Bir anımla başlayayım. Londra’da Türkiyeli bir komşum vardı. Evlerimizin arka taraftaki küçük bahçeleri birbirine bitişikti. Bazen bahçeden bahçeye sohbet ederdik. İyi bir çocuktu. O da benim gibi işsizdi ama onun benden farkı, ne yapıp ne edip kendine iyi bir iş bulmak ve para kazanmaktı. Birkaç girişiminde başarısız olduğunu anlatmıştı bana. Bir gün sokakta karşılaştık. Yüzünde güller açıyordu. “Ne o, iş buldun herhalde?” diye sordum. “Yok abi, bu sefer iş kurdum” dedi sevinçle. Kebapçı dükkânı mı açtı acaba diye düşündüm ilk anda, çünkü bu ülkedeki Türkiyeliler için “iş kurmanın” bu tür dükkânlar açmaktan başka bir anlamı olamazdı. Aklımdan geçenleri okumuş gibi, “yok abi, düşündüğün gibi değil. Kız arkadaşımla birlikte bir iş bulma şirketi kurduk” dedi, “işyerlerine temizlik işçisi buluyoruz.” “Slave-driver olduk desenize” dedim. “Slave-driver”ın anlamı, köle güdücüdür.
Dün CNN Türk’de Ahmet Hakan’ın programına katılan, Soma madenlerinden Nihat arkadaşımız taşaron sisteminden “taş-ören” diye söz etti. Daha önce de Rıdvan Akar’ın programına çıkan başka bir işçi arkadaş, “taş-ören”lerden söz etmişti. Dildeki eğretilemeler genelde bir gerçeğe işaret ederler ve işçi, “taşaron”u “taş-ören” haline getirirken aslında kendi kölelik sistemine gerçekçi bir atıfta bulunmaktadır.
Kimdir bu taş-örenler? Taşaron sisteminin işçiyle doğrudan temas halinde olan en alttaki dayıbaşıları bu sistemin esasıymış gibi göstermek tam bir sahtekârlık ve çarpıtmadır. Onlar, sistemin en son halkasıdır. Yukarılara, çok çok yukarılara çıkmak gerekir.
Taşaron sisteminin en tepesinde, baş taş-ören olarak kapitalist-emperyalist sistem bulunmaktadır. Kapitalizmin kâr mantığı, özellikle kapitalizmin bu “neo-liberalizm” aşamasında (orijinal liberalizmle fena halde karıştırılmaya yol açtığı için tırnak içinde kullanıyorum) kaçınılmaz olarak taşaronluk sistemini temel taşı haline getirmektedir. Dolayısıyla, bugün Türkiye’deki üretim koşullarının ilkelliğine ve batı ülkelerindeki ileri teknolojiye dikkat çekenlere, hatta neredeyse “ileri” kapitalist ülkelere bir hayranlık ortamı yaratanlara bunu hatırlatmak zorundayım. Hatta, o ülkelerdeki ileri teknolojinin ve ileri güvenlik önlemlerinin bile kapitalist-emperyalist sistemin sömürü hiyerarşisi tarafından uygulanır hale geldiğini söyleyebilirim. Onlarda var olanlar sizde yok olanlar sayesindedir. Dolayısıyla var olduğu kadarıyla oralardaki işçilerin can güvenliği, buradaki işçilerin ölümleri sayesinde sağlanmaktadır. Acı gerçek budur. O halde, bu taş-ören sisteminin ilk temel taşlarını emperyalist-kapitalist sistemin ördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bundan sonra, finans kuruluşlarıyla, bankalarıyla, sermayesiyle emperyalist-kapitalist sistemin bir parçası olan Türkiye’deki kapitalist sistem gelir. Emperyalist-kapitalist hiyerarşinin bir alt basamağında yer alan bu sistem, işçilerin amansızca sömürülmesi üzerinde kurulmuştur. Taşaron sistemi, bu amansız sömürünün temel taşlarındandır. İşçiler her türlü güvenceden yoksun bir şekilde, ölümüne işe sürüleceklerdir ki, buradan elde edilen azami kârla sistem yürüyebilsin ve bu arada bu sistemin yürütücüsü burjuvazi de refah ve lüks içindeki yaşamını sürdürebilsin. Böylece sermaye ve burjuvazi, gelip temeli atılmış duvarın üzerine taşlardan bir kat daha örer.
Bu sistemin yürütmesi ve güvenlik gücü devlettir. Devletin fiili yürütme gücü iktidardır, başbakandır, bakanlardır ve bütün bir devlet ve hükümet mekanizmasıdır. Ordusuyla, polisiyle, jandarmasıyla, MİT’iyle, gizli infaz teşkilatlarıyla, hapishaneleriyle, vergi daireleriyle vb. devlet, işçinin azgın sömürüsüne dayanan bu sistemi, yine işçinin sömürüsünden, sermaye birikiminden elde edilmiş zor aygıtları ve araçlarıyla dayatır. Bu sisteme direnenleri koğuşturur ve hapse atar, sokakta direnenleri biber gazı ve tazyikli suyla geri püskürtür. Bakanların, örneğin Enerji ve Çalışma bakanlarının görevi, bugünlerde artık beyni olan herkesin anladığı gibi, sermayenin işçiyi azami ölçüde sömürmesi için gereken “sağlıklı” koşulları sağlamaktır. Sermayenin sağlığı, işçinin ölümüdür. Böylece devlet ve hükümet, gelip ölüm kuyularına sürdüğü işçinin önüne taştan duvarın üçüncü katını döşer.
Bu katmanın altında, sistemi devlet ve hükümetle el ele yürüten taş-ören şirketler gelir. Bunlar, sömürü sisteminin görünürdeki paravanlarıdır. Kartondan yapılmışlardır ve arkalarında hiçbir şey yoktur. Hükümet isterse, kredi sistemlerini ve teşvikleri yönlendirerek ya da ihalelerin seyrini değiştirerek bunları bir günde, bir üfürükte yok eder. Gerçi hükümetin o kadar kolay yok edemeyeceği daha köklü sermaye grupları da vardır ama bunlar da sonuçta aynı mekanizmaların tehdidi altındadırlar ve hükümetle ancak bir noktaya kadar çatışabilirler. Bugünkü taş-ören sisteminde bu köklü sermaye grupları görece ötelenmiş ve yerlerine paravan taş-ören şirketleri ikame edilmeye başlanmıştır. Bu taş-örenler, en usta duvarcılardır. İşçiyi hükümetle işbirliği halinde ölüm kuyularına sürmekte ve onları orada ölümle burun buruna gelecek şekilde hapsetmekte üstlerine yoktur. Ve gelip, duvarın beşinci katını en büyük taşlarla örerler.
Bu katmanın altında, iktidarıyla muhalefetiyle Meclis, milletvekilleri ve siyasi partiler yer alır. Bunların görevi, ülkede bir demokrasi olduğu ilüzyonunu yaratarak halkı ve işçileri kandırmak ve sahte umutlar yaşatmaktır. Bunların da görevi duvarın altıncı katını örmektir.
Bu katmanın altında sendikalar yer alır. Artık tamamen sistemin emrine sokulmuş ve içleri boşaltılmış sendikalar, sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak işçiyi oyalama görevlerini yerine getirirler. Taş-ören şirketle birlikte çalışırlar ve duvarın yedinci katını örerler.
Medya, satılmış kalemler, satılık televizyon programcıları, bir maaşa her türlü yalama yıkama görevini iştahla yerine getiren yalancı ve sahtekâr profesörler, dönmüş eski solcular, eğitim ve üniversite kurumları vb. taş-ören sisteminde “ikna odaları”nın görevini yerine getirirler. Televizyonda açtığınız her kutunun camından dışarı yalan ifrazatı taşar. Bu ifrazat aynı zamanda örülen duvarın harcı görevini de görür. Duvarın sekizinci katını bunlar örer.
Diyanet işleri müdürleri, müftüler, imamlar vb. önlerine taş-örülen işçileri kandırma ve acılarını uyuşturma görevini yerine getirir ve işçinin, korkunç sömürü operasyonlarına tahammül etmesi için göreve koşulurlar. Bunlar da dokuzuncu kat taş-örenleridir.
En altta ölüm kuyularına sürülecek işçileri bulup getiren, bu işten iyi paralar ve primler kazanan dayıbaşılar vardır ve bunlar, bu zincirin onuncu halkasıdır. Duvarın son taşlarını da bunlar örer ve bu bundan sonra, işçiler görünmez olur. Canlı canlı mezarlarına gömülmüşlerdir.
Gün Zileli
22 Mayıs 2014
KORKU VE KOTULUK MERKEZI-1
Korkunun yașamimizda ne kadarda cok yeri var,bazen hayatta kalabilmek, kaybetmek,sevmek,sevilmek,sorumluluk, bazen konușmanin,rededilmenin, eleșetirmenin,duygulari soylemenin,yașlanmanin,ișini kaybetmenin acliktan olmenin endișeleridir.
Tarif edemedigimiz irade ve mantigimizla kontrol altina alamadigimiz daha bir cok sayamadimiz canlilara insana has duygulari kontrol etme gucudur.
Korkularin bir cogunu farkinda olmadan ogrenilmiș veya ogretilmiș alișkanliklarda ortaya cikar.Hizla artan endișeler icinde bir an terlemeye agzinin kurudugunu hissedersin,gerilen yuz hatlari ve tutulan nutkunuz șașirip kaliverirseniz oldugunuz yerde.Korkular canlilara has ve insanidir.
Avazin ciktigi kadar bagirmak haykirmak istersin kimse duymaz sesiz cigliginizi,bașinizdan așagiya boncuk boncuk soguk terler akmaya bașlar bir an insan oldugunuzu unutursunuz!
”Bu topraktaki “kötülük tohumunu”, ilk günahı, merhametsizliğin ilk rahmini arayacağız. Ama geçtiğimiz on yılı açıklamak çok zor olacak. Çünkü örgütlü cehaletin, örgütlü vicdansızlığın, örgütlü düşünmeme isteğinin rasyonel bir gerekçesini bulmak neredeyse imkansız.
Eğer insanlığın mahkemesinde yargılamaya karar versek ve buna gücümüz buna yetse bugün bu düzeni kuran, destekleyen, mümkün kılanların hangi mahkemeye sığacağını bulmaya çalışacağız. Bu kalabalık, çok kalabalık çünkü.” Ece Temelkuran.birgun gazetesi. 6/01/2014
Yuzlerce metre yerin altinda labirentlerde kazma kurek olum korkusuyla ekmegini kazanmak,her gun ișe giderken sevdiklerinle vedalașmak ve akșam kavușunca yuzlerde yașamanin sevinci gormek madencinin mutlulugu budur iște!.
