Baskıcı rejimlerin en büyük çıkmazı, baskının da, baskıya karşı direnişi yumuşatacak reformların da onları kurtaramayacak oluşudur. Öyle ki, direnişi bastırmak için baskıyı arttırmak, artık ölümden korkma çizgisini aşmış halkın direnişini daha da pekiştirir, yenilmez kılar. Öte yandan, baskıyı yumuşatan reformlara girişmek halkı daha da cesaretlendirir ve baskıcı rejimin yıkılışını kaçınılmaz kılar.
Birinci duruma örnek, İran ve Romanya’dır. Şah Rıza Pehlevi ve Çavuşesko, halk direnişine silahla karşılık vererek kendi yıkılışlarının yolunu açmışlardır. İkinci duruma ise örnek Sovyetler Birliği’dir. Gorbaçov reformları rejimi kurtaramamış, halkın daha da cesaret kazanıp rejimi toptan yıkmasına yol açmıştır.
İşte bu yüzden Suriye’deki baskıcı Baas rejiminin durumu umutsuzdur. Tanklar bütün ülkeyi boydan boya kat edip insanları katlettikçe direniş daha da güçlenmektedir, bu direniş eninde sonunda polis devletine son verir. Türkiye Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun, reform telkinleri eğer etkili olur da Baas rejimi reform yoluna giderse cesaretlenen halk polis devletine yine son verir. Bu bakımdan, Suriye’deki rejimin ölüm çanlarının çaldığını söyleyebiliriz. Avrupa (İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Arnavutluk, Yunanistan), Afrika (Tunus, Cezayir, Fas, Libya, Mısır, Kıbrıs), Asya (Bahreyn, Küveyt, Lübnan, Yemen, İsrail, İran, Suriye, Irak, Kürdistan, Çin) devrimi, Şili’nin öncülüğünde Latin Amerika’nın da katılmasıyla bir dünya devrimine dönüşerek ilerlemektedir.
Durum böyleyken, bazı solcu arkadaşların, emperyalistlerin Suriye’ye müdahale hazırlıklarına bakarak, Suriye’deki halk hareketine karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmeleri anlaşılır gibi değildir. Sanki Suriye ya da Libya rejimleri emperyalist işbirlikçisi değil miydi? Emperyalistlerin, dünya jandarması rolleri dolayısıyla tavır almak zorunda kaldıkları (aslında amaçları bu rejimler devrildikten sonra gelişmelerin kendi kontrollerinden çıkmasını önlemek üzere bugünden duruma müdahale ederek önlem almaktır) her rejimi “dost” olarak görmeye başlamak ya da bu rejimlerin baskısı altında ayaklanan insanları emperyalizmin kuklası gibi görmek ulusalcı mantığın ulusalcılarla kısıtlı kalmadığını göstermiyor mu?
SoL adlı TKP organında çıkan bir yazı ise daha da vahimdir. Bu yazıya göre, “öncü parti”nin olmadığı yerlerdeki hareketlere karşı uyanık olunmalıymış. Örneğin Londra’daki ayaklanmaya, “öncü parti” olmadığı için ihtiyatla yaklaşılmalıymış. Dahası, aynı yazı, “öncü parti”ye ve onun “olumlu” rolüne örnek olarak Yunanistan Komünist Partisi’ni vermektedir. Aslında bu “öncü parti” meselesi tartışılmaya bile değmeyecek kadar saçmadır. Böyle bir saçmalığı, “öncü parti”nin teorisyeni Lenin de ileri sürmemiştir üstelik. Lenin, kitle hareketiyle birleşmeyen “öncü parti” iddialarını küçümserdi. Yani kerameti kendinden menkül iddia sahiplerine yüz vermezdi. Kendi partisinin elemanlarını bile başlangıçta, 1905 devriminin ortaya çıkarttığı Sovyetlere katılmadıkları için fena halde haşlamıştı. “Biz öncü partiyiz, bizim olmadığımız kitle hareketlerinin bir değeri yoktur” saçmalığına insanlar gülüp geçer sadece. Bunların, kendi kendilerini “gökyüzü kırallığı”na seçmiş Yehova Şahitlerinden ne farkı vardır allah aşkına. Hiç değilse onların iddiaları sadece kendileriyle kısıtlıdır. Ya bunlar. Bu “öncü” iddiasının sahiplerine verilecek en iyi cevap, “ ‘öncü parti’ysen bizimle birlikte mücadele et, yoksa sen de ayaklarımızın altında tepelenir gidersin” olmalıdır. Yunanistan Komünist Partisi mi? Acaba Yunanistan’da daha reaksiyoner bir parti var mıdır? Bu partinin, Yunan polisini, sokaklarda mücadele eden gençleri sert önlemlerle bastırmadığı için eleştirdiğini ve genç insanları “sokak serserileri” diye suçladığını bilmeyen mi kaldı? Neyse ki, Red dergisi bu saçmalıklara cevap vermiş.
Solun yeni dünya devrimindeki yalpalamaları konusuna girmişken Londra’daki Day-Mer’in, Londra olayları üzerine yayımladığı bildiriye de değineyim. Dükkânlarını elde sopa bekleyen Türkiyelilerle arayı açmamak için bin dereden su getiren bildiri sahipleri, sonunda baklayı ağızlarından çıkartıyorlar. “Dükkân sahiplerinin kendi dükkânlarını korumaları en doğal haklarıymış.” Bu Hakkı Devrimsel zekâ ürünü niteleme insanı sadece güldürmeye yarıyor. Hakkı Devrim de geçenlerde buna benzer laflar ediyordu Radikal’deki sütununda. Küçük dükkân sahiplerinin dükkânları sigortalı olmadığı için bu eyleme giriştiklerini düşünenler de var. Oysa bu büyük bir yanılgı. İngiltere’de sigortasız hiçbir dükkân yoktur, sigortalanmak dükkân açmanın baş koşuludur. Öyle ki, bazen dükkân sahipleri sigortadan para alabilmek için dükkânlarını kasıtlı olarak yakarlar. Onların ellerine sopa ya da kebap bıçağı alıp yollara düşmelerinin tek nedeni ırkçılıkları ve İngiliz polisine yaranma güdüleridir. Geçenlerde İngiliz televizyonlarını izleyen, Londralı bir arkadaş anlatıyordu. Bu “kahraman” dönercilerden biri, övünerek TV muhabirine, “ben Türkiye’de de korucuydum” diyormuş. Buyrun işte… Day-Mer’in bu eli sopalılara yağcılık etmesinin ise iki nedeni var: Birincisi, onların bir kısmı da dükkâncı. Onlar da işçilerini en düşük ücretle çalıştırıyorlar. Bunların, matbaalarında “parça başı işe” karşı bildirilerini parça başı çalıştırdıkları işçilerine bastıran, İngiltere’deki TKP-İşçinin Sesi örgütünden hiçbir farkları yoktur. İşçi hakkından söz eder, sonra da işçilerine Londra iş piyasasındaki en düşük ücreti öderler: Saat başı 2 pound. Öte yandan, bütün sol örgütler bu kebapçılardan bağış ya da haraç aldıklarından, “şu sidikli araplar” yüzünden dükkâncı ve altın arayıcılarla arayı açmaya hiç mi hiç niyetli değildirler.
Bu konularda söyleyeceğim şimdilik son bir nokta kaldı. Çağın değişimini iyi anlamak lazım. Artık devrimler işçi sınıfının öncülüğünde falan yürümüyor. Bu, sosyolojik ve olgusal bir gerçek. İşçi sınıfı, 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyılın ortalarına kadar kapitalizm için ehlileştirilmesi gereken bir sınıftı. Rusya’da, Almanya’da, İspanya’da, İtalya’da ve başka birçok yerde işçiler can pahasına büyük ve kahramanca mücadeleler verdiler ve bu sınıf sonunda sistemin içine alındı. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yıkıcı işçi sınıfı mücadelelerini sadece bürokratik rejimlere karşı direnen Doğu Avrupa ülkelerinde görüyoruz. En son örneği de Polonya’daki Solidarnoş hareketidir ki, bu hareket de Polonya’nın kapitalizmin cenderesine alınmasıyla sönüp gitmiş, burada da işçi sınıfı kapitalist sistemin bir bileşeni haline getirilmiştir, Avrupa’nın diğer yerlerinde olduğu gibi.
Bugünkü dünya devriminin itici ve öncü gücü işsiz gençlik kitleleridir. Bizde gençlik denince otomatikman öğrenciler anlaşılmaktadır. Oysa bugün gençlik dendiğinde bu kavram kısmen öğrencileri de imlemekle birlikte ondan çok daha geniş bir kitleyi kapsamaktadır. Kapitalizmin bu işsiz gençlik kitleleriyle (öğrenci veya değil) başı derttedir. Onları istihdam edememektedir. Hama’dan Londra’ya kadar ayaklanan kitlenin esas özelliği budur. Bu kitlenin önemli bir kısmı eğitimlidir, eğitimli olduğu halde işsizdir ve geleceğe ilişkin hiçbir umudu kalmamıştır. Bir kesimi ise baştan itibaren dışlandığı için eğitimsizdir ve bunlar daha da yıkıcı bir güç oluşturmaktadırlar. Bundan beş yıl önce Fransa’yı kasıp kavuran kitle budur; bugünkü Londra’yı da öyle.
Yıkma güdüsü aynı zamanda yaratıcı bir güdüdür.
Gün Zileli
14 Ağustos 2011
Güzel bir analiz, katildigim pekçok yön var.
Yazılarınız çok beğeniyor ve elimden geldiğimce takip etmeye çalışıyorum, takma isimle bu mesajı yazdığımdan kusura bakmayın….
Ben yazınız büyük bir kısmına katılmakla birlikte, şu tespitnize pek katılmıyorum:”Avrupa (İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Arnavutluk, Yunanistan), Afrika (Tunus, Cezayir, Fas, Libya, Mısır, Kıbrıs), Asya (Bahreyn, Küveyt, Lübnan, Yemen, İsrail, İran, Suriye, Irak, Kürdistan, Çin) devrimi, Şili’nin öncülüğünde Latin Amerika’nın da katılmasıyla bir dünya devrimine dönüşerek ilerlemektedir.”
