Katyn Ormanı (Mustafa Yılmaz)
“Sovyetler Birliği’nde XX. yüzyıl boyunca, önce İç Savaş, sonra da “Büyük Terör” yıllarında repressiya kurbanları için ülkenin her köşesinde toplu mezarlar kazıldı. Binlerce insan hayattan silindi gitti… Asırlık toplumsal geleneklerde somutlanan insanca defnedilme ve çocukları tarafından hatırlanma hakkından mahrum bırakıldılar. Bu toplu mezarların tamamı olmasa da bir kısmı 1990’ların başından itibaren gün ışığına çıkmaya başladı. Sovyetler Birliği’nde XX. yüzyılın ortasında yaşanan o korkunç toplumsal felakete kurban verilenlerin anılarını kolektif bellekte yaşatmak için yoğun bir faaliyet içine girildi… Katyn Anıt Mezarlığı Stalin diktatörlüğünün kurbanlarına adanmış Rusya Federasyonu’ndaki ilk uluslar arası anıt oldu…”
(Anıt mezarlığın arşivinde yer alan “Katyn Ormanı Tarihi” başlıklı makaleden)
Dört gündür Rusya’nın bir ucundan diğerine usul usul ilerleyen İrkutsk-Minsk treninin yolculuğuna, Cumayı Cumartesiye bağlayan gece, saat 01.45’te Moskova Belorusski Garı’ndan katılıyoruz. İstikametimiz Smolensk, Katyn Ormanı.
Kompartımana yerleşmeye çalışırken koridorda gözüme yaşlı bir adam ilişiyor. Cam kenarına dikilmiş aheste aheste burnunu karıştırmakta. Üzerinde Stalin’in ünlü pozlarından birinin basılı olduğu siyah bir tişört var. “Eh,” diyorum kendi kendime “bu yolculuğun başlangıcı bundan daha iyi imlenemezdi.”
Vagon görevlileri yatak takımlarını getirir getirmez yatıyoruz. Olabildiğince dinlenebilmek ümidiyle uykuya dalıyorum…
Sabah saat 07.00. Hava çoktan aydınlanmış. Pencereden bakınca engebeli arazi üzerinde yemyeşil bir bitki örtüsü yüzüme çarpıyor. Bizim Akdeniz yeşili gibi değil yine de, biraz daha solgun. Mor kır çiçekleri raylara paralel ilerliyor. Fotoğraflamak istiyorum ama kimseyi uyandırmadan makineyi sırt çantasından çıkarmama imkan yok. Herkes uyuyor.
07.30 civarında Smolensk’ten önceki son istasyon olan Kolodnya’dan geçiyoruz. Valentina uyanmış. Şehre ulaşmadan kahvaltıyı aradan çıkarıyoruz.
Smolensk Sovyetler Birliği’nin 12 “kahraman şehrinden” biri. Bu sıfat 1941-1945 aralığında Alman işgaline karşı sıkı bir direniş gösteren 11 şehre ve Brest Kalesi’ne savaş sonrasında verilen bir ünvan. İstasyona adımımızı atar atmaz bu menkıbeler levhalar, tabelalar vesairelerle varlıklarını hissettirmeye başlıyor. Çıktığımız tarafta demiryolcu partizanların adlarınının işlendiği mermer bir levhayı görüyorum ilk. Almanlar öldürmüş. Bir sonraki levhada Kalinin ve Kollontay’ın adları. 1919’da birkaç ay arayla burada halka hitap etmişler. Kalinin 1933’te bir kez daha kürsüye çıkmış aynı yerde. 1940 ilk baharında kendisi değil ama imzasını göreceğiz Katyn’de.
Katyn Smolensk’e 20 kilometre mesafede bir köy. Aynı isimde Dinyeper’le birleşen bir dere ve yine Dinyeper’e yaslanmış bir orman var. Tarihe geçen kanlı kıyımlar işte bu ormanda gerçekleşiyor. Rus hükümeti Polonyalılarla birlikte 2000 yılında burada bir anıt mezar kompleksi inşa etmiş. Bugün Katyn denildiğinde akla ilk işte bu anıt mezarlık geliyor.
