Kahrolsun Tüm Devletler…
Bazı arkadaşlar, “yeni yılda pek bir şey yazmıyorsun” diye mesaj gönderiyorlar. Daha önce de fazla yazdığımdan şikâyet eden arkadaşlar vardı. Yazacak yeni bir şey yoksa, sırf yazmak için yazmam. Daha doğrusu, yazma faaliyetimi daha temel alanlarda sürdürüm. Örneğin, roman yazmak ve çeviri yapmak gibi…
Yeni yılda neden az yazmaya başladım? Çünkü siyasi alanda yazacak pek fazla yeni bir şey yok. Medya, “paralel devlet” laflarıyla kafamızı şişirmeye devam ediyor, artık kabak tadı verdi. Bana kalırsa, AKP diktatörlüğü, zaman kazanmaya çalışan takımlar gibi, orta sahada top dolaştırıyor. Seçimlerin sonucunu bekliyorlar. Seçimlerden önce tayin edici bir hamle yapmak istemiyorlar. Seçimlerden kendileri açısından “tatmin edici” bir sonuç alırlarsa, o moralle cemaate karşı saldırıya geçecek ve “Ergenekon” davası türü yeni bir dava açarak cemaatin önde gelen kadrolarını içeri atacaklar. Eğer “tatmin edici” bir sonuç alamaz, artık seçimlerin de bayır aşağı gittiklerini teyit ettiğini görürlerse, başka çareler, örneğin cemaatle uzlaşma yollarını arayacaklar. Bu durumda seçimlere kadar yeni bir gelişme olmadığı açık, o halde yeni bir şey yazmaya da gerek yok.
Gerçi daha genel planda, solcu arkadaşlarla tartışmamız, dolayısıyla yazı konusu olabilecek bazı konular yok değil. Örneğin, “Ukrayna” yazısına ve Kudüs TV’deki, Ukrayna konusunda yapılan söyleşiye itiraz eden, eleştiren epeyce arkadaş var. Bir arkadaş, dün, tweeterden bana bir mesaj yollamış ve “Venezüela’daki rejime karşı bir ayaklanma olursa, onu da destekleyecek misin?” diye sormuş. Çok eski bir arkadaşım ise, bir gazetedeki makalesinde, “polise her taş atanı devrimci sayan” anlayışı eleştirmiş. Doğrusu bu eleştiriyi de üzerime alındım.
Evet, bugünün dünyasında, polise taş atan herkesi, idelojik eğilimi ne olursa olsun, genelde devrimci sayıyorum. Buna, Venezüela’daki rejime karşı farazi bir ayaklanmada olacaklar da dâhil. Kısacası, bugün, ideolojik tutumlarındaki farklılıklar ya da yer aldıkları dünya bloklarındaki farklar ne olursa olsun bütün devletlerin dünya devriminin aktüel düşmanları olduğu, buna karşı mücadele eden herkesin objektif olarak dünya devrimi cephesinde yer aldığı kanısındayım.
Bunu anlamak için çok fazla kafa yormaya gerek yok. Gösterileri bastırmaya çalışan polis güçlerinin kılık kıyafetine bakmak bile durumu anlamaya yeter. Hepsi birbirinin aynıdır, Cem Karaca’nın o güzel şarkısında söylendiği gibi, “hepsi halka karşı”dır. İster Türkiye’deki polis olsun, ister Ukrayna’daki, ister İran’daki, Brezilya’daki, Amerika’daki, Almanya’daki, İngiltere’deki, İspanya’daki, Çin’deki, Rusya’daki, Güney Kore’deki polis olsun, hepsi birbirinden ayırt edilemeyecek kadar aynıdır. Aynı tür gaz bombalarını, tomaları, copları, kalkanları, miğferleri, kaskları, tazyikli suları, gereğinde tabancaları vb. kullanırlar. Hepsinin görevi, devletlerini toplumsal dalgalara karşı korumak ve ayaklanan halkın üzerine gaz ya da su sıkmak, cop sallamaktır. Yarın Venezüela’da, Küba’da ya da Kuzey Kore’de bir ayaklanma olsun, oralarda da aynı polisin halkın üzerine aynı şiddetle (hatta belki daha da güçlü bir şekilde) yürüyeceğinden hiç kuşkumuz olmasın. Devlet, iddia ettiği yönelimi ne olursa olsun, her yerde aynıdır, her yerde halk düşmanıdır.
“O zaman neden Suriye’deki isyancıları desteklemiyorsun?” diye sorulabilir. Onları da desteklerdim (hatta ilk başta destekledim de) ama Suriye’deki muhalefetin de mücadele ettiği devletten farksız bir “muhalif devlet”, hadi günün moda deyimini ben de kullanayım, bir “paralel devlet” haline geldiğini görmemek için aptal olmak gerekir. Zaten aslında, muhalefet adına da olsa, kim yeni bir silahlı güç (elbette ateşli silahları kastediyorum, yoksa ev yapımı gariban Molotof kokteylini değil) oluşturmuşsa, o, henüz iktidarın bütününe hâkim olamamış küçük bir devlettir ve bu devlet, daha iktidara gelmeden gizli cezaevlerine, gizli polis güçlerine, gizli sorguculara sahip olur ve karşı olduğu devletin aynısını yapmaya başlar. Bu andan itibaren devlete karşı bir halk muhalefetinden söz edilemez.
Devlet virüsünü yüz yılı aşkın bir zamandır bedenlerinde taşıyan solcularımız, o yandan bu yana yaşananların sonucunda bazı olumlu gelişmeler gösterseler de, ne yazık ki, bu virüsü hâlâ alt edebilmiş değillerdir. Onlara göre, kötü emperyalist ya da emperyalist işbirlikçisi devletler olduğu gibi, iyi ve emperyalizme karşı direnen devletler de vardır.
Bu konuda en cüretkâr olan, ulusalcı solculardır ve açıktan devlet savunucusudurlar. Öyle ki, onlara göre, NATO mensubu Türkiye devleti bile aslında anti-emperyalisttir ve ABD emperyalizminin bütün çabası, bu “anti-emperyalist” devleti yıkmak, yok etmek, parçalamaktır. Buradan hareketle görevlerini, Türkiye devletini korumak olarak belirlerler ve tabii ki, bu yüzden tamamen karşıdevrimin yanında yer alırlar. Bugünkü AKP diktatörlüğü ile çatışmaları bile, Türkiye devletinin ABD-AKP tarafından “parçalanmasını önlemek” içindir. Tabii, bu ulusalcı solcu arkadaşlar, bu perspektifin sonucu olarak, hayali bir geniş “anti-emperyalist devletler” zinciri oluştururlar. ABD ve batı ile çatışan bütün devletler onlara göre, anti-emperyalisttir ve bunlarla müttefik olunması gerekir. Dolayısıyla, bu devletlerin içinde çıkan halk ayaklanmaları otomatik olarak emperyalist işbirlikçisidir ve polisin bu tür hareketleri bastırması iyi bir şeydir. İşte bu arkadaşlar, bu yüzden dünya genelinde de karşıdevrimci safları desteklerler: İran, Suriye, Rus, Çin, Venezüela, Küba, Hindistan devletleri, onlara göre, titizlikle savunulması gereken devletlerdir. Buralarda halka kalkan her polis copu, emperyalizme karşı kalkmış sayılmalıdır!
Elbette ulusalcı olmayan solcu arkadaşlarımızın çoğu bu ulusalcı bakış açısına katılmazlar ama onlarda da tuhaf bir Venezüela ya da Küba tutkusu vardır (Kuzey Kore’nin veliaht rejimi artık ses duvarını aştığından o konuda biraz daha ihtiyatlıdırlar). Bana kalırsa bu, apandisit gibi, bünyede çok çok eskilerden kalmış bir kalıntıdır. Örneğin, Sovyetler Birliği rejimi ilk kurulduğunda ve bu rejimin nereye gideceğinin tam belli olmadığı ilk birkaç yıl (gerçi bir kısım anarşist daha başından nereye gideceğini saptamıştı), Sovyetler Birliği’ni emperyalist saldırı ve ablukaya karşı savunmak, onun safında yer almak mantıki görülebilirdi ama artık bugün kapitalist kâr mekanizmalarının içinde yer aldığı çok açık olan petrol zengini Venezüela’daki muhtemel ya da farazi bir halk ayaklanmasına bile “emperyalist işbirlikçisi” gözüyle bakmak, sadece ve sadece solun devletçi virüsü yenemediğinin bir göstergesi olarak alınabilir. Unutulmamalıdır ki, bugün kapitalist-emperyalist sistem, Çin, Rus, Venezüela devletleri de dâhil, tüm dünya devletler sistemi sayesinde ayakta durmaktadır. Emperyalizmin devletleri yıkmak istediği, tam bir ulusalcı palavradır.
Bugünün devrimci ve en anti-kapitalist, en anti-emperyalist sloganı, “kahrolsun dünya yüzündeki tüm devletler”dir. Tabii, bütün müştemilatıyla birlikte.
Gün Zileli
14 Şubat 2014
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
abi,sanki emperyalizm diye birşey hiç yokmuş gibi davranıyorsun.evet solun içindeki birçok öğenin yanlış tavır aldığına ben de katılıyorum.Örneğin Suriye meselesinde Esad taraftarı olmak gibi.Ama dış müdahaleye karşı olan ve muhaliflerin birçoğunun dışarıdan getirildiğini bilen ve Beşar’ın da diktatör olduğunu söyleyip,desteklemeyenler de var.
Ama benim anlamadığım mesele şu : Venezüelle ve Küba sizin açınızdan hiç birşey ifade etmiyor olabilir,hatta yıkılmalarını da istiyor olabilirsiniz(keza yazınızda var) fakat ABD emperyalizmi sanki devletlerde darbeler yapmamış,dünyanın jandarmalığına soyunmamış gibi davranıyorsunuz.
Ben de emperyalizmin içsel bir olgu olduğuna inanıyorum.Siz ne derseniz deyin ama Küba dünyanın en onurlu devletlerindendir.Halkının sağlığını onun kadar düşünen bir devlet yoktur. Ve Küba nın içerisinden-isterse kapitalizm talep etsinler- oluşan hareketlere dair bizim söz söyleme şansımız yoktur ve devlet şiddeti karşısında da tavrımız her yerde aynı olmalıdır.Ama dışardan bir müdahale olursa bugün Suriye de olduğu gibi karşı dururuz ama Küba veya Venezülla ya aynısı yapılırsa işte o zaman SADECE HALKI DEĞİL DEVLETİ DE SAHİPLENİRİZ..
kimsenin umrunda olmasa da..
“Zaten aslında, muhalefet adına da olsa, kim yeni bir silahlı güç (elbette ateşli silahları kastediyorum, yoksa ev yapımı gariban Molotof kokteylini değil) oluşturmuşsa, o, henüz iktidarın bütününe hâkim olamamış küçük bir devlettir ve bu devlet, daha iktidara gelmeden gizli cezaevlerine, gizli polis güçlerine, gizli sorguculara sahip olur ve karşı olduğu devletin aynısını yapmaya başlar.”
Ele ateşli silah alması mı olacak nihai kriterimiz?
O zaman şuna ne diceksiniz, Ukrayna’dan
http://i.dailymail.co.uk/i/pix/2014/01/22/article-2543568-1AE014CD00000578-382_964x1079.jpg
Şimdi desteği çekiyor musunuz, veya münferittir diyip yaygınlaşırsa mı desteği çekecektiniz..
Böyle bakmadığınıza inanmak istiyorum, sonuçta Durruti’nin milislerini destekliyorsunuz, öz-savunma amaçlı silahlı mücadeleyi desteklediğinizi yazdınız daha önce.
Öyleyse başka bir kriter olmalı. Her önüne gelen radikal hareketi önce destekleyip, sonra “bunlar da devletleşti” diyip bile bile lades yaşamaktansa, mümkün olduğunca baştan bazı kriterlere göre değerlendirmek şart değil mi? Sadece isyan edip etmediği veya silahlı olup olmadığı değil de, hani politik bir değerlendirme..
Bu arada Venezuela’da basettiğiniz farazi örnek gerçek oldu. 4 kişi yaşamını yitirmiş (karşılıklı kayıplar var gibi gözüküyor). Sol kamuoyuna, medyaya bakıyorum, Maduro yönetimini savunma yönlü oldukça yüzeysel bir yaklaşım içindeler. (bkz. http://birgun.net/haber/venuzuellada-abd-yanlilari-sokakta-11128.html) Öte yandan, Maduro karşıtı muhalefete de şüphe ile bakıyorum ve “atlamamak” gerektiğine inanıyorum. Neden? Çünkü bağlama dair biraz olsun fikrim var.
Uzun lafın kısası, içinde bulunduğumuz dönemde tam da sistem çatırdadığından ve büyük kitlelerin “anti”leştiği bir dönemde mulak bir “anti”liğin bizim için yeter ölçü olamayacağını, daha yakından bakmak gerektiğini, hakiki ilerici, özgürlükçü, eşitlikçi, kardeşlikçi değerleri savunan, devrimci seçenekler sunan hareketlerle ilgilenmemiz ve desteklememiz gerektiğini düşünüyorum.