Sonuçta bu genç işssizler ordusu hükümetleri devirebilir, ama henüz şu anda iktidarla bulunanları devirebilse bile yerine ne konulacağı konusunda bir fikir, öngörü ya da örgütlülük bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bunun da devrimlerin bir süre sonra sönümlenerek yenilgiye uğratılma riski altında olduğunu düşünüyorum.
Libya ve Suriye örneğine dönersek,evet Libya ve Suriye rejimleri emperyalistler ile işbirliği içinde olan rejimler. Bu rejimler kesinlikle yıkılmalıdır. Ama yerine emperyalistler tarafından yağma edilen bir haline gelmemesi için mücadele edilmelidir. Mesela sadece rejimlerin yıkılması değil, Bu rejimlerin yıkılmasından sonra özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik yönetim inşa etme mücadelesidir.Umarın daha önce bahsettiğim gibi Bütün Dünya’yı saran eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik düzen kurulur. Adı ne konulrsa konulsun. Kapitalizmin insanlığı yok etmeden biz onu yok etmeliyiz…
Saygılarımla…
sadece güzel bir analiz değil aynı zamanda güncel gelişmeleri biriktirdiğimiz evrensel devrimci birikimler ışığında mükemel diyebileceğimiz secviyede her yönüne katılacağım yazı olmuş.casusun da beğenmesinden bir miktar fesatlansamda katıldığım yönleri var demesindende anlaşılacağı gibi milli duygularını tam tatmin edemeyen yazıdan dolayı enternasyonalis devrimci duygularla zileliyi kutluyorum.özellikle ülkeleri sayarak asya,avrupa,afrika ve güney amerika devrimleriyle dünya devriminin gidişatını gören aslında sürekli bir devrimler dünyasını birlikte evrensel ölçekte paylaştığımızı dünyaya ve bizlere haykıran harika bir yazı olmuş.şimdi milli ve ulusal duyguları depreşenlerin olumsuz eleştirisinden memnun olup yolumuza devam etme zamanıdır.öncülükte kişi yada kurumların kimseye hak olarak verebileceği yada doğuştan kazanılan bir şey olmadığı gibi pratik hayatın içinde hayatı değiştirenlerin görece değişim dönüşüm anındaki işleviyle sınırlı olabildiği gibi bu gün öncü gibi görünenlerin yarın değiştiği gerçeğinden hareketle olup biteni öncü artçı yancı görmeyip sistemi değiştirmeye yönelik devrimci isyanı her koşulda destekleyip toplumsal muhalefetin neferi olabilmek bizlere yeterli olacaktır.ilaveten arap baharıyla şaşıranlar hiç ummadıkları yeni baharlar görürse şaşırmayın israil,gürcistan,ermenistan,iran,çin,azerbeycan,baharlarına yakında şaşırmayalım
özgürlükçünün yazisinda da katildigim noktalar var, özellikle son satirlar.
Muhacirlerde yaygın bir söz vardır, “sokma akılla adam olunmaz”, diye. İnsanların yaşam koşullarındaki gerilemenin ve mülksüzleşmenin onlara kazandıracağı politik bilinç, bir “öncü” partinin onlara kazandırabileceği(!) bilinçten çok daha kıymetli ve öğreticidir. Gün Zileli’nin de belirttiği gibi bugünkü dünya devrimlerinin lokomotifini işsiz, geleceksizleştirilmiş gençler ve kent yoksulları oluşturuyor. Yaşam statülerindeki ani gerilemeler ve kıvılcım niteliğinde bazı devlet şiddeti uygulamaları bu kesimlerde hızlı bir politizasyona neden olabiliyor. Arap Baharında bu kesimlerin rolüyle ilgili Asef Bayat adlı bir profesörün güzel bir röportajı var: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=39067 (Asef Bayat’ın bu röportajda AKP ve türevleri ile ilgili bazı fikirlerine katılmasam da Arap Baharı’nın sosyal altyapısı hakkında bilgilendirici gördüğüm bir röportaj bu). Bu açıdan işçilerin öncü rolünü kaybettiği tezine katılıyorum; ancak işçi sınıfını yine de yabana atmamak gerek. Arap Baharı’nda diktatörlükere karşı öldürücü darbeyi vuran bazı genel grevler de mevcut, hem Avrupa’daki halk isyanlarında da (özellikle Yunanistan ve Fransa’da) işçi sınıfının genel grevlerinin de buradaki neoliberal hükümetleri zelzeleye uğratan etkisi sözkonusu. Demem o ki, işçi sınıfı “öncü” rolünü kaybetmiş olmasına rağmen “vurucu güç” olma niteliğini kaybetmemiştir. Öfkeli kitlelerin isyanlarda yaratacakları yeni özörgütlenme nüveleri, işçilerin de reformist bürokratik-sendikalizmi aşmalarına katkı sunacak, ‘uyuyan dev’i uyandıracaktır diye düşünüyorum (daha doğrusu bunu temenni ediyorum :))
Saygılar
Bu tür yıkıcı hareketler elbette tek başına yeterli değildir ama insanlar ayaklanıp her şeyi göze alarak bu tür eylemlere girişiyorlarsa (ki yakalandıklarında yıllarca hapis yatma ihtimalleri vardır) bu onların sadece yıkmakla yetinmeyip yapıcı bir şeyler de yapma potansiyeline işaret eder. Zaten bu kaçınılmazdır. Kapitalizm bir yerlerde çökmeye başladığı anda insanlar hayatı kendi özinisiyatifleriyle örgütlemeye girişeceklerdir ister istemez. Bunun nasıl bir şey olacağını önceden öngörmek ya da planlamak mümkün değildir. Hayat zorunluğun dayattıklarının özgürce organize edilmesiyle ilerler.
suriye’de bizzat uzun sayılabilecek bir dönem kalmış biri olarak, oradaki diktatörlüğün yaşamı nasıl katlanılmaz kıldığını biliyorum. nefes almak bile olanaksız. suriyede doğmadığıma şükretmiştim oradayken. burada denecek bişey yok. ancak suriye’deki göstericiler sokaklarda “al-alawi ala-l tabout, al masihi ila bayrut” (aleviler tabuta, hıristiyanlar beyrut’a), “açıkça konuşalım: alevilleri görmek istemiyoruz”, “allah alevilerin belasını versin.” diye slogan atıyorlarsa burada bir dakika durmak gerekir. burada söz konusu olan bir özgürlük mücadelesi midir bu noktadan itibaren, yoksa 1000 yılldır sünnilik içinde egemen olan zulüm ideolojisinin (bununla islamı ya da sünniliği değil, sünniliğin hakim biçimini kastediyorum) kendisinden farklı olan herşeyi yoketme içgüdüsü müdür? yine “şanlı” mısır “devrimi”ne gelelim: bu ne menem bir devrimdir ki, “devrimi yapanların” ilk işi bir kıpti kilisesini ateşe verip düzinelerce kıptiyi yakmak olmuştur (sivas katliamının kopyası)…
buyrun görün “özgürlük savaşçıları”nın verdiği “özgürlük mücadelesi”ni… insanların kafasını kesip “allahu ekber, yallah” diye köprülerden 50 metre aşağıdaki nehre nasıl attıklarını.. bu mudur yani?
pardon nehire atılan ölülerin llinkini vermeyi unutmuşum:
http://www.facebook.com/video/video.php?v=2127286055184&oid=201494729879702&comments
gerek mısırda gerekse suriyede kendi gibi olmayanı yok etmek isteyen ırkçı,milliyetçi unsurların bu gibi dönüşüm süreçlerinde kendi hesaplaşmasını yapmaya çalıştığı bir ço olumsuzluk içermesine rağmen var olan statükoyu değiştirip özgürleşip kendi geleceğini kendi özgür iradesiyle kurmaya çalışan halkların önemli bir devrimci deneyi olduğunu düşünüyorum.enderin yorumundaki olumsuzlukların tükenip çöpe atmaya çalışılan geçmiş ceberrut sistemin olumsuzluklarınıda hala yeni beklentilerle yaptığı değişimi yeni anlayışla kuracağını öğrenemeyip eski kötü alışkanlıklarıda bir müddet içinde taşıyan olaylar olarak görmek lazım.burada asıl zilelinin değindiği sistemin krizini aşmak için bütün çabalarının aleyhine sonuç vermesini her yolun devrime çıkacağı gibi anlayıp.ömrünü rol çalarak uzatmaya çalışan kapitalizmin 2 yolu kalmıştır ya hata yapacak yada rol çalacak birincisini çok sık yapıyor rol çalmaya gelince kimden rol çalabilir kendi alternatifinden tabiki o zaman biz kapitalizmin alternatifi yeni üretim ilişkilerine odaklanmalıyız aslında ufak ufak yeninin izlerini taşıyan nüveleri belkide anlamadan eski alışkanlığımızla muhafakazarca görmemeye çalışmadan eskinin hala belirleyiciliğinide taşıyan yeninin ısrarla açığa çıkıp belirleyici olmasına çalışmalıyız.rolümüzü çaldırmadan kendimiz onu hayatın ve ilişkilerimizin belirleyeni yapabildiğimiz ölçüde işlevimizi yerine getirmiş olacağız.eski alışkanlıklarımızı terk edip olup bitene baktığımızda aslında kapitalizmin çökmeye başladığı hatta içinden yeni ve öncekilerden farklı başka bir şeyin göründüğünü bizde yenilenince görebileceğiz galiba.selam olsun yeni bir şey söyleyip yapanlara ve yeninin ortaya çıkmasına katkı verenlere
Ender arkadaş, yolladığınız görüntüleri kısmen izleyebildim. Şu anda Suriye’deki ayaklanmanın kanlı bir boğazlaşmaya doğru evrildiği bir gerçek. Bunun baş sorumlusu elbette, sizin de belirttiğiniz gibi aşırı baskıcı Baas rejimidir. Sloganlara gelince. Devrim için ayağa kalkan Krostadt bahriyelilerinin içinde dahi anti-semitist sloganlar ortaya çıkabilmiştir (bkz. Paul Avrich, Kronstadt 1921, versus). 1964 yılındaki ilk anti-amerikan gösterilerde “kalleş İngiliz, kahpe Yunan” sloganlarının atıldığını hatırlarım (bkz. G.Zileli, Yarılma). Kendiliğinden kitle hareketlerinin böyle bir handigabı vardır. Kitleler kendi kültürel atmosferlerinin etkisiyle “ötekileştirme”ye yatkındırlar. Alevi düşmanı sloganlarda sanırım Baas rejiminin Alevilere dayanmasının rolü var. Üzücü gerçekten de. Ne yapılmalı? Ayaklanmadan ürkmek yerine onun içinde yer alıp kardeşleşme sloganlarını yaygınlaştırmaya çalışmak en doğrusu sanırım.
