Koçgiri Platformu/KOÇGİRİ 21′ BARIŞ DEĞİL KATLİAMDIR!

Sözün ve özün deminde gerçekliği teslim etmek zorunluluktur!
Yaşanan politik gelişmeleri her çevre kendi bakış açısına uygun yaklaşımlarla değerlendiriyor. Olgulara yüklenen anlam politik aidiyetlere göre farklılık teşkil ediyor. Siyah ve beyaz gibi. Bir de verili gerçekliği dayanaksız şekilde çarpıtma metodu vardır. Bu metodu uygulayanlar olguyu nesnelliğinden kopararak afaki tanımlamalara konu eder. Olmayan şeyi olmuş gibi yansıtmak. Tıpkı güncelde yürütülen tartışmalarda kendi tarihimize dönük söylenenler gibi. Koçgiri 21′ katliamı ve direnme sürecine ilişkin çeşitli kaynaklardan geçilen ‘barış’ içeren cümlelerle bilinçli-bilinçsiz tarihimiz çarpıtılıyor.
Zorlama, kurgusal tarihsel çıkarsamalarla Koçgiri 1921 gerçekliği karartılamaz.
İlgili tüm kamuoyuna şu hususu bir kez daha hatırlatmayı görev biliriz: Koçgiri 21′ iddia edildiği gibi barışçıl gelişmelerle çözülmemiş aksine Ankara Hükümetinin sevk ve idaresinde gerçekleşen programlı bir katliamla sonuçlanmıştır. Konu özgülünde gerek resmi devlet kayıtları, gerek alternatif tarih yazımları, gerekse de sözlü tarih araştırmaları tartışmaya gerek bırakmayacak açıklıktadır. Devletin kayıtlarında ‘ bastırma harekatı’, bizlere göre ‘ katliam’ olarak vuku bulan süreç cumhuriyet tarihinin halklar ve inançlar düşmanı katliamcı kimliğini yansıtan zincirleme saldırganlığın ilk kanlı halkasıdır. Kızılbaş Kürt dinamiğini susturma doğrultusunda Koçgiri katliamı ile başlayan saldırganlık Dersim 38’le soykırım aşamasına vardırılmıştır.
Bölgenin etno-inançsal yapısını hedef alan egemen politik irade, cumhuriyeti dolayısıyla TBMM’yi oluşturan kurucu iradedir. Osmanlının yarım bıraktığı Kızılbaş Alevi düşmanlığını devralan kurucu egemen irade faşizan yaklaşımla tek tip yurttaş yaratma politikasını kitle katliamları, katı inkarcı dayatmalarıyla sürdürdü. Konu Kızılbaşlar olunca egemen siyasal arenada karşılığını bulan devamlılık ilişkisi yüzlerce yıldır kesintisiz devam ediyor. Karşı karşıya olduğumuz tehdit güncel olduğu kadar tarihsel parametrelere dayanmaktadır. AKP iktidarı tarafından yürütülen mevcut politikanın referans noktası ecdadımız dedikleri Osmanlı padişahlarının ardıllarına bıraktıkları kirli mirasa dayanıyor.
‘Pax Ottomana’ ya da ‘Osmanlı Barışı’ olarak yandaş medyada sevinçle karşılanan son sürecin öne çıkan başlıklarından biri Koçgiri 21 üzerine söylenen ‘barışçıl çözüm’ önermesidir. ‘O dönem başardık şimdi de başarabiliriz’ deniliyor. Peki, belirtildiği gibi o dönem Koçgiri’de barışçıl çözüm mü oldu? Elbette hayır.
Katliamdan, zorbalıktan barış çıkmaz, çıkmamıştır. Sakallı Nurettin Paşa ve Topal Osman’ın komuta ettiği ‘tedip ve tenkil’ operasyonları sonucunda yüzlerce Koçgirili katledilmiş, çok sayıda köy yakılmış, egemen sınıflar nezdinde bölgede baskı ve korku üzerine inşa edilen yapı sorgulanmaksızın kabul görmüştür.
Tarih bilinci olan bizler açısından halihazırda ‘helalleşmeden’ önce hesaplaşmayı gerektiren yüzleştirme sorunu öncelik oluşturuyor. Egemen siyasanın devamlılığa tekabül eden halklar ve inançlar düşmanı kurumsal icraatları hükmünü konuştururken ‘helalleşme’ koşulundan bahsedemeyiz. 90 yıldır süregelen yok sayma ve asimilasyon dayatmasıyla tahrip edilen etno-inançsal, özgün kültürel formasyonlarımız bağlamında iyimser olmamızı gerektirecek bir kabulleniş, dönüşüm içeren yaklaşım göremiyoruz. Mevzu bahis ettiğimiz egemen otorite AKP ve temsilcisi olduğu cemaat ittifakı tarafından kontrol ediliyorken kaygı ve tereddütlerimizi en geniş kesimlerle paylaşma ihtiyacı duyuyoruz. Kızılbaş inanç yoluna dair öteleyici, saldırgan tutumlarını alenen yansıtan AKP iktidarına ilişkin bakış açımızda en küçük bir olumluluk belirtisi olamaz. Bizi kategorik mana da ‘onlar başka yerde duruyor’ diyerek hedef haline getiren sözlerin sahibi Başbakan R. Tayyip Erdoğan’dır. Başbakanın benzer onlarca açıklaması bulunmaktadır.
