Dün İstanbul Özgür Üniversite’de, Arif Arslan’la benim sunuşunu yaptığımız, “Politik Filmler” görsel-seminerleri çerçevesinde, Andre Wajda’nın 2007 yapımı Katyn filmini seyrettik.
Filmin sonunda seyredenlerin üzerine öylesine ağır bir hava çökmüştü ki, konuşmakta gerçekten zorlandığımı hissettim.
Filmde, 1940 yılının Nisan ayında, Hitler-Stalin paktı henüz devam ederken ve Polonya, bu paktın gizli bir anlaşmasına göre Naziler ve Sovyetler Birliği tarafından ortadan kaldırıldığı sırada, Sovyet işgal güçlerinin eline düşen Polonya ordusunun subaylarının, Stalin’in ve Politbüro’nun emriyle, Katyn ormanlarında katledilişini konu alıyordu. Yönetmen Andrei Wajda’nın babası da öldürülen Polonyalı subaylar arasındaymış. Arif Arslan’ın belirttiğine göre, babası öldürülenlerin arasında olan ve her kapı çalınışında “babam geldi” diye kapıya koşan filmdeki kız çocuğu aslında Wajda’yı temsil ediyormuş.
Burada filmi anlatacak değilim ama sadece tarihi bir olayı büyük bir gerçekçilikle aktarmasıyla değil, Katyn’in film karakterleri ve sinema anlatımı bakımından da mutlaka seyredilmesi gereken bir film olduğunu belirteyim. Yukarda sözünü ettiğim, üstümüze çöken ağırlığın nedeni üzerinde durmak istiyorum burada. Filmin son on beş dakikasında bir geriye dönüşle (çünkü katliamdan sonra olanlara ilişkin çok önemli sahneler vardı) katliam, öldürülen subayın karısına gizlice teslim edilen not defterindeki anlatımlarla doğrudan doğruya aktarılıyor. Burada anlatılanlar, aşağıya aldığım, bu sitede daha önce yayımlanmış, Stalin’in infazcısı General Vasili Blokhin’le ilgili olarak Wikipedia’da anlatılanlara bire bir uymaktadır.
Filmi seyrettikten sonra yeniden düşündüm. Nasıl oluyor da böylesi katliamlar yıllar yılı gizlenebiliyor, perdelenebiliyor, hiç olmamış gibi tarihin karanlıklarına gömülüyor ya da “gereklilik”, “haklılık” gibi ideolojik gözbağlarıyla artbas edilebiliyor? Bu film 2007’de değil de, kırk yıl önce, 1967’de çekilseydi ve ben aynı filmi 1971 yılında seyretseydim ne olurdu? Stalin’in bu kan banyosunu doğal karşılar mıydım? Burjuvazinin yalanları deyip geçer miydim? Ne var canım, sınıf mücadelesi bu, onlar da bizimkileri öldürüyorlardı, bu iş karşılıklı, bu subaylar da eninde sonunda koyu Katolik karşıdevrimcilerdi mi derdim? Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum o zaman seyretseydim ne diyeceğimi. Bildiğim tek şey şu: İnsan algısı tamamen sosyal gelişmelerle ve ona bağlı olarak da insanın sosyal bilincinin gelişmesiyle bağlantılı bir şey. İsaac Deutscher’in Stalin’ini 1969 yılında okuduğumda neden hiçbir şey algılamadım, roman okur gibi okudum ve Stalin’e hayran olmaya devam ettim de, aynı yazarın Troçki’lerini 1981 yılında okumak bende birdenbire bir bilinç sıçramasına yol açtı? Çünkü 1969 yılında henüz önümde yaşanmış fazla bir deney yoktu. Coşkumuz sonsuzdu ama akılla birleşmiyordu. 1980’e geldiğimizde ise artık yirmi yıllık bir deneyim oluşmuştu ve bu işin sırf coşkuyla gitmeyeceğini, aklın ve eleştirelliğin de gerekli olduğunu kavrayacak kadar akıllanmıştım.
Her neyse. Bu yazıda esas tartışmak istediğim bu da değil aslında. Beni yıllardır düşündüren, bütün bunlar artık bilindiği, inkâr edilemez bir şekilde ortaya çıktığı, filmlerle, romanlarla ortaya döküldüğü halde hâlâ aynı yolda gidip örneğin Stalin’e toz kondurmayanların, hadi diyelim ki “toz kondurulmasına” mecburen katlansalar da, onu “devrimci liderler” panteonunda tutmakta ısrar edenlerin nasıl bir ruh halini içinde olabillecekleri, hatta hayatlarını hiçbir şey olmamış gibi nasıl normal seyrinde idame ettirebildikleridir?
Ben, 1980’den bu yana bu sorunla aktif olarak uğraşan biriyim. Bu konuda Türkçe ve İngilizce binlerce kitap, makale ve metin okumuşumdur. Yapılanları edilenleri o kadar iyi bilirim ki, daha leb denmeden leblebiyi anlayabilecek hale gelmişimdir. Buna rağmen Wajda’nın Katyn filmi beni sarsmaya devam edebiliyor, general Vasili Blokhin’in aşağıda okuyacağınız biyografisinin özetini çevirdiğim halde, olay görsel olarak tüm canlılığıyla önüme gelince hâlâ “bu kadarını da bilmiyordum, yeniden hayret ettim” diyebiliyorum. Peki ya, bütün bunlar olmamış gibi davranabilenler, “olmamıştır” diyemedikleri halde yönelimlerini ve hayatlarını hiçbir iç sarsıntı geçirmeksizin (ya da öyle görünerek) sürdürebilenler?
General Blokhin, sonunda alkole vurmuş, alkolle beynini uyuşturmuş, delirmiş ve intihar etmiş. İçki beyni uyuşturur ama vicdanı da uyuşturabilir mi?