Sosyal patlama sırası Türkiye’de mi? sorusunu akla getiren bir yazı:
http://birgun.net/worlds_index.php?news_code=1313400740&year=2011&month=08&day=15
Bu yazıyı okuyunca aklıma gelen soru; İnegöl, Dörtyol, Zeytinburnu olaylarında devlet destekli faşistlerin linç kampanyası sadece Kürt halkına yönelik miydi, yoksa olası bir halk isyanına karşı dalgakıran etkisi oluşturacak olan sokak çetelerinin nüveleri mi oluşturuluyordu? Burada Kürtlere saldıran tosuncuklarla, İngiltere’de dükkanlarını “koruyan” eli sopalı neo-çeriler birbirine çok benziyor.
Evet Marksizm’in devrim teoremi üzerinden bakınca, öncü parti, bilmem güçlü bir komünist parti, sınıf bilinci felan filan, yaşanan halk hareketleriyle tepe-taklak olmuş halde.
Ama biz dünyanın bu halinden dahi rahatsızken, daha da sağcılaşma, dini ve miliyetçileşmeye doğru mu gidiyoruz sorusu insanı ürkütüyor… sanki insanlık kendi içindeki canavarla tanışıyor gibi geliyor bana, baskıyla insanları kontrol altında tutan baskıcı rejimler, sol ve sağ parti ideolojileri, devleti elde tutma teorileri, insan kesen bu vahşeti görünce, kormuşlar… birileri keşke öncü parti olsa, diğerleri işte reformları zamanında yapmama suçu…
bu öfkeli kalabalıklar haklı, bin kere haklı… ama allah iktidardan uzak insanları bu öfkeli kalabalığın adalet divanına çıkarmasın… Arap öfkesi tepeden tırnağa arap milliyetçiliğiyle yanıp tutuşmakta, sevmediklerine yahudi, hıristiyan, alevi demektedirler, o gözle bakarak cezalandırmaktadırlar… halk gericiliği beni devlet zorbalığından daha çok korkutur. Sanırım azınlık ruhum onu hissediyor…
İlk 4 paragraf tümüyle zorlama. Söylenmek istenen şeyi söylemek için oluşturulmuş kestirme çıkarımlar sadece.
“Şu anda Suriye’deki ayaklanmanın kanlı bir boğazlaşmaya doğru evrildiği bir gerçek….” falan filan…
Suriye uzmanı mısınız?
Bu kadar kestirmeci bir yazı daha görmedim bu sitede galiba. Oh tam takır her şey…Koşa koşa dünya devrimine ilerliyoruz!
tarihsel materyalizmi insanlığın toplumsal mücadele tarihi görüp binlerce yılda geldiği yerden olup bitenin bu günki ulaştığımız değerlerde sorunlarla ve çok çetin çatışmalarla geçtiğini olumlu tüketebilirsek tam takır her şey yolunda demeden toplumların mücadele tarihinden öğrenerekte olup biteni okuyabiliriz.yinede durduğumuz yerden beklentilerimizle olan bitenin tamamen örtüşmediği bizimde öğrenebileceğimiz hatta eleştirebileceğimiz yanlarının olması kaçınılmazdır.makaledeki ilk bölümde iktidar hegomonyasının kendini tükettiği nitel kırılma çizgisini aştığı bu noktadan sonra toplumsal muhalefetin lehinde aleyhindeki her türlü tutumun hegomonyanın tükenmesini hızlandıracağı tesbitidir.tolumlar tarihinin bize öğrettiklerinden baktığımızda tükenmiş eski hegomonyanın aynı yada benzer değerlerde yeniden kurulamayacağı açıktır.sistem mağduru halkların yeninin inşasında kendilerini özgürce gerçekleştırıp ulaştığımız evrensel özgürlükçü demokratik değerlerde yeniyi inşa edeceğini ön görürken bile kendimizden kalkmadan bizim beklentilerimize uyup uymadığına bakan olmayıp halkın özgür iradesine saygılı olabilmeliyiz.bu durumda bile oluşacak yeninin yeni ve başka olumsuz hegomonyalar ve mağduriyetler yaratmaması için olumlu eleştiriye ihtiyacı olduğunu unutmadan
Noktalama işaretlerini kullanmayanı okumuyorum, bilginize.
“Oh, tam takır hersey” ne demek? “Tam takır” demek, “ortada hiçbir sey yok” demektir. Örnek: “Ev tam takır, kuru bakir” , yani evde yiyecek hiçbir sey yok demektir. Kisacasi Sünni çogunluga dayanarak alevi azinligi ezen dikta ile alevi azinliga dayanarak sünni çogunlugu ezen dikta arasinda hiçbir fark yoktur, degil mi? Herhalde….
Başındaki “tam”a kanmışım. Düzelttiğin için sağol, yanlış kullanıyormuşum. Suriye’de veya Libya’da bir halk devrimi falan olmadığı gibi dış müdahaleyi “devrimi” boğmak için yaptıklarını söylemek tam anlamıyla hayal aleminde yaşamak demektir. Libya’daki aşiret reislerinin bir kısmı Kaddafi’ye karşı Nato’nun açık desteğini alarak geliştirdiği bir isyan söz konusu. Burada NATO’nun “devrim” dediğimiz şeyi boğması ne kelime, başından sonuna dek o “devrimi” yaşatan güç NATO ve Libya’lı zengin aşiret liderleridir. Nitekim savaş başladıktan kısa bir süre sonra Kaddafi güçleri isyancıların kalesi Bingazi’ye girip katliam yapmak üzereydi ki NATO bombardımanı devreye girdi de “devrim bügüne kadar sürdü”. NATO olmasaydı, Sarkozy olmasaydı Libya’da devrim mevrim de olmayacaktı yani. Eh buna halk devrimi demek de oturduğu yerden dünya devrimine eşsiz katkılar sunan ve bir çırpıda Tunus, Libya, Mısır, Suriye ve Londra’yı aynı eksene koyan Zileli’ye mahsus değil sadece. Batı’nın özellikle İslam toplumlarındaki bariz emperyalist faaliyetlerini görmeyen ve görüp de “devrimi boğmak için” tahlilini yumurtlayan tüm diğer “solcu”lara da.
Gelelim Suriye’ye…Suriye’de acımasız bir rejimin olmadığını bir Allah’ın kulu söyleyemez galiba. Zileli en başta oturmuş tüm tumturaklı laflarla, baskıcı rejimler “şöyle yapsa böyle olur, böyle yapsa yine şöyle” olur tahlilleriyle dediğim gibi tüm o saydığım ülkelerde olan biten hakkında fikir sahibi dahi olmadan devrim müjdesi veriyor. Şimdiki Esad’ın babası bugün katliam yapılan yerlerde çok daha önceleri SSCB desteğiyle 20 bin adamı kesti. Bugünün yanında devede kulak. O dönem emperyalizm daha doğrusu Batı emperyalizminin, SSCB nedeniyle Suriye’yi bugünkü gibi baskılayamadığı için, gıkı çıkmamıştı ve baskıcı Esad rejimi “koç gibi” yoluna devam etmişti. Bugün ise “Arap baharı”nı arkasına alan Suriyeli Sünni Şeriatçılar Alevi iktidarına karşı tarihsel bir düşmanlığa da yaslanarak ABD tarafından, önce Suriye, sonra Lübnan ve en nihayetinde İran’ı “yola getirme” operasyonunda taşeron olarak kullanılıyorlar. Esad da katliamcı, diğerleri de. Her ikisi de halk düşmanı…Allah aşkına bu kadar kestirmeci olmayın.
galiba libya ve suriyede ertan gibi biri yok olsaidi bu iki diktatör yada emperyalizmin taşaronununda icabına bakıp gerçek bir devrimi yapardı.her türden isyanı fesatlanmadanmıdır bilinmez hemen onun bunun kullandığı taşeron diyerek küçümseyeceğimize onlardan öğrenen olabilirdik.serde sisteme karşı direniş düşmanlığından bilerek bilmeyerek toplumsal muhalefeti engelleyen olanlara ne dendiğini biliyoruz.kendi isyanında sınıfta kalanlardan başka türlü davranış beklemek bizim eksiğimiz olsa gerek.
Öyle bir şey yok. Tunus ve Mısır kesin olarak Libya ve Suriye’den farklıdır. Tıpkı Yunanistan ve İspanya’nın ötekilerinden ayrı olması gibi. Libya ve Suriye’de, tabiki halkın baskılanan kesimlerinin meşru isteklerini de arkasına alacak şekilde gelişen emperyalist bir savaş kışkırtıcılığı var. Sizin o çok sevdiğiniz devrimler (Libya ve Suriye) gönüllü Amerikan hizmetlisi Davutoğlu tarafından ilerletiliyor meraklanmayın.