Küba cezaevlerindeki Troçkist ve anarşistlerden de haberin vardır umarım.
bu meseleyi tartışmanın tam zamanıdır, bu bakımdan yazdıkların ufuk açıcı. Durruti’nin milisleri, Alman ve İtalyan faşistlerince desteklenen büyük bir darbeci güce karşı direndiği gibi, aslında devrimci kolektifleri geliştirmek ve savunmak görevindeydi. onlar bile, bir adım ötede halka karşı bir güç olma potansiyeli taşıyorlardı. Kısacası barutla oyun olmaz.
Resme baktım mülayim arkadaşım. Küçük bir tabanca değil kastettiğim. Suriye’deki gibi büyük silahlar. Bu ise bir savunma aracı olarak görülebilir. ayrıca ne attığını bile bilmeden karar vermemek gerekir.
Zaten aslında, muhalefet adına da olsa, kim yeni bir silahlı güç (elbette ateşli silahları kastediyorum, yoksa ev yapımı gariban Molotof kokteylini değil) oluşturmuşsa, o, henüz iktidarın bütününe hâkim olamamış küçük bir devlettir ve bu devlet, daha iktidara gelmeden gizli cezaevlerine, gizli polis güçlerine, gizli sorguculara sahip olur ve karşı olduğu devletin aynısını yapmaya başlar.
EE Artik PKK dan, Vietnam Kurtulus Ordusuna, Ispanya ic savasinda savasan Durruti ve arkadaslarindan Makhno”ya kadar herkese karsi cikar onlari lanetlersin artik. Gerci Libya”daki silahli guclere Kaddafi hakkinda akil filan veriyordun ama bos tarafina gelmis olmali!. Ama MHP de silahli bir guc ve sen onlara oy bile verilebilecegini soyluyordun, burada “biraz” bir celiski yok mu?
“Küba cezaevlerindeki Troçkist ve anarşistlerden de haberin vardır umarım.”
Cezaevlerinden bahsediyorsak ve tüm devletleri aynı potaya koyuyorsanız şunu unutmayalım derim :
http://webtv.radikal.com.tr/turkiye/6687/radikal-cezaevi-aramasinin-goruntulerine-ulasti.aspx
bu görüntüler türkiye deki en hafif uygulamalar.. ben bırakın troçkist anarşist olmasını bugün bu ülkede ulusalclara hatta salih mirzabeyoğluna bile cezaevinde yapılanları kabul etmeyen bir sola inanıyorum..ve küba hiçbir zaman abd,çin,rusya,türkiye v.b değildir,olamaz..evet küba mükemmel değildir ve hala diktatoryel bir yapı vardır venezüella biraz daha karışıktır ama bu dünyada yaşamaktansa tüm ülkelerin venezüella küba gibi olmasını yeğlerim…
Polislerle karşı karşıya gelmek devrimciliğin önkoşuluysa siz neden Yargı ve Emniyetteki Fethullahçı yapılanmayı savunuyorsunuz?
Dün İP-TGB çevreleri de polisle karşı karşıya geldi. Onlar devrimci mi?
Evet, o noktada devrimci.
ben hiçbir yerde polis ve yargıdaki Fetullahçı yapılanmayı savunmadım. Bu konudaki yazılarım ortadadır. ancak, bugünkü durumda, eğer AKP’nin saldırısıyla mağdur duruma düşerlerse savunacağımı söyledim, o kadar.
Türkiye cezaevlerini neden söz konusu ettiğini nalayamadım. O konuda aramızda bir farklılık olduğunu sanmıyorum. Venezüela ile ilgili söylediklerini bir daha gözden geçirmen için linkteki videoyu izlemeni öneririm. Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesinden bir farkı var mı?
http://tr.euronews.com/2014/02/14/venezuela-daki-olumler-icin-iktidar-ve-muhalefet-birbirini-sucluyor/
Bir grup polis başka bir grup polisle kavgaya tutuşursa hangi grup devrimci olur? 😀
Demogojilerin bile kalitesini kaybetmeye başladı Ahmet. Bir gerillanın savunma silahı değil kastettiğim. Suriye’deki gibi, emperyalistler ve Tr. devleti tarafından verilmiş ağır silahlar. Kaldı ki, bu tür gerilla güçlerinin bile bir süre sonra ellerindeki silahlar sayesinde halka karşı efendilik taslamaya başladıkları bilinir. MHP konusundaki demogojin cevap düzeyinin bile altında kaldı.
O anki iktidarın karşısında olan polisler devrimci olur. Böyle şeyler yaşanmıştır da. Hükümetin uygulamalarına karşı isyan eden polisler, yine polis gücü tarafından bastırılmıştır. Sorunuzu cevapladım, güya alay etmek maksadıyla sorduğunuzu bile bile.
akp-emniyet konusunda (aynı tutum her durumda geçerli) görece güçsüz olan tarafa -desteklemek değil- geçici olarak saldırmamak gerekir. düşene vurmak bir yana, tamamen tarafsız kalınmasını savunanlar güçlü olan tarafın zayıfı ortadan kaldırmasına neden olur. bu nedenle zileli’nin polisi, fethullahçıları veya ulusalcıları savunduğunu söylemek yanlıştır.
Bildiğim kadarıyla Venezüella da Chavez bir askeri darbeyle iktidara gelmeye çalişmiş ve yapamamıştır.daha sonra yaptığının yanlış olduğunu deklare etmiş seçimlerle iktidara gelmiştir.Ve ardından bir CIA destekli darbeyle indirilmeye çalışılmış ama halkın gücü sayesinde başarılamamıştır. Tüm bunları bu darbe girişiminin yaptığı paranoyayla açıklamaya çalışılabilir ama bu devleti korumacı anlayıştan öteye gitmez.Bu son olaylar da şahsen burnuma pis kokular gelmiyo değil.Suriye başlangıcı gibi..ama aksi de olabilir gezi gibi..tek fark şu :siz kabul etmeseniz de Venezüella ve Küba Türkiye ve Suriye gibi ülkelerden daha onurludur..halklarına karşı zulm veya demokrasi olgusunu hiçe saydıklarında sahiplenilemez kınanır,ama o ülkelerde ki hareketlere şüpheyle bakmayı paranoya olarak görmek her zaman doğru değil sanki..evet anti-emperyalistlerdir.. ve özellikle küba kamucu bir ekonomiye sahiptir..sırf bu yüzden viva la revolucion…
kamuculuk devrimcilik mi oluyor. O zaman bütün baas rejimleri, Atatürk rejimi devrimciydi demek gerekir.
Solcular ulusalcıdır, Ukraynalı Neo-Naziler devrimcidir!
Her durumda değil. Ulusalcılar devlet güçleriyle çatıştıklarında devrimci saflardadır, ama Kürtlaere karşı devleti savunduklarında karşıdevrimci bir konuma geçerler. Neonaziler devlmetin polisiyle çatışırken objektif olarak devrimci bir konuma gelirler, ancak faşist ve ırkçı görüşleriyle, mücadele edilmesi gereken karşıdevrimcidirler.
hayır ama vakti zamanında sizin kuşağı M.K heykelleri önünde nöbet tutturtan şey Kemalizmin de burjuva devrimci karakteridir.Devrimcilik yekpare bir şey değil sanki.İslam devrimi yapan da burjuva devrimci olan da var..ve tüm bunlar mevcut sistemi kökünden yıkıp yeni sistem ekonomik yapı v.s kuruyorsa devrimcidir. Biz devrimleri ilerici olarak görüyorsak ki bu ilericilik halk yararına daha eşit ekonomi daha çok özgürlük üzerinden değerlendiriliyorsa bazı baas rejimleri ve kemalizm de ilericidir ve devrim gerçekleştirmişlerdir.Devrimleri karşıtına göre sahipleniriz.Bugün de Küba ve Venezüella ABD ve şürekasının hegemonyasına karşı sahiplenilir..ama şunu karıştırmayın Rusya Çin bloğunu sahiplenmekten bahsetmiyorum..ve herşeye rağmen Küba Gezi dahil tüm değerlerin uyguladığı şiddetin halka dönmesinde karşısında oluruz..işte asıl mesele bu..devletleri yokedelim haydi kahrolsun devletler diyerek haksız olmadığınızı söyleyebilirsiniz ama toptancı olmak bel ki de yanlıştır..
Temelden farklı bakıyoruz. İlerlemeci bir anlayışa sahipsin. Bu setedeki Özgür Üniversite bölümünde yer alan yazıları okumanı öneririm. Ondan sonra yeniden tartışalım.
Bosna-Hersek’te de isyan var, bunu neden gündemleştirmiyorsunuz? Tabii nedeni belli: oradaki isyan Batı ülkelerinin çıkarılarına karşıdır. Oradaki isyana DSİP’li liberaller değil, normal sosyalistler sahip çıkıyor.
destekliyorum. sen bir yazı yolla, bu sitede basalım.
Çok güzel bir eylem. Ne kadar hükümet binası yansa o kadar iyidir.
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2014/02/07/bosnada-gosteriler-siddetlendi
Taliban da Afganistan devletiyle çatışıyor. Taliban devrimci mi ki?
Suriye gibi, kısaca.
Emperyalizm yok, müdahale yalan 😛
kim diyor ki bunu?
bütün devlet blokları emperyalisttir.
Tayyip Ukrayna’daki isyancılara sahip çıkarsa ve Kırım’dan toprak talep ederse fikrinizi değiştirecek misiniz?
Almanya ve ABD, Ukrayna’ya “insani müdahale” yaparlarsa n’olcek?
Bahreyn’de üç yıldır isyan ve katliamlar var ama isyan Batıcı olmadığı için bu sitenin (satır araları dışında) pek ilgisini çekmemiş? Bahreyn kim ki zaten?
özgür üniversite okuyayım 🙂 eyvallah abi..nedense kendine otorite iktidar karşıtı gösterenler daha bi değişik sekter oluyorlar mı ne..
Üstadım saygılar. Anarşizm sol değil midir?
Bence de “Kahrolsun bütün devletler”, Küba dahil. Hatta bana kalırsa en başta muhaliflerin sorgusuz sualsiz hapishanelere atılıp buharlaştırıldığı ülkeler kahrolsun ki, Küba (ve tabii Türkiye) korkarım bu listenin altlarında değil üstlerinde yer alıyor… Evet “Kahrolsun bütün devletler” ama benim anlayamadığım başka bir mesele var: Adı “Devlet” olmuş olmamış, merkezi bir yapı kurmadan hayat, mesela sağlık sistemi yoksullar yararına nasıl örgütlenecek? Eğer merkezi bir devlet ve onun emrindeki binlerce hastane, binlerce doktor olmazsa, hangi ilacın saat kaçta kime verildiğini izleyen çok gelişkin yazılımlar tek bir merkezden yönetilmezse devrimci bir sağlık sistemi nasıl kurulabilecek, nasıl işleyecek? Devlet kahrolsun ama yerine ne koyacağız?
ne devrimcisi ülen kimmiş devrimci??? en devrimci öncülere danışıp sormadan devrimcilik olurmu??? bereketli toprakların bütün halkları aslında hepimizden daha iyi devrimcidir.bu zalim ceberrut düzene kapitalist hegemonyaya karşı hayatta kalabilip bu günlere gelebilen bütün halklar devrimcidir.özellikle yaşama savaşı veren halklar devrimcidir. DEVRİM İÇİN SAVAŞMAYANA DEVRİMCİ denmez üçü beşten atan en devrimci öncüler önce devrim için bereketli toprakların halklarının hayatta kalıp yaşaması için ne yapmıştır?????efendilerin yalan yanlış halk düşmanlığı dilini tüketemeyenler değil devrimci sıradan insan bile olamazlar devrimci olmak çok güzel ve zor bir iştir ağır bedelleri vardır önce en devrimci öncülükle yüzleşebilip olumlu tüketmeyi gerektirir selam olsun bütün yetmezlik ve eksiklerine rağmen sürekli özgürleşip özgürlükçü toplumsal devrimci ekolojik kömünalizmin bayrağını en zor günlerde bile ağır bedellerle bu günlere getiren güzel insanlara selam olsun.
Niye değiştireyim ki? Tayyip, Çin’in Türki bölgelerindeki ayaklanmalarına da sahip çıktı. Bu, pireye kızıp yorganı yakmak olmaz mı?
böyle bir ihtimal pek yok. Her türlü “insani müdahale”ye karşıyım. Ama isyancıları desteklemeye devam ederim.
Bahreyn’deki mücadeleyi de Bosna’dakini de desteklediğimi bir kez daha belirteyim. ama burada sadece Ukrayna gibi tartışma konusu olan isyanlara yer veriliyor.
genelede sol sayılabilir ama sol dendiğinde daha çok Marksist sol anlaşılır.
öyle bir izlenim mi yarattım yoksa?
nHakaret etmeden yazın.
