İlyas Aydın adı, Örgütsel Paranoyaya Karşı Devrimci Masumiyetin Simgesi Olsun!
Orhan Savaşçı’nın Anıları ve İlyas Aydın Olayı (Mesele dergisinin Şubat 2016 sayısında bu adla yayınlanmıştır)
Cepheden Anılar-Orhan Savaşçı’nın TKHP-C Anıları, Söyleşi: İlbay Kahraman, Ayrıntı Yayınları, 2015
Orhan Savaşçı ile söyleşi kitabı, THKP-C’nin kuruluşu, THKP-C’nin önemli bir unsuru olan Proleter Devrimci Genç Subaylar Hareketinin nasıl örgütlendiği ve oynadığı rol, akim kalan 9 Mart darbe girişimiyle THKP-C’nin rüşeymi konumunda olan o zamanki Kurtuluş Dergisi Hareketi’nin ne ölçüde ilişkili olduğu veya olmadığı gibi yakın tarihimize ilişkin önemli birkaç noktaya aydınlık ve netlik getirmesinin yanı sıra, 45 yıldır tartışılan İlyas Aydın’ın Filistin’de işkence edilmesi ve öldürülmesi olayına ve “ajan” olduğu suçlamasına son noktayı koymaktadır.
İlyas Aydın Olayına Son Nokta
Gerek Orhan Savaşçı’nın söyledikleri ve kanaatleri, gerekse Ankara’dan, Malatya’dan ve Filistin’ten tanıklıklar, daha önceki tanıklık, söyleşi ve anılarla[1] bir arada ele alındığında sonuç net bir şekilde ortaya çıkmaktadır: İlyas Aydın adlı devrimci, bir örgütsel müşterek paranoyasının sonucu olarak Filistin’de işkenceyle sahte itiraflara zorlanmış ve öldürülmüştür.
Bu konuyu bundan altı yıla yakın bir zaman önce de yazmıştım (ekteki yazı). Burada ayrıntılara girmeyeceğim, ancak söyleyeceğim son birkaç söz daha var.
Örgüt içi infazların iki kaynağı olduğu düşünülebilir: Birincisi, örgüt içi muhalefettir. Örgütün merkeziyle tek tek bireyler olarak veya grup halinde anlaşmazlığa düşen örgüt üyelerinin en önde gelenleri, çoğunlukla ajanlıkla suçlanarak tasfiye, daha da kötüsü infaz edilirler. Özellikle illegal örgütlerde bu durum daha açık olarak görülebilir. Bu tür infazların örneklerini Aytekin Yılmaz, Yoldaşını Öldürmek (İletişim Yayınları, 2014) adlı kitabında anlatmıştır. İkincisi ise, örgütsel müşterek paranoyadır. Bu müşterek paranoyalarda da bazen örgüt içi muhalefetin rolü olabilir, fakat çoğunlukla bu tür paranoyalar, illegal mücadele koşullarının yarattığı gergin, endişeli ve korkulu, karanlık ortamlardan beslenir ve örgüt içinde hiçbir önemli rolü olmayan birini, hatta bir sempatizanı bile vurabilir. İlyas Aydın cinayeti, işte böylesi, hiçbir fikri mesele ya da tartışmanın rolü olmayan, tamamen illegal mücadele koşullarının yarattığı gerilim içinde filizlenmiş ve gelişmiş örgütsel müşterek paranoyanın tipik örneklerindendir.
Gizli çalışma koşullarında bütün örgütsel kademelerde bir polis paranoyası virüsü yayılabilir. Bu virüs bir kere yayılmaya başladığı zaman önüne geçmek neredeyse imkânsız bir hal alır. Paranoya virüsü, olayla şu ya da bu şekilde ilişkili insanların küçük küçük katkılarıyla büyüdükçe büyür. Virüsün merceğinden söz konusu şahsa yeni baştan bakmaya başlayan ilgili örgüt üyeleri tahminleriyle, anlattıkları geçmişe ait öyküleriyle, izlenimleriyle, ilüzyonlarıyla, zamanında hiçbir şekilde anlamlandırmadıkları olayları yeni baştan düşünerek anlamlandırmalarıyla, hatta hayal ürünü uydurmalarla, paranoya virüsünü büyütürler de büyütürler. Aslında olaya böylesi katkıda bulunan hiç kimse (eğer dikkati kendi üzerinden başka yöne kaydırmak isteyen gerçek bir ajan değilse) kötü niyetli değildir. Onlar örgütün çıkarlarını düşünmekte ve bu yüzden de şüphe altındaki şahsın durumunu bir an önce açığa çıkarmak istemektedirler. Fakat ne yazık ki, katkıları hep olumsuz yönde olur. Şüphe altındaki şahsın lehine gözlemleri olanlar da vardır muhtemelen, ancak onlar da, çoğunlukla, muhtemel bir ajanı koruyormuş konumuna düşmek korkusuyla seslerini kısarlar ya da eğer cesaret edebilirlerse itirazlarını son derece cılız bir sesle dillendirirler.