Ne kadar basit? Içeriye dön: “Gönüllü Amerikan hizmetlisi Davutoğlu ” de; ABD’ye dön: “Türkiye’nin ekseni kaydi” de;
AB’ye dön: “AB’ye ve demokrasi kriterlerine sirt dönüldü, Türkiye Ortadogu’ya kosuyor” de; Israil’e dön: “Türkiye Islam devleti oldu” de. Veya hepsini ayni anda söyle bu entellektïel bir analiz olsun. Ve bütün bunlari, AKP’ye olan nefretinden, daha dogrusu ona oy veren insanlara olan kininden dolayi yap. Herkes bunu anlamakta. Bir tek sen insanlari aptal sanmaktasin. Sonra da, “neden kimse bizi desteklemez” diye derin derin düsünmektesin.
Amerikanın önderliginde işbirlikçisi türkiye fransa ve tüm dünya OrtaAsya özgürlük ve demokrasi yalanlarıyla ortaasyad ki oteriteyi kendi oteritelrince yönetim altına almaktır.Burda bize düşen en önemli görev bu isyanı kendi lehimize çevirip tüm dünyanın bekledigi hayatımıı ortaklasa kuracagımız dünya kurmaktır .Bir anarşist bir fasııt daha zeki daha hılzı daha yol olan tutum sergilemelidir.
Sayin Gun zileli;
Sadece Londra`daki olaylarla ilgili aciklmaniza bir ufak yorum yapmak istedim. Yazilarinizdan Londrayi cok iyi tanidiginizi ve uzun yillar burada yasadiginizi ama suanda burda olmadiginizi anliyorum. size katildigim yonler olmakla birlikte Londra`daki olaylara cok hakim olmadiginizi dusunuyorum. Londrada baslayan olaylarin devrimcilikle uzaktan ve yakindan hicbir alakasi olmadigini dusunuyorum.. Evet ilk gun hakli bir tepki vardi ortada ancak ikinci gununde olaylar dediginiz devrimciligin cok disina cikti… Milletin gururuyla oynamak, evini atese vermek, sivil insanin canina ve malina kastetmek, kirmak ve yagmalamak ne zamandan beri devrimcilik oluyor.. Evet ortada bir sosyal patlama vardi ve tabiki bunu yaratan sistemin mevcut politikalaridir… Kisaca sunu soylmek istiyorum, o bahse konu olan Dolston esnafi(hepsi kucuk isletmeci) dukkanlarini korumayacakti da ne yapacakti.. yani sigortasi var diye buyrun yakin yagmalayin mi diyecekti?? hangi insan oglu (devrimci olsun fasist olsun) kendi ekmek teknesinin yakilmasina ve yagmalanmasina seyirci kalir??? kaldiki o DEViRIMci ler sistemle ugrasmiyorlardi, adidas ayakkabi, iphone, elmas, para, plazma vb seylerle ugrasiyorlardi…. Inanin bana Londra daki genclerin eylemlerinin savunulacak hicbir tarafi kalmamisti ilk gunden sonra…
ve son olarak;
onlar malesef polis devletine zarar vermenin otesinde, polis devletini bayagi guclendirdiler… Toplumu oyle bir psikolojiye soktularki, insanlar polise “siz yeterince siddet uygulayamiyorsunuz” dedirtiler… ve en cok zoruma giden de ne oldu biliyormusunuz,? Kurdistan da hayatimin bir parcasi haline gelen ve her gordugumde bomba olup icinde patlamak istedigim o “akrep” dedikleri polis arabalarini o gunku olaylarda ingiliterede ilk defa gordum ve konvoy halinde Dolston caddesinden gectiler, zoruma giden de Malesef insanlar o konvoyu alkisliyordu ve malesef o alkislayanlar o akreplerden cok aci ceken bizim insanlarimiz di…
Hiçbir zaman “Türkiye’nin ekseni kaydi” ya da AB’ye dönüp “Demokrasi kriterlerine sirt dönüldü, Türkiye Ortadogu’ya kosuyor” veya İsrail’e “Türkiye İslam devletine dönüşüyor” demedim. Demem. AKP karşısında olan, belki de yaranmasına izin verilmemiş (Doğan grubu örneğin) kesimlerin bunları söylediği doğru. Ama senin hatan AKP’cilik gözünü kör ettiği için ısrarla ve ısrarla AKP karşıtı her kesimi aynı görmen. Tüm düz mantık sahiplerinde vardır bu. Mesela PKK’liler de PKK karşıtlarını ısrarla aynı düzlemde (Genelkurmay çizgisinde) İşçi Partisi kendi karşıtlarını ısrarla CIA çizgisinde görmeye eğilimli.
casusta ana eğilim amirlerine hizmette sınır olmadığı gibi amiri ne yapsa doğrudur.tehdit edip ağzından köpüklerle salyasıyla size çok kötü şeyler yapacağım desede casus görmemezliğe gelir.galiba amirinin çaresizlikten nevri dönmüş ne dediğini bilmiyor.daha ne yapacaksın daha geçmişte yaptıklarınızın pisliği yeni yeni ortaya dökülmüş onu bile temizlemeden daha ne yapacaksın yapmadığın kaldımı?red,inkar,imha,asimilasyon,işkence yalan dolan asıl bebek katilleri ellerindeki kanın itiraflarını yaptığı günde geçmiş yapılanlardan daha büyük ne yapabileceksin yapmadığın kaldımı? yeni ve geçmiş yapılanlardan başka bir şey yapmak gerektiğini ne zaman anlayacaksınız? yeni ve şimdiye kadar yapılmamış başka bir şey barış,barış onurlu bir barış her türlü siyasi,askeri operasyon dursun hemen şimdi barışı kimin istediği belli oldumu boşunamı o cümleyi söylemişiz.bütün tv lerde bdp,blok ve kürtlere yönelik linç ve ötekileştirme kampanyası başladı sanki sorumlusu onlarmış gibi asıl sorumlular ne yaptı müzakereleri bile rakibini yok etmek amacıyla yapıp her fırsatta bdp yi ve kürtleri hainden teröriste olmadık dille suçlayanlar asıl iktidar sahipleri geçmiş redci,imhacı,inkarci örneklerden farklı ne yaptı?hala bu sorunu güvenlik sorunu görüp imha ile çözebileceğini sanıp dilinden kan damlayanlarımı tarih yargılayacak yoksa her fırsatta hemen şimdi her tür askeri,siyasi operasyon dursun hemen şimdi barış diyenlerimi tarih yargılayacak geçmişin yalanlar bu gün açığa çıktığı gibi bu güne gelmemizin asıl sorumlularının yalanıda bir gün açığa çıkacaktır.
Tarih Stalin’i yargiladigi gibi, Stalinci PKK ve onun kariyerist aparatçiklerini de yargilayacak, PKK Kürtlerin temsilcisi degildir, PKK tüm totaliter örgütler gibi sadece örgüt çikarlarini düsünür, terörizm bir insanlik suçudur ve terörizmle mücadele herkesin görevidir. Terörizmle insanlara korku salarak destek bulmaya çalisan PKK bitmistir. Bu arada Kürtlere en genis haklarin verilmesini de savunmaktayim, PKK ve onun terörizmi bu haklarin kazanilmasini ertelemistir ve ertelemektedir. Kolay ve basit formüllerin pesinde kosanlar bu gerçegi kavrayamazlar.
yalanını sevsinler pkk yokkende kürtlerin sorunları vardı o zamanda pkk olmadığı içinmi red,inkar,imha ve asimilasyon yaptınız? hakların kazanılması ne zamandan beri mücadelesiz ve bedelsiz olmuştur?hakların amiri senle amirinmi oluyor insanlar hakları ve beklentilerini sendenmi öğrenecek asıl vesayetçi senm olduğunu anladınmı?en ileri teknoloji ile bomba yağdırıp imha etmek nasıl bir duygu tatmin olabildinizmi?bu durumda her kesin elinden geleni yapmasından memnun olacakmısınız yoksa ağlayacakmısınız?bütün sistemin araçları şiddeti imhayı meşrulaştırmak için devrede şeytanlaştırıp lanetlediklerinize ihtiyaç duyunca ne diyeceksiniz?utanmadan dün dündür bu gün bu gündürmü?işte gerçek özgürlükçü barışsever devrimciler böyle günlerde belli olup militarizmin,savaş ve sistemin diliyle kuyruğunu kıstıranlar böyle günlerde iyot gibi açığa çıkarlar sonradanda utanmadan ahkam keserler sizi iyi tanıyoruz bir zamanlar vesayeti meşrulaştıran özkökgilerden farkınız nedir?
Kürtlere yönelik red, inkar ve asimilasyonu sizin agababaniz olan, tepeden inmeci, bir cins solcu, materyalist ve masonik Kemalistler ve Itthatçilar uygulamistir. Bizim için böyle bir hedef yoktur, hiçbir zaman da olmamistir, olamaz da, bunu bile anlamiyorsan ne demeli. Bizim için ulusçuluk, ulus-devlet, Türkçülük büyük bir sapkinliktir. Zaten sizinkiler de yillarca bu nedenle bizi tu kaka ilan ettiler ya.
PKK terörizminin Kürt demokratik haklarinn elde edilmesine zararli oldugu gerçegi Kürt sosyalist lider Dr. Kemal Burkay tarafindan gerçekçi bir sekilde analiz edilip, ortaya konulmustur. Nitekim PKK terörizmi özellikle ilk yillarda MIT tarafindan provoke edilmis, sonradan PKK kendisine çesit cesit sponsorlar bulmustur. Bu gerçegi de Abdullah Öcalan’in kitaplarindan okuyabilirsiniz.
“Kürt sosyalist lider Dr. Kemal Burkay” vay anasını…O da materyalist, tepeden inmeci bilmem neci değil mi? PKK olmasaydı bugün Kürt demeyecektin be.
1925’ten önce “Kürt” vardi. Senin taptigin, mermer putunu yaladagin Kemal yasakladi. Senin aklin ermez bu islere.
duyan da M.Kemal’den sonraki “demokrasi mücahitleri” (Menderes, Demirel, Ecevit, Erbakan, Özal vs vs) Kürtlerin özgürlüğüne sahip çıktılar sanacak…
… bugün 90’lar nostaljisi yaparak özel harekatçılığı yeniden canlandıran Tayyip’i de “demokrasi mücahitleri” serisine eklemek gerek.
bu yorum, sözlü şiddet içerdiği için silinmiştir.
