Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Kelle Avcıları!

Ortadoğu, Siyasi Tahlil

Tolstoy, hayatının seyrini değiştiren ve büyük dönüşüm yaşamasına yol açan iki olayı anlatır. Biri, avcılık yaptığı gençlik döneminde, bir kurtla göz göze gelmesidir. Tolstoy’un elinde tüfek vardır ve karşısındaki kurt yerinde çakılıp kalmıştır. Kurt, çaresizce gözlerinin içine bakmaktadır. Tolstoy tüfeğini ateşlemekte tereddüt eder. Ateşleyip ateşlemediğini hatırlamıyorum ama bu olay avcılığı kökten bırakmasına yol açar.

İkinci olay, orta yaşlarında gittiği Paris’te geçer. Bir mahkûmun giyotinle idam edilmesine tanık olur. Bu olay, Tolstoy’un yaşamında büyük bir dönüm noktasıdır. O günden sonra insanın insan eliyle öldürülmesine, idam cezasına karşı kesin bir tavır alır.

Tolstoy, bir başka yerde, insanların hep yere bakarak yürüdüğünü, başlarını kaldırıp gökyüzüne bakmadıklarını söyler. Oysa yukarlarda çok engin bir gökyüzü vardır. İnsanı ferahlatan, ufkunu genişleten bir gökyüzü.

Bu yılın 26 Şubat tarihinde, “Kaddafi’yi Öldürmeyin” diye bir yazı yazmış ve şöyle demiştim:

“Libya’da Kaddafi sıkıştırılmış durumda. Diktatör sonuna kadar dövüşeceğini söylüyor. Muhtemelen dövüşürken ölecek. Buna bir şey diyemeyiz. Ama yakalanır da o an kurşuna dizilir ya da linç edilir veya Çavuşesko, Menderes veya Saddam gibi uyduruk bir şekilde  yargılanıp idam edilirse, işte bu, devrime yapılmış en büyük kötülük olur. Bırakın yaşasın.

Onu iktidarından ve mülkiyetinden özgür kılın, kurtarın, o da sıradan halk gibi halkın içinde yaşasın. Çok mu idealist, fazla mı erdemli.

Evet ama devrim denen şey zaten erdemdir, erdemle yaşar. İntikam, kuşku, korku, dehşet, devrimin en büyük düşmanıdır. Kaddafi’nin bile canını almayan bir devrim insanlığın yüreğine öyle büyük bir ateş saçar ki, işte esas bu titretir dünyanın bütün diktatörlerini ve kapitalist asalaklarını.”

Tabii bugün, bu satırları yazdığım noktadan çok uzaktayız. Hayır, Kaddafi’nin içinde bulunduğu durum açısından değil, “devrim durumu” tahminim açısından. Burada açıkça belirtmeliyim ki, “devrim” dediğim ayaklanmanın devrimle falan bir ilgisi yokmuş. Bu konuya yazının sonlarına doğru daha etraflı değineceğim ama önce belirtmem gereken bir iki nokta var: Şu kelle avcılığı meselesi.

İngilis SAS komandoları İngiliz Başbakanının emriyle ve isyancılarla işbirliği halinde Kaddafi’nin peşine düşmüş, kelle avcılığı yapıyorlar. Ellerinde ağır makineliler taşıyan isyancıların gazetelerde yayımlanan fotoğraflarının da güneydoğunun dağlarında kelle avcılığı yapan Türk komandolarının görünümünden pek farkı yok. Aynı, kana susamış, acımasız suratlar; aynı, zaferle başı dönmüş, ruhunu kaybetmiş insanların dudaklarının köşesindeki pis gülümseme. İngiliz hükümeti, sosyal yardımları kısarak Totenham’daki “şanssız çocukları” iyice sefalete ve işsizliğe mahkûm ederken, kendi kelle avcılarına büyük yatırım yapmakta çok cömert. Milyonlar ve milyonlar akıyor oraya. Avcıları sevmem, kelle avcılarından ise nefret ederim. Eğer dindar olsaydım Kaddafi’nin yakalanmaması için dua ederdim. Tüm gönlümle bunu diliyorum.

Bir başka haber ise, yeni Libya yönetiminin polis gücünün Türkiye tarafından organize edileceği. Aman ne iyi! Uluslararası “demokrasi” güçlerinin reorganizasyon faaliyetlerinde Türkiye’ye de bu rol düşmüş demek. Bunu çok iyi yapacaklarından hiç kuşkum yok. Polislikte Türkiye’nin eline kimse su dökemez. Hele sorgulama ve işkence yöntemlerinde rakipsizdirler. Selahattin Bulut’un, Muhsin Kızılkaya tarafından Kürtçeden çevrilen Hadım adlı, şu kötü ünlü Diyarbakır cezaevinden çıkan bir mahkûmu anlattığı (İthaki Yayınları) kısa romanı bunun son tanıklıklarından. Yeni Libya polisini eğitirken Türk polis uzmanlarının, “cop sokma” yöntemi de dahil hiçbir yöntemi öğretmekten geri kalmayacağından emin olabiliriz. Gerçi, yakın zamana kadar eski diktatörün emrinde olup şimdi yeni efendilerin emrine girerek reorganize olacak Libyalı işkencecilerin o kadar da eğitimsiz olduğunu sanmıyorum ya.

Bu tür aktüel konulardan, biraz daha teorik bir konuya geçebilirim. Bu, kısım aynı zamanda benim de özeleştirimi kapsayacaktır. Bir kere, yukarda aldığım alıntıda da görüleceği gibi, Libya’da bir devrim olduğunu düşünmem hataydı. Evet bu, diktatöre bir isyandı ama bilinç unsurundan yoksun olduğundan batılı kapitalistler tarafından kolayca manüpile edilebildi. Dolayısıyla, gördüğümüz her ayaklanmaya devrim deme yanılgısına bir son vermek gerekiyor artık. Bir ayaklanmanın gerçekten devrim olabilmesi için, ayaklananların emperyalizm, kapitalizm, özgürlük vb. konusunda asgari bir bilince sahip olmaları şart görünüyor. Yoksa sonuç ortada: “God bless you.” Yani Türkçesi “Allah sizden razı olsun” gibi bir şey. Emperyalizme yaslananlar ve yalakalık yapanlar devrimin uzağından bile geçemezler.

Geçmişte, “öncü parti”nin kitleleri hiçe sayan ve her şeyi kendi teorisini bağlayan dayatmalarına karşı çıkarken, bu sefer kendiliğinden halk ayaklanmalarına fazla bel bağladığımı görüyor ve kendimi eleştiriyorum. Tamam, devrim doktrinlerle olmaz, kitlelerin yaratıcı güdüleri devrimin sürükleyici gücüdür ama tersine savrulmanın da bir âlemi yoktur. Kitlelerin kendiliğinden inisiyatifi, dışarıdan taşınarak değil, yaşamın süreçleriyle gelişen bir bilinçle birleşmediği zaman olacak olan budur işte. Baskıdan yılmış insanlar böyle bir bilinçten yoksun olduklarında kolayca emperyalistlerin himayesine girip onların silahlı güçleri haline gelebiliyorlar.

Libya deneyinden sonra Suriye üzerine de yeniden düşünmek gerekiyor galiba. Hatta “Arap baharı”nın bütünü üzerinde.

Devrim, kitlelerin inisiyatifi ve bilinci ile gelişir.

Devrimci bilinç ise her an durup düşünmeyi, hatanın görüldüğü noktada düzeltilmesini zorunlu kılar. Aksi takdirde bilinç de katılaşır ki, bu da devrimin bir başka çıkmaza sürüklenmesine yol açar.

Hatayı görüp düzeltmeyen, hatanın esiri olur.

Gün Zileli

26 Ağustos 2011

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

56 Comments

  1. Ali H.Neccar

    Kendiliğinden kitlesel hareketler önemlidir ancak her şey sonunda örgütlü bir güç olmaktan geçiyor.Örgütsüz bir güç ya kendiliğinden sönen bir ateş, ya da rüzgarların o yana bu yana savrulan bir rüzgara benzer.

  2. Ali H.Neccar

    yaprak demek istedim.yanlışlıkla rüzgar çıkmış.Pardon

  3. Ali H.Neccar

    Örgütlülük de dışarıdan değil, içeriden ya da diğer ezilen grupların ittifakları şeklinde olmalı

  4. kemal

    ilkel sömürü bilinci dünyayi bu kadar sarmisken devrim bilinci nasil hakim olabilir?

  5. Gün Zileli

    Libya’dakiler örgütlüydü, daha doğrusu örgütlendiler, Nato’nun yardımıyla. Mesele örgütlü olmaktan önce bilinçli olmak, emperyalizime yaslanarak iktidar elde etmekten uzak durmak. ayrıca bunlar ezilen insanlardı. Yani kendiliğinden ezilme bilinci hiuçbir şey değil. Daha da gaddar zalimler haline gelebilirler son örnekte gördüğümüz gibi. Nato ile birlikte kaddafi taraftarı olarak gördüklerinden 40 bin kişi öldürdükleri söyleniyor.

  6. Önder

    Sizin o özlediğiniz hiç bir zaman olmayacak galiba sayın Zileli. Şeytanla tokalaşmadan iktidar olunmuyor.
    Yazınızı okurken “Anadolu İhtilali” geldi aklıma. Linç dilen gazeteciler, asılan muhalif siyasetçiler, korkutulanlar, yurdundan göçürülenler, vs. vs.
    Türkiye’de birbirine diş bileyen, gücü eline geçirince, iktidar olunca ötekini ortadan kaldırmayı ilk hedef olarak tayin eden, sağından soluna bütün ideolojiler.
    İnsan nerede?

  7. çıracı

    Kuşkusuz ki sizin de dediğiniz gibi ezilen kitleler bilinçten yoksun olduklarında gaddarlığa da başvurabiliyorlar. Herkesin kabul edeceği gibi rayından sapmış olan Libya devrimi de benzer bir gaddarlığa örnektir. Fakat bana göre sizin bahsettiğiniz kitlelerin bilinçlenmesi işi de bu tarz hataların yapılmasıyla oluşacaktır. Kaddafi iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren ekonomiyi ulusallaştırdı ve yarı askeri bir ulus-devlet kurdu. Önceleri Libya halkı kurulan bu yeni düzene sıcak bakıyordu, çünkü Kaddafi öncesinde tipik bir sömürge ülkesi halinde yaşıyorlardı, bu yüzden de tabiri caizse yeni ulus-devlet ve diktatörlükten yükselen pislik kokusunu duymuyorlardı. Kitleler oligarşik dikta kavramı hakkında bilince sahip değillerdi, bu yüzden özgürleştiklerini sanıyorlardı. Uzun bir diktatörlük dönemi sırasında halk aslında özgürleşmemiş olduklarını yavaş yavaş kavradı ve diktatörlüğü sorgulamaya başladılar. İşte yakın zaman önce Libya’daki halk isyanının psikolojik temelini hazırlayan şey de bu bilinç sıçramasıydı. Kaddafi’nin yönetimini halkın yaklaşık 40 yıl boyunca desteklemesi bir hataydı ancak bu hata kitlelerde bir politik bilincinde bir sıçramaya neden oldu. İsyan eden kitlelerin bugün de hatalar yapıyor oldukları ortada; emperyalizmle işbirliği halindeler ve haklı isyanları bugün Kaddafi karşıtı aşiretler ve onun destekçisi aşiretler arasında bir iç savaşa dönüşmüş halde. İşgalciler ve işbirlikçileri bugün Libya’yı yeniden inşa ediyorlar(Büyük olasılıkla emperyalistler ve işbirlikçileri yakın bir zamanda “demokratik dönüşüm” adı altında rejimi restore edecekler, ve iki partili bir demokrasi kuracaklarını düşünüyorum. Bugün Kaddafi’yi savunmuş olan kesimler seküler ve ulusalcı bir siyasi harekete, Kaddafi karşıtı kesimler de neoliberal islamcı bir harekete kanalize olacaklar diye tahmin ediyorum) Kitlelerin kırk küsür yıl önce yaptıkları hatalar, onlarda diktatörlük karşıtı bir bilinçlenmenin de zeminini hazırladı. Bugün yaptıkları hatalar ve bu hataların getirdiği yeni baskı rejimi de halkın bilincinde yeni bir sıçramayı da beraberinde getirecektir diye düşünüyorum. Bugün Kaddafi’nin ipini çeken kitlelerin belki de uzun bir gelecekte emperyalist “kurtarıcıların” “iyiliklerini” sorgulamaları, hatta kapitalizmi sorgulamaları muhtemeldir.