Gün Zileli
20 Haziran 2011
Beria’nın Politbüro’ya, Polonyalı subayların infaz edilmesi önerisini içeren resmi belge
Wikipedia’dan, Stalin’in infazcısı Vasili Blokhin (kısmi çeviri)
Vasili Mikhailovich Blokhin (1895 – February 1955). Sovyet Generali, Stalinist NKVD’de, Genrikh Yagoda, Nikolai Yezhov ve Lavrenty Beria’nın komutası altında baş infazcı olarak hizmet görmüştür. Stalin tarafından titizlikle, 1926 yılında seçilen Blokhin, Stalin rejimi sırasında infazların çoğunu yerine getiren infazcılar takımının liderliğini yapmıştır (çoğunlukla da Büyük Temizlikler sırasında). Sovyet hükümeti tarafından Stalin rejimi sırasında yapılan infazlara ilişkin verilen resmi rakam 828.000′dir ve Blokhin 26 yıllık dönemde bizzat on binlerce kişiyi – uzun süren bir kitle infazıyla öldürülen 7.000 Polonya subayı da dahil – infaz etmiştir. 1937′de Liyakat Nişanıyla, 1941′de de Kızıl Bayrak nişanıyla ödüllendirilmiştir.
Hayatı
Blokhin, Rusya’da, bir köylü ailesinde doğdu, birinci dünya savaşında Çarlık ordusunda hizmet gördü ve 1921 yılının Mart ayında Çeka’ya girdi. Tutanakların son derece yetersiz olmasına rağmen, sertliği ve Stalin’in deyimiyle “karanlık işler” denen, suikast, işkence, baskı ve gizlice yerine getirilen infazlarda son derece usta olduğu kanıtlanmıştır. Önce Stalin’in gözüne çarpmış, hızla terfi etmiş ve NKVD’nin Üst Yönetiminin, bu tür amaçlar için kurulmuş kommandatura bölümünün başkanı olmuştur. Bu bölüm, Stalin tarafından, özel olarak “karanlık işlerin” yerine getirilmesi amacıyla kurulmuş oldukça geniş bir yapıdır. Karargâhı, Moskova’daki Lubyanka cezaevinde olan bu bölüm Stalin’in onayı altında çalışmış, emirlerini doğrudan doğruya ondan almış ve NKVD içindeki üç kanlı tasfiyeye rağmen bu birim ömrünü sürdürmüştür. Baş infazcı Blokhin’in, Lubyanka iç hapishanesindeki resmi görevi Kumandanlıktı ve gerçek görevini denetimsiz şekilde ve resmi kayıtlar olmaksızın sürdürmekteydi.
Sıradan infazların çoğu, yerel çekistler ya da onun biriminden daha alt infazcılar tarafından yapılmışsa da, üst düzeydekilerin infazını Blokhin bizzat yerine getirmiştir, örneğin Moskova Gösteri Mahkemelerinde mahkûm edilen eski Bolşevikler ve NKVD’nin üç şefinden gözden düşen ikisinin (1938′de Yagoda, 1940′da Yezhov – Blokhin, Yezhov’un emriyle Yagoda’yı, Beria’nın emriyle de Yezhov’u, aynı yöntemle, önce soyup bayıltıncaya kadar döverek, sonra da vurarak öldürmüştür) infazları onun tarafından yerine getirilmiştir.
Polonyalı Subayların İnfazı
Blokhin’in en fazla dikkat çeken fiili, 1940 Nisan’ında Sovyetlerin Polonya’yı işgali sırasında, Ostashkov Subay kampındaki 7 bin Polonyalı subayın infaz edildiği Katyn ormanı katliamıdır. Bu katliam, 4 Nisan’da Stalin’in, NKVD şefi Lavrenti Beria’ya verdiği talimatla (keza NKVD’nin 00485 nolu emri) gerçekleşmiştir. İnfazlar birbiri ardına 28 gecede tamamlanmıştır. Kalinin’deki (şimdiki Tver) NKVD karargâhında özel olarak inşa edilmiş bodrumdaki infaz bölümünde infazlar doğrudan NKVD’nin resmi infazcısı Blokhin tarafından yerine getirilmiştir.
Blokhin, gecede 300 infazın gerçekleştirilmesine karar vermiş ve bunun için, mahkûmların küçük bir bölüme tek başlarına getirilerek öldürüldüğü etkili bir sistem planlamıştır. “Leninist oda” adı verilen bu odaya getirilen mahkûmlar, yandaki odada elleri çözülmeden çabuk ve üstünkörü bir kimlik sorgulamasına tabi tutuluyor ve bundan sonra infaz odasına sokuluyorlardı. Kırmızıya boyalı odanın duvarları ses geçirmeyecek biçimde özel olarak yapılmıştı, betondan yapılan zemin eğimliydi ve su akma kanalıyla hortum bulunuyordu. Mahkûmun sırtını dayayacağı bir kütük yer alıyordu içerde. Deri kasap önlüğü, şapka ve dirseklere kadar eldiven giyen Blokhin, böylece üniformasını kan lekelerinden korumuş oluyordu. Blokhin, mahkûmu kütüğün önüne itekliyor ve Alman Walther marka 2.25 ACP tabancasını kurbanın kafatasına doğrultarak ateşliyordu. Walther marka tabancalarla dolu çantasını daima yanında getiriyordu, çünkü Sovyet TT-30 tabancalarına güveni yoktu, hele böyle ağır bir işte. Genellikle Alman gizli servis mensuplarınca kullanılan Alman tabancalarının kullanılmasının bir diğer sebebi de, günün birinde cesetler bulunursa, infazların Sovyetler tarafından yapıldığını inkâr edebilmekti.
20 ila 30 kadar yerel NKVD ajanı mahkûmları infaz odasına götürüyor, kimliklerini soruyor, infazdan sonra cesetleri alıp götürüyor ve hortumla zemini yıkayarak kanları temizliyorlardı. Bazı infazlar Devlet Güvenlik kıdemli yarbayı Andrei M. Rubanov tarafından yerine getirilse de baş infazcı Blokhin’di ve ününü, kesintisiz bir şekilde ve hızla yerine getirmesiyle yapmıştı. NKVD’nin politikasına ve operasyonun karanlık doğasına uygun olarak infazlar gece yapılıyor ve karanlığın bastırmasından şafak sökene kadar devam ediyordu. Belirlenen 300 infaz kotası Blokhin tarafından ilk geceden sonra 250′ye indirildi, çünkü infazların tam karanlıkta yapılmasına karar verilmişti. İnfaz odasından çıkarılan cesetler kara kapı denen yerden çıkarılıp kamyonlara balık istifi yığılıyor ve iki gecede bir Mednoye denilen mevkiye taşınıyorlardı. Blokhin burada iki buldozer ayarlamıştı. Buldozerler cesetleri kazılan çukurlara döküyor ve üstünü kapatıyorlardı. Her gece 8-10 metre derinliğinde 20-25 çukur kazılıyor ve bunlar sabaha kadar doluyordu. Blokhin ve takımı gece boyunca on saat durmaksızın çalışıyordu, Blokhin’in her mahkûm için harcadığı zaman ortalama 3 dakikaydı. Blokhin, iş bittikten sonra personeline votka ikram ediyordu.