Kemal’den sonra iktidarda hep asker kaldi, aksini iddia eden ya Kemalist’tir, ya da çok saf, bu bir. 1990’lara dönüs iddiasi palavradir, bunu Dogan Holding’in yeni PKK’li olmus namerteleri söylemekte, bu da iki. Nostaljik biri varsa o da sensin.
sayin gun zileli;yikmak yaratici bir gududur sloganiniz sacma bir slogandir,kinkong filmini izlediniz mi acaba,bu vahsi,guclu ve iri goril kendisi gibi bir dogal ortamda kendisi gibi vahsi,guclu ve iri dinazorlarla birlikte yasamaktadir,dogasinda kraldir,ancak o dogadan koparildigi anda trajedi de kendini gostermektedir,kente getirilmis bir kole/gosteri hayvanidir ve bu dunya onu gittikce sinirlendirmekte ve bunla paralel olarak da gucunun sinirlarini zorlamakta ancak sonunda bir gokdelenin tepesinden dusup olmektedir.Yikiciliga bu asiri vurgu ve onu sadece tek bacakli birakmak insanlari kendi bindigi dali kesmeye baslar.saygilar
casus doğrudur iktidarda asıl askerdi şimdi sen ve amirin iktidarda askerin red,inkar,imha ve asimilasyonundan farklı ne yaptın?varlığımızı sana armağan etmemizden memnunmusun?ırkçı metinleri çocuklarımıza askerlermi okutturuyor süngü zorumu var?ırkçı mhp nin dediğinimi yapmak için her yeri uçak ve top bombaları ile bombalıyorsunuz.burkay ı örnek verme kendinin varlığı bile pkk ve özgürlükçü kürt hareketinin mücadelesini meşrulaştırdığınıda anlamayacak seviyede aptalsın.madem başka yol vardı burkay neden yapamadı burkaya bile tahammül edemeyenlere kimliğini,onurunu ve kendini savunmak için başka bir yolumu kalmıştı.bu gün ve 99 dan bu yana elimdeki silahı onurlu bir barış ile alıp benide siyasi sisteme kat diyenlere hayır sizin kökünüzü kazıyacağım diyenlerin imha projesi ile karşı karşıyayız.öğrenemediğiniz tek şey hiç bir halk yok edilemez özellikle ağır bedellere rağmen kimliği ve onuruna sahip çıkmasını bilen bir halkı yok etmek mümkün değildir.her cümlesinde emperyalizm diyenler dünyada olanlara emperyalizim savaşıyor diyenlerden bu kirli imha savaşına seslerini duymadık casusun amirleriyle abd tam bir işbirliği içinde bombalamayı birlikte kutlamasındanda kim kimin maşası olduğunu anladın emperyal casus efendi.tv lerde her kesim kürtleri linç etmeye çalışıyor bu filmi hayata dönüş operasyonunda tv lerde izlemiştik ne boklar yendiği şimdi belli oldu bu gün yapılan rezilliklerde fazla sürmez açığa çıkar senin gibi şerefsizlerin ötekileştirmesinden memnun oluruz devletin-iktidarın-ordunun-semayenin-abd-ırkçı faşistlerin hepsi bu gün aynı cephede gerçek özgürlükçü devrimciler ile sistem yalakaları arasındaki çizgi netleşmiştir
kürtleri hedef gösteren bugünkü yeni şafak’a baksın. halkın iradesinin seçtiği bdp’li vekilleri katil olarak niteleyerek hedef gösteren zihniyetlerinin kemalistlerle aynı olduğunu görsün.
binlerce üyesi cezaevinde, onlarca belediye başkanı tutuklu, beş milletvekili hapiste ve bir milletvekilinin seçilme hakkı gaspedilmiş olan bir partiyi hedef göstermiş. bdp’ye daha ne yapmayı planlıyorlar acaba? neyse, bu manşetlerini de bir yere kaydedelim, zamanı geldiğinde işe yarar.
Barisçi mûcadele yollari açik iken terörizmi tercih edenler tüm dünyanin lanetine ugrayip, Türk ve Kürt halklarinin tükrügünde bogulacaklar, tüm Stalinciler, tüm Pol-Potçular, tüm Tamilciler, ve tüm Kim-il-Sungcular gibi tarihin münasip yerinde yerlerini alacaklar, PKK bitmistir, Türk solu zaten ölüdür, aglayani yok, yine de insan gibi gelip yemin ederlerse BDP’li kuklalara meclis yolu açik, yine de insan gibi eylem yapanlara demokratik mücadele yolu açik, bosuna siddet eylemlerine bahane arama,bugünün Türkiyesi’nde siddete ne yer var, ne de gerek, demek ki siz totaliter örgüt çikarlari için siz insan öldürmekten zevk almaktasiniz, sen de öyle, iste bunun için “zamani geldiginde ise yarar” falan gibi aba altindan sopa göstermektesin,ama size ancak gülünür, tipki iki ayagi pislik içindeki horozlar gibi bir de kabardikça kabarmaktasiniz ya bu yolla varacaginiz yer de ancak Imrali ya da Silivridir. Imrali’daki somun pehlivani gibi özgürlükçünün de “beni kullanin, devlet beni kullansin” diyecegi günler yakin, ama bence son kullanma tarihi geçmis, onun da, Imralidaki’nin de.
İmralı’daki içeri girdiğinden beridir “beni kullan” diye yalvarıyor. AKP de kullanıyordu yakın zamana kadar. Fakat işlerin karışmasının arkasında başka ve bence henüz belirsiz nedenler var. PKK İran’dan güçlü bir darbe yemiş ve Karayılan “Bize karışmayın biz de size saldırmayacağız” demişken ve hatta yakalandığı iddia edildiğinden beridir ne görüntü ne de sesli olarak henüz ortaya çıkmamışken PKK’nin savaş ilan etmesi ve RTE’nin Ramazan’dan sonra blöfünü hemen görmesi, işlerin PKK açısından akılla izah edilecek bir yerde olmadığını ve değişik durumların, bilmediğimiz bazı olayların söz konusu olduğunu gösteriyor. Benzer bir durum AKP için de geçerli. Suriye ile uğraşırken birden bire PKK ile savaşa tutuşması (40 şehide kadar bir şey yoktu, Beytüşşebab’daki 3 şehitle gaza geldi RTE) yine başka bir akılsızlık. Tabi tüm bunlar bir akılsızlık mı yoksa başka mevzuların -kamuoyunca bilinmeyen- tezahürü mü er ya da geç çıkacak. İran, Irak (İran’ın etkisine giren Irak ve ABD bölgeden çıkarken sesini kesen Barzani) ve Batı’nın namlusunun ucundaki Suriye, taşeron AKP ve her zaman taşeronlukta gönüllü PKK arasında değişen çok önemli bir şey var. Göreceğiz. Türkiye dört nala iç savaşa gidiyor. Kimin işine yarar, göreceğiz.
nerde militarizm ve savaş karşıtlığında mangalda kül bırakmayan sahte demokratlar kimsenin gıkı çıkamıyor.tayibin bir tehdidinden sonra tam bir mutabakat var akp-mhp-chp-devlet-abd-ordu-bilumum sahte solcular milli duygularından ne dediğini bilmeyenler hala özgürlükçülere taşeron diyor şu andaki bombalamayı akp-abd birlikte tezgahlayıp kutlamıyormu?tv lerde faşist mhp bizim dediklerimiz oluyor diyor hatırladınızmı 12 eylül faşizminede bizim görüşümüz iktidarda demişlerdi ne farkın var casus iyisi sen mhp li olduğunu itiraf et.amirin tehdit ettikten sonra ırkçılar bdp binalarını kurşunlarken güvenlik görevlileri ile birlikte linçe başladılar nasıl memnun musun casus? her kes elinden geleni yapar sonra ağlamayın kürtlere ihtiyaç olunca hangi yüzle onlara gideceksiniz?bu gün dediklerini unutacakmısın?seni kim kulanıyorsa daha sende iş var galiba bir türlü senin gibilerin kullanma tarihi geçmiyor her devirde işlevin var çok işlevselsin hazır kulandırırken ihtiyaç giderme alışkanlık olmasın
sayın zilelininde sesini duyamadık tehditler işemi yaradı yoksa anarşistlerede bombamı isabet etti anlayamadık gün bu gün sözü olabilen bu gün söylesin sonradan söylenenler hariçten gazel okumak olabilir.sistem restini çekti ya bendensin yada patates dinindensin diyor sesi çıkmayanlar sistemle bağını koparamayanlardır.ilk taş atıldı?
ertan arkadaşın bahsettiği olasılıkları derinlemesine ele alan bir yazı:
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=39160
arkadaşlar öyle yazılar yazıyorsunuz ki kendi yadıklarınızı kendini okusanız inanın bu yazıyı ben mi yazdım diyeceksniz yalanlar iftiralar düşüncesiz yazılar herkes devrimci olamaz olmak istemiyorsanda kendini sıkma takıl kafana göre bari adam sansınlar Dİreniyorum acılarına dünya yalanmış aşklarına inadın a yasıyom kıyamet ortasında
Lapsus ile ortaya çikti iste malum baglantilar ve 28 Subat zihniyeti: Erbakan Hoca’ya atilan iftira, “ya bendensin, ya da patates dinindensin” yalani bazilarini her zaman kullanan ve emir komuta zinciri içinde tepe tepe kullananan ergenekoncularin bir icadidir.
bu yorum, sözlü şiddet içerdiği için silinmiştir.