  8. Hüseyin Altun

    Her halk ayaklanması devrim değildir.bu tamamen devrim kelimesinin içeriğinden koparılarak gelişigüzel bir şekilde özellkle burjuva medya tarafından kullanılması ve özellikle ayaklanma,darbe gibi durumlarda da bu kavramların yerine bilinçli bir şekilde çarpıtılarak ikame edilmesinden geçiyor.Devrim teriminin karşılığı:İktisadi,siyasal,politik ideolojik anlamda bir önceki düzenden radikal bir kopuş ve yeni düzenin baskın biçim olarak eskinin üzerinde tahakkümü demektir.eski olan yok olmaz ancak baskınlığını yitirir.Arap baharı kitleselleşmiş bir isyandır.Totaliter kapitalizm e karşı daha liberal bir muhteva taşır.Yani siyasi dönüşümü hedefliyor sadece.Politik bir dönüşüm dahi hedeflenmiyor.siyasal üst yapının yeniden dizaynı söz konusu.Devrim olabilmesi için diğer üç alanın (ekonomik,politik,ideolojik) boyutun da değişmesi gerekir.bahar hareketinin böyle bir derdi yok görünüyor.Hele kültürel açıdan değerlendirildiğinde “kelle avcılığı” , yağmacılık, dış destek , emperyal boyut var ki işin içinde kadaffi den adaha adaletli bir yaklaşım bulmak çok güç.öç alma yağmalama ve saldırganlık bırakın liberal kapitalist kültürü feodal düzen kültürünü temsil ediyor.bir de ayaklanmanın politik önderliği önemli.Önderlik ve kadrolar 7 aşiretin konsesüsünden ibaret.bu hareketlerden demokratik bir burjuva kapitalist sistemin çıkmasını beklemek bile saflıktan ziyade tam bir kesmekeşliktir komedidir.

  9. çıracı

    bazı ülkeler için “tamamlanmamış devrimsel süreç” tanımlaması daha uygun bence. Mısır ve Tunus’ta değişimlerin sadece üstyapıyla sınırlı olmayacağını düşünüyorum, ciddi bir sosyal ve ekonomik altüst oluş yaşanabilir. Suriye ve Libya’da ise rejimin kapitalist restorasyonuna dönüşme olasılığı çok yüksek.

  10. Hüseyin Altun

    kitle deneyimi ve kitle bilincinin yükselmesi kendiliğinden olamaz.kitle ile birlikte ve ona rağmen kitle adına konuşmak da yanlış.ancak öncülüğün olmadığı bilincin dışarıdan verilmemesi kitle kuyrukçuluğuna gider.Kitle içinde kendi kendine bir politik durum çıkmasını beklemek sürece seyirci olmayı kendiliğindeciliği getirir.Önderlik esastır.ancak önderlik kollektif önderliğe , katılımcı devrimci demokrasiye evrilmek durumundadır.yoksa hep devrimci önderler yönetecek halk yine yönetilecektir.Yöneten yöneten ayrımını yok edemeyen bir devrimci süreç vekaleten yürüyen burjuva demokrasiye döner.bir süre sonra kitle bıkkınlığı,halkın ihtiyaçlarına yabancılaşma,devrimci duruşa yabancılaşma sürece hakim olur.Partinin ihtiyaçları,devletin ihtiyaçları halkın ihtiyaçlarının önüne geçer.devlet için halk feda edilir.işte bu nokta artık reel sosyalist bürokratik hantal devlet geleneğinin demokratik halk iktşidarının yerine geçtiği noktadır.devrimci ruh biter.devrim zaten bitmiştir.unutmayalım ki devrimci üretkenlik ve halk için devrimcilik in üretkenliğini kaybetmemesi ve tüm gelişen çelişkileri çözmesi için de şu söz geçerlidir: ” ihtiyaçlar ve z<orunluluklar icat etmenin yaratmanın anasıdır." yani marksist terorinin insanlık ile koşut gelişmesi ve yeni olanın çelikilerini çözerek güçlenmesi peşinden gelir.

  11. çıracı

    Partiler/örgütler, kendiliğindenci isyanlarda kurulan özörgütlenmelerde birer konuşmacı veya tartışmacı rolü alırlarsa daha hayırlı olur, politik bilinçlenme konusuna olumlu faydaları dokunur. Fakat bu örgütlenmelerin liderlik rolü üstlenerek bu özörgütlenmelerdeki kolektif fikirleri doğru-yanlış demeden boğma eğilimi gösterirlerse bu yanlış olur. Devrimci partiler bu eylemlere katılsınlar, propagandalarını yapsınlar, sıradan insanlarla devamlı tartışsınlar, ancak bunu onların söz, yetki ve karar hakkına müdahale etmeden yapsınlar.

  12. ibrahim

    Troçkistler, Anarşistler ve “Mesih Bekleyenler” ; Teori yani Bilimsel Bilinçli Olmak gerekliliğinden çok, güce tapınmayla, kendiliğinden halk hareketlerinden çok fazla şey bekliyorlar ve Dünyanın Zulum Düzeninin destekçisi liberallerin yanına, Rüzgarın Kuvvetiyle sürükleniyorlar. Üstelik kendilerini devrimci sanarak…. Liberaller bunlara biryerleriyle gülüyor, hep beraber eğlenip gidiyorlar… YAZIK !

  13. çıracı

    *Teorilerin güncellenmesini, kendini yenileyip mükemmelleşmesini sağlayan şeylerden en önemlisi ezilenlerin isyan pratiği, hataları ve deneyimleridir. Bu isyanlar hem halk için hem de teorisyenler için iyi birer deney, gözlem ve veri toplama alanıdır. Devrimci teoriyi sürekli yeniden üreten ana unsur, önceki devrimci pratiklerin yığılarak oluşturduğu kolektif bilinçtir, üstün zekalı(!) ve üstün birikimli(!) parti bürokratları değildir. Ezilenlerin mücadele pratiğini iyi gözlemleyemeyen devrimci muhasebeye tabi tutamayan teorisyenler, teori konusunda ne kadar usta olurlarsa olsunlar iyi birer filozof olmaktan öteye gidemezler.
    * Liberallerin paradigmasındaysa, düşünmeyen, örgütlenmeyen, isyan etmeyen, mücadele etmeyen, sadece 4-5 yılda bir oy kullanan halk “her zaman haklıdır”.

  14. özgürlükçü

    son dönemin halk isyanları pratiğinde evrensel ölçekte tartışılan arap baharının giderek asıl karakterine büründüğünün açığa çıktığını belirtirken dışardan izleyenlerin öz eleştirisi olabilmesi nedeniyle olumlu yazı.çıracının ilk yorumundan hareketle bu gün beklenenin dışında yaşanan olumsuzluklarında öğretici yanları olup kısa sürede olumsuz tüketilerek daha özgürlükçü ve devrimci isyanların nüvesini oluşturabilmesi şeklindeki yorumuna katılıyorum.yinede emperyal emel ve hedeflerin kontrol ve gölgesinde bile olsa gelinen yerin o çirkefi yaşayarak isyan edenlerin bizzat iradesi ile tanımlanması bizim gibi dışardan kendi bildiğimiz ve beklentilerimizden kalkarak olup biteni küçümseyıp düşmanlaştırmamız bu gün ulaştığımız özgğrlükçü demokratik birikimlerde olumsuz olduğu kadar kendimizden kalkan değerlendirmeden öteye geçemez.yinede zilelinin kısaca bahsettiği yeni libyanın dizaynında rol alacak türkiyenin bu sitede defalarca bahsettiğim belirtileri bilinen iktidarın emperyal hedeflerinin görünür hale gelmesi açısından önemli bir veridir.milli duygulardan sıyrılamamış kesimleri memnun etsede kendi pratiğinin rezillikleri yeni yeni konuşulan(çarkın itirafları)türk polisi pratiğinin libyada kullanılması bile geleceğe dair fikir vermektedir.yinede libyada olup bitenin ordaki sadece siyasi üst yapı ile açıklanamayacağı asıl dinamiğinin ekenomik dinamizminin küresel emperyal sistemle entegre olamayışının sistemde yarattığı sorunların reorganizasyonunda arayabiliriz.bu işler olurken iradesi ile bu sürece katılan halkın kendini gerçekleştirip kendini yönetebilmesinin kurum ve kurallarını üretebilmesini dilemekten öteye yapabileceğimiz en iyi şey kendi emperyallerimize ve egemenlerimize isyanının ateşini yakabilmek olabilir

  15. ertan

    tebrikler. eğer libya ve suriye konusunda daha önce yazdıklarım etkili olduysa ne mutlu.

  16. berlinden osman

    Nerede birileri ile biraz tartışsam beni islamfobilikle suçluyorlar. Birazda gün’ün safalarında dikkat çemek istediğim konulara değineyim.
    Eski osmanlı hükmü altındaki islam ülkelerinin türkiye dahil hepsinin ortak bir özelliği var.
    Bilindiği gibi osmanlı henüz dağılmadan önce askerler, aydınlar ve öğrenciler tarafından, islamiyetçi hilafet rejimine karşı, 1. ve 2. Meşrutiyet darbeleri /ayaklanmaları yapılmıştı. 1. Dünya savaşı sonrası osmanlı dağıldıktan sonra yeni ülkelerde tekrar islamiyetçi sultanlıklar ve krallıklar kurulmaya çalışıldı ve hatta çoğunda kuruldu. Ancak türkiyede askerler/chp, arap ülkelerinde de askerler/baas partileri iktidarları ele geçirdiler. O zamandan beri tüm bu ülkelerde islamiyetçi örgütlenmeler ve halk muhalefeti hep var oldu. Şimdi her tarafta iktidara gelmeye başladılar.

    Toplumsal bilinç, bir anda oluşan bir bilinç olamaz. Uzun bir tarihi süreci kapsar ve arzu edilsede her zaman ilerici bir karakter taşımayabilir. Toplumsal olayların karekterini belirleyen hedefleri ve bu hedefler üzerindeki etkinliğidir. Bu ülkelerdeki iktidarların diktatörlük olduğu ileri sürülüyor. Çok doğrudur. Bırakın bir ülkenin, bir insanın hatta topluma ait bir ağacın bile bir veya birkaç insanın keyfi tasarrufuna bırakılması kabul edilecek nesne değildir. Peki sabah akşam bize güzel şeydir diye işlenen şu demokrasi çokmu yeğlenecek bir nesnedir.
    Ak parti demokratik bir şekilde seçildi ve böylece sayın tayip bey kimin millet vekili, kimin belediye başkanı hatta kimin bakan olacağını kafasına göre tespit ediyor. Yakında almanyada seçimler var ve benden tanımadığım bir insanı beni yönetmesi için seçmemi istiyorlar. Yönetilmek zorundamıyım. O zaman herşeyin başka türlü olması gerekiyor.
    Demokrasi politik gerekçe olarak yaptığı işi haklı gösterme aracından başka amaç taşımıyor. Demokrasi, türkiyede binlerce faaili meçhul cinayetle kolkola dolaştı ve hala dolaşıyor. Libyadada kaddafinin kellesini istiyor. Aslında onun kellesini korumak gibi bir sorunum yok ama islam ülkelerinde tabandan gelen ayaklanmaların, kaddafiyide aratacağından kuşkuluyum.

