İslamofobi mi?

Je-suis-Charlie
İslamcı militanların Paris’te ifade özgürlüğüne karşı giriştikleri katliamın ardından Türkiye medyasında en fazla duyulan sözcük “islamofobi”. Sanırsınız ki, İslamcılar ifade özgürlüğünü bastırmak amacıyla bir mizah dergisine saldırı düzenlememişler de, “İslamofobi” takıntısı içinde olan birileri bir camiye ya da Müslümanlara saldırmış. Hemen hemen bütün medya bir ağızdan “İslamofobi” diye başlıyor ve aynı kelimeyle devam edip aynı kelimeyle noktayı koyuyor.

Neymiş bu İslamofobi? Avrupa’da yükselen ırkçı akımların Batı Avrupalı olmayan halklara karşı ayrımcı ve ırkçı tutumuna bu adı veriyor Türkiye medyası ağırlıklı olarak. Oysa ırkçıların hedef aldığı şey, İslamiyet ya da Müslümanlar değil, Müslüman olsun ya da olmasın (isterse Hıristiyan olsun) Avrupa’ya göç etmiş Batı Avrupalı olmayan insanlardır. Dolayısıyla, Avrupa’da yükselen ırkçılığı “İslamofobik” olmakla suçlamak, meseleyi bir Hıristiyan-Müslüman çelişkisi çerçevesinde ele alarak konuyu saptırmaktır. Irkçıların Avrupa ülkelerinde hedef aldığı şey, İslamiyet değil, Batı Avrupalı olmayan yabancı nüfustur.

Dahası, Avrupa’daki ırkçılıkla mücadele, İslami değerler üzerinden yapılamaz. Irkçılığın hedefi olan Müslüman kimlikli insanları savunmak başkadır, ırkçılığa karşı İslami değerlerle ya da İslamiyetle direnmeye çalışmak başkadır. İkincisi kesinlikle yanlıştır, çünkü İslamiyet ve İslami değerler, ırkçı ideolojilerle büyük ölçüde aynı hiyerarşik ve ayrımcı görüşleri paylaşırlar. Örneğin, Batı Avrupa’daki aşırı sağcı ırkçılık kadınlara karşı ne kadar ayrımcıysa İslamiyet de o kadar ayrımcıdır; ırkçılar ne kadar eşcinsel düşmanıysa İslamiyet de o kadar eşcinsel düşmanıdır; ırkçılar eşitlik ve özgürlüğe ne kadar karşıysa İslamiyet de o kadar karşıdır; Irkçılık ne kadar aşırı sağcı bir reaksiyonsa, İslami akımların büyük çoğunluğu da (istisnaları vardır elbette) aşırı sağcı bir reaksiyon hareketini oluşturur.

Dolayısıyla, Batı Avrupa’daki aşırı sağcı ırkçılıktan söz edilirken İslamofobiden değil, yabancı fobisinden söz etmek çok daha doğrudur. İslam karşıtlığı sadece ırkçıların yabancı düşmanlıklarını gizlemek, sorunu dinler ve kültürler arasındaki bir uyuşmazlık ve savaşmış gibi göstermek için kullandıkları bir kalkandır. Bu bağlamda, İslamofobiden söz etmek ırkçılara dolaylı olarak yardımcı olmak anlamına gelir.

Yazıya ek: Nitekim, Charlie Hebdo’ya yapılan İslamcı saldırının, en çok bu derginin en önemli hedeflerinden olan ırkçıları sevindirdiği unutulmamalıdır. İslamcılar, Fransız ırkçılarının da baş hedefi olan bir dergiyi vurmuşlardır.

Gün Zileli
8 Ocak 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

90 Comments

  1. Sayın Zileli,

    Bir pasifistim.

    “Aşk ve Devrim” kelimelerini gündelik hayatta ne kadar çok kullansakta; hem tekil, hem birarada ne kadar derin anlamları olduğunu sayenizde tekrar tekrar idrak ediyoruz.

    Sizi daha çok kitaplarınız ile tanıdım. Ve 1 yıla yakın süredir sitenizi de takip ediyorum.

    Deneyimli bir devrimci olduğunuzdan (bunu dalga geçmek mahiyetinde değil; samimi yazıyorum Gün Bey. Ben şahsen sizi anarşist devrimci olarak görüyorum, ve bu şekilde saygı gösteriyorum.) şu konu hakkında bilginiz varsa paylaşmanızı temenni ediyorum. Eğer bilginiz yok ise, gençliğinizin en hızlı döneminde yayınlanmış bir kitap olduğundan, ve bu kitabı yayınlayan kadrolarla da bir şekilde temas halinde olduğunuzu varsayarak; yazıyı okuduktan sonra görüşlerinizi bildirmenizi temenni ediyorum.

    “Devlet”in ve “Şirketokrasi”nin uzvu olan “Düzenli ordu” dediğimiz şeye karşı olmak

    ile

    “Devlet” ve “Şirketokrasi” kurumlarını ortadan kaldırmak için mücadele veren “gerilla (çoğunlukla silahlı ve askeri) grupları”

    arasında fark vardır.

    Kısa tutmak amacı ile: Batista rejimi ve rejimin uzvu Küba “resmi ordusu”na karşı mücadele veren; “Castro & Guevara askeri gerilla örgütü” örnektir.

    (Not: “Castro & Guevara”nın kaldırdıkları “devlet”in yerine yeni bir “devlet” kurduklarının farkındayım. Aşağıda yazdıklarımı okuyunca sorumun özünü anlayacaksınız.)

    * * *

    (1)

    Bir “(bahşedilmiş) resmi”, “(bahşedilmiş) legal”, “(bahşedilmiş) düzenli” orduya karşı olmak

    ile

    Aynı orduyu “devrimci kadrolar”a dönüştürüp, dönüştürülmüş bu orduyu kullanarak “(bahşettiği söylenen) devlet”i ve “şirketokrasi”yi yok etmek

    arasında dikkat edilmesi gereken sınır hattı nedir?

    (2)

    Varsayalım ki “devlet”i ve “şirketokrasi”yi ortadan kaldırdık.

    Bir pasifistsek (ve birçok yönüyle de “anarşistsek”) eğer; bu “dönüştürülmüş ordu”ya ne yapılacak?

    Yerli yerinde duracak mı?

    Yeni kurulan düzene başkaldıran unsurlar meydana gelirse bu “dönüştürülmüş ordu” bu kez onlara karşı mı kullanılacak?

    Öyleyse; “Anti-militarizm” & “Pasifizm” gibi kavramların özüne karşı hareket edilmiş olunmuyor mu?

    Bir yanlış anlaşılma ve polemiğin doğmaması için baştan yazayım:

    Sorumun sonucu “askeri darbe”ye çıkmıyor.

    Sorumun sonucu şuraya çıkıyor:

    Amaç “iktidar” mefhumunu ortadan kaldırmak ise; “dönüştürülmüş askeri kurumlar” bu mefhumu kaldırmak için araç olarak kullanılabilir mi?

    Peki kullanıldıktan sonra ne olacak bu ordu? Lağv mı edilecek?

    * * *

    Aşağıda okuyacağınız yazıda:

    Askeriye içindeki kadroların “iktidar” mefhumunu ortadan kaldırmak için değil;

    Tam tersinme, “iktidar”a gelebilmek için teşkilatlandıklarını biliyoruz. O meşhur “Gizli 9 Mart 1971 Cuntası” dedikleri şeyin özü burada yatıyor.

    Sayın Zileli,

    Aşağıdaki yazıyı size yukarıda sorduğum soru çerçevesine değerlendireceğinizi,

    “Askeri darbe yapıp iktidara gelmek” temeli üzerinden sizden bir değerlendirme beklemediğimi anladığınızı biliyorum.

    Cevabınızı bekliyorum…

    Saygılarımla

    * * *

    DEVRİMCİ SUBAYLARIN OLAY YARATAN KİTABI TEKRAR ÇIKTI

    “KAMPTA; CHE GUEVARA’NIN GERİLLA KİTABI OKUTULMUŞ”

    (Turhan Feyizoğlu yazdı / 8 Ocak 2014)

    “Hava Harb Okulu Kültür Yıllığı – 1968” adlı kitap ilk olarak Temmuz 1968’de basılmıştı.

    İkinci tıpkı basımı Aralık 2014’de yapılan kitabın arka kapağında şu yazı yer almaktadır:

    [[
    Bu kitap bir ‘tıpkıbasım’dır. 1968 yılı Hava Harp Okulu mezunlarına bir ‘subaylık’ armağanı olarak hazırlanmıştır. 1968 ve 1969 Hava Harp Okulu Devreleri’nin yazın ve düşünsel çalışmalarından oluşan bir derlemedir.

    GÖKSENİN, Silahlı Kuvvetler Tarihi’nin ilk ve son örneğidir. Tertemiz, yasal, açık bir Harbiyeli eylemidir. Kitabın basım ücreti bile öğrenciler tarafından karşılanmıştır. Ancak kitabın ‘masum ve delikanlı’ içeriğinin, 68 Kuşağı’nın anti-emperyalist söylemiyle örtüşmesi; egemenleri telaşlandırmış, gerici basının büyük saldırılarına, üst komuta kademesinin uzun sorgulamalarına konu olmuş, cezalar kesilmiştir.

    GÖKSENİN’İN YENİDEN BASILMASININ İKİ NEDENİ VAR

    Denizcilerin ünlü “69 Subay Bildirisi”, bu kitabı ve içeriğini savunmak üzere yapılmış devrimci bir dayanışma eylemidir.

    Onca yıl sonra GÖKSENİN’i yeniden basmamızı gerektiren iki neden var. İlki, 68 ve 69 devresi emekli subaylarından, sicilen emekli edilmişlerden ve ayrılanlardan gelen istekler!

    İkincisi ve önemlisi ise şudur:

    Bu çalışma yakın dönem tarih araştırmalarında yeterince bilinmeyen bir yerde kalmış, toplumsal belleğe bir kaynak olarak girememiştir.

    68 gençliği, genelde üniversiteli sivil gençliğin üzerinden değerlendirilmiş, Silahlı Kuvvetlerdeki anti-emperyalist devrimci bilinç ve birikim önemsenmemiştir.

    Silahlı Kuvvetlerde ardı ardına yapılan kıyımların, genç subay tasfiyelerinin de gerçek anlamı ortaya çıkmamıştır. GÖKSENİN ve onun etrafında gelişen olaylar, yakın tarihi daha kapsamlı anlamak isteyenler için önemli bir kaynaktır. Ve aynı anda, anti-emperyalist bilince sahip çıkan kuşakların hatırlanmasıdır. GÖKSENİN’in bu basımı, 68 Hava Harp Okulu’ndan en parlak öğrencisi olarak mezun olduktan sonra Kızıldere olaylarına ON’larla birlikte katılan ve çatışmadan sağ çıktığı halde olay yerinde ‘infaz’ edilerek katledilen Hv.Tğm. Saffet Alp’in ölümsüz anısına armağan edilmiştir.
    ]]

    Arka kapak yazısında belirtildiği gibi kitap 1968’deki ilk yayımından bir süre sonra toplumun gündemini oluşturdu.

    O dönemde dinci-şeriatçi Bugün gazetesi kitap hakkında yazdığı yazılarla ihbarlarda bulunmuş, hakkında yalan haber yayımlamıştır.

    29 Ekim 1968 tarihli Bugün gazetesinde, “Vatansever ve Milliyetçi Kumandanların Dikkatine: Bir Yüksek Askeri Okulumuzda Solculuk Propagandası yapılıyor.” başlığıyla ana sayfada yayımladığı yazıda şöyle deniliyordu:

    “Kilyos kampında talebelere Che Guevara’nın Gerilla kitabı okutulmuş. İstanbul’da bir askeri Yüksek Okul’un çıkarttığı ‘1968 Kültür Yıllığı’ adlı kitapta, Marksist-Leninist ideolojiden mülhem fikirler, imzalar bulunmakta; sol ihtilal edebiyatı yapılmakta, ‘Bursa Nutku’ tekrar edilmekte, din düşmanlığı, NATO aleyhtarlığı, Köy Enstitüleri meddahlığı yapılmakta; bir takım galiz ve çirkin kelimeler kullanılmaktadır.”

    30 Ekim 1968 tarihli Bugün gazetesinde, “Hükümet ve Genel Kurmay Hadiseye El Koydu. Bir Yüksek Okuldaki Komünist Faaliyetine Dair İfşaatımız Büyük Akis Uyandırdı.” başlığıyla yayımlanan yazıda da şöyle deniliyordu:

    “Aşırı solun askeri okulları hedef tutan sinsi faaliyeti ve bu arada bir yüksek askeri okulda ‘Okul Kültür Yıllığı’ adıyla çıkarılan fakat ‘Yıllık’tan ziyade ‘İhtilal dersleri’ mahiyetinde olan bir kitabın askeri okul öğrencilerine dağıtılması olayı büyük yankılar uyandırmış, ve neşriyatımız üzerine siyasi polis ve diğer ilgililer hadiseye el koymuşlardır.”

    “ABDÜLHAMİT’E ‘ULU HAKAN’, VAHDETTİN’E ‘BÜYÜK SULTAN’ DİYENLER…”

    Deniz Harp Okuluna Subay Taburuna mensup 25 genç subay, 2 Kasım 1968 Cumartesi günü, Taburun 300 subayı ve Deniz Harp Okulu öğrencileri adına bir bildiri yayınladılar. Deniz Harp Okulu Subay Taburu adına “Büyük Türk Ulusuna” hitaben yayınlanan bildiri aynen şöyledir:

    “Halkın ve Anadolu’nun bağrından kopup gelen, Atatürk ilkelerinin ışığıyla güçlenen ve yeryüzünün ilk kez bir kurtuluş savaşı vererek adını ölmezleştiren Büyük Türk Ordusunun genç subayları olarak yüce Türk ulusuna sesleniyoruz. Son günlerde, Atatürk devrimlerinin getirdiği tüm kuruluşlara karşı olmasıyla bilinen bir gazetenin, sonunda kutsal harbiye ocağına da dil uzatması, biz genç subaylar arasında büyük bir tepki uyandırmıştır. Hava Harb Okulunda, genç harbiyelilerin yurt sorunlarını Atatürkçü ve gerçekçi bir açıdan ele almaları, bu konudaki düşüncelerini bir ‘Kültür Yıllığı’ olan ‘GÖKSENİN’de toplayarak yayınlamaları, geriye dönüş duaları yapmakta olan bu sapık fikirlileri son derece ürkütmüştür. Tanzimata ‘Milli Bozgun Çığırı’, Abdülhamit’e ‘Ulu Hakan’, Vahdettin’e ‘Büyük Sultan’, Namık Kemal’lere ‘Sahte Kahraman’, 27 Mayıs devrimine ‘Gece Hareketi’ diyen, Mustafa Kemal’e ve devrimlerine açıkça ve alçakça saldıran bir zümreden de aslında başka türlü bir davranış beklenemezdi. Nitekim onlar da ürkmüşler ve ‘Büyük Sultanları Vahdettin’in yıllar önce Mustafa Kemal’e yaptığı gibi ayni taktiğe başvurarak ‘Komünist’ diye, ‘Bolşevik’ diye halk için anlamı karanlık sözcükleri kullanarak Hava Harb Okulunun kutsal ocağına çamur atmaya kalkışmışlardır.

    Bu çamur, bütün harb okullarının yüce varlığına atılmak istenmiştir. Bağrından bu ulusa nice Mustafa Kemal’ler vermiş olan harb okullarının böylesine çirkin bir davranış karşısında susması beklenemezdi. Biz halk ordusuyuz, biz Atatürk ordusuyuz. Hiç bir zaman, hiçbir zümrenin fikirlerine alet olmadık, yalnız ve yalnız Atatürk’ün emrinde ve senin, yani Büyük Türk Milletinin hizmetinde olduk. Bunun içindir ki, Hava Harb Okulu yıllığı olan GÖKSENİN şu sözlerle başlar:

    ‘Konu yurt ise, topraksa, ya da özgürlükse bizim de söyleyeceklerimiz var topluma. Harbiyeli olarak görevimiz bu. Hakkımızı ulustan alıyoruz, gücümüzü Ata’dan. Artık tüfeklerimize barut yerine devrimci düşünceyi sürmek zorundayız. Tetik o zaman güvenilir olur.’