27 Nisan 1941′de, Blokhin’e gizlice Kızıl Bayrak nişanı verildi ve kendisine, Stalin’den, “özel görevleri etkili bir şekilde örgütlediği ve büyük beceri gösterdiği” için aylık ikramiye bağlandı. 28 günde 7000 infaz yerine getirerek kitle katliamında en büyük rakamı yakalamış kişi olduğu muhakkaktır.
Ölümü
Her ne kadar Lavrenti Beria, giderayak .onun “kusursuz hizmetlerini” övmüşse de, Stalin’in ölümünden sonra zorla emekli edilmiştir. Beria’nın tasfiyesinden sonra, Nikita Kruşçev tarafından yürütülen destalinizasyon kampanyası sırasında rütbeleri geri alınmıştır. Söylentiye göre, alkolizme batmış, aklını kaçırmış ve 1955 yılı şubat’ında “intihar” ederek öldüğü duyurulmuştur.
Türkçe Vikipedia’da Katyn ormanı Katliamı
Katyn Katliamı, 1940 yılında SSCB tarafından yapılmış etnik katliam. Yaklaşık 15.000 Polonyalı asker ve subay esir, Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler’e yenilmesi nedeniyle Alman tarafında oldukları için SSCB’nin toplama kampına gönderildiler. Burada ne olduğu hakkında bilgi edinilemediyse de, Almanlar Katyn ormanında 4.143 askerin toplu mezarıyla karşılaştılar. Bu mezar dışında daha sonra 11.000 leh askerin daha mezarı bulundu.
Katliamı’nın ilk belirtileri gariptir ki Naziler’in Sovyetler’den boşalan bölgelerde yaptıkları çalışmalarla ortaya çıktı. Halbuki işgal altındaki Polonya halkına Sovyet yönetimi kadar Naziler de vahşice davranmışlardı. Rus cephesinde işler kötü gitmeye başlayınca Naziler 1943 Nisanı’nda Smolensk yakınındaki Katin Ormanı’nda öldürülerek üst üste gömülmüş 4 bin 500 Polonyalı subayın cesetlerini gösteren haber propaganda filmi yayınladılar. Aslında filmde gösterilen cesetler öldürülenlerin beşte birinden ibaretti çünkü 5 Mart 1940’da Sovyet lideri Stalin gizli servisi NKVD’ye Sovyetler tarafından esir alınan 26 bin savaş esirini öldürmeleri için emir vermişti. Üç ayrı Sovyet toplama kampında tutulan Polonyalı savaş esirlerinin neredeyse tamamı doktor avukat öğretim üyesi mühendis polis rahip gibi yedek subaylardan oluşuyordu. Verilen emrin uygulanması Haziran başlarında sona erdi ve Polonya halkının en eğitimli ve üretken kesimini oluşturan 26 bin savaş esiri kafalarından vurulduktan sonra toplu mezarlara gömüldüler.
Naziler açığa çıkardıkları toplu mezarlardan ötürü Sovyetleri suçladılar Sovyetler ise bunun bir Nazi provokasyonu olduğunu savunacaklardı. Sürgündeki Polonya hükümeti olayın soruşturulması için Kızılhaç örgütüne başvurdu. 1943’de Alman işgalindeki bölgeye giren Uluslararası komisyon hadise hakkındaki Nazi tezini destekleyen bir açıklama yaptı.
İngiliz hükümetinin bu skandal hakkındaki tutumu çok şaşırtıcıdır. Katliam ortaya çıktığında İngilizler Sovyetlerle ittifak halindeydi ve katliamı kabullenmenin ‘müttefik davasının moral amacı’nı tehlikeye düşürebileceğini düşünmüşlerdi; suçun Ruslar tarafından işlendiğini bilmelerine rağmen İngiliz resmî haber ajansları Sovyet iddialarını destekledi; aksi yöndeki haberler savaş sansürü tarafından engellemişti.
Daha da şaşırtıcı olanı savaş bittikten sonra da Katin Katliamı’nın aydınlığa kavuşturulamamasıydı.Katin suçluları Nurnberg Mahkemesinde Sovyet yargıçlar tarafından yargılandılar ve katliamın Naziler tarafından yapıldığı iddiasını kovuşturmaya çalıştılar.Ne var ki Naziler daha beterini misliyle yaptıkları hâlde bu hadisede suçlu görünmüyorlardı bu yüzden suçlama düştü ve dava kapatıldı. Meselenin daha dikkat çekici yanı ise; Soğuk Savaş döneminde İngiltere’de yaşayan Polonyalıların Londra’da bu hadiseyi hatırlatan bir anıt dikmeleri engellendi. Hükümet İngiliz memurların bu olayla ilgili anma törenlerine katılmalarını yasakladı.
Hadisenin hakikati resmen kabullenilmesi için Sovyetlerin dağılmasına kadar beklendi.1990’da Gorbaçev Katin Katliamı’ndan Sovyetlerin sorumlu olduğunu kısmen kabullendi ertesi sene Yeltsin sorumluluğun “kısmen” ifadesini bütünüyle onayladı; ama o tarihte Katin Katliamı’nın sorumluları İngiliz Savaş Suçları Yasası gereğince kapsam dışında bırakılmışlardı.
İlgili Yazılar:
KATİN KATLİAMI ve “ANTİGONE” (Arif Arslan)
Polonya katolik sagciligin,Walesa gibi karsi devrimcilerin, anti-semitizmin yogunlastigi bir bölgedir. Bu bölgede yasayan gerici halkin ve gericiligin temel gücünü teskil eden Polonyali katolik, dinci subaylarin öldürülmesi gerekli ve devrimci bir eylemdir. (icabinda Gün Zileli, aydinlanma forever)
Açık sözlülüğünüzü kutlarım…
Burası iç dökme yeri değil, biliyorum ancak affınıza sığınarak kendi Katin hikayem üzerinden görüşlerimi paylaşmak istiyorum.