    Arap ülkelerindeki hareketleri bilinçisiz, kendiliğinden hareketler olarak görmüyorum. Her toplumsal hareketin gerekçesi vardır. Islamcılar bilinçli bir şekilde iktidara yürüyorlar. Bakın mısırda müslüman kardeşler özellikle öne çıkmıyorlar. Bu bilinç unsurunun bir göstergesidir. Islami hareketlerin, chp ve baas partilerine göre bir üstünlüğü var. Kendilerini sadece var oldukları milli sınırlarla sınırlandırmıyorlar, tersine global hareket ediyorlar. Ak partinin bölgesel eylemleri var. Mavi marmara eylemi henüz sona ermedi. Bu eylemi gerek düzenleyenlerin ve gerekse içinde yer alanların yahudileri bir kaşık suda boğacaklarından şüphesi olan varmı?

    Birde karşılıklı eetkilenme denen bir olgu var ki sonucu zannettiğimden de kötü olabilir. Ben akp nin artık miyadını doldurduğunu düşünüyordum. Ilk iktidara gelirken ki söylevlerini bir hatırlayın. Demokrasi havarisi idi. Şimdi. Istanbul projeleri, futbolcu ve sanatçı milletvekilleri ile sahne aldı. Yani göz boyadı. Ama arap ülkelerindeki ‚bahar hareketleri‘ akp ninde iktidarını uzatacağa benziyor.

    Son olarak bütün bu işlerin emperyalistler tarafından planlanıp yapıldığı gibi iddialarada pek fazla prim vermediğimi bildirmek istiyorum.

  17. kerem

    bu hareketlerin yine de türkiye de yürülüğe konan yapıdan farklı sonuçlara yol açacağını düşünüyorum. mustafa kemal’in tepeden inmeci,peşkeş çekmeci tutumu “ulusal kurtuluş” adı aldınta batı taklitçiliğine,batı sermeyesine açılmaya vardırılmış,komprador bir işbirlikçi burjuvazi yaratılmış ve batıya entegrasyon süreci daha sorunsuz gerçekleşmişti.o zamanki dünyanın koşullarıyla şimdiki şartlar bir ve aynı değil şüphesiz ama ben yine de libya’nın emparyalistler için çekirdeksiz üzüm olacağı kanısında değilim.

  18. Gerçekten dürüst müsünüz?

    öyle olsaniz söz konusu Libya olunca, söz konusu Suriye olunca “emperyalizm” diye sallarsiniz, ama Leyla Zana’nin Obama’ya mektup yazmasini elestirmezsiniz. PKK’dan korkuyorsunuz, siz iste böylesiniz, PKK’dan korkarsiniz, TSK’dan korkarsiniz,silahli güçten korkarsiniz, size zarar vermeyeceklerini bildiginiz güçlere de atar tutarsiniz, tutarli olmak bu mu? Degil. Bence hepiniz yamuksunuz.

  19. çıracı

    bahsettiğiniz konu Leyla Zana’nın sınıfsal tavrıdır. Kürt özgürlük hareketi içerisindeki uzlaşmacı burjuva kesimdendir kendisi. Hatırlarsak meclis boykotu ve demokratik özerklik ilanı hakkında eleştirel bakanlardan biri de o idi.

  20. özgürlükçü

    yalama casus dayanamadın burda ne tartışılırken milli duyguların yine kabarıp zana ile pkk ye sataştın.bizi hepsinden korkak ilan ettiğine göre sende garip bir zanadan ödün koptuğunu ilan ettin.ne demiş zana onuda anlatınca belki utanırsın sen ve amirin imha ve savaş derken kadın barış deyince milli duyguların depreşti.sen ve amirlerinin emperyal hedeflerine gıkın çıkmadığına göre senide faşistler ve çok eleştirdiğin kemalist ulusalcı devletçi milli sola kaydettim.biz özgürlükçü enternasyonalist insanlığın evrensel birikimlerine aşık yamuklarız sen nesin?

  21. site-teknik

    Bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.

  22. çıracı

    Casus Belli,
    Siz Leyla Zana’nın Obama’ya yazdığı mektuptan bahsedince, kemalist resmi tarihçiliğin Kürt isyanlarına bakışı aklıma geldi. Kemalistler, Kürt isyanlarını “bastırırken” yaptıkları katliamları meşrulaştırmak için “Kürtler dış güçlere alet oluyordu” yalanını papağan gibi tekrarlarlar. Şeyh Said ile İngilizler arasında, Seyid Rıza ile Fransızlar arasında bağ kurarak komplo teorisi üretirler. Dersim katliamı sırasında Fransızlara yazılmış bir mektubu da kendi komplo teorileri için delil olarak sunarlar. AKP, Kürt halkına karşı yeni bir sindirme projesi üzerinde çalışırken AKP kuyrukçularının da kemalist tarihçilerin yaptığı gibi “Kürtler dış güçlerden medet umuyor, onlara alet oluyor” temasını ısıtarak önümüze sunması; Zana’nın mektubunu da buna delil olarak göstermesi dikkat çekici. Eh, ne diyeyim, biz “AKP-C devletleşiyor!” deyince aldırmayanlar bir kez daha düşünsün…

  23. ertan

    Tunus ve Mısır, Suriye ve Libya’dan tamamen farklıdır, orada olanlar birer halk devrimidir. Yemen’de ve diğer yerlerde tam olarak ne oluyor incelemedim o nedenle değerlendirmiyorum. PKK meselesinde ise ilginçtir Casus belli isimli ve artık Gün Zileli’den bile daha aktif bir şekilde bu siteyi kullanan AKP’li vatandaşın söylediklerinde haklılık payı olan yerler var. O da, zaman zaman ABD emperyalizmine açıktan selam çakan PKK’yi bu açıdan eleştirme konusunda sol kesimin oldukça ikiyüzlü bir tavır sergilemesi.

    Sol, PKK’nin yayın organı Özgür Halk’ın haçlı ve AB yıldızlı kapak yapmasını ve “ikinci Lozan’a izin vermeyeceğiz” başlığı atarken doğrudan Sevr’e gönderme yapmasını görmezden geldi.

    Sol, ABD’nin Irak işgalini değerlendiren sanırım Karayılan’ın “Ortadoğu yeniden şekilleniyor ve biz bu süreçte baş roldeyiz” minvalindeki açıklamasını görmezden geldi.

    Sol, PKK’nin ABD’nin Irak işgaline ilişkin ortaya attığı ve yüzkarası bir kavram olan “Demokratik sömürgecilik” yönelimini görmezden geldi.

    Sol, PKK’nin İran kolu PJAK’ın ABD’ye yaptığı “eğer bir askeri müdahale olursa sonuna kadar yanınızdayız” açıklamasını görmedi.

    Vb. vb….

    Kısacası PKK’nin tarihi bu gibi onlarca utanılacak açıklamayla dolu ve başka yerde emperyalizm denilince mangalda kül bırakmayan sol, PKK’nin emperyalizmle açık flörtüne ses çıkarmıyor, çıkaramıyor.

    Tabi burada AKP’li Casus’a da bir laf söylemek düşer. Bir dönem cümlelerine “BOP eşbaşkanıyım” diye başlayan RTE ve bugün Suriye ve Libya’da NATO’nun taşeronluğuna soyunun AKP’ye de dürüst olmak açısından söz söylemen gerekmez mi? Sol PKK’yi eleştirmekten korkuyor da sen AKP’nin “hatalarını” eleştirebiliyor musun? Sanmam.

  24. ertan

    Bir de bir not; PKK savaş konusunda son derece isteksiz olan AKP’yi bile savaş alanına çekti. Bravo. Sol bunu da göremiyor. Bugün sağlık ocağını dahi molotoflayan bir “Kürt muhalefeti” var karşımızda. Utanmadan siviller ve turistler hedefimizdir diyen bir PKK var. Şu sıralar saldırganlıkta ve gözü dönmüşlükte devleti yaya bırakan bir PKK var…

    Elinizi vicdanınıza koyun bu savaş düşkünlüğünü de eleştirin.

  25. ertan

    Devlet savaş konusunda ne yaparsa yapsın bunu reddedecek bir muhalefete ihtiyaç var. Barışı savunmak böyle bir şeydir. Bu gözü dönmüş şiddet kesinlikle sorunu çözmediği gibi azdırıyor da…Ve PKK sorunun çözülmesinden değil azdırılmasından sonuç çıkarmaya çalışıyor. Tüm barış söylemleri ikiyüzlü bir taktik.

  26. çıracı

    ertan arkadaş,
    * Solun PKK’yi gerekli noktalarda eleştirememesi konusunda söylediklerinize aynen katılıyorum. Bu daha çok solun PKK ile kurduğu eşitsiz ilişkiden kaynaklanıyor; kendinizden kat kat daha güçlü bir siyasi hareketle ilkesiz bir ilişki kurarsanız ister istemez o hareketin dikenine katlanmak zorunda kalırsınız. Buradaki hatalardan, solun örgütsel bağımsızlığını korumak adına pek çok dersler çıkarması gerekiyor.
    * Söylediklerinize itiraz ettiğim bir nokta, PKK-şiddet ilişkisi meselesi. Tabi ki şiddetin “en devrimci olanı”na bile karşı durmak zorunludur. PKK (veya daha geniş kapsamda Kürt özgürlük hareketi) içerisinde silah ve uyuşturucu kaçakçılığından gelir elde eden irili ufaklı kesimler vardır (TAK bunlardan biri). Bunların şiddet düşkünü olduğu doğrudur. Fakat hareketin ana gövdesinde ve toplumsal tabanında yükselmekte olan şiddet karşıtı barışçıl bir eğilim de vardır. Bu yüzden de PKK’yi yekpare bir yapı olarak mahkum etmek doğru değildir. PKK’nin, barışçıl çözümün önünü açmak için ateşkes yaptığı dönemleri es geçerek onun hakkında peşinen yargıya varmak doğru olmaz.
    * Kürt illerinde ve batıdaki Kürtler arasına yükselmekte olan öfke, uluslaşma bilinci ve mülksüzleşmenin de getirdiği bir sınıf kini bulunmaktadır. PKK içerisindeki bahsettiğim bazı gruplar, Kürt halkının bu ruh halini dar bir etnik milliyetçiliğe hapsetmek için uğraşacaklar, şoven öfkeyi uyandırmak, halklar arasındaki ruhsal kopuşu sağlamak için bu tarz şiddet eylemlerini sıklaştıracaklardır. Burada solun yapması gereken şey sizin de belirttiğiniz gibi bir barış hareketi oluşturmak, özellikle batıdaki Türk ve Kürt emekçilerin kardeşleşme zeminini güçlendirerek Kürt karşıtı şovenizme set çekmek, ezilen Kürt yoksullarının haklı öfkesinin dar bir milliyetçiliğe hapsolmasını önlemek olmalıdır.

  27. ertan

    Çıracı arkadaş,
    PKK’ye hayatım boyunca hiç güvenmedim. Öcalan (hele o gözleri yok mu, sizi bilmem ama gözler benim için önemlidir, apo’nun gözlerinden riya akıyor) ve diğer taktik liderleri çok güvenilmez. Belki yanılıyorumdur ama PKK tüm ateşkes sürecini uzunca bir kan dökme sürecinin sonucunda kanla korkutmanın bir aracı olarak kullandı. Onların gözünde Kürt ve Türk gençlerinin akan kanının önemi yok, önemli olan Kürt devletine giden ve her şeyin üstünde olan o yol.