    Ama onlar, köşe başlarında yeni Kubilaylar bekleyen gözü dönmüş sapıklar elbette buna karşı çıkacaklardır. Çünkü onlar şimdiye kadar, halktan yana, devrimlerden yana, Atatürk’ten yana, her şeye karşı çıkmışlardır. Şüphe yok ki, bu topraklar üzerinde hiçbir zaman hayat hakkı bulamayacaklardır. Buna Türk halkı, Türk gençliği, Türk ordusu izin vermeyecektir. Bunu çok iyi bilmemize rağmen, yine de yüce Türk ulusuna sesleniyoruz: Kurtuluş Savaşı yıllarında halkın anlamını bilmediği ‘komünist’ ve ‘bolşevik’ sözcüklerini kullanarak Mustafa Kemal hakkında güvensizlik yaratmak isteyenler, bugün O’nun izinden yürüyen Harb okullarına karşı da aynı silahı kullanarak ne olduğunu pek iyi bildiğimiz emellerine ulaşmak istemektedirler. Çünkü, tarih boyunca en büyük şamarı ordudan yemişlerdir. Bunun için de halkın duygularını sömürmek, onun geleneklerine ve dine olan bağlılığından yararlanarak onu kandırmaya, Atatürkçü ve devrimci güçlerle karşı karşıya getirmeye çalışmaktadırlar. İşte şimdi de sıra orduya gelmiştir. Ama işte burada kalacaklar ve bunu asla başaramayacaklardır. Çünkü, bu millet askerleri her şeyden çok sever. Çünkü bu millet asker millettir, çünkü bu millet ordu millettir. Büyük Türk Ulusu: Şuna inanmanı ve bilmeni isteriz ki, harb okulları her türlü dış etkiden uzak, özgür, mutlu ve herkesin insanca yaşadığı bir Türkiye’nin bağımsızlığı için ölüme dek savaşmaya and içmiş genç subaylar yetiştirmektedir orduya. Bize inan, bize güven. Yalnız ve yalnız Atatürk’ün emrinde ve senin hizmetindedir.

    Deniz Harb Okulu Subay Taburu”

    BİLDİRİYE KİMLER İMZA ATTI

    Bildiriyi imzalayanlardan bazıları:

    Lütfü Yılmaz,
    Volkan Rişvanoğlu,
    Cahit Uzunhasan,
    Şahin Aldoğan,
    Ruhi Demirören,
    Coşkun Erkal,
    Sarp Kuray,
    Özmetin Azman,
    Yücel Ersoy,
    Ercüment Toker,
    Ali Kırca,
    Mehmet Akmaner,
    Seçkin Padır,
    Şeref Taş,
    Ahmet Çoker,
    Emin Babakuş,
    Okan Esmen,
    Bülent Dinçer,
    Erol Kartal,
    Mustafa Süzer,
    Mehmet Sağcan.

    Bildiriyi yayımlayan öğrenciler hakkında soruşturma başlatıldı. Bildiriyi imzalayanlara disiplinsizlik yaptıkları gerekçesiyle dört gün oda hapsi verildi.

    Askeri savcı bildiri için verdiği kararda; “Olay için soruşturmaya gerek yok.” dedi.

    Silahlı Kuvvetler içinde anti-emperyalist, devrimci bilinçte olan subaylar 1971’de ilan edilen sıkıyönetimden sonra:

    Kimisi ordudan atıldı, kimisi tutuklandı işkence gördü, yıllarca hapis yattı, kimisi öldürüldü.

    31 Mart 1972’de öldürülen Hv. Tğm. Saffet Alp’in de “GÖKSENİN” adlı kitapta, “Türk Düşünüşünün Batılılaşma Eylemleri İçersinde Evrimi” başlıklı çok güzel bir yazısı var.

    Kaynak:

    http://www.odatv.com/n.php?n=kampta-che-gueveranin-gerilla-kitabi-okutulmus-0801151200

  2. Her türlü silahalı güç ve ordu dağıtılmalıdır. Hepsi toplumlara zararlıdır.

  3. Avrupa’da her hafta binlerce irkci ‘Bati’nin Islamizasyonuna Karsi’ yürüyüs düzenlerken ‘Islamofobi aslinda yok, buna irkcilik diyelim’ demek Naziler Yahudi avlarken ‘Anti-Semitizm aslinda yok’ demekle ayni sey. Bu kavrami Türkiye’deki Islamcilar ona ellerinde tuzlukla kosuyor diye yok saymaniz büyük hata.

    Su anda Bati’da Müslümanlarla misal Yahudilerin esit derecede irkciliga maruz kaldigini sananlar varsa bilgilendireyim, buralarda Islama/Müslümanlara yönelik ayri bir nefret var. ‘Islamofobi demiyelim’ diyen solcu da duymadim. Tersine, durumu abartip Islamcilarla ittifak yapan salak solcular var. Türkiye’deki örneklerini de biliyorsunuz.

    Maalesef Türkiye’deki Islamci hükümetin Türkiyeli solcular ve laikler üzerindeki travmatik etkileriyle bu yazdiklariniza benzer yorumlar cogaldi. Benzer travmalar ve beterleri 79da yurtdisina kacan Iranlilarda var- umarim bizimkilerin sonu da öyle olmaz.

    Özet: 1915’te Anti-semitizm neyse 2015’te de Islamofobi aynen odur- silkinip kendinize gelin.

  4. silkindim ama sanırım kendime gelemedim. Ben yurt dışında 20 yıl yaşadım. İslamofobi denilen şey, siyasi islamın söylemidir. Avrupa’daki aşırı sağ ırkçılığın islamiyet düşmanlığı diye bir sorunu yoktur. Sadece yabancı göçmenlere düşmanlık sorunu vardır. islamofobi söylemi, sadece onların bahane değirmenlerine su taşımakta ve esas yabancı düşmanlığını örtbas etmektedir. charlie dergisine saldırıda islamcılarla ırkçılar aynı saftadır. Nazilerle Yahudilerin, örneğin o zamanın komünist bir dergisine saldırıda aynı safta olduğu görülmemiştir.

  5. Eğer ki, Almanya’da, Fransa’da, İngitere’de on binlerce müslüman, bu katliamı kınayan büyük yürüyüşler yapamazsa…
    onaylamış görünecekler…
    *
    Bir Avrupa ülkesinde uzun zamandır yaşamakta olan ve burayı okuyan birisi varsa.. Örneğin İngiltere’de ve Almanya’da Fransa’da, yaşayan her 100 müslümandan kaçı içinden bu öldürülen insanların tarafını tutmaz! Kaçı katillerden yanadır. Kaçı “iyi oldu, hak ettiler” der… Kaçı “bu cinayettir”…
    Endişem o ki.. bu rakamlar “korkunç” olabilir…
    O zaman “islamofobi” haklı bir zeminden doğmuş ve kışkırtılmaya, kullanılmaya hazır bir şeydir.. Kuşkusuz ki bu emperyalizmin “motorlarına yağ” olacaktır…
    Suçlu arayalım mı? Aydınlanma düşüncesine direnen doğu halkları! Emperyalizm bundan yararlanan olarak 2. derece suçlu!

  6. islamı ırkçılıkla özdeşleştiren tam bir islamifobik yazıya örnek olmuş…gün sizin gibi islam düşmanları ile mücedele günüdür. siz entel yavşaklar batıya öykünen bir hiçsiniz…

  7. İslamofobi veya İslam karşıtlığının ırkçılık olmadığı savunuluyor şurada- üslubu çirkin ve rahatsız edici ama bir fikir vermesi açısından paylaşmak istedim;

    http://www.youtube.com/watch?v=qzTylgZ2uBo

  8. Dünya degisiyor, Bati’da degisiyor. Bugünkü irkcilari ve taktikleri eskisinden cok farkli. Sizin Batida eskiden yasadiginizi varsayiyorum cünkü bugün Bati’da Türkiyeli solcu olarak yasayip “Islamofobi aslinda yok, Islamci söylemi [burada da citation needed], asiri sagin Islam sorunu yok” diyecek kadar kör biri olamaz. Özellikle 11 Eylül’den beri Bati’da sadece asiri sagin degil toplumun genis kesimlerinin Islam/Müslüman düsmanligi sorunu var. Yabanci dil biliyorsaniz Türk kaynaklari disindakileri de takip edin biraz. EDL kim, ne yapmis; Hogesa, Pegida ne demek, neden o isimleri almislar; Wilders kim, ne diyor; Breivik kim, neler yazmis; Baroness Warsi kim, ne demis? Bakin Amerika’ya deginmedim bile.

    Batili sagcilar da ‘Islamofobi diye birsey yok bu solcularin uydurmasi’ diyorlar. Onlarla ayni dili konusuyorsunuz, ondan silkinin dedim. Örnek: http://www.thecommentator.com/article/3666/forget_islamophobia_let_s_tackle_islamism

    Islamofobi de gayet mevcuttur. Bir irkcilik türüdür- Anti-Semitizm neyse bu da odur. Türkiyede Islamcilar hegemonya kuruyor diye Türkiyeli solcularin böyle sacmalamasi üzücü. Dünyayi izleyin biraz, yoksa Yildiray falan gibi tipler bile iki uluslararasi yazi okuyup sizinle dalga geciyor sonra biz ugrasiyoruz.

    Örnegi de hemen gelmis yukari: ‘Müslümanlar neden özür dilemiyor? Islamofobinin nedeni aydinlanmaya direnen dogu haklari’ falan. Israil Filistine saldirdiginda Islamcilarin Türkiye’deki Yahudileri tehdit etmesiyle ayni kafa: ‘Müslümanlar neden özür dilemiyor?’. ‘Karikatüristler de Muhammed cizmeseymis’le ayni kafa ‘Dogu halklari da aydinlanmaya direnmeseymis’.

  9. Gun Zileli merhaba. Ben baska bir konudan bahsedecem. Yazilarinizi ve bazi kitaplarinizi okudum ve sitenizide ilgiyle takip ederim.
    Ani-roman serisinin son kitabi ‘siginmacilar’ i yeni bitirdim. Acik soylemem gerekirse, diger otobiyografi kitaplarinizin yaninda ‘cocuksu’ kalmis. Sanki ‘erasmus’ bursu ile ingiltere’ye giden acemi ogrencinin saskinlarini anlatmissiniz. ” bu ne bicim bati avrupa der gibi” bir koku sinmis kitaba.
    Bende kuzey ingiltere’de yasiyorum, 10 yildir.Kebap-dukkan sahibi degil, isci olarak ‘delivery company’ de calisiyorum.
    Ben kitap elestiri yapmiyacagim ama bir iki sorum olacak. inanin cok merak ettim. Bazi sorular ‘private’ olabilir ama ne yapalim, ani-roman turu insana sorduruyor. Umarim cevaplandirirsiniz.
    1- Sermin ne yapiyor, hala hayatta mi ? 10 yildan sonra kopekler cok yasli sayilir.
    2-Emel ile evlilik devam ediyormu? bir yerde bu evlilik yurumez mealinde seyler yaziyordu.
    3- Son bolum ek’teki , dukkandan elbise calan bayan Emel mi?
    bu soruya umarim kizmazsiniz, ama ben sanki oyle bir izlenime vardim.
    4- ya Gun abi, 10 yil londra da kalmissin, bir seyden hic bahsetmemissin: Futbol. hic maca gittim mi veya inglizlerin futbol sevgisi/fans ile a-politika iliskisi hic ilginc gelmedi mi?
    5- Kitabi okurken sunu dusundum: Abi , o kadar islere girmissin cikmissin, parasiz kalmissin, niye bir kebap veya markete girip calismadin. ‘Cash in hand’ yapar , yardim da almaya devam ederdin, onca zorluklara ne gerek vardi.

    Son nokta yerine: abi kizma ama ben ‘siginmacilari’ satin almadim, internetten indirdim, pdf olarak, bedava yani. parasizliktan degil , ‘anarsist’ tavirlardan olsa gerek. biliyosun abi sende de ‘book thief’ hastaligi var gibi 🙂

    Mevsimleri satin alacam, yazin turkiye gelince, yarilma ve havarileri de birisi internete atsada senin tum kitaplari okumus olsak 🙂 🙂

    KIZIL KARA Selamlar.

    Nej.

  10. ben soru sordum ama gozukmuyor ? acaba sorular bolumune mi yazsaydim ? ?

  11. Batı avrupalı olmayan halklara karşı ayrımcı ve ırkçı tutum yanında bu halklardan müslüman olanlara karşı daha bir antipati besledikleri çok açık. Avrupa’nın ırkçı olmayan kesimlerinde bile bu antipatiyi görmek mümkün. Ancak müslümanlar bu son katliam gibi eylemleri ile, kafa kesme, pazar yerlerinde topluca insanları havaya uçurma gibi terör eylemleri ve kendilerine hoşgörü talep ederken başkalarının düşüncelerine ve yaşam biçimlerine hoşgörüsüzlükleri, özgürlüklere ve özgür düşünceye olan mesafeli tutumları ile bu antipatiyi besliyor.

  12. Roman-anı değil, sadece anı. Yani hiçbir kurgu söz konusu değil. Sorulara gelince:

    1. Şermin 14 yaşında, ihtiyaarlık ve yürüyememe nedeniyle uyutuldu.
    2. Emel ile evlilik 2001 yılında sona erdi.
    3. Hayır, emel değil.
    4. Hiç izlemedim.
    5. Londra’nın güneyince İranlıların çalıştırdığı bir pizza dükkanında ilan dağıtıcılığı yaptım. 2000’den sonra. Ama o yıllara gelmediğim için bunları anlatmadım. Kebap ve marketlerde çalışmayı hiçbir zaman düşünmedim. Nefret ederim oralardan.

    selam ve sevgilerimle.

  13. bir daha yazar mısın?

  14. Saldırıya uğrayan Charlie Hebdo’nun herhangi bir islam/yabancı düşmanı sağcı odak değil anarşist/sol/muhalif çizgide, ifade özgürlüğüne düşkün eleştirel bir dergi olduğunu unutmayalım. Olayın dramatik havası ve her yerdeki ikiyüzlü muktedirlerin açıklamaları içinde bu nokta karambole gidiyor. Bu açıdan 9-11’den de farklı bir yönü var. Saldırganlar açısından muhalifmiş sistemin sembolüymüş fark etmiyor bu net bir şekilde görüldü. Burada çuvallayan bir çizgi de Batı’daki islami radikalizm problemine sadece Batılılar’ın önyargısı problemi var ve bu eleştirilmeli gözüyle bakan liberal (liberal-sol SWP en tipik örneği, burdaki DSİP de taklitçisi ve aynı rezalete imza attı malum) çizgi iflas etmiştir.
    Bir çok örnek üzerinden vurgulamaya çalıştım. “İyi sebeplere dayanan” gerici radikalizmleri “anlamaya çalışmak” veya “kafası karışık bir mağdur tepkisi” olarak gözardı etmeye çalışmak anlamsızdır. Çünkü tarihteki TÜM (Naziler dahil) korkunç gericilikler zaten bir takım gerçek sorunlar ve sıkıntılara dayanır.
    Yapılabilecek tek şey gerici radikalizmin devrimci radikalizm tarafından bir kenara itilmesi, yani o aynı lümpen, göçmen, ezilmiş vb. kitlenin sol tarafından örgütlenerek düzgün bir mücadele hattına sevk edilmesi, böylece zeminin doğru kurulmasıdır. Bozuk zeminde kimin hangi infaz veya şiddet eylemini hak ettiğini, kimin esas mağdur olduğunu tespit etmeye çalışmak ve bunun üzerinden pozisyon almak boş bir uğraştır. Bu çelişkilerde taraf tutmak değil çelişkiyi başka bir çelişkiyi ön plana çıkararak aşmak tek çözüm.

  15. Hala ‘Müslümanlar söyle Müslümanlar böyle’ diyenler var. Dünyada 1,5 milyar Müslüman var. Bunlarin kimi Tataristanda hergün votka iciyor kimi Kamerunda kici basi acik geziyor. Fransada milyonlarca Müslüman var bunlarin 1000 kadari radikal Islamci örgütlerle iliskili.

    Herhangi bir Müslümanin yaptigi birsey icin bütün Müslümanlari suclayanlar, onlarin özür dilemesi gerektigini söyleyenler acik ve net irkcidir, Israil Filistini bombalayinca Türkiye’deki Yahudileri tehdit eden Islamcidan farki yoktur.

  16. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/sakineden-charlie-hebdoya

    Barbarlığın savaşçıları

    Tekfirci hareketin (yani kendine biat edenlerin dışında herkesi kâfir ilan eden hareketin) uluslararası düzeyde nasıl barbarlığın taşıyıcısı olduğu Charlie Hebdo olayıyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. İslamın onurunu savunma gerekçesiyle hareket eden bu insanlar, bir ülkenin hayatında eleştirel bir işlev görmekte olan bir düşünce merkezi karakterine sahip bir kurumu kanlı yöntemlerle susturmaya çalışmışlardır. Üstelik bu ilk vaka da değildir. 2011’de bir sayının kapağı dolayısıyla dergi bürosu kundaklanmıştır. Gazete yakılması Türkiye’de Tansu Çiller’in adıyla anılan bir mücadele yöntemidir. Devletin bugün pazarlık etmekte olduğu Kürt hareketiyle ortak duyarlılıklar taşıyan yasal olarak yayınlanmakta olan bir gazetenin binası yakılmıştı. Gazeteci cinayetlerine gelince, Türkiye’nin son dönem tarihi bunlarla doludur. Biz bu topraklarda bunun gerici bir yöntem olduğunu biliyoruz. El Kaide ya da hangi örgütse, Charlie Hebdo’ya saldıranlar, gazetecileri susturmak için hareket etmişlerdir. Bu suçun hiçbir gerekçesi, hiçbir özrü, hiçbir “ama”sı olamaz.

