ve aldatılan kitlelerin hareketi ve istemi, aynı söylemlerle pasifize edilen “Türkler”le çok daha kanlı ve şiddetli savaşlara neden olacaktır.
Bilinmelidir ki, savaş ve barış kavramlarının içeriğini boşaltarak, anlamlarını bozarak, ideolojisizleştirerek inandırılan kitlelerin düş kırıklığı çok daha büyük yıkımlara yol açar.
“İmralı süreci” adı altında, “barış” söylemleriyle yürütülen gizli görüşmelere ve “mutabakatlar”a karşı oluşumuzun temel nedeni budur. Savaşın mutlak galibinin olmadığı koşullarda yapılan “barışlar” kalıcı olamaz.
Bütün bu gerçeklerin yanında, “barış” adı altında “Ortadoğu’nun en büyük askeri gücü olma” sevdasının ve söyleminin nasıl bir savaş kışkırtıcılığı olduğunu da unutmamak gerekir.
http://kurtuluscephesi.com/kurcep1/kc135_6.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/dogu-perincek/30558-dogu-perincek-sir-perdesini-kaldirmanin-nesnel-sonuclari.html
http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/yureginiz-kuruyor-farkinda-misiniz-ozkan-oztas-haberi-85001
İdealiniz, ideolojiniz Kürdistan devleti olsun..
Kenan Fani Doğan
Mızraklarına taktıkları ayetlerden belli ki her ikisi de Yezid ordusu…
*
Öcalan’ın müslüman türk kardeşleri birbirlerini bu denli ısırırken acaba kürde neler yapmazlar ve yapmadılar ki ?
Öteki cepheye baksanız infazcı MHP ile soykırımcı CHP’den oluşuyor ve kürtler bu pisliğin ve kanemiciliğin mecmuuna kardeş edilecek?
Devleti olmayan sömürge ulus egemenlerin tarihini yaşar, onun iç çekişmelerini kendinin sanarak içselleştirir ve saf tutar. “Kürtlerin etnik hakkı yoktur, devlet istemiyoruz” demek kürtleri pu pisliğin ikinci dereceden bileşeni ve piyonu haline getirmenin öteki adıdır.
Eli temiz birileri kaldıysa göstersinler kardeş olalım. Zaten eli temiz olanların yüreği de temiz ve bunlar bir elin parmakları kadar az sayıda. Bu gruba dahil olanların simgesi İsmail Beşikçi Hoca’nın ifadesiyle hepsi kürtlerin devlet olmasını içtenlikle savunuyor, kürtlere devlet gerekmez diyenlerde bir sakatlık olduğunu söylüyorlar. Esas sakatlık işgalci/hakim ulusun iflah olmaz entrikacı, baskıcı ve kanlı karakterinde yatıyor. Bu entrikacılığın sakatladığı devşirmelerin kürt milletini topyekun sakatlamasına izin vermeyeceğiz.
*
Eskiden gühah keçisi generaller ve askeri vesayetti. Şimdilerde devleti aklayacak cemaat keçisi bulundu ya, daha Roboski’nin kanı kurumadan Barzani ismi üzerinden Serok Öcalan’ı ve AKP hükümetini aklamaya kalkışmak keyifli oluyor hani..
Ortada Öcalan’ın itiraf ettiği haliyle 17 bin kürt yurtseverinin öldürülmesi ve AKP’nin binlerce kürdü içeri tıkmasının dışında çocuklara varıncaya öldürmüş olması gerçeği karşısında şerikat oluşturan bu her iki zorba gücü insani çizgide kalarak olumlayabilmenin imkanı yoktur.
Bir cebinizde kimin resmini taşırsanız taşıyın, isterseniz ayna taşıyın ama öteki cebinizde hakkaniyet olsun. Unutulmasınki Kürdistan mücadelesi her şeyden önce kürdün yaşam hakkı içindir.
*
Karıştır/barıştır’ın hası tehcirde yaşayan 4,5 milyon kürttür.
Mustafa Kemal tarafından öcüymüşcesine lanse edilen “kürtlere bir sınır çizmek gerekecekse” heyulasını katmerlendirmenin yöntemi tehcirdir ve yine bu 4,5 milyon yurtsuz, evsiz, barksız kürttür.
Bir milletin en direngen yığınlarını bir yandan tehcir, bir yandan yoksulluk, diğer yandan kültürel asimilasyonla eritmenin insafsızca metodu bu 4,5 milyon kürdün etinde kemiğinde yaşama geçirilmektedir.
Bu ızdırap önünde AKP’ye kürt dostu, bu sonucun şeriki Öcalan’a Serok, hadiseyi zikretmekten bile kaçınan Barzani’ye yurtsever diyebilenler çıkabilir.
Bizim yakıştırmamız yok, sadece vicdanlara havale ettiğimiz karşılığı bilinen bir sorumuz var;
Bunlar kürt dostu, bunlar serok, bunlar dirayetli liderse bu 4,5 milyon ayrı ızdıraba hangi ismi verelim?
Önerisi olan bir adım ileri çıksın. Boy ölçüsü budur, ideoloji yada gugukluk değil…
Stratejik düşünmekmiş?
Hele bir insanca düşünmeyi akıl edin de taktik ve strateji varsın sona kalsın efendiler.
***
Kürdistan, her biri batıdan yönetilen, hükümranlığını batının beklentileri doğrultusunda tanzim eden devletlerce işgal edilmiş durumdadır. Herhangi bir işgalci devletin kürtlere karşı tutumunu batı devletlerinin bölgeye ilişkin yaptırımlarından ayırmanın bu nedenle imkanı yoktur. Herhangi bir işgalci devletin kürtlere yumuşaması yada ceberrutlaşması batı devletlerinin rekabetleri eşliğinde olduğu kadar bu devletlerin bölge işgalcilerine dayatmaları eşliğinde okunmak zorundadır. Gerek gördüğünde bölgenin işgalci devletlerinden her birini tereddütsüz işgale kalkan, iç karışıklıklar yaratarak bu devletlerin hükümranlığını göstermelik hale getiren, dilediği siyasi akımı iktidarda tutan yada indiren batı kudreti görmezlikten gelinerek, bölge statüsünün batı tarafından belirlendiği ve titizlikle gözetildiği hesap dışı bırakılarak, Kürdistan’daki med ve cezri salt bölge iktidarlarının iyiliği yada kötülüğüyle açıklamaya çalışmak eksik olduğu kadar hatalı bir değerlendirme olur. Bu bağlamda her bölge devleti soykırım ve güleryüzü aynı torbada tutan, ortama göre bunlardan birini yürürlüğe koyan özelliktedir. Bölge işgalcilerini başına buyruk sananlar sömürgeciliğin karakterini doğru kavrayamadıkları gibi uluslararası ittifaklarla yürütüldüğü gerçeğini idrak etmede zorluğa düşerler.
*
Avrupa Birliği askeri güç olmayı ve askeri müdahalelerle sonuç almayı kesin şekilde reddetmektedir. Avrupa bunu yaparken önemli askeri güç konumundaki Rusya ile askeri müdahaleden kaçınmak şeklinde bir konsensüs tesis etmiştir. Çin’in önemli bir askeri güç olarak askeri müdahaleden kaçınan bir ülke profili sergilemesi bu konsensüse fiili destek işlevine sahiptir. ABD’nin bölge statüsünü askeri zorla değiştirmek politikası bu paktın ağırlığı karşısında Ortadoğu’da yenilgiye uğramış, Suriye’de açıkça görüldüğü gibi ABD ricat pozisyonu almıştır. Bu sonuç, hiçbir devletin Ortadoğu’da statüyü kürtler lehine değiştirmek için müdahalede bulunmayacağı şeklinde okunmak ve kabul edilmek zorundadır. Kürtlerin statüsü ancakki kürtlerin bağımsızlık talepleri ve kürt enerjisiyle değişme şansı dışında başkaca bir ihtimale olanak bırakmamaktadır.
Almanya, 1890 yıllarında inşa ettiği İstanbul-Bağdat demiryolundan umduğu “faydayı” ancakki 21. yüzyılda istihsal edebilme imkanına kavuşmuştur. Bu kez Avrupa Birliği olaraktan ve de eski düşmanları Fransa ve İngiltere’yi ortak ederek, eski işgalcisi Rusya ile ittifak halinde bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda denetleme yolunda inat ve sebat sergilemektedir. Dün Almanya’nın yenilgi belgelerinden biri olan Lozan, günümüzde sağlanan mutabakatla tamamen Avrupa Birliği lehine ve tabiiki Almanya’nın çıkarları doğrultusunda kullanılmaya alabildiğince imkan vermektedir. Bunu yıllarca önce görebilen Almanya, Kopenhag kriterlerini dikte ederken kendi egemenliğinin prensiplerini yazılı hale getirmiş ve onlarca devlete onaylatmış oluyordu. Buna karşılık Avrupa’nın İran karşısındaki suç ortağı Irak’ı indirerek cevap veren ABD, sonuçta Irak’ı kaptırmakla kalmadı İran’ın da Avrupa ile uzlaşısına su taşımış oldu. Makro politik düzeyde tezahür eden bu kapışmadan 45 milyonluk kürt ulusu Irak’ın statüsü içerisinde zapt ve ifade olunan ve sadece 4,5 milyon gibi kürtlerin onda birini kapsayan otonomiyle çıkmak ve yetinmek zorunda bırakılıyor. Geriye kalan yaklaşık 40 milyon kürdün yazılı hukuka geçmiş bir hak kırıntısından bile yararlanamadığı ise her kürdün bildiği bir gerçektir. Kürtler hesaplarını yaparken ideolojik kaygılardan arınarak ülke gerçeğini önlerine koymaya mecburdurlar.
*
Başkasının atına binen çabuk iner..
1975 yılında İran Şahı’nın kara kaşı ve gözü hatırına Kürdistan’ı satanlar bugün dünyanın kahredici ekseriyetinin karşı pakt oluşturması nedeniyle Kürdistan’ı on kez satar ve sahipsiz bırakırlar. Kürtlerin yegane gücü kendi kitlelerinin bağımsızlık azmidir. Her yandan bağımsızlık idealine saldırılıyor olmasının nedeni budur. Biz bu bağımsızlık karşıtlarını işgalcilerin ve ağababalarının öncü gücü olarak nitelerken yakıştırmada bulunmuyor, objektif konumlarını irdelemiş ve dillendirmiş oluyoruz.