Sağlık sistemini bugüne göre düşünmemek gerekir. Kâr mekanizmalarına tabi olmayan küçücük Küba’nın sağlık sistemi büyük kapitalist devletlerinkinden çok daha üstündür. Özyönetimli küçük birimlerde sağlık çok daha sağlıklı örgütlenebilir.
Devletsiz topluluklara güzel bir örnek, ispanya’dan:
http://jiyan.org/2014/01/31/dunyanin-tek-komunist-koyu/
Keskin ve parlak sözlerine bakmayın.
Aslında Zileli “Yaşasın Amerikan Derin Devleti” demiş.
Yazısının Türkçesi budur.
Zileli özünde ve sonuçta CFR-yi desteklemiş.
Bu aşırı sağcı görüşleri,anarşizm vb klılflar altında ancak böyle sunabilirsiniz.
sağlıktan söz etmişken, sigara ve tütün ürünleri ve üretimi ne olacak? sağlığa zararlı olduğu için üretimine son verilip satışı yasaklanacaksa bu aynı zamanda kişi özgürlüğüne müdahale olmayacak mı?
Bazı ülkelerde yeni devletlerin kurulması, örneğin İspanya’da Bask ve Katalonya’nın, Britanya’da İskoçya’nın, Türkiye, Suriye, Irak ve İran Kürdistanı’nın, İran Azerbaycanı’nın bağımsız olmaları bu devletlere ağır bir darbe indireceği için, kendileri de dahil bütün dünya devletlerinin yıkılmasına katkıda bulunabileceği için bir ilk aşama olarak desteklenmeli midir?
bir bati avrupa ulkesinde yasiyorum , ve gördugum butun transsexueller ucuncu dunya ulkelerinden , bu nedir???? hemen yapistirmayin bana homofobiyi, sapik italyan basbakanlarinin , resmen pedofili,oldugu bir donemde LGBT ci arkadaslar bi iyi program yapsalar,,, bir tercihin yada bir sucun kurbanlarini ayirabilsek, turkiye devriminin koyluluk diye bir sorunu kalmadiini ama LGBT sorununun devrimci bir dinamik oldugunu harbiden kavrasak…:))) babam tarla artik gecindirmiyo diyo, ve kendi tarlasi, ve aga yok 50 yildir, ve ibrahim kaypakkaya turkiyenin en iyi eski komunist teorisyeni, …ve maoist komunist parti turkiyede meta uretiminin hakim oldugunu kesfettti, ve bennnn , artik…imraliya gitmek istiyorum, levnt kircaylan berber , ayni ipe ikisini asabilirmiyim:)))
brezilyalirda dogustan transsexuel egilim var . ozgur olmalilar, ve taylandli disiler cocuk yastan itibaren emekli kuzey batili yasli erkekleri sever , ile suclayacagim, donek solcularin tumunu, aradaki bosluklari doldururum merak etmeyin…
kahrolsun mizmiz ideolijeler .. dunyanin bir kesimi yarisina yakin bir kesimi onurunu bir yana birakip olmadik seyler yaparken,cocuklarini beslemek icin, yeni komunizmin lgbt dinamigiyle gelecegini soyleyen adama yaziklar olsun, topunuzu rio nun arka sokaklarina gondermek gerek,,,
her yil gelismis metropol ulkelerden tayvan ve filipinlere giden insan sayisini cinsiyetlerini ve yaslarini bilmek istiyxorum beni anliyormusunuz,,,,
21 yuzyilda suriyeli kadin sex kolesi ticareti yapiliyor, devrim dinamigi LGBT arkadaslar , biz kesinlikle sizin derdinizin bel asagisi keyifler oldugunu dusunen insanlar degiliz, deeee. nerdesiniz???? afedersiniz, kimsenin bel alti keyfini olmadik seye sayamayiz. ben mesela, , zayif tipleri severim, ama zayif tipleri seven sosyalistler orgutu kurmuyom;))) ozgur bir bir mayis, kizil lgbt ler coraP fetisisti yari anarsist komunistler, baseni bol seven erkekler orgutu, vs vs
yasaklamak diye bir şey olamaz ama tütün tekelleri elbette son bulacak. Yasakla değil, paranın ortadan kalkmasıyla. Yerel tütün üretimini her bölge kendi içinde halleder ve takas yoluyla çok güzel ve işlenmemiş tütün içilebilir.
hiçbir devletin kurulmasını desteklememek gerekir.
Sosyalist devlet olmaz o halde.Peki emekçilerin kısmi mevzilerini bir süreliğine korumak için alacakları önlemi nereye oturtacağız.Örneğin ispanya komünlerinin merkezi bir gözetim altında olması gerektiğini söylerken Duritti gözünü iktidara mı dikmişti yoksa somut durumun somut analizini mi yapıyordu.Nitekim de duritti haklı çıktı.Karşı devrim her zaman olduğu gibi kalleşçe katletti devrimcileri…Bence de devletler yok edilmeli ama hangi yöntemlerle?
devrim ne; devrimci kim?
Yorum: “devletlerin yıkılış anına ve devletsizlik zamanlarına devrim; bu amaç için uğraş ve savaşım verene devrimci denir” dense yeri midir?
eğer böyle ise, polise her taş atana değil de, bu amaç için, (devletsiz bir ) devrim için atana denmeli değil mi?
Sigara yasağı konusu aslında devletsiz bir toplumu düşünmek için iyi bir örnek. Sigara tekelleri ortadan kalkacak ve üretim yerel tütün kolektifleri tarafından yapılacak, tamam, buraya kadar sorun yok. Devlet ortadan kalktığına göre sigara yasakları da ortadan kalkacak. Zabıtayla, polisle, cezayla, yani devletin zor kullanma aygıtlarıyla uygulanan yasak, anarşist, özgürlükçü bir topluma zaten yakışmaz… Peki ama toplumsal sağlık ne olacak? Öyle ya, toplumcu bir devrim değil mi, sözünü ettiğimiz? Araştırmalar, yanlarında sigara içilen kişilerin yani pasif içicilerin de ciddi sağlık sorunlarıyla karşılaştığını ortaya koyuyor. Bu haksızlık. Dolayısıyla sigara yasaklarını kaldırıp özgürlükleri genişletirken, toplumsal sağlığı bozma riski ortaya çıkıyor. Bir başka paradoks, sigara tiryakilerinin yakalanacakları ağır ve pahalı hastalıkların, sigara içmeyen çoğunluğun vergileriyle (adı vergi olmasa da…) finanse edilecek olması. Çoğunluğun parası böylece okula, kültüre harcanacağına tiryakilerin tedavisine harcanacak. Burada da adaletsiz bir durum var… Bu durumda özyönetim birimleri yine kahvede, otobüste sigara yasağı koymak zorunda kalmayacaklar mı? Peki bu yasağı nasıl uygulayacaklar? Zabıtayla, güvenlik güçleriyle mi? Bu durumda devlete dönmüyor muyuz?… Yanlış anlaşılmasın, tüm devletlerin yıkılması gerektiği konusunda benim bir kuşkum yok ama devrimcilerin onun yerine ne koyacakları konusunda büyük kuşkularım var.
emperyalizm varsa ne?
küresel kapitalizmin dünyayı çıkarına uygun olarak ulus devletlerden arındırma, emek, sermaye ve bilginin küresel dolaşımının önündeki tarihin dışına düşen bu devlet yapılarını temizleme süreci var. bir de buna nafile direnen nato-abd-iran- tc israil- suriye- küba vb bil umum devletler… bunların kendi aralarındaki güç savaşı bu gerçekliğin üstünü örtebilir mi?
küresel kapitalizmin yüz yıllık bir proje olarak, ortaya koyduğu ulus devletleri küresel sisteme boyun eğdirme, sermayenin, emeğin ve bilginin küresel entegrasyonu sağlandığı oranda da onların tasfiyesinin tamamlanıp, yerine küresel tek devletini inşa amacı var. (küresel kapitalist mülkiyet ilişikilerine uygun bir siyasak üstyapı)…
bir de öte yanda küresel mülkiyetçi kapitalist devlete karşı da savaşırken, olayı doğru okumak zorunda olanlar var…
bu yöntemkler üzerinde düşünmek gerekir. Ben parça parça yıkılabileceğini düşünüyorum. Silahlı ayaklanma ters sonuçlar veriyor.
Sübjektif amaç ikinci planda geliyor bence.
Doğayı düzenleyen bir tanrı yok ve doğa nasıl kaotik uyumu ile çözümleri üretiyorsa bir toplum da üretecektir. Bunlara şimdiden kafa yormak iyi bir şey elbette ama çözüm pratikte üretilecektir bence.
ulus devletler kapitalizmin temelidir. Emperyalist ülkeler de birer ulus devlettir.
Halkın Devrimci Yolu, devrimciliği, devlete karşı kullanılan şiddet ve devletin şiddet pratiğini üzerine çekmek anlamında kullanmıyor, aksine bunu reddediyor. “(D)evrimciliği devlet karşıtlığına indirgeme” yaklaşımının karşısında duran Halkın Devrimci Yolu, devrimciliği bu şekilde anlayanların, “güçlerin politik ve toplumsal özellikleri”ni önemsemeyenler olduğunu söylüyor. Yani Halkın Devrimci Yolu’nun kaba devlet karşıtlığı olarak nitelemeyi tercih ettiği devlete karşı devrimci mücadele verme dinamiği ‘toplumsal içerik’ süzgecinden geçirilince, emperyalizme karşı mücadele eden HAMAS, Iraklı Direnişçiler, Taliban ve El Kaide’yi dolaylı ya da dolaysız ittifaklar olarak görmemek, ‘sistem içi’ tanımlayabilmek, Kürt Hareketiyle kurulacak ilişkide istenildiği kadar ihtiyatlı olmak mümkün hale geliyor
iki doğru cümle…ama ne ifade ediyor? emperyalist ülkelerin ulus devlet olmadığını iddia eden mi var? ulus devletler kapitalizmin temeli midir; eyvallah…
kapitalizm eşittir, sermayenin mülkleşmesi ki bu devlet demektir.artık bütün devletler kapitalisttıir çünkü (devlet ya da özel farketmez) mülkiyetin varlığı onlara bağlıdır.
sorun şu: ” entegrasyon sürecinde geldiği şu aşamada sermayenin hareket alanı ulus devletlerin etki alanını aşmış mıdır?
başından beri böyledir bu. Ama ulus devlet bu aşmaya itiraz etmez, kendi ulus devlet yapısıyla entegre olur.
denetleyemez olduğu sermayenin aracı, maşası olur demekse ,eyvallah… bu işteki elverişliliği sadece, sermayenin karını arttırmasına engel olamayacağı kadarıyladır. aksi halde sermaye tarafından kullanışsız hale gelir ki , yaşama şansı olmaz…
bu bize şu sonucu veriyor mu? “devlet her biçimiyle üretim sürecinnin bir eyleyeni-aktörü değil, edilgin bir nesnesi durumundadır. ve bu aşamadan itibaren her ulus devlet savunusu, karşı devrimcidir…
burda dikkat çekmek istediğim bir nokta da şu: “üretim ilşikilerinin geldiği aşamada ekonomik olarak var olabilecek tek devlet biçimi,” ELBETTE BURJUVAZİ AÇISINDAN”, KÜRESEL TEK DEVLETTİR. çünkü mülkiyetin küreselleşmesine tek uygun biçimdir.
devrimcilik bu gerçeği göz önünde tutarak mücadele etmeli midir?
bu akıl yürütme bizi ulus devlet savunuculuğuna sürükler ne yazık ki.
günlük yorum istihkakımı doldurduğum için karşılık veremeyecek olsam da sormak zorundayım:))
neden ve nasıl sürükler?
Tamamen gereksiz olan ve israfa yol açan bazı şeyler, örneğin milyarlarca dolarlık bir şans oyunları veya pornografi sektörü gibi şeylere son verilebilir. Fakat söz gelimi spor, sinema, bilgisayar ve video oyunları gibi şeyler böyle değildir ve israfa yol açmadığı sürece güzeldir. Bunun dengesini nasıl kuracağız? Aslında bu konular “En Büyük Tüketici Güç, Üretici Güçler Teorisi” yazınızla daha çok ilgisi olduğu için orada tartışmak daha uygun olurdu ama yine de sormak istedim.
çünkü ulusalcılar da bu basit mantığı ileri sürmektedir: Emperyalizmin hedefi ulus devletleri yıkmaktır. O halde onları savunmak anti-emperyalist bir görevdir. Ben de diyorum ki, emperyalizmin ulus devletleri yıkmak gibi bir amacı yoktur, kapitalist sistem ulus devletlerin omuzlarığnda yükselmektedir. Sadece ulus devletin bazı “kaçak” davranışları, kendine daha fazla pay ayırmak isteyen liderleri (Saddam gibi) olabilir. Bunlar da çeşitli biçimlerde yola getirilir. Madem emperyalizmin amacı devletleri yok etmek, hazır Irak’ı işgal etmişken neden Irak devletini yıkmadı da yeniden inşa etti, ulusalcılar buna cevap veremez örneğin.