Solla ilk kez Stalinist bir çevre aracılığıyla tanıştım. O çevreyle ilişkide olduğum dönem boyunca Katin ve benzeri olaylara aşağı yukarı ilk yorumu yapan şahsın yaklaştığı gibi yaklaştım. Şu yukarıdaki yazıyı eğer ilk örgütlendiğim zaman okumuş olsaydım politik dağarcığımdan Gün Zileli’ye yapıştıracak yafta arardım, bundan eminim.
Belki kulaktan dolma bazı söylemler, yoldaşlarımdan gördüğüm örnekler akıl yürütme biçimim üzerine etkide bulunmuştur ama şimdi utanarak hatırladığım bu aklama/suçlama pozisyonunu aslen ben kendim benimsiyordum. Yani buna ikna oluyordum.
Sonra çeşitli sebeplerden ötürü o çevreden ve örgütlü yaşamdan uzaklaştım.
Aradan birkaç yıl geçti. Kendimi hala sosyalist olarak görüyordum. Bir yandan örgütlü mücadeleye dönmek için uğraş veriyordum. İşte bu sıralar çok sevdiğim Beyaz Rus bir hocam bir sohbet esnasında 30’larda kulakların tasfiyesi sırasında ailesinin başına gelenlerden bahsedince kafamdaki Sovyetler Birliği imajı küçük bir darbe yedi. Ne olduğunu anlayamadım önce. Konuyu ilk kez duyuyor değildim. Bizzat Stalin Eserler’den süreçle ilgili yazılar okumuşluğum da vardı. Sol yayınlarda da zaman zaman ele alınan, takip ettiğimiz bir konuydu. Sınıf düşmanlarının malının mülkünün zorla ellerinden alındığını, direnenlerin çeşitli cezalara çarptırıldığını az çok biliyordum ve onaylıyordum. Ancak sevdiğim, saydığım, sözüne güvendiğim, kanlı canlı bir kimsenin ağzından ve bu kez olayı kurbanların durduğu yerden dinleyince ayağımın altındaki zemin birden kayıverdi.
Duvarda ilk çatlak açılınca ister istemez arkası da geldi. Sonraları bu coğrafyalardan başka insanlarla da tanıştım. Bizzat repressiya kurbanların çocukları, torunlarıyla konuşma imkanım oldu. Ailelerinin zorunlu ikameti nedeniyle gulaglar çevresinde doğmuş ahbaplarım dahi oldu. Bütün bu iletişimlerin bir sonucu o çocuk cehaletimin farkına varmaksa, bir diğeri Türkiye solunun önemli bir bölümünün Sovyetler Birliği hakkında hala içinde bulunduğu ve her gün yeniden ürettiği illüzyonun derinliğinin farkına varmak oldu.
Bugünkü tablonun tarihsel bir arka planı var, biliyorum. Örgütsüzlük ne güzel şey demeye de getirmiyorum. Ancak normal koşullar altında aklı başında sıradan bir Türkiyeliyi ikna edemeyeceğiniz anlatılar rejimle savaş halindeki, bir ideolojisi, politik bir çizgisi, bir bayrağı, bir kimliği olan, sıkı sıkıya birbirine tutunmuş bireylerden müteşekkil bir örgütün/çevrenin bünyesindeyken çok daha kolay alıcı bulabiliyor. Örgütsüz devrimcilik olmaz. Ama Türkiye’de mücadele veren pek çok yapı için sosyalist anlatının bir nevi dini menkıbeler bütünü haline gelmesini kolaylaştıran böyle bir açmaz da var.
Saygılar.
Her nesil yeniden öğreniyor aynı yalanları ve sımsıkı sarılıyor o yalanlara, belli bir yaşa gelince bilinci birden açılıyor şansı yaver giderse. Ya gitmezse?
Bugün 18-28 yaş arası gençleri Stalin diktatörüyle ve arkasında kendi iktidar hırsı bulunan sahte sosyalizmle iğfal eden insanlık hırsızı diktatör meyilli solcu abilerin hala var-bulunabilmesi… Sol cemaat ve tarikatlar… Sağ cemaat ve tarikatlardan farkları yok.
İnsanın, insanın kurdu olmadığı bir dünya mümkün değil mi(ş)?
Mustafa arkadaş, yazdıklarınız hiç de bir iç dökme değil, hepimizin yaşadığı süreçlerin çok ilginç bir anlatımı. özellikle yaşananların canlı tanıklarıyla karşılaşmak çok sarsıcı olmalı. Sieze ve konuyla ilgilenen herkese tavsiye edeceğim bir kitap var: Orlando Figes, Karanlıkta Fısıldayanlar (Stalin Rusya’sında özel Yaşam) (çev: Nurettin elhuseyni), YKY, Ocak 2011, 741 sayfalık kapsamlı bir kitap. O tarihlerde zulme uğrayan Rus ve başka milliyetlerden köylülerin çocuklarının kendilerini “kulak” geçmişlerinden gizlemek için neler yaptıklarını, neler çektiklerini anlatan çok ilginç bir kitap.
Katyn’de olan, bir iktidar patolojisi olarak Stalinizm’in kendini ifade etmesinden başka bir şey değildir. Asıl dikkat çekici olan, Blokhin’e, en ileri örnekleri Auschwitz’de sergilenmiş, yüksek sayıda insanı yoketme imkanını veren ölüm mühendisliği olsa gerek. İki patolojik ideoloji arasında, Molotov-Ribbentrop saldırmazlık anlaşmasından sonra beliren bir başka tatsız kesişimin adıdır Katyn.
maalesef ülkemizde hala doğa bilinci yerleşebilmiş değil. her yıl ormanlarımızın yarısını kaybediyorz!