*
Kürt partilerinin Türkiye, Suriye, İran gibi devletlerle ilişkili olmaları bu devletlerin kürtleri katliam ve talanla yönetiyor, tüm haklarını gasp ve inkar düzeyinde karşılıyor olmaları nedeniyle ilişkilere meşruiyet kazandırmayacağı gibi kurulacak bu tür ilişkilere dostane yada diplomatik ilişkiler vasfı yakıştırmaya da imkan vermez. Bu devletlerin her biriyle Kürdistan parçalarından birini gözardı eden yada diğer kürt partilerine nisbet yapmak için geliştirilen ilişkiler işbirlikçilik yakıştırmasının da kapsamını aşan bir kirliliğe delalet eder.
Bir yandan Roboski katliamının katıksız bir düşmanlıkla gerçekleştiğini söylerken diğer yandan aynı düşmanlığın sahibi türk devletiyle dostane ilişkiler içinde olduğumuzu söylememiz hem kendimizi hem kitleyi aldatmaktır. Kürtlerin hissiyatta olduğu kadar milletçe bölünmez olduğu prensibinden ödün vermekle sağlanacak kazanımlar Kürdistan ülkesini parçalı tahayyül etmenin, katliamlara bile farklı standartlar eşliğinde yaklaşmanın vereceği zararları telafi etmeye yetmez.
*
İdealiniz, ideolojiniz Kürdistan devleti olsun..
Çok mu zor ?
***
Sabahat Tuncel’e verilen ceza haksızdır. Duruşunu, tutumunu, devlete hizmetkarlığını, mankafalılığı nedeniyle içini doldurmakta aciz kaldığı politikacılığını, müritliğini, atanmışlığını beğenmeyebilirsiniz ama bu onun bir hukuku olmadığına gerekçe yapılamaz.
Önce, türk devletinin hangi düşünce ve anlayışta olursa olsun kürtleri yargılama yetkisi yoktur ve bu nedenle türk mahkemelerinin Tuncel hakkındaki kararı hukuki dayanaktan yoksundur.
İkincisi, Tuncel’in görüştüğü söylenen PKK militanlarıyla MİT müsteşarından tutunuz MİT’in üst düzey yöneticilerine ve gazeteci kılıklı MİT kuryelerine varıncaya kadar herkes görüşmüştür ve görüşüyor. Terörist örgüt olarak işlem gören PKK örgütünün en üst yöneticisi durumundaki Öcalan’la bile sürekli görüşülüyor. Emsal eylem olması nedeniyle aynı yasa hükmünün kapsamına giren bu görüşmeleri atlayıp Tuncel üzerinden ve Tuncel’in şahsına özgü hüküm kurmak yasaların herkese aynı ve eşit ölçülerde uygulanmasını buyuran hukuk prensiplerine aykırıdır.
Birilerinin modern hukuku algılamada yetersiz kalması, hak ve hukuk anlayışının ilkel düzeyde olması o kişiden uygar bir anlayışın esirgeneceği manasında yorumlanırsa herkesten önce kendini uygar olarak tanımlayanların güvenilirliği çamura yatar. Birilerinin ilkel olması ona yapılacak ilkelliği mübah kılmadığı gibi hiç kimseye ilkellikle mukabele etme şansı sunmaz.
Yine Demirtaş’ın son demeci bazılarınca güvenilir bulunmayabilir, güvenmemekte de haklı nedenleri var. Ancak kendi haklı tutumlarının kendi dışındakileri de etkilemiş olabileceği ihtimaline kapıları kapatmak önce bir nevi kendine güvensizliktir, ikincisi dışlama anlamına gelir. Kürtler arasındaki fikir ayrılıkları nihayette uzlaşmaz ayırılıklar değildir ve kan davası mantığıyla sürdürülmeye müsait değildir. Doğru söyleyen her insanın doğrusuna sahip çıktığımız kadar haksızlığa sirayet etmiş olsalar bile haksızlığa uğradıklarında sesimizi yükseltebilirsek kürtlerin safları daha da sıklaşır. Muhataplarımız bundan ders çıkarmasa bile çevresindeki kürtlüğü pekişik bireyler muhakkak etkilenecek ve gerekli dersi çıkaracaklardır. Ulusal kurtuluş mücadelesi tek kişilik sahne oyunlarından farklı bir karaktere sahiptir, bir tek grupla yada bir tek anlayışın hakimiyetiyle yürütmek, sonuç almak imkansız gibidir. Kürtlerin sekterliğe, hınca, oh olsunculuğa zamanı olmadığını, buna tahammül edemeyecek bir noktada bulunduğumuzu düşünüyorum.
http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=33050
http://www.rojnameyanewroz.com/abd_iran_uzla%C5%9Fmas%C4%B1_ve_barzani%E2%80%99nin_randevu_iptali!___s._%C3%A7ifty%C3%BCrek-haberi-TR-319-4.html
http://www.odatv.com/n.php?n=ocalan-bu-ittifak-raporunu-hatirliyor-mu-0503141200
Yeter Artık Utandırmayın!
Güney Kürdistan, Kürdlerin devletleşme yolunda attığı en ciddi adımdır ve bu adım devletleşme umudunu taşıyan tüm Kürdlerde büyük bir heyecan ve gurur oluşturmaktadır. Uzun ve ağır bedelli bir mücadelenin ürünü olan Güney Kürdistan kazanımı, partilerden, liderlerden bağımsız olarak tüm duyarlı Kürdler tarafından koşulsuz desteklenmeli; savunulmalı; geliştirilip devletleşinceye kadar her türlü çaba sarf edilmelidir.
Birçok açıdan kuşatılmış olsa da ve birçok sorunla uğraşmak zorunda kalsa da, Güney Kürdistan’ın devletleşme yolunda daha ciddi adımlar atması gerekiyor. Adeta arafta duran Güney Kürdistan ileriye doğru adım atmazsa, var olan kazanımları da kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilir.
Sömürgeci devletlerin Güney Kürdistan’ı tanıması, sindiresi kolay olmayacaktır. Ancak uluslararası alanda hukuksal olarak tanınmış olan Güney Kürdistan, sömürgeci devletlerden (en azından bazılarıyla) ilişki geliştirmesi anlaşılırdır. Ancak bu ilişkilerde diplomasinin inceliklerine daha fazla dikkat etmek zorundadır. Hukuksal bir kimliğe sahip olan Güney Kürdistan, sömürgeci devletlerle yaptığı diplomatik görüşmelerde, tıpkı muhatapları gibi görüşmelerde Ulusal Bayrağını bulundurma hakkına sahiptir. Türkiye ile yapılan görüşmelerde Kürdistan bayrağının bulundurulmaması duyarlı Kürdleri fazlasıyla rahatsız etmektedir. İlk dönemlerde, Türk devletinin bilinen diplomatik oyunları olarak kabul edildiği için bu eksiklik bir anlamda hoş karşılanıyordu. Ancak gelinen aşamada hem Güney Kürdistan’ın mecbur konumdan çıkmasına hem de görüşmelerin sıklaşmasına rağmen görüşmelerde Kürdistan bayrağının bulundurulmaması duyarlı Kürdlerin onuruna dokunuyor.
Özgür Bireyler Topluluğu olarak, Güney Kürdistan yetkililerini uyarıyoruz!
Ya görüşmelerde Kürdistan bayrağını da bulundurun ya da Türk bayrağının tek başına bulundurulmasına izin vermeyin. Bunu başaramayacaksanız da o zaman hiç görüşmeyin!
Güney Kürdistan TC’nin veya bir başka devletin beyliği değildir; fiili olarak devlet oluşu hesaba katılmasa da, Federal bir statüye sahiptir. Bu statü, başka devletlerle görüşmelerinde kendi kimliğiyle bulunmasını gerektirir. Kendi kimliği ise Kürdistan Bayrağıdır.
Umarız ki duyarlı Kürdleri inciten bu diplomatik rezalete son verilir.
Haber/Yorum
20.03.2014
http://www.nasname.com/a/yeter-artik-utandirmayin
Öcalan’dan mesaj: Mümin kardeşlerim
İmralı Adası’nda ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan’ın önerdiği Demokratik İslam Kongresi Diyarbakır’da başladı. Öcalan’ın kongreye gönderdiği ‘Mümin kardeşlerim’ diye başlayan mesajında, “Çağdaş İslami ümmetin ’millet birliğini’ anlamlı buluyorum ama bu asla ‘tek devlet, tek millet, tek bayrak’ zırvalamaları anlamına gelmemektedir” dedi.
Demokratik İslam Kongresi Diyarbakır’da yurt içi ve yurt dışından 340’ı aşkın din adamı, akademisyen, yazar ve uzmanın katılıyla Diyarbakır’da başladı. HDP Grup Başkan Vekili İdris Baluken, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Mardin Artuklu Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kadri Yıldırım, 1925 Kürt isyanının lideri Şeyh Said’in torunu Kasım Fırat, Suriye’de Kürtlerin denetiminde bulunan Rojava bölgesinin Cizire kantonu Din İşleri Bakanı Şeyh Mihemed El-Kadiri, Kürdistan İslam Partisi Genel Başkanı Hikmet Serbilind’inde katıldığı kongreye Abdullah Öcalan mesaj gönderdi.
KURAN’DA TEK DİL, TEK KİMLİK VE TEK RENK YOK
Molla İsa Deniz’in Kuran’ı Kerim’i okuması ile başlayan kongrede Demokratik İslam Kongresi Çalışma Komitesi sözcüsü Prof. Kadri Yıldırım, ’Kürtler ve İslamiyet ile Kürt sorunu ve İslam’ın hakemliği’ konulu Kürtçe konuşmasında Medine sözleşmesinin önemine değindi. Kürt ve Kürdistan isminin tarihi üzerinde duran Yıldırım, Kürtlerin kitlesel olarak Hz. Ömer döneminde Müslüman olduğunu dile getirdi. Kürtlerin Müslüman olmalarının ardından kendilerini İslam’a feda ettiğini belirten Yıldırım, Kuran-ı Kerim’de ve Peygamberin sünnetinde ’tek kimlik, tek dil ve tek renk’ yerine çok kimlilik, çok dillilik ve çok renkliliğin benimsendiğini ve bu farklılıkların tanınmasının istendiğini söyledi.
KIŞANAK AĞLADI
Suriye’de Kürtlerin denetiminde bulunan Rojava bölgesinin Cizire Kantonu temsilcisi Nureddin Şakir ise yaptığı konuşmada bölgede yaşanılan acıları anlatırken başta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak olmak üzere salonda bazı kişiler ağladı.
Rojava sınırlarına örülen duvarları ve hendeklerle Rojava devriminin boğdurulmaya çalışıldığını belirten Şakir, “Rojava’da insanların kafaları kesiliyor. Rojava Kürdistan’ının bu birliğe ihtiyacı var. Rojava devrimi Kürdistanı özgürleştirecek. Rojava devriminin başarısı Kürdistan’ın başarısıdır. Bu nedenle önder Apo’nun çağrısıyla başlayan kongrenin anlamı büyüktür” dedi.