    Fransa’nın emperyalist bir ülke olması da hiçbir şekilde gerekçe gösterilemez. Üstelik Charlie Hebdo, İslam düşmanı değildir. Üslubu provokatiftir. Onlarca yıldır bu derginin sayfalarında nice peygamber, papa ve politikacı ağır, hatta kaba ve bayağı bir üslupla acımasızca hicvedilmiştir. Daha son yıllarda, Fransa eşcinsel evliliği mücadelesi ile çalkalanırken Katolik kilisesi özgürlüklere karşıt bir tavır takınınca, Charlie Hebdo İsa’yı Tanrı ile cinsel ilişki içinde gösteren bir kapak yapmıştır! Ama nedense hiçbir imanı güçlü Hıristiyan böyle bir saldırı yapmayı düşünmemiştir.

    Gerçek gazetesi olarak tekfirciliğin, kapitalizmin 21. yüzyılın başında ürettiği barbarlık eğilimlerinden biri olduğunu vurguluyoruz. Charlie Hebdo olayı yalıtılmış bir olay olarak kalmayacaktır. Zaten geride bıraktığımız dönemde, Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri dolayısıyla ölüme mahkûm edilmesinden Danimarka karikatür krizine, peygamberin hayatı üzerine bayağı video filmine verilen tepkiden Charlie Hebdo’ya saldırılara kadar sicil kabarıktır. Gelecekte de, fikirlerine ve üsluplarına katılmasak da gazetecilerin ve yazarların ölüme karşı savunulması için mücadele devem etmek zorunda kalacaktır.

  17. Insanlarin,örgütlerin,devletlerin tüm aptalligi onlarin kuallarina,prensiplerine,yasalarina dayanmalarindadir..

    Kurallar gereklidir ama onun disinina cikamamak hastaliktir..

    Ölüm.öldürmege kural olarak karsi cikilmalidir.Ama Su katliami yapanlar,göbbels,hitler vs..kesinlikle rahatlikla öldürülmelidir..
    4. numarali idris bey de yok edilse kim acirki? pislikten baska nedirki..Niye acinilsinki?

  18. Insanin,kör,sagir,beyinsiz özelliklede ahlaksiz vicdansiz olmasi gerek eger dünyada islam adina yapilan vahsetleri görmeyipte islamofobiden bahsetmek icin..
    Cihad acmak kimin kitabinda yaziyor??
    Hiristiyanlik gecmiste islamla kiyaslanmayacak kadar vahset uygulamistir ama islam gibi cikisinda,olusunda savas olmamistir..
    Batidan birileri gidipte arap ülkelerinde böyle bir eylemi neden yapmiyorlar? yapsa nasil karsilarlar?
    Söyleyim. S e v i n c le!
    Onlarin tek bir davasi var oda batiyla,hiristiyanlikla savasmak..
    Cocuklari olmüs bu ugurda bayram ederler okadar igrencler iste..

    Avrupadaki müslümanlar tabiki bu tip olaylara karsi taraf tutacaktir..Yasamasi icinde gereklidir..

  19. Böyle bir yazı yazmak için paranoyak olmak gerekir.

  20. Önümüzdeki haziranda bir seçim var ve çok önemli bu konu Gündeme alınmalı,islamofaşizm ve muhafazakar iklime karşı bir cevap ,insiyatif alınmalı

  21. Muhafazakar islâmcı havayı kıracak en önemli basamak Kürt meselesinde ilerleme sağlanması bu eksendeki tabuya dokunmaktan geçiyor,toplumda bu konuda algı Değişimi islâmcı iklimde şok etkisi yaratır ve insiyatif kaybına yol açar,Türk milliyetçi reflekslerin aşınması demokrat kesimlerin cesaretini arttırı,seçim ittifakları Gündeme alınmalıdır,islamimuhafazakar dalgaya karşı eski ezberleri bozmanın zamanı Çoktan geldi.

  22. Müslümanlara yönelik şiddet vardır ama İslam’a hakaret diye bir şey yoktur, varsa Müslüman olmayan herkes İslam’a hakaret ediyor demektir, çünkü Muhammed’in peygamber olmadığına inanmak, onun yalancı, sahtekar veya hayal gören bir deli olduğuna inanmak anlamına gelir. Hakaret varsa Müslümanlar yapıyor. İslam’a göre Müslüman olmayan herkes sapkın, kafir, cehennemliktir. Kuran’da inanmayanlara yönelik aşağılayıcı ifadeler nefret söylemi sayılabilir.

  23. “İslam karşıtlığı sadece ırkçıların yabancı düşmanlıklarını gizlemek, sorunu dinler ve kültürler arasındaki bir uyuşmazlık ve savaşmış gibi göstermek için kullandıkları bir kalkandır.”

    Sevgili Gün bey,

    Böyle iyi niyetli bir cümleyi yazan kişinin “medeniyetler çatışması” gibi sığ tezleri reddettiğini düşünürdüm.

    Eğer ki bir önceki paragrafta İslamiyeti “kadın düşmanı,” “eşcinsel düşmanı” şeklinde dar kalıplar içinde tanımlamamış olsaydınız.

    Eğer ki İslami değerleri faşizmle eş tutmasaydınız.

    Yazınızdaki ciddi tutarsızlığın farkında mısınız?

    Bi an sanki farklı kültürlerin birarada bulunabileceğini savunur gibi oluyorsunuz, ama İslamiyete saldırmayı unutmuyorsunuz tabii…

    İslamofobi işte tam da sizin içinde bulunduğunuz zihniyet kadar gerçek bu yüzden.

  24. emperyalizm takintisimi ? Yine hangi siyasal yozlasmanin yolunu güzellestiriyorsun Zileli?

    Bunu olmasin sakin?

    Wir wollen die Lösung des Konflikts mit den Türken. Die Amerikaner sind heute unsere Verbündeten in Kobani. Sie kämpfen gegen den IS so wie wir.” Er fügte hinzu: “Die USA können im Nahen Osten keine Politik ohne die Kurden machen.”

    Auch für Europa könnte die PKK hilfreich sein, so Bayık. So könnte Europa seine Abhängigkeit von russischer Energie verringern, wenn die kurdischen Gebiete Syriens gesichert seien: “Der Weg des Erdöls und Erdgases zum Mittelmeer führt auch durch Rojava. Wenn dieser Weg gesichert werden könnte, könnte auch Europa aufatmen” sagte Bayık.

    http://www.zeit.de/politik/ausland/2014-12/pkk-erdogan-is

  25. Ne Kadar Aydinlanma Paradigmasi yapan bi yazi olmus bu beyleeeee:))))

  26. Gözde Nur arkadaş, niyetim müslüman inançtaki insanların duygularını rencide etmek değil. Sadece ve sadece gerçeği belirtmekle yükümlüyüm. Ne yazık ki, islam ideolojisi bugünkü konumuyla faşizm türü bir katliamcılığa cevaz vermektedir. Kadınları baskı altına alması, eşcinsel düşmanlığı da bir gerçektir ama en zararlı ve tehlikeli yanı inançla ifade özgürlüğünü karşı karşıya getirmesidir. Böylesine bir lider kültü ise faşistlerde bile görülmemiştir. Yani Hitler Almanya’sında ve Stalin Rusya’sında bile lidere hakaret ettiği farzedilen insanlar en fazla toplama kamplarına atılırdı. Bu ne bağnazlıktır. Ben Müslüman inancında olsaydım, her şeyi bir yana bırakır bu kapkara bağnazlıkla mücadeleyi kendime şiar edinir, ömrümü buna adardım. İslamiyeti dışardan eleştiren benim gibilerine laf yetiştirmek yerine. Müslümanlar bu savunmacılıktan kurtulmadıkça kendi dinlerini de bağnazlığın kör kuyusundan kurtaramayacaklardır. Bakın biz solun içindeki bağnazlıklarla da hiç tavizsiz nasıl mücadele ediyoruz, lafımızı sakınmıyoruz. Siz neden aynı şeyi müslüman topluluk içinde yapmıyorsunuz? Bu arada, bağnazlıklarını ve katliamlarını nefretle protesto etmeme rağmen katliamı yapan talihsiz gençlerin Fransız polisi tarafından katledilmesine sonuna kadar karşı olduğumu da belirteyim. Haklıya haklı, haksıza haksız.

  27. Sn Gözde Nur, İslamofobi demeden önce bu katliamı meşrulaştıran yazılar yazan İslamcı kesimleri de eleştirmelisiniz. Örneğin şunları yazan insanların İslamofobi’den bahsetmeye hakkı var mıdır?

    Resul’ün Müminler açısından yerini Rabbimiz Ahzab suresinin 6. ayetinde “Resul mü’minlere kendi canlarından evladır” (“En nebiyyu evlâ bil mu’minîne min enfusihim) hükmüyle belirliyor. Dolayısıyla Resul’e ve Resul’ün temsil ettiklerine yönelik saygısızlık, saldırı, hakaret hiçbir şekilde görmezden gelinemez.

    Bu konuda siyerde dikkat çeken hadiseler vardır; ifade özgürlüğü, tahammül, tolerans ve benzeri kavramlar üzerinden kimse İslami değerlerin, hürmetlerin içinin boşaltılmasına sessiz, tepkisiz kalınmasını beklememelidir. Ve Müslümanlar adına söz söyleyen hiç kimse de Resul’den daha merhametli olmaya kalkışmamalıdır!

    İftira, saldırı, tahkir karşısında Resul ve beraberindekiler göz yummamıştır. Asma bint Mervan adlı İslam düşmanlığı yapan Yahudi bir kadın Hicretin 2. senesinin Ramazan ayında Umeyr adlı sahabi tarafından öldürülmüştür. Resul “Allah ve resulüne gizlice yardım etmek isteyen birini görmek isteyen, Umeyr b. Adi’ye baksın” demiştir. Aynı şekilde Evs Kabilesine mensup Ebu Afek isimli yaşlı bir Yahudi de İslam düşmanlığı içeren sözleri yüzünden Asma’dan bir kaç gün sonra Salim b. Umeyr tarafından avluda uyuduğu bir sırada öldürülmüştür.

    Şiirleriyle İslam düşmanlığı yapan Kab b. Eşref vakası çok bilinen bir hadisedir. Resulullah’ın “Beni Kab b. Eşref’in dilinden kim kurtaracak?” sözü üzerine Muhammed b. Meslem, kendi kabilesi olan Evs’in Abduleşheloğullarından birkaç kişinin de yardımıyla, ki bunlardan biri Kab’ın süt kardeşi olan Ebu Naile’ydi, 3. senenin Rebiyulevvel ayında bir gece tuzak kurarak Kab b. Eşref’i öldürmüştür.

    Müslümanların inancı müşriklerin ilah bildiklerine sövmeye de, kimseye hakaret etmeye, kimseyi inancından ötürü aşağılamaya da izin vermez. Ama kendi inançlarına hürmet edilmesini de mutlaka bekler.

    http://www.haksozhaber.net/charlienin-seytanlari-28755yy.htm

  28. Türkiye’de büyük çoğunluk Haksöz haberde sözü edilen İslam anlayışını uygun görüyor. Ya da bu tür anlayışları eleştirmek istemiyor.

    Biz de bu büyük çoğunluktan demokrasi, düşünce özgürlüğüne saygı bekliyoruz.

    Birçok sosyalist sınıflar arası mücadelenin önemine dikkat çeker. Ama bence mesele onula sınırlı değil. Türkiye’de ve birçok ülkede sınıflar arası mücadele işe yaramayabilir. Çünkü ondan çok daha etkili olduğunu düşündüğüm kültürler arası mücadele var.

    Türkiye’de egemen kültür Sünni İslam’dır. Buna bir parça Kemalizm ile neoliberalizmi de ekleyebilirsiniz. Ama Sünni İslam derken yukarıda haksöz haberde sözü edilen bir Sünni İslam anlayışı Türkiye’de epey güçlüdür ve daha da güçlenmektedir.

    Şimdi bu kültürde düşünce özgürlüğü diye bir şey yok, bunu görmek gerekir. Aynı zamanda bu kültür öyle ki egemen sınıfın çıkarlarını savunmaya da çok uygun. O yüzden bu tür toplumlarda bu tür kültürel egemenlik devam ettiği sürece sosyalizm, düşünce özgürlüğü filan gelişmez, üstelik bunların kırıntısı bile olmayabilir. Ve bu kültür din haline gelmiş, kendisini en mutlak ve doğru din, buna karşı çıkan diğer tüm görüşleri ise sapkın olarak nitelendirmekten kaçınmıyor.

  29. Haksöz’deki yazı bir dünya görüşünün, taktik ve stratejinin “dürüstçe”, olduğu gibi açıkça dile getirilmesi ile “değerlidir!” Din üzerinden pazarlık yapacaklara, siyasetine dahil edeceklere de tavsiye olunmalıdır.
    Bizim de “engizisyon yıllarımız” böyle yaşanacak demek ki; şanslıyız; işkence imkanları kısıtlı, doğrudan öldürüyorlar!
    Bu “İslam -din- barış dinidir” diyenlerin okuması gerekli bir yazıdır.. Din içinde bir çok güzellikleri de içeren bir bütün… Ama bunlar da var!
    Hangi din olursa olsun, din üzerinden siyaset yapanlar, din üzerinden insanlara nasıl yaşayacağı, nasıl konuşacağını siyasi olarak kullananlar önünde sonunda bu fanatik, korkunç katillerin değirmenine su taşıyanlardır; bu 1000 yıl öncenin kanlı vahşi hatıralarının yaşayan gerçeklik olarak dirilmesinin suç ortaklarıdır… Bu er geç anlaşılacak ama o güne dek anlaşılan çok acı çekilecek… Zavallı insanlar; gerçek hayatla yüzleşemeyecek ideoloji, o hayatı yok ederek kendini doğrulayacağını sanıyor… Yaratacağı acının, kederin, kıyametin, sefaletin, akıtacağı kanın ve kanlı gözyaşlarının yüzde 90’ının kendi tarafında olacağını bilmezden-görmezden geliyor… Kuşkusuz ki bu yaşanılan ve yaşanılacak trajedinin en büyük sebebi insanlığın kapitalist-emperyalizm karşısında düştüğü ümitsizlik ile bu “inançta” bir ümit bulma yanılgısıdır… Kapitalist emperyalizmin ve yerel işbirlikçi zorbaların zulmüne karşı yeni seküler bir “direniş-ideoloji-hayal, ümit” doğuncaya dek karşılıklı vahşet üretimi sürecek görünüyor…

  30. Gün Ağabey…
    adamlar teslim olmadı, biliyorsun… Ve bu arada bir arkadaşları da rehinelerin ölümüne neden oldu… Teslim olsalar… elbette işkence yapılmamalı.. tokat bile vurulmamalı…
    İzlediniz mi? kaldırımda yatan yaralı polisin kafasına nasıl kurşun sıkıldığını? Normal insan üzerine basacağı karıncanın farkına vardığında ayağını kaçırmaya çalışır. Nasıl anlatmalı; elini bir gayretle “yapma” anlamında kaldıran bir insana, sanki acele ile koşarken, çöp kutusuna bir kağıt topağı atar gibi kurşunu kafasına sıktı. Arkasına bakmadan yarım daire tur atıp döndü. Bir çocuk oyununda olduğu gibi! Bu adamlar çok insan öldürmüş olmalı… Çok! Ve büyük olasılıkla hep aciz, silahsız insanları…
    Bu iyimserliğinizi paylaşamıyorum…

  31. islamcı militanların katliamlarına da devletlerin cinayetlerine de karşı çıkılmalıdır. Rehineleri kurtarma operasyonunu bilmiyorum. Eğer kuşatma altındaki siyah genç içeride rehineleri öldürmeye başlamışsa elbette müdahale edilmeliydi. Müdahalenin mi, yoksa rehinelerin öldürülmesinin mi önce başladığını bilmiyoruz. Katliamı yapan iki kardeşe gelince… Bunların canlı bir şekilde ele geçirilmesi için azami çaba gösterilmeliydi. Bunun yapıldığını sanmıyorum. Batı ülkelerindeki polisin zihniyetini bilirim ve bunu operasyon öncesinde çevremdeki arkadaşlara söyledim, “anında vuracaklardır” dedim. Silah bulundurma tekeli konusunda son derece acımasızdırlar. Hiçbir eylem yapmamış olsan da eğer üzerinde silah varsa hemen vururlar. etrafları çevrilmiş insanları derhal vurmak yanlıştır, gereksizdir, acımasızlıktır. Hiçbir yere kaçacak değillerdi, böyle bir olanakları yoktu. gerekli sabrı göstermediler. Bunun eleştirilmesi gereklidir. özgürlükler kadar, işledikleri suç ne olursa olsun insanların yaşama hakkı konusunda da duyarlı olmalıyız.