”polonya sağcılığı nasıl yenilir”e bazı paradigmal cümleler:
* ”devrimci eylem” adına katoliki, sağcıyı ve subayı katletmek meşrudur
** cihat adına ateisti, aleviyi katletmek, örneğin madımak katliamı meşrudur.
*** namus adına kadını katletmek, töre kurmak meşrudur.
şu önermelerde benzeşen şeyleri bulana en burcuvasından bir çikolata ve proleter gazoz vereceğim!
devrim, şayet, karşı olduğundan ”radikal” bir farklılığa tekabül edip insan onuruna hizmet ediyorsa, basbayağı terör ve katliam eylemleri neye hizmet eder?
ya devrim ”insan onuru, özgürlük ve eşitliğe” hizmet etmiyor ve yahut devrim adına eylenenler bunlara hizmet etmiyor. artık birini uygun görüverin!
kültür bilimi’nde bir realite vardır: ethic normlar ve kültürel ürünlere sinmiş mitik formlar/temalar ”güncelleştirilmiş” formlarla devam edebilir. hakim/egemen olan’ın ethica’sıyla radikal bir hesaplaşmaya girişilmeyip yeryüzünün egemen kültürlenme modları çözülmediği müddetçe karşı olduğunuz düzlemin bir benzerini daima tersten, yeni ama özünde hiç de farklı olmayan kavramlarla tekrar üretmekten başka bir şey yapamazsınız.
Sizin de referans verdiğiniz bu belgenin sahte olduğuna dair şöyle iki yazıya rastladım. Bu konuda ne düşündüğünüzü merak ettim.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/bir-kez-daha-katin-uzerine-37624
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/polonya-fasizmi-ve-katin-fabrikasyonu-18909
Yazarının adını bulamadım ama önemli değil. Sol olduğuna göre bugünkü TKP’nin yayın organı. Stalinistler elbette son savunmalarını yapacaklardır ama savunmalarının iler tutar tarafı yoktur. Bu artık bütün dünyanın kabul ettiği bir gerçektir. Polonyalı subaylar Sealin’in ve onun poliutbürosunun emriyle NKVD özel timlerince katledilmişlerdir. Belgesiyle, tanıklarıyla, her şeyi ile ortadadır. Yarın öbürsü gün birileri de çıkıp Hitler Yahudi katliamı yapmadı dese ne diyeceğiz. Bu insanların SB tarafından öldürüldüğü çok açık. Katliamın yapıldığı dönem o topraklar Rusya’ya dahildi ve NKVD kampıydı. Son izlenim yazısını okuyun lütfen. Mustafa Yılmaz imzalı. lütfen
Stalinist değilim, Stalin’in başta Moskova Duruşmaları ve Troçki’nin infazı olmak üzere birçok suçunun bulunduğunu düşünüyorum öte yandan emperyalizmin anti-komünist propoganda için Stalin figürünü özel olarak kullandığı da hepimizin malumu.
Belirttiğiniz yazıyı dikkatle okudum. Bu arada konuyla ilgili başka yazılar da okudum. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da Stalinist eğilimli tarihçilerin, önyargısız bir şekilde okunduğunda tutarlı ve inandırıcı gelebilecek argümanlarla dolu yazılarında, bunun bir Nazi katliamı olduğunu ısrarla vurguladıklarını da gördüm.
Psikolojik savaşın ve dezenformasyonun da nesnesi haline gelebilen bu tür ihtilaflı konularda, kesin kanaate varmak gerçekten güç. Şimdiye kadar okuduklarım üzerinden bunun yüzde 80 ihtimalle Stalin’in işi olduğuna kanaat getirdim yine de bir yüzde 20’lik şüphe payı bırakarak biraz daha okuma yapmak istiyorum. Yanıtınız için teşekkür ederim.
gorbaçov döneminden sovyetler birliğinin devlet arşivlerinden belgeleri dünyaya açıklayıp katliam için özür dilemesinin üzerinden 20 yıl geçti. yüzde 20si 80i mi kalmış. stalinist tarihçi dedikleriniz soytarı.
Meriç Şenyüz’ün verdiği bağlantılardaki yazıları ben de okudum. Yazar Rusça biliyor gördüğüm kadarıyla. Yani yazılı ve sözlü bütün Rusça anlatılara/kaynaklara erişimi var demek ki. Buna rağmen yaslandığı temel argümanın “daktilo metninin sol marjini” olması tam bir hayal kırıklığı. Bu şahsın en sağlamından bir Occam usturası alıp kafayı sıfıra vurması lazım.
Arayan her yerde bir Yusuf Halaçoğlu muadili bulabilir. Bu muadillerin en iyi yaptığı şey doğrudan kanıtlara başvurmak yerine dolaylı yollarda keçi otlatmak.
Katyn meselesinin hala muamma olduğunu düşünen varsa kendisine şu yöntemi öneririm: “Kurbana sorun!” En doğru cevabı size her zaman olayın kurbanı verir. Mesela babasını o topraklarda bırakan Andrzej Wajda’ya sorun, sonra da bakın o daktilo metninin sol marjinini ne yapıyor!
gün zileli mümanist zımbırtısı…katyn olayına da değinmesen şaşardım…gözlerim yaşarıyor bu hümanizm karşısında..tabi tabi stalin kan banyosu yapmak istedi beria da ona polonya markalı bir şampuan tavsiye etti..olay bu…hadi dağılın…:) leman da yaz sen gün zileli…harcanıyorsun buralarda.. valla bak…
gördüğüm kadarıyla gün zileli’ye muhalefet edeceğim diye kullanılan üslup, işbu yorumcuları ülkücü bozkurtçuklardan beter bir hale düşürüyor ne yazık ki.. herneyse, stalinle hitler arasında çok fazla benzerlik var. kullandıkları yöntemler çok fazla gayrı-insani ve sekterce.stalin neden böyle birşey yapmış olmasın ki?o zaman pol pot’un kızıl kmerleri de milyonlarca insanı katletmekte haklıydılar veya öyle bir eylem külliyen iftira yok öyle birşey..lider kültü ve fetişi ocaklardan ırak patolojik bir sorun.kimisi führerine hastadır, kimisi ducesine aşıktır, kimisi başbuğu ile yatıp kalkar; kimisi de böyle stalinine toz kondurmaz.söyleyin allah aşkına ne farkınız kaldı faşoların minik bozkurtçuklarından?..