Kamuoyunu yanlış yönlendiren referans noktalarına kimse itibar edilmemelidir. Yeniden özetle tarihselliğimiz hakkında şunları belirtelim : Koçgiri adı yaygın algı olarak 1921 yılı içinde vuku bulan ‘halk hareketi ve katliam’ süreci ile birlikte dillendirilmelidir. Tarihsel gelişim süreci açısından bir dönüm noktası ve farkındalık yaratan 1921 Koçgiri halk hareketi ve katliamı toplumsal hafıza da yer edindi.
Ankara Hükümeti’nde ifadesini bulan ‘Devlet-Ulus’ projesine ve yeniden işgal harekâtına tepki olarak gerçekleşen Koçgiri halk hareketi kendi yaşamı üzerinde yabancı güçlerin tahakkümünü kabul etmeme, bir enkazı andıran Osmanlı’nın miadını doldurduğu koşullarda kendi kendini yönetme iradesinin programatik ilkeler ışığında dışa vurumudur.
Koçgiri; Cumhuriyetin kuruluş dönemini çevreleyen konjonktürde ilk politik halk muhalefetinin yaşamsallaştığı bölgedir. Koçgirililerin meşru ve haklı taleplerini müzakere etmek yerine bölgeye büyük askeri seferler düzenlenmesi, Zara-İmranlı-Refahiye ekseninde katliamın derinleştirilmesi ve akabinde uygulanan asimilasyon politikaları bölgenin etno-inançsal yapısına yönelik sistematik saldırganlığın çok boyutlu olduğuna işaret eder.
Cumhuriyetin kuruluş tarihini anlayabilmek için ‘resmi tarih’ yalanlarını sorgulamalıyız. Yönetim felsefesi ve tarzını göz önüne getirdiğimizde şunu açıklıkla vurgulamalıyız: Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır. Kopuş noktaları biçimsel kalırken, temel birçok konuya yaklaşımları ‘modernist’ uyarlamalara tabi tuttukları devamlılığa tekabül ediyor.
Politik duyarlılığını eyleme döken Koçgirililerin ‘devlet-ulus’ projesine dâhil olmama tavrı ve Koçgiri’nin diğer bölgesel dinamikleri harekete geçirme potansiyeli egemen yönetici güçlerin rahatsızlığını büyüttü. Klasik deyimle; ‘Tez elden önlem alınmalı’ düşüncesinde ortaklaşıldı. Bölge kuşatılırken, zayıflık gösteren nüfus sahibi kişiler çeşitli vaatlerle kandırılarak direnişin karşısında konumlandırıldı.
Ankara Hükümeti’nin sevk ve idaresinde; Nurettin Paşa’nın komuta ettiği Merkez Ordusu ile Topal Osman’ın komutasında Karadeniz Alayları katliamlarına başladı. Genç, yaşlı yüzlerce Koçgirili katledildi. Ankara Hükümetinin bu katliamı ‘korkularıyla’ orantılı yoğunlukta kanlı ve tahripkâr oldu. Koçgirilileri katliamla sindirme operasyonları bölge insanında derin yaralar açtı. Sosyolojik travmalar oluşturdu.
Koçgiri’de 1921’de katliam yaşanmış , burada uygulanan şiddetin sonuçları üzerinden Koçgiri’nin tarihsel olarak parçası olduğu Dersim kuşatılmış, birbirini tamamlayan politik yönelimlerle 1938 Dersim soykırımına evrilen süreç yaşanmıştır. Bu nedenledir ki; Koçgiri anlaşılmadan Cumhuriyet tarihi boyunca maruz kaldığımız katliamlar (Maraş, Malatya, Çorum, Sivas, Gazi) anlaşılamaz. Koçgiri 21 ve Dersim 38’le yüzleşmeden İttihatçı kurumsal faşizmle hesaplaşılamaz.