Böylece örgütsel paranoya virüsü, “ortalama zekâ”ya sahip bütün yönetici ve militanları avucuna alır ve onları sağlıklı düşünemez hale getirir. Öyle ki, artık onların akıl yürütmeleri, sadece bu virüsun daha fazla yayılmasına hizmet eder ve virüsün hedeflediği devrimciyi kaçınılmaz bir infazın kurbanı haline getirir. Mantık susar, paranoya konuşur.
İlyas Aydın olayında bu durum son derece tipiktir. Bakın, paranoya virüsü insanların mantıklı düşünme yetisini nasıl dumura uğratmış: Mahir Çayan’ın mahkemede “Elrom’u İlyas Aydın öldürdü” açıklamasından sonra (Mahir Çayan’ın bu açıklamayı, İlyas Aydın’ın yurt dışına kaçtığını “sanarak” yaptığı belirtilmektedir. Mahir Çayan’ın açıklamayı neden yaptığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Benim kanaatime göre, Mahir, yargılanırken bir ara idam korkusuna kapılmıştır. Elbette bu son derece insani bir korkudur, fakat ne sebeple ve ne gerekçeyle olursa olsun bir insanı idam tehdidi altına alacak ölçüde zor bir duruma düşürecek bir açıklamada bulunmak, bence son derece ağır bir hatadır) ağır aranma koşullarına düşen İlyas Aydın, Ankara’da, örgütün kaçakları gizlemek amacıyla açtığı bir elektrikçi dükkânının alttaki gizli bölmesinde, kötü şartlar altında saklanırken, günün birinde, “para bulmaya gidiyorum” diyerek çıkıp gitmiş ve bir daha da dönmemiştir. Herhalde esasen bu dönmeme durumundan dolayı hakkında “polis olabileceği” kuşkusu ortaya çıkmıştır.
Kuşkunun bu noktada ortaya çıkması ya da büyümesi çok ilginçtir, çünkü bir ajan, örgütün kendisini sakladığı bir yeri, kuşku çekeceğini bile bile asla terk etmez. Eğer terk ediyorsa bunun bir tek sebebi olabilir, o da açığa çıktığını fark etmesi veya böyle bir endişeye kapılmasıdır. Yani ajan, örgütü ancak açığa çıktığı ya da böyle bir kuşkuya kapıldığı koşullarda, canını kurtarmak için terk eder ve bir daha da örgütün semtine uğramaz. Hiçbir istihbarat örgütü, açığa çıktığı kuşkusuyla örgütten kaçan elemanını, eğer onu bilinçli ve kasıtlı olarak imha etmeye karar vermediyse, yeniden açığa çıktığı örgütün içine ajanlık faaliyeti yapmaya göndermez. Göndermeye kalksa da, o ajan eğer salak veya kör değilse, bu görevi kabul etmez, eğer buna zorlanıyorsa, “peki” der ama kendisini ölümden başka bir şeyin beklemediği yere asla gitmez. En fazla yapacağı şey, görevi kabul etmiş gibi yapıp istihbarat örgütünün elinden de kurtulmaya çalışmak olabilir.
Peki, İlyas Aydın ne yapıyor? Son derece zor koşullarda, önceden tanıdığı Malatyalı devrimci köylülerle bağlantı kuruyor, onların yanında bir yıl süreyle barınıyor (bu arada bacağından yaralıdır) ve yine onların yardımıyla Filistin’e geçip orada her türlü olanağı kullanarak örgütle bağlantı kurmaya çalışıyor.