Yuksek tahsili Ege Maden Muhendisligi Fakultesinde yaptim ve bir staj yapma firsatim oldu madencilik camiasinin ic dunyasini anlamak empati kurmak bizzat yașamadan mumkun degildi.Hic madencilik yapmadan,okulu birtirmedigim halde kendimi madencilerle ayni aileden gordum onlarin bir parcasi olmak her zaman icten ice ovundugum sevindigim bir duygumdu, bu faciadan sonra bu duygumuda sizlerle paylașmak istedim.
Yillar ne kadarda cabuk gecmiști Zonguldak,Soma derken ceșitli maden ocaklarinda grizu,gocuk,metan gaziyla kaybedilen yuzlerce maden ișcisinin hatiralari anilari acilari yașaniyor ve orda unutuluyor gun gectikce benzer olumler kaniksaniyor caresizlik ilgisizlik ”kaderle” bulușarak ve bu ișin fitratinda-ozunde-oldugu palavralari daha fazla soyleniyor ve toplu cinayetlerin uzeri ortuluyordu! Madencinin makus talihi sadece olumdu!!
Bu nasil bir korku bu kadar caresizliklerle orulmuș sindirilmiș insanlarin daha cehennem ateșinden yeni cikmișken insanin yuregini sizlatan ve bir o kadarda dușunduren ”cizmem kirletmesin”,”baretimi bulun” maașimdan keserler korkusu!
Bu uzun bir hikayenin huzunlu sonucuydu memleket ne hale gelmiști, insanin olmeye bile korktugu ve her tarafin kotuluk sardigi bir ulke!
Devletin palazlandirdigi burjuvazi buyumuș uluslararasi sermayeyle son otuzkusur yil azginca saldiri,somuru,talan ve rant patronlarin gozlerini kor etmiști.Soma toplu katliaminda hepimiz sucluyuz diyen Isak Alaton bu gercegi ve ozuru topluma yapiyor kanayan vicdanin sesi oluyordu.
Bu duzen iște boyle șekillendi, koyluyu ”modern uretim”adina yoksullaștirdi ve ișsiz birakti.Buyuk kentler cogaldikca cogaldi ucuz emek gucu olarak herkesin iștahi kabardi șimdi suriyeli ișcilerin vatansizlarin zor koșullarda katmerli somurusune kucuk esnaf dahil herkes yararlaniyor, eskiden uluslararasi kapitalistler sermaye ihrac ederken șimdi direk kendisi ceșitli uretim yatirimlari ve firmalar ihrac etmeye bașladi.
Kuresel sermaye kuresel fabrikalar yaratarak yukardan așagiya kuresel tașoron patronlar sistemini kurdular her yerde kotuluk merkezleri inșa edildi.Hizla ișcileșen koyluler kendisine ait degerlerle varolușlarda,dag bașlarinda,maden ocaklarinda, uretime sokuldular iște boyle korkunun ve kotulugun adim adim oruldugu toplumsal yașamin her dokusuna girildigi bir surec yașaniyordu.
Son 12 yilda bu surec azgin somuru duzeni dizginlenemez ve her șeyin piyasa-pazara sunuldugu,korkular cogaltilarak inanclarla,kimligiyle, ailesiyle, akrabasiyla,cocuguyla, mahallesiyle,hemșerisiyle,ogretmeni ve imamiyla toplum lime lime edilip curutuldu ve yabancilaștirildi.
Korku ve Kotulugun bir orumcek agi gibi tum toplumu sarmaladigi bir donemde Soma mahșerinin tam ortasinda bir haykiriș bir ofke bir isyan duygusu patliyordu.Haberler hizla yayiliyor tek adam Bașbakan Erdogan programinda gosterisine devam ederken olayin onemi ve buyuk bir facianin yașandigi suratlarindaki ifadeden anlașiliyordu.
Geldiler konuștular madende yuzlerce ișcinin yașamini yitirdigi koșullarda bunun bir kader ve yapilan ișin geregi oldugunu acikladilar acilar icindeki Somalilarin ofkesi ayni Romalilar gibi isyan ettiler,kendiliginden ilk defa toplu halde insanlar tayyip ve hukumet istifa dediler.
Sezar șașirmiști ne yapacagini bilemedi birden markete dogru yuruduler, kahraman Bașbakan mușaviri yerde yatan Somali ișciye tekmeleri arkasi arkasina acimasizca sallarken,Sezar markette bir genci tokatliyor ve bașka bir inanci kavmi așagiliyan sozlerle kimyasi bozuluyordu
Sonradan yavaș yavaș korku ve kotuluk merkezinin inșa ettigi duzen ve sistemin tum boyalari ortaya cikiyordu.Calișma duzenleri abartmadan Nazi donemindeki ” Calișma kamplarini” aratmiyor,yoksulluk ve caresizlikle bu kadarda alay edercesine bir icraat șimdiye kadar yapilmamiști!
Somada Madendeki calișma sitemi düzenine ișcilerin verdigi isim ”Hadi Hadi”.Ișciler Taşeron amirlerinden en çok duyduklari söz bu oldugu icin ”Hadi Hadi” ișciler arasinda espiri konusu oluyordu.Kucuklu buyuklu tum tașaronlar ne kadar çok çaliştirirlarsa, o kadar çok kazaniyorlardi.
”Beş dakika soluklan, hemen elinde lambasıyla biri gelir: ‘Hadi hadi hadi’ der. Sen, burası göçecek ben girmem dersin. O, ‘Hadi hadi hadi” der.(1)
Korku ve kotuluk merkezi sistemi yukardan așagiya devleti yeniden restore ederek topluma yeni bir elbise dikiyor ve iki ay sonra yapilacak Cumhur Bașkanligi secimiylede-bașkanlik sistemi-bu restorasyonu tamamlamaya calișiyor!
Hadi hadicilerin cok acelesi var zaman kaybetmek istemiyorlar bu kadar ucuz tatli ve hesabini yapamayacak kadar kazanctan bir saniye bile kopmak onlari cildirtiyor.
Toplumun inanc degerleriyle kendi cikarlarini bu kadar savunan ne bir patron,ne bir bașbakan,nede bir imparator sultan bu ulkeye bir daha gelmemiștir.Bunlar aslini inkar etmiș haramzadeler gibi korku ve kotuluge sariliyorlardi.
Somalilar ayni Romalilar gibi dogușmeye karar vermișlerdi.Halki birbirine kirdirmak isteyen kișkirtici girișimler,balkondan ”hainsiniz” diyen somali bir Brutuse topluca tepki koyarak biz ekmegimiz icin olumune girdik ve caliștik ama calmadik,yalakalik yapmadik diyerek Somalilar Romalilașiyordu..
Soma Calișma kampinda daha neler duyacaktik ișciler anlatmaya devam ediyorlar ”Işçi bir gün işe gelmediginde üç günlük yevmiyesini kesiyor, ayrica aylik primini de vermiyorlar.” (2) devam edecek
Not; Yukaridaki yazida tirnak icinde aldigimiz bilgilerin-1,2,3,4,5,6, kaynagi “Bunun adı ecel değil, cinayet” 16 Mayıs 2014 Cuma.|Taraf.Tugba Tekerek tarafindan bir grup ișciyle yapilan roportajdan alinmiștir.
türkiye’de ilkel, barbar ve premodern bir kapitalizm var. esas suçlu kapitalist sistem değil onun yanlış uygulanmasında. bütün bu sıkıntıların çözümü sosyalizm veya anarşizm olamaz. zira bugüne dek radikal solcuların denediği tüm sistemler insanı böcek gibi ezdiler. üstelik soma’da 1200 liraya aile geçindiren insanlara anarşist federasyonların birliği propagandası veya ödp, hdp, chp ittifakı çağrısı sökmez. bunlar ancak metropollerdeki tuzun kuru ergen irilerini oyalar. soma’daki gibi faciaların önüne geçmek için en rasyonel çözüm, gelişmiş batı ülkelerindeki gibi adil bir kapitalist sistem ve bunun taşıyıcısı olan güçlü bir orta sınıf oluşturmaktır. insani gelişmişlik endeksinin en üst sıralarında hep bu tür ülkeler var.
Aslında söylediklerinizin cevabı bu yazıda var. O batıdaki “adil” (ne kadar adil olduğu da çok tartışmalıdır) sistem, yoksul ülkelerin sömürüsü sayesinde uygulanıyor. Sizin de aynı sistemi uygulamanız için dış sömürü kaynaklarınız olmalı (belki de Tayyip ortadoğu hegemonyacılığı ile böyle bir şeyih peşindedir). “Tuzu kuru ergen irileri” lafını da size iade ederim. Bunu Gezi martirlerine bir hakaret olarak algıladım. Sayı ile kendinize gelseniz iyi edersiniz.
Siz “orta sınıf”ınızı geliştirin bakalım. Onu da yıkarız.
Okmeydanında bir eylemci vurulmuş.Sevgilimle konuşuyorduk bunu dedim.Dedi bir şeyler yapmıştır ondan vurulmuştur.Ben de dedim alevi mahallesi kürt mahallesi.Aynı klişe laflar.Ama o ilk düşünmenin verdiği zihin açıklığıyla sordu.Niye molotof atmışlar.Sonra tartıştık.Derdimi anlatamadım.Ne bileyim.Modern devlet i desem bir tarafta stalinist örgüt yapısı mı desem.Geçen hafta soma eylemine gitmiştik.Ortak slogan bile atamadık.Birileri bi ara mustafa kemalin askeriyiz diye slogan attı.Arbede oldu.Sonra dağıldık.Banka taşlanmış ne bilim bdp ypg yazılmış.Soma acısını bile doğru düzgün anlatamıyoruz.Biz iktidarı nasıl yıkacaz gün hocam .not:eskişehirde öğrenciyim
hayat kendi akış yollarını geliştirir. endişelenme. O sözleri söyleyen sevgilinin bir süre senden bile ileri atılacağını göreceksin.
hocam ama niye onlar yaptı kan döktü dökmeye çalıştı sorusuna cevap veremiyorum.Bizim siyah bayrakları görünce mutlu oluyorum ama bir şey yapamamak çok sıkıyor.
kimse kan dökmüş falan değil. Polise karşı direnen insanlar sadece kendilerini savunuyorlar. Arkadaşının, polis şiddetini meşru görmek gibi basit bir bakış açısı var. Bu mantığı terk etmesi gerekir. Polis şiddeti hiçbir şekilde meşru olamaz. Bütün şiddet aygıtları halkların ve gerçek huzur ve barışın düşmanıdır. Son oyarak Uğur Kurt’un vurulması da bunun kanıtıdır.