  28. çıracı

    Ertan arkadaş,
    Reel politikaya bulaşmış olan, içinde önderliği barındıranı hiyerarşik yapıya sahip olan, en haklısından da olsa milliyetçiliğe sahip olan bir siyasi örgütte bu tarz çürümelerin olması doğaldır, bu yüzden size büyük ölçüde katılıyorum. Fakat Kürt özgürlük hareketini de PKK’nin lider kadrosundan ibaret görmemek gerekir, onların da kontrol edebildikleri alanlar sınırlıdır. Bugün Kürt coğrafyasında gittikçe güçlenen bir taban inisiyatifi vardır. Belki çok iyimser bakıyorum ama DEP-HADEP-(…)-BDP geleneğinden yerel yönetimler ve yerel muhalefet dinamikleri, hem devlete karşı iyi birer demokrasi dinamiğidir hem de PKK’nin er ya da geç çürüyüp gidecek olan yönetici kadrolarına karşı potansiyel bir muhalefet dinamiğidir. Bugün Diyarbakır’da newrozda meydanları Tahrir Meydanı’na çeviren halk ilerde kendi “önderlik”inin otoritesini de reddedebilir.

  29. çıracı

    PKK-şiddet ilişkisinde AKP’nin rolüyle ilgili güzel, taze bir yazı:
    http://birgun.net/writer_index.php?category_code=1186995376&news_code=1314443031&year=2011&month=08&day=27

  30. Anonim

    http://www.nasname.com/tr/9689.html

    bu yazı da ilginç ve okunmalı

  31. özgürlükçü

    ertan ya casusus gibi iktidar yalakasının gazı ile aynı yere düştüğünü görmüyor yada casus gibi milli duyguları depreştiğinden şöven ve ırkçılığını gizleyemeden sistemin yalanlarını yeniden üretiyor.şu halinize bakın kendine devrimciyim deyip devrimi kimin yaptığını tarihsel materyalizmden öğrenemeyenler ülkedeki toplumsal muhalefetin asıl dinamiği özgürlükçü siyasi kürt hareketi ve bileşenlerine saldırarak tolumsal muhalefetin engelleyeni olup karşı devrimci hatta savrulduğunu görmeyenler.yüzde değil binde birlerde hayattaki karşılığınızda size birşey öğretememiş.casusa bakmayın bana diklenmesi için için fesatlanıp amirlerinden beklentilerinin gerçekleşmeyeceğini bildiğinden buralarda rol çalıp tartıştıkça bizim gibi düşünmeye başlayacağının sinyallerini veriyor.zehirlenmeye başladı körle yatan şaşi kalkar etkilenmemesi mümkün değil gelecek yerel seçimlerde 100 belediyeyi 250 çıkaracağımızı benden iyi biliyor.amirlerinden ümüdini kestiğinden gidecek yer arıyor.ilgisis ilgili her konunun kürt siyasetine çıkması bile size ne hatırlatıyor?

  32. Casus Belli: Ciraci'ya iki söz

    Leyla Zana’nin Obama’ya mektup yazmasi beni rahatsiz etmedi, beni rahatsiz eden Obama’ya tesekkür eden Libyalilari elestirenlerin bir yandan da Obama’ya mektup yazan Zana’ya yaltaklanmalarindaki çeliski, tutarsizlik, korkaklik, yamukluk …ne derseniz deyin..Kaddafi’ya karsi mücadele edenler Obama’ya tesekkür edince hemen “emperyalist köpegi” oluyor, TC’ye karsi mücadele eden Leyla Hanimefendi Obama’dan yardim dilenince büyük devrimci oluyor ha…Bu tutarsizliga kargalar bile güler de hem de nereleriyle…Bu nedenle bu çifte standarda düsenleri kimse ciddiye almaz, zaten almiyor da. Bu nedenle kendini özgürlükçü zanneden akilli ne kadar küfür ederse etsin hepsi bumerang olur.

  33. özgürlükçü

    özgürlükçü küfretmiyor casus efendi acıtan sorular soruyor ama senin işine gelmediğinden görmemezliğe geliyorsun zananın metnini burada neden yayımlamadın?ilgisi yokken zana konusunu neden açtın?senin korkularından olmasın,metni okuyanlar gerçek barışı kimin istediğinin açığa çıkmasından korkmayasın.bu arada emperyal dürtülerle milli duyguların nasıl 80 yıllık vesayetçi,devletçi,ulusalcı,milliyetçi,şöven kemalizmin inanç soslu devamı olduğunu yeni yeni farkedip amirlerinle sorun yaşayıp bizimgi olmak için kulağına kar suyu kaçtımı?neden işte katiller diyen yeni şafaklarda yorum yapmayıp özgürlükçü anarşist ve devrimci olmaya çalışanlar ile tartışıyorsun?bildiğine eminim bu gibi tartışma süreçlerinde sadece etkilemez aynı zamanda etkilenirsinde bilinç altındaki özgürlükçü devrimcilere gıpta ile fesatlanmayı hissetmemek mümkün değil sende amirinde beklentileri gerçekleşmeyip yeni arayış içinde olma hali var.olabilir masayı terk edip milli duygulardan sıyrılabilip kendin olabilirsen sende bile ümit olabilir üzülme hiç bir çaba boşa gitmez

  34. Anonim

    Casus gibilerini çok iyi anlatan bir yazı da aşağıda:

    http://www.nasname.com/tr/9489.html

  35. çıracı

    (DSİP’li Saatçioğlu PKK üyesi olmaktan tutuklandı!
    ANF
    17:10 / 27 Auğustos 2011

    İSTANBUL – AKP hükümetinin tehditlerinden sadece Kürtler değil ‘mesafe koymayan’ Kürtlerin dostları da nasibini alıyor. Güney Kürdistan’a yönelik sınır ötesi operasyonları protesto eden DSİP üyesi Muhammed Cihad Saatçioğlu PKK üyesi olmaktan tutuklandı.

    21 Ağustos’ta Türk ordusunun Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik sınır ötesi operasyonlarını protesto etmek için Taksim’de bulunan DSİP’li Saatçioğlu gözaltına alınmıştı. İstanbul Emniyeti Güvenlik Şube’de üç gün gözaltında tutulan Muhammed çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı. Ancak Terörle Mücadele Şubesi, Saatçioğlu’nu ‘ifadesini yeterli görmeyerek’ mahkeme çıkışı tekrar gözaltına alındı.

    DSİP üyesi iki gün keyfi bir şekilde gözaltında tutulmasının ardından dün çıkartıldığı mahkemede bu kez de “PKK’nin gençlik örgütü üyeliğinden” tutuklandı. Saatçioğlu, Metris Hapishanesi’ne gönderildi.

    Öte yandan DSİP üyesi Muhammed Cihad Saatçioğlu’nun gözaltında darp edildiği bildirildi.

    ANF NEWS AGENCY)

    Yukardaki haberi okuduktan sonra haberdeki “PKK üyesi olma” iddiasıyla (daha doğrusu “DYG’li olma” iddiasıyla) tutuklanan “Muhammed Cihad” adlı kişinin bir DSİP’li olması bana garip gelmişti. Meraklı bir refleksle böyle bir ismin yalnızca muhafazakar aileler tarafından oğullarına verileceğini düşündüm ve kısa bir google taraması yaptım. Adı geçen kişinin resimlerini gördüğümde onun muhafazakar birine benzediğine karar verdim ve araştırmamı birazcık daha derinleştirdim. Bu kişi aynı zamanda “Muhammed Cihad Ebrari” takma adını da kullanıyordu, hatta bunu kimliğini gizlemek için yapmıyor (böyle bir amacı da yok zaten), kimi zaman “Ebrari” kelimesini asıl soyismiyle birlikte kullanıyordu. Pek çok islamcı sitede aynı isimli yazarlara ve röportaj veren kişilere rastladım. Şaşırtıcı bir şekilde hepsinin fotoğrafı aynıydı ve DSİP’li bu gencin fotoğrafıyla da aynıydı. Özellikle “Kudüs Yolu”, “Yeniden Fetih” ve “Ebrar Dergisi” gibi kesimlerin bazılarıyla yakın ilişki içerisinde, bazılarıyla da geçmişte ilişkisi var. Araştırmalarımı henüz sonuca ulaştırmadım, sabahleyin bu konuya daha fazla yoğunlaşacağım. Şu an kafam çok karışık, acaba bu kişi yalnızca masum bir barış aktivisti mi, yoksa son yıllarda AKP kuyrukçuluğuyla meşhur DSİP’in AKP ve bazı islamcı vakıflar ile organik bağını kuranlardan mı, yoksa bunlardan hiçbiri mi olduğuna karar veremedim. Araştırmamı tamamladığımda sonuçları sizinle paylaşacağım. Bu konuyu araştırmanızı sizlere de tavsiye ederim, geniş bir ilişkiler ağının karşımıza çıkma olasılığı var. Tabi ki bu kişi kim olursa olsun o kişinin yaşadığı polis şiddetine ve hukuksuzluğa karşı tavır almak gerekir, ancak bunu yaparken de olayların, kişilerin ve olguların altyapısını, nedenini, ilişkiler ağını sorgulamayı da elden bırakmamak gerekir diye düşünüyorum.

  36. çıracı

    …mutlaka araştırın, siz de çok şaşıracaksınız!

  37. çıracı

    (Kendisi şu an da islami derneklerle olan ilişkisini sürdürmekte) Onun “Ebrari” takma adı DSİP içersinde de kanıksanmış, bakınız:
    http://www.marksist.org/haberler/4552-baris-eylemine-katilan-bir-dsip-uyesi-gozaltinda

  38. dinci liberal solcu karışımı tuhaf organizma

    devrimci sosyalist işçi partisi (adı ‘devrimci’ sadece) altında örgütlenen, taraf okuyan, genç siviller aktivisti, vs. olarak karşımıza çıkacak organizmalardır. ben bunlara f-tipi solcular da diyorum.

    bunlar içerisinde kürt milliyetçiliğine eklemlenmiş olanları da var,

    sınıf mücadelesini bir yana bırakıp, islamcılar ile entegrasyonu savunan, islamcıları demokrasinin dinamosu olarak görenler de…

    cins cins… ama hepsi ortak bir paydada buluşmuşlar: emperyalizmin ve yeni oligarşinin ağzı ile konuşuyorlar. politikaları ortak.

    ortak yönleri, akp’nin gündemini hepsinin sahipleniyor olmasıdır. aynı/ortak hassasiyetlere sahiptirler. örneğin; bunların sol-liberal olanları, nedense emekçi adına değil de, amerika’nın belirlediği gündem üzerinden konuşmayı tercih eder.

    emperyalist işgalin sol-liberal bacağını oluştururlar.

    yani, deniz içinde yaşayıp da su nedir bilmeyen balık gibidirler; şaşkın, saldırgan, bir o kadar da garip.

    (ekşi sözlük’ten).

