Bizim kuşak açısından faşizmi en çok sembolize eden simgelerden biri, askerlerin kaz adımlarıyla yürümeleriydi. Kazadımları, özellikle törenlerde ya da gösteri gerektiren askeri ritüellerde kullanılan bir askeri yürüyüş biçimiydi. Asker yürürken, bacağını yere paralel gelecek biçimde yukarı kaldırmak zorundaydı. Hani, nasıl bir şeymiş diye denemeye kalksanız kesinlikle başarısız olacağınız ölçüde zor ve gayritabii bir yürüyüş biçimiydi bu.
Ne var ki, o dönemde farkında olmasak da, daha sonraları, “Kurtuluş Savaşında” kurulduğunu farz ettiğimiz Türk ordusunun da aynı ritüele tabi olduğunu, daha da kötüsü, Sovyet devrimiyle kurulduğunu sandığımız Kızıl Ordunun da kaz adımlarıyla tören yürüyüşü yaptığını fark ettik. Bunu neden bu kadar geç fark ettiğimiz ayrı bir konudur elbette. Bu bilinen bir ilüzyondur. İnsan sevdiğinin kusurlarını görmez.
Kazadımlarını görmemek bir ilüzyonun sonucudur. Peki, “kazanım” sandığımız şeylerin aslında kazanım falan olmayıp, tersine boynumuza asılmış birer yük olduğunu görmemek neyin ürünüdür? Kanımca bu da bir kendini aldatmanın sonucudur. Eğer öyle değilse, farklı sınıfların farklı çıkarlarının yol açtığı farklı bakışların ürünüdür.
Melih Pekdemir’in (Birgün, “Kemalizm, Anti-Kemalizm ve Hatta Anti-anti-Kemalizm”, 15 Kasım 2009) kazanım olarak gördüğü Cumhuriyet ve Laikliğin yaşadığımız toplumun koşullarında toplumsal devrim mücadelesi açısından (devrimciler bu açıdan değerlendirirler) bir kazanım olmadığından söz etmek istiyorum. Pekdemir, yazısının son paragrafında Cumhuriyet ve Laikliğin korunması gereken kazanımlar olduğundan söz etmiş de. Öyle midir gerçekten?
Bu her ülkeye, her toplumsal ve tarihi duruma göre değişebilir. Örneğin 1936 İspanya’sında “Cumhuriyet” kısmen toplumsal devrimin yolunu açtığı için savunulması gereken bir şeydi o an (elbette kısmen toplumsal devrimin yolunu tıkadığını da unutmamak gerekir ama o anda savunulması gerektiği bir gerçektir). Ama 1925 Türkiye’sinde durum hiç de böyle değildi. İktidarı tepeden inmeci zorba bir klik ele geçirmiş, cumhuriyet adı altında kendi diktatörlüğünü dayatıyordu ki, bu klik, geçmişteki monarşist İttihat ve Terakki’nin tüm suçlarına bulaşmıştı ve onun devamıydı.
1925 Türkiye’sinde cumhuriyet, takrir-i sukûn kanunlarıyla, İstiklal mahkemeleriyle, polisle, jandarmayla halkın, Osmanlı döneminde tanımadığı ölçüde büyük bir devlet baskısı altına alınmasından başka bir anlama gelmiyordu. Laiklik denen şey ise, dini merkezi devletin tam denetimine almak ve yeni bir devlet dini yaratarak devletin ideolojik hakimiyetini perçinlemekti. Bunların neresi kazanımdır allahaşkına. Daha doğrusu bunların neresi toplumsal devrim için kazanımdır. Burjuvazinin diktatörlüğü açısından bir kazanım olduğu tartışılmaz bile.
Cumhuriyet ve laikliğin, bırakın toplumsal devrimi, “demokrasi” açısından bile bir kazanım olup olmayacağı, somut koşullara bakılarak saptanmalıdır. Arap ülkelerindeki Baas yönetimleri, aynı 1925 Türkiyesinde olduğu gibi cumhuriyetçi ve laikti; bunların başında da Saddam yönetimi geliyordu. Bu rejimlerde demokrasinin kırıntısını bile bulmak mümkün değildir. Bunun en canlı örneği İran, Suriye ve Libya gibi ülkelerdir. Her birinin başında, adı cumhurbaşkanı olan birer zorba oturmaktadır ve bu zorbalar padişahları bile aratmaktadır.