  32. Islam fobisi degil islam nefreti vardir.

    Islamdan tiksinme vardir. Dünyada tüm islam adina cihadlar.savaslar insanliga,insanlik medeniyetine yapilan savastir..
    Islam dünyaya savas acmistir.. Ister bu masum insanlari öldürerek olsun,ister islam devletini,seriati kurarak olsun,istersede Islamfobiso su vardir diyerek olsun. Hepsi aynidir..
    Islam fobisi var demek su an katliamcilari yaninda olmak demektir..

    Islamin kendisi karikatürdür.
    Kuran kitabi incilin karikatürüdür,tavratin karikatürüdür yalniz gülünc degil vahsilenmis seklidir..
    Islam savas acmistir.. savasla baris anlarini,geceyle gündüzü karistiran gün Zileli bu genclerin katledilmesini kabul etmiyormus.. Evet katledilmeyipde yakalansaydida bin kez öldürülmeliydi..üzülecek sey bu..

  33. Bizde Dev-Sol’a yönelik ev baskınları cinayetleri vardı… İnfaz timleri! Bu bağlamda kim olursa olsun, “canlı” yakalanmalı… Bu adamlar da elbette!
    Kuşkusuz ki artık “insan” olmaktan çıkmış, birer cinayet makinesi, robot olsalar da…

    ***
    Ve yaşatılması gereken ahlak adına; hak etmeseler de!
    Ve bu konuda polisin haklı olduğu kanıtlanmalıdır! …
    O zaman burada “Dev-Sol” infazlarına da onay verilmiş olacaktır…

  34. İslamcılar dünyaya savaş açmış???

    Aslında kapitalizm dünyadaki işçi sınıfına savaş açtı. Bunun içinde radikal İslam, Sünni İslam neredeyse milyon kat kuvvetlendirildi. Radikal İslam dediğim şey İslam’ın yobaz yorumudur. Ama işçi sınıfı hala uyumaya devam ediyor.

    Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt vb. bir yığın radikal İslam devleti var. 21. yüzyılda bu ülkeler radikal İslam’ı savunuyor, bu ülkeler dünyanın en büyük petrol kaynaklarına yani zenginliklerine sahipler. Bunları kim destekliyor ve neden? Türk-İslam sentezini kim destekliyordu Türkiye’de?

    Kenan Evren neden habire Kur’an ayetleri okudu durdu yaptığı mitinglerde? Aynı Kenan Evren din dersini zorunlu yapmış, dinsizliği en büyük tehlike olarak gördüğünü söylemişti. Kemalistler de bu ülkede sürekli olarak bu dincileri desteklediler, şu veya bu şekilde.

    Adamlar zaten çok güçlü. Neoliberal ve Kemalistlerden aldıkları destekle inanılmaz bir güce ulaştılar.Ama radikal İslamcılara bunlar da yeterli gelmiyor.

    Bundan sonra ne olacak? Bundan sonrası işçi sınıfı için iyi görünmüyor.

    Türkiye’de işçi sınıfı radikal İslam’a teslim olmuş sayılır. (Kemalistler ve neoliberallerin de büyük yardımıyla. Böyle olaylar da, bunların asıl nedenlerini görmezden gelerek, timsah göz yaşları akıtırlar.)

    Tabii egemen sınıf böylece radikal İslam’ı kullanarak sömürüyü perdelemiş oluyor, yaptığı işgaller içinde bahane buluyor. (Irak ve Afganistan’ın işgal edilmesi gibi.) Egemen sınıf büyük ölçüde kendi oluşturduğu radikal İslam tehlikesini bahane ederek daha çok sömürecek, daha çok işçi sınıfını ezecek. Böylece bu kutuplaşmayı her iki yönde kullanarak işçi sınıfını kıskaç altına alacak.

  35. Saniyorum su kelimeler pariscedir.
    Espiri,humor,karikatur,Kultur..
    Dünyanin en güzel sehrinde en cirkin, hunharca,vahsice yapilan katliam dünyada sayisiz benzer eylemleri bir halkasidir..

    Dini poltikaya sokarsan sonucta böyle olur..

    Bu eylemleri yapanlarin kendileri zavalli bir hictiler..Örgüt icinde kisilik bulmaga calisan sahsiyetleri olusmamais bir hictiler.
    Onlarin Allahi,dini al kaidadir.sudur budur…

    Saniyormusunuzki onler sunu hesap ediyorlardi? Ben öldürecim,ölecegim.Beni unutan allah beni böylece görecek.Afferin diyecek,cenettin ortasina atacak..

    Hayir.. Böyle birsey düsünmege baslasa zaten yandigini anlayacak.. allahin yerine karar,hüküm veriyorsun..Allahin yerine insanlarin canini aliyorsun…allahi allahlik olarak görüyorsun..
    Onlar ayni benim gibi düsünüyorlardir..Allah var olsa bu olayi önlerdi…! Kimsenin bosuna allah olmasina gerek yok..

  36. zileli yine gelişmeleri yakından takip etmeden ezberden yazıyorsun.

    avrupada yükselen yeni “aşırı sağ”, 1. israil yanlısıdır. 2. eşcinsel haklarını savunur 3. kesinlikle ana dalga feminizmin kazanımlarını savunur (hatta islam’ı bu üç madde üstünden yani ırkçı(antisemitist), homofobik ve kadın düşmanı olmakla eleştirir). 4. müslüman olmayan siyahlara kapıları ardına kadar açıktır.

    inanmıyorsan git orijinal kaynaklardan araştır.

    şimdi böyle yazınca avrupa aşırı sağına hastaymışım gibi geliyor kulağa ama yalnızca somut bilgi hatalarını düzeltiyorum.

    hatta, eski tüfek ağır neo-nazi grupları üstte saydığım nedenler yüzünden yeni aşırı sağı yahudi komplosu olmakla suçlarlar.

    mesela ingilterede edl eylemlerinde israil ve gökkuşağı bayrağına sık sık rastlayabilirsin. yine aralarında siyahlar vardır falan…

  37. benim bu gelişmelerden haberim yok. Belki de haklısındır. araştırmak gerekir.

  38. 40 nolu yorumcu arkadas cok onemli bir tespit yapmis, avrupanin yeni neo irkciligi ustun bati uygarligi ve digerleri uzerinde yukselmekte,irkciligin eski arkaik tanimi ile aciklanamaz yeni egilim.

  39. bati baki yeni irkci hareketin sempatizani hic sikintisiz kobaniye gidip savasabilir.

  40. fransiz parlementosu Filistini tanimayi oylamisti gecenlerde degilmi? himm. Paristeki saldiridan sonra Netanyahu hemen bu saldiri ile Hamas baglantisi kurmustu degilmi ? himmmm???Kimse Fransa nin Libya ve suriye deki israrli asiri Islam desteklemesini sorgulamiyor degilmi? himmmm.

  41. Bu olay biz kürtlere yarayacak yine:)

  42. Bati nin yeni Fasizm inin yeni Irkciligini Üstün uygarlik baglaminda Nietsche baglaminda düsünülmesini öneriyorum..

  43. Üstün yetkin ve güclu olanin , demokratik ahlaki vb ilkelere baglilik hissetmeden kendini savunmasi ve gelisimini srdürmesi icin, her türlü eyleme basvurmaya Hakki olmasi, Fasizmin temel felsefesidir… yahudi dusmanligi cinsiyetcilik vb dönemsel konjonktürel söylemlerdir ancak, degisebilir tam karsitina dönüsebilirler..

  44. Pan-İslamizmin yan ürünü
    Kadri Gürsel

    AKP iktidarı pan-İslamist ideolojisinin de etkisiyle Türkiye’nin iç ve dış politikası arasındaki ayrım çizgilerini ortadan kaldırdı ve kendisi için şunları yapması mümkün oldu:
    AKP, bazı kesimlerde Suriye’deki iç savaşın Türkiye’de cereyan ettiği sanrısını uyandıran bir duygu iklimi yarattı… Türkiye halkının, rejimin devrilmesini kendi hayati ve öncelikli meselesi olarak görmesini istedi.
    Seçmeninin, İsrail saldırıları ve ablukaları altında tarifsiz acı çeken Gazze halkıyla ölçüsü insanlık değerleri olan bir dayanışma göstermenin ötesine geçip, kendisini Gazze’yle adeta özdeşleştirmesi için çalıştı. Gazze odaklı bir politika kurguladı.
    Mısır’daki darbeye Erdoğan’a yapılmış gibi tepki verilmesine neden olan hezeyan da AKP algı mühendisliğinin sözde başarısıdır. Yerel seçim meydanlarında dört parmaklı Rabia işareti yapılarak seçmenden oy istendi.
    İç ve dış politika birleştirilince bunlar oldu ya da tersi, tüm bunlar yapılınca iç ve dış politika arasındaki ayrım buharlaştı. Aynı kapıya çıkar.
    Madem böyledir, madem sınırlar ortadan kaldırılmıştır, o halde bu durum da Türkiye’de özgürlük, eşitlik ve kardeşlikten yana olan herkesi Paris’teki Charlie Hebdo katliamına, bu entelektüel kıyım sanki Türkiye’de olmuş gibi tepki göstermek mecburiyeti ile karşı karşıya bırakmaktadır.
    Çünkü bu pan-İslamist ideoloji ve politika Türkiye’yi, Charlie Hebdo çizerlerinin hayatına mal olan tehditle eskisinden de fazla yüz yüze getirmiştir.
    Başka türlü olması da zaten mümkün değildi.
    İktidarın siyasi kültürünü İslamcılaştırdığı, kendi kasaba muhafazakârlığını norm haline getirdiği bir Türkiye’de hangi sözde İslamofobiden, hangi Müslüman karşıtı ayrımcılıktan bahsedilebilir ki?
    Yüzlerce, binlerce genç hayallerindeki cihada katılmak için Suriye’ye ve başka ülkelere gidip kan döküyorsa bunun başlıca ve güncel nedeni iktidarın yaydığı pan-İslamist ideoloji ve yukarıda bahsettiğim sanrılardır.
    Bu gençlerin bazıları kaçınılmaz olarak öldü, ölecek; çoğunluğu da ülkeye geri dönecek.
    Aynen Fransa’da olduğu gibi, aynı Kouachi kardeşler gibi…
    Çok değil, daha dört-beş ay önce o zaman IŞİD’e terörist diyemeyen üst düzeyde bir resmi ağızdan bu cihatçılara yönelik fevkalade mülayim ve anlayışlı ifadeler çıktığını duymamış mıydık?
    Bu ağız, “IŞİD radikal terörize bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu” diye konuşmamış mıydı?
    Türkiye şimdi büyük bir güvenlik riski altındadır ve bu risk ülkedeki iç çatışma parametrelerinin dışında da, herhangi bir rasyonele bağlı olmaksızın gerçekleşebilir. Kendi sanrılı dünyalarında, paralel evrenlerinde yaşayan ama öldürmeyi de iyi öğrenmiş fanatiklerden söz ediyoruz.
    İktidar, mezarlıkta ıslık çalmayı bırakmalı ve elindeki tüm imkânları bu kayıp gençlerin izini sürmek için seferber etmelidir.
    Bunun ötesinde, Türkiye’nin bütün farklı renkleriyle birlikte yaşamayı başarabilmek için özgürlük, eşitlik ve kardeşlik temelini yeniden inşa etmekten başka bir şansı kalmamıştır.

    http://www.milliyet.com.tr/pan-islamizmin-yan-urunu/dunya/ydetay/1997206/default.htm

  45. Utanc verici: Suriye de Irakta Libya da Emperyalistlerin destekledigi Islamci cakallar yuzbinlerce insani katlederken aciga cikmayan tepki , simdi yine muslumanlara karsi bir tepki olarak aciga cikiyor. Utanc verici….

  46. Anlamadığınız şey, bu duyarlığın esasen ifade özgürlüğünü savunmakla ilgili olmasıdır.

  47. Avrupa radikal sağında bir “yeni sağ” (http://en.wikipedia.org/wiki/Nouvelle_Droite) “dönüşü” yaşandığı doğrudur. Yeni sağın eski sağdan farkı, öncelikli hedefini iç düşmandan (egemen etnik nüfusun içindeki her türlü “sapkınlar”) “içteki düşmana” yani kabaca hristiyan/medeni olmayan göçmen işçilere kaydırmalarıdır. Gerici kültürel görüşlerin prim yapmakta zorlandığı bir durumda, yeni sağ yabancı düşmanlığı yapmak için yeni bir yöntem keşfeder: göçmenler ve hatta emperyalizmin operasyon alanına girecek olan başka ülke halklarına saldırmanın bahanesi artık, evdeki demokrasi, insan hakları ve özgürlükler seviyesinin altında olmaları, bu daha üst seviyeyi benimsememekte olmalarıdır! Yani eski sağ bizzat bu olumlu değerlere karşı çıkarak kendini konumlandırırken, yeni sağ bir kesim ötekinin bu olumlu değerlerden yoksun olması üzerine bu ötekilere karşı kendilerini konumlamayı akıl etmiştir.
    Yalnız burada dikkat edilmeli ki, yeni sağın mevcut kültürel iklimi daha özgürlükçü/daha demokratik/daha insan haklarına saygılı vb. yönde geliştirmek gibi bir arzusu kesinlikle yoktur. Onlara göre vasati Avrupa demokrasilerinin seviyesi, zaten ideal ve varılabilecek en üst seviyedir ve savundukları özgürlük seviyesi de oldukça vasattır. Dolayısıyla eşcinsel hakları olsun antisemitizmi reddetmek olsun bunlarla ilişkileri oldukça yüzeysel ve araçsallaştırıcıdır. Gerçek bir adanmışlıktan ziyade pragmatik bir araç olarak görürler diye düşünüyorum.

  48. Ayrıca, yeni sağın varlığı eski sağın ortadan kalktığı anlamına da gelmez. Hangi akımın nerede daha ağır bastığı da ayrıca bir araştırma konusudur.

  49. Asiri sag tersine dönüsüyor cölde fatamorgon görenlerin hali..

    cölde balik arayanlarin saskin hali..Olabilir,bir karga baligi kurdun agzindan almis cölde düsürmüs onu yakalayan kedi fareye vermis oda 40.lu solcu arkadasa acidigindan vermis.oda Gün zileliye vermis.Oda yemege hazirlanmis..

    Gecen senelerde 2 asiri dini tartisiyordu birbirleriyle..Biri digerine; ”Lan birakalim su yahudiler üzerine politika üretmegi,yapmagi Dünyada baska güc bulamadikta nüfüzu su kadar olanlarlami isimiz gücümüz olacak!.”

    Her ideolojik görüslerde oldugu gibi katliami bile kendi görüslerini desteklemek icin yararlanmak kullanmak bilinen sey.Zamani,yeri olmasada..ahlaki yönü hic olmazsada..

  50. Saldırı en çok liberal-solu kontrpiyede bıraktı. Şimdi bu güruh “acaba gericiliği mi desteklesek, yoksa emperyalizmi mi desteklesek” diye kara kara düşünüyor 🙂

  51. Bu konuda iki yazı yazdım

    Birincisi (yukarıda da link verilmiş) Avrupa İkiyüzlülüğü ve İslamcı Terör :
    http://deligaffar.com/2015/01/08/avrupa-ikiyuzlulugu-ve-islamci-teror/

    Bunun devamı niteliğinde olan yazı Avrupacı Liberaller ve Evrensel İkiyüzlülük :

    http://deligaffar.com/2015/01/13/avrupaci-liberaller-ve-evrensel-ikiyuzluluk-devam/

    Bunlardaki temel tezim şudur : İslamcı terörünün beslendiği iklim Avrupa merkezli liberal düşünce iklimidir.

    Gün Hocam, Zizek benden 3-4 gün sonra benzer şeyleri söyledi, onu görmüşsün ama beni görmemişsin, bizim dilimiz çok mu anarşist kaldı yoksa? 🙂

    Moskva’dan baki selam ve sevgiler

  52. Deli Gaffar arkadaşım, gerçekten atlamışım. yazılarını mailime yollarsan çok iyi olur

  53. Meydan Gazetesinden bi yazı buldum paylaşıyorum, yazıya bi giriş yazısıyla başlamışlar:

    Anarkismo.net editörlerinden, Meydan Gazetesi’nin farklı sayılarında yazılarına ve yorumlarına yer verdiğimiz José Antonio Gutiérrez D.’nin son sürece ilişkin değerlendirmesini sizlerle paylaşıyoruz.

    Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmama izin verin; ben bu hicveden mizahi dergiye, Charlie Hebdo’ya yönelik saldırıyı bir şiddet olarak değerlendiriyorum ve bir gazetecinin, ne kadar militarist bir amacı olursa olsun veya onun gazeteciliği hakkında görüşleriniz ne olursa olsun, hiç bir koşul altında, katledilmesinin meşru gösterilebileceğine inanmıyorum. Bunlar Fransa’da da geçerlidir, Kolombiya’da ve Filistin’de olduğu gibi. Ve de ister Hıristiyan olsun ister Musevi ister Müslüman; ben kendimi ne tutuculukla, ne de cumhuriyeti ilahlaştıran Fransız laikliğiyle özdeşleştiriyorum.