  39. Casus Belli: Haline bakmadan

    Eksi Sözlük’teki DSIP tarifi eski anti-komünistlerin komünist tarifi gibi. Belli ki ulusalci birinin kaleminden çikmis. Zaten Türk solunun kürtçü olanlari da dahil ezici cogunlugu ulusalcidir. Örnek: Mihri Belli merhum darbecisinin cenaze törenine bakalim: bir yanda “asker yoldaslari” flamasini tasiyan generallerin gönderdigi bir çelenek, bir yanda PKK’lilar, bir yanda Dev-Yolcu, Kurtulusçu Kemalist ekip, bir yanda kendine degisik isimler takan ve sucu bucu süsü veren bildigimiz Stalin hayranlari, bir yanda CHP milletvekilleri (bu görüntüyü ben gidip bakarak, görmedim, hiç de sevmedigimi tahmin ettigini Oda Tv sitesi böyle yazmakta, ayrica günlük gazeteler)…bütün bu darbeci, ergenekoncu, halk düsmani, islam düsmani, degerler olarak ne varsa hepsine düsman güruh bir araya nasil gelmis? Gelir tabii, bir de hallerine bakmadan DSIP’i elestirirler, DSIP’in çeliskileri, Türk solunun çeliskileri yaninda solda sifir kalir (not: ben DSIP’li falan da degilim, hele hele Nasname’ye dayanarak beni tarif etmeye çalisanlara da gülüyorum . Ayrica ne saçmalik: AKP ile Kemalizm bir araya gelir mi? Zaten millet kavramina, aydinlanmaya, 1789’a, moderniteye inanmayanlari ve bunlari inanç ve ideoloji olarak düsman görenleri diger tarafla birlik göstermek ancak Maocu, Stalinci ilkel bir kafanin taktik tik-tak , sipsak madrabazligi olabilir)

  40. çıracı

    Yaklaşık üç milyonluk aktivist kitlesiyle devlete ve düzen partilerine karşı mücadele eden, ulus-devlet modelini reddedip “demokratik özerklik” modeli için savaşan bir halk hareketinin “kemalist olduğuna” inanabiliyorsun da; baskıcı, katliamcı, alt emperyalist TC’nin bütün devlet aygıtını elinde tutan, ulus-devletin (yer yer ümmet-devletin) en azgın savunucusu AKP-C’nin kemalist olduğuna inanmıyor musun? AKP-C (ve sol liberaller) istedikleri kadar “biz anti-kemalistiz” desinler, onlar fiilen kemalizmin ters ikizleridir.

  41. dersim3868

    sayin zileli! belirtmis oldugunuz yaklasima yakin gorusleri yazilerin yorumlar bolumunde zaman zaman,yorumcu kimi arkadaslara izah etmist,abartmayin ve dereyi gormeden de pacayi sivamayin demistim.
    nazim hikmet bir siirinde; “yirminci yuz yilda uc gun surer olum acisi”,demisti.Sorun sadece bir devrim sorunu mu veya bir suikast sorunu mu acaba!yas tutmasini artik beceremeyen bu turu yasayacak mi,olecek mi?Insanlarin anlik bagirip cagirmalarindan ibaret yapilacak tahliller sig ve tutarsiz olmaya mahkumdur.edebiyatin onemi biraz da insani bu yonuyle rehabilite etmektir,o zaman saglam bir kavrayis saglayabilmektedir.saygilar

  42. Casus belli: Ne için mücadele ediyorlar

    PKK militanlari ne için, hangi amaçla mücadele ediyorlar? Ulus-devlet için. Geri kalani laga-luga. Ve siz de bu hayali veya gerçeklesebilir her neyse kürt ulus-devletinin piyonlari veya dostlari (trenden ininceye kadar) olma rolündesiniz, masal anlatmayin, lütfen.

  43. çıracı

    *Velev ki ulus-devlet için mücadele ediyorlar diyelim (öyle olmasa da), onların bunu isteme hakkı yok mudur? Senin neo-osmanlıcı emperyal bir devletin varken onların da ulusal statüye kavuşma hakkı yok mudur? Ben ulus-devlet modelini reddetsem de ezilen bir halk bu statüyü talep ederse buna hoşgörüyle bakarım ve bu talebi elimden geldiğince dostça eleştirmeye çalışırım.
    *Evet ben Kürtlerin dostuyum, onların özgürlük mücadelesini savunuyorum; fakat enternasyonalistliği kendinden menkul bazı sosyalistler gibi PKK’nin dikenine katlanan kuyrukçulardan da değilim. Bu sitede yazdığım yorumları (“anarkocu” nicknameli olanlar da dahil) bir kez daha okursan Kürt özgürlük hareketine eleştirel destek verdiğimi görürsün. Hareketin otoriter ve şiddet düşkünü bazı eğilimlerini eleştirmişimdir, ulus-devletçi eğilimleri de (özellikle Barzanicileri) eleştirmişimdir.
    *Sen asıl benim AKP ile ilgili sormuş olduğum sorulara cevap ver, kaçak dövüşme.

  44. özgürlükçü

    kelle avcıları başlıklı libya yazısının yorumunda bile lafın kürt özgürlük hareketine mecburen gelmesi bile bize birşey öğretmesi lazım.çıracını ve özgürlükçünün asıl can yakan sorularını görmemezliğe gelip casusun sistemin öğretilmiş yalanları ile toplumsal muhalefetin asıl dinamiği özgürlükçü siyasi kürt hareketine saldırması kendininde amirleri gibi 80 yıllık vesayetçi kemalizmin bu günkü değerlerde devamı olduğunun kanıtıdır.zilelinin kele avcıları yazısından bizim kelle avcılarımıza bile gelmeden(çarkın itirafı ve veli küçük maceraları)özgürlükçü kürt hareketine saldırma ihtiyacı hissetmesi bile zımmen bizim kelle avcılarını meşrulaştırmak olmadımı?kemalis değilse iktidar geçmiş yapılanların yüzleşmesinin bütün araç ve kurumları elinde olmasına rağmen yapmayıp mağdurları hedef alması sana ne anlatıyor.kıskanmana gerek yok sende özgürleşip geçmişini olumlu tüketebilirsin bu tartışmalara devam edersen öğreneceğin çok şey olabilir casus sorulara cevap versen tartışma verimli olur birde pkk bdp dtk gibi bilmediklerini sen tarif etme fırsat ver kendilerini kendileri tarif etsin vesayetin yıllarca senin yerine seni bile ben tarif ederim anlayışından farkın olsun

  45. çıracı

    asıl konumuzla alakalı hoş bir röportaj:
    http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=39337

  46. dersim3868

    kurt mucadelesiyle ilgili yorum yazan kisilere;mevcut kurt hareketinin ideolojik sekillenmesinin mimari ocalandir ve ocalan bakmayin ilk zamanlar bagimsiz birlesik kurdistan ve kurdistan somorgedir tezlerini yaptigina,sonradan bu tezlerden vaz gecmistir,hatta bu tezleri taktik arac olarak mi stratejik pozisyon almak icin mi sectigi bile tartisilir.80 oncesi ve sonrasi donemde turk devletiyle birligi savunmus olsaydi pesinden gidecek bir adam hele savasacak bir adam dahi bulamazdi,zaten turk solu o tarz yaklasimiyla boslugu doldurmustu yeteri kadar.Bir diger nokta pratik sureci dikkate alma ve bu surecin egiticiligi ve ogreticiligi,ssb nin yikildigi ve yogun ideolojik ve politik saldirinin oldugu bir donemde gerek taktik acidan sosyalizm de israr etmek ve gerekse ideolojik,politik ve bilimsel ozelestiri ve yeni bir konum almak soz konusudur.gelinen surecten geriye bakildiginda ocalanin hic bir zaman kurtlerin kaderinin turklerden ayri oldugunu savunmamis oldugunu goruyoruz.sorunun bir yonu turk devlet rejiminin iceriginin donusumu,demokratizasyonu ve kurtlerin bu reforme edilecek yeni rejim icerisinde oz yonetimler halinde yasamasi,ne federesyon ne de eyalet sistemi ongorulmustur.mumkun mertebe iki toplumun kaderini bir birine bagkama siyaset yaklasimi esas alindigini goruyoruz.siyam ikizleri yaklasimi diyebiliriz.biri olmadan digeri de var olamayacak bir tutum.defalarca cati partisi girisimi yonelimi ve bu gunlerde de boyle bir gundem buna isaret,silahli alan da da karadeniz ve akdeniz kirsalina yonelimi buna baglayabiliriz belki.ayrica ocalan turk devlet birikimini ve tarihini de onemsemektedir,kurtler icin ayri bir devlet yerine hali hazirda turk devlet deneyimini ekonomik gormekte ve kurtlerin bu konudaki zaafini odunleyebilecek bir unsur olarak da gormektedir.belki mihri belli olayina da bu cerceveden bakilabilir.Tabi bu belirttiklerim ocalanin yaklasimlari ve tutumlari,bunlarin dogrulugu ve analizi saklidir.ve bir cekince de ocalanin pragmatik tutumlarinin siyasete yansimasidir,tum analizler bu sebeple kaduk kalabilir,siyasette hic bir sey tasin uzerine yazilmamistir diye bildigim kadaryla anonim bir veciz vardir veya maonun savasirken elimizde kitap tasimayiz seklinde bir yaklasimindan bahsedilir,cunku gelecek tespit edilemez,tahmin edilebilir,o sebeple stratejide 3 hamleden ilerlisi gorulemez,otesini tanri gorur denir,kucuk arkadas gruplardan buyuk siyasi organizasyonlara kadar liderligi elinde tutmanin becerilerinden biri isabetli tahminlerde bulunmaktir,(bakiniz liderlik,sosyal zeka kitabi_daniel goldman)

  47. çıracı

    tabi ki Öcalan’ın ne istediğini tam olarak kestiremeyiz, fakat onun “rakipleri” olan Barzanicilere bakınca az çok fikir sahibi olabiliriz. Barzaniciler bugün Öcalan’a “kemalist, türkiyeci, sahte kürd” gibi hakaretlerde bulunuyorlar, demokratik özerklik modelini de Türkiye-içi bir çözüm olarak görüyorlar. Demokratik özerklik, bana göre, Barzanicilerin savunduğu modele kıyasla daha adem-i merkeziyetçi ve emek eksenli sayılabilir bir modeldir, Barzanici Kürt sermayesini de bence bu yüzden ürkütmektedir.

  48. çıracı

    bağımsızlığa giden bir taktik midir, onu bilmiyorum, ama uygulandığı takdirde ulus-devlet isteyen kesimlerin de gazını alacaktır.

  49. çıracı

    belki de bu yüzden demokratik özerkliği “Türkiye-içi çözüm” diye yaftalıyorlardır.

  50. özgürlükçü

    çracıyı kutluyorum,sistemin ve sistem yalakalarının ne idüğü belirsiz içi dolmamış yalanlarıyla itibarsızlaştırmaya çalıştığı’demokratik özerklik’projesini çok iyi anlamışsınız.onun asıl karakteri olan ulus devlet mıdelinin merkezi hegemonyasının anti tezi olup özgürlükçü katılımcı demokrasinin yeni kural kurum ve işleyişlerini önerebilen ülkemizdeki yegane yönetim modeli olmasıdır.işte asıl sorunda bu dur bu durum sistem egemenlerini çok rahatsız ettiği gibi sadece onların gereksiz işlevine son verme ihtimalinin dışında mevcut pratik kirli savaşı önleyecek nitelikte proje olması iktidar-devlet egemenlerini birleştirerek demokratik özerklik projesini engellemek için onu hep birlikte itibarsızlaştırma çabaları açığa çıkmıştır.dün siteye ulaşamadım

  51. hayloooo

    devrim konusunda bir yazı…
    Devrim – Felix Guattari
    Qijika Reş Dergisi / Sayı:3

    Çeviren: Kürşad Kızıltuğ

    Devrimin anlamı hakkında birazcık deneme yapmalı ve düşünmeliyiz. Bu terim şimdi o denli kırılmış ve yıpranmış ve o kadar çok her yere çekilmiştir ki, her ne kadar basit de olsa temel bir tanıma geri dönmek gerekli. Bir devrim, bir sürecin, aynı noktaya geri dönmeyi imkânsız kılan bir değişimin doğasına dair bir şeydir. Bu, yeri gelmişken, “devrim” teriminin, bir yıldızın diğeri etrafındaki dönüş hareketine atıfta bulunan bir anlamda kullanılmasına aykırıdır. Devrim, bir şeyi değiştiren bir tekrar, tersine dönüşü olmayanı getiren bir tekrardır. Tarihi üreten, bizleri aynı tutumların ve anlamların tekrarından alıp götüren bir süreç. Bu yüzden, tanım gereği, bir devrim programlanamaz, çünkü programlanabilir olan daima zaten buradadır (déjà-là). Devrimler, tarih gibi, daima sürprizler üretir. Tanım gereği daima önceden tahmin edilemezdirler. Bu insanı devrim için çalışmaktan alıkoymaz, devrim için çalışmayı önceden tahmin edilemez için çalışmak olarak anladığı sürece.