Bu sözünü ettiğin şeyler için merkezi yapılara gerek yok ki, bunlar yerel olarak üretilebilir, hatta kendi alanlarında merkezi bir yapı bile oluşturabilirler. Bunun hiçbir zararı yok. Yeter ki paraya tabi kılınmasınlar, insanların yabancılaşmamış faaliyetlerinin ürünü olsunlar. Kısacası, devlet ve piyasa zorbalığının kırıldığı yerde insanlar elbirliği ile harika şeyler yapabilirler. Her alanda.
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/ulusalcilara-ne-oldu-87785
asıl basit olan mantık budur ki “emperyalizm” kavramını, hem de onu (amentü olduğu için) tanımla(ya)madığı/mayacağı bu “emperyalizm” maymuncuğuyla her şeyi açıkladığını sanmaktadır. ve bu kavram üzerinden sürdürülecek olan tüm tartışmalar, asıl onlar “ulus devlet” mantığından kurtulamazlar…
ırakı işgal eden abdevleti onun mülkiyet ilişkilerini değiştirmiş, sisteme entegre etmiştir. onlar için budur, önemli olan…
konunun aslı, işin özü, sermayenin birikim sürecinde ulaştığı merhale göz önüne alınarak açıklanmalıdır… oysa emperyalizm “henüz ulus devletin etkisinden sıyrılamamış bir ekonomik mülkiyet ilşikilerini ifade etmektedir. ve bu durum hızla aşılmaktadır
Bu sitede yer alan Otoriter devletçilik-Totaliter devletçilik kategorisindeki yazıları okumanı öneririm.
sitedeki yazılar içinde okumadığım olmuş mudur, sanmıyorum ama, gene de tavsiyeni tutacağıma güvenebilirsin… ( ancak sanırsam konu, devletin ideolojik hegemonyası değil de, onun ekonomik var oluş koşulları olduğuna göre, direkt bir alaka olmayabilir diye düşünüyorum.
ama bugün haddi aştım ve müzik ziyafetimi şimdi kesmek olmaz… kusura bakmazsan ben de naçizane bir müzik önereyim….
dinlendirir belki, diye….
zohra jooya yorumuyla bestelenmiş bir mevlana şiiri: (ihtimal ki dinlemişsindir: my soul diye geçiyor)….
” ey cané ma, ey cané ma
ey kufr u ey imané ma
xaxemkey her maxréyra
goher kani der karé ma…
uzayıp gidiyor böyle ve zazaca bilenlerin bu kadar çok olduğu bir ülkede, çeviriye de gerek bırakmadan, anlaşılıyor…
.
müzik indirmekte pek becerikli değilim ama Ceren’in yardımıyla yaparız bir şeyler. Çok sağol.
Öte yandan, otoriter devletçilikle totaliter devletçiliğin farkı şu: Bugünkü neolibaralizm ana akımı bütün ulusdevletleri totaliter devletçilikten otoriter devletçiliğe geçmeye zorluyor. Bunun nedeni de, totaliter devletçiliğin artık neoliberal sisteme ayak uyduramaması. Dolayısıyla bunlar tasfiye ediliyor (Saddam, Kaddafi, Mübarek vb.). Yerine etrafı çelikten polis ağıyla çevrilip korunan parlamenter seçimli otoriter diktatörlükler destekleniyor (bizdeki AKP diktatörlüğü ya da Ukrayna’daki turuncu rejim gibi). Çünkü bu rejimler bugün neoliberal sistemle daha rahat uyum sağlayabiliyor. Soygun ve kâr mekanizmalarının egemenlerce paylaşılmasında ve emperyalist ekonomik çıkarların kollanmasında daha elverişli. Ne var ki, bu otoriter rejimler de son dönemde bunalıma girdi: Türkiye, Mısır, Ukrayna. Fakat bu rejimlerin yerine konabilecek yeni bir rejim türü pek yok. Mısır’da olduğu gibi geçici (çaresizlikten) darbelere başvurabiliyorlar ama bu tamamen palyatif bir şey. Eğer devrimci halk kalkışmaları iyice yaygınlaşırsa bu sefer bu dalgayı adapte edebilecek yeni olasılıklar denemeyi bile düşünebilirler. Örneğin bu sefer serbest emek dolaşımını teşvik eden, “Bekçi Devlet” formülasyonunu deneyebilirler. Fakat her halükârda ulus devlet varlığını koruyacaktır. Onlar asla vazgeçemezler.
müzik indirmeye ne gerek var ki;youtube da zohra jooya my soul yazman pekala yeterlidir.
devlet konusunda son yorumlarında haklı olabilirsin. ama zaten benim de dikkat çektiğim yer biraz burası. “bekçi devlet” bu şeklen var olsa da “mülkiyetin küreselleşmesine uygun bir “üstyapı” gereceği için, şeklen varlığını korusa da bu süreçteki ulus devletler, küresek kapitalist tek devletin acentaları olarak kalabilirler…
Anonim merhaba, 11 saat kadar uyumuş olmalısın, baş ağrısı hala devam ediyor mu? Ben de bunu çok sık yaparım. Devletlerin yıkılması fikrinin harikalığı kadar pratik sorunların ve örgütlenme tarzlarının yorumu da bir o kadar zor. Marksistler bile onca örneğe rağmen hala devletin geçici olarak var olamasından bahsederken, insanlara bu fikir dahi inanılmaz, deli saçması geliyor. Ama eğer birgün komün toplumlar kurulacaksa, zaten bunu delice saçmalayarak yapmamız gerekiyor. Gezi örneğinden önce, insanlığın önünde duran onlarca sorun, nasıl kısa süre ve hiç beklenmedik bir şekilde çözüme kavuştuysa, şu an ve gelecekteki benzer deneyimlerde bize ışık tutacaktır. Gezi de ne oldu? Bitmez teorilere, ulu önderlere, bayraklara ne oldu? Gezi için sadece vicdan, isyan, maske ve şimdilik örtünmek için bir kıyafetin yeterli olduğunu gördük. Bence bu çok önemli bir kazanımdı. Devrim hırsızları elbet vardı ama çok sırıttılar tabi. Gezi nin atmosferi ayrıca konuşulur ama işte bizim dünyamız oydu; hoşgörü, yardım, içtenlik, mülkiyetin anlamsızlığı… İnsanlık komün toplumları kuracak ahlaki bütünlüğüne, direnme gücüne, inanmışlığa eriştiğinde, bence zaten sağlık, tütün v.s gibi konuları çözüme kavuşturacak anlayış ve pratiğe kolaylıkla sahip olacaktır. Ancak, geçmişten edindiklerimizle bu tür pratikler hemen, şimdi yaratılmalıdır bence. Hızlanmak ve başaramadıklarımı görüp, yeniden denemek ya da farklı alternatifler üretebilmek için. İlk önce hele bir şu devrimi yapalımla olmuyor. Hızlanmak en önemli şey. Ekoloji hızla mahvoluyor. İki seçeneğimiz var: Ya kendi radyasyonumuzda boğulup, trajikomik bir şekilde gebereceğiz (ne yazık ki, bitkilerin ve hayvanları da kendimizle kurban ederek) ya da sadece devletleri değil, şu hayatı anlamsızlaştıran, kötüleyen, küstüren ve elimizi kolumuzu bağlayan aile, okul, saçma bir din algısı, tekel bayii saati gibi saçmalıklara bugün saat tam 00.00 da son vereceğiz. Rakı sırası ben de anonim. Herkese sevgiler,
Zorba gibi bir başyapıtın yaratıcısı Kazancakis in mezar taşında kendi sözü yazar. Hiçbir şey ummuyorum, (Δεν ελπίζω τίποτε,)
hiçbir şeyden korkmuyorum, (Δεν φοβούμαι τίποτε,)
özgürüm. (Είμαι λεύτερος.) Bu söz bana kendimle çelişik olarak hep çok anlamlı gelmiştir: Özelikle umut ve özgürlük bağlamı. Devrimci mücadeleden, liderlerden, kahramanlıklardan övgüyle bahsedilip, kimin ne kadar devrimci olduğu; kimin ne kadar yattığına, işkence gördüğüne ya da sokakta ne kadar mücadele ettiğine göre değerlendirilirken, neden anlamsız yere can kayıpları, yaralanmalar ve gereksiz gözaltıları asıl tartışma konusu yapılmıyor? Aşırı umutlu olmak tedbirin elden bırakılmasına mı neden oluyor? Ne zaman dışarı çıkmalıyız? (Senin geçenlerde şimdi çıkmamalıyızdan bahseden makalen var abi) Çıktığımızda doğru strateji ne olmalı? Sosyal medyada benimsemiş olduğum anarşizmin kimi ekollerinin (okuyanı da çok değil, bu çok sırıtıyor) hem yazdıkları ile hem de paylaştıkları fotoğraflar ile ne kadar saçmalamış olduğunu görüyorum. Taş ve molotofu anarşizmden ibaret gören saçma sapan bir anlayış. Geçenlerdeki bir yürüyüşte, kara bayrakları çocukları görünce hemen yanlarına zıpladım (herkes, isyan devrim özgürlük diye bağırırken, 3-5 kişiyle tam da anarşizmin ruhuna uygun olarak, isyan kaos anarşi diye bağırmak harikaydı). İnternet üzerinden okuduklarımızı paylaşalım dedim,; bu siteyi önerdim sağlam tartışmalar oluyor dedim ki, zaten herkese önermişimdir; çocuk abi bende de var bir site sana hemen göndereyim dedi, ne dedim molotof kokteyli yapımı tarifi abi dedi… Hahaha. Sanki gün batımında sex on the beach den bahsediyoruz. Şunu anlamalıyız bence: O gün Eskişehir deki talihsiz geceden önce Eti Park (Ali İsmail Korkmaz parkı yapıldı) da herkes ne yapılmasına dair görüşlerini sundu. “Delikanlılık” adı üstünde. İlla akp binasına yürüyelim dendi. Hiç gitmek istemedik biz arkadaşlarla ama sonunda biz de müdehaleye maruz kaldık ve Ali yi o gece kaybettik. Katil polislerin ve sivillerin vahşetininin yanı sıra, neden Ali’nin o sokakta tek başına olduğu-kaldığı tartışılmıyor? Bu, “mini etek giyersen tabi tecavüz ederler” ahmaklığı ile aynı şey mi? Neden baştaki o saçma karar tartışma konusu edilmiyor? (Çoğu yer ve zaman için) Çocukları kaybedip, sonra ismilerinin önüne şehid, martin getirmek çok acı. Ne şehittiler ne de martin bence. Bu sıfatlar bana ölümü güzelleştirmek, yüceltmek ya da bir hiç uğruna gitmedi zoraki çabası, açıklaması gibi geliyor. Haklı olarak da bu arkada kalanlar için hayatı daha katlanılabilir kılabilir. Bence sadece güzel çocuklardı hepsi. Varolmalıydılar. “Ölümüm senin elinden olsun” derler ya, eğer göze alınmamışsa, şu katil devletlerin elinden olmasın artık. Kedi katliamı ile ilgili olarak da, bu da Eskişehir de oldu ya, hemen çocuğa karşı bu devletin halkına çok iyi öğrettiği linç kültürü hemen başladı. Sözüm ona hayvanseverler, devrimciler çocuğu gördükleri yerde lime lime edecekler. Aynısı başına gelsin, bağırsaklarını deşip, sosyal medyada paylaşalım diyenleri bile var ki bunlar en ateşli hayvanseverler. Zihin dünyası bu olan bir insan, en az o çocuk kadar hastadır, ayrıca hiçbir canlıyı da sevmeyi filan bilemez. Çocuğun ailesinin durumunu da düşünmek gerek en başta. Telefonu, adresi filan dolaşıyor hala. “KEDİ KATİLİ” çok bilindik bir slogan bu topraklar için. Bence yapılması gereken çocuğu bir şekliyle tedavi edip, doğaya salmak. Zürafa yı katledip, çocuklara bunu izleten (devlet ne yaparsa doğrudur çok güzel saptama) ise bu çocukla kıyaslanmayacak derece aklını ruhunu, hem de kurumsal olarak filan kaybetmiştir. Akla bak, nerede yaşıyoruz.
Umudum hala fena değil, bu yüzden kısmen özgür sayılırım!
ABD’nin Irak’ı işgaliyle ilgili
Araplar Arap yarımadası, Ürdün ve Güney Irak dışındaki ülkeleri işgal ederek sonradan yerleştiler. Dolayısıyla geçmişte ABD, İngiltere, İspanya, Fransa, İtalya ve bugün İsrail’in işgalci Arap devletlerini işgal ettiğini söylemek daha doğrudur.
zaten öyledirler.
1- partisini AYDINLANMIŞ-HALK içindeki ileri KOMÜNİSTler kuracakTIR ve bunun başka yolu yoktur ama o partinin sondan bir önceki AMACI herkesi PROLETER düzeyine yükseltmek, PROLETARYAyı tüm bir HALK, TOPLUM durumuna YÜKSELTMEK ve PROLETARYAnın İLERİ UNSURLARINA kendini teslim etmekTİR.