Ormana taksiyle gitmek de mümkün, fiyatlar Moskova’nın çok altında. Bu seçeneği dönüş yoluna saklayarak, gidiş için toplu taşımayı tercih ediyoruz. Otobüs terminali tren garına yakın. 101 numaralı Smetanino otobüslerine binmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Bir sonraki sefer 08.50’de. Aracımız on dakika gecikmeli yanaşıyor perona.
Haber vermesi için ricada bulunduğumuz kadın muavin “Bir sonraki durak!” diye uyardığında saatlerimiz 09.40’ı gösteriyor. Otobüsten iniyoruz. Muhteşem güzellikte bir hava karşılıyor bizi. Yayla serinliği. Birkaç derece daha serin olsa Sertavul diyeceğim. Anlaşılan anıt mezarın çalışanları da bizimle aynı otobüste. Önce onlar geçiyor karşıya. Kompleksi birlikte açacağız. Karşıya geçerken girişin sağ tarafındaki yeni kilise inşaatını görüyoruz. İşçiler çoktan işbaşı yapmış. Elektrikli testere ve çekiç sesleri ormanın en derin yerinde bile bize eşlik edecek.
Ormana girerken iki yapının arasından geçiyoruz. İlki anıt mezarlık müzesi. Biraz ilerdeki yapıda ise “Muzaffer sosyalizmin ülkesinde 1937 yılı – Sovyetler Birliği döneminde Smolensk’in tarihi” sergisi var. Erken geldiğimiz için henüz ikisi de kapalı. Onları en sona bırakarak ormanın kalbine yöneliyoruz.
Yol üstünde bizi ilk olarak bir ray parçası üzerine yerleştirilmiş bir vagon karşılıyor. Andrzej Wajda’nın filminde gördüklerimize benziyor. 1920-1950 arasında “repressiya”ya, yani devlet terörüne maruz kalmış tutukluları ve sürgünleri Sovyetler Birliği’nin bir ucundan diğerine taşıyan temel toplu taşıma aracının bir örneği bu vagon. Moskova Demiryolu İşletmelerinin anıt mezarlığa hediyesi.
Vagondan hemen sonra kompleksin tarihini anlatan bir pano geliyor. Resimlere göz gezdiriyoruz. Mezarların 1943’te Naziler tarafından bulunuşu, dünyaya duyuruluşu, 1944’te Sovyetler’in yaptığı kazı, Polonyalıların katili olarak Nazilerin ilan edilişi, uzun süre ormanda dikili duran “Burada, Katyn Ormanı’nda 1941 sonbaharında 11,000 Polonyalı savaş esiri subay ve asker Hitlerci katiller tarafından kurşuna dizildi. Kızıl Ordu Askeri! Onların İntikamını Al!” tabelası, 1990’lar ve sonrası…
Panonun solunda küçük bir tepeciğin üstünde granit bir levha görüyoruz. Üzerinde “Burada 1943 Mayısında Hitlerciler 500’den fazla Sovyet savaş esirini yok etti” yazıyor.
Devam ediyoruz. Yol üçe ayrılıyor. Yerde “Polski Cmentarz Wojenny KATYŃ” yazısı: “Katyn Polonya Askeri Mezarlığı”. Her yerde semboller. Solda Katolik usulde bir açık hava kilisesi, yerde dev ölçülerde metalik askeri nişanlar… Derken dökme demir levhalarla kaplı bir yarım duvar çıkıyor karşımıza. Polonyalı subaylara ait bölümündeki bütün metaller gibi, bu levhalar da paslanmış veya paslandırımış. Yaklaşık dört bin subayın adlarının işlendiği duvar Polonya mezarlarını çepeçevre dolanıyor. İsimlerin peşine düşüyoruz. Wajda’nın babasının da burada yattığını biliyoruz. Alfabetik sıralama işimizi kolaylaştırıyor: “Kpt. Karol Erazm Wajda. Ur. 3.X.1900 Krakow. Oficer mob. 75 pp 1940.”