    Dediğim şey hiç de o kadar saçma değil: üretken bir sürece katılmış bir şair ya da müzisyen –eğer kendisi bütünüyle bir üniversiteye ya da konservatuara bağlanmış değilse– onu üretene kadar ne ürettiğini asla bilmez. Kendi üretimlerinde intihar ya da deliliğe varma noktasının üstesinden gelmiş bütün yaratıcıların muazzam bir listesini yapabiliriz.

    Konumuza dönersek, benim görüşüme göre, devrim fikri süreç fikri ile tanımlanır. Var olmayan bir şeyi üretmektir, şeylerin, düşüncelerin ve duyarlılıkların tam olarak varlıkları içinde bir tekillik üretmektir. Bilinçsiz toplumsal alanda, söylemin ötesindeki bir düzeyde, mutasyonlara sebep olan bir süreçtir. Biz bunu bir varoluşsal tekilleşme süreci olarak adlandırırdık. Sorun tekil süreçlerin, onları bir çalışmada, bir metinde, birisiyle ya da başkalarıyla birlikte bir hayat tarzında, ya da yaşam alanlarının veya yaratılacak özgürlüklerin keşfinde açıkça ifade ederek desteklenmesinin nasıl sağlanacağıdır.

    Ancak bugünlerde insanlar, “devrimci” sözcüğünün belirli durumları ve projeleri tarif etmekte kullanıldığını pek duymuyor. Devrimci ne anlama geliyor? Mesela bir projenin, Troçkist kavrayışta olduğu gibi sürekli devrimci olması mümkün mü? Bu açıkçası sözcükler üzerinde otomatik bir oyundur, çünkü tanım gereği devrim sürekli olamaz: o, bir sürecin içinde bir tersine çevrilemezlik anı olarak tanımlayabileceğimiz belirli bir dönüşüm anıdır. Benim buradaki yerim bu konuda ders vermek değil, fakat tersine çevrilemez süreçlerin çalışılması bilimde önemli bir teorik problemdir, özellikle de termodinamik alanında. O halde, bir süreci, eğer tersine çevrilemez bir gidişat alıyorsa ve bundan ötürü, buna onun tarihi emsalsiz şekilde yazdığını da ekleyebiliyorsak, devrimci olarak adlandırabiliriz.

    Henüz söylediğim şey çok bayağı görünüyor, fakat bunu belirli klişelere uygularsak şeyler daha karmaşık hale gelirler. İçsel olarak devrimci olmak bir sınıf için mümkün müdür? Bir toplumsal, siyasal oluşumun –sendikaların mesela–elli yılı aşkın bir süre boyunca devrimci olduğunu iddia etme durumu, Sovyetler Birliği’nde örneğinde olduğu gibi açıkça bir çelişkidir: devrim ya süreçseldir, ya da devrim değildir. Fransız Devrimi bittiğinde, işaretler bütün şehir salonlarına konuldu ve okul çocukları insan haklarını yürekten öğrenmek zorundaydılar: bu artık süreçsel karakteri olmayan bir devrimdi.

    Devrimci mikro süreçler yalnızca toplumsal ilişkilerden fazlasını gerektirir. Örneğin Modigliani, bir şekilde, muhtemelen daha önce hiç kimsenin yapmaya cüret edemeyeceği yüzler gördü. Örneğin, belirli bir anda, zamanın devri içinde bizim “yüzsellik makinesi” diyebileceğimiz şeyi bütünüyle değiştiren özel bir tür mavi göz resmi çizdi. Algılama ve pratik açısından bu dönüşüm mikro süreci, bir şeylerin değişmiş olduğunu algılayan insanlar tarafından yakalandı, Modigliani yalnızca kendisinin bir yüzü görme biçimini değiştirmekle kalmadı, bir yüzün kolektif olarak görülme biçimini de değiştirdi. Bu süreç kendi hayatiyetini, devrimci karakterini belirli bir toplumsal alanda, zamanın belirli bir anında ve belirli bir dönemde korudu. Daha sonra, resim yapma süreci başka bir yerde vuku buldu, başka süreçler ve başka devrimci mutasyonlar zuhur etti ve bir şekilde, kimi şekillerde yeni mikro süreçler gelişim halinde yerini aldı. Evet, devrim sorunsalı bu türden şeyler de içerir.

    Eğer bir kültürel devrim ve insanlar arasında bir tür mutasyon yoksa daha önceki bir toplumun yeniden üretimini geçersizleştirmemiz olmaksızın, olası herhangi bir rejimin devrimci bir dönüşüm olduğuna inanmıyorum. Benim moleküler devrim dediğim şey, hayat tarzındaki değişimin belirli pratiklerine dair tüm olasılıkların yelpazesidir ki bu herhangi bir toplumsal dönüşümün koşuludur. Bunda ütopyacı ya da idealist hiçbir şey yok.

    Bugünlerde, insanlar devrimci sözcüğünü dillendirmeye artık cesaret dahi etmiyorlar. Kabul edilmelidir ki, “hakiki” bir devrimin hâlâ var olabileceğini tahayyül etmek daha ziyade ahmakça. Bugün Fransa’da devrimden bahsetmek hiç de havalı değil. Çoğu Fransız entelektüeli, sınıf mücadelesi sorunsalını dışlıyor, fakat bu demek değil ki bunun tarihteki bir mesele olduğundan vazgeçmiş olsunlar. Vuku bulan şey, hali hazırda onların iyi bilinen bir açmazda olduğudur. Devrimci olduğu iddia edilen tüm modelleştirme sistemleri, gerçekten daha çok bahsettiğim şeyin reddine sebep olan bir şey, devrimci süreçleri engelleyen bir şey gibi işlev görüyor. Bununla birlikte, onu idare eden bütün bürokratizmlere rağmen bu mücadele gereklidir: bütün mesele bunu devrimci bir süreçle karıştırmamaktır. Fakat devrimci olmadığı gerçeği onu daha az gerekli kılmaz. Örnek olarak bir çatıyı destekleme problemini alalım: burada açığa çıkan sorun, çatı desteklemenin devrimci olup olmadığını bilerek yapmak zorunda olmak değil, kafalarımıza düşmesi tehlikesini göze alıp almadığımızı bilmektir. Bunun aynısı toplumsal ilişkiler için söylenebilir: çalışan sınıfların ve çeşitli çıkar gruplarının, hangi aracı kullanabilirlerse kullansınlar, baskıcı sistemlere karşı direnmeleri tamamen meşrudur. Bir şey daha, bir devrim siyasetini (çoğul olarak), moleküler devrimleri açıkça dile getirmek, epey farklı bir şeydir. Önemli olan, Marksizmi/toplumsal mücadeleyi/sendika mücadelesini moleküler devrimlerin karşısına, birbirlerini dışlayıcı alternatifler olarak kuran düalist, ikici mantıktan kaçınmaktır

  52. hayloooo

    Ertan arkadaş, Kürt haerketine bir de bu yönlü bakman dileğiyle…
    KURUCU MECLİS
    ve
    İKİNCİ CUMHURİYET*

    3 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 ve 12 Haziran 2011… 3 Kasım 2002’de AKP, hükümet, 22 Temmuz 2007’de iktidar, 12 Haziran 2011 seçimleriyle birlikte AKP, kurucu güç olmuştur. 3 Kasım 2002’den 12 Haziran 2011’e kadar yaklaşık 8 yıl geçti. Önümüzdeki 4 yılı da kattığımızda 12 yıllık bir siyasal süreci konu edinmiş bulunuyoruz. Bu siyasal süreci yalnızca AKP iktidarı olarak okumak politik sığlık ve körlük olacaktır. 3 Kasım 2002’den 22 Temmuz 2007’e kadar geçen 8 yıl I. Cumhuriyetin çözülüşü, 12 Haziran ve sonrası ise II. Cumhuriyetin kuruluşudur. I. Cumhuriyetten II. Cumhuriyete geçiş, bir devlet biçiminden yeni bir devlet biçimine geçiş; güç ilişkilerinin yeniden kurulduğu ve bütün politik güçlerin bu kuruluşa göre pozisyon aldığı bir siyasal dönüşümdür.

    Siyasal güç ilişkilerinin yeniden yapılandığı bu siyasal süreç boyunca pek çok makale yayınladık. Bu makaleleri yeniden okuduğumuzda satırların eskimediğini ve güncelliğini koruduğunu görüyoruz. 3 Kasım 2002 genel seçim öncesi “Otonom” dergisinin birinci sayısında yayınladığımız “Kapitalizme Oy Yok!” başlıklı makalenin ilk paragrafında ifade edilen “Türkiye ekonomik, toplumsal ve kültürel yeniden yapılanmanın eşiğinde duruyor ve bu yapılanmanın krizini yaşıyor. 3 Kasım bu krizin sonucu olarak doğdu ve bu krizin yönetilmesine uygun sonuçlanacağı görülüyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu siyasal süreci doğru okumak ve konuşturmak stratejik açıdan önem taşıyor. ‘Strateji’ kavramının önemini tekrar vurgulayarak devam edersek seçim somutunda bu siyasal süreç, yalnızca toplumsal formasyonun yeniden yapılanmasının ötesinde toplumsal-siyasal dinamiklerin de yeniden yapılanmasını gerekli kılıyor ve bu süreç ciddi krizlere gebe görünüyor. Bu sürecin toplumsal-siyasal dinamiklerin siyasal olarak yeniden yapılanmalarının getireceği iç gerilimlerin, tartışmaların ve çatışmaların sancılarıyla geçeceği kesin. 3 Kasım ve sonrasında, ‘Devlet’ dâhil herkesin geleceğini belirleyecek bir siyasal sürece giriliyor” öngörüsünü hayat doğrulamış bulunuyor.

    3 Kasım seçimlerinden sonra güç ilişkilerinin çatışmasını düzenleyen temel siyasal söylemi belirleyen “AB’ye evet mi, hayır mı?” sorusu oldu. Başta AKP, Kürt siyasal hareketi ve liberaller bu siyasal süreci belirledi ve yönetti; başta ordu olmak üzere diğer siyasal dinamikler bu sürece hazırlıksız yakalandı ve bocaladı. “AB’ye evet” söylemi süreci örgütledi ve düzenledi. “AB’ye hayır” söylemi ise tepkinin ötesine geçen kurucu bir işlev gösteremedi. Bu siyasal süreçte, Liberaller etkin fakat politik bir güç değillerdi; AKP’nin desteğiyle etkinliklerinin önü açıldı ve yönlendirildi. II. Cumhuriyetin en etkin ve kurucu gücü Kürt siyasal hareketiydi ve Kürt siyasal hareketi bu süreçte “Demokratik Cumhuriyet” söylemi ve talebiyle konumlandı. Bunu çok iyi bilen AKP ve liberaller ittifakı, I. Cumhuriyet karşısında Kürt siyasal hareketiyle iyi geçinmeyi politik taktik açısından tercih etti ve kadrolaşma sürecini çok iyi yönetti. AKP açısından AB’ye girip girmemenin hiçbir önemi yoktu; “AB’ye evet”, I. Cumhuriyete açılan savaşın yönetiminde önemli bir siyasal söylemdi. Başarılı bir biçimde bu süreç yönetilerek 22 Temmuz seçimlerine gelindi.