Sonuncu eylemi; KENDİNİ gereksiz hale getirmek (toplumu o düzeye çıkarmak, TAM ÖRGÜTLÜ TOPLUMu oluşturmak) ve FESHETMEKTİR…
2-
daha İNSANLIK bebekliğinin emekleme aşamasında dAHAAYAKLARI ÜZERİNDE kendi kendine bir işi tAM yapamıyor, kendi başına İNSANlaşamıyor ama bu demek değil ki biz böyle gayri-insani durumlara göz yumacağız, geçiştireceğiz, halı altına atacağız… HAYIR binlerce kez milyonlarca KEZ HAYIR!
Biz YARINKİ İNSAN insanKARDEŞLERİMİZN ATALARI olmayı hak etmek istiyorsak bu İNSANa yakışmayan AYRIMCILIKLARI, ÖTEKİLEŞTİRMELERİ, DIŞLAMALARI ve tek-tip HAYAT TARZI DAYATMALARINI mutlaka ama MUTLAKA AŞACAĞIZ, A ŞA CA ĞIZ !
3- ***… sosyalizmi inşaanın önkoşulu olarak proleterya diktatörlüğünü savunmaya kadar götürenler Marksist-Leninist olabilir. *** bence burada da duran yeterince marksist, yeterince leninist, yeterince komünist değildir; PROLETARYA DİKTATÖRLÜĞÜNÜN halkın kendi örgütlenmeleri vasıtasıyla ve 1> YÖNETEN-YÖNETİLEN, 2> KAFA-KOL emekleri arasındaki açının sıfrlanmasını hedef alarak gitgide sönümlenen bir “DEVLET” olmayan devlet’i hem hedeflemek hem de bu yolda her türlü ideolojik çalışmayı ve bir taraftan sivil halk örgütlenmelerini teşvik ederek (burada “sivil” devlet-dışı anlamındadır) ve bu arada da bu sivil örgütlenmelerin hayata geçirdiği toplumsal yükümlülükleri devlet aygıtında dışlamayı ve şu anda tam olarak öngöremeyeceğimiz yöntemlerle başta basit devletsel işlerin sonra gitgide daha karmaşık olanlarının ve en nihayetinde de devletin ZOR aygıtlarının gereksiz hale gelebileceği İNSAN İLİŞKİLERİNİ; ASLA ve KAT’A ideolojik seferberlikten vazgeçmeden örmeye önem vermek ve gerçekleştirmek ZORUNDA olduğunu unutmamalıdırLAR devlet erkanı ve parti üst-yönetim. Bu arada unutmadan PARTİnin de geçici, tarihsel bir YAPI olduğunu bilerek, bütün partililere ve halka bunları sürekli anlatarak sonuç olarak SÖNÜMLENMESİ, halkın içinde erimesi ve en nihayetinde YOK olması gerekir diye baştan kabul edilmelidir.
YOKSA bir bürokratik AYGITINIZ olur adı da Parti-Devlet… Ve MUTLAKA yozlaşmaya açıktır ve sınıfların varlık koşulları her zaman hortlayabilir.
NOT: “sivil” ve “halk” kavramları SOSYALİZM koşullarında gitgide devlet-dışılığı (sivil) ve bütün toplumun PROLETERleşerek TOPLUMU (ULUSu, HALKı) PROLETARYANIN oluşturduğu koşullardaki toplum katmanlarına (sınıflarına değil) topyekûn (halk) diyorum.
4- https://www.facebook.com/photo.php?fbid=202204783300837&set=a.147443895443593.1073741826.100005339497594&type=1
Buradaki yazımı ve alttaki yorumumu okuyunuz.
5-
ŞEFFAF, KAMUYA AÇIK, DENETLENEBİLİR ve her DAİM HESAP VERMEYE AMADE bir siyasal yönetim oluşturabiliriz ve bu sosyalist yönetimin KOLAYLAŞTIRICILIĞINDA biz HALK olarak her türlü TOPLUMSAL İHTİYAÇLARIMIZI, bu ihtiyaçları temin etme, üretme ve paylaşma yolunda “yolumuza” çıkacak her türden SORUNU kolektif aklı kullanarak ve İMECELEŞEREK hayata geçirecek ve gitgide dikey örgütlenmelerden her türlü dikey (hiyerarşik; otorite, emir, itaat içeren) yapılanmaları aşacak yatay (demokratik, dayanışmacı, diğerkam) ilişkilere devrederek her toplumsal ilişki/yapıda ÖZYÖNETİMe geçeceğiz ve en azından bir ANAKARA (hatta giderek, niye olmasın, bütün dünya) düzeyinde DEVLETSİZ-ÖZYÖNETİMLERİ hayata geçirebileceğizDİR; hayali bile GÜZEL 🙂
1- Böyle bir HAYAT oluşturduğumuz COĞRAFYAya dışarıdan KORKUNÇ bir SALDIRI olamaz mı? İhtimal içinde görülebilir ama mesela koca ABD niye hemen yanı başındaki KÜBA’ya saldıramıyor? Dünya İNSANLIĞINDAN çekiniyor olmasın?
2- Dediğim (hayal ettiğim) bu hayatı HAYATA geçiren TORUNLARIMIZ BAMBAŞKA İNSANLAR olacaklar ve TOPLUMLARI DA BAMBAŞKA olacaklar…
Ve de dışlarındaki DÜNYA İNSANLARI 1>İmrenecekler 2> SAYGI duyacaklar 3> ASLA izin vermeyeceklerdir bir VAHŞİ İSTİLAYA, BARBARLIĞA… Diyelim her şeye rağmen böyle bir SALDIRI oldu; o zamanki Dünya İNSANLIĞI boyun mu eğecektir?
Dostlukla, Sevgiyle…
******************************************
Dostlukla 🙂
yola çıkarken kullanacağımız araç ve yöntemlerin, hedefi belirleyebilme gücünü, etkisini hesaplamadan çıkılan yolların hüsranıyla dolu tarih… ders meselesi de takdir edersiniz ki, çok önemli…
herhalde meselenin en hassas noktaları, üretim, bölüşüm, ulaşım-dağıtım , kısaca mülkiyet meselesinde düğümleniyor. bu noktalardaki merkezileşme pratikleri devletin dizginleri ele almasına, canı pahasına savunmasına ve iktidarına yol açar…
tarihden çıkarabildiğim yegane ders,(sosyalist, kapitalist fark etmez) mülkiyetin devlet demek olduğudur… mülkü devletlerin elinden kurtarıp asıl sahibine, herkese ve hiç kimseye yani ALLAHa geri iade etmeden bir çözüm bulamayacağız…. üretim alanlarının komünalizasyonu ve devletsiz-mülkiyetsiz piyasaya yönelik üretim yapılması…
bence bu kaygılarla plan-piyasa, para-rekabet konularına bir kez daha yoğunlaşmakta fayda var. sadece romantizmin ikna edici olamayacağını hesaba katmak gerek…
49 no’lu yoruma Soru-yorum; merak ettim; “mülkü devletlerin elinden kurtarıp asıl sahibine, herkese ve hiç kimseye yani ALLAHa geri iade etmeden bir çözüm bulamayacağız” yazan arkadaşa.
Yanlış anlaşılmasın. Bu ifadeden hiç rahatsız olmadım.. Burada “ALLAH” yerine “TABİAT” sözcüğü sizi rahatsız eder mi?
hiç etmez…
Ne güzel; bu inanç-tin-bilgi’ye ulaştığımızda önümüz ne kadar aydınlanacak…
site tümüyle kömünalist olmuş ne güzel bookchin bu seviyede kabül göreceğine kendide inanmazdı.hazır kömünalist olmuşken başına toplumsal ekolojist ‘i de ekleyelimde tam olsun
inşallah… marx ın yanında, biraz spinoza, biraz tasavvuf (ibni arabi-suhreverdi) bazen whitehead ve tao-te-çing neden olmasın?
filo-sofia da aya-sofia da aynı gerçekliğin yüzü değil mi?
hallak mahlukda olduğu kadar, mahluk da da halikde tecelli edemez mi?
Ya bence yanlış tutumunuz var.Bende tüm devletleri lanetliyorum görüşüm sınırsız sömürüsüz tek dünya devletidir.Ancak devlete her karşı geleni desteklemek gerektiği konusunda size katılmıyorum.Diyelim Türkiye sosyalist,MHP’liler ve AKP’liler ayaklandı devlet ile çatışıyor.Bu desteklenecek mi ? Tabiki de desteklemeyeceğiz.Ulusalcı bir hükümeti devirmeye çalışan radikal islamcı bir isyanı desteklemeyeceğiz.Sosyalist bir hükümeti devirmeye çalışan milliyetçileri desteklemeyeceğiz.Hükümetlerin politikalarını eleştirebilirz ama devletle çatışan her gericiyi de desteklememeliyiz.
Devletten daha “gerici”si mi var. İnsanlar ayaklanıyorsa desteklerim doğrusu.
Gün hocama cevabımdır…
yukardaki tartışmada benim “ulus devletlerin, küresel devletin acentaları olarak var kalabilecekelrine ilişkin yorumuma;
“zaten öyledirler” yanıtına, kastın şu anki durum” olduğu için, itirazım yok ve olamaz.
ancak, küresel çağda devletlerin düştüğü bu durum, “emperyalizm” dediğimiz durumla her daim uyuşur bir hal değildi.
emperyalizm dediğimizde, sermayenin ulusal karekterli ve dolayısıyla, devlet eliyle yürütülen bir işgal ve sömürü boyutu vardı. bu durum tümüyle aşılmış sayılamas da artık belirleyici değil. şimdi sermaye “ulus devletlerin etki alanlarına sığamayacak bir birikim miktarına ulaştı. artık “ulusal” değil, salt sınıfsal bir olgu haline geldi ki “küresel kapitalizm dediğimiz bu….
polemik sevmediğimi bilirsin. son sözü söylemek gibi bir adetim de yok; çok zaman okuyana yorum payı bırakmak iyi olur, diye düşünenlerdenim.
gene de konunun önemine binaen bu notu düşmekten kendimi alamadım.
çok iyi bilirsin ki anarşist bir bakış açısına sahip olanlar için, sermaye ve devlet meselesi, ana ayrım hattıdır.
selam ve dostluk
Hocam, Venezuela’daki eylemler sonuca ulaşıp, muhalefeti iktidara taşısa halkın ne gibi kazanımları olur? Venezüla’nın açık pazara dönüşmesi, sermaye sahiplerinden başka kime ne faydası olabilir? devlet, pek tabii kurtulunması gereken bir yapı ama kapitalistlerin ve hatta anarkokapitalistlerin devletten aşağı kalır bir yanı var mı? neoliberal politikalar benimsendiğinde neler olabileceğini yaklaşık olarak tahmin edebiliriz. fakir olanlar daha da fakirleşecek ve ucuz iş gücü olmaktan başka bir işlevleri olmayacak. gönül ister ki devleti kırıp, kolektivist bir toplum oluşturabilsinler ama bu eylemlerin sonucunda böyle bir topluma yaklaşılacağını düşünmek biraz saflık olmaz mı?
13 şubattan beri venezuela eylemlerini elimden geldiğince takip ediyorum. polis şiddeti gerçekten üzücü. ilk gün üç kişi olmak üzere bugüne dek 6 kişinin bu eylemlerde hayatını kaybettiği söyleniyor.
ilk gün ölenlerin rejim destekçisi tupamaros isimli çete tarafından gerçekleştiği söyleniyor ki bence false flag eylemler olma ihtimali oldukça yüksek. twitter’da, cnn’de; farklı ülkelerde gerçekleşmiş geçmiş eylemlere ait polis şiddetini gösteren fotoğraflar manipulasyon amacı ile venezuela eylemlerine aitmiş gibi gösteriliyor. 2002’deki coup girşimini de göz önüne alınca kafam daha çok karışıyor.
bir önceki iletiyi taslak kullanmadan, çalakalem yazdım. imla ve anlatım bozuklukları için özür dilerim.
Venezüela zaten kapitalist dünya sisteminin içinde.
http://www.wsws.org/en/articles/2014/02/17/pers-f17.html
küfürsüz ve hakaretsiz yazınız.
benim gerçekten anlayamadığım bir şey var. İş, sosyalist sisteme yakın sistemler uygulayan devletlere gelince bir anda her şeyin pembe görünmesi nedendir. Küba denmiş Venezüella denmiş ve sanki bu ülkelerin kendi iç dinamikleri kendi statükoları yokmuş gibi düşünülüyor. Sanki orada sınırsız özgürlük alanı varmış gibi, orada muhalifler susturulmuyormuş,tahammülsüzlük yokmuş gibi düşünülüyor ve aynı zamanda sanki orada bir devlet yokmuş gibi yaklaşılıyor. Her devlet yalnızca kendi varlığını korur gerisini önemsemez. Bu konuda en net örnek Nazım Hikmet ‘in kendisi sovyetlerde uygulanan sistemi bazı konularda hatalı görüp onlara da muhalefet yaptığı zaman peşine ajanlar takılması kadar basit ve net her şey. Bir olguya sahip çıkmakla bir olaya sahip çıkmak farklı olmalı. Bugün emparyalizme karşı dururken Esad ‘ı görmezden gelinmesi de bu yaklaşım gibi değil mi? Sanki bir taraf olmak zorunda ikisini birden toptan reddemezmişiz gibi.
