Her Şey Bizlerin Yararı İçin!
Kurban bayramı yaklaşıyor ya, insanın beynine bununla ilgili çocukluk anıları üşüşüyor. Biz çocuklar, birkaç günlük arkadaşlık kurduğumuz koyunların arkasından gözyaşı döktüğümüzde pek akıllı büyüklerimiz bizi teselli etmenin yolunu çabucak bulurlardı: “Onlar, Allahın yanına gidiyorlar. Bu yüzden çok şanslılar.”
Bu tür yalanlar gözyaşlarımızı biraz olsun dindirir gibi olurdu. Fakat yalancı ve yararcı büyüklerimiz bununla da yetinmez, kendi benmerkezciliklerine ve bencilliklerine uygun olarak bir yalan daha eklemeyi gerekli görürlerdi: “Sizi sırtlarında sırat köprüsünden geçirecekler.”
Büyükler o kadar yalancıdır ki, zaman zaman politikacıların yalan söyleme sanatını daha küçük yaştan onlardan öğrendiklerini düşünürüm. Üstelik yalanı ilerde yanlışlanamayacak bir şekilde söylemek yalancılık sanatının şahikasıdır ve bunu en iyi becerenler de politikacılardır. Örneğin, gazeteciler, “efendim, önleyici tutuklama konusunda bir düzenlemeye girişilmiş” diye sorduklarında, “ilk defa sizden duyuyorum” demek bu sanatın inceliklerinin nerelere vardığını görmemize yardımcı olabilir. Politikacı ya da yönetici yalan söylememektedir. Kendi hazırlatmakta olduğu düzenlemeyi gerçekten de gazetecilerden ilk defa duymaktadır. “Sizden ilk defa duyuyorum”la, “ilk defa sizden duyuyorum” arasında fark olduğu üzerine inceden inceye dil kurcalamalarına girişmeyin, bakarsınız “önleyici tutuklama” sizin de kapınızı çalar!
Üstelik bu “önleyici tutuklama” iyi bir şeydir de! “Tutuklama” sözcüğü sizi korkutmasın. Tutuklama var tutuklama var! Ben bu deyime, çevirdiğim iki kitapta rastlamıştım: Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, (2009, Kibele); Margarete Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında-Stalin ve Hitler’in Mahkûmu (İmge, 2012). İkisi de bu uygulamanın Nazi’ler tarafından icat edildiğini yazıyordu. Nazi sözcüğü de sizi ürkütmesin. Nazi’lerin yaptığı her şey kötü mü bakalım!
“1940’da, hakkımda ‘önleyici tutuklama’ emri çıkarttılar. Okunandan çıkan sonuç şuydu: ‘Margarete Buber’in geçmiş yaşamı göstermektedir ki, her ne sebeple olursa olsun serbest bırakıldığında illegal Komünist Partisi için faaliyetlerde bulunacaktır. Bu yüzden toplama kampına gönderilmesi gerekmektedir.’” (s.197-198) Toplama Kampı da öyle söylendiği kadar kötü bir yer değildir. Suç işlemeleri önlenmiş insanların bir arada tutulduğu bir yerdir alt tarafı!
“Önleyici tutuklama”nın şu yararı var ki, sizin suç işlemenizi önler. En aşırısından bir örnek verecek olursak, polis sizde suikast yapma potansiyeli görüyor ve böyle kötü bir şey yapmamanız için sizi tutukluyor; böylece suç işlemenizi önleyerek aslında size iyilik yapmış oluyor. Suikast yapsanız ömür boyu yatacaksınız ya da eğer idam varsa idam edileceksiniz. “Önleyici tutuklama” sizi bundan koruyor. Ne kadar yatacağınız veya içerde tutulacağınız belli değil ama adli makamları pekâlâ böyle kötü bir şey yapmayacağınıza ikna edip birkaç yıl sonra dışarı çıkmanız mümkün.
Haydi o kadar aşırı bir eylem düşünmeyelim. Örneğin bir gösteriye gidiyorsunuz. Sırtınızda taşıdığınız çanta kuşku çekici. İçinde gaz maskesi, biber gazına karşı deniz gözlüğü gibi suç aletleri olduğu yüzde yüz. Bu bir yana, gösteri alanına yaklaştığınızda yüzünüze bir de bandana çekiyorsunuz. İşte suç işlemeye hazırlanmanın en belirgin delili. Bu durumda polis ne yapıyor? Suç aletlerinizden dolayı sizin suç işlemeye hazırlandığınızı anlıyor ve bunu önlemek için “önleyici tutuklama” yoluna başvurmak zorunda kalıp sizi suçtan uzak tutuyor. Polisin bu hassasiyetine teşekkür borçlusunuz.