    Bu gerekli açıklamaları yapıyorum, çünkü ne kadar siyasetin yüksek rahipleri bizim mükemmel özgürlüklere sahip bir şekilde, harikulade bir demokrasi içinde yaşadığımız konusunda ısrar etseler de, hepimiz biliyoruz ki Büyük Birader hepimizi izliyor ve bize verilen metnin dışına çıkan her söylem, çok ciddi biçimde cezalandırılıyor. Ancak inanıyorum ki, Charlie Hebdo’ya yapılan bu saldırıyı kınamak; aslında tahammülsüzlüğün, ırkçılığın ve sömürgeciliğin verdiği kibrin timsali olmuş bir dergiyi tebrik etmekle aynı şey değil.

    “Ben Charlie’yim” diyen –anlaşıldığı üzere bu saldırının etkisiyle yazılan- milyonlarca mesaj dolaştı, sanki bu mesaj özgürlük savunmasının en yüksek ifadesiymiş gibi. O halde, “Ben Charlie değilim”. Ben kendimi “terörizme karşı savaş” çağının tam ortasında yer alan, ancak buna neden olan ırkçılığı ve kolonyalizmi içinde barındıran, İslam dünyasını aşağılayan ve karikatürize eden bir sunumla özdeşleştirmiyorum.

    Bu durağan, sembolik saldırganlığa da; onun eş değeri olan, devletlerin bombalamak ya da militer işgaller gibi fiziksel ve gerçek saldırganlığına da hoşgörü gösteremiyorum. Tarih boyunca vahşice muamele gören Araplar, şimdi de Fransa toplumunun en marjinalleştirilen, yoksullaştırılan ve sömürülen topluluklarından biriyken; ben bu karikatürleri ve onların saldırgan yazılarını hoş göremem. Ben, 1960’larda Paris metrosunda, polislerin –zaten milyonlarca “medeniyet görmemiş” Arap’ın ölmesine neden olan polisler- sadece kendi ülkelerindeki Fransız işgalinin bitmesini talep eden 200 Cezayirli’yi sopalarla döverek katledişini unutmam.

    Bu, özgür düşünen çizerlerin masum çizgi karakteriyle alakalı değil, ana akım medya (evet, her ne kadar alternatif bir duruş çizse de, Charlie Hebdo ana akım medyanın bir parçasıdır) tarafından üretilen, nefret söylemleri içeren, basmakalıp, Arap halkının sınırlandırılması, kontrol altında tutulması, ezilmesi hatta kökünün kazılması gereken barbarlar gibi gösteren mesajlarla ilgilidir. Bu mesajların Ortadoğu’daki ülkeleri işgal etmeyi haklı gösteren üstü kapalı bir anlamı vardır; tıpkı Batı dünyası tarafından ayarlanan diğer işgalleri ve bombalamaları meşrulaştıran ve yeni emperyal haritayı koruyan anlamları olduğu gibi. İspanyol aktör Willy Toledo tartışmaya yol açarak şunu söyledi: “Batı her gün öldürür. Sessizce.” İşte bu Charlie’dir ve onun kara mizahı, hiciv örtüsü altında gizlidir.

    Charlie Hebdo’nun, üzerinde bir çizgi karakter bulunan ve “Mısır’da Katliam. Kuran pisliktir; o asla kurşunları durdurmaz.” yazan; binden fazla Mısırlı’nın vahşi, militarist, ABD ve Fransa’nın onayını alan diktatörlük tarafından katledilişini önemsiz bir olaymış gibi gösteren 1099. sayısının kapağını unutmayacağım. Karikatür, kurşunlanan Müslüman bir adamı ve adamın kendini korumak için önde tuttuğu ama kurşunların delip geçtiği bir Kuran’ı göstermektedir. Bazıları bunu komik bulabilir. Onların zamanında da, Tierra del Fuego-Arjantin’de, İngiliz kolonyalciler, yüzlerinde kocaman gülümsemeleriyle ve ellerinde süngüleriyle katlettikleri yerlilerin daha vücudundaki kanı soğumamış ölü bedenlerini ayaklarının altına alıp çektikleri fotoğrafları komik buluyorlardı.

    Komik olmak yerine vahşi, kolonyalist ve aslında olmayan, manipulasyona açık Batı “özgürlüğünün” suistimali olarak gibi görünüyor bu karikatür bana. Eğer ben üzerinde “Paris’te Katliam. Charlie Hebdo pisliktir: o kurşunları durduramaz.” yazan bir dergi kapağı tasarlasam ve üzerine kurşunlanarak yere düşen ama düşerken bir kopya Charlie Hebdo’yu kurşunlara doğru tutan bir Jean Cabut karikatürü koysam, insanlar nasıl tepki verir? Açıkçası bu son derece çirkin olurdu: “Bir Fransız beyefendisinin hayatı kutsaldır.” Bir Mısırlının hayatı (veya Filistinli, Iraklı, Suriyeli, vs.) “şaka” malzemesidir. Bundan dolayı “Ben Charlie değilim”, çünkü benim için katledilen her bir Mısırlının hayatı, bugün suikaste uğrayan o karikatüristlerin herhangi birinin hayatı kadar kutsaldır.

    Biz zaten şu an ne olacağını biliyoruz. 1999′da Belgrad’da Sırp devlet televizyonunu bombalayan ve burayı “Yalanlar Bakanlığı” olarak adlandıran NATO’ya şükranlarını sunan devletler, 2006′da İsrail Beyrut’taki Al-Manar televizyonunu bombaladığında sessiz kalan devletler, Kolombiyalı ve Filistinli eleştirel gazetecilerin öldürülmelerine sessizlikleriyle cevap veren devletler; basın özgürlüğünü savunan demeçler verecekler.

    Özgürlüğün önemini vurgulayan güzel konuşmalardan sonra, özgürlüğü yoksayan uygulamalar ve hareketler gelecek; daha fazla McCarthizm, maskelenmiş, kolonyal “anti-terörizm”, daha fazla kolonyal işgaller, imha politikası tehditiyle kısıtlanan demokratik teminatlar ve tabi ki daha fazla ırkçılık. Avrupa; yabancı düşmanlığı, islamofobi, Sami halkı düşmanlığı (aslında Filistinliler de semitik halklardandır) spiralleri etrafında tüketilir ve bu, dayanılmaz boyutlara ulaşır. Müslümanlar, 21. Yüzyıl Avrupası’nın Yahudileri’dir ve neo-nazi partiler 80 yıl sonra yeniden saygı duyulan bir hale gelmiştir, bu nefret uyandıran hislere şükürler olsun!

    Bütün bunlardan dolayı, içimde uyanan nefret hissine neden olan Paris saldırısına rağmen, “Je ne suis pas Charlie.”: Ben Charlie Değilim!

    José Antonio Gutiérrez D.

    7 Ocak, 2015
    Yazının orjinali için : http://www.anarkismo.net/article/27782

  54. Buyrun cenaze namazına 🙂

  55. Renkli mösyö,

    Tu seus Alkaida?

  56. Değersizleşenlerin “Değeri” Olur Mu?

    Hem ideolojileşmiş inançlarda hem de inançlaşmış ideolojilerde “kutsal/dokunulmaz” değerler vardır. Ve bu politik çevreler dışarıdan gelen her türlü eleştiriye karşı ”değerlere hakaret” gerekçesiyle müthiş bir refleks gösterirler. Hiç kimsenin “değerlerine” hakareti onaylamıyoruz ama bu “değer savunucuları” gerçekten samimiler mi?

    Gösterdikleri tepkilerde esas amaçları nedir?

    Bu tepkilerinin politik sonuçları kime/kimlere hizmet eder?

    İnsan, insan felsefesinde tanımlanırken temel bazı ayırt edici özellikleri sıralanır. Bu özelliklerden biri de “Değer sahibi varlık” olma özelliğidir.

    Değer sahibi varlık olarak insanların değerleri vardır ve insanlar bu değerleri korumak için ellerinden geleni yaparlar. Ancak insanın kendisi de bir değerdir. Dolayısıyla kendisini (bir değer olarak) koruyamayan bir insanın değerlerinden söz edilemez. Çünkü kişiliğine yönelik aşağılayıcı yaklaşımlara karşı tepkisiz kalmış bir insan değer yitimine uğrar; bir değer olmaktan çıkıp kendi kişiliğini koruyamayan insanlar inandıkları değerleri de koruyamazlar.

    İnsanın bir değer olması kendisini gerçekleştirmesine bağlıdır. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi ise toplumsal bir olgudur. Çünkü değer sahibi insan aynı zamanda toplumsal bir varlıktır. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi doğuştan sahip olduğu hakları (doğal hakları) kullanması demektir. Bu doğal hakların kullanılması demek, en başta dilini/kültürünü yaşaması ve geliştirmesi demektir. Dilin/kültürün yaşaması ve yaşatılması toplumsal bir olgu olduğu için toplumun görece özgürlüğünü şart koşar. Dilin/kültürün özgürce yaşayıp gelişebilmesi ise devletleşmekle olanaklıdır. Dünyaya bakıldığında devlet sahibi toplumların dillerini/kültürlerini yaşatıp geliştirdiklerine, buna karşın devletsizlerin bu olanaktan yoksun olduklarına tanık oluyoruz.

    Dört işgalci/sömürgeci devlet tarafından tüm doğal hakları yok sayılan Kürdlerin kendi kişiliklerine/değer olarak varlıklarına sahip çıkmalarının tek kriteri işgale karşı duruş sergilemeleri ve devletleşmek için mücadele etmeleridir. Bu kriteri yerine getiremeyenler değer olmaktan çıktıkları gibi değerler sahibi olma özelliklerini de kaybederler.

    Bu genel değerlendirme ışığında Kürdistan’a baktığımızda, ideolojileşmiş bir inancın temsilcisi olarak HÜDA-PAR (HİZBULLAH) ve inançlaşmış bir ideolojinin temsilcisi olarak HDP (PKK) karşıt(!) olmalarına rağmen benzer özellikler taşıyorlar.

    Her iki yapı da Kürdlerin devletleşmesi için mücadele etmedikleri için kendilerini bir değer olarak görmüyorlar. Buna karşın her iki yapı da “değerlere” sahip çıkma adına olağanüstü bir reaksiyon gösteriyorlar.

    HDP/PKK Öcalan’ı “kutsama” adı altında değersiz kıldığı yüz binleri alanlara toplarken, HÜDA-PAR (HİZBULLAH da “Kutlu Doğum”, Filistin’e sahip çıkma” veya “Peygambere hakareti protesto” adı altında değersiz kıldığı yüz binleri işgal altındaki Kürdistan’da alanlara dökebiliyor.

    Kürdistan IŞİD barbarlarının saldırıları altındayken, barbarlar kadınlarımızı satarken ve tecavüz ederken isyan etmeyen HÜDA-PAR, “Peygambere hakaret” adı altında Amed’de gösteri yapıyor. İşgale karşı çıkmayan, IŞİD barbarlarının tecavüzlerine sessiz kalıp tepki vermeyenler, insan olmaktan kaynaklanan temel özelliklerini yitirmiş demektir. Bu temel özelliklerden biri olan değer yitimini yaşayanların değerleri olamaz ve hiçbir değere de sahip çıkamazlar. Değersizleşmişken “değerlere sahip çıkma” adına yapılan eylemler bir paradoks olduğu gibi aynı zamanda politik bir sahtekârlıktır da…

    Değerlere sahip çıkacaksanız, önce kendinize/kültürünüze/ülkenize sahip çıkacaksınız.

    Kendisine saygısı olmayanların başkasına saygısı olamaz!..

    Haber/Yorum

    24.01.2015

    http://www.nasname.com/a/degersizlesenlerin-degeri-olur-mu

  57. DEĞERLİ NASNAMENİN DEĞERİ

    Nasname hangi devletin “espiyonajında”…yukaradaki yazıya göre “Kürd Devletinin”…Bu devlet muhayyel “büyük kürd devleti(!)” mi yoksa başurdaki yapı mı?

    hangisi olursa olsun bir iddiası var “değer olarak devleti çağrıştıran ibarelered bulunuyor” yazıda şu mantık yürütülüyor “kendine saygının gereği olarak “kimliğe(nasname)” sahip çıkılmalı….bunun için dilin ve kültürün korunup geliştirilmesi zorunlu….buraya kadarı anlaşılıyor.

    ancak bu koruyup geliştirmenin yolu olarak “devletleşmeyi” olmazsa olmaz görüyor ki…bi dakka…

    Kürtler dilllerini-kültürlerini bugüne kadar taşımayı, hangi devletleri kurup yaşatarak başarabildiler, diye sormak gerekmez mi?
    kürtlerin, üstelik bu küreselleşme çağında böylesi ” devlete bir değer atfetmeleri” hangi tarihsel bilgi ve belgelere dayanıyor?

    İddianın aksine Kürtler, tarihin en eski dönemlerinden beri dil-kültürünü (müzik-folklor, sözlü ve yazılı edebiyat, örf adet, giyim-kuşam, mutfak vb) devletlere rağmen geliştirip bugüne getirmiş olan halkların başında gelenlerindendir. buna bir kanıt olarak Kürt Şiir ve düşün yaşamının en özgün örneklerinin “devletlere en uzak bölge olarak Hewraman da gelişmesi, örnek gösterilebilir.

    bu halleriyle de “devlet olmadan dilin ve kültürün korunup geliştirilemeyeceği” iddiasının tam karşıtı bir “değerin” temsilcileridir.

    Elbette bu özgürlükçü ısrarın bedeli çok ağır olmuştur. zaten bu durumu bir değer haline getiren de bu ısrar değil midir? Kürt kimliği en çok bu doğal anarşist reflekste tebarüz etmiş değil midir?

    işte kürt tarihinin bir getirisi olarak bugün rojavada, kobanéde bu yeni yaşamın, devletsiz, komünal kent demokrasilerinin denenmesine cesaret edilebilmektedir…

    o yüzden de kürtlere değer olarak devletli bir esaret değil, küresel gerçeklerden haberdar ve gerçekliğin dayattığı problemlere bir çözüm olarak “özgürlük” bir değer olabilir; bugün rojavada üç kanton; ardından şengal, xaneqin ve jkerkük giderek süleymaniye, hewler ve giderek tüm bölgeye yayılacak olan kantonal demokratik kent yapıları…

    hem de birileri anakronik devlet düşleri kurarken…

  58. soruYorum’a soruyorum,

    Kuzeyli Kürdler şu iki yol dışında nasıl özgürleşebilir?

    1- Devletleşmeleri ve Türk devletinin doğuda ortadan kalkması
    2- Türk devletinin tamamen ortadan kalkması

    Üçüncü bir yol yoksa ve ikincisini savunuyorsanız, bunun için Kürdler yerine batıda yaşayan Türkleri ikna etmeniz gerekmez mi?

  59. İslamofobi, Batı Düşmanlığı ve Emperyalist Savaş
    Kerem Dağlı

    Charlie Hebdo dergisine yönelik saldırının üzerinden yaklaşık bir ay geçti. Bu saldırıdan birkaç hafta sonra ise Londra’da “IŞİD’le Mücadele Koalisyonu”nun son toplantısı gerçekleşti ve 40’a yakın devlet ABD’nin öncülüğünde IŞİD’in kökünü kazımaya kararlı olduklarını duyurdu. Bu arada tüm Avrupa’da, burjuva liderlerin sözde sağduyulu açıklamaları eşliğinde, İslamofobi ve ırkçı yabancı düşmanlığı yüksel(til)meye devam ediyor. Başta Fransa olmak üzere tüm burjuva devletler içerde polis devleti uygulamalarını arttırıyor, dışarıda ise Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik yeni emperyalist hamleler tezgâhlıyorlar.

    Madalyonun diğer yüzünde ise Türkiye, Suudi Arabistan, İran gibi İslam coğrafyasında başa güreşen bölgesel güçler var ve bunlar da Batı-Hıristiyan karşıtlığı üzerinden kendi çıkarlarının propagandasını yapıyor, halkları ve diğer burjuva güçleri bu çıkarların arkasında saf tutmaya zorluyorlar.

    Batılı burjuva güçler, İslam’ın barbarlığından ve şiddet dini oluşundan, modern değerlere ve yaşam tarzına kapalı oluşundan, örneğin basın ve ifade özgürlüğünü ve en temel insani değerleri bile hazmedemeyişinden dem vuruyorlar. Sayıları gittikçe artan göçmenlerin Batılı yaşam tarzını ve değerlerini tehdit eder hale geldiğini; Avrupa’nın göbeğine kadar sokulan “İslamcı terör”e aman vermeyeceklerini söylüyorlar. İslam âleminin hamiliğine soyunmuş olan Erdoğan gibi liderler ise Batının ikiyüzlülüğünden, yüzyıllarca İslam coğrafyasını sömürdüğünden ve bugün de bu coğrafyada yaşanan acıların sebebinin Batılı güçler olduğundan; İslami değerlerle alay etmenin ve bu değerlere saldırmanın hazmedilemeyeceğinden bahsediyorlar. Kimileri de tüm bu olan bitenin ünlü “medeniyetler çatışması” tezinin doğrulanışından başka bir şey olmadığını öne sürüyor.