İlyas Aydın’ın ajan olmadığının birinci kanıtı, saklandığı yeri terk etmesidir. Bir ajan bunu sadece açığa çıktığını düşündüğü koşullarda yapar. Bununla bağlantılı ikinci en kuvvetli kanıt ise, İlyas Aydın’ın, her türlü yolu deneyerek kendini ülke dışına atması (çünkü yakalanırsa büyük bir ihtimalle idam cezası onu beklemektedir; örgütün lideri, Efraim Elrom’u onun öldürdüğünü mahkemeye açıklamıştır) ve orada örgütle bağlantı kurmasıdır. Hiçbir ajan, açığa çıktığı için terk ettiği örgütle yeniden bağ kurmaz.
Eğer o gün örgütün önder kadrosu içinde sağlıklı düşünebilen bir kişi çıkıp bu gerçeği ortaya koyabilse ve arkadaşlarını sarsarak akıl tutulmasından kurtulmalarını sağlasaydı belki de bu trajik olayı önleyebilecekti.
Geriye Kalan Tek soru
Geriye tek bir soru kalıyor. İlyas Aydın, saklandığı yerden “para bulacağım” diye çıkıp neden geri gelmedi?
Bunun cevabını bulmak da o kadar zor değil. Birincisi, yüzbaşı İlyas Aydın, onun örgütle bağlantısını kuran Orhan Savaşçı’nın anlattığı gibi, örgüte sadece iyi niyetle yardım eden bir devrimci sempatizandı. Örgüt içi kurallardan falan da pek haberdar değildi, gizli örgütün acımasız disiplin kurallarını bilmiyordu. İkincisi, yakalandığında belki de idamına yol açacak ağır bir suçlama altında bulunduğundan son derece tedirgindi ve kendini bir an önce ülke dışına, Filistin’e atmak istiyordu. Fakat bunu örgüte açmaya çekiniyordu. Örgütün bu konuda gereken duyarlılığı göstermeyeceğini, savsaklayacağını, hatta belki de engelleyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden bu işi kendi inisiyatifiyle çözmeye karar verdi. Evet, bu bir anlamda örgütten kaçmaktı, fakat bunun tek nedeni kendini bir an önce ülke dışına atmaktı. “Para bulmaya gidiyorum” bahanesi de son derece tipiktir. İlyas aydın bence, örgüt elemanlarının kendisinin tek başına çekip gitmesine izin vermeyeceklerini düşündü ve onların en büyük zaafının para olduğunu bildiğinden bu bahaneyi akıl etti. Nitekim etkili olduğu da açık.
Malatyalı devrimci köylülerin, özellikle Süleyman Kırteke’nin kitapta onunla ilgili olarak anlattıkları da masumiyetinin göstergelerinden biridir. Bir ajan düşünün ki, barındığı yerde bir yıl süreyle amirlerine haber göndermek için en ufak bir teşebbüste bile bulunmuyor. Veya amirleri onunla bağlantı kurmak için en ufak çaba göstermiyor. İlyas Aydın ajan olsaydı, devrimci köylülerin saflığından ve iyi niyetinden yararlanarak bir fırsatını bulup kasabaya gider ve oradan şifreli mesajlarını ulaştırırdı. Süleyman Kırteke ve diğer köylü devrimciler, bir yıl boyunca İlyas Aydın’ın kendi gözlerinin önünden bir an bile ayrılmadığını özellikle belirtiyorlar. İlyas’ın böyle bir girişimi olmadı, çünkü yakalanmaktan ölümüne korkuyor, köyün görece güvenlikli alanından kesinlikle ayrılmak istemiyordu. Daha kötüsüne yakalanacağını nereden bilebilirdi?
Filistin’deki işkence vahşeti üzerinde ise hiç durmayalım isterseniz. Gerçekten acı ve utanç vericidir.
Kırk beş yıl önce örgüt içi infaz rezaleti Adil Ovalıoğlu ve İlyas Aydın’la açılmıştı. Adil Ovalıoğlu’nun masumiyeti, daha cinayet işlendiği an ortaya çıkmıştı. İlyas Aydın’ın masumiyetinin tam olarak ortaya çıkması için ise kırk beş yıl beklemek gerekti.
Kırk beş yıl önce İlyas Aydın adıyla açılan örgüt içi infaz perdesi, İlyas Aydın’ın devrimci masumiyetinin net bir şekilde ortaya çıkmasıyla tamamen ve bir daha açılmamak üzere kapansın.