Desifre olanlar neden hep terbiyesizlesir?
sayın casusa tüm yüreğimle katılıyorum. yazdıklarının hepsi sağlaması yine hepimizin yasadığı tarih tarafından yapılmış tarihi ve güncel gerceklerdir!!! Yanlız kendisine tavsiyem erbakan hocayı cok fazla referans edinmemesi çünkü yine tarihel derinliğer baktığımzda ERBAKANIN halkın ve 200 yıldan beri geriletilen müslüman halkın enerjsini yanlıs yere kanalize ettiğidirki bunu gören ve kitabında sitayişle bahseden yere göğe sığdıramayan Refah partiyi kapattıran Eski cumhuriyet savcısı Vural savaştır. yani ergenekon şikeyle sahte islam partisi ayarlasa erbakan kadar başarılı olamazdı . Ve kıbrıs konusnda da 2004 te orduyu ak parti aleyhine kıbrıs annan planı konusunda orduyu göreve çağırmştır bilirsiniz ! Bu hırslı ihtiyarı etrafındaki bir çok samimi dinamik insan 25 yıl önce anlamış ve etrafından uzaklaşmışlar biz halka da son 10 yılda nalamak nasip olmuştur
Sayın Zileli göz ardı ettiğiniz şey Suriye deki muhalif ayaklanmaların demokrasi amaçlı olmamasıdır.
Demokrasi ve ya hak mücadelelerinin mezhep düşmanlığı ve savunusu üzerinden şekil bulacağını var sayıyorsanız o başka… yazınızda baas rejimine karşı ayaklanan kitlelerin kimler olduğu ve ne amaçla ayaklandığı es geçilmiştir. Hatta es geçilmesinden de öte özgürlük hareketleri olduğu kabul edilmiştir. Müslüman kardeşlerin ve Fundamantalist hareketlerin Öncülüğünde gelişen bu ayaklanmalarla Suriye nin nereye gideceği aklı başında insanlar için bir muamma olmasa gerek… her ayaklanmaya mal bulmuş mağribi gibi sarılmamak lazım. Suudi Arabistanın desteklediği katarın Bahreyn in finanse ettiği bu ayaklana gurplarden medet ummak için ne olmak lazım Allah aşkına…
elbette özgürlük mücadelelerinin desteklenmesi gereklidir. ama suriye de mevcut iktidar karşısında mücadele edenlerin talaplarini göz önünde tutuğumuzda hangi özgürlük talebini alkışladığınızı ben merak ediyorum doğrusu. libyanin hali pür mayali göz önünde dururken, batılı ülkeler ,libya yı bir hırsızın girdiği evin kasasını boşatır gibi dünya kamuoyunun gözü önünde boşaltırken, özgürlik savaçısı diye lanse edilen yağmacı takımının aylıkları türkiye üzerinden milyon dolarlarla ödenirken, suriye de gelişmekte olan durumları özgürlük mücadelesi olarak nitelendirmek. doğru olur mu? özgürlüklerin ve hak larını esamesinin okunmadığı suudi arabistanı ihraç etmeye kalktığı, finanse ettiği böylesi ayaklanmalarla özgürlüklerin kazanılacağını farzediyorsanız. allah akıl ihsan etsin demekten başak bir şey kalmıyor bizlere.. sizler Stalinizmi eleştirmekte haklısınzı, peki demokrasi ihraç etmek ne oluyor? bir ülkede mevcut olan baskıcı rejimleri yıkmak için başka ülkelerin parasal destekte bulunması ne oluyor? her şeyden önemlisi ayaklanmacı kesimlerin hayalllerinde dahi görmedikleri demokrasi kurgusunu batılı ülkelerde kurgulayıp suriye de hayat geçirmek ne oluyor?
evet sayın zileli diktatörler yıkılsın. ama demokrsi mücadelesi verenler tarafından yıkılsın. o demokrasi de o mücadeleyi verin insanların talebi olsun, hedefi olsun…
enperyal emeller besleyen batılı ülkelerin talebi ile değil.
ha stalinizm gibi sosyalizim ihraç ettiniz
ha bu gün batılı ülkelerin yaptığı gibi demokrasi ihraç ettiniz ne farkeder?
bunu bir yazı ile izah edermisiniz lütfen…
Kelle Avcıları yazımı okuyunuz lütfen
kelle avcıları yazınızı okudm sayın zileli. içeriğinen katılmamak mümkün değil. ama iki yazı arasında ciddi bir çelişkde bulunmaktadır. libya da baş kaldıran kitleler için söylediklrinizi suriye de ayaklanmış görünen kitleler için de söylemeniz mümkün. özgülük kişinin kendi sınırlarının kendi tarafından çizilmesi ilie ilgili bir durum teşkil eder. özgür insan nerde duracağını bilen insandır.böylesi bir davranışta birikimi gerktirir. bu birikimi taşımaya biryelerin veya toplumların özgürlükleri ve demokrasiyi kavramaları, talep etmeleri mümkün değildir. demokrasinin özgürlükle ilşiklendirlimesi gereken en önemli yöenlerinden birisi budur.. kişiler ve toplumlar hayal bile etmek istemedikleri yaşamsal ortamları talep edemzler. başkalarının onlar için talep etmeside bir değer taşımaz. demokrasi ve özgürlükler bireyin veya kiltlelrin talebi ise bir anlam taşır. demokrasinin ne olduğunu bilmeyen hatta bir çok alanda batının bir oyunu olduğunu idda eden kitleler tarafından var edilecek şeyler değildir bunlar. ülkelrin ,halkaların , kitlelerlin içinde bulunduğu koşulların ürünüdür her ikiside. başka ülkelerin istemesi ile oluşacak şeyler değilidr. müslüman kardeşler denen örgütün demokrasiye bakışını araştırmakta fayda var.. suriyedeki dikattörü yıkacak kitleler o diktatörden daha özgürlükçü insanlar olmak zorundadırlar. alevileri katletmeye and içimiş insanların işi değildir bu…
“Libya deneyinden sonra Suriye üzerine de yeniden düşünmek gerekiyor galiba. Hatta ‘Arap baharı’nın bütünü üzerinde.”
Kelle Avcıları yazısından
(Suriye’deki Kürt hareketinin, oradaki halk isyanı karşısındaki tutumuyla alakalı bir röportaj)
Suriye’de özerklik istiyoruz
Deniz BAŞPENİR
Güncellenme : 13.09.2011 09:36
Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanı Salih Müslüm, mart ayından bu yana Suriye’de halkın daha fazla demokrasi ve özgürlük talebiyle sokakta olduğunu söyledi. Suriye’de yaşananların egemen güçlerin istemi doğrultusunda hep tek taraflı yansıltıldığını belirten Müslüm ile Suriye’de yaşananlar üzerine konuştuk.
Suriye’desiniz ve bize öncelikle orada yaşananları birinci ağızdan anlatır mısınız?
– Suriye’de onlarca yıldır rejimin zulmüne direnen bir halk var. Bugüne kadar dağınık, örgütlenmemiş, baskı altında olan halk bir fırsatını bulup bunu dile getirmeye başladı. Suriye’de halk ayaklanması rejimin değişebileceğine inananlar tarafından çıkarıldı. Halk rejimin değişebileceğine göre hazırlandı. Diğer taraftan halkın ayaklanmasını hazmedemeyen bir rejim var. Bütün ordunun denetimini sağlayan, halka işkence eden öldüren, bütün hassas noktalara kendi elemanlarını koyan bir rejim var. Rejimin, özel savaş yürütebilecek 150-160 bin kişilik bir gücü var. Baskı rejimini devam ettirmek için bütün bunları halka karşı kullanıyor. Ordudan yoğun bir şekilde ayrılmalar olduğunu düşünmüyoruz. Yani bir başçavuş, bir teğmen ya da bir binbaşı ordudan ayrılabilir ama bu ordunun parçalandığı anlamına gelmez.
Şimdi Suriye’deki halk ayaklanmasından nemalanmak isteyen uluslararası güçler var. Planları tutmaması üzerine Suriye’de olan bitenler dışarıya tek taraflı yansıtılıyor. Bunların hepsi bir merkeze bağlıdır.
Biz PYD olarak Suriye’de değişiklik isteyen uluslararası bu planı halkların lehine olmadığını düşünüyoruz. Ancak haberlerin tek kanaldan verilmesi nedeniyle bizim ve bizim gibi düşünenlerin sesi dışarıya yansımadı.
Peki öne çıkan muhalif gruplar halkla aynı paralelde mi yürüyor. Halkı temsil edebiliyor mu?
– Bu örgütlerin söylemleri, bağlılıkları, sloganları hepsi halkın talepleridir. Ancak bunlar halkı savunabilecek bir güçte değiller. Bunlar zayıf ve dağınık olduklarından direnişi sürdürmek için bir güçleri yok. Müslüman Kardeşler’den tutalım diğer örgütlere kadar. Örgüt olarak isimleri var ancak halkın arasında yok. Tabi bu durum hem kendilerinden hem de Esad rejiminin baskılarından kaynaklı. Rejim her türlü baskıyı uyguluyor, insanları öldürüyor, özgürlükleri kısıyor. Çeşitli oyunlara başvuruyor. Komplolar yürütüyor.
Tabi uluslararası güçlerle irtibatlı olan muhalifler de var. Bu güçler muhaliflere müdahale edebiliyor. Türkiye’nin rolü burada açıkça görülüyor. Türkiye kendisine verilen görevi yerine getirmek için muhalifleri kullanıyor. Nedir bu görev? Ortadoğu’da ılımlı İslam’la yönetilen rejimler kurmak veya muhaliflerin üstüne gidebileceği bir plan yürütmek. Tabi Türkiye Suriye’deki muhalifleri kullanma karşılığında uluslararası güçlerden Kürtleri bastırma, Kürtleri yok etmede ve Kürtlerin kazandığı hakları geri alma konusunda tam destek görüyor. Bunun için Türkiye, Suriye ile bu kadar yakın ilişkili. Türkiye dediğimiz zaman NATO’yu da kastediyoruz, onların arkasındaki güçleri kastediyoruz. Bunların iki hedefi var. Birincisi ılımlı İslam rejimleri kurmak, ikincisi de Kürtleri yok etmek. Bunun için her türlü propagandaya başvuruyorlar.
Peki hem dağınık ve güçsüz hem de uluslarası güçlerin talimatıyla hareket eden muhaliflerin ‘Ulusal Geçiş Konseyi’ni nasıl değerlendirmek gerekir. Bunlar Suriye’nin sorunlarını çözebilir mi?