    AKP açısından 22 Temmuz ve sonrası siyasal süreci yönetmek, varlık veya yokluk sorunuydu. Bu süreç, I. Cumhuriyetin politik gücü ordu ile II. Cumhuriyetin kurucu gücü AKP arasında kirli bir sivil iç savaş ile geçti. I. Cumhuriyet süreci “cumhuriyetin değerleri”, “laiklik ve anti-laiklik” söylemleri üzerinden yönetirken AKP, “siyasi vesayete hayır”, “millet” ve “demokrasi mağduriyeti” söylemleri ile yönetti. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçiminde çıkarılan zorluklar ve AKP’nin kapatılma davasıyla başlayan süreç, anayasa oylamasıyla son buldu. Mahkemeler, istihbarat savaşları, skandallar ile dolu olan bu sivil savaşta I.Cumhuriyet kaybetti ve çözüldü.

    22 Temmuz seçimlerinden hemen önce Otonom dergisinin 16. sayısında yayımladığımız “Birinci Cumhuriyetin Çözülüşü ve Komünalist Sol” başlıklı makalede süreci değerlendirirken şu öngörüde bulunmuştuk: “Bugün için bir durum olarak, birinci cumhuriyetin çözüldüğünden, potansiyel olarak ikinci cumhuriyetin kuruluşundan bahsedebiliriz. Bu durum, ikinci cumhuriyetin kurulduğu anlamına gelmez. Sürecin çatışmalı ve sancılı geçeceği açıktır. İkinci cumhuriyetin kuruluşu, küresel güç ilişkilerine bağlı olarak üç temel adımın atılmasına bağlıdır. Birincisi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, ikincisi, sivil bir anayasanın meclis ve halk tarafından referandum aracılığıyla onanması, üçüncüsü PKK’nin, politik bir ihtiyaç olmaktan çıkma koşuluna bağlı olarak silahları koşulsuz bırakması. Süreç başlamıştır. Eğer ikinci cumhuriyetin kuruluşu tıkanır ve kırılırsa, ciddi bir militarist süreç başlayacaktır. Artık geriye dönüş yoktur.” Sürece dair dört yıl önce ifade ettiğimiz politik öngörümüzü hayat yine doğruladı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildi, silah bırakılması denendi fakat süreç Habur ile tıkandı ve Anayasa paket olarak onandı. Süreç yanlış yönetildiği için başarılamadı. Bu başarısızlık I. Cumhuriyetin direncinden değil süreci yöneten siyasal akıl AKP’nin beceriksizliğindendi; fakat önemli dersler çıkarılarak günümüze gelindi. Önce anayasa toplumsal bir konsensüs ile onandıktan sonra genel af ve silah bırakılmasına gidilmeliydi. 12 Haziran seçimleri sonrası yapılacak olan budur; 12 Haziran seçimleri sonrası kurulacak meclis kurucu meclistir ve bu sefer II. Cumhuriyet gerçekleşecektir.

    Birinci Cumhuriyetin Çözülüşü
    Siyasal tarihte söylemsel kopuş, kırılma ve kuruluşların dönemleri vardır. Böylesi dönemler, tarihin yeniden yazılmasını gerekli kılar. Bu kırılmaların ve kuruluşların aktüel olmadan fark edilmesi zordur. Oluşu, aktüel olmadan virtüeliğinde ya da potansiyelinde yakalamak ve ifade etmek kahredici yalnızlığı üstlenmek demektir. Böylesi kırılmalar, kopuşlar ve kuruluşlar krizlere içkindir. Toplumsal ve siyasal dinamiklerin, yeni bir tarihsel dönemin söylemsel kuruluşlarına göre yeniden yapılanmaları sınıflar mücadelesinin yeni aktörlerini sahneye çıkarır ve bu aktörler tarihi yeniden yazarlar. II. Cumhuriyet, yeni bir kuruluştur ve politik tarih, emek ve sermaye cephelerinden yeniden yazılacaktır.

    Türkiye siyasal dinamikleri I. Cumhuriyetle, bir başka deyişle Kemalizm ile vürtüellik bağlamında her zaman bir gerilim içindeydiler; fakat bu gerilimle yüzleşemediler ve Kemalizmle olan krizlerini aşamadılar. II. Cumhuriyet politik mücadelenin bir ürünüdür ve bütün dinamikleri, toplumsal ve siyasal bütün güçleri I. Cumhuriyetle yüzleştirecek ve Anadolu’nun I. Cumhuriyetle olan krizinin aşılmasında tarihsel bir olanak sunacaktır. Bu olanağı değerlendirmek politik güçlerin ağırlığına ve çapına bağlıdır. Sermayenin politik güçleri I. Cumhuriyetle olan krizlerini aşmada önemli bir aşama kaydetmiştir. Emek cephesinin politik güçleri açısından bunu söylemek için daha erkendir. Emek cephesinden I.Cumhuriyetle olan krizle yüzleşme ve aşma dinamiği Kürt siyasal hareketidir. Kürt siyasal hareketi “emek, demokrasi ve özgürlük blok”u ile Türkiye soluna önemli bir olanak sunmuştur. Bu olanağı değerlendirmek Kürt siyasal hareketi dâhil Türkiye sol siyasal güçlerinin birikimine, üretkenliğine ve yetkinliğine bağlı olacaktır.

    I. Cumhuriyet, 19. yüzyılın içinden gelen iç ve dış krizlerin 20 yüzyıla bıraktığı bir mirastır. Bugün bile önemi anlaşılamayan bir kırılmadır. Bu, batı siyasal tarihinin içinden değil İslam siyasal tarihinin içinden bakarak anlaşılabilecek bir durumdur. Hıristiyanlık, batı siyasal tarihinin demokrasi, cumhuriyet, ulus ve yurttaşlık değerleriyle çatışmış ve burjuvaziyle yenilmiştir. Burjuvazi, ulus devleti, yurttaşlığı, cumhuriyeti ve demokrasiyi üretmedi; Antik Yunan site devletlerinden, Roma’dan gelen batı siyasal tarihinde var olan bu değerleri Reform ve Rönesans ile keşfetti ve burjuvazi aydınlanma ve moderniteyle bu değerleri kendi sınıf çıkarının politik gücü olarak geliştirdi. İslam doğduğu ve geliştiği coğrafyanın siyasal tarihinde batı siyasal değerleri yoktu. İslam, kapitalizmle barışık olmasına karşın batı siyasal değerleri İslam’a aşkındır ve direniş bu aşkınlık karşısında İslam’a içkindir. Bu duruma modernizm ile feodalizm arasındaki çatışma diyerek kestirip atmak ve modernizmin aşkınlığı tarafında saf tutmak, asıl olan hayat karşısında beyaz Türklüktür ve ucuz oryantalizmdir. Bu bağlamda Kemalizm, İslami toplumsal değerler karşısında aşkın olan batı siyasal değerlerinin temsilcisidir. Oryantalist açıdan bakıldığında bu durum sorunlu görülmüyor; fakat içkinlik açısından bu durum bir gerilimdir ve bu gerilim bugüne kadar siyasal bir kriz olarak kendisini üretmiştir.

    Başta Mısır olmak üzere İslam ülkelerinde gelişen son siyasal durum İslam ortaçağının kırılması açısından önemli bir gelişmedir. İslam kendi Rönesans’ının ve aydınlanmasının arayışına girmiştir. Tam bu aşamada I. Cumhuriyet, AKP üzerinden siyasal İslam tarihinin içkin gücüne dönüşmüştür. AKP, İslam’ın Protestanlaşması, batı siyasal değerlerini İslam’a içkenleştirmesinin gücüdür. İslam’a aşkın I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyetle İslam’a içkin bir siyasal tarihe dönüşecektir. Tarihin cilvesi şudur ki, I. Cumhuriyeti çözen Kürt siyasal hareketi ve siyasal İslam, modern siyasal nitelikleri ile I. Cumhuriyetin ürünüdür. Bu bağlamda İslam’ın siyasal-toplumsal değerlerine aşkın olan I. Cumhuriyet, II. Cumhuriyetle İslam’ın siyasal tarihine içkenleşmiş olacaktır. Bu durum yalnızca Türkiye için değil bütün İslam ülkeleri için önemli bir tarihsel kırılmadır ve küresel egemenliğin kuruluşuna içkindir. Yeni Osmanlıcılık, I. Cumhuriyetle melezleşmiş ve batı siyasal değerlerini içkinleştirmiş İslam’dır.

    II. Cumhuriyet, I. Cumhuriyetin siyasal İslam ile olan krizini yeni anayasayla çözecektir. Bu bağlamda küresel sermayenin politik gücü olan AKP, I. Cumhuriyeti çözen önemli bir aktördür.

    Birinci cumhuriyeti çözen ikinci en önemli aktör Kürt siyasal hareketidir. Eğer I. Cumhuriyet, ulus devlet ve modernitenin zalimliğini görmek istiyorsanız Kürt halkının siyasal dinamiklerine bakmanız yeterlidir. Kürt halkı, Türk halkıyla karşılaştırılamayacak kadar dindardır. Modern hukuk, Kürt halkı için her zaman aşkın kalmıştır. İslami hukuk ve değerler Kürt halkının toplumsal ilişkilerine kültürel olarak bugün de hâkimdir. Bu duruma gericilik demek oryantalizme içkin şovenizmdir. Bir halkın yaşattığı değerleri feodalizm, geri kalmışlık diyerek küçümsemek bizim işimiz değildir. Osmanlı döneminden bu güne egemen güçler ne zaman Kürt halkına ihtiyaç duysa Kürt halkının İslami kültürel değerlerini, din adına politikleştirmişlerdir. Bugün AKP Kürt halkının bir kesiminden destek görüyorsa nedeni hizmet edebiyatları değil kültüreldir.

    Kürt halkı I.Cumhuriyetin iki sopası altında inim inim inletilmiştir. Bunlardan ilki, I. Cumhuriyetin kurduğu ulus devlet paradigmasıdır. I. Cumhuriyet, ulus devlet paradigmasını Anadolu’yu toplumsal ve siyasal olarak Türkleştirme üzerine kurmuştur, bu bağlamda başından itibaren I. Cumhuriyet, bu toprakların yerlileri gayri Müslim ve Kürt halkı üzerinde bir şovenizmdir. İkincisi, I. Cumhuriyet modernizmi, Kürt halkının toplumsal değerleri için zulümdür. “İlericilik”, zalimliği meşrulaştıran söylem olamaz. Bu iki nedenden dolayı Kürt halkı için I.Cumhuriyet ve onun kurduğu ulus devlet, jandarmadır, şovendir ve zalimdir! Bu bağlamda Kürt halkı mezalimdir. Beyaz Türkler için bunun anlaşılması imkânsızdır.

    Oryantalist, I. Cumhuriyet savunucuları beyaz Türk Marksistlere buradan söyleyeceğimiz iki kelamımız var! I. Cumhuriyet yalnızca “emperyalizme” ve “gericiliğe” karşı kurulmadı, Kürt halkını ve Anadolu’yu Türkleştirme ve modernleştirme adı altında halkın toplumsal değerlerini aşağılama üzerine kuruldu. I. Cumhuriyet bu toprakların onurunu kırdı! Sizler bunu anlayamaz olsanız da bu topraklar bunu asla unutmadı. İster din adına, ister ulus devlet ve modernizm adına isterse işçi sınıfı ve sosyalizm adına olsun, onur kırıcı olmak zalimliktir ve onur, en yıkıcı isyandır! I. Cumhuriyet kibirdir. Bu topraklarda Sünnilerin Alevilere, I. Cumhuriyetin Kürt halkına ve bu toprakların toplumsal değerlerine bir özür borcu vardır. Bu özür ya erdemle verilecek ya da savaşılarak elde edilecektir.