Soru 1)
Sayın Mustafa Yılmaz şöyle demiş; “Katyn meselesinin hala muamma olduğunu düşünen varsa kendisine şu yöntemi öneririm: “Kurbana sorun!” En doğru cevabı size her zaman olayın kurbanı verir.” Peki soralım ama Andrejz Wajda 1940 yılında 11 yaşında olduğuna göre şu ikisinden hangisi “doğru soru” olacak: A) Sayın Wajda, siz de 11 yaşınızda olduğunuz halde babanızın Kızılordu tarafından infazını gözlerinizle mi gördünüz? B) Bu katliamın “tanıkları” Wajda ile konuşamadıklarına göre “Babanı Kızılordu öldürdü” diyen kimdi? (3. Soruya da bakmanızı rica ediyorum) Bu da Sayın Mustafa Yılmaz’a benim sorum; o daktilo metninin sol marjinini şimdi bir daha düşünmek ister misiniz? http://www.katyn.ru/index.php?go=News&in=view&id=205
Soru 2
Sayın Gün Zileli, bu konu üzerine çok araştırma yaptığınızı ifade etmişsiniz. Olabilir, peki Wikipedia’ya bile düşen o belgenin “aslını” gördüğünü ifade eden tek bir tarihçi var mıdır? Varsa kimdir?
Soru 3
“Bu katliamı dünya biliyor” önermenize gelelim. Bana kalırsa önce “Kim bildirdi” diye soralım. Toplu mezarları bulanlar (!) kimler? Naziler. Tanıklar? Alman esir kamplarından toplanmış Amerikalı, İngiliz esirler (http://www.electronicmuseum.ca/Poland-WW2/katyn_memorial_wall/madden_committee/witnesses_testimonies/epstein_julius.html ; Sovyet taraftarı bir site değildir, güvenle açabilirsiniz). Peki Ahrens’in Nuremberg Duruşmaları’nda sorumluların Almanlar olduğu yönündeki ifadesi? (http://avalon.law.yale.edu/imt/07-01-46.asp) O da külliyen yalan değil mi? Hatta şöyle diyenler oluyor; “Ahrens’in bahsettiği birlikler hiç varolmamıştır.” Öyle ya, Osmanlı arşivinde “Ermenileri katledin” diye imzalı belgeler etrafa saçılı olduğundan soykırım yapıldığını düşünüyoruz. Yani Sovyetlerin ileri sürdüğü her şey yalan, Almanlar’ın kendi esir kamplarından getirtikleri esirlerin tanıklığıyla (!) bulguladıkları, “aslı hiçbir tarihçiye gösterilmemiş” olan “Beriya imzalı” belgeleri doğru (Tabii bir de mezarlarda bulunan Alman Geco tabancaları ve Genschow’da üretilmiş yine Alman mühimmatlarını mutlaka Kızılordu esirlerden ele geçirip yine esirlerin kafasına sıkmıştır, kesin). Peki bundan 20 yıl sonra bugünün Zaman gazetesi başta olmak üzere yandaş basını okuyup “Meğer Maraş katliamını solcular yapmış” mı diyeceksiniz?
Soru 4 Hans Frank, Eylül 1939’da günlüğüne şu notu düşmüştür “Bütün Polonya entelijansiyası öldürülmelidir” ve bildiğim kadarıyla Naziler’in işgal ettikleri topraklarda öldürdüğü Polonyalı sayısı 40.000 civarında, sadece Kampinos ormanına gömdüklerinin sayısı 5.000. (The German New Order in Poland). Naziler’in yapmış olduğuna hiç ihtimal vermezsek ve katliamın yılını 1940 Mayıs olarak kabul edersek şöyle diyebilir miyiz? Demek ki Sovyetler, Polonya topraklarından topladıkları 22.000 Polonya askerini yüzlerce kilometre geriye, bugün Ukrayna sınırına yakın olup Rus Federasyonu içindeki Smolensk’e götürmüşler. Madem esirleri öldürmede Alman tabancası ve mühimmatı kullanıp suçu Naziler’in üzerine atacaklar niye evlerine doğru götürüyorlar? (Buraya kadarı gayrıciddi ama devamı ciddi) Eğer iddia edildiği üzere Sovyetler 250.000 Polonyalıyı toplama kamplarına götürdülerse (http://www.ipn.gov.pl/portal/en/2/77/Decision_to_commence_investigation_into_Katyn_Massacre.html) ve aralarından 22.000 askeri katlettilerse, tüm bu yaşananları en ince ayrıntısına kadar anlatan “tanıklıklar” nerededir? Mesela, Ukraynalı milliyetçilerin Yahudileri nasıl katlettiklerinin tanıklıkları bununla kıyaslanamaz bile. (Ne bileyim, belki Sovyetler çok zeki oldukları için örneğin “Nasılsa kimse fark etmez” diye sadece bekar askerleri seçmiş olabilirler) Wajda’nın tanıklığının nereden geldiğine dair bir röportajı varsa okumak isterim. Bir önemli soru da şu: Madem ki bunların hepsi askerdi, neden toplu mezarlarda 2011 içinde bulunan kemiklerden, kurbanların çoğunun sivil olduğu (kadın ve çocuk cesetleri) ortaya çıktı? Bunu söyleyen kişi, Polonyalı profesör Andrejz Kola (ama tabii gizli komünist olabilir) http://www.opendemocracy.net/od-russia/ivan-katchanovski/owning-massacre-ukraines-katyn
Bir yanlış anlamaya mahal vermeyim, son cümle kötü olmuş; 2011’de bulunan sivil cesetleri Katyn’de değil Volodymyr-Volynskyi’de bulunanlar. Bunların da daha önce katledilen Polonyalı askerler olduğu ve NKVD tarafından yapıldığı ileri sürülmüştü. Bölgede bulunan her toplu mezarın Sovyetler’in üzerine kaldığına dikkat çekmek istemiştim.
Birinci soru bana yöneltilmiş.