Yığınla Leh soyadını bir arada görünce aklım Nazım Usta’nın Lehistan Mektubu‘na gidiyor ister istemez. “Olabilir mi acaba” diyerek “B”lerin olduğu duvara yürüyorum ve aradığım levhayı buluyorum. Katyn’de bir Borjenski: “Kpt. Wiktor Edmund Borczyński. Ur. 17.X.1906. Wrzesnia. Wykładowca w SPRArt. 1940.” Nazım’dan dört yaş küçük. Borczyński Polonya’da ne kadar sık rastlanan bir isim, bilmiyorum ancak bu yüzbaşı Nazım Hikmet’in akrabası çıksa ne tuhaf olurdu diye düşünüyorum. Bir yandan da, ustanın mektupta Cerjinski’ye düzdüğü övgülerin karşısına bu paslı levhayı diktiğimi hayal ediyorum. O da bakıyor, “Evet, bu şiiri elden geçirmek gerek” diyor. [1. not: Moskova’ya dönüp Internetin başına oturduğumda hafızamın, daha doğrusu “uykusuz geceleri Borjenski‘nin” ifadesinin beni yanılttığını anlıyorum. Çünkü Nazım’ın dedesinin soyadı Borczyński değil, Borzęcki idi.]
Hayalleri bir kenara bırakıp toparlanıyorum. Polonyalı savaş esirlerinin enselerine kurşun sıkılıp içlerine yuvarlandıkları çukurlar burada. Toprağın üstü ağır metal plakalarla kapatılmış. İnsan düşünüyor: Muhtemelen hiçbiri kafasını kaldırıp gökyüzüne bakamamıştır. Tıpkı filmindeki gibi gözünü az evvel çukura yuvarlanan arkadaşından alamamıştır ömrünün son birkaç saniyesinde. Bizde ne öbür dünya inancı, ne de edecek dua olduğuna göre onlar adına bir kere işte tam bu noktada mavi göğe baksak kafidir diye aklımdan geçiriyorum.
Anıt mezarlığın sonraki kısmı, bir öncekinden çok daha gösterişsiz olmasına rağmen, konunun bizdeki meraklıları için yeni ve şaşırtıcı bilgiler sunduğu kanısındayım. Katyn adı popüler kültürde Polonyalı savaş esirleri ve onların Naziler mi, yoksa Sovyetler tarafından mı katlediği “muammasıyla” özdeştir. Ancak Katyn Ormanı, 1940 ilkbaharında Sovyetler tarafından (Birkaç Halaçoğlu muadili Rus dışında artık bir kenara bırakılan resmi Sovyet versiyonuna göre sonbaharda Naziler tarafından) öldürülen Polonyalı ve 1943 Mayısında Almanlar tarafından öldürülen Sovyet savaş esirlerinin yanı sıra 1937-1938 yıllarında NKVD’nin boğazladığı yaklaşık yedi bin (FSB arşiv kayıtlarına göre 2988’inin ismi belirlenmiş) Sovyet vatandaşının da mezarı! Tarihsel sıralamayı gözünüzün önüne getirince farkına varıyorsunuz: Katyn Ormanı Alman işgaline kadar NKVD’nin kontrolünde. Burası -kelimenin tam anlamıyla- onların evi!
Bu noktada biraz durup bir kez daha “Katyn Ormanı Tarihi”ne dönelim:
“Belgeler, 1920’lerin sonundan itibaren Katyn Ormanı’nın, Smolensk’in işkence odalarında öldürülen Sovyet vatandaşlarının gizlice gömüldüğü bir mezarlık olduğunu ortaya koyuyor. Bu durumu dolaylı yoldan doğrulayan bir olgu da orman arazisinin bir bölümünün OGPU Batı Bölgesi Yönetimi’nin tasarrufuna devredilmesi ve Dinyeper’e bakan Kozyi Gory’de “NKVD Yazlığı” olarak adlandırılan binanın inşasıdır.