ÖCALAN: MÜMİN KARDEŞLERİM
HDP Grup Başkan Vekili ve Bingöl Milletvekili İdris Balüken ise Abdullah Öcalan’ın kongreye gönderdiği ’Mümin kardeşlerim’ diye başlayan mesajını okudu.
İslami ümmet anlayışının öz itibariyle ulus devletçilikle bağdaşmadığını belirten Öcalan’ın mesajı şöyle:
“Zaten İngiliz İmparatorluğu İslam ümmetini parçalamak için ulus devletçiliği onun başat ideolojisi milliyetçiliği çok bilinçli olarak İslam ümmetinin bağrına beynine ve rahmine yerleştirmiştir. Son 200 yıllık tarih bir nevi İslamın mekanlarında ve halklarında İslamın bütün değerlerini neredeyse onulmaz bir biçimde tahrip etmiştir. İslam gerçekten din adına söylenebilecek en son evrenselliği temsil etmektedir. Hem dili hem de felsefesi sayesinde önemli bir evrensellik kazanmıştır. Bundan kuşku yok. Genelde tüm canlılara özelde insana özgü topluluklara İslam evrenselliğinin özünde yatan adil ve özgürce yaklaşımları uygulamalıyız. Kul hakkı yememek ve karıncayı ezmemekle dile getirilen budur.
HİZBULLAH VE EL KAİDE GÜNCEL FAŞİSTLER
Hizbullah ve El Kaide bozguncuları esasında kapitalist hiçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettikleri güncel faşizmi temsil etmektedirler. İdam sehpaları kelle koparmalarıyla korkunç faşizmi başta Kürdistan halkı olmak üzere tüm İslam olan ve olmayan halklara insanlara karşı uygulamaktadırlar. Otoriter laikçi ve milliyetçi faşizmin dünün ve bugünün halen acımasızca uygulanan devletçi faşizmi iken sözde daha güncel ve radikal dinciliğin faşizmi de bu adı geçen akım ve partiler eliyle olmaktadır. Kürdistan’daki özgürlük hareketi asla ne bu otoriter laikçi milliyetçi ne de radikal dinci geçinen iki ana merkezli sapkınlığa düşmeyecek ve fırsat tanımayacaktır.
TEK DEVLET, TEK MİLLET, TEK BAYRAK ZIRVADIR
Çağdaş İslami ümmet ’millet birliğini’ anlamlı bulur. Ama bu asla ’tek devlet, tek millet, tek bayrak’ zırvalamaları anlamına gelmemektedir. Tersine ilgili ayetteki ’birbirinizi tanıyasınız diye sizi farklı kavimler halinde yarattık’ hükmü gereğince çoğulcu, demokratik, eşit ve özgür bir İslami ve birliğinde olan diğer kavimlerin ’milletler birliğini’ ifade etmektedir. Hareketimizin batının ideolojik hegomonyasının bir sonucu olan dini-laik ikilemine boğmamak esastır. İslamın kendisini dini laik bağlamına sıkıştırmakta bence yanlıştır. İslamdaki yaşam bütünlüğünü bozmaktır. Ayrıca sanki modaymışcasına İslami kriterleri kılık kıyafetler üzerine tanımlama dar pozitivist yaklaşımlardan öte bir anlam ifade etmez.”
“KÜRT SAVAŞÇILARI HZ.ALİ GİBİ KAHRAMAN”
Bazılarının hareketlerini ateist, komünist, materyalist gibi batılı kavramlarla tanımlamak istediğini dile getiren Öcalan’ın mesajında bu konuda şu ifadeler yer aldı:
“Bunlara,’kavram kölesi’ demek daha uygun düşer. Yalnız şu kadarını söylemeliyim ki, eğer İslami toplum doğası bir gerçekse, İslam’ın dindarı ve ateisti olmaz. Bunlar kavramsallaştırmalardır. En zor koşullarda, tüm küresel kapitalist zorbaların kuşatması altında en gelişmiş savaş teknikleriyle, saldırı altında bulunan, her şeyi sömürülen bir halkın, Kürt halkının, sahte İslam’ın zulmüne, sömürüsüne en çok maruz kalmış bir toplumun savaşçılarına ancak Hz. Ali timsalinde kahramanlık yakıştırılabilir, eş kılınabilir. İslam’n (mazlumlar tarihinin) en adil, özgür ve demokratik geleneğini temsil ettiğimize dair en ufak bir şüphem yoktur. Bu gerçekliği dünyanın diğer tüm mazlum halklarıyla güncel olarak paylaşan öncülüğe layık olmak kadar, günün ve geleceğin gerekli kıldığı yeniliğe ilişkin olarak da en ideal hareketi olduğumuza dair kuşkum yoktur. Çağdaş bir Hüseyni, çağdaş bir Selahaddini hareketin sentezi olmak, en önemli mutluluk, dolayısıyla iman kaynağımdır. Hepinizi paylaşamaya, iradeleşmeye, eyleme çağırıyorum. Toplumsal esinin adil, özgür adı olan Allah’ın birliğine davetle birlikte güven olmanızı diliyor ve kongreyi selamlıyorum.”
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/rafet-balli/41025-rafet-balli-pkknin-da-bir-alevi-sorunu-var.html
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/rafet-balli/41411-rafet-balli-bir-alevi-tavri-cenazede-en-cok-alkis-kamer-gence.html
(Röportaj) KDP’ye Karşı Kampanyanın Nedeni Nedir?
Değerli arkadaş , KDP ye karşı uzun süreden beri başlatılan bir düşmanlık söz konusudur. Biz Kurdistan aktuel olarak bu konuda Kürt aydınlarının ve politikacılarının görüşlerine baş vurmak istedik. Degerli zamanınızın bir kısmını bu önemli soruna vereceğinizi düşünerek sorularımızı size de yolluyoruz. Selamlar
Selim Çürükkaya
***
1. Kürdistan Aktuel: Gecen yıl yani 2013 Yılının Nevrozunda Türk Milli İstihbarat teşkilatının BDP milletvekili Sırrı Süreya Önder’e ulaştırdığı Öcalan’ın Nevroz mesajında Misak-ı Milli sınırlarının genişletilmesi ve islam bayrağı altında toplanılması vurgusu vardı. Siz veya Kürt kamuoyu bundan ne anladı?
Kürt kamuoyunun ne anladığından çok kürtlere ne tür bir mesaj verilmek istendiği üzerinde durmak daha doğru olur kanısındayım. Bu sayede bizler de faklı yaklaşımımızı kamuoyuna açıklama imkanını kendimize yaratmış oluruz.
Misak-ı Milli, Musul ve Kerkük’ü de kapsayacak şekilde formüle edilmiştir. Musul- Kerkük denirken Osmanlı idari coğrafyasının sınırları kastolunuyorki bu manada Güney Kürdistan’ın tümünü içeriyor. Misak-ı Milli’nin genişletilmesine gerek yok, zaten genişlemeyi arzulayan yayılmacı içerikte. Bu durumda Kuveyt’e kadar hak iddiası sözkonusudur. Saddam’ın Kuveyt’i eski Musul vilayetinin sınırları içinde olduğu gerekçesiyle işgale yeltenmesinin sonuçları ortada. Türkiye’nin o kadar ileri gidebileceğine ihtimal vermemek lazım, ancak Güney’in referandumla Türkiye’ye katılması planlarına kürt siyasetçileri yabancı değil. Bu niyet Özal zamanında açığa vuruldu. Türk devletinin bu konuda bir planının ve hazırlığının olduğu sır değil. Ayrıca Türkiye’ye katılma isteği, ister siyasi manevra kabilinden olsun isterse beklenti olarak ortaya konmuş olsun KDP ve YNK yetkilileri tarafından da birçok vesile ile dile getirilmiştir. Sırrı Süreyya Önder’in suflörlüğü bu konuda ilk değil. Mesut Barzani ve Talabani bir dönemler türk hükümetinin temin ettiği kırmızı pasaportlarla dünyayı dolaşıyor ve çat kapı Ankara’ya geliyorlardı. Özal’ın o dönemde “federasyonu da tartışırız” dediği bilinir. Bu arada hakkını yememek için Özal’ın daha merhametli olduğunun altını çizmek gerekecektir. Özal, federasyon derken, Sırrı Süreyya Önder’e buyuranlar buraları babalarının toprağı sayan bir inkar ve ilhakçılıkla Misak-ı Milli diyebiliyorlar. Tam bir ittihatçı ağzı. Özal sırf bu nedenle elimine edildi. Daha sonra Irak BAAS’ı tümüyle tasfiye edildi, Irak siyasi/idari önemli değişime uğradı. Suriye devleti kendi ülkesini kontrol edemez durumda. Bugün için koşullar tamamen değişik. Türkiye’nin referandumla dahi olsa bir federasyon formülüyle Güney Kürdistan’ı ilhakı, Güney’le birleşmesi imkansız. 1910’lu yıllarda imkansızdı, 2010’lu yıllarda da imkansızdır. İmkansızlığını Türkiye de biliyor. Türkiye’nin niyetleri ve nabız yoklama girişimleri bu bilgilerin ışığında okunmalıdır.
Kürtlere gelince, devlet olmanın gereklerini daha iyi kavramış durumdalar. Durmaksızın ülkelerini inşa etmeye çabalıyorlar. Türkiye’ye katılmalarının kürtlere bir getirisi yok. Türklerin Güney’e verebileceği hiçbir şey yok, üstüne üstlük çok şeyi alıp götüreceğini ve kürtlerin bugünkü kazanımlarını tahrip edeceğini aklı başında her kürt idrak eder durumdadır. Türkiye, kürtleri sırtında taşımıyor ama kürtler Türkiye’yi sırtında taşıyor. İstanbul depreminin olduğu dönemde memur maaşlarını ödeyemez durumdaki türk devleti kürtlerin sunduğu imkanlarla dirildi. Türkiye’yi kürtler dirilttiler. Türkiye, Güney’i arka bahçesi haline getirmişken ilhaka ihtiyacı yok. İlhak, Türkiye’deki nüfus yapısını, daha açık bir deyimle etnik hakimiyeti kürtler lehine değiştirir. Rusya’nın Kırım’ı Ukrayna’dan almasından, Doğu Ukrayna üzerine oynanmasından farklı bir durum var ortada. Güney bir Moldavya değil, zengin petrol yatakları ve yol kavşağı demektir. Ayrıca alım gücü olan, buna karşılık hiçbir şey üretmeyen, geniş arazilerine rağmen ekmeği bile ithal eden kârlı bir pazardır. Türkiye ise Rusya değil. Türkiye’nin açıkça kürtlerin nüfusça çoğalmasından rahatsızlığını açığa vurduğu yerde kürtlük bilinci pekişik, federasyona yakın bir statüyü adım adım inşa tecrübesine sahip 5 milyon kürdü kendi devletine kabülü siyaseten hiç umulmayacak sonuçlar doğurur. Aynı coğrafya için müttefik kuvvetler donanmasının başkentleri İstanbul’a demirlediğini türklerin unuttuğunu varsayamayız.