– ” Dün İP-TGB çevreleri de polisle karşı karşıya geldi,onlar da devrimci mi? ”
Gün bey hangi anlamda devrimci demiş bilmiyorum ama devrimcilik bu kadar basit bir şey olmamalı. Devlet ya da onun kolluk güçleriyle savaşan her şey veya herkes devrimci değildir, bunu sadece amacıyla bile çözebiliriz. İP-TGB ‘nin polisle çatısmasının yegane amacı gücü ele geçirmektir. Mevcut sistemle ve güçle bir sorunu yok onu uygulayanlarla sorunları var. Oysa devrimcinin güç savaşı gibi bir amacı olamaz –olmamalı-. Ya o gücü yoketmek ya da gücü eşit dağıtmayı amaçlar, kendinde tutmayı değil. (tabi ki olması gerekeni bu, bizdeki herkes böyle olsun istemeyebilir) Bugün polisle çatışan ulusalcılar ola ki çatısmayı kazansa ve direnci kırıp gücü eline alsalar,kendi yaşadıklarını bu sefer onlar başkalarına yaşatmayacaklar mı, geçmişteki gibi kimseleri ötekeleştirmeyecekler mi? Son olarak şunu söyleyeyim devletle savaşıyor savaşmıyora bakmadan faşistin yanındaki daha az faşist onu devrimci yapmaz sadece daha az faşist yapar. Gün bey ‘in zaten gerçek anlamda devrimci demediğini anladığımı da ekleyeyim.
not: üslubumdan dolayı sanki bu – bu’dur gibi demeye çalıştığım umarım anlaşılmaz,saygılar..
Barış, bakışınla aşağı yukarı uyuşuyorum ama devrimcilik denen şeyi de fazla idealize etmesek iyi olur. Belli bir yerde ve anda düzenin güçleriyle çatışan herkes objektif olarak devrimcidir bence. Yani kendini devrimci değil de başka bir şey olarak görse bile devrimci bir tutum içindedir o an. Ama iki adım ötede bu niteliğinden sıyrılıp karşıdevrimci bir tutum da takınabilir. Bunlar değişken şeylerdir. Stalin, 1917’de geçici hükümet döneminde Pravda’nın çıkartılması sırasında bir devrimciydi ama 1930’larda devrimcileri katleden bir karşıdevrimci haline geldi. Hatta bir insan ya da bir hareket aynı anda bir yönüyle devrimci, diğer yönüyle karşıdevrimci olabilir. Örneğin, Sovyetler Birliği, Nazi işgaline karşı direnirken devrimciydi ama gulaglarıyla da karşıdevrimciydi.
emperyalizme karsi oldugu muddetce esad in yanindayiz diyen degil onu diyemeyen tarihe hesap verecek, savas suclusu cocuk katili kitle kiyimcisisiniz….elinizde kan var , hep hatirlatacagiz……
diyorlarki kendine marxist leninist diyen bir hareket nasil olurda Emperyalizme direndigi muddetce Esad in yanindayiz der, soruya tersten yanit veriyoruz, emperyalizme direndigi muddetce Esad in yanindayiz diyemeyenin , birakin marxistligini leninistligini, cocuk kitle katliamina ortak olmasini tartisirim.
Devrimciliği kesinlikle idealize etmemek gerekir ama ben ” devrimci” tanımını gücün neresinde olmak ya da gücü elde edince ne yapmak istiyora bağlıyorum ya da yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi bağladım. Sovyetler Nazi ‘lere karşı savaşırken güçlüyü ezip gücü elde etmek ve dengeleri kendi lehine çevirmek istiyordu. Tabi ki bunu devrim kavramını romantikleştirerek görmemek de gerekir. Sadece sistemin her muhalifinin devrimci görünmemesi gerektiğine inanıyorum diğer türlü zamanında -her ne kadar orada başka bir oyun olmuş olsa da- her cuma asalarıyla polise saldıran şeriatçı aczmendiler de aynı kefeye konmuş olur. Sanırım kavramlara farklı anlamlar yüklüyoruz.
kahrolsun tum devletler,,,, ahhh ama bizimkine siddetle yönelmeyin, ukrayna mi suriyemi ohhh iyi, aman bizimkine molotof atmayin, ama onlarinkine……..bu ingilterede ne yapiyolar size….cocuk katliamini bastan destekleyip sonra karsi cikarmis gibi yapan savas suclusu( bende bir kisim sol aydinin adi budur)
Devletin, kapitalist mi sosyalist mi olduğuna bakmadan ele alınabileceği güncel bir örnek: Venezüella. Sosyalizm, Chavez’in mirası falan tamam ama bunlar, devlete karşı ayaklananlar karşısında Venezüella devletini savunmak için yeterli mi? Maduro (yani devlet) karşıtı gösterilerde kamyon tarafından ezilerek öldürülen şu 17 yaşındaki Jose Ernesto Mendez’i alalım mesela… Gezi sırasında araba tarafından ezilerek öldürülen Mehmet Ayvalıtaş’tan ne farkı var ki? “Doğru” devlete karşı “yanlış” tarafı tutup ayaklandı diye Mendez’i ezen kamyonun yanında mı olacağız yani?
“belli bir yerde ve anda düzenin güçleriyle herkes objektif olarak çatışan herkes “muhalif” olabilir?” devrimci ise, devletsiz mülkiyetsiz bir dünya için savaşım veren olabilir bence…
Türk egemen sınıfları ve devleti, Batı-emperyalizminin bir bileşeni olduğu için “Kahrolsun bağzı devletler: ABD, Türkiye, AB, İsrail” demek daha doğru olur. Devrimci-yenilgicilik politikası bunu gerektirir. Ayrıca Ukrayna ve Venezuela özelinde, halk ayaklanmalarını saptırmak isteyen pro-emperyalist, gerici, şiddetçi, faşizan unsurları teşhir etmek, bu hareketlerin pisliklerden arınmasına ve sağlıklı bir toplumsal-muhalefete dönüşmesine yardımcı olur (bu unsurlar dışlanınca/ayıklanınca bu hareketlere uygulanan devlet şiddetinin meşruiyet zemini daralır, bunların iç savaşa dönüşme riski azalır, emperyalist müdahale riski azalır, halihazırdaki devleti ehven-i şer olarak gören kesimler de bu harekete yönelir; işte o zaman bu hareketler Gezi’ye benzemeye başlar).
Ek olarak:
http://www.wsws.org/en/articles/2014/02/19/ukra-f19.html
http://www.wsws.org/en/articles/2014/02/20/pers-f20.html
Aynı “arındırma” çabası diğer hareketler ve isyanlar için de söz konusu değil midir?
http://webtv.radikal.com.tr/Turkiye/6739/kievin-mesaji-tanidik-geldi-mi.aspx
Sırrı Öztürk
İŞÇİ SINIFI TALEP VE İHTİYAÇLARIYLA AYAKTA…
Burjuva ve küçükburjuva sosyalizminin ülke ve bölge baş temsilcileri 2013 Mayıs/Haziran/Temmuz aylarındaki Gezi Parkı Eylemlerini kendi ideolojik ve sınıfsal çıkarlarına göre değerlendirdi ve yorumladı.
Gezi Eylemleri hakkında kimler ne söylemedi ki?
Aşırı teorisizme ve entelektüalizme kayanlar kendilerine beleşten verdikleri fiyakalı “Marksist” unvan ve payeleriyle hem internet sitelerinde hem çeşitli basın-yayın organlarında hem de panel-söyleyişi-sempozyum dedikleri etkinlikleriyle hayatın ve mücadelenin asla doğrulamadığı, reddettiği düşünsel saplantılarını sayıp döktü ve kendilerini tatmin ettiler!..
Burjuva siyasî partilerinden; Siyasî İslamcı, Ilımlı İslamcı, Amerikancı İslamcı, “Türkçü-Sünni-Hanefi-Maturidi İslamcı” gerici AKP iktidarı Gezi Eylemlerine katılanların yüzde 78’ini Alevi ve kendi iktidarının düşmanı olarak niteledi! Tekelci, militarist, polis devleti Gezi Eylemlerine katılanların konumu, yaşı, öğrenimi ve sayıları üzerine asla bilimsel olmayan verileri basına aktardı.
“Solcu” geçinen diğer burjuva siyasî partisi: Ne sosyal ne demokrat olan gerici CHP’de Gezi Eylemlerine sözde sahiplenir gözükerek Gezi Eylemlerine katılanların oylarının kendisine yöneleceğinin hesabını yapmaya başladı. CHP aklınca “Gezi arkamda!” diyor. Ev sahipliği yaptığı “Sosyalist Enternasyonal” toplantısında Fazıl Say’ın müziği eşliğindeki slayt sunumunda; çiçek, ağaç, çöplerini toplayanlar, ay-yıldız, Atatürk, pankartsız ve de söylemsiz kalabalıkları gösteriyor. Ne polis şiddeti, ne ölenler, ne kalanlar, ne barikatlar… Bunun utanmazlık olduğunu söylemeye gerek var mı? Her şey herkesin, tüm dünyanın gözü önünde, canlı yayın halinde gerçekleşmedi mi? CHP’nin bunu yapabilmesindeki cüreti nereden kaynaklanıyor? Kimse söylemeden biz söyleyelim; biliyor ki bilumum solcu geçinen siyaset erbabı sonunda onun kuyruğunda kervan olacaktır.
BDP ile HDP’de destursuz biçimlerde “Gezi arkamda!” diyorlar. Kimi “sol cenah” örgüt/partileri de ha keza tekelci sermaye diktatörlüğünün gündeminden habersiz biçimde “Gezi arkamda!” diyerek hâlâ “kendine Müslüman ve kendi amentüsünü okumaya” devam ediyor. Kimi sendikalarla meslek odası temsilcileri de benzeri hayaller kurmaya devam ediyor.
Nasyonal solcu ve fena halde kemalist “İP” partisi de ajitasyonda ölçüyü kaçırarak “Gezi arkamda!” diyebiliyor!..
Marksist ve bağımsız geçinen sosyal bilimciler anketler, analizler, yorumlar yapıyor. Burjuvaziye “akıl” veriyor. İşte budur, böyledir diyorlar. Hiç kimse de kalkıp kiminle konuştun, kimleri muhatap, baz aldın, sadece Gezi’nin gündüz sakinleri(!) ile konuşmak bu analizleri yapmaya yeter mi? demiyor. Çünkü budur denilerek söylenenler mevcut siyaset erbabının işlerine geliyor, gerçek durum ise elbette onları huzursuz edecektir.
Entelektüel birikimi ile tartışmaya değer teorik, ideolojik, politik ve örgütsel tez ve tahlilleri olmayan, kendi özgün yerli sentezimizi üretemeyen bir “sol cenah” örgüt/partileri günümüzde giderek sertleşen sınıflar mücadelesinde artık söze “Stalin, Troçki, Mao, E. Hoca, Che Guevera ve hatta Chavez dedi ki…” diye başlayamayacaktır. “Kıvılcımlı, Deniz, Mahir, İbo dedi ki” diye de başlayamayacaktır. “Benim partim, sendikam, kitle örgütüm, gazetem, dergim, radyom, televizyonum, internetim, gençlik ve kadın kurultayım…” diye söze başlamak ta eskisi kadar kolay ve ucuz olmayacaktır. Kütlesel hoşnutsuzlukların giderek yaygınlaştığı, “seçim hesaplaşması” vb. mücadelelerde Kürd ulusal özgürlük hareketinin kuyruğuna takılmak da artık kolay olmayacaktır.
Çünkü bu kez işçi sınıfının siyasal ve sendikal birliği konusu yakıcı bir sorun olarak gündeme gelmiştir. İşçi sınıfı talepleriyle ayaktadır. Hayatın ve mücadelenin dayattığı soru ve sorunlara cevap verecek Kurum ve Araç’ların işbaşı yapması gündemdedir.
İşçi eylemlerinde çoğunlukla: “İşçiler burada başbakan (ya da patron) nerede?” türden sloganlar atılmaktadır. Artık bu sloganlar: “Devrimciler, Sosyalistler, Komünistler Nerede?” diye yer değiştirmelidir.
Bu memlekette faşizm tehlikesi hiçbir dönem eksilmemiş, artmıştır. “Üç K” geleneğimizin yeminli düşmanları ırkçı, kara gerici, milliyetçi akımlar giderek güç kazanmaya başlamıştır. “Milli devlet, milli hükümet”, “Mustafa Kemalin askerleriyiz” , “İşçilerin Kurtuluşu Aslanlı Yoldan Geçiyor(!)” destursuz söylemleriyle “İP” partisi “işçi ve emek kurultayı” toplayabiliyor. Yerli nasyonal sosyalistler 1930’lu yılların İtalya ve Almanya’dakileri sollamaya başlamıştır.