Başlangıçta NKVD’nin Smolensk biriminde çalışan yöneticiler için dinlenme yeri olarak inşa edilen bu yazlık, 1930’ların ortalarına doğru elden geçirilerek çeşitli işler için kullanılmaya başlandı ve Katyn Ormanı’na giriş kapatıldı.”
Konuyla ilgili başka makaleleri de okuyunca bu durumun sadece Smolensk NKVD yönetimine özgü olmadığını görüyoruz. 1940 baharında Polonyalı tutsakların öldürüldüğü Harkov, Kalinin gibi yok etme merkezlerinde de bu işlem cezaevlerinin yanı sıra NKVD’ye ait arazilerde gerçekleştiriliyor. Bu mekanlar 1920’lerden beri bu tip işler için kullanılagelmekte. Yani bir nevi uzmanlaşma, aşinalık ve alışmışlık söz konusu. Katyn, daha ortada İkinci Dünya Savaşı ve Naziler yokken Sovyet güvenlik örgütlerinin her köşesini avuçlarının içi gibi bildiği bir mezarlıktan başka bir şey değildi!
Kaldığımız yerden devam edelim. Anıt mezar yetkilileri, Katyn’de gömülü Polonyalılarla ilgili gizli saklı bir şey kalmadığı düşüncesinde. Ancak Sovyet yurttaşlarının durumu daha farklı. Smolensk’te kurşuna dizilen ve Katyn’e gömülen yaklaşık 7000 respressiya kurbanından 3000 kadarının isimleri belirlenmiş ancak kim nerede yatıyor, henüz tam olarak bilinmiyor. Bu yüzden anıt mezarlığın bu kısmına platformlar inşa edilmiş. Toprağa basmadan bu platformlar üzerinde yürüyebiliyorsunuz. Bununla birlikte birkaç mezarın yeri belli. Basitçe etrafını çevirmişler. Polonyalı subayların yattığı yere göre nispeten sadeler.
Katyn o kadar güzel bir yer ki, bir süre sonra nerede olduğumuzu, niye geldiğimizi unutup doğayı seyre dalıyoruz, ağaçkakanları fotoğraflıyoruz. Hatta kendimizi iyice kaptırıp yaban çileklerinin ve yaban mersinlerinin peşine düşüyoruz, kuzey iklimine özgü sivrisineklerse bizim. [2. not: Dört yerimden ısırıyorlar. Sağ elim bir süre sonra şişiyor. Üç gün balon gibi bir elle geziyorum. Görenler arı soktu sanıyor. Üstünden bir hafta geçmesine rağmen hala sızlıyor.]
Ormandaki gezimizi tamamladıktan sonra, sıra müze ve sergi salonuna geliyor. Önce 1937 sergisine giriyoruz. Sovyet güvenlik birimlerinin arşivlerinden bazı belgelerin kopyaları, fotoğraflar, mektuplar, afişler, gazete kupürleri, kitaplar ve kişisel eşyalar sergileniyor. Smolenskli şu veya bu yurttaşın hayatındaki en talihsiz yıl olan 1937’de devletle karşı karşıya gelişlerini, daha doğrusu devletin yüreklerinin üzerine çöküşünü işaretliyor bu şeyler.
Sergilenen mektupların bazılarına kurbanların şaşkınlığı damgasını vurmuş. Kendilerine neyin çarptığını anlayamamış gibiler. Umutsuzca kocalarının, kardeşlerinin, akrabalarının halk düşmanı olmadığını yetkili makamlara anlatmaya çalışıyorlar. Sonuç elbette ki olumsuz.