2. Kurdistan Aktuel: Yine bundan bir yıl önce İmralı’da kalan Abdullah Öcalan Türk Milli İstihbarat Teşkilatı aracılığıyla yollanan talimatlarla, Kürtlerin Ankara’da, Diyarbakır’da, Avrupa’da ve Erbil’de birer kongre yapmalarını ve birlik olmalarını önerdi. Ankara, Avrupa Diyarbakır’da toplantılar yapıldı fakat Erbil’de yapılamadı, neden?
PKK silahlı mücadele başlattığı günden beri önce Suriye sonra türk devleti Öcalan’ı ve PKK’yi Kürdistan’ın diğer parçalarına baskı gücü olarak kullandı. Bugün Suriye’ye hala hizmet veriyor, ancak bugünkü hizmeti Türkiye’nin bilgisi ve onayı dahilinde. Türk devleti salt Suriye’nin değil, Ortadoğu’nun mevcut statüsünün korunmasından yana. Mevcut statüko İran ve Irak da dahil olmak üzere dört işgalci devletin yaşamsal müştereğidir. Dün sömürgeci statükonun muhafızlığını yapan PKK bugün de aynı muhafızlığı sürdürüyor, bir farklaki patronu değişti. Patronu yada yönlendiricisi sömürgeci devletler olduğu sürece PKK statüko hizmetkarlığını sürdürecektir. PKK, İran ve Suriye’nin ortak onayıyla Kürdistan’ın dört parçasında örgütlendi ve buralardan militan devşirdi. PKK, Suriye ve İran devletlerinden silah aldı, patlayıcı aldı. Bu devletlerin sınırları içinde eğitim kampları, karargahları vardı. Saddam da dahil olmak üzere arap ve fars devletlerinin istihbarat örgütleriyle ilişkiliydi ve onlar tarafından yönetiliyordu. Bu devletlerin güvenliğine bir zarar gelmediği gibi kürtler ne olduğunu kendileri de bilmedikleri bir politikanın, bir hiçin kuyruğuna takıldılar. Türkiye bunu biliyor. Öcalan’ın anlatmaya çalıştığı budur. Statükonun korunmasının Türkiye dahil bölgenin sömürgeci devletlerine yarayacağını hatırlatarak ihanetine alan açılmasını türk albayından diliyor. Tüm bu olan bitenleri bizler biliyoruz da 60 yıllık silahlı mücadele tecrübesi olan KDP, Irak’ta cumhurbaşkanlığı koltuğuna liderini oturtmuş YNK, düzenli birlikleri, örgütlü istihbaratı olan Güney Yönetimi bilmiyormu diyeceğiz?
Ortada bundan daha önemli bir durum var. Şayet Türkiye ile ilişkilenmekse Güney Yönetimi direkt şekilde ilişkili, ne Öcalan gibi bir erin ne de başka kimsenin aracılığına ihtiyacı yok. Ancak, Öcalan son Suriye flörtü ile Suriye ve İran’ın da Güney’de baskı gücü oluşturmasına imkan sunuyor. Öcalan’ı bu tavra Türkiye icbar ediyorsa gelecekte diğer sömürgeci devletlerle ortak hareket etmenin yollarını yeniden açıyor demektir. Güney hükümeti bu konuda dikkatli, Öcalan gibi Maliki’yi kışkırtanların da İran ve Suriye olduğunu hepimizden iyi biliyor. Tüm bunların ortak müfrezesi olmayı açıktan kabullenen PKK’ye niye yol versinki?
3. Kurdistan Aktuel: Bu yıl Ulusal Kanal’da yayınlanan Öcalan’a ait olduğu ses ve görüntüsünden anlaşılan 65 dakikalık 1999 İmralı ifadelerinde Öcalan’ın genel kurmay temsilcisi türk subayı Albay Hasan Atilla Uğur’a: “Bana biraz imkan tanıyın ben bütün Kürtleri bir mimar mahareti ile devlete bağlamasam bana ne yaparsanız yapın” demesi ile, MİT’in şimdi Öcalan üzerinden yaptığı bu birlik çalışmalarının bir ilişkisi var mı?
Elbette ilişkisi var. Yukarda da izah etmeye çalıştığım gibi Türkiye, bir dönemler Saddam rejimi, Esad rejimi ve ayetullahların müştereken yaptığını tersinden yapıyor. Dün kürtleri bu üç devlet adına toplayan, dört parçada siyasi faaliyet yürüten Öcalan farklı bir şey yapmıyor. PKK’yi kontrol etme şansı bu kez ağırlıklı olarak türk devletine geçmiş durumda, Öcalan bu kez kürtleri bir de türk devletine sunuyor. Burada bir hususu dikkatten kaçırmamak lazım, Öcalan her durumda statükonun koruyucusu kesilmişti. Güney’e dün Saddam yanlısı olarak saldırırken bugün Güney üzerinde Türkiye’nin baskı gücü olmayı taahhüt ediyor.
4. Kürdistan Aktuel: Bildigimiz gibi kongrenin Hevler de yapılmasını KDP uygun görmedi, sizce neden KDP engel oldu?
Kongrenin Hewler’de yapılmasına Öcalan’ın İran ve Suriye ile sürdürdüğü kirli ittifak ve bu ittifakın Güney’in muhatap olduğu ve de anlaşmazlık içinde bulunduğu Maliki rejimine direkt bir destek yerine geçmesi nedeniyle engel olundu. Öcalan’ın Türkiye ile münasebetlerine gelince, Güney’i pek endişelendirmiyor. Diğer dört parçanın toplamından fazla, 25 milyon kürdün en temel haklarını gasp ve inkar temelinde oluşmuş Öcalan-Türkiye ittifakına Güney karşı çıkmadığı gibi bu ittifakı destekliyor ve Öcalan gibi “barışı” desteklediğini resmen ilan ediyor. Güney’in de tasvip ettiği artık ne menem bir barışsa bir kürdün diğer parçaya geçmek istemesi silahla karşılanıyor ve çocuklarımız ölmeye devam ediyor.
5. Kürdistan Aktuel: Öcalan ve Türk devletinin Kürtleri Öcalan’ın etrafında birleştirme projesinin KDP tarafından red edildiğini düşünüyor musunuz?
KDP, benim alanım dışımda Öcalan’la ne yaparsanız yapın demek durumunda. Sadece Öcalan’ın kendisine karşı kullanılmasına duyarlı.
6. Kurdistan Aktuel: KDP’nin tavrından dolayı kendisine karşı geniş bir kampanyanın başladığını düşünüyormusunuz? Yani bir yıldır KDP’ye kaşı Kürt kitlelerine aşılanan düşmanlığın nedeni, KDP yi ‘kongreye’ razı etmek midir?
Sebep sadece kongre değil. PKK, silahlı badirelere girişerek sürekli türk ordusunu Güney’e çekti ve Güney üzerinde Türkiye’nin baskı gücü rolünü oynadı. Bu rol türk devletine bugün Güney’deki ayrıcalıklı konumu sağladı. Türkiye böyle bir aracı elinden bırakmaz, Güney ise iyi ilişkilerinin olduğu Türkiye’nin bu aleni ikiyüzlülüğünden rahatsız. Bu konuda çelişiyorlar. Türkiye koparabileceğinin azamisini koparmaya çalışıyor, Güney ise ödeyebileceği diyetin asgarisi ile kurtulma çabası içinde. Öcalan’ın kontrolu türklerin elinde olduğuna göre Güney’in Türkiye ile anlaşması halinde sorun büyümeden biter. Güney yönetimi akıllı davranıp kapı kulu yerine kapıyla muhatap olmayı seçmiş durumda. Öcalan’ın rahatsızlığı buradan ileri geliyor.
7. Kürdistan Aktuel: Qandil, Goran ve YNK arasında bir yakınlık ortaya çıkmış durumdadır… Bu yakınlığın Şam ve Tahran arasındaki yakınlıkla bir ilişkisi var mı?
Şam ve Tahran Irak’la birlikte şii paktıdır, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün, Türkiye’nin içinde bulunduğu sünni pakta rakiptir. Önemli bir hususu hatırlamakta yarar var. Savaş bu iki paktın arasında sürdürülüyor ve paktlardan birine mensup devletlerden biri ölüm/kalımın eşiğinde. Esamesi zikredilmemekle birlikte 45 milyon nüfusuyla işgalci devletleri yöneten egemen ulusların hepsinden sayıca fazla olan kürtler de bir güçtür ve fiilen savaşın içindedirler. Statüko konusundaki mutbakatlarını saklı tutmak kaydıyla bu devletlerin her zaman ihtilafları ve rekabetleri olmuştur. Her biri bir yandan statükoyu azami dikkatle korurken öte yandan rekabet saikiyle her biri diğerine kontra yapmışlığın tarihi tecrübelerine müştereken sahiptirler. Suriye’den Türkiye’ye karşı yürütülen PKK savaşını hatırlayınız, İran ve Türkiye’ye göre yeni sayılan Suriye devleti bile bu tecrübeye sahiptir. Kürt partileri ve liderleri özellikle işgalcilerin her zaman ve kolay şekilde müttefik devşirdiği aymazlar topluluğu olmaktan kopmadıkça bu lanetli olgu varlığını sürdürecektir. KDP de dahil hiçbirinin bu konuda eli temiz değil.
Kürt partilerinin birbirleriyle stratejik ittifakları yok. Nasıl olsunki? Hiçbir kürt partisinin sömürge statüsünü tasfiye etmek, kürtleri bağımsız devlet şeklinde örgütlemek şeklinde ideolojik düzeyde dahi olsa bir iddiası ve amacı yok. Her kürt partisinin diğeriyle ilişkisi ve ittifakı kendi güçlenmesinin gereklerini esas alır içerikte taktiksel bir ilişkilenme ve ittifak türüne tekabül ediyor. Buna karşılık kürt partilerinin sömürgeci devletlerle ilişkileri stratejik ittifak düzeyindedir. PKK’nin Suriye ve Türkiye ile işbirliği stratejik bir ittifaktır. KDP’nin Türkiye ile işbirliği stratejik bir ittifaktır ve stratejik ittifak olduğunu beyan eden Güney yönetiminin başbakanıdır. Hal böyle olunca kürtler kendi yaşamsal hakları ve çıkarları için birleşmek yerine işgalci devletlerin rekabetini ve hilelerini kürt siyasi alanına taşıyor, onların çekişmelerine uygun pozisyonda birbirleriyle zıtlaşıyorlar. Kürtlerin ulusal birlik oluşturamayışlarının yegane nedeni budur. Denebilirki kürt partileri farklı işgalci devletlerin Kürdistan’ın ittifaksızlığı anlamına gelecek siyasetini Kürdistan’da yaşama geçirmenin araçları durumuna dönüşmüşlerdir. Böylesi bir ortamda kürtlerin ittifak etmelerinin imkanı baştan boşa çıkarılmış olunuyor. Kürt siyasetinin bugün tanık olunan sancısı bundan ibarettir. Millete faturası her gün idam, her gün kurşunlanma ve milyonlarca nüfusun tehcir ve temerküz koşullarına icbar edilmişliğidir.