Evet o konuda haklısınız. Fakat yeni politize olan insanlara biz anarşistler derdimizi nasıl anlatacağız? Örneğin kürt sorununa yaklaşımda farklı farklı tellerden çalıyoruz. Örneğin yaklaşan ve artan faşist saldırılara karşı hegemonya kuramıyoruz.Bir de geçmiş muhalif stalinist maoist Öcalan kültü etrafında bir araya gelmiş insanlara karşı tavrımız ne olacak?
Gerçek acıdır…
Evet… O gelişmiş modern kapitalizmin temelindeki azgın sömürü geçmişini bilmiyor olmalısınız… Tüm Latin Amerika’nın zenginliği yağmalandı, yerli halk acımasızca köleleştirildi, yok edildi..Afrika halkı köleleştirildi… 19 yy avrupa özellikle ingilterede işçi sınıfının, çocuk işçilerin 16-18 saat çalıştırıldığını biliyor musunuz… Neden hatırlattım bunları… İşte bugün burada da aynı sermaye birikim modeli uygulanıyor.. ” ilkel, barbar ve premodern bir kapitalizm” işte böyle binlerce işçiyi öldürerek, yüz binlercesini azgınca sömürerek o istediğiniz “ileri kapitalizmi” kurabilirdi eğer 150 yıl önce olsaydı…ki emperyalist çağda bu da mümkün değil; burada emperyal sömürü o denli sermaye birikimine izin vermez… Velhasıl… TKP, ÖDP, vs… geçelim bunları… Ayrıntılar önemli değil… Özgürlükçü Sosyalist bir toplum olmadıkça iş cinayetleri, bölgesel savaş cinayetleri, ihraç askerlerin cinayetleri sürecek… Kapitalist kar güdüsü dışında bir toplumsal ekonomik hayat yaratılmadıkça egemen sınıf için bu ölümler bu “düzenin” “fıtratı” sayılmaya devam edecek… İşte acı olan gerçekler bunlardı…
Polis şiddeti meşru görülmüyor.Polisin de kendisini koruma hakkı yok mu?Sonuçta Molotof kokteyli atanları yakalamaya çalışırken olmuş.kasıt varsa onlara da sözüm yok.Ya kasıt değilse?onun yaptığı da görev değil mi,emek değil mi,evini geçindirmek için değil mi bu çabası?en önemlisi o da insan değil mi,gruplaşma niye,bir insanı diğerinden ayırmak niye?
Evet, öldürme hakkı da var değil mi? Uğur Kürt öldürüldü.
Devlet diktatörlüğüne karşı mücadele eden herkes dostumuzdur. Ayrımları abartmayalım.
Ya polisin attığı kurşun değil de Molotof kokteyli isabet etseydi o insana ,o zaman kaza mı denecekti buna?Allah ailesine sabır versin.Ölümden daha acısı olamaz.anlamadığım bunca can kaybı oluyor hala niye savaş,hepimiz insan değil miyiz hepimizin gideceği yer aynıyken şu an ayrı yerde durmalar niye?
Bugüne kadar molotof kokteylinden ölmüş tek kişi yoktur hemşerim. Bu basit bir savunma aracıdır.
Hayır,Serap var.benim amacım herhangi birilerini savunmak ya da suçlamak değil siyasi bir ideolojim de yok. Sadece ölümler olmasın canlar yanmasın.
Nostalji içine saplanıp kalmak için değil;
Sevgili Zileli’nin yazısı üzerine “bir nostaljiler silsilesinden ders almak!” için,
“Soma!” cinayetlerini, Mehmet İstif’i, Uğur Kurt’u, nicelerini unutturmamak için
birkaç film & belgesel tavsiyesi:
LİNKLERDE “TELİF HAKKI!” DENEN SORUN YOKTUR.
BAZI LİNKLER TIKLANDIKTAN SONRA VİDEONUN BAŞLAMASI İÇİN BİRKAÇ SANİYE BEKLEMEK ve/veya SAYFAYI YENİLEMEK GEREKEBİLİR.
“VİDEOYU BAŞLATMAK İÇİN LÜTFEN ŞU REKLAMA TIKLAYIN.” BENZERİ YÖNLENDİRMELERİN DİKKATE ALINMAMASI TAVSİYE EDİLİR.
VİDEOYU “PLAY” TUŞUYLA BAŞLATTIKTAN SONRA; 10 İLA 15 SANİYE ARASI HERHANGİ BİR ÜRÜN REKLAMI ÇIKABİLİR. BU REKLAMDAN SONRA VİDEOLAR BAŞLIYOR.
BİLGİSAYARINIZIN DONANIM GÜCÜNE ve İNTERNETİNİZİN BAĞLANTI HIZINA GÖRE VİDEOLARI TAKILMA/DONMA OLMADAN İZLEMEK İÇİN, EKRANDAKİ GÖRÜNTÜ KALİTESİNİ “240p ile 1080p” ARASINDA İSTEDİĞİNİZ SEVİYEYİ AYARLAYIP SORUNSUZ İZLEYEBİLİRSİNİZ.
Not: “unutulmazfilmler.com” linkli videoları izlerken; karşınıza çıkan reklam döngüsünü geçmek için heman altındaki “Video az sonra yüklenecektir. Reklam Tanıtımını geç” cümlesinde, kırmızı renkli olan “Reklam Tanıtımını geç” kısmı tıklandıktan sonra video başlıyor.
* * *
7 dk.’lık animasyon video:
“El empleo & The Employment (Herkesin bir görevi vardır. Peki ama bu görevler ne?!)”
Hazırlayan: Santiago Bou Grasso (Arjantinli yönetmen)
Yayın yılı: 2008
Link: bit.ly/1chqfoC
* * *
The Century of the Self (Bencillik Devri – Ben Devri)
Hazırlayan: Adam Curtis (İngiliz belgesel ve film yapımcısı)
Yayın yılı: 2002
Bölümler:
1. Bölüm: Happiness Machines (Mutluluk Makineleri)
Türkçe altyazılı video: bit.ly/1gN7Zq1
2. Bölüm: The Engineering of Consent (Rıza & İkna etme mühendisliği)
Türkçe altyazılı video: bit.ly/1trWAok
3. Bölüm: There is a Policeman Inside All Our Heads: He Must Be Destroyed (Herbirimizin kafasının içine birer polis yerleştirilmiş: Bütün bunları kafamızdan kovmalıyız)
Türkçe altyazılı video: bit.ly/1gN86ll
4. Bölüm: Eight People Sipping Wine in Kettering (Kettering’de şarap yudumlayan sekiz kişi)
İngilizce video: bit.ly/1juydj7
* * *
(1927) Metropolis – Yönetmen: Fritz Lang
Link: bit.ly/1jZ70Du
Alternatif (a): bit.ly/1nweaTH
Alternatif (b): bit.ly/1okZfNs
* * *
(1936) Modern Times (Modern Zamanlar) – Yönetmen: Charlie Chaplin
Link: bit.ly/1hdGZR8
Alternatif: bit.ly/1ktUYXq
* * *
(1940) The Grapes of Wrath (Gazap Üzümleri) – Yönetmen: John Ford
Link: bit.ly/1jbdAqy
Alternatif (a): bit.ly/1nhU9o0
Alternatif (b): bit.ly/1ob2nxZ
* * *
(1948) Ladri di biciclette (The Bicycle Thief – Bicycle Thieves – Bisiklet Hırsızları) – Yönetmen: Vittorio De Sica
Link: bit.ly/1eH8gj7
Alternatif (a): bit.ly/1jHSwO9
Alternatif (b): bit.ly/1nwfeqG
* * *
(1959) The 400 Blows (400 Darbe) – Yönetmen: François Truffaut
Link: bit.ly/1vNSFn7
Alternatif: bit.ly/SoY2d4
* * *
(1969) Kes (Kerkenez) – Yönetmen: Ken Loach
Link: bit.ly/1k90Ohs
Alternatif: bit.ly/1oXoCHB
* * *
(1970) Umut – Yönetmen: Yılmaz Güney
Link: bit.ly/1maSrRG
Alternatif: bit.ly/1lXTAuq
* * *
(1972) Le Charme discret de la bourgeoisie (The Discreet Charm of the Bourgeoisie – Burjuvazinin Gizli Çekiciliği) – Yönetmen: Luis Bunuel
Link: bit.ly/1hdIej6
Alternatif: bit.ly/1oXp48X
* * *
(1979) Camera Buff – Yönetmen: Krzysztof Kieslowski
Link: bit.ly/SoYBUk
* * *
(1981) Czlowiek z zelaza (Man of Iron – Demir Adam) – Yönetmen: Andrzej Wajda
Link (Türkçe altyazılı değil): bit.ly/1qYQRYs
* * *
(1991) Riff-Raff (Ayak Yakımı) – Yönetmen: Ken Loach
Link: bit.ly/TzeKHt
* * *
(1993) Germinal (Tohum Yeşerince) – Yönetmen: Claude Berri
Link: bit.ly/1ol1tfS
Alternatif: bit.ly/Tzf0X4
* * *
(1999) Ressources humaines (İnsan Kaynakları) – Yönetmen: Laurent Cantet
Link (İspanyolca altyazılı): bit.ly/1ol1GzE
* * *
(2004) The Take – Yönetmen: Avi Lewis
Link (İngilizce altyazılı): bit.ly/1gnMOAn
* * *
(2005) Workingman’s Death (İşçi’nin Ölümü) – Yönetmen: Michael Glawogger
Direkt izleme linki mevcut değil.
Sadece altyazılar için: bit.ly/ReYE3O
* * *
(2005) El metodo (The Method – Yöntem) – Yönetmen: Marcelo Pineyro
Direkt izleme linki mevcut değil.
Sadece altyazılar için: bit.ly/1i974kh
* * *
(2007) It’s a Free World… (İşte Sana: “Özgür Dünya” !…) – Yönetmen: Ken Loach
Link: bit.ly/1ob3D42
Alternatif: bit.ly/1sZPaWp
* * *
(2009) Looking for Eric (Hayata Çalım At! – Eric Cantona) – Yönetmen: Ken Loach
Link: bit.ly/1jbfZBl
Alternatif: bit.ly/1jbg0W6
* * *
(2009) Capitalism: A Love Story (Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi) – Yönetmen: Michael Moore
Link: bit.ly/ReZ8Xu
Alternatif (İngilizce): bit.ly/1jztEHd
* * *
(2010) La nostra vita (Hayatımız) – Yönetmen: Daniele Luchetti
Link: bit.ly/1oXqGPU
Alternatif: bit.ly/Sp08ti
* * *
(2010) Inside Job (İç İşler) – Yönetmen: Charles Ferguson
NOT: AĞUSTOS/EYLÜL 2008’DE ABD’DE YATIRIM BANKASI “LEHMAN BROTHERS”IN ÇÖKÜŞÜNÜN HEMEN SONRASINDA “MORTGAGE VİRÜSÜ!”NÜN YAYILMASIYLA BAŞLAYIP HIZLA TÜM DÜNYAYI SARAN “KÜRESEL EKONOMİK KRİZ” ÜZERİNE ÇEKİLMİŞ BELGESEL.