AKP- PKK görüşmelerinde basına yansıyan kimi açıklamalarda sorumluluk taşıyan siyasal liderlerin ‘Koçgiri 21′ barışa vesile oldu’ mesajları vermelerini şaşkınlıkla karşılıyoruz. Bu tarz dayanaksız sözlerin nazarımızda geçerliliği bulunmuyor. Aynı açıklamalarda hem TBMM’yi kuran iradeye atıf yapılırken övgü dizilmesi, hem de Koçgiri katliamının üzerinin örtülmesini koşullayan çıkarsamalarda bulunulmasını yan yana getirdiğimizde mevcut yaklaşımı ölçü kabul etmemiz söz konusu olamaz.
Biz Koçgirililer; İttihatçı veya İhtilafçı egemen iktidar blokları arasında ‘ehven-i şer’ bir tercih yapmayız. Her iki egemen blokta Kızılbaş Kürt düşmanı politikaların mimarıdır.
Ayrıca şunu söylemeliyiz; Koçgiri katliamını çevreleyen aşamada Zara’ya giden ‘ikna heyeti’ olarak tanımlanan hükümet yetkilileri tipik Osmanlı taktiği sergilemiş, katliam için elverişli koşulların oluşması doğrultusunda zaman kazanma yolunu seçmiştir. Ateşkes sağlanabileceğini ifade eden heyet üyelerine Nurettin Paşa verdiği cevapla tarihe notunu düşmüştür; Nurettin Paşa “öyle ama bu kadar asker toplandı, ben buraya kadar geldim, bir şey yapılmazsa olmaz” demiştir. Ve akabinde askeri operasyon neticesinde 180 köyü etkileyen katliam gerçekleşmiştir. Nurettin Paşa’ya bir tür dokunulmazlık sağlanması manidardır.
Koçgirinin köylerinde uygulanan şiddetin dozu öylesine yüksektir ki bir kaç ayı bulan ‘temizlik operasyonlarında’ yüzlerce insan aynı metotla ortadan kaldırılmıştır. Mecliste süren tartışmaların zabıtlarına bakıldığında; görevden alınan Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de uyguladığı şiddetin soruşturulması isteniyor. Bu konuda tutum sergileyen vekillerin söylemlerine karşı Mustafa Kemal Atatürk ikirciksiz karşı tavır göstererek ordu komutanını savunmuş, yargılanmasını önlemiştir.
Mustafa Kemal’in NUTUK’ta anlattığı sahiplenme olayı şöyledir: ” Nurettin Paşa, merkez bölgesinde bir yıla yakın bu görevi yaptı; ama ‘yetkisi dışında kimi yurttaşların haklarına el uzatıyor’ diye milletvekillerinin yakınmaları ve İçişleri Bakanlığı’na soru yöneltmeleri, Bakanlığın da yakınmaları yerinde görmesi üzerine, Meclis’in isteğiyle Kasım 1921 başlarında görevden alındı. Meclis, Nurettin Paşa’nın yargılanmasına da karar verdi. Bu iş benimle Bakanlar Kurulu arasında bir sorun çıkmasına da yol açtı. Ben, Nurettin Paşa’ya uygulanmak istenen işlemi kabul etmedim. Fevzi Paşa Hazretleri de benim görüşüme katıldı. İkimizle, Bakanlar Kurulu arasında çıkan anlaşmazlık Meclisçe bir çözüme bağlandı. Meclis’te Nurettin Paşa’yı savundum, kendisini ağır bir işleme uğramaktan kurtardım.”
Egemen sınıfın ‘muktedirlerinin’ ellerinde tuttukları gücü farklı tarihsel kesitler içinde ezilenleri zapturapt altına alma doğrultusunda tereddütsüz kullandıkları biliniyor. Egemenlerin karakteristik özelliklerinden biri de kendilerine tabi olan ‘cellatları’ kollamalarıdır. Buna işleri bitene kadar himaye etmekte diyebiliriz.
Koçgiri Platformu; eşit haklar, inanç özgürlüğü ve halkların kardeşliği temelinde yürütülen haklı mücadeleyi savunur ve sahiplenir. Bize göre Kürt halkının haklı ulusal ve demokratik taleplerini savunmak onurdur. Bu gerçekliği teslim ederken sürece dair duyduğumuz kaygıları anlaşılır kılmak adına yaptığımız bu açıklamanın kamuoyunda karşılığını bulacağını umut ediyoruz.
Koçgiri 21′ dönemini ve liderlerini afaki örneklerle referans göstermek yerine, AKP cenahını bir süredir heyecanlandıran Yavuz Sultan Selim- İdris-i Bitlis ‘barışından’ örneklerle devam etmelerini tavsiye ederiz.
Koçgiri 21′ barış değil katliamdır!
26 Mart 2013
Ferhat Aktaş
Koçgiri Platformu sözcüsü