8. Kurdistan Aktuel: Hiro Xan’ın babası adına konulan barış ödülünü, Öcalan’a vermesi, Goran hareketinden bir milletvekilinin Öcalan’ı Nobel komitesine aday olarak önermesinin anlamı nedir sizce?
Çok basit, Türkiye’yi “büyük ağabey” ilan etmekle eşanlamlıdır.
Goran, ağırlıklı olarak YNK’den ayrılmış bir partidir. Lider kadrolarının tümü eski YNK mensuplarıdır. KDP’nin İran’la her zaman ilişkileri oldu. YNK’nin de öyle. Goran ve YNK, KDP’nin Türkiye ile ilişkilenmesinden güçlü çıktığını düşünüyorlar, KDP’ye göre durumları zayıf olduğundan İran’a dayanmayı seçiyorlar. İran, YNK’nin geleneksel yatakçısıdır, KDP’nin de yatakçısıdır. Irak’taki sünni BAAS rejimi dolayısıyla İran Bağdat rejimine muhalif olan kürtlere ölçülü olmak kaydıyla her zaman destek verdi ve verdiği desteğin karşılığını bekledi. Çoğu kez istediği karşılığı aldı da. 1975 yenilgisine kadar kürt peşmergelerin topçu desteği İran fars ordusuydu. Öcalan’ın İran’la işbirliği diğerlerininkine göre yenidir. Bugün Ortadoğu’da oldukça zıtlaşmış iki pakt var, belirttiğim gibi Suriye üzerinden savaş sürdürüyorlar. Artık koşullar değişti. Kürtlerin faşist rejimlerle, kendi katilleriyle işbirliği yapmasının ahlaki vebali bir yana bu türden ilişkiler kürtlerin haklı taleplerine gölge düşürür. Her biri kürtleri boğmak için hazırda bekleyen işgalcilerle ittifak kürtleri kurtuluşa taşımaz, haklarına kavuşturmaz.
Xiro’nun cancağızı Xece’nin aylarca önce vefat etmiş annesini bahane ederek 33 yıldır gelmediği Türkiye’ye aniden gelmesi, tutuklanması, salıverilmesi, daha nezaretin kokusu elbiselerinden çıkmadan Amed’de DTP kongresinde temel direk Aysel ile can-ciğer paslaşması YNK’nin ve Hiro’nun Türkiye ve İran’la ne pişirmek istediği eşliğinde değerlendirilmek zorundadır. Eğer İbrahim Ahmed ve Celal Talabani adına bir ödül konursa buna en çok layık ve müstahak olan şüphesiz Öcalan’dır. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş demekle yetinelim.
9. Kurdistan Aktuel: Suriye, Türkiye ve İran, sınırları meşru olarak gören Kürtleri bir araya getirip KDP ye karşı kullanmak mı istiyorlar?
KDP de sınırları meşru görüyor. Önce kendini Irak’ın bir parçası sayıyor. Diğer yandan kürtlerin biricik yönetimi olarak diğer parçaları hakimiyetinde bulunduran devletlerin sınırlarına ve statükosuna itiraz yükseltmesi şöyle dursun, buradaki kürtlerin en temel haklarından yoksun bırakılmış olmasına bile itiraz yükseltmiyor. Kürdistan sorununa bu devletlerin “iç sorunu” olarak yaklaşıyor. Diğer partilerin KDP’ye karşı kullanılmak istendiği doğru ama sırf istikrarsızlaştırmak ve türklere ilaveten bu alanda var olmak için. KDP, iki zıtlaşmış paktın rekabeti arasına sıkışmış durumda. Türkiye’nin Güney’deki ağırlığının fiili dayanağı KDP’dir, diğerleri de beklentilerini yaşama geçirecek araçlarını yaratacaktır ve yaratmışlardır. Kaldıki KDP de hala İran’la ilişki içinde ve Irak parlamentosunda sandalyesi var. Kürtler işgalci paktın neferi olmayı kabullendiklerinde ister istemez statüko muhafızına dönüşüyorlaki bizim gibi parçalanmış bir millet için büyük hatadır.
10. Kürdistan Aktuel: Siz Öcalan’ın MİT’e rağmen, Qandil’in Öcalan’a rağmen PYD ve Ertuğrul Kürkçü’nün partisinin Qandil’e rağmen hareket edebileceğine inanıyormusunuz?
Fillerin savaşında arada ezilen eşeklere gereğinden fazla önem atfetmemek lazım. Öcalan’ın Kandil’e uzayacak sopası yok ama İran’ın ve Suriye’nin var.
11. Kurdistan Aktuel: Eger KDP ye karşı sahnelenen bu oyunun altında KDP’nin bölgedeki müttefiki Türk devletinin istihbarat teşkilatı varsa, KDP kendisine karşı sahnelenen bu oyunu nasıl bozabilir?
Kandil’i peşmerge karargahı haline getirmekle bozabilir. Kandil’i ve Öcalan’ı türklerin, farsların ve arapların askeri saydığınızda bu devletler sizin egemenlik alanınızda silahlı güç bulunduruyor ve politikalarını en etkin sonuç alan vasıta ile yürütüyorlar demektir. Buna ilaveten Güney’de İran ve Türkiye’nin düzenli askeri güçleri var. İran ve Türkiye’nin Güney’de askeri birlik mevzilendirmesinin davetçisi ve yegane nedeni PKK’dir. PKK’nin Kandil’de yada Güney’in herhangi bir yöresinde dokunulmaz olarak yer bulduğu, silahlı faaliyet yürütmesine izin verildiği sürece bu oyun devam eder.
12. Kürdistan Aktuel: KDP kendisine karşı savaştırılmak istenen Kürtlerle savaşmalı mı, yoksa oyunu bütün açıklıgıyla Öcalan‘ ın kendi ses ve görüntü kayıtları ile Kürtlere açıklamalı ve türk devletine bana saldırttığınız adamınıza sahip çıkın mı demelidir?
KDP’nin sadece PKK’yi teşhir etmesi yetmez, türk devletini de teşhir edip ilişkilerini bitirmesi lazım. Türkiye tek seçenek değil ve bulunmaz evsafta değil, sonuçta kürtlerin soykırımlar düzeyinde katili ve tehcircisidir hem de tarih boyunca. KDP, Öcalan’ı da PKK’yi de türklerin Güney’e saldırttığını yıllardır biliyor. Kuzey’in bu denli ağır zulme uğratılmasına rağmen türk devleti ile işbirliği sürdüren bir parti PKK’den daha az lanetli değildir.
13. Kürdistan Aktuel: Uzun bir süre boyunca Kürt kitleleri kongreler yapalım diye oyalandırıldı, öyle anlaşılıyor ki bu yılda Kongreye gelmeyenleri lanetlemekle kitleleri ugraştıracaklar ne dersiniz?
PKK, türk devletinin dezenformasyon ve oyalama kurumu haline getirildi, beyin yıkamaya devam edecekler.
*
İfade imkanı sunduğunuz için teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla.
http://cebaxcor.blogspot.com.tr/2014/05/roportaj.html
PKK Yine Ateşle Oynuyor!
PKK, ‘Devlet(ler)le barış-Kürdlerle savaş’ Stratejisini hayata geçiriyor!
1- Diyarbakır’da Çocuğu dağa kaçırılan bir baba BDP İl Binası’na gidip çocuğunun durumunu sorunca darp edilip provokatör ilan edildi.
2- Dargeçit’te yaşlı bir insan öldürüldü. Her ne kadar vuranların kimliği bilinmese de PKK Medyası verdiği haberle olayın faili olduğunu bas bas bağırıyor. “Eski Korucubaşı vuruldu” haberiyle PKK olayın haklılığını göstermeye çalışıyor…
3- HÜDA-PAR Dicle İlçe Başkanı PKK tarafından kaçırıldı…
4- Geçen hafta bir köyü basan PKK biri kadın üç kişiyi (HÜDA-PAR taraftarı) yaraladı…
Bu olaylar birlikte düşünüldüğünde, uzun zamandır devletin Kürdistan’da yürürlüğe koymak istediği “Dindar-Laik” çatışmasının çok tehlikeli bir evreye geldiğini gösteriyor.
PKK; ortak vatanda karar kılmışken ve devletin birliğine bütünlüğüne saygılı iken, devlet ile barış ve ateşkes sürecini yaşıyorken bu eylemlere başvurmasının hiçbir haklı gerekçesi olmaz.
Güney’de Kürdlerin tek ulusal kazanımına “aşiretçilere/feodallere” karşı Demokratik Ortadoğu için mücadele adı altında;
Güneybatı’da “çetelere karşı” demokrasi adı altında.
Ve Kuzey’de de “gericilere karşı” laiklik adı altında Kürdlere saldıran PKK, tarihi bir yıkımı Kürdlere yaşatmak için açıkça harekete geçirilmiş durumdadır.
PKK’nin genel politikası, Kürdleri yaratılan yapay iki karşıttan birini desteklemeye zorlamaktır. Uzun süre ‘ya devletçisiniz ya da PKK’li’ ikileminden/karşıtlığından beslenen PKK, kendisine boyun eğmeyen herkesi “devletçi/ajan” ilan ederek sayısız Kürdistanlı yurtseveri katletti.
Güney’de ‘Ya feodalsiniz ya da demokrat (yani PKK’li)’ karşıtlığından beslenerek Güney’i istikrasızlaştırmak ve sömürgecilere peşkeş çekmek için çirkince saldıran PKK, Güneybatı’da da ‘ya El Qaidecisiniz ya da PYD’li’ dayatmasıyla yurtseverleri katledip faşist Esad Rejimi’nin hizmetçiliğini yapmaktadır.