Hükümet, bu tedbiri neden paketine koymadı da böyle gizli kapaklı yollardan, başbakanın bile “ilk defa bizden” duyacağı bir şekilde hazırlamakta, anlayabilmiş değildim. Paketin içindeki diğer hediyelerin yanında bu da göz doldururdu bence ve mesela Kurtul Ataman gibileri, Nazilerden alınan bu önlemi de demokrasi adına alkışlar ve hatta “işte bu bir devrim” diye daha fazla ayağa fırlarlardı.
Demokrasi nedir? Halkın halk adına yönetilmesi gibi bir tanım hatırlıyorum ama eksik olabilir. Neyse, sonuç olarak halkın halk adına yönetilmesidir diyelim. İşte bu ve buna benzer düzenlemeler de bizlerin bizim adımıza yönetilmemiz olmuyor mu? Biz suça bilerek veya bilmeden yöneliyoruz, demokrasi de “önleyici tutuklama” ile bizim bu yönelimimizi önleyerek bizi doğru bir şekilde yönetmiş oluyor. Demokrasiye de şükran borçluyuz. Her şey bizlerin yararı için!
Gün Zileli
8 Ekim 2013
Aramıza Hoşgeldin (anti-pop, 2012) from anti-pop on Vimeo.
gün abi, al sana yeni yazı konusu: işçi partisi üç gün süren kurultay toplamış. Doğu Perinçek Silivri’den mesaj yollamış, kendisini genel başkan seçmemelerini, salona resminin asılmamasını, eğer asıldıysa bunun delegeleri etkileme amacı taşıyacağını, yaşayan hiçbir partilinin resminin asılmasının doğru olmadığını iletmiş. Doğu Perinçek’e salondan yanıt gecikmemiş. bütün delegeler ayağa kalkarak ‘Öncü cesur Doğu Perinçek’ sloganı atmışlar ve ‘Genel Başkanımız o resmi kendisinin sanmasın. O resim Türkiye’nin bağımsızlık birikiminin resmidir. O resim Ergenekon tertibine isyanın resmidir.’ yanıtını vermişler.
oda tv’de yazıyor ayrıntılar. o an o salonda olup bu manzarayı izlemek isterdim. iktidarın nasıl işlediğini tartışan yüzlerce akademik kitap okumaya bedel bir manzara çünkü.
dbh dan bir mail aldım. fethullah gülen in, derin devletin akıldanesi olduğu çok bariz görülebiliyor. bir din adamının asla kabullenemeyeceği bir ahlaksızlıkla, “pyd ypg ” çevresini (ki rojavanın büyük bölümü olan değişik din, mezhep ve etnik kökenden insanı ifade ediyor) düşman görüp, katillerce vurulmalarına devam edilmesi için talimat veriyor. bunun için “cihatçı” kisveli insanlar bulunması, elde edilmesi isteniyor.
ve kendini ziyaret edenlerin içindeki birilerinin “ama hocam, bize derin devletin adamı diyorlar” mealindeki uyarısına aldırmadan, şu garip “tesbiti” yapıyor:
“kürtleri ve kürdistan denilen toprakları bir türkler kazanamazsak, buraları araplara kaptırırsak, biz türklerin devletine yaşama alanı kalmaz.” yazının tamamını alamadığım için, mealen ifade ediyorum ama, bakış açısı kesinlikle bu.
şimdi sormalı:
1- bu zat öncelikle kendini türk olarak mı müslüman olarak mı niteliyor? hangi kimliğini “vazgeçilmez ve temel” görüyor?
2-müslümanlıkla milliyetçiliği nasıl tanımlıyor ve biri birlerine bakışını nasıl yorumluyor?
3- kürt ve arap karşıtı bu ifadeleri bir dindarın değil, bir milliyetçinin ifadeleri saymak gerekmiyor mu? bunun “islamın ümmet kavramıyla” uyuşur yanı neresi?
4- bu savaşçı ve egemen dil, islamın “barış ve teslimiyet” demek olan anlamıyla bağdaşması ne kadar mümkün?
5- en önemlisi bu din-i mübini “devlet ideolojisi” haline getirme cüretini nerden, hangi kaynaklardan aliyor?
cami cemevi yan yanalığı projesi için, her şeye rağmen bir iyi niyet aramış, bunu da ifade etmeye çalışmıştım. ancak bu son ifadeler eğer, doğru ise, bu işte de asıl-çekirdek devletin bir projesi olduğu açık.
gerçekten devrimci bir islami dirilişten söz edeceksek, öncelikle küresel “hakimiyet” peşindeki birilerinin halifeliğe özendirdiği bu ve benzeri ruhban tayfadan kurtulmak elzem.
ve bir kez daha haykırmak:
“la hükmü ilellillah” (egemenlik sadece allahındır)
ve “lehül mülk” (mülk o’nundur)
işte gerçek bayram budur.