***
İlyas Aydın’a Devrimci Onuru İade Edilmelidir…
Mao zedung’un, “insanların başı pırasa başı değildir, kestiğiniz zaman yeniden yetişmez” dediği söylenir. Maocu olduğum dönemden bildiğim birçok sözünü unuttuğum halde, unutmadığım sayılı sözlerinden biridir Mao’nun bu sözü. Buna rağmen, kendi iktidarı döneminde, Stalin dönemiyle kıyaslanamasa bile, epeyce insan başı gittiği bilinmektedir. Mao’nun bu sözü, daha fazla kelle götürmeye meraklı olanları frenlemek için söylediği düşünülebilir.
Kruşçev’i beğenirsiniz, beğenmezsiniz, seversiniz, sevmezsiniz, ayrı bir mevzudur ama sanırım Çin Komünist Partisi’sinden kaynaklanarak Maocuların ona “revizyonist” yaftası takmasının bir yafta olmaktan öteye bir anlamı yoktur. Kruşçev bence, döneminin Sovyet bürokrasisinin bir temsilcisiydi ve revizyonizmle falan bir ilgisi yoktu. Yani “teoriyi tekrar gözden geçirmeliyiz” falan dememişti, keşke deseydi, keşke böyle bir cesarete sahip olsaydı. Ne gezer. O, Rusya’da hasbelkader kurulmuş ve yürümekte olan rejimi, fazla sarsıntıya uğratmadan, koşullara göre yürütmeye çalışan bir devlet adamıydı, hepsi bu. Bununla birlikte, Stalin’in ölümünden sonra, çok kısıtlı ölçülerde de olsa Stalin’in suçlarının bir kısmını açıklaması ve Stalin kurbanlarından az bir kısmını rehabilite etmesi pandoranın kutusunun açılmasına hizmet etmesi bakımından hayırlı olmuştur. Kruşçev bu kadarını yapmaya cesaret etmiştir de, Kruşçev hakkında atıp tutan Türkiye solunun ne kadar devrimci cesareti vardır acaba? Sol örgütlerin örgüt içi infazlarında nahak yere hayatını kaybetmiş olanlar hakkında kim sesini yükseltebiliyor?
Bu kurbanlardan ilk hatırladığım, Adil Ovalıoğlu’dur. Aydınlık hareketi içindeki küçük bir fraksiyonun iç hesaplaşmasında öldürüldü. Adil’i tanırdım. Esaslı bir militandı. 16 Haziran gecesi, İşçi-Köylü gazetesine işçi direnişi hakkındaki yazıyı, onunla ve daha sonra Yükseliş’te faşistler tarafından vurularak öldürülecek kardeşi Sami Ovalıoğlu’yla birlikte, Üsküdar taraflarındaki babalarının evinde birlikte yazmıştık. Adil Ovalıoğlu, daha öldürüldüğü anda tüm devrimciler tarafından aklanmış bir devrimciydi. Zaten onu öldürenler de, Adil’in “ajan” falan olduğunu iddia etmiş değillerdir. Bu yüzden bugün Adil konusunda netleşmemizi gerektiren bir durum yok.
Ama, Adil’den sonraki kurban İlyas Aydın öyle mi ya? Yüzbaşı İlyas Aydın, THKP-C örgütünün o zamanki genç subay kadrosunda önemli görevler yerine getirmiş bir devrimciydi. Tutuklanmaların yaygınlaşmasından sonra, hakkında isnatsız söylentiler yayıldı örgüt çevrelerinde: “Mit ajanı”. Böylesi bir söylenti bir kere çıkmaya görsün bir insan hakkında, artık peşini bırakmaz. İlyas Aydın’ın da peşini bırakmadı. Umarsız ve yaralı kendini zor bela attığı Filistin kamplarında geldi onu buldu. Oradaki bir takım solcular İlyas Aydın’ı tutuklayıp işkence eşliğinde sorguladılar. İşkence altında aldıkları ifadelere dayanarak infaz ettiler.
İlyas Aydın olayı bugün hâlâ tartışılmaktadır, özellikle o günleri yaşayan solcu ve devrimciler arasında. Ben bugüne kadar İlyas’ın “ajanlığı” konusunda sağlam deliller getiren tek kişiye rastlamadım. Bırakın sağlam deliller getirmeyi, konuştuğum aşağı yukarı herkes, İlyas’ın “ajan” olduğuna inanmadığı hakkındaki vicdani kanaatini belirtmiştir. Buna, İlyas’la o dönemde çok yakın ilişki içinde bulunmuş, İlyas’ın tuttuğu örgüt evlerinde kalmış olanlar da dâhildir. Ben doğrudan kendisiyle konuşmadım ama İlyas’ı örgüte alan Orhan Savaşçı’nın da, İlyas’ın ajan olmadığı konusunda son derece net olduğunu biliyorum. Kaldı ki, kendisi hakkındaki söylentilerden haberi olduğu halde Filistin’deki yoldaşlarına ulaşmaktan başka bir düşüncesi olmayan İlyas Aydın eğer gerçekten ajan olsaydı, bugün toprağın altında değil, Mahir Kaynaklar ve diğerleri gibi baş köşelerde “uzman” görüşlerini serd eden birisi olarak yaşamını idame ettirebilirdi.