    Aslında bunlar yürüyen emperyalist savaşın, yani üçüncü dünya savaşının parçası olarak algılanması gereken süreçlerdir. İslamofobi ve Batı karşıtlığı aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Rekabet halindeki ülkelerin egemen sınıfları, toplumları kendi çıkarları doğrultusunda kamplaştırarak yürüttükleri savaşı ve uyguladıkları gerici politikaları meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden olup biteni doğru analiz etmenin ve doğru tutum almanın yolu, öncelikle dünyanın hiç de olağan olmayan bir tarihsel süreçten geçtiğini kavramaktan geçmektedir. Bu olağandışı tarihsel süreci karakterize eden, kapitalizmin küresel ekonomik krizi, emperyalist savaş, genel bir siyasi gericileşme ve bunlara eşlik eden sınıf mücadelelerindeki yükseliştir.

    “Uluslararası terörizm” öcüsü, “medeniyetler çatışması” ve İslamofobi

    Avrupa’da gittikçe yükselen İslamofobinin arkasında Batılı emperyalist güçlerin Afrika, Ortadoğu ve Asya’yı kapsayan İslam coğrafyasına yönelik emperyalist planlarının, niyetlerinin yattığını birçok yazımızda ortaya koymuş bulunuyoruz. İslam coğrafyası aynı zamanda emperyalist paylaşıma konu olduğundan, Batıda yükseltilen İslamofobi üzerinden kamuoyu emperyalist burjuvazinin arkasında saf tutmaya ve emperyalist niyetler meşrulaştırılmaya çalışılmakta, toplumsal muhalefetin bastırılmasına yönelik polis devleti uygulamalarının da zemini döşenmektedir.

    Bu İslamofobinin ideolojik dayanağı ise, SSCB’nin 90’ların başındaki çöküşünün ardından ortaya atılmış olan “medeniyetler çatışması” tezidir. Bu tez, dünyayı farklı medeniyetlere bölmekte ve Batılı emperyalist güçleri bir kampta toplarken karşısına da Rusya, Çin gibi rakip emperyalist güçleri veya bir bütün olarak İslam coğrafyasını koymaktadır. Tezin sonraki yıllarda öne çıkartılan yanı Hıristiyan ve İslam medeniyetlerini karşı karşıya getiren yönü olmuştur. Çünkü 11 Eylül saldırılarının ardından dönemin ABD başkanı Bush komünizm öcüsünün yerine “uluslararası terörizm” öcüsünü koymuş ve El Kaide ile sembolize olan “İslamcı terörizmi” de listenin başına eklemiştir. Zaten 11 Eylül saldırısı bahane edilerek önce Afganistan ve ardından da Irak bizzat Amerikan emperyalizmi tarafından işgal edilmiştir.

    ABD’nin sürekli olarak kışkırttığı İslamofobi, bugün artık tüm Avrupa’yı sarmış durumdadır. Özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya’da ırkçı temellerdeki yabancı-göçmen düşmanlığı ve İslamofobi ciddi bir yükseliş içindedir. Bu yükselişin aşırı sağ veya faşist hareketlerin giderek güçlenişiyle paralel yürüdüğünü de görmek gerekir. Zaten faşist hareketler kitleselleşebilmek için İslamofobiyi kullanmakta ve bunda da ciddi başarı kaydetmektedirler. Almanya’da kısa bir sürede onbinlere ulaşan PEGİDA (“Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar”) hareketi buna güncel bir örnektir.

    Avrupa’nın emperyalist burjuvazisi, IŞİD veya El Kaide gibi örgütlerin varlığını ve “terör” saldırılarını bahane ederek İslam karşıtlığını ve korkusunu körüklemektedir. Çeşitli algı operasyonlarıyla toplumda öyle bir ruh hali yaratılmaktadır ki, insanlar herhangi bir Ortadoğu ya da Afrika ülkesinden gelen herkesi otomatik biçimde “İslamcı” olarak, tüm dindar Müslümanları da “fanatik İslamcı” veya potansiyel “terörist” olarak algılamaktadır. Ayrıca yaratılan bu ruh hali sayesinde Avrupa’daki Müslüman nüfus da olduğundan çok daha abartılı biçimde yüksek bir seviyede algılanmaktadır. Sanki fanatik İslamcılar Avrupa’yı istila etmişlerdir ve şimdi de kanlı terör eylemleriyle, barbarca saldırılarıyla Avrupa’ya şeriat getireceklerdir!

    Bugün adına İslamofobi dediğimiz bu korkunun güçlendirilmek istenmesinin sebebi ile geçmişte yine tüm Avrupa’yı sarmış olan Yahudi karşıtlığının sebebi aynıdır. Ve tıpkı geçmişte çeşitli gazetelerde ve yayınlarda Yahudiler nasıl ki alaycı bir biçimde aşağılanarak, küçümsenerek, horlanarak resmediliyorsa, bugün de Müslümanlar için aynı yöntemler kullanılmaktadır. Charlie Hebdo dergisinin yayınladığı karikatürler buna örnektir. Bu noktada, bahsi geçen derginin yazar-çizerlerinin “solcu” oluşları ya da sadece İslama değil de tüm dinlere benzer şekilde yaklaşıyor oluşları bir şeyi değiştirmez. Çünkü birincisi, İslamofobinin ve yabancı düşmanlığının bu denli yükseltildiği bir ortamda Hıristiyanları alaya almakla Müslümanları alaya almak aynı şey değildir. İkincisi ise, sol adına darkafalı burjuva ateizmini düstur edinen ve din olgusuna Marksizmin tamamen dışında bir tarzda yaklaşan bir çizginin dindar kitleleri kazanmak ve dönüştürme çabasıyla en ufak bir ilgisi yoktur. Charlie Hebdo veya benzer çizgideki tüm sözde solcular aslında emperyalist algı operasyonlarının aleti durumuna düşmektedirler. Ayrıca dine eleştiri yöneltmekle dinleri ya da inananlarını aşağılamak, horlamak, alaya almak ve karalamak arasında fark vardır.

    Açıktır ki geçmişte nasıl Yahudi karşıtlığı Avrupa burjuvazisi tarafından kasıtlı bir şekilde yükseltildiyse, bugün de İslamofobi aynı biçimde körüklenmektedir. Böylece giderek artan toplumsal huzursuzluğun ve öfkenin kanalize edilebileceği bir düşman yaratılmaya çalışılmaktadır. Kötü giden her şeyin sorumlusu olarak Müslümanlar ve göçmenler gösterilmekte, böylece kitlelerin tepkisinin düzene yönelmesi de önlenmeye çalışılmaktadır.

    Hem Avrupa burjuvazisi hem de ABD, İslamofobik zeminden beslenen ırkçı ve faşist hareketleri de kimi zaman el altından kimi zaman açıktan desteklemektedir. Örneğin ABD’nin “saygın” ve bilinen gazetelerinden New York Times, saldırıların hemen ardından faşist Marine Le Pen’in bir makalesini yayınlamıştır. Finans kapitalin sesi durumundaki Wall Street Journal da boş durmamış, Le Pen’le yaptığı bir mülakatı yayınlayarak Le Pen’e övgüler düzmüştür. Peki, Le Pen ne demiştir de finans kapitalin ve Amerikan emperyalizminin bu denli dikkatini çekmiştir? Faşist Marine Le Pen, Fransa’ya sızan “radikal dinciliğin” ancak idam cezasıyla önlenebileceğini söylemekte, göçmen karşıtı politikaların güçlendirilmesini, Fransız gelenekleriyle uyuşmayan yaşam tarzlarına karşı mücadele etmeyi ve bu amaçla gerekirse özgürlüklerin ve insan haklarının rafa kaldırılmasını önermektedir. Geçmişte ihtiyaç duymadığı için ilgi göstermediği bu faşiste Amerikan medyasının şimdilerde yer açması boşuna değildir. Amerikan emperyalizmi açısından sıra faşizme doğru gelmektedir.

    Fransa’da yayın yapan bir Amerikan kanalı olan Fox News’un yapımcısı da, tam Charlie Hebdo saldırılarının yaşandığı gün yaptığı bir programda, başta Paris olmak üzere Avrupa’nın tüm metropollerinde fanatik İslamcıların varlığından kaynaklı “girilemez bölgeler” oluştuğunu, polisin bile buralara giremediğini, ayrıca bu bölgelerin şeriatla yönetildiğini iddia etmişti. Birkaç gün sonraki bir programda da Müslüman nüfusun yoğun olduğu bu gibi bölgelerde şeriat mahkemeleri kurulduğu, polisin ve devletin hükmünün buralarda geçmediği söylenmişti.

    Bir diğer örnek de Almanya’da hızlı biçimde gelişen PEGIDA hareketidir. Bu örgütlenmenin kurulmasının üzerinden daha bir yıl bile geçmiş değildir. Ama 350 kişiyle kurulan örgüt şimdi on binleri peşinden sürüklemektedir. Üstelik hareketin kurucusu olan şahıs kokain ticaretinden adam kaçırmaya kadar pek çok suçtan hüküm giymiş bir adi suçludur. Böyle bir örgütün ya da daha doğru deyişle çetenin, bu kadar kısa sürede onbinlere ulaşması nasıl mümkün olmuştur? Tabii ki Alman devletinin ve burjuvazisinin desteğiyle. Bizzat devlet ve istihbarat servisleri eliyle zaten gittikçe büyüyen ırkçı-faşist kitle, futbol takımı holiganları vb. bu hareketin düzenlediği mitinglere kanalize edilmiştir.

    Bizzat eski İçişleri Bakanı bu hareketi desteklemekte ve taleplerinin değerlendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Alman medyası da sürekli olarak, göçmenlerin maliyetinin faydalarından fazla olduğu, özellikle Müslümanların topluma entegre olmaya direndikleri yönünde yayınlar yapmaktadır. Talepler ise Fransız sağıyla aynıdır: göçmen karşıtı politikalara ağırlık verilmesi, en çok göçmenler yararlanıyor gerekçesiyle sosyal hizmetlerin daha da azaltılması ve “güvenlik açığı” sebebiyle askeri harcamaların arttırılması.

    Burada şu noktaya da bir açıklık getirelim. Hemen her Avrupa ülkesinde hükümetler veya merkez sağı temsil eden politikacılar, tam bir ikiyüzlülükle, bir yandan tüm Müslümanları veya bir bütün olarak İslamı karalamanın yanlış olduğunu söylemekte, diğer yandan da “aşırı sağın veya ırkçı-faşist hareketin güçlenmesini önlemek için” (!) onların öne sürdükleri taleplerin değerlendirilmesi gerektiğinden dem vurmaktadırlar. Burjuva ideologları televizyon programlarında bol bol, ırkçı-faşist hareketlerin taleplerinin ve göçmen karşıtı tutumlarının tamamen yersiz olmadığından ve belli bir haklılık payı olduğundan bahsetmektedirler. Kuşkusuz bu ikiyüzlü burjuva politikasının altında bir yandan içerdeki Müslüman ve göçmen nüfusu hepten galeyana getirmemek, diğer yandan da Ortadoğu ve Afrika’da yürütülen emperyalist savaşta müttefik konumunda olan Türkiye gibi Müslüman ülkeleri tamamen karşısına almamak kaygısı yatmaktadır. Yoksa burjuvazinin “toplumdaki sağa kayıştan” rahatsız olması beklenemez.

    İslamofobi sayesinde güçlendirilen ve önü açılan ırkçı-faşist hareket sayesinde Avrupa burjuvazisi, hayata geçirmekte olduğu gerici politikalara karşı soldan gelecek bir muhalefetin de önünü kesmeye çalışmaktadır. Çünkü sadece son birkaç ay içinde Avrupa’da hayata geçirilen polis devleti uygulamaları bile toplumun geniş kesimleri tarafından kuşkuyla karşılanmakta ve tepki çekmektedir.

    Örneğin Fransa’nın sözde sosyalist hükümeti, saldırıların ardından 10 bin askerin sokaklarda güvenliği sağlamak için görevlendirileceğini açıkladı. Böylece Fransa’nın o meşhur “jandarma”ları sokaklara geri dönmüş oldu. Hatta savunma bakanı, tehdidin çok büyük olduğundan ve tıpkı bir başka ülkeyle savaştaymış gibi askeri güvenlik önlemlerinin uygulanması gerektiğinden söz etti. İkinci bir uygulama da elektronik gözetlemenin arttırılması olacak. Böylece sokaklardan işyerlerine kadar hayatın pek çok alanı burjuva devlet tarafından gözetlenecek. Bu konuda polisin yetkilerini arttıran bir yasal düzenleme de birkaç ay içinde gündeme getirilecek. Daha şimdiden, 8 yaşında bir çocuğun İslamcı terörü desteklediği gerekçesiyle 2 saat boyunca karakolda sorgulanması, Fransız halkını nelerin beklediğinin göstergesidir. Fransız medyası bu olağanüstü hal uygulamalarını haklı ve meşru göstermek için Charlie Hebdo saldırısını Fransa’nın 11 Eylül’ü olarak lanse etmişti.

    Açıktır ki, tüm Avrupa ve kuzey Amerika’da burjuva devletler adeta bir iç savaşa hazırlık yaparcasına önlemler almaktadırlar. ABD’de Ferguson olaylarıyla açığa çıkan bu durum, Fransa’da da Charlie Hebdo saldırılarının ardından gündeme gelmiştir. İngiltere ve Almanya gibi diğer Avrupa ülkeleri de bu saldırıları bahane ederek benzer uygulamaları ivedi biçimde hayata geçirmektedirler.

    IŞİD’in ve diğer El Kaide yapılanmalarının gerçekleştirdiği saldırılar, hemen her yerde Batılı emperyalistlerin planlarının bahanesi olarak kullanılmaktadır. Saldırıların hemen ardından Fransız meclisi bir uçak gemisini de, “IŞİD’e karşı mücadelede” kullanılmak üzere bölgeye göndermiştir. Fransız ordusunun IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin yanında yer alacağının altı çizilmiştir.

    Yine IŞİD sayesinde ABD Maliki’den kurtulmuş ve Irak hükümeti üzerindeki otoritesini yeniden tesis etmiştir. Suriye’de ise, şimdilik Esad rejimini devirmeyi ikinci plana bırakmış olsa da onu sahil kesimine hapsetmiştir. Üstelik IŞİD bahanesiyle Suriye ve Irak’ta hava saldırılarının önünü açmıştır. Şimdi sırada Yemen ve Mısır (Sina Çölü) bulunmaktadır. Libya ve Afrika’nın pek çok yerinde de “İslamcı terör örgütleri” ABD’ye ve arkasında kümelenen Batılı emperyalist güçlere bolca malzeme sunmaktadır.

    Almanya ve Japonya da, II. Dünya Savaşı sonrasında kısıtlanan askeri güçlerini tekrar canlandırmak ve emperyalist emellerine uygun bir orduya, silahlara sahip olmak için “İslamcı terör” tehdidini kullanmakta hiç zaman kaybetmemişlerdir. Bu arada İsrail’in Filistin halkına yönelik katliamları ve pervasızca yaygınlaştırdığı yerleşim alanları kimsenin dikkatini çekmemektedir. Paris’teki şaşaalı yürüyüşe katılan Netenyahu, “radikal İslamın saldırılarının sınırı yok. Bunlar uluslararası saldırılardır ve bunlara uluslararası saldırılarla cevap vermek gerekiyor” diyerek kendi saldırgan politikalarını aklamaya çalışmıştır.

    Batı karşıtlığı mı, emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadele mi?

    Batılı emperyalistlerin yukarıda özetlemeye çalıştığımız İslamofobik yaklaşımları ve Ortadoğu’ya dönük saldırgan politikaları, Türkiye’de ve İslam coğrafyasında yer alan diğer ülkelerde haklı olarak bir tepki uyandırmaktadır. Bu coğrafyanın burjuvaları da sırf şimdi işlerine geldiği için, Batılı emperyalistlerin bu konudaki tezgâhlarını, planlarını ve niyetlerini geniş yığınların gözünde teşhir etmekten kaçınmamaktadırlar. Ama bu teşhir hiçbir zaman emperyalist sistemin özüne yani kapitalizme yönelmemekte, bizzat kendilerinin de bu emperyalist sistemin bir parçası ve Batı’nın emperyalist planlarının uygulayıcısı olduklarına değinmemekte, kendi emperyalist politikalarının sözünü etmemektedir.