Kuzey’de de hayata geçirilmek istenen projede ‘ya Hizbullahçısınız ya da PKK’li’ dayatması yapılacağı açıktır. Böylece devletin projesini ‘Hizbullah’a karşı demokrasi mücadelesi’ adı altında hayata geçirmeyi düşünen PKK, Yaşattığı trajedilere yenilerini eklemek istiyor. Çünkü efendileri öyle istiyor…
Herkesin komplekslerden arınması ve doğru tutum almasıyla, devletin bu kirli politikasının PKK eliyle hayata geçirilmesine engel olunabilir ancak!
PKK’nin misyonu doğru tanımlanarak çok net tavır almakla bu kirli oyun bozulabilir…
PKK’yi teşhir eden ve devlet piyonluğunu dile getiren herkes PKK tarafından “Hizbullahçı” olarak suçlanacaktır kuşkusuz. Bilinen bu kirli oyuna gelmemeli ve devletin en karanlık birimlerince harekete geçirilen PKK’nin suçlamaları ciddiye alınmadan gerekli tavır alınmalıdır.
PKK’nin misyonu dikkate alındığında kime saldırdığı değil, niçin saldırdığı önem kazanıyor. Ve bu niçin sorusunun tek cevabı vardır; Kürdlerin ulusal dinamiklerini yok etmek; iç kargaşayla Kürdistan’ı kaosa sürüklemek ve Kürdleri haklı ulusal davalarından uzaklaştırarak “Laik-Dindar” ikilemine sıkıştırmaktır…
Bu nedenle ben insanım diyen ve Kürdistan’da insanca yaşamadan yana olan herkes PKK’ye karşı net tutum alıp teşhir ve mahkum etmelidir.
Bu insani sorumluluğunu yerine getirmeyenler yarın yaşanacaklardan direkt sorumlu olacaklardır…
Umarım Kürdistan politik çevreleri bu kirli oyuna sessiz kalmaz ve gereken tepkiyi vererek oyunun oynanmasına engel olur…
Berzan BOTÎ
28.05.2014
KAYNAK: http://www.berzanboti.com/pkk-yine-atesle-oynuyor/
Devletsizlik Ve Beklenen Vahşet!
Bu vahşeti yapan da
Yapanı hoş gören de insan değildir!
Güney Batı Kürdistan’da gerici El Qaide çeteleri kendilerine yakışan bir vahşete imza attılar.
Egemen güçlerin piyasaya sürdüğü ve sadece insanlığa karşı suç işlemeye programlanmış bu yaratıklar, dinsel faşizmin çok ötesinde sıfatları hak ediyorlar. Bunlara hayvan demek de hayvanlara hakaret olur…
Bu vahşi sürüyü lanetlemeyenler de en az bunlar kadar insanlıktan uzaktırlar.
Güney Batı Kürdistan’ı “çetelerin hesaplaşma alanı” yapanlar da bu vahşette pay sahibidirler.
Bu gerici çeteler Güney’e yöneldiklerinde , Pêşmerge güçleri kendilerini siper ederek halka zarar verilmesini engellediler/engelliyorlar. Dahası Pêşmerge, bu yaratıklara hak ettikleri cezayı da anında verdi/veriyor.
Pêşmergenin Güney Batı Kürdistan’a girmesini “savaş sebebi” gören ve “ben özgürleştirdim tek söz sahibi benim” diyen zihniyet, egemen olduğu yerlerde halkı korumayı da bilmelidir.
Kürdlerin ulusal haklarını engelleyen ama Kürdleri çetelere yem eden zihniyet, grup çıkarları için bir halkı vahşilere yem yapmakta bir sakınca görmüyor.
Devletleşmeyi “lanetli” olarak görenler, Kürdleri bu çetelerin vahşetine teslim etmiş oluyorlar.
Sadece yerel çeteler değil, Kürdlerin devletleşme hakkını yok sayan herkes, gerici çetelerin bu ve benzer katliamlarında/vahşetlerinde pay sahibidirler.
Vahşi bir coğrafyada devletsiz yaşamanın kaçınılmaz sonucunu yaşayan Kürdlerin tek seçeneği devletleşmektir…
Bu doğal haka, hangi nedenle olursa olsun karşı çıkanlar geçmiş ve gelecek tüm insanlık dışı katliamların altına imza atmış demektir…
Güney Batı Kürdistan, “sol romantiklerin Rojava devrimi” masallarına kurban edilmemesi gerektiğini ve halkın çeteler ile Esad rejimi arasında sıkışıp çaresiz bırakıldığını ısrarla yazdık. Ne yazık ki yaratılan kirli propaganda gerçekliğin görülmesine engel oldu. Umarım hem Kürdler hem de duyarlı insanlar oynanan oyunu fark eder ve Kürdlerin nasıl vahşilerin insafına terk edildiğini görür.
Kürdlerin devletleşme hakkını savunmayanlar, “timsah gözyaşları” döküp kendilerini rahatlatabilirler ama bu ve benzeri insanlık suçlarındaki sorumluluklarından kurtulamazlar.
Berzan BOTÎ
29.05.2014
http://www.berzanboti.com/devletsizlik-ve-beklenen-vahset/
Çocukların savaşa sürüldüğü “barışa” ne isim verilir?
Devletin kürt çocuklarını öldürdüğü ve dağa çıkmaya zorladığı gerçektir.
– Yalan ve yanlış olan nedir?
– Kürt örgütü olduğunu söyleyenin, kürt siyasetçisi olduğunu söyleyenin tam da devletin beklentilere uygun tavır alarak çocukları dağa kabul etmesidir.
Çocuk hakları var, Cenevre sözleşmesiyle savaşan tarafların çocuklara ilişkin imza altına aldığı taahütleri var, ailelerin reşit olmayan bu çocukları haklı olarak sahiplenme sorumluluğu var, evlat sevgisi ve koruma güdüsü var. Bunların hiçbirini tartışmadan salt yukardaki mantık ve söylem örtüşmesinin ışığında dağ ve savaş çığırtkanlığı yapanların hepsinin devletin kodlarıyla düşündüklerini, propaganda yaptıklarını rahatlıkla söyleyebilecek durumdayız, Hep bir ağızdan devletin beklentilerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Burada bir suçüstü durumu var. Misak-ı Milli’yi kürtlere dayatan lanetli işbirlikçiliğe “ulusal kurtuluşçuluk” denirken, çocuklar konusunda insani ve hukuki kaygılar taşımak “yardakçılık” olarak yaftalanıyor.
Kemalistlerin en bilinen özelliğidir, kendi işledikleri suçlarla başkalarını ithama ve yargılamaya çalışırlar. Bu devlet yardakçıları evlerinde ayna bulundurmazlarmı?
PKK’nin silah altına alınan çocuklarla ilgili olarak ailelerin verdiği tepki karşısında “devletin çığırtkanlığını yapıyorlar” gerekçesine sığınmasının hiçbir geçerliliği yoktur. PKK’nin misyonu Türkiye’nin bölünmezliğini savunmak, yani Lozan’ın ve statükonun bekçiliğini yapmak, türkiyelileşmeyi kürtlere dayatarak asimilasyonun nihai aşamasını tamamlamaktır. Bu misyonun gereği olarak hizmetine girmediği katil ve işgalci devlet kalmamıştır, bugün son derece açık bir şekilde BAAS faşizminin silahlı destekçisi olarak bu kanlı rejim adına savaşmaktadır. Liderinin ağzından “devletin eriyim” tabiriyle itiraf olunduğu gibi tamamen sömürgeci devlet(ler)in hizmetinde olduğu, örgütlü bir çığırtkan hatta “işgalci devletlerin müşterek hamidiyesi” tarzında paramiliter devlet gücüne dönüştüğü her kürt yurtseverinin bildiği ve sürekli kınadığı bir gerçekliktir. Kandil’in alacağı savaş yada barış kararlarını ona buyuracak kadar bu örgüte egemen olup yöneten türk devletinin PKK’ye tümüyle sahip olduğu ve PKK’nin bir devlet yapılanması olduğu konusunda kuşku kalmamıştır. Bu gerçeğin ışığında ailelerin çocuklarını sahiplenme hakkını kullanmaları ebeveynleri açısından insani bir hak olmanın da ötesine geçerek çocuklarını devlete, yani işgalcilere ve soykırımcılara kaptırmama hakkı ve isteği olarak siyaseten de son derece haklı bir talep ve tavırdır. Diğer bir yanıyla hem devlete hem onun kirli şeriki PKK’ye aynı anda hayır demek anlamına gelen bu karşı çıkıştan daha yurtsever bir tavır da yoktur.
Daha önceki notlarımda devletin istihbarat görevlilerinin silahlı kanattan siyasi kanada hatta yurtdışı birimlerine kadar PKK’nin yönetici kademelerine sızdığının KCK yargılamaları ve Paris cinayetleriyle açığa çıktığını yazmıştım. KCK yürütme konseyi üyesi olan en yetkili komutanların MİT’le kuryeler aracılığyla irtibatlı olmalarının dışında Oslo görüşmelerinin ortaya çıkardığı gibi bu irtibatın yüzyüze istişareye vardığı da kürtlerin malumudur. Bu durumda devlet tavşana kaç, tazıya tut diyen taraftır. Devletin tazısı bellidir, yaşamı üzerine oynananlar ise bizlerin evlatlarımızdır. Vicdanı olan hiçbir kürt, hiçbir anne, hiçbir baba, çocuklara ve yaşama sevgisi-saygısı olan hiçbir insan bu çirkin ve çocukların kanı üzerinden sürdürülen kirli oyuna seyirci kalmamalıdır.
2350 çocuğun dağa görütüldüğü bilgisi türk basınında yer aldı. PKK’nin patronu olan devlet sızdırdığı bilgilerle başından beri bu oyunun içinde olduğunu itiraf etmiş oluyor. PKK, ithamdan farklı olarak “sahibinin sesinden” itiraf addedilecek bu bilgilerin doğru olmadığını ispat etmediği sürece kabullenmiş sayılacaktır.
*
Özel Harp Dairesi yaftasını milletin boynuna asanlar Öcalan’ın Özel Harp Dairesi yetkilileriyle ve MİT müsteşarı Hakan Fidan’la ayda kaç kez görüştüğünü, KCK yargılamalarında açığa çıktığı gibi mensubu oldukları örgütte Özel Harp Dairesi ve MİT mensubu kaç görevlinin yöneticilik yapmakta olduğunu, Paris cinayetlerinde açığa çıktığı gibi örgütün yurtdışı birimlerine türk asıllı kaç tetikçinin merkezi tayin ve referanslarla yönetici tayin edildiğini saymaya başlasınlar.
Kandil bile Özel Harp Dairesinden ve MİT’ten gelen kuryeler ve talimatlarla yönetilmiyormu?