Öte yandan, toplumlar, görünürdeki hangi devlet biçimi geçerli olursa olsun normal evrimlerini yaşamaktadır. Onların demokratik ülkeler olup olmadıkları bu evrimleriyle belirlenmektedir, yoksa görünüşteki devlet biçimiyle değil. İngiltere, Hollanda gibi ülkeler görünüşte krallıkla yönetilmektedir ama aslında bunlar bildiğimiz burjuva parlamentarist rejimleridir ve demokratik haklar bu ülkelerde, cumhuriyetle yönetilen birçok ülkeye göre çok daha gelişmiştir. Marx’tan çok söz ediyoruz ama ondan hâlâ öğreneceğimiz şeyler var demek ki. Toplumların ana karakterini üstyapı değil, altyapı belirler. Kaldı ki, yönetim şekli, toplumun üstyapısının sadece küçük bir kısmını oluşturur.
Kazadımlarıyla yürüyen bir kazanımın bize ait olmadığını, toplumsal devrimin kazanımı olmadığını saptamalıyız ki, üstümüzdeki baskının nedenlerinden biri olan yapılar için boşuna emek harcamayalım.
Gün Zileli
27 Kasım 2009
Ilımlı İslam Cumhuriyeti kurulunca kazanımımız mehteran yürüyüşümü olacak ?
zorunlu din dersinin, diyanet işleri başkanlığı kurumunun bulunduğu, sadece sünni müslümanların bayramlarının resmi tatil olduğu, müslüman olmayan insanların nüfus mübadelesi ile şutlandığı bir ülkenin laik olduğunu söylemek için kemalist olmak lazım. getirilen gerçek bir laiklik değildi, sadece dinin devletin kontrolü altına sokulmasıydı.
Gayrımüslim yurttaşlarına bakanlık, hatta ordu komutanlığı gibi
görevlere yükselme imkânı tanıyan Irak, Suriye ve Mısır gibi ülkelere oranla Türkiye Cumhuriyeti, bu anlamda, yeryüzünün en az laik ülkelerinden biri olma niteliğini arzetmektedir.
http://www.nisanyansozluk.com/book/book_32.pdf
o ülkelerde, yahudi, ermeni, rum ordu komutanları mı varmış?
“İçerip aşmak” kavramını bilmeyenler veya unutanlar için eğitim şart! Eğitime buradan başlayabilirler: http://fkf.org.tr/fkf-seminerleri-basliyor.html
FKFnin ne oldugu belliydi zaten. Icerip asmakla “Elestirel elestirinin elestirisi” arasindaki zitlik gun yuzune cikmali bir an once.
M.kemal padisahcilardan iyidir iyi..
M.kemal Saddam,libya,iran degildir..
M,Kemal bilimi savunur dini degil,demokrasiyi savunur diktatörlügü degil,laikligi savunur,kadin erkek esitligini savunur,modernlesmegi savunur..
Düsünce sistemi budur.. yapilanlar farkli olsada..
M. kemali kemalistlere birakmak hatadir. Dincilere yedirmekte hatadir..
Yaw he he… Diyalektik cehaleti alır, goygoyculuk baki kalır (süreklilik-kopuş diyalektiği).
Sosyalizmin ABCsinden diyalektik (olmayan) evrim, Afanesiyev’den SSCB soslu metafizik kurallar, Politzer’den boslukta sallanan sacma fizik ve onlardan cikma stalinist soslu kemalist anti-3. tezcilik. Ya seni kim egitecek bebe?
Yusuf Cemal’in mantıksal dizgesi (özet):
HTKP ve KP => Stalinisttir bunlar => Politzer, Stalin, Afanasiyev, Zubritski, Kerov, Mitropolski, Nikitin vs.den başka bir şey okumazlar.
FKF => Öğrenci => Yeni yetme / bebe => Hiçbir şey bilmezler!
Daha mantıksal tek bir dizge kullanmadım. Yalnızca 5 nolu anonimin “içererek aşma” şeklinde formüllendirdiği, diyalektikten falan değil, kemalistleri “Evet, haklısınız, ama…” şeklinde 20 yıllık SİP/TKP/1)HTKP2)KP fırsatçılığıyla kazanacağını sanma ucuz taktiğinden kaynaklanan tezini trolledim.
Bu arada FKF bebe değil, Anonim 5 ve 8 bebe. Çünkü her bebe, sanki Kurandan alıntı yapıyormuş gibi diyalektik ilkeleri olduğunu düşündüğü şeyleri iki de bir analizinin içine koyar, onları öne çıkarır, adlarını sayıklar, onlara referans verir, onlarla “rüyasında tartışır”, daha olgun olanları onlardan bahsetmedikleri için ilkelerden sapmayla suçlar. “İki saattir konuşuyoruz, bir kere bile Atatürk demedik!” gibi mesela. Yaşla ilgili değil yani. Eeee sırf Nikitin’den Ekonomi Politik okuyup, adamın kıvırmalarını farketmezsen onun gibi papağan olursun, normal yani.
http://fkf.org.tr/fkfden-1923-devrimi-ve-turkiyede-cumhuriyetciligin-kokenleri-semineri.html