Link: bit.ly/1maUJjO
Alternatif: bit.ly/1jZbfyR
* * *
(2010) Çoğunluk – Yönetmen: Seren Yüce
Link: bit.ly/1n6saVZ
Alternatif: bit.ly/1sZQ5WW
* * *
(1998) Les Miserables (Sefiller) – Yönetmen: Bille August
Link: bit.ly/1jzupA2
* * *
(2012) Les Miserables (Sefiller) – Yönetmen: Tom Hooper
Link: bit.ly/1jZbOIV
“ölümler olmasın, polis de insan” diyen anonim kardeşim…
1- ölümler olmasının sebebi biz mazlum ve mağdurlar mıyız yoksa devletin zorbalığı marifetiyle gezegeni mülk ve miras edinenler mi?
2- polis ne zaman insan? kamu görevi diye yumuşatmanın alemi yok… cemevi avlusundaki kanda görünürleşen basbayağı devlet zulmü demek gereken kolluk gücünü kullandığında mı? yoksa bu gücü kullanmayı reddedip, çoluk çocuğunu alıp, mazlumların arasına karıştığında mı?
http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/193500/okmeydaninda-polis-aracinin-icine-giren-molotof-kokteyli. linki izleyin
Ortaya yemi atan tayyip vurulan mazlum vuran mazlum..Polis halkı katletmez .Canını dişine takıp insanlar rahat etsin diye uğraşan polis, can güvenliğimizi sağlayan polis ,şimdi canavar ilan edildi.Polisini askerini seven halk polisi canlı canlı yakan canilere dönüştü.Derdınız ne?Ülkeyı karıştıran bir BOŞbakan zaten var.Birbirimize kol kanat gereceğimize , kılıt olacagımıza kan doker olduk.kendimizden olanları düşman gördüğümüz sürece sürece bu ülke değişmez Yazık…
Kimin kanının döküldüğü ortada. Halk polisi diye bir şey olmaz. Polis, yalnız Türkiye’de değil, tarihte de şimdi de dünyanın her yerinde halkların düşmanıdır. Önyargılarınızı gözden geçirin.
http://www.firatajans.com/news/guncel/yer-altinda-kapi-uzerimize-kilitleniyor.htm
KORKU VE KOTULUK MERKEZI-2
Bu korku ve kotuluk merkez kuruculari devamli ovunurler biz yillardir așagilandik,ezildik,horlandik,somurulduk,itildik,gizli gizli inanclarimizi yapmak durumunda kaldik diye her vesileyle anlatir dururlar.
Dogrudur epey ucuz tecrube kazandilar șimdi her șeyi herkesten cok daha iyi bildikleri icin ișe gelmiyenin uc yevmiyesini keseceksin ve aylik priminide vermiyeceksin vardiye degișimlerinde ”Kazmayi biri birakiyor,öbürü aliyor” bant sistemine sokacaksin ve azgin somuru carki hadi hadi sistemiyle zaman kaybetmeden uygulamak mumkun olsun.
Bu korku ve kotuluk merkezi yaptigi herșeyi-kendi inanclari dogrultusunda yaptigina inandiklari icin-mubah saymaktadirlar.Roboskide olen canlarin bedelini ”kan parasi” olarak odemek istediler.
Toplum kendi arasindaki sorunlarda zaman zaman uygulanan bu kan parasi uygulamasini devletin kendi toplu cinayetini ortmede devreye sokmasi bu merkezin nasil insansi olmaktan ciktiginin en guzel ornegiydi.
Bunlar kendi zavalliklarini proplemlerini parayla cozebileceklerini saniyorlar.Ayni ”bas parayi bul karayi” sokaklarda saf insanlari soyanlar gibi,Somada parayi basarak komur karasini temizlemiye calișiyorlar.
Yolsuzluklarin,hirsizliklarin yuzkarasi suratlarinda alinlarinda dururken, komur karasiyla para gucuyle alay ediyorlar ve olumlerin ustu ortulmeye calișiliyordu.
”Ocak ayındaki ölümde de işçi suçlu gösterilmiş, aileye yaklaşık 50 bin lira verilip olayın üstü kapatılmış. İşçilerin anlattığına göre,¨Yeraltında ölenler, hastaneye götürülürken öldü¨ diye kayda geçiriliyor. Bu durumda şirket belli sorumluklardan kurtulmuş oluyor. Bunun için de belli doktorların altına imza attığı belgeler düzenleniyor.” (3).
Bu korku ve kotuluk merkez sistemi baștan așagiya sorgulanmaz ve adli merciler tarfindan yargilanmaz,bakani,denetcisi,rapor veren dokturu, patronu,tum tașaronlari ve satilik sendikacisyla cezalandirilmazsa yuzlerce olumler artarak devam edecektir..
Korku ve kotuluk merkezi agini ormeye devam ediyor.Sinifi kendi icinde bolerek bizzat kendi aralarindan secilen sendikacilari satin alarak ve onlarda arkadașlarinin kani cani pahasina kendi sinifina ihanet ederek sistemi duzeni son halkasinidan biride tamamlaniyor.
” Geçen ay sendika temsilcisi seçildi, biz seçime bile gitmedik. Şirket kimi belirlerse o oluyor, sendika temsilcisi şirketin adamı.Sendikaya karşı çıkan 22 yıllık bir işçi de bu yüzden işten çıkarılmış. İşçilerden birisi.Bizim babalarımız da madenci olarak çalışıyordu. Ama onlar yeri geldiğinde kazmayı bırakıp , mühendislere ‘sen gir’ ¨ diyebiliyordu. Ama bu sistemde artık bu mümkün değil” diyor.” (4) derken genc ișci arkadașimiz cok onemli bir gercegin altini ciziyordu.
Eskiden sinif mucadelesinde devlet ve iktidar guclerinin,sendikalarin bugunkulerden farkini ortaya koyuyordu.Bunlara nicin Korku ve kotuluk merkezi dedigimizin gerekcelerinden bazilari bunlar oldugu icindi.
Bu sistemin en son halkasi mevcut duruma itiraz edenlerin guzel bir șekilde uyarildigi eger uyariya uymazsa șiddet uygulayarak mafya usulu goz dagi veren ișyerinde cete sistemi kurmasidir.
Ișciler bunlara susturucu ismini takmiș.Zaten gezi direnișiyle iyice aciga cikan duzeni șiddet yoluyla cete sistemi polis eliyle kurma devam ettirme politikasi korku ve kotuluk merkezinin her yerde uygalmaya koydugu bir politika oldugu net bir șekilde aciga cikiyordu.
”İki üç işçi kendi arasında konuşup, şartlardan şikayet ettiğinde beş dakika sonra yukardan amirleri tarafından çağırılabiliyor. Bunları, amire uçuran muhbirler¨e işçiler kendi arasında”susturucu”diyor. Amir, şikayet eden işçiyi ¨azarlıyor, dövüyor dövdürüyor.”Dövmek mi?” diye sorduğumda da” ”Tabii” diyorlar,”orada ya da akşam evine giderken, kahveden çağırıp..” ”Aranızda dövülen kimse var mı, ya da beni dövülen birisiyle konuşturur musunuz” dediğimde aldığım yanıt ”Kimse dövüldüğünü söylemez” oluyor. Bu gruptan sonra konuştuğum iki kişi de bana herkese korku salan bir isimden bahsediyor.” (5)
Calișma bakani denetlemelerde %1 bile ihmal varsa hemen istif ederim demiști.Bizler bu memlekette eskiden beri denetimlerin nasil oldugunu biliriz.Askerlik yapanlar,fabrikalarda calișanlar,uretim merkezlerinde denetimlerin cok ozel ”baskin” olanlar haric o ișyerinde veya Tumen,alay, taburda denetim olacagini yapilan hazirliklardan hemen ogrenirdi.
”Her taraf temizlenir gorunen eksiklikler tamamlanir,fazlaliklar saklanir.işçi sağlığı ve iş güvenliği denetimi yapan şirketlerin, bir ay önceden haber vererek denetime geldiğini söylüyor. “Onlar gelmeden önce bütün gün elektrik panoları taşındı. Göstermelik, o gün onlar duruyor. Sonra yine eski panolar çalışıyor” diye anlatıyor bir işçi.
Bir başkası diyor ki,“Normal şartlarda ben yanımdaki arkadaşımı göremiyorum tozdan ama denetçi geleceği zaman, her taraf sulanıyor.” Bu arada, arkadan birisi öfkelenerek giriyor söze “Dışarda sıpa gibi yemeğini yiyor, sonra çekiyor, gidiyor.”İşçilerin söylediğine göre 2 kilometrelik galerinin sadece 100 metrelik girişine bakıyor denetçi.
Bir işçi de ellerindeki kırmızılıkları gösterip kaynak yaparken kendilerine verilmesi gereken eldivenlerin verilmediğini, naylon eldiven kullandıklarını söylüyor. İşçiler, iş kıyafeti olarak, evden getirdikleri kotları tişörtleri giyiyor. İş kıyafetlerini sadece denetçi gelmeden bir gün önce alabiliyorlar.”(6)
Uzum uzume bakarak kararir Korku ve kotuluk merkezi orumcek agi gibi toplumsal yașam ve ilișkilerini sarip sarmalamiș durumda.Bașta kendisi olmak uzere agini ordugu her yeri curutuyor ve pis kokulari her tarafa yayiliyor.
Halkimizin onemli bir kismi bu mevcut iktidara oy ve destek vererek parfumlenmiș kendine ozgu bir ortamda yașiyor,sureklilik icinde birbirini baglayarak,etkiliyerek ve birbirine dahada yapișarak yol alirlar. Korku ve Kotulug merkezi kendi etki alanini geliștiriken saflașma ve kutuplaștirmaya cok ozel bir caba sarfeder!
Dahası, ihmaller, umursamazlıklar, gözü dönmüşlükler yüzünden meydana gelen korkunç bir maden kazasının, bize taş koymak için tertiplenmiş bir sabotaj olduğunu,tam da Gezi isyanının yıldönümüne yakın bir zamanda olmasındaki ilginç bağlantıyı öne süreceğiz, Demeye calișirken somada cok sarsici darbe”yerler.
Bu gunluk yașamin dezenfekte edilmesi gerekmektedir.Bu kokudan rahatsiz olanlar temiz hava solumak icin,eskisinden daha farkli ve kotulugun etki alanlarina karși tepkisel cikișlarini dahada geliștirir.