10 Kasım 2013 tarihinde sahte ve suni gündem olan “Laikçi-Şeriatçı” saflaşmasında bir milyon insan Kâbe tavafı tapınışları misali “Anıt-Kabir”e “laikçi-cumhuriyetçi-nasyonal solcu” söylemleriyle toplanıyor!..
Kütlesel çıkışları Marksist açıdan değerlendirdiği kuruntusuna kapılan, troçkist, anarşist kırması, aslında ise birer “Sivil Toplumcu”dan başka bir şey olmayan üniversite okumuş yarım-aydınlar da büyük bir megalomaniye girerek bu konuda “tek yetenek” olduklarından dem vurmaya başladı… Böylelerine sorup-sual eyleyeceksek, onlar da gözlerinde büyüttükleri “üstün” teorik saçmalıklarıyla mutlaka “Gezi arkamda!” diyecektir. Demektedir!..
Gezi Eylemleri artıları ve eksileriyle daha donanımlı AKP iktidarının ve tekelci, militarist polis devletinin kaba güce ve zora başvuruşuyla sönümlenmeye yüz tuttu. Yankıları bir biçimde sürdürülüyor.
Gezi Eylemleri gibi “Yıldızların Parladığı Anlar” bir daha nasıl gelir ya da böyle bir süreç nasıl yakalanır? Bu türden hayatî ve can alıcı soru ve sorunların burjuva ve küçükburjuva solcularına sorulmasının abes olduğunun bilincindeyiz. Fakat onların mangalda kül bırakmayan saçmalıklarına da asla suskun kalamayız. Balonlarına iğne batırma yönteminden de vazgeçemeyiz.
İSP’nin politika sahnesindeki yerini alamadığı, Komünistlerin Birliği sorunsalının ete-kemiğe bürünemediği, kütlesel çıkışlara kurmaylık görevini yerine getirecek, devrimci taktiksel esneklikleri gözeterek sosyal muhalefeti temel ilke ve amaçlarda uyumlandırıp yol gösterecek ve seferber edecek kurmayımızın eksikliğinde elbette ve doğallıkla bu engin sosyal muhalefet çıkışı sönümlenmeye yüz tutacaktı.
Gezi Eylemlerinin yaygınlık göstermesi sistemi korkutup ürkütmedi. Sıkıyönetim ilan edilmedi. Polise bundan sonraki kütlesel çıkışlarda nasıl hareket edeceğinin, elindeki modern araç ve gereçleri nasıl kullanacağının antrenmanı yaptırıldı. İnsanlarımız polis kurşunlarıyla nasıl öldürülür? Gözü nasıl çıkarılır? Binlercesi nasıl yaralanır? Beş bin insanımız mevcut hukuk hazretleri ve yasal mevzuatı dahi “hini hacette” çiğneyerek nasıl tutuklanır’ ın provası yaptırıldı.
TC devletindeki AKP iktidarı ile sağlı “sol”lu bütün burjuva partileri kapitalist devletin bekası için vardır. Onlar devletin, düzenin, sistemin devamından yanadır. Tekelci, militarist polis devletini yıkıp yerine işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, savaşsız, demokratik, özgür, eşit ve adil bir sisteminin kurulmasından yana olanlar (ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist iddialı örgütler) Gezi Eylemlerinde yeterince sınanıp denenmiştir.
TC devletinin bütün kurum ve kuruluşları bir bir dökülüyor. Sistemin bu düzeyde çözülüp çürüyüşünün örnekleri burjuva sözcüleri tarafından da dile getiriliyor. Hukuk-Sağlık-Eğitim-İş Yaşamı vb. alanlar başta olmak üzere AKP iktidarındaki kapitalist-anarşinin iler-tutar hiçbir yanı kalmamıştır. Kütlesel hoşnutsuzluklar had safhaya ulaşmıştır. Sistemi anladığı dilde karşıya alıp silkeleyecek bir siyasî hareketin oluşmasına çalışan arayış ve yönelişler daha da gelişip güçleniyor.
Kendi payımıza bu türden iddialarda bulanan siyasî akımları bir daha ve bundan sonraki bütün kütlesel çıkışlarda denememeliyiz. Buna cüret edilmemelidir. Zaten yıllardan beri bu türden örgütlere asla PARTİ muamelesi yapmıyor ve bunların Devrimci Hareketimize verdiği çok yönlü zararları açığa vurmaya çalışıyorduk. Onları asla denemiyorduk. Modern Proletaryanın ideolojik, politik ve örgütsel güvencesinden ve koruyuculuğundan mahrum bırakılan küçükburjuvazinin ateş hattına sürülmesine hiç kimsenin ne hakkı ne de haddi olmalıdır.
Bireysel kahramanlığı, lumpen proletaryayı Modern Proletaryanın örgütsel güvencesinin önüne koyan ve yücelten bilcümle küçükburjuva avantürye akımların verdiği zararları açığa vurmak ve onları kuşatmak sınıf mücadelesinin öğrettiği bir görevdir.
Devlet tekelci kapitalizmi ile her alanda boy ölçüşecek, hesaplaşacak, kapitalist-anarşiyi ve onun sömürücü, eşitsiz, adaletsiz, özgürlüksüz devletini yıkacak, proletarya devrimini gerçekleştirecek Kurum, Araç ve Kurmayımızı üretecek-yetiştirecek kolektif çabalara ihtiyacımız vardır. Hayat ve mücadelenin Devrimci ve Komünist Kadrolara öğretip bilince çıkardığı şey de budur.
Pek çok konuyu, sorunu ve doğurduğu sonuçları gündeme getirerek sönümlenmeye yüz tutan Gezi Eylemleri’nden sonra bu kez gündeme daha yoğunluklu biçim ve içeriklerde işçi sınıfının talep ve ihtiyaçlarıyla öne çıkışına tanık olacağız. Oluyoruz. Yeni bir grev, direniş, fabrika işgali, hileli iflas eden işyerlerini kooperatif kurarak devralan eylemler gün geçmeden basında yer alıyor. Tutarlı bir tarih ve sınıf bilincine sahip Modern Proleter Kadrolarının başını çektiği İşçi-Kitle çalışmaları tüm grev, direniş, fabrika işgali, vb. eylemlerde kendini hissettiriyor.
Görünen odur ki; TC devletinin 90 yıllık “devlet eliyle burjuva yetiştirme” yöntemiyle başlatılan işçi ve emekçi halk düşmanı politikaları daha çok sarsıntı geçirecektir. Geçirmektedir.
Yaşanan yapısal siyasal-ekonomik kriz derinleştikçe, sistem haklı talep ve ihtiyaçlarıyla sokağı deneyenlerin eylemlerine karşı daha çok kaba güce ve zora başvuracaktır.
Gezi Eylemlerinde, bir biçimde de olsa insanlarımız polis korkusunu üzerinden atmıştır. İşçi sınıfının ise tarihsel deneyimlerde görüldüğü ve de 1970 – 15/16 Haziran Ayaklanmasında kanıtlandığı gibi bu türden bir korkusu yoktur. Hiçbir zaman da olmamıştır. Kapitalist-anarşinin baskı ve terörü altında bu türden bir korku duygusu da artık kalmamıştır.
Ne TC devleti ne de bugünkü iktidar partisi AKP işçi sınıfının ekonomik, demokratik, siyasî talep ve ihtiyaçlarını artık kaba güce ve zora başvurarak engelleyemez. Kaba güce ve zora başvuran iktidarlar doğallıkla karşıtını da üretecektir. Artı-değer sömürüsü, mevcut hukukî mevzuatı bile hiçe sayan keyfî ve fiilî uygulamalar, sendikasız, sigortasız ve güvencesiz çalışma yaşamının dayanılabilirlik sınırını çoktan aşmıştır.
İşçi sınıfının siyasal ve sendikal birliğini gündemine alan ne sendika ne de siyasî örgüte sahibiz. Mevcut sendikaların tamamı birer devlet sendikasıdır. Sendika bürokratları ve işçi aristokratları ile tabandaki ilerici-devrimci nüveler arasında uzlaşmaz çelişkiler yaşanmaktadır. İlerici-devrimci nüvelerin sendika yönetimine gelmesinin önü fiilen kapalıdır. Emek gücünü satan işçilerin ancak yüzde 2,5’u sendikalı, yüzde 97,5’u ise örgütsüz, sendikasız, sigortasız, güvencesizdir. Sendikalar işçi sınıfının haklı taleplerini öne çıkararak tutarlı bir sendikal mücadele veremiyor. Sistemin burjuvaziden yana kanunlarını uygulayan “hukuk hazretleri” ve kurumları ile polis-jandarma baskıları da yoğunlukla patronlardan yana karar ve tavır alıyor. Toplu-İş Sözleşmesi yapma hakkını alabilen sendikalar göstermelik ve komik rakamlarla sözleşmelere imza atmaya zorlanıyor. Grevler “yasal” ve fiilî yöntemlerle kırılıyor. Direniş, yürüyüş, fabrika işgali vb. eylemler patronları geri adım attırmaya yetmiyor ve anlamını yitiriyor…
İşçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket demiryolu misali ebediyete kadar paralel yürümeye -akmaya- devam ediyor. İşçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketi buluşturup bütünleştirmek ve böylelikle yaratılması şart olan tutarlı Komünist Hareket de bir türlü yaratılamıyor. Siyasal ve sendikal alanlardaki kendiliğindenlik organik ilişkili bir kurmaylığa bir türlü dönüşemiyor. Bu tarihsel-sosyal-sınıfsal ve enternasyonal göreve cüret etme yeteneğine sahip Komünist Kadrolar da bir yandan sistem, diğer yandan burjuva ve küçükburjuva sosyalistleri tarafından “sinsi kuşatama” yöntemleriyle devre dışına bırakılmaya çalışılıyor.
TC devleti kurulurken “Üç M”ler (Mustafa Kemal+Muhammed Mustafa+Mülkiyet) “Üç K”larımızı (Komünist+Kürd+Kızılbaş) sistemli olarak karşıya aldı. “Üç M”ler kanun zoruyla korumaya alındı. Baskı, sömürü, terör, kırım, kıyım, inkâr, imha, asimilasyon, soykırım deneyimleriyle işte çok böbürlendikleri bu arabesk cumhuriyeti (TC devletini) böylece kurdular. Büyük bir bunalım geçiren Batılı kapitalistler TC’ye gelip de görsünler tekelci sermayenin nasıl korunup kollandığını…
“Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündemi ne hazin “hakikî” bir gündeme dönüşmüştür. Tüm tarihsel, sosyal, sınıfsal olay ve olgular bu “Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündeme göre temellendirilmek istenmektedir. Laikçi geçinenler laik değildir. Şeriatçı geçinenler de şeriatçı değildir. İlerici, demokrat, devrimci, sosyalist ve komünist geçinenler de bu sahte gündemi dillendirerek politika yaptığını zannetmektedir. Asıl ve hakiki gündem Proletarya-Burjuvazi temel ve uzlaşmaz çelişkisidir. Sömüren-Sömürülen, Ezen-Ezilen en alttakiler artık daha uzun süre “Laikçi-Şeriatçı” sahte ve suni gündemiyle oyalanmayacaktır.
Günümüzde Ulusallık-Sınıfsallık diyalektik birliği temelinde politika yapmak dururken, sağlı “sol”lu burjuva partileriyle “ilişki”, “diyalog”, “müzakere” ya da gizli diplomasi yürütülmesi öne çıkarılmaktadır. Devrimci ve Komünist Kadrolar dururken, onları dışlayıp burjuva ve küçükburjuva solcularıyla organik ilişkilere girilmesi Kürd ulusal özgürlük hareketine yeni nitelikler kazandırmayacaktır. Aksine çok büyük zarar verecektir. “Barış, demokrasi, halkların kardeşliği” ninnileriyle politika yaptığını zannedenler işçi sınıfı ile emekçi halklarımıza yalan söylemekte ve onları aldatmaktadır.
“Halka yalan söylemek suçtur” söylemleriyle iştigal edenler örgüt kurmuş, fakat destursuz parti imiş gibi hareket etmektedir. Asıl suç: Sınıf adına, Komünistlik iddiasıyla kendiliğinden örgüt kurup, parti çağrışımı yapmaktır.
Önümüzde sınıflar mücadelesinde müneccimliğe yer yoktur. Düğün-bayram edecek günlerimiz de yoktur. Olmayacaktır. Sosyal sınıflar giderek ayrışıp saflaşmaktadır. Sistem her sosyal olay ve olgu karşısında yasal ve yasal olmayan örgütlenmesiyle tahkimatını yaparak sınıfsal diktatörlüğünü pekiştirmeye yöneliyor.