Peki o zaman bu susuş kumkuması ne? Örgütlere bir şey demiyorum, onlar konuşmazlar, konuşmak işlerine gelmez, çünkü epeycesinin örgüt içi infaz suçu vardır. Peki ama ya bizim kuşak. Bizler neden susuyoruz? Hem de Kruşçev’e o zamanlar hiç tereddütsüz “revizyonist” demiş, onu beğenmemiş olan bizler. Kruşçev kadar cesaretimiz yokmuş demek. Üstelik, Kruşçev, Stalin’in cinayetlerini kısmen de olsa 20 yıl sonra açıklamıştı. İlyas Aydın olayının üzerinden nerdeyse 40 yıl geçmiş bulunuyor.
İlyas Aydın dürüst bir devrimcidir. Rehabilite edilmeli, hak ettiği devrimci onur 40 yıl sonra da olsa kendisine iade edilmelidir.
Bu bir başlangıç olsun!
Gün Zileli
3 Mart 2010
Read more: http://www.gunzileli.com/2010/03/03/ilyas-aydina-devrimci-onuru-iade-edilmelidir/#ixzz3uqV4UeEI
[1] Turan Feyizoğlu, Mahir, On’ların Öyküsü, Alfa Yayınları, 2011; Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı, Bitmeyen Yolculuk, Söyleşi: Adnan Bostancıoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2011; Barış Mutluay, Ziya Yılmaz, TİP’ten THKP-C’ye Fatsa’dan Türkiye’ye, Notabene Yayınları, 2014.
***
İlyas Aydın’a Devrimci Onuru İade Edilmelidir…
Mao zedung’un, “insanların başı pırasa başı değildir, kestiğiniz zaman yeniden yetişmez” dediği söylenir. Maocu olduğum dönemden bildiğim birçok sözünü unuttuğum halde, unutmadığım sayılı sözlerinden biridir Mao’nun bu sözü. Buna rağmen, kendi iktidarı döneminde, Stalin dönemiyle kıyaslanamasa bile, epeyce insan başı gittiği bilinmektedir. Mao’nun bu sözü, daha fazla kelle götürmeye meraklı olanları frenlemek için söylediği düşünülebilir.
Kruşçev’i beğenirsiniz, beğenmezsiniz, seversiniz, sevmezsiniz, aynı bir mevzudur ama sanırım Çin Komünist Partisi’sinden kaynaklanarak Maocuların ona “revizyonist” yaftası takmasının bir yafta olmaktan öteye bir anlamı yoktur. Kruşçev bence, döneminin Sovyet bürokrasisinin bir temsilcisiydi ve revizyonizmle falan bir ilgisi yoktu. Yani “teoriyi tekrar gözden geçirmeliyiz” falan dememişti, keşke deseydi, keşke böyle bir cesarete sahip olsaydı. Ne gezer. O, Rusya’da hasbelkader kurulmuş ve yürümekte olan rejimi, fazla sarsıntıya uğratmadan, koşullara göre yürütmeye çalışan bir devlet adamıydı, hepsi bu. Bununla birlikte, Stalin’in ölümünden sonra, çok kısıtlı ölçülerde de olsa Stalin’in suçlarının bir kısmını açıklaması ve Stalin kurbanlarından az bir kısmını rehabilite etmesi pandoranın kutusunun açılmasına hizmet etmesi bakımından hayırlı olmuştur. Kruşçev bu kadarını yapmaya cesaret etmiştir de, Kruşçev hakkında atıp tutan Türkiye solunun ne kadar devrimci cesareti vardır acaba? Sol örgütlerin örgüt içi infazlarında nahak yere hayatını kaybetmiş olanlar hakkında kim sesini yükseltebiliyor?