Suçlamaların ipe sapa gelmezliği de ayrıca dikkat çekici. Dün Moskova-Minsk otoyolu inşaatı projesinin başına getirilen bir mühendis, bugün “faşist ajanı troçkist-buharinist sağ sapmanın” bir parçası olmuş “bir halk düşmanı” damgasını yiyiveriyor. Bu damgayı bir kere yemek, mühendisin kendisi için idam, geride bıraktıkları içinse sürgün, aşağılama, yoksulluk ve sefalet demek.
Katyn Ormanı’yla bir şekilde ilişkili olan serginin bir ucu da Vyazemlag’a uzanıyor. Vyazma Islah ve Çalışma Kampı. Bir gulag. Moskova-Minsk otoyolunu 1936 Şubatında kurulan bu kampın “sakinleri” inşa ediyor. Vyazemlag da diğerleri gibi NKVD yönetiminde. 1936-1938 arası nüfusu 12,000 ila 56,000 arasında değişen kampta zorla çalıştırılan çok sayıda Smolenskli var.
Sergide ayrıca Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşasını öven devlet kaynaklı materyallere yer verilmiş. Propaganda afişleri, Stalin’in söylevlerinden alıntılar… Materyallerde dün “Iskra” ile çakılan kıvılcımla başlayan yolda bugün sosyalizmin inşasının tamamlandığı ve artık sıranın komünizme geldiğinden bahsediliyor. Bir söylev alıntısında “insanın insan üzerindeki sömürüsünün ortadan kaldırıldığı” müjdeleniyor.
Sergilenen tüm eşya sözünü işte tam bu anda söylüyor: Stalin ve cellatları sosyalizmin inşasının tamamlandığını ilan ederken Sovyet yurttaşları, işçiler, köylüler, sanatçılar, mühendisler, kadınlar ve erkeklerin kalpleri Vyazemlag’la Katyn arasında sallanan sarkaçla birlikte güp güp ediyor! Eskiden “Stalin’in 1937’de sosyalizmin inşasının tamamlandığını ilan edişi propagandadan ibarettir. İçi boş bir böbürlenme ve meydan okumadır.” şeklinde düşünürken, bu sergiyi ziyaretimden sonra anlamış durumdayım ki, Stalin ve SBKP propaganda peşinde değillerdi. Sosyalizmden anladıkları buydu! Kırsal emeğin kolektif çiftliklerde birleştirilmesi, sanayileşme, tek parti iktidarı, bütün bunlara ayak direyenlerin ya da direneceğinden şüphe edilenlerin ve yakınlarının fiziki imhası ya da köle olarak imar işlerinde kullanılması. Hepsi bu. Ve evet, bütün bunlar “başarıyla” gerçekleştirildiğine göre sosyalizmin inşasının tamamlandığı ilan etmekte bir sakınca yoktur!
[3. not: Bu blogda geçen yıl çevirisini yayınladığım “Ön Görüşme” adlı bir Rodyon Beryozov öyküsü var. Beryozov’un kahramanı işgal zamanı Naziler tarafından çalıştırılmak üzere zorla Almanya’ya götürülen bir Sovyet köylüsü. Öykünün bir yerinde Amerikalı mülakatçının “Almanya’ya gelişiniz nasıl oldu? Gönüllü mü geldiniz, yoksa buna zorlandınız mı?” sorusunu şu şekilde cevaplıyor köylü: “Gönüllü nasıl gelelim? Kendi isteğiyle kim kurtulabilmiş ki oradan? Almanlar zorla getirdiler, ama gene de sağ olsunlar, bizi o bok çukurundan çıkarmış oldular.” Bu kısmın çevirisini yaparken kendisi de bir göçmen olan Beryozov’un biraz haksızlık ettiğini, Sovyetlere olan hıncını “Almanlar sağolsunlar” diyerek almaya çalıştığını düşünmüştüm. Belki öykünün mizah tonunu arttırmak için kullanmıştı bu ifadeleri. Ancak bu öyküyü bugün tekrar okuduğumda bu kısım bana kesinlikle abartılı gelmiyor.]