    II. Cumhuriyetin Kuruluşu ve Emek Cephesi
    12 Haziran seçimleri ve sonuçları II. Cumhuriyeti vürtüellikten aktüelliğe geçirmiştir. İkinci cumhuriyet artık çıplaktır. Kurulacak meclis II. Cumhuriyetin kurucu meclisi olacaktır. Bu seçimin iki galibi vardır: AKP ve Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u. Bu iki güç, II. Cumhuriyetin kurucu gücüdür ve iktidar gücü AKP, sermayeyi, muhalefet gücü Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u ise emek cephesini temsil etmektedir. CHP ve MHP siyasal süreçten düşmüş olarak mecliste bulunacaktır. Anayasanın oluşumunda, sermayenin tarihsel bloğu “Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok” una karşı AKP ve CHP ittifakı olacaktır.

    Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’u emek cephesinin tarihsel bloğudur. Bu blok konjonktürel bir ittifak değildir, bugünden emek siyasetinin olumlu ya da olumsuz geleceğini belirleyecektir. Önemli bir tarihsel olanakla karşı karşıyayız. Kürt siyasal hareketi dışında sürece hazır olduğumuz söylenemez fakat yürürken öğreneceğimiz ve büyüyebileceğimiz bir süreç ile karşı karşıyayız. Bu güne kadar emek siyaseti, bu toprakların geleceği için bir siyasal ağırlık olamadı, emeğin siyasal talepleri toplumsal bir değere dönüşmedi. Oysa bugün böyle bir olanak ile karşı karşıyayız. I. Cumhuriyet, üç temel siyasal dinamiğe karşı kuruldu: siyasal İslam, Kürt halkı ve komünistler. Tarihsel deneyim ve birikimle bu üç siyasal güç artık meclistedir.

    Bu kurucu siyasal süreçte Kürt siyasal hareketine önemli sorumluluklar düşmektedir. Kürt siyasal hareketi önemli bir kavşağa girmiştir. Kürt halkı Ortadoğu ve Anadolu’nun yerlileridir. Siyaseten dünyalı olduğu boyutta, yerliliğini dünyanın yerlileri olarak üretecektir. Kürt siyasal hareketinin dünyanın yerlileri olması, dünya devrimci hareketi için büyük bir ihtiyaçtır. Eğer Kürt siyasal hareketi siyaseten dünyanın yerlilerine dönüşemez ise yerel bir politik güç olarak kalacaktır. Bu kurucu süreçte Kürt siyasal hareketini bekleyen engel budur.

    Kürt siyasal hareketi dünyanın yerlileri olma siyasal gücüne sahiptir. Onur siyaseti 21. yüzyılın sınıf siyasetidir ve bu coğrafyada Kürt siyasal hareketi onurun siyasal bedenidir. Onur siyaseti, parti-devlet özdeşliği temeline dayalı devrim kuramından antagonist bir kopuş paradigmasıdır. Bu paradigma Kürt siyasal hareketine içkindir. Demokratik cumhuriyetten devletin reddine ve buradan demokratik özerklik siyasetine geçiş onur ve içkinlik siyasetine geçişin kapısını açmıştır. Emek siyasetini siyasal demokrasi hattından toplumsal demokrasi hattına çekmiştir. Fakat bu köklü kopuşu ne Türkiye’de ne de dünya da tartıştıramamıştır. Bu coğrafyada bunu tartıştırabilecek tek güç ise yine kendisidir. 100’e yakın belediye ile talep siyasetinden içkin kurucu siyasete geçmek için adım atması dört gözle beklenmektedir.

    Kürt siyasal hareketi, Türkiye solunun Kemalizm ile yüzleşmesinin olanağını sunmuştur; fakat bu yüzleşme Kemalizm’le olan krizinin nasıl aşılacağını dünyanın yerlileri olarak tartıştıramamıştır. Yalnızca I. Cumhuriyetin ulus devletinin eleştirisiyle kalmış fakat emperyalizme karşı ulus devletin ilericiliğine takılmış aşkın siyasete, tarihsel anlamda bütün ulus devlet kuruluşlarının siyasal gericilik olduğunu gösterememiştir. Bu coğrafyada ulus devletleşmelerinin kardeş toprakları düşman kıldığını gösterme hakkını kullanmamıştır. Ciddi bir modernizm eleştirisi olanağına sahip iken bu olanağı dünyanın yerlileri olarak üstlenmemiştir. Modernizmin emeği ücretli emek altında sınıflaştırmanın, kültürlerin, halkların onurlarını ve yaşamın çok kültürlülüğünü tahakküm altına almanın bir egemenlik biçimi olduğunu tartıştıramamıştır. Soyut emeğin, paranın ve ücretli emeğin tahakkümüne karşı onurun içkin isyanı anti-kapitalizmi geliştirememiştir.

    Bu söylediklerimiz asla eleştiri olarak algılanmamalıdır. Kürt halkının dostluğuna, sürçü-lisan ettiysek affına sığınarak, bizim açımızdan üzerine düşünülmesi gereken sorunsal alanlar olarak ifadelendirdik.

    Özgürlüğü özlemiş ve hak etmiş Kürt halkının isyan halayına katılmak istedik, neşemiz, şenliğimiz ve soframız bol olsun!

    Riye we vekıri be!

    Cengiz BAYSOY
    * otonom derginin 2.sayısı.

  53. özgürlükçü

    cengiz beyi yorumundan dolayı kutluyorum.temel olarak katıldığım yorumunu burdaki tartışmalarda daha öncede yazdığım gibi kadim devlet politikasını devam ettiren 2. cumhuriyet olarak bile asimilasyon olarak sürdüğünü ve hepimizin çocuklarına kendi varliğının olmayıp tüm varlığını türk varlığına armağan etmesi öğretilmeye devam ettiğinden de anlaşılacağı gibi iktidar-devlet hegemonyasını temsil eden akp-chp-mhp meclis çoğunluğu ile toplumsal muhalefetin asıl dinamiği amak demokrasi özgürlük bloğunu temsil edenlerin mücadelesindende anlaşılacağı gibi egemenlerin savaşı bitirecek onurlu eşitlikçi barışı değil asimilasyona zaman kazanacak kadim devletçi politika ile sürdürebilir savaşı tercih edeceği kötümser görüşteyim.son günlerde kadim ırkçı şöven devlet reflekslerinin bölgeye ilişkin emperyal niyet ve hevesler bürünüp libyayı ve suriyeyi dizayn edip kuzey ırak iştahının nüksetmesi bile akp iktidarının anti teziymiş gibi sunulan kemalizmin inanç soslu yenilenmiş devamı seviyesinde 2.cumhuriyeti temsil ettiğini söyleyebiliriz.bu durumun gerçek bir barışın engeli olmasına rağmen kürt özgürlük hareketinin 100 belediyeyi 250 ye çıkarması ile sonuçlanacağını daha öncede yazmıştım.asıl sorun kürtlerin özgürleşmesinin türkiyenin özgürleşerek insanlık ailesine katılması ile mümkün olacağını fark eden kürt hareketinin sistemin onu hapsetmeye çalıştığı etnik kimliğnden çıkaracak ulusalcılığı reddeden evrensel özgürlükçü projelerle toplumsal muhalefetin devrimci cephesinin dinamiği olduğunu sistem mağdurları ile paylaşması olacaktır.

  54. özgürlükçüyü kutluyorum

    Ozgurluk sorunsalinin kurt mucadelesi temelinde halkin öz direnis guclerini aciga cikarma cercevesinde verilen bunca ugrasin sonunda geri zekalililarin geri zekaliliklarini kurt ulusal soven ve sovenist ve kokusmus agaci ve tasaron mucadelesini bir devrimci hareket ve yiginlarin ozgurlesmesi mucadelesi sayarak donusum evrelerinin baslibasina beri temeli ortaya konuldugunda, AKP-CHP-MHP ve herkes dahil de sadece BDP olmayan diger guclerin karsi devrimci kemalist ve kadim devlet ve yok etme ve imha politikalari çerçevesinde basbasa birakip kendi komplolari içinde bogulmakla birlikte gidip de anarsi ile kaosla dünya tecrubesiyle ugrasmaya ne gerek var diyerek dunyanin en ileri, en gelismis ve tüm dunya halklarina ornek, evrenselci, kasri kancolu, licede eroin laboratuvarli ve irandan afyon dopingli ve mafyaci buldan aileli ve bodrumda mojitolu batmanli manitali bengi yildizli ve kendisi multimilyarder bir devrimci olan milano giyimli, gucci ayakkabili sirri sarkikli ve miras kavgasi yapan sakik aileli ve hepsi han hamam ve apartman sahibi ve agali ve beyli ve haremli ve köleli ve yuzbinlerce donum toprak sahibi ile birlikte devrimciligi kumda oynayip bulutlari seyrederken kesfeden ve ozgurlukten bahseden pek akilli, pek fesatlananan, hep cesetlenen ve sinifsal hamamda keselenen ve acemi nalbantin nalbantligini ogrendigi yerde devrimcilik ogreten ozgurlukçu beyi de ben kutlayarak kendisine en çok kutlanan ve kurtlanan ne kadar kolay ve çok basitçi kurtlerin kurtulusu turklerin insanlik ailesine katilmasiyla olur diyerekten ve insanlik ailesi de nedir diye sorup, neredeyse bu sinemada aile yeri, amerikan ailesi mi, fransiz ailesi mi, yorgo bush ailesi mi, kime sarkti Sarkozy ailesi mi nedicilere de agizlarinin payini vererekten bizleri halisunasyondan kurtardigi için pek pepek tebrikler.

  55. özgürlükçü

    yine fesatlandın casus.sende amirlerinden umudunu yitirip özgürlükçü devrimcilere bilinç altından yaltaklanıp geçmişiyini tüketmek istiyen birinin pisikolojisini hissediyorum demekle haklı çıktım.yukarda ettiğin hakaretlerinin çok niteliklisini yapan yeni şafak gibi yayınlara değil hala burda olduğuna göre seninde kulağına kar suyu kaçmış.dikkat et körle yatan şaşi karkar.daha önce dediğim gibi kürt özgürlük hareketi yada blo bileşenlerini sen tarif etme onlar kendilerini fırsat ver kendi tarif etsin.ne kadar haklı bir tesbit olduğu senin aşağılayıp hakaret etmeye çalıştığın hareketi cengiz bey kürt olmadığı halde çok daha objektif tarifiyle olumlamıştır o yoruma gıkın çıkamayınca beni ironiyle karışık eleştirirken bile tavan yapan milli duygularını sistemin 80 yıllık öğretilmiş yalanları ile suçladıkların toplumsal muhalrfrtin asıl dinamiği olup belkide seninde gelecek beklentilerini gerçekleştirecek değişim dönüşüm ve devrimlerin özgürlükçü organizasyonuna söylediklerinle utanacağın hiç aklına gelmiyor.insanlık ortak özgürlükçü demokratik değer ve birikimleri deyince şaşırmana şaşırmadım tarihsel materyalizm ve toplumlar tarihini bilmemen insanlığın bu gün ulaştığı evrensel değerleri anlamamana neden olabilir.benim elimden bir şey gelmez ne desem taş kafan almayabilir bu birikimleri anlaman bizzat kendi hayatında yaşayarak öğrenebileceğin birikim olacağı için asıl iktidar ve hegomonyayı sahibi halka devreden demokratik özerklik gibi programlarla amirlerinin emperyal hedeflerde kemalizmin soslu devamı asıl kemalist benim diyen hatta m.kemali örnek alıp ikimci kemalim deyip savunan rte amirinin programı ile karşılaştırınca anlayacaksın.sende haklısın kaç kez önünden ye dedim demekki eski amirlerinin önünde birşey kalmamış bizi bırakamadın.meclis açılınca akp-chp-mhp ittifakı ile sistem alternatifi toplumsal muhalefet mücadelesini görünce sende anlayıp yukardaki yazın için kendinden utanacaksın

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