Bu kurbanlardan ilk hatırladığım, Adil Ovalıoğlu’dur. Aydınlık hareketi içindeki küçük bir fraksiyonun iç hesaplaşmasında öldürüldü. Adil’i tanırdım. Esaslı bir militandı. 16 Haziran gecesi,İşçi-Köylü gazetesine işçi direnişi hakkındaki yazıyı, onunla ve daha sonra Yükseliş’te faşistler tarafından vurularak öldürülecek kardeşi Sami Ovalıoğlu’yla birlikte, Üsküdar taraflarındaki babalarının evinde birlikte yazmıştık. Adil Ovalıoğlu, daha öldürüldüğü anda tüm devrimciler tarafından aklanmış bir devrimciydi. Zaten onu öldürenler de, Adil’in “ajan” falan olduğunu iddia etmiş değillerdir. Bu yüzden bugün Adil konusunda netleşmemizi gerektiren bir durum yok.
Ama, Adil’den sonraki kurban İlyas Aydın öyle mi ya? Yüzbaşı İlyas Aydın, THKP-C örgütünün o zamanki genç subay kadrosunda önemli görevler yerine getirmiş bir devrimciydi. Tutuklanmaların yaygınlaşmasından sonra, hakkında isnatsız söylentiler yayıldı örgüt çevrelerinde: “Mit ajanı” Böylesi bir söylenti bir kere çıkmaya görsün bir insan hakkında, artık peşini bırakmaz. İlyas Aydın’ın da peşini bırakmadı. Umarsız ve yaralı kendini zor bela attığı Filistin kamplarında geldi onu buldu. Oradaki bir takım solcular İlyas Aydın’ı tutuklayıp işkence eşliğinde sorguladılr. İşkence altında aldıkları ifadelere dayanarak infaz ettiler.
İlyas Aydın olayı bugün hâlâ tartışılmaktadır, özellikle o günleri yaşayan solcu ve devrimciler arasında. Ben bugüne kadar İlyas’ın “ajanlığı” konusunda sağlam deliller getiren tek kişiye rastlamadım. Bırakın sağlam deliller getirmeyi, konuştuğum aşağı yukarı herkes, İlyas’ın “ajan” olduğuna inanmadığı hakkındaki vicdani kanaatini belirtmiştir. Buna, İlyas’la o dönemde çok yakın ilişki içinde bulunmuş, İlyas’ın tuttuğu örgüt evlerinde kalmış olanlar da dahildir. Ben doğrudan kendisiyle konuşmadım ama İlyas’ı örgüte alan Orhan Savaşçı’nın da, İlyas’ın ajan olmadığı konusunda son derece net olduğunu biliyorum. Kaldı ki, kendisi hakkındaki söylentilerden haberi olduğu halde Filistin’deki yoldaşlarına ulaşmaktan başka bir düşüncesi olmayan İlyas Aydın eğer gerçekten ajan olsaydı, bugün toprağın altında değil, Mahir Kaynaklar ve diğerleri gibi baş köşelerde “uzman” görüşlerini serd eden birisi olarak yaşamını idame ettirebilirdi.
Peki o zaman bu susuş kumkuması ne? Örgütlere bir şey demiyorum, onlar konuşmazlar, konuşmak işlerine gelmez, çünkü epeycesinin örgüt içi infaz suçu vardır. Peki ama ya bizim kuşak. Bizler neden susuyoruz? Hem de Kruşçev’e o zamanlar hiç tereddütsüz “revizyonist” demiş, onu beğenmemiş olan bizler. Kruşçev kadar cesaretimiz yokmuş demek. Üstelik, Kruşçev, Stalin’in cinayetlerini kısmen de olsa 20 yıl sonra açıklamıştı. İlyas Aydın olayının üzerinden nerdeyse 40 yıl geçmiş bulunuyor.
İlyas Aydın dürüst bir devrimcidir. Rehabilete edilmeli, hak ettiği devrimci onur 40 yıl sonra da olsa kendisine iade edilmelidir.
Bu bir başlangıç olsun!
Gün Zileli
3 Mart 2010
Read more: http://www.gunzileli.com/2010/03/03/ilyas-aydina-devrimci-onuru-iade-edilmelidir/#ixzz3uqV4UeEI
Ona iskenceyi edenler kimler ?. Teslim Tore ve ekibi mi ?