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

13 Comments

  1. Hem böyle atar tutarlar, hem de ibadethanelerine peygamberleri Ali’nin yanina kasap Kamel’in resmini asarlar, bunlari da anlamak çok zor

  2. Hem böyle atar tutarlar, hem de fotograf astiklari ibadethanelerine Hz. Ali’nin yanina kasap Kemal’in de resmini asarlar, anlamak çok zor, ey Koçgiriller o kadar biliçli iseniz bu Atatürk kültünüz neden? Lütfen tutarli, dürüst ve ciddi olun. Yil 2013, artik yemezler.

  3. Yezitlik ortadoğuda artık arap islam kavramından öte bir ahlaksızlığı, bir onursuzluğu ifade etmek için kullanılmaktadır. Yukardaki şu yorumu yapan şahsa yalnızca şöyle söylenebilir. Sus artık Yezit oğlu Yezit. Kararmış ruhunla kirletme Koçgiri’yi.

  4. Dinci, gerici, mezhepçi,dedeci, babaci, hanedanci, yiyici, cerre çikip cukkalayici, yerine göre Atatürk fotosu önünde secdeye varici, yerine göre Pol-Pot ile Stalin’e tapici , Türkiye solunu bitiren hizipçi, fitneci, fraksiyoncu , bedduaci zihniyetin ilkelleri artik kendilerinden olmayan herkese “yezit” demeye baslamislar, Atatürk muhipleri fasist cemiyetinin nefret söylecileri siz gidin bir Kemal fotosu bulun da önünde secdeye varin, istersiniz fotonun önüne bir de büst koyun, size uyar.

  5. Alevi kürtleri yinemi kesceksiniz polis?Sen neye secde edersin coca colayamı?Amerikan dolarınamı?

  6. Alevi kürtleri, yine alevi kürtlerin genelde oy verdigi CHP kesti ve onlar, o CHP’nin kurucusunun fotografi önünde dini ibadet yapmaktalar, yalan mi? Coca-Cola , dolar vs geçiniz efendim, bunlar demagoji, bu Ata’nin fotosu önünde ibadet ise bir gerçek, demagoji ile örtülemez. Evet, aleviler fasist, irkçi, alevi kasabi, Dersim katliamcisi bir Organize çetecinin resmi önünde ibadet ediyorlar, yalan mi? Neden gerçeklerden rahatsiz olmaktasiniz? Siz de Stalin’in resmi önünde mi ibadet etmektesiniz? Ben hiç kimsenin önünde, hiçbir objenin önünde ibadet etmem, ibadet de etmem zaten, siz gerici ve ilkelsiniz.

  7. Resmi önünde ibadet ederler.Ama resmine tapmazlar.Eski mısırlımı bunlar firavuna tapsın?

  8. Hz. Ali ile beton musto’nun resimleri yan yana, igrenclik bu. Yoksa degil mi, sence bu normal mi? Yoksa sence ilericilik, direnisci halk gelenegi falan filan denilen sey bu mu?

  9. Neyapsalardı?Ebu suudun resminimi assalardı?

  10. Hiç olmazsa yüce Zeus’un heykelini koysalardi, yüce Deyyus’tan daha iyidir.

  11. Atarlar içeri polis.Polis molis dinlemezler.Yasası var.

  12. Alevilik
    Mehmet YILDIZ/Düzce Yerel Haber

    Alevilik kendi başına bir din mi, yoksa İslami bir mezhep mi?