– Şimdi Suriye’de istikrarı sağlamak, düzeni kurmak zordur. Bu kadar dağınık güçlerin politikaları Suriye içerisinde de kendini gösteriyor. Bunlar ne Kürt sorununu çözebilir ne Alevi, Sünni meselesini çözebilir.
Bunlar masa başında oturup birçok kararlar alırlar. İşte 94 kişilik bir Konsey kurdular. Bu Konseyin içerisinde Kürt işbirlikçileri de var. Bu Konsey ülkedeki muhaliflerin haberi olmadan kuruldu. Bunlarla hareket etmeyen örgütleri de bu konseye dahil ettiler. Birçok isim masa başında yazıldı ve Konsey’in bir üyesi gibi görüldü. Bizim 10-20 arkadaşımızın ismini de yazmışlar haberimiz olmadan. Bizler de, bizimle hareket etmeyen başka Kürt örgütü ve yine başka oluşumlar bu Konsey’i yalanladı. Bunların arkasında Suudi Arabistan ve bir de Türk devleti var. Biz PYD olarak demokratik güçlerin -eşit temsiliyet olmak üzere- bir araya gelerek halkın taleplerini çok açık tartışarak bir sonuca varacağını düşünüyoruz. Ülkede yaşayan bütün etnik grupların temsilcileri bir araya gelmeli. Suriye’de sorunların tek bir çözümü demokratik yollardan geçer.
Bu öneriniz diğer muhalif örgütler tarafından nasıl algılandı? Muhaliflerle ilişkileriniz nasıl? PYD olarak basında fazla yer almıyorsunuz. Kendinizi anlatamıyor musunuz?
– Şunu söyleyeyim Kürtlerin direnişi özellikle de PYD’nin direnişi 2003 yılından bu yana kesilmedi. Bütün düşüncelerimizi dile getiriyorduk. 15 Mart’tan sonra direnişimiz daha da fazlalaştı. Kürt kentlerinde hergün muhakkak bir gösteri, yürüyüş oluyor. Taleplerimizi isteklerimizi haykırıyoruz. Sloganlarımızı söylüyoruz. Ama bunlar dışarıya yansımıyor. Çünkü Suriye’de kurulmak istenen yeni sistemde Kürtler’e yer verilmiyor. Mesela burada Arapça yayın yapan belli başlı 5-6 kanal var. Ancak bunlar hiçbir zaman Kürtlerin rengini, Kürt bayrağı olduğunu, eylemlerini öne çıkarmıyor. Bizim telefonlarımız başta El Cezire ve El Arabiya televizyonları olmak üzere her kesimde var. Ancak hiçbirisi bizi aramıyor. Bizim sesimizin çıkmasını istemiyorlar. Mesela Hama ve Humus başta olmak üzere kan dökülüyor, insanlar öldürülüyor. Bu kanallar burayı öne çıkarıyor. Çünkü uluslararası sistemin istediği şey bu. Ancak Kürt illerinde çatışma yok. Çünkü rejim Kürtlerin ayaklanmasını istemiyor, Kürtleri öldürüp Kürtler’de tepki yaratmak istemiyorlar.
Halep’te, Kobani’de Afrin’de Qamişlo’da her Kürt kentinde sokağa çıkmamıza rağmen basın bizi yok sayıyor, bizi bir türlü göstermek istemiyorlar. Tabi bunun arkasında Türkiye var. 1920’lerde oluşan devlet politikasının bir parçası bu. Biraz önce de söyledim Suriye’deki haberler tek bir odaktan yönlendiriliyor. Kürtlerin direnişini, taleplerini görmek istemiyorlar. Ancak Kürt kanının dökülmesi için provokasyonlar var. Bize karşı propaganda yürütüyorlar. Bizim rejimle ilişkilerimiz olduğunu ileri sürüyorlar. Hiç öyle bir şey yok. Oysaki bu rejimden en çok çeken halk biziz. Bize karşı savaştı, şehitlerimiz var, zindanlarda işkenceyle öldürülen insanlarımız var. Biz, Kürtlerin kanı dökülsün istemiyoruz. Rejime bağlı tankların kentlerimize girmesini de istemiyoruz. Tabi bize karşı propaganda yapanların bir başka niyeti de, olası bir rejim değişikliğinden sonra Kürtlerin hiçbir hak elde etmemesi. Bugüne kadar rejimi bize karşı kullandılar şimdi de bizi muhalefetten ayırmak istiyorlar. Muhalefetin yanında anti-Kürt propagandası yürütüyorlar. Bizim rejimle ilişkilerimiz olduğunu öne sürüyor.
PYD olarak siz ne istiyorsunuz?
– Biz, Suriye’de Demokratik Özerklik istiyoruz. Suriye’de Demokratik Özerklik uygulanmasının çok zor olmayacağını düşünüyoruz. Kürtlerin varlığı ve hakları anayasal güvence altında olmalı. Biz önce Kürtlerin varlığını kabul ettirme, sonra da Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesini istiyoruz. PYD olarak demokratik bir devlet talep ediyoruz.
Peki Kürtler, Suriye’deki olayları nasıl değerlendiriyor. İlk baştaki tepkileri ne oldu?
– Batı Kürdistan halkı kendisini Suriye’nin bir parçası sayıyor. Bu olanları bir demokrasi mücadalesi olarak görüyor. Ve bunun sınırlarından bahsediyor. Halk ayaklanması ilk başladığı zaman yoğun bir propaganda içindeydiler. Kendilerini kaptırmışlardı. Ancak daha sonra Kürtlerin daha aklı başında davranmaları gerektiğini düşündü. Ve zamanla bizim politikamızın doğru olduğuna inandılar.
Tabi diğer taraftan Kürdistan’ın diğer parçalarıyla ilgililer. Zaten Batı Kürdistan halkı, kendisini Kuzey Kürdistan’ın Suriye içerisindeki uzantısı olarak görüyor. Kürt sorununun çözümünün diğer parçalarla bağlantılı olduğunu düşünüyor. Uluslararası güçlerin Kürt sorunu karşısındaki pozisyonunu görüyorlar, Kürtlerin varlığını kabul etmeyen Kürt düşmanı rejimlerin olduğunun bilincindeler ve Kürtlerin de bunlara karşı ortak bir politika yürütmesini istiyorlar. Türkiye ve İran’ın saldırılarını kınadılar.
Suriye’de gösterilerin yoğunlaşmasından sonra rejim bazı ‘reformlar’ hayata geçirdi. Bunlar içerisinde dikkat çekici olan kimliklerin iadesiydi. Batı Kürdistan’da yüzbinlerce Kürt de kimliksiz. Kürtler, Esad’ın bu adımını nasıl yorumladı?
– Şimdi kimlik vermek ayrı bir şey, reformlar ayrı bir şey. Diğer reformlar hayat bulmadı. Çok kısır kaldı. Kimlik iadesinde konusunda da rejim hatasını düzeltti. Şimdi bir halkın kimliğini elinden alıyorsun ve “sen kimliksizsin” diyorsun. Bu çok büyük bir hataydı. Bunun gibi çok hatalar var. Rejim bu hatalardan bir tanesini düzeltti. Rejimin 300 bin kişiden almış olduğu kimliği iade etmesi bir hatanın son bulmasıdır. Bunu bir hak verme veya Kürt sorunu bununla sınırlı değildi. Şimdi 30-40 bin insanımız kimliklerini geri aldı. Daha da alacak olanlar var. Tabi insanlar kimliklerinin geri verilmesinden dolayı sevinçli. Daha önce hiçbir yere gidemiyorlardı birşey yapamıyorlardı. Şimdi ise bir kimliği-pasaportu oluyor. Kimlik alanların birçok Kuzey Kürdistan’daki akrabalarını ziyaret etti. “Ben artık serbestim, gezebilirim, gidebilirim” diyorlar. Bunun için seviniyorlar.
Rejim kalkıpta Kürt sorununu sadece bir kimlikle ya da birkaç hatadan dönüşle sınırlandırması asla kabul edilemez. Onlarca yıldır devam eden kırgınlıklar, hatalar var. Suriye’de demokratikleşme, Kürtlerin varlığını tanımakla, Kürtlerin bütün haklarını vermekle başlar.
Peki daha düne kadar Beşar Esad’a ‘kardeşim’ diyen Türkiye Başbakanı Erdoğan neden birden Esad’a sırtını döndü. Muhaliflere kapılarını sonuna kadar açtı?
– Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın ve partisinin bir misyonu var. Erdoğan’ın misyonu, ılımlı İslam rejimleri kurmak ve Kürtleri dıştalamak. Bu misyonu Erdoğan’a uluslararası güçler ve NATO tarafından verildi. Kendi iktidarının devamı için bu misyonu hayata geçirmek istiyecek. Erdoğan’a görev, (ABD eski Başkanı George W.) Bush’la 2007 yılının Kasım ayında yaptığı görüşme sırasında verildi. Şimdi gündemde olan Mavi Marmara olayı hepsi bu misyonun bir parçası. Erdoğan, partisini Ortadoğu’ya kabullendirmek istiyor. Öyle bir oyun ki bu, Erdoğan hangi Arap ülkesinde seçime katılsa, birinci çıkar. Öyle bir ortam oluşturuldu. Bu sadece Türkiye tarafından değil uluslararası güçler tarafından uygulandı. Ne zamanki Suriye’de olaylar başladı. Erdoğan değişmeye başladı. Erdoğan misyonunu yerine getirmeye başladı. Suriye rejiminin yıkılması ve buraya uluslararası güçlerin politikasını yerleştirmek için çaba sarfediyor. Bir de Suriye’de Kürtler var. Dolasıyla Erdoğan’ın Suriye ile ilgilenmesi için iki nedeni var. Şimdi Erdoğan, misyonunu yapmanın yanısıra Kürtlerin de bu süreçten kazançlı çıkmaması için elinden geleni yapıyor. Muhalifleri Antalya’da, İstanbul ve Ankara’da toplamalar bu planın bir parçası. Muhaliflerin içerisinde yer alan Müslüman Kardeşler üyeleri, örgütün en ılımlı kesimi. Ve bunlar AKP’yle yakın ilişki içerisinde. Yine bu muhalifler içerisinde Kürt işbirlikçileri var. Böyle güçleri toplanmış Türkiye’de. Erdoğan da Kürt sorununu çözmek istemiyor bilakis bu durumu kendi lehlerine çevirmek istiyor. Batı Kürdistan’ın bütün kentlerinde ısrarla bize karşı anti-propaganda yapıyorlar. Bu öyle tesadüfü falan değildir.