Gezi direnișini ”faiz lobisi” diyerek,17 aralik yolsuzluklar, hirsizliklari ”paralel yapi” diyerek milli iradeyi șekillendirmeye, pekiștirmeye ve kotulugu yayginlaștirirken,Soma darbesini bu bir ”sabotaj” diyerek kutuplașma yapamadi.Somada atilan tekme ve tokatlar parfumlenmiș havayi ve algilamayi korku ve kotuluk merkezinin aleyhine etkiledi.
Iranli Rezzan kurtarilirken ve yurt dișina cikiși serbest kalirken,Soma ve Turkiyenin yer alti kaynaklariyla ilgili tek karar verici kotuluk merkezinin bași Erdogan olmasi,bu alanlardaki cikar ilișkilerininde sorgulaniyor olmasi sorgulamani esas adresini gosteriyordu.
Surekli burunlari boktan cikmiyor bu durumda korku ve Kotuluk merkezinin beyni dumura ugramakta ve ilerisi icin cok tehlikeli riskli ve kanli sureclerin planlari yapilmaktadir. Emine erdogan bunu goruyor ve Erdoganin Cumhur Bașkanligi secimlerine girmemesinin dogru oldugunu Afyonda gazetecilerin sorularini yanitlarken soyluyordu.
Somada daha yașanan ve bilinmeyen bir cok cok gercegin sakli kaldigina inaniyorum.Hele ișleri Korku ve kotuluk olan bu takiyecilere guvenmek icin hic bir neden bulamiyorum.
Soma’lı madencilerin konuşmalarını gunlerdir izliyorum,insan yüzlü ruhlari guzel bu insanlar,kalplerinin temizliği yüzlerine vurmuş.Yerin yuz kat altında calıştıkları yașamla olum arasindaki farki nasil hissettikleri konușmalarindan belli, bizler yerin üstünde bu kadar kirlenmiş ve curumușken,onlar insan yüzleriyle yerin altını aydınlatıyor,bizlerde ışığı karartmaya devame diyoruz!
Günler geciyor ve uyku tutmuyor sevgili dostlar, gelin internetin birleştirici sanal kudretini kullanalım, tek bir yumruk olup soralım;yașam dolu guler yüzlü vefakar maden ișcilerimiz ülkemizin her yanında şu an gerekli denetimler yapılarak mı madenlerine iniyor? Ocaklara girerken İcleri rahat mı? Karınları tok mu? Aileleri huzurlu mu? Acil denetim ve onlemler alındı mı?
Soma mevcut iktidar acisindan neden cok onemli oldugu aciga cikiyor, burayi hizla izole etmeye,maden ișletme ve yoneticilerinin bir kismini cezalandirarak kamuoyu tepkisini azaltmaya calișirken,tarikatlarin destegiyle Somaya cikarma yaparak bildiriler dagitarak acilari dindirme olumler icin yapilan taziye gelenegini kullanarak daha yetmezse iki bakani da yemeye hazirdir.Yeterki bu korku ve kotuluk merkezinin bașina bir șey olmasin!
Ve ne kadar kișkirtma yaparsa yapsinlar guneș balcikla sivanmayacagi bir gercektir,korku ve kotuluk merkezi yikilmaya mahkumdur!
Not; Yukaridaki yazida tirnak icinde aldigimiz bilgilerin-1,2,3,4,5,6, kaynagi “Bunun adı ecel değil, cinayet” 16 Mayıs 2014 Cuma 06:00 | TARAF.Tugba Tekerek tarafindan bir grup ișciyle yapilan roportajdan alinmiștir
perincek in okmeydani aciklamalarini okudumda, düsündüm. yillarca bu adamin yaninda olup sonra anlamak… sende ne mide varmis be zileli….!!!
Bence mekanik bir yorum bu. İnsanlar da toplumlar ya da sınıflar veya örgütler gibi belli bir gelişme seyri izlerler. Dolayısıyla başlangıç noktaları ile varış noktaları aynı değildir. Elbette D. Perinçek’te bugün vardığı noktanın rüşeymleri vardı ama o gün bunlara bakarak karar vermek zordu. 12 Mart mahkemelerinde dirençli bir tutum almış, egemen sınıflara karşı eğilmeyen bir mücadele vermiştir. 1975 yılından itibaren bugünkü çizgisine doğru hızla yol almıştır. 1978 yılından, özellikle 1980’dan sonra aramızda ayrılıklar su yüzüne çıkmış ve çetin tartışmalar cereyan etmiştir. Zaten 1988 yılında da ayrıldım bu partiden. Her şeyi tarihi gelişimi içinde ele almakta fayda var. Yarılma, Havariler ve Sapak’ı okumanızı salık veririm. O zaman neyin ne olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
eski yoldaşlarınız çandar, oral, hadi uluengin, ömer madra tayfasının gelişimlerini hangi teori açıklar peki? bugün vardıkları noktanın rüşeymlerine şahit oldunuz mu eskiden?
Ömer Madra ekolojisttir. Diğerleri ile ilgili gelişim çizgilerini hem kitaplarımda hem de bu sitedeki yazılarda ele aldım. Sağ taraftaki portreler kısmına bakarsanız görüp okuyabilirsiniz. Gülay Göktürk’ü de ekleyelim.
Ömer Madra’nın Açık Radyo’su bence başarılı bir proje. Sabahki haber programı Açık Gaste’yi denk gelirsem dinlerim. Politik olarak sol-liberal bir çizgiye sahip bir kanal olsa da en azından çeşitliliğe nispeten açık dolayısıyla oldukça sol içerikli tekil programlar veya misafirler de oluyor bazen. Ömer Madra aynı zamanda TR’nin iklim değişikliği müdürü ve ekolojik sorunlara da büyük önem veriyor. Peki, en kötü haliyle “yetmez ama evet”e yaklaşan sol-liberal politik çizgi neden TR’de çevre mücadelesine en çok ilgiyi gösteren çizgi? Aynı durum bizzat DSİP, Yeşiller ve Sol Gelecek gibi sol-liberal partilerin iklim değişikliği eylemlerine yatkınlığında da gözlenebilir. Bkz. http://www.yesillervesolgelecek.org/belgeler/program (11 ve 12)
Bu ilgi sadece kozmopolit orta sınıfın ilgilendiği bir mevzu ve anti-ulusal bir duruşa bahane olduğu için mi?
Böyle bile olsa daha radikal solun bu alanı boşlamış olduğunu, anarşistlerin de HES’lere vb. karşı çıkmak konusunda aktif ama pozitif bir program konusunda çoğunun apolitik aşırılıklar (ilkelcilik, herşeye karşı çıkarken herşeyin içinde yaşamaya devam etmek vb.) içinde durduğunu görüyorum. Çevre/Ekoloji/İklim Değişikliği alanı sol-liberallere terk edilmemeli. Özgürlükçü Marxist ve anarşistler olarak elimizde bu alandaki en kaliteli düşünürlerden gelen gelenekler de var (Bookchin’in Toplumsal Ekoloji’si.. Troçkist Michael Löwy’nin Ekososyalizm’inden çok daha kapsamlı mesela). Bu arad Bookchin’i, “diyalektik natüralizm”i doğru düzgün anlayan da, anarşistler dahil ne yazık ki az. Sezgin Ata var bu konuda ciddi çalışan ama onu da “ortamlar”da pek göremiyorum https://komunalizm.wordpress.com/
90 sonlarında Bookchin’in TR’ye o zamanki anarşistlerce adeta primitivizmin teorisyeni gibi sokulduğunu hatırlıyorum ne yazık ki. Kimse okumazdı tam olarak oysa bu Marxist’ten dönme anarşistten dönme sosyal ekolojist son derece özgün, akademi-dışı önemli bir düşünür ve adeta özgün bir devrimci ekol kurmaya çalıştı.
Bu arada https://en.wikipedia.org/wiki/Eco-socialism maddesine bakarken bu siyasi eğilimi sembolize etmek için “Karpuz” imgesinin önce hakaret olarak kullanıldığını (dışı yeşil, içi kızıl) sonra bazısının benimsediğini görmek hoşuma gitti (“Punk” kelimesi gibi). Bu karpuz imgesi hoşuma gitti, bir eklemeyle: dışı yeşil, içi kızıl ve çok sayıda siyah çekirdek içerir 🙂
Ne yazik ki Bookchin’in Ucuncu Devrim serisi icin “iyi” diyemiyorum. Ozgurlugun Ekolojisi’ne iyi diyemedigim gibi. Ama cat diye de su hatasi var bu hatasi var demek, insanlarin okumasinin onune engel olabiliyor. Daha ne dedigini bilmeden Stirner ya da Duhring’e dusman olmak gibi biraz. Bizim mrkanizma farkli tabi. Biri bi laf ediyor ve tekrarlanip yafta oluveriyor. Bookchin’in sinif kavrami konusunda Thompson’dan ogrenmesi gerekenlerin olmasi ve bu ham haliyle sosyalist/komunist/anarsistlere zarar vermesi mi, yoksa kimsenin kitap okumadigi bir cagda toplumsalin derinliklerine inen birisinin elestiriler yuzunden kaale alinmamasi mi tehlikeli?
Ama bir gun, yeterince ozumsendigi zaman toplumsali kavramasi konusunda laf etmek gerekecek. Bu arada Ortadogu’nun en buyuk gerilla hareketinin Bookchin’den gayet etkilenmesi olgusunu da akilda tutmakta yarar var. Adamcagiz bunu bilmeden olmeseydi keske.