Sergi binasından çıkıp müzeye geçiyoruz. Tek salondan ibaret olmasına rağmen son derece heyecan verici bir mekan. Küçük camekanlarda Polonyalı subayların üzerinden çıkan eşyalar sergileniyor. Gerçekler. Mezarların üstüne dikilen haçlardan, anıtlardan, sergilenen fotokopi belgelerden daha çok yaklaştırıyor üzerine dikilmiş gözleri sahiplerine. Gözlükler, saatler, düğmeler, küçük kerpetenler, makaslar, bozuk paralar, krem kutuları, çakılar, tıraş takımları, çakmaklar… Anıt mezarlığın Internet sitesinde yayınlanan bazı belgelerde subaylara ait günlüklerden bahsediliyor. Wajda’nın filmini izlediğimde günlüğün bir yönetmen kurgusu olduğunu düşünmüştüm. Halbuki kazılarda ortaya çıkmış filmdekine benzer birden fazla günlük var. Ama ne yazık ki hiçbiri bu camekanlarda sergilenmiyor. Muhtemelen hepsi Polonya’da.
Salonun bir köşesi Sovyet yurttaşlarına ayrılmış. Burada gömülü olduğu tespit edilen üç bin kadar Smolensklinin adı listelenmiş. Benim Nazım’la birlikte aklıma gelen şeyi, Valentina kendi akrabaları için düşünüyor. Memleketi Mogilyov, Smolensk’e pek uzak sayılmaz. “Acaba listede bir Lapistkiy var mıdır?” Evet. “Nikandr Vasilyeviç Lapitskiy, 1883 doğumlu, Rus. Arabacı. 2 Ocak 1938’de kurşuna dizildi.” Polonya – Beyaz Rusya – Rusya üçgenine dağılmış Lehçe kökenli bir soyad Lapitski. Valentina “Küçük bir ihtimal” diyerek üzerinde fazla durmuyor. O listeyi karıştırmaya devam ederken ben de müzenin ziyaretçi defterini elime alıyorum. Önümdeki ciltte 2010’dan bugüne gelen kayıtlar yer alıyor. Düşen her uçakta Türk arayan bir basınla büyüyen nesilden olduğum için mi, yoksa kendi Katynleri, Kasaplar Dereleri, Deyrizorları hala sıkı sıkıya suskunluk ve inkar örtüsüyle sarıp sarmalamış toprakların bir evladı olduğumdan mı bilmem, Türkçe konuşan birinin Katyn Ormanı’nda ne hissettiğini ve bunları nasıl yazıya döktüğünü merak ediyorum.
Defterde Türkçe iki kayda rastlanıyor. İlki Bergamalı bir öğrenci grubu adına hocaları tarafından kaleme alınmış. Hoca yazısını “İnsanların kandırılması çok acı” diyerek bitirmiş ancak bağlama bakarak ne ima ettiği belirsiz. İkinci notun yazarı yine İzmir’den ve muhtemelen aynı kafileden. “Gördüklerimiz gerçekten acı ve üzücü. Bir daha yaşanmamasını diliyorum” demiş kısaca.
Toplu mezarın Rusçası “bratskiye mogily”, yani “kardeş mezarları”. Bu deyimi Katyn için de kullanıyorlar ancak ifadenin semantiğinde ilk anda çağrıştırdığı gibi bir “halkların kardeşliği” vurgusu yok. Ama yine de, Katyn’i, ataları asırlar boyunca sorun yaşamış iki halkın evlatlarının yan yana yattığı bir kardeş mezar olarak düşünmek benim hoşuma gidiyor. Devletlerin desteğiyle ya da değil, iki halkın, acılarını aynı yerde dindirme gayretini -ve kısmen de başarısını- takdir ediyorum. Darısı bizim kardeş mezarlarımızın başına.
1 Temmuz 2011, Moskova.