    Bu soruya, örneğin, “Evrim teorisi yanlış mı, doğru mu?” sorusuna verilebilecek cevap türünden bir cevap verilemez. Evrim teorisiyle ilgili soruya “Evet doğrudur, evrim teorisi bir gerçektir, bunun sayısız kanıtı vardır” şeklinde bir cevap verebilirsiniz; “Alevilik İslam’ın içinde midir, dışında mıdır?” sorusuna ise kategorik olarak bilimsel bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü cevap içinde her zaman sübjektif bir unsuru taşır. Elle tutulur verilerden bağımsız olarak, inanç sahipleri bu ilişki hakkında ne diyorlarsa onu doğru olarak kabul etmek zorundayız.

    Her şeyden önce Alevilik bir tekst dini değildir. Alevilerin “frame of reference” olarak kullandıkları tekstler yoktur. Alevilik tamamen sözlü geleneklere dayanan bir dindir.

    “Alevilerin taptıkları, kutsal kitap olarak kabul ettikleri bir tekst var mı?” şeklinde bir soru sormanız halinde elbette bazı Aleviler bu sorunuza “Evet, vardır” diye cevap verirler. Onlara göre bu tekst Kuran’dır. Bu grup Alevi’ye “Kuran ile Sünnilerin elindeki kutsal kitabı mı kastediyorsunuz?” şeklinde ikinci bir soru sorduğunuzda, “Hayır, o tahrif edilmiş Kuran’dır. Gerçek Kuran başkadır” şeklinde bir cevap verirler.

    “Peki gerçek Kuran nerede, hangi dilde yazılmış, kaç ayet ve sureden oluşuyor?” şeklinde bir soru sorduğunuzda, sorunuza bir cevap alamazsınız. Araştırmanız burada tıkanır.

    Aleviliği İslam’ın dışında bağımsız bir din olarak gören Aleviler de vardır. Onlara göre Alevilik ile İslam arasındaki tarihi bağlantılar çok önemli değildir. Alevilik İslam ile olan tarihi zayıf bağlarına rağmen bağımsız bir dindir.

    Alevilik-İslam ilişkisi tüm tarihsel gerçeklere rağmen tabiatı gereği sübjektif olan bir yorumlama, anlam verme meselesi olarak görülmelidir. İnanç sahipleri sonuçta hiçbir tarihsel gerçeği kabul etmek zorunda değildirler. İnanç sahibi insanlar, dindarlar, yani Aleviler inanç sistemlerini istedikleri biçimde tanımlama hakkına sahip oldukları için akademik araştırmacılar tarihsel gerçeklerle uyuşmuyor olsa da sonuçta Alevilerin yorumunu esas alan bir tanımlama yapmak zorundadırlar. Akademik araştırmacılar Aleviliği kendilerine göre tanımlayabilirler şüphesiz, ama asla Aleviliği bilim veya akademik araştırma adına Alevilerin tümü veya bir kesimi için tanımlayamazlar.

    Akademik araştırmacılar Alevilerin tümüne veya bir kısmına hitaben “Alevilikten şunu anlamalısınız” gibi bir şey söyleyemeyecekleri gibi, Alevilik hakkında aynı şeyi harici bir topluluğa da söyleyemezler. Yalnızca “Şu araştırma yöntemini kullanarak yaptığımız bir araştırma neticesinde şu sonuca ulaştık” diyebilirler.

    Sübjektif yahut dinsel bir inanç grubunu fiziki nesneleri inceler gibi inceleyemezsiniz. Grubun referans çerçevesinden yapılan atıfları bilmeniz gerekir. Atıflar grubun (dini) gerçeklerini meydana getirir. Bazen bu atıflar konusunda inanç grubunun içinde de ciddi farklılıklar doğar.

    Türkiye’de Alevilik üzerine kitap yazanlar çoğu kez essentialist bir zihniyetle Aleviliği kendilerine göre tanımlıyorlar ve bu nedenle kitap sayısı kadar Alevilik tarifi ortaya çıkıyor.

    Alevi yazarlar en azından Alevi olmadıklarını bildikleri yazarları sırf bu nedenle diskalifiye etmek istiyorlar. Onlara göre Alevi gibi yaşamayan insanlar Aleviliği bilemezler. Tıpkı yarasıyı inceleyen bilim adamının yarasıyı tüm fiziksel, biyolojik özellikleriyle tarif ederken yarasa olmanın nasıl bir duygu olduğunu asla bilememesi gibi.