100 yıllık eski tükenmiş ezberin ötesinde gram kendini geliştiremeyenlerin bookchinci 3. devrim arayışları ile toplumsal ekolojik kömünalizmi anlamasını beklemiyorduk fakat en azından etik olarak bilmediğimiz konuda iyi kötü değerlendirmesi yapabilmekte tam bize yakışan halimizi geldiğimiz yeri açık eden en devrimci öncü tarzı olabilirdi.hemen hepsini hatta stalini bile yazmadıklarını bile tekrar hatim edenlerin bi zahmet günümüzün hatta geleceğin manifestosu seviyesindeki bookchinin toplumsal ekolojik kömünalizmini ve dünya halk ihtilalleri tarihini merak edip okumamak sanırım bildiğimiz ezberin tarihin çöplüğüne gitmesinden korkmak gibi endişelerden kaynaklı değilse nedir????insan bunca yetmezlik ve başarısızlığın ortasında kürt özgürlük hareketinin başarısını merak edip beslendiği bookchinci anlayışıda merak etmesini beklerken fesatlanma yorumları yapmakta tam bizim pratiklerimize uygun düşmüştür???bu durum bi,le bizdeki toplumsal muhalefetin halinin nedenlerini açıklamaya ip ucu vermektedir?
http://www.aydinlikgazete.com/yazarlar/144-mehmet-bedri-gueltekin/41414-mehmet-bedri-gultekin-akpnin-yatirim-mucizesi.html
Bookchin muhibi arkadaslar, Bookchin daha once de Turkceye cevrilmisti ama adami asil unlu yapan PKK oldu Turkiye de. Ama kendini sosyalist, anarsist sayan arkadaslar Bookchin”in anarsist dusuncelerinin zirvesinde iken 1936 da Roger Mac Bride gibi cunhuriyetci Parti uyesi birisini desteklemesini, sadece desteklemesini nasil anarsistlere salik vermesini nasil karsiliyorsunuz? Bir anarsist bir cumhuriyetciyi neden destekler? Bu arada sunu belirtelim, MacBride 1976 da Cumhuriyetci partiden bir sureligine ayrilmisti ve yine oldukca sag bir parti olan kendisini yine serbest piyasi ve ozel mulkiyet temelinde tanimlamis bir partiden adaydi ama daha sonra yeniden Cumhuriyetci Partiye geri dondu.
Ozel mulkiyete karsi cikmadan kapitalizme karsi cikabilir misiniz? Ozel mulkiyete karsi cikmadan cevresel sorunlarin cozumu mumkun mu? Aslinda buna Bookchin”in verdigi yanit da hayirdir. Adam social ecologyde soyluyor zaten cevresel sorunlar sosyal kosullarin bir sonucudur diye. Peki o zaman sagci partilerin desteklenmesini nasil yorumluyorsunuz?
Ahmet Komiksin vallahi. Bookchin cumhuriyetçileri destekledi mi bilmiyorum ama öyle olsa bile bu, Pravda’da Nazi sistemini öven yazılar yayınlamanın yanında çok masum kalır. GPU ajanlarının 1941 yılından sonra batı kütüphanelerinden bu nüshaları toplamak için göbeklerinin yağı erimişti.
Soma’da işçiler ölünce, “Acaba başka bir iş bulamazlar mıydı?” diye sormaya başladılar. Kafalarında yaşanan gerçek, hemen kendi birey ölçütlerine vuruldu. “İşçi-birey” vardı kafada, kendisi gibi “özgür, sorumlu, iradeli ve vakıf”tı, “neden bile bile ölüme gidiyorlar ki bu işçiler” diye düşünüldü. İşçi sınıfından, sınıflar mücadelesinden, kolektif kavgadan söz etmek, “gericilik”ti. Kişilerden bağımsız, maddî süreçleri tanımlamaksa, nafile. Kendi bireyliklerini o kadar önemsiyorlardı ki, kolektif mücadeleyi her daim düşman kabul ediyorlardı.
Çözülme, teslimiyet, korku, bireyler üzerinden gerçekleşiyordu. Soma’nın öfkesi ancak bu şekilde savuşturulabilirdi. Madende çalışmak, sonsuz özgür bireylerin sonsuz tercihlerinden biriydi sadece. O vakit, ölmek de onların iradesiydi. Bir taraf, özgür bireyler olarak son seçimde yaptıkları tercihlerden ötürü, kin kusuyordu madenciye, bir tarafsa, kendi zenginliğini ve gücünü bireysel manada Allah’ın bir lütfuymuş gibi yutturuyor, işçilerin katledilmesini unutturmaya çalışıyordu.
Sol örgütlerin eylemlerine dair yaptıkları kitle hesaplamalarında da aynı zihin işliyor. Sayma işlemi, “bir” olan bireyden, yani sayanın kendisinden başlıyor. Kendisini öyle çok görüyor ki, matematiksel olarak elli kişi varsa eylemde, gözüne bu kitle iki yüz görünüyor. Bireylere bakıldığından, oradaki kitle nicel açıdan bir yanılsamaya sebebiyet veriyor. Buradan, kitlesel bir eyleme, kendisi gibi bir ve birey olanlar çağrılıyor. Örgütlenen kişilerin tarihsel-toplumsal oluşları, birden fazla olan yanları, kıymetini yitiriyor. Tarihsel kişilikler, tarihsel-toplumsal ağırlıkları ve manaları üzerinden değil, bireyin ilahi temsili olarak alandaki yerini alıyorlar. Süreçte herkes kendi ikonasını yarıştırmakla yetiniyor.
Somalı madenciler birey zaviyesinden izlenir de Okmeydanı’nda direnen kitle izlenmez mi? Onlar da birey ölçütüne vuruluyor, dışlanıyor ve değersizleştiriliyor hemen. Soma’daki öfke, en azından, ülkedeki tüm madencileri kuşatmıyor; özel bireylerin özel gösterilerine ve vicdan arındırma teşebbüslerine kurban ediliyor. Okmeydanı da yerinden çekilmiş, ateş ve barut kokulu fotoğraflara kapatılıyor. Soma ve Okmeydanı ne kadar birey ölçüsüne vuruluyorsa, mahalle milisleri de benzer bir birey ölçütüne vuruluyor. Sadece özel şahısların güç gösterisi, sol örgütlerin sokak aralarındaki rekabetine eşlik ediyor. İnternet âleminde deniliyor ki, “X örgütü Okmeydanı’nda çarpışıyor”, altına iliştirilmiş videoda ise sadece kendi örgütüne ait tarihsel kişiliklerin haykırılmasından başka bir şeyin yapılmadığı görülüyor. Gerçekte fiilî olarak yaşanan çatışmanın dışında, kendi özel gündemini takip etmek için, pankartlar ve silâhlar yükseltiliyor göğe. Savaşın düşman arazisine, düşmanın savaş arazisine çekilmesi gibi asgari askerî taktiklere bakılmıyor. Düşman, sol içi tartışmanın ve rekabetin bir alt unsuru işlevi görüyor. Mevziler ilerletilmiyor, kitle silâh olmuyor; silâh kitleselleşmiyor. Okmeydanı, Nurtepe, Gazi, 1 Mayıs ve diğer mahallelere ulaşmıyor. Devrimci milislerin giriş-çıkışları tuttuğu, devlet güçlerine diz çöktürdüğü bir hedef gözetilmiyor. Rakip örgütler, bu milisleri “müsamere, çocuk piyesi” olarak görüyor, küçümsüyorlar. Öte yandan kitleye ise, “bu işin sahibi geldi, şöyle kenara çekil, bizi izle” denilmiş oluyor.
Esasında doksanlardan beri kısır bir tartışma sürüyor. Örgüt kurmak veya yaşatmak, bu tartışma toplantısında sandalye kapmak demek oluyor. “Parti” ve “silâh” sözcükleri, kimi momentlerde kimilerine ayrıcalık ve güç tevdi ediyor. Ama sonuç gene hüsran… Parti ve silâh sözcükleri, anlamsız bir tartışmanın ve çekişmenin kurbanı oluyorlar. Her birinin kendi özel şampiyonları, savunucuları var ve sahada didişip duruyorlar. Dolayısıyla düşman, mücadelenin içine sızacak hamleleri yapabiliyor. Silâhı ve çatışmayı, genel tecridin ve parçalanmanın gerçekleştirilmesi için kullanabiliyor. Özel bireylerin özel hamlelerine kilitlenmiş bir hareket, zaman içerisinde, mücadelenin emrini dinlemez, ciddiye almaz bir yere çekiyor kendisini. Özel bireyler, özel gündemleriyle sadece özel oluşlarını muhafaza etmeyi düşünebiliyorlar. Nesnel, kolektif olanın bir hükmü kalmıyor. “Her şeyi ben başlatır, ben bitiririm” zihniyeti, pratiğin maddîliğine tosluyor. Dost-düşmanın gördüğü, etinde-ruhunda hissettiği kolektif bir irade hâline gelemiyor. Hâsılı, süren tartışmada, bir taraf, işin başındaki yegâne mutlak akıl, bir taraf da yegâne mutlak irade olduğunu söyleyip duruyor. İrade ve akıl, kolektif bedende buluşmuyor.
Devlet kadroları, devrimcilerle mücadele yöntemlerini geliştirip kuşaktan kuşağa aktarabiliyorlar. Kendi kitlelerini günbegün teşkil ediyorlar. AKP, bu gayretin ürünü ve ihtiyacı. Ama AKP’nin veya diğer geçmiş hükümetlerin ne’liği değil, kim’liğine odaklanan devrimci hareket, her beş-on yılda bir sıfırdan başlamaya mecbur kalıyor. Legalite kitle; illegalite kadro demek… Ağırlığın nereye verileceğine ilişkin binlerce sayfalık tartışmalar yapılıyor. Doksanlarda dar, entelektüel bir çevre illegal örgüt kuruyor ama ısrarla legaldeki muadiliyle tartışıyor: bu tartışma, legalizasyonun işareti aslında. Düz ve gergin bir çarşafın üzerine konulmuş demir bilyeler gibi, bu legal yapılar, nüfus ve nüfuzlarıyla çekim merkezi oluyorlar. Teorik tartışmalar, onlara göre ve onlara dair bir seyir içerisinde gerçekleşiyor. Koca bir örgüt, partileşme ve legalleşme tartışmalarıyla bölünüyor. Bir yıl içinde illegalitesi tasfiye noktasına geliyor. Sonra kavramlar yarıştırılıyor: “halk”, “işçi” ve “ezilen” diyenler, ayrı kulvarlara yerleşiyorlar. Her birinin kendi legal çekim merkezleri mevcut. Piyasadaki onca “anarşist” Lenin ve Mao karikatürleri, bu legal çekim merkezlerine göre düşünüp hareket ediyorlar. Birey denilen merkez bir boş gösteren, hiçlik; anarşizm popülerse, onun lafları, göstergeleri; legalizm yaygınsa onun lafları, göstergeleri derhal temellük ediliyor.
Bu ülkede bugün, “senin şu ‘polis, simit sat onurlu yaşa’ sloganın popüler oldu diye niye böbürleniyorsun?” diyenler var. Başka bir yapının kan ve terle öre öre ve vura vura bugüne getirdiği birikimi sırf lafzı temellük ederek, ele geçirebileceğini zannedenler var. Yani hesap şu: illegal mücadelenin legal alana da taşan kısımlarını lafız düzeyinde mülk edinmek ve legal alana yedirmek. Bu, dolaylı olarak, legalin illegale karşı direnci, savunması. Legal-illegal arasındaki ayrımsa düşmanın sınır çizgilerine göre yapılıyor. Bu alanda ilgili lafız temellük edilse bile, eylem olmayınca gevezeliğe dönüşüyor. Bireyle düşünen, polisi de tercihleri olan birey olarak anlıyor. Birey-merkezlilik, hemen insan-merkezliliğe dönüşüyor ve o üniformanın altında kendinden menkul, mutlak bir “insan” olduğu varsayılıyor. “Copunu, kaskını çıkart” diye başlayan tezahürat için de aynı şey geçerli. Üniformanın altında insan aramak, yanılsamalara neden oluyor. Legalite ve meşruiyet, hep, düşmanın “insan” ve “birey”i üzerinden hesaba katılıyor ya da katılmıyor.