*
Ulu önderinizizn basında çarşaf çarşaf yer alan incilerine bir bakın;
“Anam türk, babam türkmen..
İmralı’da türk askerlerince korunuyorum..
Genelkurmay yetkilileri ve MİT müsteşarıyla muntazaman görüşüyorum.. İstediklerini emir telakki ediyor, hizmete amade devlet eri olduğumu söylüyorum..”
Herif 17 bin kürt öldürmekle gururlanıyor..
Kürt çocuklarını örgüte kattığı belgeli, şimdi yine istiyor..
Dehhak’ı tanımlamaya kalkıştığınızda başka nasıl tanımlarsınız?
Çocuklarınızı verdiğinizde Dehhak tutulduğu amansız ajanlık hastalığıyla yaşamını sürdürecek, yaşaması buna bağlı..
Dehhak’ı yaşatmak için kürt çocuklarını öldürmek?
Savaş istemiyormuş, barış istiyormuş?
Hani Dehhak kürt çocuklarını istiyordu ya.. İşte öyle..
*
Devlet 1970’li yılların ortalarından itibaren kürtleri bilinçli olarak illegaliteye itiyor. Bu gerçeği kabullenmeden bu dönemden itibaren başlatılmış sokak infazlarının nedenlerini kavrayamaz ve izah edemezsiniz. İşgalci devlet, hele bir de her biri kendini Che sananların fevriliğinde bir algının kürt örgütlerinde hakim olduğu gerçeğini bildiğinden kürt çocuklarını illegaliteye iterken kürtleri siyaseten hazırlıksız şekilde kalkışmaya zorlamakla, provokae etmekle kalmıyor, haklı bir ulusal mücadeleyi meşruiyetiyle mütenasip olmayan yöntemlere icbar ederek haklılığını ve saygınlığını sıfırlamayı amaçlıyor.
Bu gerçeğin ışığında bakıldığında eline silah alanların Goyan, Jirki, Bucak gibi aşiret olmak dışına vebali olmayan kürt topluluklarına, KUK, PSK gibi kürt örgütlerine saldırılarının kürtlerin siyasi birliğinden önce topyekun Kürdistan mücadelesinin meşruiyetini yerle bir ettiğini herkes görüyor ama zorluk kendini Kürdistan yerine koyan kemalist hareketin sömürgeci devletlerin beklentilerini karşılar tarzda savaştığını kabul noktasında ortaya çıkıyor.
“17 bin kürt öldürdük” itirafıyla kürtlerin gerçeği herkesin suratına çarpıyorken okumuş yada bilinçsiz her kürt bu gerçek karşısında devekuşu misali başını kuma gömmeyi ve sessiz kalmayı seçiyor. Sorun bununla da kalmıyor, kürtlerin en sıcakkanlı, işgale en karşıt, Kürdistan davasına en tutkun kesimleri bir yandan kasıtlı bir şekilde devlet ve örgüt işbirliğiyle yokedilirken öte yandan kullanılan yöntemlerin, örgütün özellikle kürt halkını hedef alan eylemlerinin dünyada nefret uyandırması nedeniyle kürtler yalnızlaşıyor, mücadeleleri marjinalleşiyor. Bu nedenle kürtlerin uğradığı kanlı zulüm dünya nezdinde insan hakları bağlamında bile itirazlara, protestolara, sahiplenmelere değer görülmüyor. Türk devleti, diğer sömürgeci devletlerle birlikte her zaman yaptığı gibi meşruiyetini boşa çıkarmak temelinde kürtleri yalnızlaştırıyor ve bu yalnızlık ortamında pervasızca katlediyor.
Kasaplar ellerinde bıçakla beklerken bugün çocuk yaştakilere varıncaya kadar yakasından tutup mezbahaya sürükleyen kasap çıraklarına paye verdiğiniz sürece kürt çocuklarını utanmadan, sıkılmadan, insan olduklarını ama herşeyden önce mazlum bir milletin umutlarını katlettiklerini hatırlarına getirmeden yaşamlarına kastedecekler.
Her kimki bu danışıklı döğüşe yokum diyorsa, her kimki biri devlet misali değirmen ağzı olup çocuk isteyene, diğeri PKK olup değirmentaşı misali kan öğütene artık yeter diyorsa onun insanlığı dikkate alınır, saygı görür. Ancak bu idrake sahip olaraktan siyaset yapanların temel insan haklarından bahsetmesine, ulusal haklardan, özgürlükten ve bağımsızlıktan bahsetmesine inanılır.
Bugün faşizmle özdeşleşmiş solculuğundan dolayı cinayet ön hazırlığına alkış çalanlar en az çocuklarımızı kemalistlerin atına bindirip yine kemalistlerin hazırda beklediği pusuya gönderenler kadar suçludurlar.
Kürtler bağımsızlık mücadelesi vermek, akılcı siyasetler izlemek, savaş yürütülecekse çok iyi düşünülmüş ve evrensel normları gözeten bir savaş yürütmek yerine suç işliyorlar. Her biri kanlı, her biri soykırım işleme derecesinde insanlık suçlusu olan devletlerin yedeği, ileri karakolu olununca kürtlerin önünde suç işlemek dışında yol kalmaz. Gerçek şuki suç işlemekle hiçbir mazlum millet kurtuluşa ulaşamamış, haklarını istirdat etmeyi başaramamıştır. Suçluların öncülüğünde ve yedeğinde hiçbir millet iflah olmamıştır.
*
Çocukların yaşamı üzerinden ailelerine şantaj yapmak haydutlara, sömürgecilere, ruh hastalarına özgüdür. Çocukların yaşamına kıyan gaddarlar bunlar arasından çıkar.
Selahattin Demirtaş çocukların dağa götürülmesiyle ilgili olarak sömürgeci devletin başbakanına “Çocukları biz indireceksek sen o koltukta niye oturuyorsun” derken hayduta, sömürgeciye, çocuk katiline kendi halkının çocukları üzerinden şantaj yapmış oldu. Düşkünlük derecesine bakınız. Haydut desek hayduta, sömürgeci desek sömürgeciye, ruh hastası desek ruh hastasına haksızlık olur. Düşkünlüğün ve akıl tutulmasının bu türü kürtlere parti lideri olunca yolun nereye varacağını siz düşünün.
Ulan palyaço, kürt evlatlarının kanı bu kadar ucuzmu sandın !
http://cebaxcor.blogspot.com/2014/05/cocuklarn-savasa-surdulgu-barsa-ne-isim.html
Köle kalmayı beğeniyor ve seçiyorsunuz, insanlığınızın haddi bu kadar..
Kenan Fani Doğan
Kemalizm denen “şey” bir parça Hitler, bir parça Mussolini ise bu belirlemeyi “herhangi bir değere hakaret etmediğini” beyanla Kemal adına Kazım Karabekir’i kınayan, onun alçak dediğine dediğine alçak diyen, böylelikle Hitler’den çok hitlerci kesilenlere tevcih etmeli. Sonra durup söylediklerinin anlamını mantık süzgecine vurmalı.
Adam Türkiye ile birlikte bağımsızlık savaşı verecekmiş. Cibranlı Halit Beg’in tamamen kürt inkarı ve Kürdistan’a dair lanetli planın ilk basamağı olarak görüp uzak durduğu ve bu nedenle katledildiği Erzurum Kongresi ruhunu özlüyormuş. Bu sözleri ancak ruhsuz bir kürt söyleyebilir.
Her ülke ve millet bir beden gibidir. Organlarını parçaladığınızda ölür. Tıpkı günümüzün Kürdistan’ı gibi üzerine mezar taşı bile dikerler. Biz bunları gördük.
Erzurum Kongresi ile gelinen aşama, kürt mireliklerinin adım adım soykırımlarla tasfiyesiyle, Kürdistan’ın sömürge bile denemeyecek bir statüye düşürülerek ölüme mahkum edilişinin alenileştirilmesi, resmileştirilmesidir.
Mensup olduğu işgal edilmiş parçada tıpkı devekuşunun başını kuma gömdüğü gibi Türkiye kavramına gömülmeyi telkin edenin gövdesine bakınız. Bakur dışında Kürdistan’ın diğer dört parçasını nereye gömeceksiniz diye sormamak elde değil ve bu soru kürtlerin görmezlikten gelebileceği cinsten değil. Bu siyaset hattı bugün hala direnen ve teslim olmayı redden bir milleti parçalama ve bitirme eylemine destek vermek değilse nedir?
Suriye, İran ve Irak’ın bütünlüğü ve kürtlerin bunlara yamanmaya icbar edilmesi açısından bakıldığında hadisenin sanıldığından daha vahim olduğu görülür.
Bu beyanlara tanık olduğumuzda kürt temsilcileri değil de Mahmut Esat yada Recep Peker konuşuyor sanırsınız. Kürtlerin özgürlük umutlarını işte bu Hitler ve Mussolini hayranlarına teslim etmiş olarak gelecek bekliyorsunuz.
Geleceğinizi kurtarmak için öyle savaş vermeye fazlaca gerek yok. Her biri türedi, her biri arkasız, her biri yüreksiz, her biri insanlıktan nasiplenmemiş bu ayak takımına tekmeyi basarak kürtlerin başından savmanız kurtulmanıza yeter ve artar bile. Kürtler kurtarıcılarından kurtulmadıkça felaketten ve katliamdan kurtulamazlar, özgürleşemezler, bağımsızlaşamazlar.
İmralı’daki liderlerine bakın, düşkünlükte bunlarla yarışır gibi.
Gerçi hikmetinden sual olunmaz ya, biz bugüne üçüncü gün diyelim. “Ağrı zaferinin üçüncü günü”, kahramanlarımız sınır tanımdan ilerliyor. Allah mansur ve muzaffer kılsın. Amin.
Yağlayın şimdi, sırnaşın, sakın açıktan eleştirme, karşı çıkma cesareti göstermeyinki lanetli ihanet size haddinizi bildirecek cüreti edinsin.
Bu lanetlileri bir hiçken kürtler bölünmesin diyerek, devlet etekçilerine kürt diyerek, gerçek niteliklerini söylemekten ve gerekirse suratlarına çarpmaktan kaçınarak siz bu raddeye getirdiniz.
Sakın şikayet etmeyiniz, bu ortadaki ayıp sizin ayıbınız. Yaptıklarınızı önünüze koyunuz, bundan sonra ne yapacağınızı, ne söyleyeceğinizi düşünmeye başlayınız.