1990’larda Türkiye’nin doğusunda yaşananları belgelere, veya Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerine sormanın bir anlamı yok. 1915’te Anadolu’da yaşananları da İttihatçıların ardıllarına… Olaylardan canlı kurtulabilmiş insanların, akrabalarının doğrudan sözlü anlatımları dururken şu veya bu belgeye, ya da olayın tarafı olmuş resmi ağıza itibar etmenin bir anlamı ve mantığı olamaz. Bütün bu olaylarda kurban yakınlarının illa olay anında orada olmaları mı lazım laflarına itibar etmemiz için? Çocuklarını devletin kaybettiğini söyleyen Cumartesi Anneleri’ne de soruyor muyuz siz orda mıydınız da bu kadar iddialı konuşuyorsunuz diye?
Katyn meselesi için de böyle. Wajda’nın filmini izlediyseniz, geride kalanların olayları günü gününe izlediğini, bildiğini, kamp döneminde bu kişilerle mektuplaştıklarını biliyor olmalısınız. Polonya’nın doğusunun işgali, subayların tutuklanışı, Sovyetler Birliği’ne nakledilişleri… Bunlar karanlıkta olmuş hadiseler değil. Bunlar bütün bir ulusun gözleri önünde cereyan eden şeyler. Almanlardan o kadar çekmiş olan Polonyalılara “O subayları Naziler öldürdü,” derseniz, “Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz?” derler, ki Wajda’nın filmi bunun ekrana taşınmış halinden başka bir şey değildir.
Benim eleştirdiğim o yazının yazarı sizseniz, Rusça biliyor olmalısınız. Rusça konuşulan topraklarda Stalin aklayacısı, ekseriyetle sağcı, milliyetçi Ruslar dışında Katyn konusunda kimsenin bir tereddüdünün olmadığını, kalmadığını da biliyor olmalısınız.
Katyn ormanını bizzat gidip görmüş bir insan olarak, o ormanda sadece Polonya’lı subayların değil, Smolensk bölgesinde 1918’den itibaren Çeka ve devamı örgütlerce katledilen Rusların da yattığını, büyük bir kısmının kimliklerinin belli olduğunu, ne zaman, hangi suçlamayla idam edildiklerinin bilindiğini kendi blogumda yazmıştım. Aynı yazı bu sitede de var. Konunun meraklısı olarak sizin de okuduğunuzu tahmin ediyorum.
Politik pozisyonunuzu bir saniyeliğine bir kenara bırakarak düşünün. Bir orman var. 1920’lerin sonundan itibaren GPU’nun mülkiyetinde. Hatta ormanda GPU ajanlarının dinlenmesi için bir yazlık inşa edilmiş. Orman 1930’ların ortalarından itibaren halkın girişine kapatılıyor. 1937-1938 kıyımı başladığında da ormana ceset yağmaya başlıyor. Hepsi Sovyet vatandaşı. Henüz ortada ne Almanlar, ne de Polonyalılar var.
Nazilerin Polonyalıları infaz etmek için binlerce kilometrekarelik alanda bula bula NKVD’nin arka bahçesini bulmuş olması size hiç mi akla aykırı gelmiyor? Yoksa o Sovyet vatandaşlarının cesetlerini de Gorbaçov mu gömdürdü sonradan, böyle mi düşünüyorsunuz?
Son sözüm şu. Bir yanda bir Türk milliyetçisinin “Ermenilerin soyu kırılmadı, mallarına el konulup ahali arasında pay edilmedi. Doksanlarda da Kürtler, devrimciler, sıradan insanlar kaybedilmedi,” demesi, diğer yanda da olayların mağdurları, yakınlarının sözü varsa, akıl-mantık yolunu zorlayan bir durum olmadığı takdirde ben kurbanın ne dediğine bakarım. Kurban her zaman bilir, çünkü sebebini de bilir. Rus komünistlerine bir istisna yapmak için ortada ikna edici bir sebep göremiyorum.
Saygılarımla.
Stalin’e atfedilen ”.. milyonların ölmesi istatsitktir.” sözünün karşı-devrimci kayanğı ile, açlık politikası yalanlarını emboze edenin itirafıyla ve daha nice yalanların ispatlarıyla çürütüldüğü günümüzde Stalin üzerinden Lenin ve Bilimsel Sosyalizm düşmanlığı bitmiyor.
Amacım elbette Gün Zileli ve kendis gibi ML karşıtlarını ikna etmek değil. Sadce şunu amaçlıyorum; bu yalanları söyleyenler ve gizlenen amaçları güdenler oldukça, gerçekleri dile getirenlerde olackatır.
Daha içinde bulunduğu coğrafyadaki katlaimları çözme basiretini gösteremeyenlerin, sözüm ona beleglerle ispatladıkları- ilginçtir bu ve benzeri belglerden şimdi kimsenin hatırladığı bile yok- bu safsatalarla güya insanlığa hizmet ediyorlar.
Gün Zileli, web sitenizden haberim vardı, ancak siteniz takio edenlerden değilim. Şu anki sayfanızıda tesadüfen gördüm.
Polonya Faşist Ordu mensuplarının yasını tutan sizlerin,
her ne hikmetse Cezayir Katliamı’ndan, Nagazaki-Hiroşima Katliamı’ndan, sosyalistlere yüklenmeye çalışılan/çalışılacak Balkan coğrafyasındaki katliamlardan, Irak’da ölümlerine zemin hazırlanmış milyonlara yönelik katliamlardan, Dersim, Maraş, Çorum katlaimlardan, ABD-Fransa emperyalist sürecinde Kamboçya-Vietanam’da yaşana insanlık suçlarından, Afrika-Somali’de yapılan katlaimlardan, emperyalizmin tezgahladığı Ruanda katliamından, Hitleri palazkandıran unsurlardan bir olan Anarşsitlaerin Alman komünistlerine yönelik saldırılarından vb. vb. hiç sözetmemeniz nedendir acaba?
Tabi bu sorum sadec size değil, anarşist olan sizin nezdinizde tüm anti komünist unsurlaradır sorumuz.
Katyn Katliamı olmuştur veya olmamıştır; bunu bilemem.