Doksanlardan beri sol örgütler arasındaki zımni, adı konmamış tartışma platformunun Haziran Kıyamı ile batıl ve hükümsüz olması gerekiyor. Ama özneler, öznelik sertifikalarını aldıkları bu platformu asla terk edemiyorlar. Mücadelenin yenildiği ve geri çekildiği parklar nihai kurtuluş/cennet olarak tasvir ediliyor. Geri çekilmenin kendisine bin bir güzelleme yapılıyor. Bu esnada, lafla peynir gemisini yürüteceğini, “beden, özne” gibi batılı gevezelikleri ısıtıp satınca yol alacaklarını zannedenler çıkıyor sahneye. Geri çekilme, bunlar şahsında, hurucu katlediyor. Bireyi ezdiği düşünülen askerî kavramlar, “kimsenin askeri olmayacağız” diyenler eliyle çöpe atılıyor. Bu mesaj, içe dönük aslında: “Asker ya da askerleşmek isteyen varsa aramızda, defolup gitsin” deniliyor. Parklar, yaraların sarıldığı, daha geniş ve kitlesel bir kalkışmanın örgütleneceği kolektif mevziler değil, bireylerin fikir ve kitap yarıştırdıkları yerler hâline geliyor. Ama devlet boş durmuyor; parkları kuşatıyor, kendiliğinden kalkışmanın ortaya çıkardığı açıkları kapatmanın yollarını buluyor. Park romantizmi, durmanın ölmek olduğunu fısıldıyor.
Sonra birileri çıkıp Avrupa’dan nostaljik bir ithalata girişiyor ve diyor ki, “DHKP-C aslında RAF’a benziyor.” Son süreçte Cephe’nin elde ettiği popülerliği bu sayede istismar edebileceğini zannediyor. RAF, Sovyetler’in istihbarat birimleri üzerinden, Soğuk Savaş hamlelerine karşı bir hamlesi. Sovyetler dağılınca da tasfiye olmuş bir hareket. Cephe ise her zaman kitle çalışmasını gözetmiş, Sovyetler’in dağılması sürecinde savrulmamış bir örgüt. Günahı-sevabıyla, küçük burjuvanın “proleterleştirilmesi” için çabalamış, kendisini “devrimci bir halk hareketi” olarak kurmaya gayret etmiş bir yapı. RAF’la yapılan kıyas, kasıtlı. Onu küçük görmek ve RAF üzerinden, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” hesabıyla, Cephe’ye akıl vermek, amaç bu. Özetle deniliyor ki, “silâh iyi de kitleselleşmeye mani oluyorsun, senin elindeki silâh sakıncalı.” Onca RAF güzellemesi, demek ki bunun içinmiş: “Ey Cephe, silâhın kitleselleşmeye engel. Biz al diyene dek bırak onu.” Teorik evrenleri, batılı kimi düşünürlere koşmaları, hep bu “Cephe” denilen gulyabaniyi bu topraklardan kovmak için.
Bu dönemde bir de legal-reformist kanaldan yeni başlangıçlar yapanlar var. Bunlar da, bu RAF’çılar gibi, “iyi hoş da siyaset yok.” deyip duruyorlar, siyaset kuşanmaktan dem vuruyorlar. Siyaset, afili cümlelere, allı pullu taleplere indirgeniyor öte yandan. E tabii, bu cümlelerin ve taleplerin üretimi için belirli, yetkin bir akla ihtiyaç var. Dolayısıyla yeni başlangıçlar yapanlar, belirli bir imayla, “o akıl bizde, arkamıza dizilin” demiş oluyorlar. Tıpkı RAF’çılar gibi, mücadeleyi, bir tür yuppie’liğin orta sınıf pratiğine kul etmek istiyorlar. Sırf başarı ve nicel hesaplar peşinde olduklarından, verilen mücadeleyi eksik ve yanlış buluyorlar.
“Okmeydanı’ndaki silâh bozucu, bunların içinde MİT var, o örgütleri batılı ülkeler yönetiyor” türünden cümleler duyuluyor bugünlerde. Haziran Kıyamı’nın kendi bireyliklerine yakışır bir eyleyiş, bir performans olmasını istiyorlar. “Sosyalizm de faşizm de bireyi eziyor” teraneleri, “devletle devrimcinin elindeki silâh aynı” cümlesine dönüşüyor. Öte yandan “silâh” güzellemesi yapan da aynı liberalizmin kurbanı, devrimcinin devletle eşit bir dövüşte bir taraf olmasına bakıyor. Silâhtaki tarihsel-toplumsal fazla, “devlet-birey” kurgusu üzerinden siliniyor. Arzu edilen, bugün elindeki silâhla önde görünen örgütlerin boşa düşürülmesi ve kendi bireysel aklının galebe çalması.
Demek ki RAF gibi uluslararası devrimci şiddet öznelerine yönelik atıflarda bu türden bir hinlik gizli. Onlar da “akıl bizde. Sadece sokakta dövüşecek aparatçiklere ihtiyacımız var” demiş oluyorlar. Janjanlı cümlelerin arkasındaki niyet bu. Ve gene, kendilerine layık bireylere sesleniyorlar, gene onları çağırıyorlar. Bunların Gezi coşkusuyla, “Ey Kürt hareketi, gölge yapma, başka ihsan istemem” deyip durmalarının nedeni burada. Kürt legal, reformist, sağ bir siyaset icra ediyor, onlara göre. Özünde, legalizm ve reformizmle ilgili tartışma, o alana doğru esnemekle bağlantılı. Pazar kavgası veriliyor sadece. Kürt’e kızılmasının, onun kenara itilmesinin nedeni, yeni siyaset alanının baronu olma istemi. Birey, ideolojik olarak, Kürt ve Cephe gibi tüm kolektiviteleri tasfiye etmeye yeminli ve sol hâlâ o “birey” ve o “insan”la düşünüyor.
Mecazen, Haziran Kıyamı’nın gene Gezi Parkı’na kapatılmak istendiği bir momentte, bir Cepheli ile şöylesi bir diyalog yaşanıyor: Gazi Mahallesi’nde yaşayan birine, “Silâhlanmaya karşı sivil itaatsizlik önerenler var. Bu konuda ne düşünüyorsun?” Cevap: “Sivil itaatsizlik mi? Faşizmin bu koşullarında mı? Polisin sokak ortasında insanları öldürdüğü ortamda mı? Gezi’de de ‘duran adam’ olmuşlardı. Durursan ölürsün.”
Bu gencin kişisel varlığını faşizme karşı mücadele içinde erittiği açık. Anlaşılmayan bu. Ona, “ama baksana hayata, başka seçenekler, tercihler de var.” demek, boşa kürek ve özünde tasfiyeci bir işlem. Bunu diyenler, Tayyip’in “büyüyen Türkiye” masalına sessizce inanıyorlar aslında ve o devrimciyi atık, kişiliksiz, beceriksiz, işe yaramaz görüyorlar. İlerlemecilik ve aydınlanmacılık buradan dil buluyor. Tayyip’te karşılık bulan, efendilerin mevzilerindeki ilerleme, solun diline tercüme ediliyor, zihinlere yerleşiyor böylelikle.
Nesnel ve kolektif planda, Haziran Kıyamı ile bir huruc gerçekleşmiştir. Bu huruc kendi mecrasında ilerlemektedir. Sol örgütlerin bir türlü bitiremedikleri tartışma süreci bu momentte anlamsızlaşmıştır. Onun mevzilerindeki ilerlemenin fikrî, teorik ve pratik karşılıkları örgütler nezdinde cılızdır. Bugün, “devlete karşı demokrasi ve/ya birey” yanılsamasından uzakta, sömürülenlerin ve mazlumların kavgasına iştirak etmek zaruridir. Mevzilerin ilerleyişi bunu emretmektedir.
Eren Balkır/istiraki
tekrar bir daha eren balkir /istiraki den :
………
Sonra birileri çıkıp Avrupa’dan nostaljik bir ithalata girişiyor ve diyor ki, “DHKP-C aslında RAF’a benziyor.” Son süreçte Cephe’nin elde ettiği popülerliği bu sayede istismar edebileceğini zannediyor. RAF, Sovyetler’in istihbarat birimleri üzerinden, Soğuk Savaş hamlelerine karşı bir hamlesi. Sovyetler dağılınca da tasfiye olmuş bir hareket. Cephe ise her zaman kitle çalışmasını gözetmiş, Sovyetler’in dağılması sürecinde savrulmamış bir örgüt. Günahı-sevabıyla, küçük burjuvanın “proleterleştirilmesi” için çabalamış, kendisini “devrimci bir halk hareketi” olarak kurmaya gayret etmiş bir yapı. RAF’la yapılan kıyas, kasıtlı. Onu küçük görmek ve RAF üzerinden, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” hesabıyla, Cephe’ye akıl vermek, amaç bu. Özetle deniliyor ki, “silâh iyi de kitleselleşmeye mani oluyorsun, senin elindeki silâh sakıncalı.” Onca RAF güzellemesi, demek ki bunun içinmiş: “Ey Cephe, silâhın kitleselleşmeye engel. Biz al diyene dek bırak onu.” Teorik evrenleri, batılı kimi düşünürlere koşmaları, hep bu “Cephe” denilen gulyabaniyi bu topraklardan kovmak için.
Bu dönemde bir de legal-reformist kanaldan yeni başlangıçlar yapanlar var. Bunlar da, bu RAF’çılar gibi, “iyi hoş da siyaset yok.” deyip duruyorlar, siyaset kuşanmaktan dem vuruyorlar. Siyaset, afili cümlelere, allı pullu taleplere indirgeniyor öte yandan. E tabii, bu cümlelerin ve taleplerin üretimi için belirli, yetkin bir akla ihtiyaç var. Dolayısıyla yeni başlangıçlar yapanlar, belirli bir imayla, “o akıl bizde, arkamıza dizilin” demiş oluyorlar. Tıpkı RAF’çılar gibi, mücadeleyi, bir tür yuppie’liğin orta sınıf pratiğine kul etmek istiyorlar. Sırf başarı ve nicel hesaplar peşinde olduklarından, verilen mücadeleyi eksik ve yanlış buluyorlar.