*
Kürt gidiyor, kardeşini öldüren, çocuklarını öldüren, kadınlarını öldüren devlete kardeş oluyor. Kendi milletine devlet olmayı yasaklıyor, soykırımcılarının devletine kapı kulu oluyor. Hal böyle olunca sömürgeci devletin her cinayetiyle ortak ve destekçisi haline geliyor. Bu tablo karşısında kürt aydınının sığındığı, adına “brakuji karşıtlığı” denen ve sözcük anlamının tam tersine yorumlanan kavramdır. Zaten kardeşlerin ölüyor, işgalciler öldürüyor. Bir yandan sana ulusal devletini yasaklarken, öte yandan cinayet örgütü olmaktan başka niteliği olmayan bir devlete şerik olunduğunda, o devletin varlığı savunulduğunda senin öldürülmene izin ve katkı sunulmuş olunmuyormu?
İşgal güçlerinin işlediği cinayetler nasıl aklanır?
– Devleti meşru hale getirmekle.
Oysa herkes biliyorki sömürgecilik talandır, hırsızlıktır, zorbalıktır, zulümdür, cinayettir. Sömürgecilik denizden karaya vurmuş korsanlıktır. İşin gerçeği buyken öldürülmekte olan sen gayri meşru ve de haksız olarak niteleniyorsun.
Kim tarafından?
– Kendi aydınların, kendi siyasetçilerin, kendi partilerin, kendi komutanların tarafından.
Devletle bu denli içli dışlı ve de stratejik birliği olanlar öte yandan sana sokaklara dökül, dağa çık diyor.
Dağa niye çağrılıyorsun?
– Türkiye’ye demokratik cumhuriyet kurmak için yada Esad rejiminin pek demokratik kanlı ömrünü uzatmak için.
Suriye’de Esad’ın alternatifi çok iyi bilinen müslüman kanemicilerdir ve en az Esad kadar insanlıktan uzaktırlar. Suriye’de demokrasi kurma mavalına bakın, her iki yanı insanlık suçuna açılan bir kapı ve her iki alternatifi insanlık suçlusudur.
Türkiye’de ise mevcut iktidarın alternatifi CHP ve MHP’dir. Çocuk katili Erdoğan’ı beğenmiyorsun da sokak infazlarında binlerce kürt öldüren MHP yada soykırım sabıkalısı nazist CHP ilemi demokrasi kuracaksın?
Türkiye sultası bundan ibarettir, bunların biri gider biri gelir. Bu devlet sürsün dediğinde çocuk katliamcılarıyla, kürt infazcılarıyla, soykırımcılarla işbirliği sürdürüyor, bunların sultası sürsün diyorsun, cinayetlerini devam ettirmelerine cevaz verip imkan sunuyorsun. Brakuji tam da budur.
Tüm bunları “brakuji” istemiyoruz diye öne çıkan PKK ve KDP dışındaki aydın ve siyasetçiler de biliyor. Bilmesine biliyor, brakujiye yüklediği yanlış anlam dolayısıyla gövdesi bunların dışında duruyor ama aklı ve başı öteki safta. Baş nereye çekerse gövde oraya gider. Brakuji karşıtı saftaki varlıkları zahiridir.
Kürtler arasındaki gerçek brakuji çoklarının anladığı gibi kardeşlerin açıkça birbirlerini öldürmeleri şeklinde değil, her bir kardeş denilenin kürt katilleriyle işbirliği ve kürtlerin öldürülmelerine aralıksız zemin yaratması, teşvik etmesi, imkan sunması tahtında gerçekleşiyor.
Kürt aydını bu gidişata açıkça tavır almayıp olan biteni tüm netliğiyle anlatıp kınamadıkça kürtleri bu tuzaktan sakınmanın imkanı yoktur. Çünkü bu milletin yeryüzünde başkaca hiç kimsesi ve hiçbir umudu yoktur.
Ortada tiyatro sahnelenmiyor. Bir milletin mukadderatını köklü bir şekilde etkileyen, hergün can pahasına yürütülen açık saldırılar karşısındasınız. Bu saldırıların içerden işbirlikçiler temin etmesi nedeniyle de tamamen savunmasız, destekçisiz, yapayalnız durumdasınız.
Geleceğin tarihçileri kürtlerin siyasetçileri ve partileri işgalcilerle elbirliği halinde kürtlerin devlet kurma imkanlarını sabote etti, bunun için bölgede sömürgeci devletler tutundu, kürtler eriyip dağıldılar diye yazacaklar. Belki değil, mutlaka bunu okuyan birileri de kürtlerin doğruları söyleyen aydınları, siyasetçileri yokmuydu, bu millet adam çıkarmadı mı diye soracaktır.
Çıkarmadı, çünkü suya yazıyoruz, kendimizi aldatıyoruz. Hala kendi türettiğimiz kavramları lastik gibi istediğimiz anlama çekerek halkı aldatıyoruz ve hala ezop dili kullanıyoruz.
Milletten utanmıyoruz, dünya milletlerine baktığımızda utanmıyoruz, kendimizden utanmıyoruz.
Çocuklarımıza nasıl bir gelecek bıraktığımızın farkındamıyız?
*
Aydın’ın görevi Hz. İsa’yı oynayıp herkese itidal telkin etmek değildir. Bir millet beş parçaya bölündüğünde, her bir parça soykırımlarla kontrol edilmecesine zulme uğradığında geriye daha büyük felaket ve zulüm kalmamış demektir. Bu durumdaki bir millet bir de içerden kendi fertlerince vurulduğunda buna tavır almayan ve ihaneti işaret edip milletin sakınması gerektiğini söylemekten itidal adına imtina edenlere isim bulmak lazım.
Siyaset, okumak sanatı değildir, siyaset tebliğden ibaret de değildir. Siyaset ülkenin zorluklarını doğru tesbit edip aşmak için tebliğde bulunmak ve kitleleri bu tebliğ doğrultusunda toparlayıp yürütmek sanatıdır. İsterseniz Vaftizci Yahya olun, isterseniz gönlünüzce kitap indirin, siyaset kavlince yürür.
Bizimkiler haktan dem vuruyor ama batılın safından uzaklaşmayı akıl etmeden. İhanet ocağıyla neyin birliği kotarılacaksa artık…
http://www.xebatnuce.com/kole-kalmayi-begeniyor-ve-seciyorsunuz-insanliginizin-haddi-bu-kadar-makale,176.html
Bağımsızlık Yolunda Kürd Gençleri
Kürd ulusal bilinçlenmesi ile başlayan bağımsızlık şiarı 70 li yılların örgütleri ile taçlandı. 12 Eylül askeri darbesiyle Kürd bağımsızlık mücadelesi cezaevlerinde kanla bastırılmaya çalışıldı.
Eruh – Şemdinli baskınlarıyla sömürgeciler tarafından öldürülmek istenen bağımsızlık ruhu yeniden dirildi. Ancak zamanla bu direnişçi ruh evrilerek hiçbir şey istemeyen içi boş söylemlerle dolduruldu…
Zamana ayak uyduran Kürd aydınları da içi boş söylem ve taleplerin içini doldurmaya çalıştılar. Federasyon istemek bile ihanet sayılmaya başlandı. Bağımsızlıkçılar “tırşıkçi’’, “ilkel Milliyetçi’’, ‘’Ajan’’ olarak adlandırıldılar. ‘’Ulus devlet Kürdün yararına değil, dünya konjonktürü değişti, artık ulus devletler bitiyor’’ denilirken bile bu aydınlar gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlardı. Bu süreçte Katalanlar devlet kurdu. Bosna-Hersek devlet kurdu. Yani önüne gelen devlet kurdu ama bizim tırnak içinde aydınlarımız bize devlet kurmamızın yanlış olduğunu söylediler.
Alberto Bayo’dan eğitim alan Che, Fidel, Raul, Camilo ve 60 ın üstünde gerilla bir gece yarısı gemiyle Küba kıyılarına yanaşırken Batista tarafından pusuya düşürülürler. Karaya ancak birkaç gerilla ayak basabilir. Kürdistan’ın şartlarından çok daha zor olan Küba’nın Sieraları’nda gerilla savaşını başlatırlar. Ve iki yılda Amerika destekli Batista Hükümeti’ni yıkarak devrimci Küba’yı kurarlar.
Küba halkı tümden devletin işbirlikçisiydi. Cahildi. Ancak Fidel Kastro ve arkadaşları doğru politikayla 2 yılda devrimi yaptılar. PKK bir bütün olarak halk desteğini alarak tam 30 yıldır gerilla savaşı veriyor.Binlerce şehit, binlerce yaralı, bedel ödeyen bir halk ve sonuçta gelinen nokta sıfır. Amaç bağımsızlık olmayınca, Kürd gençlerinin heba edilmeleri üzerine kurulmuş bir yapılanma olunca sonuç da bu olur.
Kürd aydınları bu gün ağız değiştirmeye başladılar. Güney için bağımsızlık diyorlar. Kuzey için hala bir şey demiyorlar.Kaburgasız Kürd aydını konjonktüre göre ‘’aydın’’ fikrini açıklayacak.
Umutlar yeniden yeşeriyor. Diyarbakır’da Tevgerli Kürd gençleri stand açıp İŞİD e ve sömürgecilere karşı savaşacak Kürd gençlerini arıyorlar. Ama dedim ya kaburgasız Kürd aydınları bu gençleri görmemezlikten geliyor. Aydınlığı bile bir başkasının karanlığında saklı olan aydınlardan Kürd halkına fayda gelmez.
Biz birkaç kişi her panelde, her kongrede bağımsızlığı dile getirirken önce bu aydınlar bizi boğmaya çalıştılar. Ancak artık bağımsızlıkçılar çoğaldı. Gençlerin öyle tıro-vıro istekleri yok. Bağımsız Birleşik Kürdistan gibi talepleri var ve bu taleplerine uygun politikalar üretiyorlar.
Bu gençlik örgütlemelerinden olan Tevger de bunlardan biri. Yakinen takip edilmeli ve destek verilmeli diye düşünüyorum. Hayallerimizin kurtarıcıları bu gençler olacaktır.
Ve biz bağımsızlıkçılar Kürdistan’ın kuzeyinde çığ gibi büyüyoruz. Kimin uykusu kaçar, kim sevinir bilmem ama Tarih ara yönetim biçimlerini Kürde dayatanları kendi potasında eritecek.
Kimse başka hesaplar peşinde koşmasın/olmasın Kürdlerin bağımsızlıktan başka bir talebi yoktur. Oturun düşünün politikalarınızı gözden geçirin.
Güneyde bağımsızlığa doğru giden yolda karşımıza çıkacak güç eskisi gibi sömürgeciler değil sömürgecilerin tetikçiliğini yapan, Kürde devlet kurmayı günah sayan Kürdlerden gelecektir. Tuzaklar boşa çıkarılmalıdır…
N. Ferhat Sağnıç
http://www.rizgari.com/modules.php?name=Rizgari_Niviskar&cmd=read&id=2732