Ancak sizin ve sizin gibi düşünenlerin her fırsatta Stalin üzerinden ML’e saldırılarınızda mantık hataları hiç eksik olmuyor.
oliver ston’un amerikanın gizli tarihi bile bunun sebebini verdi. 1918-22 arasındaki iç savaş sırasında, polonya saldırısı püskürtüldü. ancak sovyet ordusu, destek hatlarından çok uzaklaştığı için, bir kısım birliklerini polonya-ingiliz cephesine esir verdi. bu birliğin sovyet asker ve subaylarını, polonyalılar ingiliz talimatı ile anında infaz etti.bu infazcı faşist subaylar,sovyetlere esir düşünce aynı akibete kendileri uğradı. hepsi değil, katliamı yapanlar infaz edildi. gün zileli senden daha dikkatli araştırmalar beklerdim. okulda öyleydin bildiğim kadarı ile. şimdi ne oldu da dönme oldun.oliver ston bile bunu böyle anlattı son dizisinde. sen ston kadar bile dürüst olamadın malesef..
türkiye’den örnek verelim. 1990’lı yıllarda pkk’nin köyleri basıp çoluk çocuk insanları katletmesini biz safça gerekçelendirmeye çalışıyorduk. yok, pkk yapmamıştır da devlet yapmıştır, yok orası korucu köyüydü, mutlaka çatışma çıkmıştır, vb…
33 silahsız erin pkk tarafından katledilmesini de gerekçelendirmeye çalışmıştık. kesin çatışma çıkmıştır, yapanlar araya sızmış ajanlardır, devletin mutlaka parmağı vardır, vb…
öcalan yakalandı, pkk içinde yüzlerce infaz yapıldığını açıkladı.sorumluluğunu kabul etti. biz bundan bile daha sonra gerçeği “gördük!”…
“ideolojik körlük” denilen şey…
Bu ülkede milliyetçi olmayan solun, pkk’nın Stalinist yöntemlerini, işlediği cinayetleri masaya yatırmaya cesaret ettiği gün hayattan umutlu olacağım. Stalinizmin geçmişteki aşağılık infazlarını gündeme getirip, içinde yaşadığımız dünyanın karabasanını ve muhtemel riskleri atlamak (aklamak) olmuyor.
bugün rusya’dan sonra en çok stalinist bulunan ülke türkiye midir sence gün abi, ne diyorsun? niye böyle bizim bu ülke?
stalinizmle mücadele derneği gibi bir şey kurmak lazım. çok ciddiyim. dört beş kişi özel hoca tutup rusça öğrenmek lazım. derinlemesine araştırma yapmak ve bunu sosyalist sol kamuoyuna taşımak lazım. örgütlü troçkistler bunu yapmazlar. dsip, “kronştat ayaklanması dönemin koşulları gereği bastırılması gereken bir isyandı” şeklinde açıklama bile yaptı geçen sene. onlardan da fayda yok. türkiye solunu stalinist yobazlıktan kurtarmak için sahaya inmek lazım artık. solda bir tane antistalinist varsa, yüz tane stalinist yobaz var. çok güçlüler.
kültürel yapıda kendine yer bulabiliyor. Daha önemlisi, Tünkiye solunun gerçek Stalinizmi bir iktidar türü olarak yaşamamış olması. Batıdaki güçlü komünist partilerin varlığı, batıdakilere gerçek stalinizmin ne olduğunu bir ölçüde gösterdi. Bizde bu da olmadı.
Sabırla anlatmak gerekir. 30 yıl önce senin yazdığın şu satırları yazabilen o kadar az insan vardı ki. Şimdi ise bir uyanış var. Ben umutluyum. Bizzat stalinistler bile artık Stalin’i o kadar yüksek sesle savunamıyorlar.
“Yapılanları edilenleri o kadar iyi bilirim ki, daha leb denmeden leblebiyi anlayabilecek hale gelmişimdir.” Sorunun temel kaynagi bu cumlede. Bu cumle ogrenmenin hayatin sonuna kadar devam eden bir proses oldugunu reddeden tipik “dindar” amca tepkisi…
Bu kadar cok bilen Gun Zileli gecen secimlerde “Tatava yapma bas gec diyerek” bizzat twitter uzerinden “o zaman MHP’nin guclu oldugu yerde onlara mi oy vermeliyiz” diye sordugumda yalin ve direkt evet demisdi. “Stalin katliamlari” noktasinda sessiz kalmayan, sol camiayi “bilgilendirmeye” devam eden Gun Zileli yanibasinda fasizmin ve irkciligin ulkemiz topraklarindaki temsilcisi ve katliamlarin bir numarali adresi MHP yi ” umut” olarak bize sunmaya calisiyordu. Yani kisaca Gun Zileli’ nin katliamlar karsisindaki tutumu sistematik bir durus icermiyordu.
Bu anlamiyla Gun Zilelinin Stalin karsiti durusu onun dusunce yapisindaki tutarsizlik uzerinden sorgulanmali, kayitsiz sartsiz kabul edilmemelidir.
“Özgür Üniversite’de seyrettiğimiz filmin sonunda seyircilerin üzerine o kadar ağır bir hava çökmüştü ki,” demişsiniz de garibime gitti. O salondaki manzarayı gözümde canlandırmaya çalışıyorum ama olmuyor.
Katyn katliamına üzülen o kadar solcu var mı bu ülkede? Bir salonu dolduracak kadar var mı?
Şu anda Türkiye solunda, Katyn katliamını Almanlar yaptı ve suçu Sovyetlere yıktı tezi hakim. Daha güncel ve önemli sorunlarımız varken böyle ikincil meselelerle uğraşamayız, Stalin yaptıysa bile savaş koşullarında anlaşılabilir bir olgu bu diye değerlendiriliyor.
Salonu dolduracak kadar vardı. Diğer yandan, Almanlar yaptı, suçu Sovyetlere yıktı tezi çok eskidir, hatta 2. dünya savaşı ve sonrasına aittir. Bu tez tamamen yıkılmış ve yeni bulgularla birlikte müzeye kaldırılmıştır. Grover Furr gibi manyaklar dışında kimse bunu savunmamaktadır. uluslararası planda da bu suçu Stalin ve adamlarının işlediği net bir şekilde belirlenmiştir. “Güncellik”, her yerde egemenlerin ve geçmişteki suçları örtbas etmek isteyenlerin bahanesidir. “Stalin yaptıysa bile savaş koşullarında anlaşılabilir bir olgudur” görüşü ise her eğilimden katliamcının sığındığı en son limandır. “Ermeniler katledildiyse bile savaş koşullarında anlaşılabilir bir olgudur” gibi…