Evet. Öyle anlaşılıyor, bütün tanıklıklardan.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/451121/Dilek_Dogan_in_katledildigi_an_kamerada.html
http://www.zaman.com.tr/gundem_dilek-doganin-son-anlari-kamerada-kizimi-vurdular_2333848.html
Teslim Töre bu konuda konuştu mu?
Orhan Savaşçı’nın kitabına alınmış bir röportajı var. Ömel Polat yapmış yıllar önce. tamamen kendini haklı çıkaran, böbürlenen, utanmazca bir röportaj.
Mlspb’nin de Hüseyin Şakül’ü infazı var. Yakalandıktan sonra polise yaptıkları itiraflarda arkadaşlarını nasıl infaz ettiklerini anlattılar. Hatta Selim İleri “Bir Akşam Alacası” romanında bu konuyu da işledi.
Mlspb bu konuda hiç bir özeleştiri yapmadı.
Hüseyin Şakül’ün arkadaşları ayrılıp “Çayan Sempatizanları” grubunu kurdular. Zaten infazın sebebi de Şakül’ün ayrılma taraftarı gruptan olmasıydı (çete mantığı).
Şakül’ün o zamanki nişanlısı Gülten Hayaloğlu hiç değilse cesedin kendilerine verilmesi için aracılarla haber yolladı ama ilgilenmediler. (Avcılar’da öldürüp atmışlar).
Gülten Hayaloğlu sonradan Ahmet Kaya ile evlendi.
İtiraf edilmeli!
19. yy Sosyalist geleneğinin kaçınılmaz bir “komplikasyonu” gerçekleşmiş.
Bu gelenek halka, tarihe güvenmeyen darbeci “devrimcilik” kuşkusuz ki, Stalinizm’le taçlanır.
Yazık; en azından son 20 yıl bu anlamda büyük bir zaman kaybıdır.
Devrim stratejisi belki baştan sona değişmelidir.
*
Bir kuşak düşünür, sonraki kuşak yapar!
Şu anda bildiğim kadarıyla “düşünen” kuşak bile yok…
Aydınlık Hareketinin, infazı var mı örgüt içi?
Yok.
Ziya Yılmaz da anılarında ajanlık suçlamasının doğru olmadığını söylüyor. Gülten Çayan’ında sorguya katıldığı gibi bir yazı okumuştum gerçeklik payı var mı?
Orası biraz muğlak. Gülten Çayan ben sorguda bulunmadım diyor. Ama bulunduğu yolunda beyanlar da var.
19 Aralık 2000 tarihinde devlet ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ başlattığında, Ümraniye cezaevinde bir süredir ajanlık suçlamasıyla ‘yoldaşları’ tarafından işkenceli sorguda bulunan ve ‘feda eylemi’ görüntüsü altında, üzerlerine benzin dökülerek yakılan iki MLKP’li var. Alevler içindeyken koridorda jandarmanın üzerine koşturuldular ve asker kurşunuyla öldürülünce şehit ilan edildiler. Olay yıllar sonra açığa çıkınca MLKP özeleştiri yaptı, ‘Ajanlıkları netliğe kavuşmadan öldürülmeleri hataydı” diyerek geçiştirdi. Unutulmasın.
Gün Abi;
Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga falan hiç anı yayınladı mı? Bu konuyla ilgili bir röportaj veya başka bir ifadeleri var mı?
yayınlamadılar ama Yusuf’un yazdığı bazı saçmalıklar var. Ararsan benim sitede yayınlamıştım. Bulabilirsin.
Yusuf’un anıları…
http://www.sinbad.nu/yasamkar.htm
selam arkadaşlar tüm devletler tarih boyunca kendi çıkarları için kürt hareketinde musa anten sol harekette suphi bu insanlar devlet tarafından kullanılan ajanlar tarafından katledilmiştir daha ismini saymadıgım niceleri tüm örgütlerde kendi içlerinde ceza kesme işlemlei tarih boyunca sürmüştür.her türlü işlemlerde bulunmuşlardır.katledilmiş tarih boyunca kalpi güzel nice insanlarımızla doludur.
keder verici. Yürek acıları.
Mahir’in otopsi raporu ile mezarından çıkan kafatası bir biriyle örtüşmemekte olup karısının abisi Orhan Savaşcı örgüte silah sağlayan ve İlyas Aydın’ı getiriyorsa, Kızıldere olayından sağ çıkan Ertuğrul Kürkçü Kürt Milliyetçiliğini savunuyorsa, Öcalan Mahsun Korkmaz’ı infaz edip okulunu kuruyorsa, AT İZİ İLE İT İZİ bir birine karışmış ve bizlerde bu izlerin gölgesinde kalmışız. Önemli olan oyun oynayan oyuncular değil; oyunu kuran kuruculardır. Bırakın Stalin, Kurçevi ATATÜRK gibi dehanın kurduğu oyun üzerinde oyun oynayalım…
sen yolu tutmuşsun!