    Örneğin Erdoğan, koalisyon uçakları IŞİD mevzilerini bombalarken ABD’nin niyetinin halklara özgürlük getirmek olmadığını söylemekte, ama kendisinin bu IŞİD denilen eli kanlı katil sürüsüne verdiği destekten ya da kendi savaş uçaklarının Roboski’de katlettiği masumlardan hiç söz etmemektedir. Batılı emperyalistler İslamofobiyi körükledikçe Erdoğan gibi liderler de Batı karşıtlığını gazlamaktadırlar. Yani her iki taraf da, halkların bu temelde kamplaşmasından memnundur. Çünkü bu sayede saflarını güçlendirebilmekte, muhalefeti susturabilmekte ve politikalarına zemin yaratabilmektedirler. Avrupa burjuvazisinin İslamofobi üzerinden yapmaya çalıştığını Erdoğan da Batı karşıtlığı ve İslamcılık üzerinden yapmaktadır. AKP iktidarına muhalif olan herkesi ve her şeyi Türkiye’nin önünü kesmekle, Türkiye’ye karşı komplo kurmakla suçlamaktadır. AKP’ye ve Erdoğan’ın “büyük Türkiye” hedefine karşı çıkan herkes aslında Türkiye’ye karşıdır, “paralel”dir, Batılı güçlerin “maşası”dır, vatan hainidir!

    Güya büyüyen Türkiye’yi hazmedemeyenleri bertaraf etmek için otoriter ve anti-demokratik uygulamalara hız verilmekte, ülke adeta polis devletine dönüştürülmektedir. İşçilerin grevinden twitter’a kadar her şey “milli güvenlik”e ters düştüğü için yasaklanabilmekte, en ufak bir sokak muhalefeti bile anında bastırılmaya çalışılmaktadır. Kürt illerinde tam anlamıyla bir devlet terörü estirilerek Kürt hareketi sindirilmeye çalışılmakta ve/veya Hizbullah/HÜDAPAR üzerinden yapılan provokasyonlarla Kürt hareketine gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle de yaklaşan seçimlere yönelik kirli hesaplar yapılmaktadır.

    Amerikan emperyalizminin beslenip büyümesine zemin hazırladığı El Kaide-IŞİD gibi kanlı örgütlerin en önemli destekçileri Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi Müslüman ülkelerdir. Ve IŞİD en çok diğer Müslümanlara saldırmakta, onları katletmektedir. Yani mesele İslam karşıtlığıysa IŞİD bunun âlâsını yapmaktadır. Bölge güçlerinin her biri bu örgütleri kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye ve kullanmaya çalışmakta, bu örgütlerin düzenlediği kanlı saldırıları ve katliamları bir biçimde sahiplenmekte, göz yummaktadırlar. Bu ülkeler, bir yandan Batı’nın İslamla terörü özdeşleştirmesine karşı çıkmakta, ama diğer yandan da bu kanlı örgütleri finanse etmekten, yönlendirmekten geri durmamaktadırlar.

    Ortadoğu ülkelerinin hemen hepsinde ya koyu diktatörlükler ya da baskıcı rejimler hüküm sürmektedir. En demokratik geçinen Türkiye’nin hali ortadadır. Bu rejimlerin hepsi de İslam dinini kendi çıkarlarının kılıfı haline getirmiş durumdadırlar. Dini değerlere sahip çıkmak adına toplumu itaatkâr kılmaya, baskı altında tutmaya, düşünmeyen ve sorgulamayan bir halde tutmaya çalışmaktadırlar. Sonra da İslamın barış, hoşgörü ve mantık dini olduğunu, en çok İslamın insan haklarına ve özgürlüklere sahip çıktığını vaaz etmektedirler. Egemen sınıf elinde İslam, tüm diğer dinlerde olduğu gibi, iktidarı almanın veya sürdürmenin, haksız savaşların, toplumdaki diğer sınıfları ezmenin aracı olmuştur ve halen de öyledir.

    Ve tam da bu yüzden, sosyalistlere ve devrimcilere düşen, laiklik savunusu adı altında işçi-emekçi halkların dini duygularına ve değerlerine saldırmak değil, onları kazanmaya dönük sağduyulu ve gerçekten Marksizme yaraşır politikaları üretebilmektir. Burjuva aydınlanmacılığı yahut Stalinizmin çarpık din düşmanlığı “sosyalistlik” diye yutturulamaz. Bu yolla ancak ve ancak dindar işçi-emekçi kitlelerin AKP gibi partilerin arkasında yedeklenmesine hizmet edilir. Kalplerini ve güvenlerini kazanmadan onları devrim ve sosyalizm mücadelesinin saflarına kazanmak da mümkün olmayacaktır. Zaten AKP’nin istediği de budur. Böylece, komünizmin din düşmanlığı olduğu şeklindeki on yıllardır süren burjuva propagandasına daha fazla hizmet edilmiş olunur ve koca İslam coğrafyasında sosyalist hareket bir türlü işçi sınıfıyla buluşamaz. Aksine sosyalizm veya sol denilince dindar kitlelerin aklına Kemalistler veya Baasçı rejimler gelir, sosyalizm diktatörlükle özdeşleştirilmeye devam eder.

    Benzer şekilde “insan hakları”, “basın özgürlüğü” ya da “dini eleştirme özgürlüğü” adı altında, ister farkında olunarak isterse olunmayarak, Batılı emperyalistlerin değirmenine su taşımak da Marksistlerin işi değildir. Marksistler kuşkusuz ki demokratik hak ve özgürlüklerin en tutarlı savunucularıdırlar, ama yürüyen emperyalist savaş gerçeğinin üzerinden atlayarak meseleyi bu hak ve özgürlüklerin İslamcıların saldırısı altında olması şeklinde ortaya koymak büyük bir gaflettir. Bu bağlamda da sosyalistlerin bir kısmı “Je Suis Charlie” diyen koroya katılarak meşrebini bir kez daha belli etmiş, burjuva liberallerin, Kemalistlerin ve emperyalistlerin tuzağına düşerek meseleyi “basın özgürlüğü” kapsamında değerlendirmiş ve solculuğu burjuva aydınlanmacılığına-ateizmine, hatta daha da kötüsü din düşmanlığına indirgemişlerdir.

    Dindar işçi ve emekçilere asıl çelişkinin İslam karşıtlığı-Batı düşmanlığı ekseninde olmadığını, bu yapay kamplaştırmanın emperyalist kapışmadaki tarafların bir oyunu olduğunu ve dini kendi çıkarlarına alet eden burjuva iktidarların asıl niyetlerini gösterebilmeliyiz. Dindar işçi ve emekçiler, gönüllerinin, vicdanlarının sesini dinlemeli ve din bezirgânlarının, istismarcılarının peşinden gitmemeli, onların yalanlarına kanmamalı, işçi sınıfının bağımsız siyasetini yürütenlerin takipçisi olmalıdır. Kurtuluş işçi sınıfının devrimci mücadelesindedir!

    http://marksist.net/islamofobi-bati-dusmanligi-ve-emperyalist-savas.htm

  60. Charlie Hebdo’cu 9 Polis Kim?

    İslâm’ın değerlerine saldıran Charlie Hebdo’yu Türkiye’de dağıtan Cumhuriyet Gazetesi ve iki yazarı hakkında bugün Kayseri’de suç duyurusunda bulunmak isteyen Furkan Dergisi Kayseri Temsilcisi ve okuyucularını adliyede polis taciz etti.

    Peygamber Efendimiz’e hakaret içeren karikatürler yayınlanan Fransa menşeli Charlie Hebdo’ya 2 Müslüman tarafından yapılan baskında 12 kişinin ölmesinin ardından, Müslüman Anadolu halkının ruh köküne düşmanlık etmek üzere kurulan Cumhuriyet Gazetesi dergiyi Türkçe’ye çevirip dağıtmış, gazetenin iki yazarı da Peygamber Efendimiz’e hakaret içeren karikatürü köşelerinde yayınlamışlardı.

    Bu provokatif yayın üzerine Türkiye’nin dört bir yanında Müslümanlar Cumhuriyet Gazetesi ve Peygamber Efendimize hakaret içeren karikatürü köşelerinde yayınlayan gazetenin yazarları Hikmet Çetinkaya ve Ceyda Karan hakkında suç duyurusunda bulundular. Bugün de Kayseri’de Furkan Dergisi temsilcisi ve Furkan Dergisi okuyucuları Kayseri Adliyesi’ne gidip gazete ve iki yazar hakkında suç duyurusunda bulundu.

    Polisten Temsilcimiz ve Okuyucularımıza Taciz

    Temsilcimiz ve okuyucularımız savcılığa dilekçeyi vermek için beklerken 9 sivil polis gelip kimlik istedi. Kimliklerini vermeyen temsilcimiz ve okuyucularımızın etrafında dolanan 9 Charlie Hebdo’cu polis kimlikleri alamayınca bu sefer de savcılığa verilecek dilekçeyi istedi. Bu yaptıklarının kanuna aykırı olduğunu hatırlatan temsilcimiz dilekçeyi 9 Charlie Hebdo’cu polise vermedi. Suç duyurusu dilekçesinin savcılığa verilmesinin ardından Furkan Dergisi temsilcisi ve okuyucuları adliye önünde, Müslüman Anadolu halkının ruh köküne düşman Cumhuriyet Gazetesi’ni yırttılar. Gazetenin yırtılması sırasında 9 Charlie Hebdo’cu polisin hüzünlü halleri gözlerden kaçmadı!

    http://furkandergisi.com/charlie-hebdocu-polis-kim/

  61. Fazıl Say’ın mahkum olduğu Ömer Hayyam’a ait olduğu söylenen fakat gerçekte ona ait olmayan “Irmaklarından şaraplar akacak“ diyorsun/Cennet-i ala meyhane midir?/’her mümin’e iki huri’ diyorsun/Cennet-i ala kerhane midir?” dörtlüğüne şöyle bir şiirle cevap yazılmış;

    “Meyhane midir” dersin, cenneti ala için,
    Cehaletin bu kadar, tavan mıdır ki senin.

    Cennetteki şarabı alkol mü sandın nedir,
    Dar görüşün bu kadar yavan mıdır ki senin.

    Arapça şarap demek “içilen şey” demektir,
    Sıfır bilgi seviyen, taban mıdır ki senin.

    Kişinin aklı derler; sorusundan bellidir,
    Nedir o beynindeki saman mıdır ki senin.

    Bir de küstahca cennet, kerhane midir dersin,
    Uçkurun mantığına saban mıdır ki senin.

    Cennette huri demek, nikahlı eş demektir,
    Aklın ilme bu kadar yaban mıdır ki senin.

    Her kadın olan yeri kerhane mi zannettin,
    Her gördüğün bıyıklı, baban mı dır ki senin.

    Atam maymundur dersin; saygı duyarım ama,
    Acep gerçekten atan, hayvan mıdır ki senin.

    Hangi safhasındasın sen şu anda evrimin,
    Şimdi geldiğin safhan, insan mıdır ki senin.

    Niçin dalga geçersin sen cennetle ve dinle,
    İnsanlığın, içinde mihman mıdır ki senin.

    Kim etmez, saygı ihsan,hayvan olur o insan,
    Nedir bu küstahlığın ihsan mıdır ki senin.

    Özden der saygılıyım elbet ben her inanca,
    Bana saygı duyana saygı duyarım anca,

    Bir saygısız çıkmış ve atmış islama kanca,
    Elbet sorarım aklın çıban mıdır ki senin.

    Her ne olursan ol gel demiş koca Mevlana,
    Doğru söze uymamak çaban mıdır ki senin.

    Mehmet Özden Biçer

    Bir de, bu olayla ilgili şöyle bir şiir yazmışlar;

    “mahkemelerinden cezalar yağacak” diyorsun,
    türkiye-i alâ çilehane midir?
    “her sanatçıya 10 ay” diyorsun,
    türkiye-i alâ hapishane midir?

  62. İbretlik bir haber. İfade özgürlüğü ilkemiz nedeniyle yayınlıyoruz.

  63. Hayyam’ın ‘kerhane’li tek bir satırı bile yoktur
    Murat Bardakçı

    Mâlûm piyanist yine bir iş yaptı, bu defa Ömer Hayyam‘ı vasıta ederek Twitter’den İslamiyet ve inananlar hakkında tuhaf mesajlar gönderdi ve ortalığı birbirine kattı.
    Piyanistin meyhane-kerhane kafiyeli mesajlarını burada tekrar etmeme lüzum yok… Ama, meselenin aynı şekilde önemli olan bir başka tarafı var: Bir zamanların harika çocuğunun bütün bunlardan sonra “Yazdıklarım bana ait değildir, Ömer Hayyam’a aittir” deyip tepki gösterenleri Hayyam‘ı bilmemekle suçlamaya kalkması, yani Hayyam‘ın arkasına sığınma hevesi ve etrafın da bu iddiayı yemesi…
    Herşeyden önce şu hususu çok iyi bilelim: Ömer Hayyam‘ın piyanistin twit’inde söylediği bir sözü, rübaisi, şiiri, hattâ tek bir satırı yoktur! Hayyam rübailerinin içerisinde “Sen meyhaneci misin?” yahut “Kerhaneci misin?” gibisinden bir ifade geçmez, bulamazsınız. Rübailerin ne Farsça’larında, ne batı dillerine ne de Türkçe’ye yapılmış tercümelerinde böyle bir ifadeye rastlanmaz!

    ÖYLE BİR GEYİK Kİ…
    Piyanistin naklettiği sözlerin nereden geldiğini merak mı ettiniz? Söyleyeyim: İnternetten! Adamın biri oturmuş, Hayyam‘ın adına böyle birşeyler gevelemiş, gevelediklerini internete koymuş ve sanal âlemde okudukları herşeyi doğru zannedip Allah kelâmı imişcesine sımsıkı sarılan cühelâ da bu edepsizlikleri Hayyam‘a ait zannederek ve işlerine de geldiği için alıp sahiplenmiş ve tekrarlamışlardır! İşin aslı, faslı, işte bundan ibarettir. Ortada saçmasapan bir internet geyiği vardır ama eksantrik kafalar ve entelektüel olma sevdasındaki cühelâ, bu internet geyiğine hiç utanmadan ve de sıkılmadan sahip çıkmışlardır!
    İşin acı olan bir başka tarafı daha var: Piyanistin twit’lerine karşı hakaret mesajları gönderen tarafın ve “Bu sözler meğerse piyaniste değil, Hayyam’a aitmiş” diye başlıklar atan basınımızın da Hayyam‘ın böyle tek bir satırının dahi bulunmadığından haberdar olmaması ve internette dolaşıp duran aynı geyiğe inanması! Velhâsıl sanatçısından entelektüeline, moderninden muhafazakârına kadar okumaktan ve araştırmaktan uzaklaşmış; ekranda beliren satırların tek bilgi kaynağı olduğunu zanneden tuhaf bir toplum olduk!

    BİLİN VE UNUTMAYIN!
    Buradan sonra yazacaklarıma “Hatırlayın” yahut “Unutmayın” sözleri ile başlamak isterdim ama meseleyi bilmediğimiz için unutmamamız yahut hatırlamamız da imkânsız olduğundan, “Bilin” diye başlamak zorundayım…
    Bilin: Ömer Hayyam sadece şair değildir, doğu kültüründe matematikçi ve analitik geometrici olarak çok daha önemli bir yeri vardır. Üçüncü derecede denklemlerin hallinde, 17. asırda yaşamış olan Descartes‘a kadar Hayyam‘ın geometrik yaklaşımından istifade edilmiştir. Ömer Hayyam‘ın matematik ve geometri konusunda kaleme aldığı bazı eserler bugün elyazması olarak elimizdedir, bunların bir kısmı zaten basılmıştır ama “rübai” dediğimiz dörtlüklerin hakikaten ona ait olup olmadığı yahut hangisinin onun, hangisinin de düzmece olduğu meselesi hâlâ karanlıktır.
    Hayyam‘a atfedilen şiirlerin doğu dünyasında Hâfız‘ın yahut Sâdi‘nin eserleri kadar revaç bulmamasının ve elyazmalarına az rastlanmasının sebebi de hem bu karışıklık, hem de şaire atfedilen düşüncelerin İslam toplumunda benimsenmemesidir. Türkçe’deki ilk ciddî Hayyam tercümeleri de bu yüzden 20. asırda yapılmışlardır.
    Yine, aynı şekilde bilin: Ömer Hayyam‘ın batıdaki yıldızı, temelleri 19. asırda Avrupa’da atılan varoluşçuluk felsefesi doğrultusunda ve Edward Fitzgerald‘ın yaptığı rübailerin meşhur İngilizce tercümesi ile parlamış, varoluşçuluğun İkinci Dünya Savaşı sonrasında daha da bir revaç bulmasıyla Hayyam‘a atfedilen dörtlükler daha da bilinir olmuştur. Hayyam‘a mâledilen dörtlükler, şöhretlerini işte bu varoluşçuluk akımına borçudurlar. Meselenin aslı ne, bizim sanatçılarımız, aydınlarımız ve de muhafazakârlarımız neredeler! Ne kadar güzel değil mi?

    MURAT BARDAKÇI BU SÖZLERİN NE ANLAMA GELDİĞİNİ BİLİYOR MU

    Habertürk yazarı Murat Bardakçı 9 nisan tarihli köşesinde “MÂLÛM piyanist yine bir iş yaptı, bu defa Ömer Hayyam‘ı vasıta ederek Twitter’den İslamiyet ve inananlar hakkında tuhaf mesajlar gönderdi ve ortalığı birbirine kattı” demiş.