    Alevi yazarların “Bizi yalnızca biz biliriz” argümanı geçersizdir. Bilimsel araştırma her türlü sosyal ve kültürel sorunun incelenmesi bakımından da en iyi, en güvenilir yöntemdir. Hiçbir sosyal yapı veya inanç sistemi bilimsel yöntemin yetersiz kaldığı bir enigma olarak görülemez. Hiçbir gerçeğe dayanmayan kendi tanrı hikayenizi istediğiniz gibi tanımlamakta serbestsiniz. Ciddi akademisyenler size “Dininizi yani sübjektif inancınızı şöyle tanımlamanız gerekir” demezler.

    Özetle, Türk proletaryasından umudunu kesmiş ve Alevilerden komüncü bir kuvvet yaratmaya çalışan eski Marksist yazarların eserleri Rıza Zelyut gibi Türk ırkçılarının eserleri kadar akademik kaliteden uzak eserlerdir. Propagandacılarla akademik araştırmacılar arasında ciddi bir fark vardır.

    Dersim Aleviliği otantik bir yapıya sahiptir. Sünni İslam ile ilişkilerde Dersim Aleviliği her zaman başını dik tutmuş, kendisine saygısını muhafaza etmiş ve öz güvenini hiç yitirmemiştir. Asla “apologetic” olmamıştır. Meşruiyetini, efsanelerini, dogmasını, ritüellerini Sünnilerle asla apologetic, mahcup, özür dileyen, kabul arayan bir havada tartışmamıştır. “Senin inancın sana, benimkisi de bana! İnancım hakkında ne düşündüğün hiç umurumda değil” şeklinde tasvir edilebilecek bir tutum almıştır.

    Uzun yıllar boyunca sözde laik Kemalist devlet ve Sünni toplum tarafından aşağılanan, sorgulanan, alaya alınan, inananları katliamlardan geçirilen Alevilik üzerindeki baskılar kısmen ortadan kalkınca, Dersim bölgesi dışında Aleviler her yerde apologetic tartışmalar yapmaya başladılar. Özellikle Sünnilerle yapılan “Hakiki İslam, İslam’ın beş şarttı” vb. gibi tartışmalar Aleviliğin integritesine ciddi zararlar verdi. Beş vakit namaz, ezan, camiler, Ramazan, Kurban bayramı, Kuran, Hadisler, yaratılış hikayesi, fıkıh, şeriat tartışmaları altında ezilen Aleviler çoğu kez ne diyeceklerini bilemediler. Anadolu’daki sözlü geleneklere dayanan inanç sistemi tüm özgürlükçülüğüne, hümanizmine ve hoşgörüsüne rağmen ritüelleri, kutsal tekstleri ve Arapça bilen hocaları bol olan zorba, bilim ve rasyonalizm düşmanı Sünnilik karşısında ezildi.

    Kimse Alevilerden modern bilime, evrim teorisine sarılmayı da beklemiyordu şüphesiz. Sonuçta dindar insanlar bunlar.

    2005 yılında yapılan Eurobarometer anket sonuçlarına göre toplam nüfusun yalnızca % 27’sinin bugünkü insanoğlunun daha evvelki devirlerde yaşayan bir memeli hayvan türünden türediğine inandığı bir ülkede entelektüel gelişmişlik düzeyi çok yüksek sayılmaz. Bu oran pek çok Batı Avrupa ülkesinde % 70’in üzerindedir.[1]

    1930’lu yılların faşist felsefesinin çok ciddi bir kitle desteğine sahip olduğu tek Avrupa ülkesi Türkiye’dir. Kemalist diktatörlük laiklik adına Sünni İslam’ı kendine göre yorumlayarak onu devlet dini yaptı. Bilim sevgisi Türk ırkçılığıyla harmanlanarak çok sevimsiz kılındı ve ne idüğü belirsiz bu sevgi gerçek bir ilerleme sağlamadı.

    2013 yılında Darwin’in kürsüsü Cüppeli Ahmet Hoca’ya verildi. Fazıl Say’a ise Ömer Hayyam’ın mısraları nedeniyle hapis cezası verildi.

    Bir Bektaşi derneği başkanı Diyarbakır’dan Mehdi Ömerlili Abdullah Efendi’ye hürmetlerini bildirdi.

    AKP’nin nevi şahsına münhasır sayısız açılımına rağmen geleceğimiz pek parlak gözükmüyor.

    [1] Dawkins, R. (2010) The Greatest Show on Earth- The Evidence for Evolution (s.434)London: Black Swan

    http://www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=15133&mehmet_yildiz-alevilik_

Comments are closed.