1 saattir yusuf küpeli’nin anılarını okuyorum. bu yaşa geldim, ilk defa öğrendiğim şeyler oluyor. inanılır gibi değil.
http://www.sinbad.nu/yasamkar.htm
gün hocam, bu anılara ne kadar güvenebiliriz? siz “saçmalık” demişsiniz ama?.. özellikle mahir’le ilgili iddiaları yenilir yutulur değil.
bence hiçbir şekilde güvenilemez. Son derece sübjektiftir.
Bununla birlikte, gerçek bir takım noktalar da vardır elbette. Ayırt etmesini bilmek ve kendisindeki megalomaniyi iyi tespit etmek gerekir.
Tanışıp sohpet şansı bulduğum Orhan Savaşçının anılarında dönem objektif çıplak gerçekliği ile paylaşılmaya çalışılmış.İçinde bulunduğu şartlarda çok sınırlı genel meclisi ve merkez komitesi örgütlülüğü ile öncü devrimci partinin düzenden kopuşun kendini feda seviyesinde isyanın pratikleri diye Toplumsal özgürlükçü devrimci tarihimizdeki yerini aldığını düşünüyorum.Sonraki bütün geleneklerin bu pratiklerden olumlu olumsuz etkilendiğini hatırlayınca önemini daha iyi anlıyoruz.THKPC kısa tarihinin hala birinci elden paylaşılmamış yanlarının olması Savaşçının anılarına olan ilgiden sonra yeni bilgilerle katkıların olabileceği umudundayım.
Hocam, bu anıları siz kendi bilgilerinize dayanarak daha güvenilir şekilde ayıklayabilir misiniz? Çok önemli şeyler söylüyor Küpeli. İddialarının onda biri bile doğruysa yarım asırlık sol tarihimizin yeniden yazılması gerekecek.
THKP/C cuntacı subayların yönlendirdiği bir hareket ve dahası, Mahir de onların kullanıp ortadan kaldırdığı bir kişilik oluyor, eğer doğruysa.
Sol tarihimizi inceleyen araştırmacıların, bu anılara bu kadar sessiz ve kayıtsız kalması anlaşılır şey değil!
Tipik paranoyak komplo teorileri bunlar. Ben içinde değildim ki ayıklayayım. Ben gördüğüm kadarını Yarılma’da yazdım zaten.
Bir gün bunların üzerinde sohbet etmemiz iyi olabilir.
Gün Abi, hatırlarsanız geçtiğimiz yıllarda Halil Berktay kaynaklı 1 Mayıs tartışmaları solda büyük fırtına koparmıştı. Halil Berktay’ın ortaya attığı, 1977 1 Mayıs’ında yaşanan katliamın sol içi bir provokasyondan kaynaklandığı görüşü başta Taraf gazetesi olmak üzere deprem etkisi yaratmıştı. Berktay’ı protesto ederek Taraf’tan istifa eden köşe yazarları olmuştu.
O yılları, o günleri bizzat yaşayan birisi olarak sizin görüşünüz nedir bu konuda?
1 Mayıs katliamını kim yaptı? Solcular kendi aralarında çatıştılar da insanlar o hengamede mi ezildi?
Yoksa bize öğretildiği gibi derin devlet ve CIA mı işin içindeydi?
Bu konuyu yazmıştım. Sitede ayrıntılı yazılar var. Bir araştırırsan göreceksin. Kısaca söyleyecek olursam; H. Berktay’ın görüşü yanlıştır. Soldaki bölünme provokasyona çanak tutmuştur sadece. Fakat o kadar CIA’ya falan gitmemek lazım (sol bu konularda hep abartır). Devlet ve MİT, solun içindeki bölünme düşmanlıktan yararlanmıştır sadece.
Türkiye ve dışındaki bir çok sol örgütün, örgüt içi infaz gerçekleştirdiğini biliyoruz; ben en çok EZLN’nin tarihinde bu tür olayların olup olmadığını merak ediyorum. sizin bir bilginiz var mı?
sanmıyorum.