    Büyük harflerle “MALUM” diye nitelediği piyanist Fazıl Say’dan başkası değil. Malumdan kastı “Bilinen” ise doğru bir ifade. Say çok bilinen bir sanatçı. Fazıl Say’ın dışında kaç tane malum sanatçımız var ki? Piyanist İdil Biret ve Keman virtüözü Suna Kan gibi birkaç isim daha sayabiliriz belki. Bu da iki elin parmaklarını geçmez. Ancak, malum tarihçimiz Bardakçı Bey’in böyle bir hüsnüniyet gösterdiğini pek sanmıyorum. Çünkü “…yine bir iş yaptı” demekte ve ilk vukuatının bu olmadığını ima etmektedir.

    Fazıl Say İslamiyet ve inananlar hakkında tuhaf mesajlar göndermiş ve ortalığı birbirine katmış. Ömer Hayyam’ın piyanistin twitinde söylediği gibi bir sözü veya rubaisi de yokmuş. Ne yalan söyleyeyim, kaba kelimelerin geçtiği şiir ve yazılar beni de pek cezbetmez. Ama Fazıl Say’ın İslamiyete saldırdığını sanmıyorum. Twitter’a yazdığı şiirin manası şu: Kardeşim, cenneti şarapla ve hurilerle betimlemeyin; cennetin yüceliğine (ulviyet) uymuyor. Şiirin kime ait olduğu önemli değil. Şiir kimseye hakaret etmiyor. Cennet hakkında üretilen halüsinasyonları ayıplıyor. Ben başka bir anlam çıkaramadım. Senin farklı çözümlemelerin varsa detaya inmen lazım Murat kardeş. Öte yanda Ömer Hayyam’ın muhafazakar cenahı kızdıracak çok sayıda şiiri olduğu da bilinmektedir.

    Bardakçı “Hayyam‘a atfedilen şiirlerin doğu dünyasında Hâfız‘ın yahut Sâdi‘nin eserleri kadar revaç bulmamasının ve elyazmalarına az rastlanmasının sebebi de hem bu karışıklık, hem de şaire atfedilen düşüncelerin İslam toplumunda benimsenmemesidir” demektedir. Bu sözden anladığım, Ömer Hayyam’ın düşüncelerinin ve şiirlerinin İslam toplumunda benimsenmediği ve itibar görmediği. Burası biraz uyduruk. Hayyam gerek Müslüman gerekse gayrimüslim toplumlarda Hafız’dan çok daha fazla bilinir, okunur ve söylenir. Sayın Bardakçı, istersen gazetedaşın Nihal Bengisu Karaca gibi yapışkan bi şeyler atıver münafık Fazıl’a. Ben sende pek tarihçi vakarı göremiyorum muhterem. Yaşımızı, başımızı almışız be kardeşim; sana ne twitter’dan, bana ne facebook’dan. Öyle değil mi ama? Fazıl’a dalman mesele değil de, yangına körükle gitmemek lazım. Yazını okuyunca aklıma eski zamanlardan Refah Partisi milletvekili Şevki Yılmaz geldi. Allah yolunu açık etsin, o da bizi böyle coştururdu. Belki sen de AKP’den milletvekili olursun. Tarih de nefes alır biraz.

    Hasan Vasfi Altay
    Odatv.com

  64. İslamofobinin Asıl Sebebi
    İslam düşmanlığını kaldırmak için ona sebep ve vesile olan yanlışlıkları, eksiklikleri, kötülükleri kaldırmak gerekir.
    İslam dünyasının durumu parlak değil.
    Ortadoğu’ya bakınız: IŞİD bir yandan, Şiî milisler öte yandan Müslümanlara zulm ediyor, kan döküyor.
    Suriye kanlar alevler içinde, Müslümanlar bir çare bulamıyor.
    Bir kısım Müslümanlar meşru cihad ile, gayr-i meşru terörü birbirine karıştırıyor.
    Ehl-i Sünnet ikinci plana düşer, Vehhabîlik ön plana çıkarsa islamofobiyi önlemek mümkün olmaz.
    Müslümanlar hep cami inşa eder, onların yanında gerçek İslam mektepleri, medreseler ve Şeriata uygun tasavvuf tekkeleri açmazsa işin sonu böyle olur.
    İslam ilim, irfan, edeb, medeniyet, yüksek ahlak, istikamet, sanat dinidir. Bunlar azalırsa Müslümanlar sevimliliğini kaybeder.
    Avrupa’da küçük bir şehir… Orada hayli Müslüman işçi var… Müracaat ediyorlar, bir cami yaptırmak izni alıyorlar. Bina yapılıyor. Minaresine hoparlör takılıyor. Yaz ayında sabahın köründe avaz avaz ezan okuyorlar. Gayr-i müslim yerli ahali şikayetçi oluyor. Müslümanlar direniyor. Bir sürü fitne ve fesat çıkıyor. Bu kadar basit bir meseleyi halledemeyen Müslümanlar İslam düşmanlığını üzerlerine çeker.
    Size çok küçük bir örnek vermek istiyorum: İstanbul’da büyük tarihî bir cami… Kapısının önünde göze batar bir yerde saplı bir süpürge ve faraş var… Felaket.
    O canım camiin mihrabının iki yanına iki iğrenç berbat rezil ucuz çirkin pilli Çin saatini kimler asmış?
    Harunürreşid Frank kralı Şarlman’a elçilerle birlikte bir saat göndermiş. Elçiler saati kralın huzurunda çalıştırınca, herkes şaşıp kalmış, hayran olmuş. Şimdi o eski Müslümanlar yok.
    ABD’de, AB ülkelerinde Müslümanların kültür merkezleri, başta Mevlevilik olmak üzere tasavvuf tekkeleri açmaları gerekirdi.
    Fransa’da milyonlarca Müslüman yaşıyor da niçin ciddî bir günlük gazeteleri, haftalık dergileri yok? O ülkede Yahudilerin resmî sayısı 500 bin, gerçek sayı belki bir milyon, belki bir buçuk milyon. Orada onlar her şeye hakim.
    ABD’de ilk İslam üniversitesi açılalı fazla zaman geçmedi. (Zaytuna College). İslam üniversiteleri olmadan islamofobiyi önlemek mümkün olmaz.
    Evet İslam’ın düşmanları çoktur ama islamofobinin asıl sebebi parçalanmış, bölünmüş, bid’atlere batmış, cahil kalmış, İslam’ı temsil edemeyen Müslümanlardır. İslam bayrağı onların elinden alınıp medenî Müslümanların eline verilmedikçe işler düzelmez.
    http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Chillikle_Buraya_Kadar/24019

  65. We humans and other complex animals are full of microbes, gajillions of them. People have so many that microbe cells living in our bodies outnumber our own vastly. coachoutlet.jennrush.com The stretch between Mekhri Circle and Kempegowda International Airport also reported 387 accidents in 2014 as against 284 in 2013. Similarly, the stretch between Hebbala-Gorguntepalya and Nayandahalli has emerged as other dangerous stretches. As many as 46 people died in 249 accidents during 2013 and 42 died in 224 such incidents in 2014. c moncler outlet online
    In 2014, the Municipal Park National League Dixie Youth AA Coach Pitch Team was crowned state champion and represented Alabama in the World Series. michael kors Puckett, who has served on the city council since 1990 and as mayor in 1991, said he芒鈧劉s looking forward to continuing the work started by Murray, such as the Downtown commercial core project and the development of the Tustin Legacy.
    bGUgZm9yIG15IHNvbiBiZWNhdXNlIGhlIG5lZWRzIDI0LWhvdXIgc3VwZXJ2aXNpb24gYW5kIGEg tory burch shoes * traditionalSignIn_emailAddress * m tory burch shoes outlet
    On the Net: gucci outlet online “I will be better with time,” Chacin said Sunday. “I’m trying to build my arm up to where it used to be. I’m trying to get my arm speed up.
    f var $newDay = $((cachedDay = cachedDay || (function(){ coach factory outlet of all skill levels. We strive to improve the course each year. If you haven’t played Deertrak Golf Club recently, you’ll now find that it is the premiere course in the area compared to courses with similar rates. We listen to tory burch outlet
    The Auburn softball team has been waiting for its first big test against a ranked opponent. gucci outlet A California court on Thursday issued an order that may solidify rules for warrantless searches of cellphones by law enforcement personnel. The United States Court of Appeals for the Ninth Circuit in California issued its ruling in the case of United States of America v. Chad Daniel Camou.Camou had appealed a lower court s decision allow evidence from a warrantless cellphone search to be used as evidence in a child pornography case against him.The appeals court ruled that the initial search of Camou s phone following an arrest for a different crime violated his Fourth Amendment rights. The opinion of the appeals court authored by Judge Harry Pregerson details the events leading to Camou s arrest and subsequent charges of possessing child pornography. Pregerson states that U.S. Border Patrol agents had stopped Camou on August 1, 2009, at a primary inspection checkpoint in Westmoreland, California. Agents making the stop had asked to open the driver s side door when they say Camou was acting suspiciously. When they did, they found undocumented immigrant Alejandro Martinez-Ramirez lying on the floor of Camou s truck. Camou, Martinez-Ramirez and Camou s girlfriend were all arrested and taken to security offices for questioning. According to Pregerson, one hour and 20 minutes after the arrest, Border Patrol Agent Richard Walla searched Camou s seized cellphone without first obtaining a warrant. In his report, Walla stated that he was searching the phone for information related to known human smuggling organizations and other information related to the case. Pregerson states that after reviewing call logs and contacts, Walla then searched through videos and photographs stored on Camou s phone. At that point, Walla found images of child pornography. Camou was not charged with smuggling, but four days after his arrest, the Federal Bureau of Investigation executed a warrant to search his phone, finding several hundred images of child pornography. In the district court trial, Camou moved to suppress the child pornography images, arguing that the warrantless search had violated his constitutional right against unreasonable search and seizure. The district court denied the motion to suppress, and Camou, now serving 37 months in prison on the charges, appealed to the higher court. The government, in its response to the appeal, unsuccessfully argued that a number of exceptions to the warrant requirement apply to the case, but failed on each in part due to the unique nature of cell phone searches. The first argument was that the search of the cellphone had been incident to the original arrest, which relies on a standard that the search will prevent the arrestee from gaining possession of a weapon or destructible evidence. Page 2 of 3 – The court found that the search occurring over one hour after the arrest was not incident to the arrest, denying that exclusion. Agent Walla s search of Camou s cell phone was too far removed in time from Camou s arrest to be incident to that arrest, Pregerson states. A second argument proffered by the government is that circumstances existed at the time of the search that belied the need for a warrant. In this case, it was argued that the volatile nature of call logs and contact lists over time presented a risk to retention of the data related to the smuggling case. The appeals court again balked at the government s argument, stating that once Camou was detained and in handcuffs, he was no longer in any position to delete data on the phone. The court also notes that if exigent circumstances did exist, Walla s search had gone beyond the limited scope set by an exigency exclusion. Thus, Agent Walla exceeded the scope of any possible exigency by extending the search beyond the call logs to examine the phone s photographs and videos, according to Pregerson.The third argument proffered by the government is that the warrantless search was conducted as an extension of the vehicle exception, which allows law enforcement officers to search containers found in a vehicle if they have probable cause. The court, relying on jurisprudence in a number of Supreme Court cases, notes that cellphones are not considered containers for the purposes of the vehicle exception. If cell phones are considered containers for purposes of the vehicle exception, officers would often be able to sift through all of the data on cell phones found in vehicles because they would not be restrained by any limitations of exigency or relevance to a specific crime, Pregerson concludes. Two final arguments are offered by the government as exclusions to the warrant requirement, both of which were denied by the court. The first is that the evidence would have ultimately or inevitably been discovered by lawful means, but the court finds that because officers never sought a warrant before the search, no warrant would have otherwise been produced for the evidence. Pregerson states, By asking this court to conclude that the inevitable discovery exception applies here because a search warrant would have issued, the government is asking us to excuse the failure to obtain a search warrant where the police had probable cause but simply did not attempt to obtain a warrant. The final argument is that the unconstitutional search was conducted in good faith by the officer. Page 3 of 3 – The court, however, disagreed on a number of points, including its assessment that a reasonably well-trained officer would have known that a search conducted over one hour after an arrest was not incident to that arrest. It also states that the good faith exclusion only applies where an officer relies on information from a negligent third party. The Supreme Court has never applied the good faith exception to excuse an officer who was negligent himself, and whose negligence directly to the violation of the defendant s constitutional rights, Pregerson notes. With all of the government s arguments rejected by the appeals court, the district court s denial of Camou s motion to suppress is overturned. http://michaelkors.hotelwestpoint.com
    Qalqilya. The perpetrators, confessed to plotting a series of terror attacks http://toryburchoutlet.jennrush.com The ADB has estimated that to maintain its economic growth in the next decade, the East Asia region will need infrastructure investment of at least $8 trillion, which means there is a huge financial gap that needs to be filled. Unfortunately, none of the major lending institutions, including the World Bank and the ADB, will be able to fill this gap because of, for instance, the World Bank’s restrictive lending policies targeted at poorer countries. r moncler jackets outlet
    But as has been the case since Dec. 2, when UAB President Ray Watts announced the end of the school’s football, rifle and women’s bowling programs, there’s a shadow over the basketball program, too. moncler outlet store But the parents of older unvaccinated children are much less deserving of our sympathy. At least 23 cases are located in Orange County 鈥?the largest concentration in the state by far, which makes sense given Disneyland鈥檚 location.
    The Omni invites students to shadow employees, and some of those students end up working part-time at the hotel, said general manager Danny Goldmann. gucci outlet Hollande speaks to Merkel
    BERKELEY — Cal’s young starters made Wichita State pay for its big gamble. moncler outlet store 1. Heat the oil in a large saut pan over medium heat. Add the onion and cook, stirring, for 6 minutes, or until soft and translucent. Add the ginger and cook, stirring, 1 minute longer. Add the garlic and cook, stirring, 1 minute more. Do not brown the garlic.
    “David can get to balls others can’t even dream of” handling, he said. moncler outlet Rights of the child
    n 2. Marana (2) 11-2: The Tigers have won their last four games by an average of 26.8 points, and the two opponents who have beat Marana in regular-season play are a combined 25-1. moncler jackets outlet Celiac Disease: Some cheeses, including all blue cheeses, are made with bread mold. Read labels to make sure you avoid those varieties.
    To close a strategic partnership with a Romanian company, you need to learn about its market position and whether it is a trustworthy partner coach outlet Sign in using your existing account j coach outlet
    * Comments unrelated to the story. moncleroutlet.jennrush.com pretend that those comments were never made, or that they don鈥檛
    r Etc.: Tourism director Steve DeHorsey said North Wildwood was lucky not to have been affected by Hurricane Sandy as much as other Shore communities. A beach bike path between 15th and 21st avenues is projected to be completed before July Fourth, running from Fifth to 22nd streets. Food and refreshments vendors on all beaches. coachoutlet.jennrush.com That has been necessary, in part, because of the narrower margin in the Senate, where in the past session Fitzgerald could afford to lose only one vote on any given issue. y
    More seriously, I like to get started on things right away…to assure myself I know I can complete. toms outlet online In his integrity, courage, brains, wit, agility and speed, Cyrano is so far superior to those who despise him that while in a deadly duel with Valvert (Joseph Ott) in the opening scene, he鈥檚 able to banter and joke around, and compose and recite a new poem. moncler outlet store
    4. Design guru feared for his job. When Jobs returned to Apple in 1997, Jony Ive was convinced that he would be out of a job. moncler outlet Lisa: We knew that even though we wanted to update the space, we still wanted a home with character. This house has that. o tory burch shoes outlet
    “‘Coach Rod’ said I made his week,” Tate said. “He was pretty happy.” michael kors It seems unlikely in the extreme that the Iranians learned something new from the senators鈥?open letter. What was unprecedented, however, was the senators inserting themselves into the process of negotiation. The reason was clear: You cut us out, and we鈥檒l barge in, anyway.
    biB1bmRlciB0aGUgcG9pbnQgb2YgdGhlIGphdyB3aXRoIGEgd2VsbC1kaXJlY3RlZCB1cHBlcmN1 gucci outlet online Under the plan, large employers have until 2017 to raise wages to $15 an hour, while businesses with fewer than 500 employees have until 2021. i toms outlet online
    鈥淲e鈥檙e very excited to be a part of the tournament. It鈥檚 not easy. You look at some of the teams that aren鈥檛 part of the tournament including the champion from a year ago, and it shows you how much college basketball has changed. You lose so many players. There鈥檚 parity across the board. It can be amazing swings and the last two years here I certainly don鈥檛 want to take for granted.鈥?tory burch outlet One of voters鈥?failings is that, as jaded and skeptical as we like to think we are, the truth is that we鈥檙e pretty gullible. We tend to hear what we want to hear, especially from those who tell us they are just like us and want the same things out of life that we do.

Comments are closed.