“Okmeydanı’ndaki silâh bozucu, bunların içinde MİT var, o örgütleri batılı ülkeler yönetiyor” türünden cümleler duyuluyor bugünlerde. Haziran Kıyamı’nın kendi bireyliklerine yakışır bir eyleyiş, bir performans olmasını istiyorlar. “Sosyalizm de faşizm de bireyi eziyor” teraneleri, “devletle devrimcinin elindeki silâh aynı” cümlesine dönüşüyor. Öte yandan “silâh” güzellemesi yapan da aynı liberalizmin kurbanı, devrimcinin devletle eşit bir dövüşte bir taraf olmasına bakıyor. Silâhtaki tarihsel-toplumsal fazla, “devlet-birey” kurgusu üzerinden siliniyor. Arzu edilen, bugün elindeki silâhla önde görünen örgütlerin boşa düşürülmesi ve kendi bireysel aklının galebe çalması.
Demek ki RAF gibi uluslararası devrimci şiddet öznelerine yönelik atıflarda bu türden bir hinlik gizli. Onlar da “akıl bizde. Sadece sokakta dövüşecek aparatçiklere ihtiyacımız var” demiş oluyorlar. Janjanlı cümlelerin arkasındaki niyet bu. Ve gene, kendilerine layık bireylere sesleniyorlar, gene onları çağırıyorlar. Bunların Gezi coşkusuyla, “Ey Kürt hareketi, gölge yapma, başka ihsan istemem” deyip durmalarının nedeni burada. Kürt legal, reformist, sağ bir siyaset icra ediyor, onlara göre. Özünde, legalizm ve reformizmle ilgili tartışma, o alana doğru esnemekle bağlantılı. Pazar kavgası veriliyor sadece. Kürt’e kızılmasının, onun kenara itilmesinin nedeni, yeni siyaset alanının baronu olma istemi. Birey, ideolojik olarak, Kürt ve Cephe gibi tüm kolektiviteleri tasfiye etmeye yeminli ve sol hâlâ o “birey” ve o “insan”la düşünüyor.
Mecazen, Haziran Kıyamı’nın gene Gezi Parkı’na kapatılmak istendiği bir momentte, bir Cepheli ile şöylesi bir diyalog yaşanıyor: Gazi Mahallesi’nde yaşayan birine, “Silâhlanmaya karşı sivil itaatsizlik önerenler var. Bu konuda ne düşünüyorsun?” Cevap: “Sivil itaatsizlik mi? Faşizmin bu koşullarında mı? Polisin sokak ortasında insanları öldürdüğü ortamda mı? Gezi’de de ‘duran adam’ olmuşlardı. Durursan ölürsün.”
Bu gencin kişisel varlığını faşizme karşı mücadele içinde erittiği açık. Anlaşılmayan bu. Ona, “ama baksana hayata, başka seçenekler, tercihler de var.” demek, boşa kürek ve özünde tasfiyeci bir işlem. Bunu diyenler, Tayyip’in “büyüyen Türkiye” masalına sessizce inanıyorlar aslında
samimi anarsistler su sorun hakkinda düsünmeli ve yazip cizmelidirler, otorite karsitligimi,yoksa otorite karsitligi adi altinda, hic bir kollektiviteye ait olmayan bireylerin (aslinda kollektiviteye ait olmayi zul sayan) özgür tavirlarimi… cozulebilecek bir paradox …(cogu kez orgut otoritesinede karsi oldugunu ilan eden bu birey devlet otoritesine karsi ayni radikalligi sergileyemiyor)
Ahmet efendi önce fesatlandıklarına sallamadan önce savunduğun stalinin öldürdüğü devrimcilerin anarşistlerin hatta duruttinin katlinin hesabını vermelisin????yunanistandan ispanyaya toplumsal devrimci hareketin emperyal faşistlerle birlikte sırtından bıçaklayan kömünternin hesabını ver ondan sonra bookchin ile kürt özgürlük hareketini konuşuruz.aslında senin önünde bunca yapacak iş varken pkk bookchin ile ilgilenmen enteresan daha senin milli devletine(ulusal)solcuları eklemleme gibi devasa işler dururken bu ilginin bu saldırının asıl efendilerinin asıl tehlike ve tehdite karşı sana daha iyi hizmeti ben yaparım mesajı gibi okunduğunuda unutma her cümlenin politik anlamı vardır senin yaptığınında ne anlamageldiğini anlayanlarda olacaktır iyisimi sen önünden ye işine bak bilmediğin işlere karışma???
Çuvaldızı kendime batırayım, Bookchin’i anarşistler ithal ettiğinde anlamak için sarf ettiğim çabayı Kürt hareketinin Bookchin’e getirdiği yorumu anlamak için sarf etmedim. Önerebileceğiniz bir yazı / kitap var mı bunun için?
-nuri bilge ceylanı takdir edişimiz gerçekten sanat için mi; mesela bir sırp yönetmen o ödülü alsaydı, bu ifadeler dökülürmüydü dilimizden, klavyemizden?
– yoksa ödülü “son bir yılda kaybettiğimiz” şehitlerimize itfah edilmesi mi takdir duygularımızın nedeni? iyi de biz kimiz hangi ölçüye göre “şehitlik” kriteri koyuyoruz?
3-şehitlerimizin ortak kimliği, hepsinin de “devletçe katledilmiş insanlar” olması mı? yoksa “alevilik, erkeklik, tayyip karşıtlığı ya da muhalif-devrimci kimlik” mi?
4- NBC ONLARI TÜRK GENÇLERİ OLARAK NİTELEMİŞ? İÇİNDEKİ ARAP-ALEVİ (ALİ İSMAİL, ABDULLAH CÖMERT- AHMET ATAKAN) VE SUNNİ-KÜRT MEDENİ YILDIRIM ı nereye koyacağız?
5- burdaki türklük ibaresi “devletin herkesi eşitlediği sıfır noktası” olmasın sakın? devletçi zihniyetin ödülden dolayı zil sesi çıkarmasına bakılırsa, aksini düşünmek zor…
6- sanat, onu yapan sanatçının düşüncelerinden bağımsız olarak, izleyicisinin ona verdiği anlam ve yorum üzerinden değerlendirilir, eyvallah…
7- şu ana kadar film üzerine sanatsal bir değerlendirmeye rasgelen oldu mu? bütün yorumlar “yalnız ve güzel ülkenin son bir yılda ölen türk gençlerine ve soma şehitlerine” dair ibarelere ilişkin kısmına değil mi?
8- bu mudur evrensel sanatın kamuflaj “milli devletçiliği”?
çeviri yanlışlığı var. “…of Turkey” diyor. Yani Türkiye’de öldürülen gençler geçiyor. Ama bazı ulusalcı unsurların bunu “Türk gençleri” diye çevirmek işlerine geldi.
bu durumda özür diliyorum. daha dikkatli izlemeliydim..
ben de ilk anda öyle sanıp ortalığı karıştıran bir twit attım. oluyor böyle şeyler:)
murat çakır ın kozmopolit-blog daki “stratejik “silah kardeşliği” yazısı erdoğanın almanya gezisi hakkında ilginç bir “detaya” değiniyor…
GUn,
Cevabindan,( Ozgurlukcu”nun cevabi da ayni yonde, o bir de bana Duruti”nin hesabini soruyor iyi mi) tamam Bookchin belki yamuk isler yapmis olabilir ama Stalin daha da kotu anlami cikiyor.
Burasi benim idolum senin idolunu dover ya da daha az kotudur didismesinin yapilacagi futbol sahasi degil. Dusunurlerin ek yerleri vardir, Ben size Bookchin’in ek yerini gosterdim. Bookchin bir suru guzel seyler soyler, ama siniri, ufku cumhuriyetci partinin biraz kenarinda duran ve eski cumhuriyetcilerin partisi olan liberteryan partidir. AKP yi Ozal”i Avrupa Birligini CHP yi hatta Cemaati vb destekleyen bir suru solcu gibi Bookchin’in de ruyasi kapitalizm otesidir, bu anlamda utobiktir ama ayni yukarida saydigim solcu zevat gibi kendisi ve pratigi kapitalizm icidir. Onun otesine gecmez.
Cevre meselelerinde sorun bizzat Bookchin’inde kabul ettigi gibi kapitalizmdir, ama kapitalizm deyince o zamanda ortaya kapitalizmin iktidari ortaya cikar. Yani ufku kapitalist sistemi yikacak bir devrim olmayanlarin ruyasi sonunda kapitalizmin bir zenginligine donusur. Bookchin den ve benzeri dusunurlerden etkilenen Alman Yesiller Partisi buna bir ornektir. Adamlar iktidara gelir gelmez Bosna’nin ve Yugoslavya’nin bombalanmasi ve isgaline girismislerdi. Eh senin durumun da pek parlak sayilmaz, bir anarsist olarak Cemaat ile ittifak kurmayi oneriyorsun. Belki de kizma sebebin senin de Bookchin’nin de ek yerinin ayni yer olmasi.
Ozgurlukcu, Allhtan Soma katliaminin hesabini da benden sormaya kalkmamissin.
ciddiye alabilsem cevap vereceğim ama bağlantıların saçmalığın ötesinde.
linkini verir misin?
yazıyı silmişim, link için üzgünüm…silah ticaretinde işbirliği konusunda ilginç bilgiler vardı….
http://kozmopolit-blog.blogspot.com.tr/2014/05/stratejik-silah-kardesligi.html#more
sende hesap sorulacak kalıp yok Ahmet bütün yazdıkların yalan????bookchin in ne yapıp ne dediğini bile burda yalan yanlış yazabileni kimse kaale almaz kapitalizm çevre doğa ekolojinin kanseridir deyip kapitalizmin karşıtı 1.2. devrimleri yetersiz bulup 3. devrim arayışında olan asıl bu sistem karşıtı toplumsal devrimcilere sistem içi diyebildiğine göre sistemin efendileri sana en iyi madalyayı takar eminim yoksa efendilere seslenip size en iyi hizmeti ben veririm hatta asıl özgürlükçü toplumsal devrimcileri sizin için itibarsızlaştırmayıda en iyi yalanlarla ben yaparımmı demek istedin anlamadık iftira atma hepimiz kimin ne yapıp yapmadığını iyi biliriz sen önünden ye işine bak
ahmet ne zaman bişey söylese gün abi bozuk plak gibi “sen önce stalin’e bak” diyor. sen önce kendine bak gün abi. bookchin ile senin arasında ne fark var? bookchin zamanında sağcı liberalleri desteklemiş, sen de yerel seçimlerde mhp’ye oy istedin.
“Soma: Sermayenin Düzenine Gerçek bir Alternatifin Zamanı”
Kara Kızıl İstanbul
http://karakizilistanbul.org/bildiri.php?git=oku&id=8