Kapitalist-anarşiye karşı işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın kütlesel çıkışlarında, özellikle de Gezi Eylemlerinde yeterince denenip sınanmış, aşınıp açığa düşmüş olan örgütleri bir daha denemeyecektir. Bu engin sosyal muhalefet dinamikleri “dar grup kültü ya da tapınımı” yöntemleriyle hareket eden, slogan ve flama solculuğunda ısrarlı olan “sol cenah” örgüt partilerinin güvencesinde(!) mi hareket edecektir? Etmeyecektir.
Hayat ve mücadelenin öğrettiğini bir kere daha tekrarlamakta yarar görüyoruz. Devrimci ve Marksist Sol Kadrolar tekelci devlet kapitalizmini cepheden karşıya alacak, kapitalist-anarşi sistemini yıkacak, proletarya devrimini gerçekleştirecek Kurum, Araç ve Kurmay’larını gecikmeden üretmek zorundadır. Kolektif çabalarla, birleşik, ciddî, güçlü, güvenilir ve donanımlı bir İSP’nin teorik, ideolojik, politik ve örgütsel güvencesi oluşturulmadan burjuva diktatörlüğü ile ne mücadele edilir ne başa çıkılır ve ne de aşılabilir. Komünistlerin Birliği sorunsalına çözüm yöntemi üretilmeden kütlesel çıkışların hiçbir güvencesi ise yoktur. Olmamıştır.
İşçi Sınıfının Siyasal Ve Sendikal Birliği ile Faşizme Karşı Savaş Birliği davası sözden eyleme dönüştürülmeden ve örgütsel güvencesine kavuşturulmadan İşçi-Kitle kütlesel çıkışları da darbe almaya mahkûmdur.
Birer devlet sendikasına dönüşmüş mevcut sendikalarla, sendika bürokratlarıyla, işçi aristokratlarıyla, “sivil toplumcu” reformist, revizyonist, ulusalcı, liberal, özgürlükçü, postmodern “sol” örgütlerle ve de komünist geçinen örgütlerle yürünecek hiçbir yol artık kalmamıştır.
http://sorunpolemik.com/SP/585/isci_sinifi_talep_ve_ihtiyaclariyla_ayakta%E2%80%A6/
Nasıl ki “Ülkeler at üstünde fethedilebilir, ama at üstünde yönetilemez”se, devlet ve iktidar devrimle devrilebilir, fakat toplum devrimle düzenlenemez. Daha doğrusu uygar toplumlar -özellikle çağımızın karmaşık ve idari yapısı kompleksleşmiş ve uzmanlaşma gerektiren toplumları. Geçmişin eşitlikçi toplumlarının dönemiyle bugünkü koşullar çok farklıdır çünkü.
Saldırıya uğrayan insanlara isim çarpıtması yoluyla yeni bir saldırı daha yapılmasını doğru bulmuyoruz. Dolayısıyla saldırınızı yayınlayamadık. Kılıçdaroğlu ile ilgili eleştirilerinizi düzgün bir şekilde yazarsanız yayınlanacaktır. Admin
İlk aşamada, kahrolsun ‘bağzı’ devletler:
http://petras.lahaine.org/?p=1980
Somali Devleti’ne karşı savaşan Eş-Şebab örgütünden mi yoksa onlara karşı Somali devletinden mi yanasınız?
Somali’de parlamentoya kanlı saldırı
Somali’de parlamento binasına yönelik saldırıda 13 kişi öldü.
Hastane kaynaklarından alınan bilgiye göre, başkent Mogadişu’da meydana gelen saldırıda aralarında askerlerin de olduğu 13 kişi hayatını kaybetti.
Eş-Şebab örgütü, saldırının sorumluluğunu üstlendiğini duyurdu.
Kimliği belirlenemeyen silahlı kişiler, Mogadişu’da bomba yüklü aracın patlatılmasının ardından parlamento binasına ateş açmış, saldırganlar ile güvenlik güçleri arasında meydana gelen çatışmada, ilk belirlemelere göre sekiz askerin öldüğü belirtilmişti.
Ülkenin çeşitli bölgelerinde ordu birlikleriyle çatışan Eş-Şebab örgütü, “hükümet yetkililerini hedef alan saldırılarını artıracağı” tehdidinde bulunmuştu.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/26479902.asp
Yemen olaylarını bu devlet karşıtlığı ve yandaşlığı meselesinde nasıl değerlendirmeli?
Yemen’de isyancılar protesto edildi
Şii Husi militanlarıyla çatışmaların şiddetlendiği Yemen’de devlet başkanı ve hükümetin istifası, ülke genelinde protesto edildi.
Yemen’de, Devlet Başkanı Abdrabbuh Mansur Hadi’nin ve hükümetin istifasını sunmasının ardından ülke genelinde Şii Husi militanlarına karşı protesto gösterileri düzenlendi.
Başkent Sanaa ve Tais ile Hudeyda vilayetlerindeki protestolara çok sayıda kişinin katıldığı bildiriliyor. Barışçıl geçtiği bildirilen gösterilerde, Şii isyancıların ‘darbe’ yaptığı öne sürüldü.
Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier de istifaların ardından Husi militanlarına şiddeti sonlandırma çağrısı yaptı. Steinmeier’in sözcüsünün yaptığı açıklamada, Yemen’deki durumun istifalarla birlikte daha tehlikeli bir hal aldığı kaydedildi.
Sözcü, son haftalarda şiddet kullanarak siyasi taleplerini gerçekleştirmeye çalışan herkesin de bu durumda payı olduğunu ifade etti. Açıklamada ayrıca isyancılardan, alıkoydukları Devlet Başkanı danışmanlarından Ahmed bin Mübarek’i derhal serbest bırakmaları da talep edildi.
Şii Husi militanları aylardır süren ayaklanmalarda, başkentteki hükümet binalarını işgal etmeye başlamışlardı. Perşembe günü de devlet başkanı ve hükümet istifasını sunmuştu. Saba haber ajansı, parlamentonun cuma günü içinde yeni devlet başkanı için görüşmelerde bulunacağını duyurdu.
http://proje.hurriyet.com.tr/dw-world/default.aspx?DocID=18211477
Yemen’de önce Hükümet şimdi de Cumhurbaşkanı istifa etti
Yemen’de hükümetin istifasının ardından Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin de istifa ettiği bildirildi. El Arabiya televizyonu, Yemen Cumhurbaşkanı Abd-Rabbu Mansour Hadi’nin istifasının parlamento tarafından kabul edilmediğini duyurdu. Parlamentonun konuyla ilgili bugün acilen toplanacağı bildirildi.
İsminin açıklanmasını istemeyen üst düzey bir Cumhurbaşkanlığı yetkilisi, hükümetin istifasını sunmasının ardından Cumhurbaşkanı Hadi’nin de istifa ettiğini belirtti. Yetkili, Hadi’nin istifa gerekçesine ilişkin ise bilgi vermedi.
Halid Mahfuz Bahhah başkanlığındaki hükümetin, “Husi Ensarullah Hareketi’nin yönetime müdahale ettiği ve mutabık olunan anlaşmalara uymadığı” gerekçesiyle kısa bir süre önce istifasını Cumhurbaşkanı Hadi’ye sunduğu belirtilmişti.
Uzun süredir siyasi çatışmaların devam ettiği Yemen’de, Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin Ofis Müdürü Ahmed Avad bin Mübarek’in 17 Ocak’ta kaçırılmasıyla artan gerginlik, Husilerin Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile Hadi’nin Sittin Caddesi’ndeki konutuna saldırısıyla daha da tırmanmıştı. Bu gelişmelerin ardından önceki gün, Husiler’in Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na girdiği iddia edilmişti.
Daha sonra Husi Ensarullah Hareketi ile Cumhurbaşkanı Hadi arasında, “anayasa taslağında değişikliğe gidilmesi, Barış ve Ulusal Ortaklık Anlaşması’nın uygulamaya geçirilmesi ve güvenlik alanında yaşanan sıkıntıların en kısa zamanda giderilmesi” konularında anlaşma sağlandığı açıklanmıştı. Ayrıca Husiler’in, bin Mübarek’i serbest bırakma teminatı verdiği ifade edilmişti.
İSTİFA KABUL EDİLMEDİ
El Arabiya televizyonu, Yemen Cumhurbaşkanı Abd-Rabbu Mansour Hadi’nin istifasının parlamento tarafından kabul edilmediğini duyurdu. Parlamentonun konuyla ilgili bugün acilen toplanacağı bildirildi.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28027749.asp
Yemen’de cumhurbaşkanlığı sarayına Husi baskını
Yemen’in başkenti Sana’da Şii Husiler cumhurbaşkanlığı sarayına girdi.
Reuters’ın haberine göre, güvenlik görevlileriyle kısa süre çatışan Şii milisler, daha sonra Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin sarayına girdi.
Yemen ordusundan bir komutan, AP’ye yaptığı açıklamada, milislerin sarayı ele geçirdiğini söyledi. Reuters ajansına konuşan bir kaynak, “Cumhurbaşkanı konutunda ve iyi” dedi.
Cumhurbaşkanı Hadi’nin Ofis Müdürü Ahmed Avad bin Mübarek’in cumartesi günü kaçırıldığı ülkede gerginlik, dün sabah Husilerin, başkentteki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile Hadi’nin Sittin Caddesi’ndeki konutuna saldırısıyla tırmanmıştı. Çatışmalarda dokuz kişi ölmüş, 80 kişi yaralanmıştı. Çatışmaların ardından öğleden sonra taraflar arasında varılan anlaşma sonucu ateşkes sağlanmıştı.
YEMEN’DE TANSİYON NASIL YÜKSELDİ
Husiler, Sana’nın büyük bölümünü 21 Eylül 2014’te ele geçirdi. Husi Ensarullah hareketi, federasyon formülüne ülkeyi zengin ve fakir bölgeler olarak böleceği gerekçesiyle karşı çıkmıştı.
Sonrasında BM’nin aracılık ettiği yeni birlik hükümeti görüşmeleri başladı. Anayasa taslağındaki ülkenin 6 bölgeli federasyona dönüştürülmesi maddesi Husilerin tepkisini çekti.
Cumhurbaşkanlığı Ofisi Müdürü Mübarek, taslağın sunulacağı toplantı öncesinde Husiler tarafından kaçırıldı.
Mübarek’in kaçırılması ülkenin güneyindeki petrol zengini Shabwa vilayetinin tepkisini çekti. Vilayet yönetimi, Mübarek’in serbest bırakılmaması haline petrol vanalarını kapatacağı tehdidini savurdu.
Ülkenin güneyinde ise ayrılıkçılar faal. Şii Husileri İran’ın desteklediği, iktidarda olan Sünnileri ise Suudi Arabistan’ın desteklediği ileri sürülüyor. Yemen’de Arap Yarımadası El Kaidesi de faaliyet yürütüyor.
http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28009845.asp
Bu arada Yemen’de Şii-Zeydiler’de olduğu gibi bu dağlık bölgelerin coğrafi konumları nedeniyle tarihte devletten uzak yaşayabilmiş toplulukların sığınağı olması bugün de bize yol göstermeli. Aklıma gelen diğer örnekler Kuzey İran’da Deylemliler, Taberistan Zeydileri, Anadolu’da Dersim, Osmanlıya karşı Karamanlıların direndiği Toroslar, Osmanlının 19.yüzyılda Fırka-i Islahiye’yi gönderip aşiretleri iskan ettiği Çukurova, Kozan Dağı, Emevilerin ele geçiremediği İspanya’nın kuzeyi, Arapların ve daha sonra Avrupalıların işgaline direnen Berberilerin yaşadığı bölgeler.
http://haber.sol.org.tr/blog/sinifin-sagligi/akif-akalin/toplumcu-tibbin-son-basarisi-111559
Gün Zileli buna çok şaşıracak:
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/zamaninda-bir-uyari-denemesi-132052
Pek şaşırdığımı söyleyemem. Daha doğrusu esas şaşırtıcı olan, Aydemir Güler’in hâlâ büyük bir özgüvenle “Sovyet sosyalizmi”nden dem vurması.
Gün abi bak senin şu “güvercin emperyalist” ABD neler yapıyor: http://www.wsws.org/en/articles/2016/04/08/pers-a08.html
Ben böyle bir kavram kullanmadım.
Direkt böyle bir kavram kullanmıyorsun ama ABD emperyalizminin saldırgan politikası ile Rusya ve Çin’in savunmacı pozisyonunu aynı kefeye koyuyorsun.
şimdi bu meseleleri bir çırpıda halletmek kolay değil. Bazı yerlerde ABD saldırgan, bazı yerlerde diğer blok. Bazı yerlerde abd baskıcı, bazı yerlerde diğer blok. Toptancı olmamakta fayda var. Örneğin Suriye’de Rusya’ya daha yakınım, ukrayna’da ise Batı’ya görece daha yakınım.
Gün, bak burada senin gibileri anlatmışlar:
http://www.wsws.org/en/articles/2016/04/14/prob-a14.html
tercüme et de herkes okusun
Pentagon’un yıllık bütçesi 600 milyar dolar ama “Rus ve Çin emperyalizmi çok rerörerö”. Bkz.: http://www.wsws.org/en/articles/2016/05/20/pers-m20.html