Peki Esad’a destek veren İran’ın pozisyonu ne? Kürtler sözkonusu olunca onlar da Esad’a kapıyı gösterecekler mi?
– Zaten çok acayip bir durum var. Bütün ülkelerin ne kadar çelişkisi varsa sözkonusu Kürtler olunca hepsi birden birleşiyor. Kim düşünebilirdi ki, İran uçakları ABD’nin yardımıyla bilgi toplayacağını. ABD, topladığı bilgileri Türkiye’ye veriyor Türkiye de bu bilgileri İran’a veriyor. İran da kalkıp bu bilgilerle Kürtleri bombalıyor. Şimdi İran, Suriye rejiminin yıkılmasını istemiyor. Çünkü iki rejim müttefiktir. Ama Kürt meselesi oldu mu farklı davranıyor. Türkiye’yle birlikte hareket ediyor. Türkiye ile İran, Ortadoğu’ya kim hakim olacak yarışında-kavgasında. Ama buna rağmen ikisi Kürtler karşısında birleşiyor. Kürtleri yok etmek istiyorlar.
Esad görüşmek istedi
Kürtler Esad’la görüştü mü?
– Olayların başlamasından sonra Devlet Başkanı Esad’ın bizimle görüşmek istediği söylendi. Ancak biz kan dökülürken, halka şiddet uygulanırken görüşmeyeceğimizi söyledik. Olay öyle kapandı. Daha sonra bize yerel komiteler aracığıyla mesaj gönderdiler. “Talepleriniz nelerdir? gelin konuşalım” dediler. Ancak biz bu yerel komitelerle de görüşmedik.
Suriye’deki 11 Kürt örgütü biraraya gelerek birlikte hareket etme kararı aldınız. Bu kararı nasıl aldınız? Bu ittifakın gücü nedir?
– Biz PYD olarak ilk günden itibaren diğer Kürt partileriyle görüşüyorduk. PYD Kürtlerin birlik olması, birlikte hareket etmesini istedi. Suriye’deki 11 Kürt partisi olarak biraraya geldi. Bu ittifak içerisinde Kürt sorununa tam hakim olamayan partiler de var. 14 Mayıs’ta partiler olarak biraraya gelip bir Suriye’deki durum ve Kürt çözümü konusunda neler yapabileceğimizi konuştuk ve sonuçta protokol imzaladık. Şimdilik bu protokola sadık kaldık. Ancak sorunlarımız halen devam ediyor. Bir parti gibi hareket edemiyoruz halen. Çünkü nihai sonuçta farklılıklarımız var. Kimi partiler otonomi istiyor. Herkesin talepleri değişik değişik. Şimdi bir konferans düzenlemeye çalışıyoruz. Bunun hazırlık çalışmalarında ilerleme kaydettik. Bir parti gibi hareket etmek istiyoruz. Eğer bir sorun çıkmazsa bir ay içerisinde bu konferansı düzenleyeceğiz. Konferansa katılımların yüzde 45’i siyasi partilerden yüzde 55’i halk delegelerinden oluşacak. Delegeler seçimlerle belirlenecek. Burada oluşacak bir meclis, Kürtlerin en üst düzeydeki mercii olacak.
Uyanık olmalıyız
Uluslararası güçlerin ittifak halindeki Kürtlerle bir teması oldu mu?
– Elbette oldu. Ancak onlar özgür iradeli Kürdü istemiyor. Bizim bu duruşumuz kendilerine uymuyor ve onlar da kendi Kürtlerini yaratmak istiyorlar. İşte bunu Kürdistan’ın diğer parçalarında yapmaya çalıştılar. 2003’ten beri Amerika, Kürtlerle uğraşıyor. Hatta ABD, 1994 ve 1995 yıllarında onlarca Kürdü Amerika’ya götürdü eğitti ve sonra bunları getirip Kürdistan’a yerleştirdi. Bizlerle ilgilenmeleri de bu yönde. Ya onların Kürdü olacağız ya da hiç. Biz özgürlüğü tercih ediyoruz. Ortadoğu’da çok güçlü ve hassas bir süreçten geçiyoruz. Birçok oyun oynanıyor. Osmanlı entrikalarından kalma tecrübelerimiz var. Kürtlerin birlik olması gerekiyor. Uyanık olmalıyız. Yoksa bu süreçten çok zararlı çıkarız. Dört parçadaki örgütler, ulusal bir konferansta bir araya gelmeli. Bütün güçler katılarak Kürtler için ortak bir politika yürütmeliyiz.
(www.ozgur-gundem.com)
suriye de mevcut olan kürt sorununu diğer ülkelerdeki kürtlerin sorununa paralel çözülmesi ve ya çözüm yoluna konulması suriyedeki kürtlerin mücadelesine bağlıdır. ama dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki o da uluslar arası oynana bir oyunun parçası olmamak. suriye deki kürt ulusnun özgürleşme mücadelesine her aklı başında her insan destek vercektir. burda sıl görev kürtler düşmektedir. mevcut oyunun parçası olmadan ve suriyedeki rejimin yıllar yılı kürt hareketine verdiği desteği unutmadan … beka vadisinde serpilip gelişen bir hareketin ne koşullarda hayatiyet bulduğunu hatırlayarak.. ve ne olusa olsun özgürlük hedefinden vargeçmeyerek..
‘kendi kürdünü yaratma’ gibi modernizmin yukardan mühendislik dizaynı ile sistemin öğreterek ezberletip milli duyguları zirvede emperyal niyetlerden arınıp özgürleşip kendi olamamış insanların bu sitede eski-yeni kemalizmin arkabahçesinden ses verdiğini okumak gerçekten üzücüdür.bölgemizde ve çevremizde olup biteni kendi kısır dünyamız ve beklentilerimizden kalkarak isyanların içinde bulunduğu gerçekliklerle kendine özgü yerel dinamiklerin evrensel insani birikimlerle etkileşimini anlamadan ak yada kara yaftası ile eleştirmek tam bize uygun hastalık olabilirdi.insanların,gurupların,kimliklerin,ulusların ve sınıfların özgürleşme çabalarının aslında eksik ve yanlışlarıylada genel olarak insanlığın kadim özgürleşme çabalarının bir çabası olduğu hatta bizimde bu genel çabanın parçası ve dinamiği olduğumuzu anlamadan sistemin öğrettiklerinden kalkarak yapılan yorumlar son kertede özgürleşmenin engeli milli duygularla emperyal emellere hizmetten öteye geçemez.sağımıza solumuza özgürleş kendin ol diyeceğiz kendi olmak isteyenide biz tarif edeceğiz.el insaf yaptığımız işlerin kimin işine yarayıp neye hizmet ettiğini hiç olmazsa sonuçlarını ölçerek öğrenme zahmetine girip kendimizden başlamak en doğrusu olabilir
Sözcü’nün skandal manşeti
AKP’ye muhalif tutumuyla bilinen Sözcü Gazetesi, bugünkü sayısıyla tam bir skandala imza attı. “Tertemiz alnını Arap’a öptürdü”manşetiyle çıkan gazetenin bu ırkçı haberi, kolay kolay unutulacak gibi değil.
AKP karşıtlığı ile bilinen Sözcü gazetesi bugünkü haberiyle gerçek bir skandala imza attı. Erdoğan’a muhalefet edeyim derken çoğu zaman “kantarın topuzunu” kaçıran gazetenin, bugünkü haberinde sergilediği ırkçılık örneği, uzun süre unutulmayacak türden. İşte Sözcü’nün bugünkü manşeti:
http://haber.sol.org.tr/medya/sozcunun-skandal-manseti-haberi-46513
CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan, ses kayıtları internete düşen, MİT’le PKK arasında Oslo’da yapıldığı öne sürülen görüşme nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş hakkında, ’devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü aleyhinde faaliyette bulunmak, görevi kötüye kullanmak’tan Bolu’da savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Milletvekili Tanju Özcan, suç duyurusuna ilişkin dilekçesini Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim etti. MİT yetkililerinin uzun bir süredir terör örgütünün sözde temsilcileriyle bir araya gelip iki eşit taraf gibi müzakere ettiklerinin ortaya çıktığı görüşünü savunan Tanju Özcan, “Bu müzakere edenlerden birinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan olması diğerinin ise eski MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş olması bizleri ayrıca üzdü” dedi.
Hukukçu bir milletvekili olarak, bu görüşmenin MİT Kanunu’na aykırı olduğunu söyleyen Tanju Özcan, “MİT Kanunu çok açık. MİT Kanunu’nun 4’üncü maddesinde MİT yetkililerinin görev tanımı yapılmış. O yasanın hiç bir maddesinde MİT yetkililerinin yasa dışı terör örgütü yetkilileriyle oturup müzakere edeceklerine yönelik tek bir madde yok. Devletin bütün kanunlarında MİT yetkililerinin yaptıkları suçtur. Ben bu suçu tespit ettiğim için milletin vekili olarak milletin vergilerinden maaşlarını alan ama milletin düşmanı olan terör örgütü yetkilileriyle görüşen MİT Müsteşarının ve emekli MİT Müşteşar yardımcısının suç işledikleri kanaatiyle Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundum” dedi.
“TERÖRLE MÜZAKERE EDER HALE GELİNDİ”
Özcan, Ak Parti iktidara gelmeden önce terör örgütünün bitme noktasına geldiği görüşünü savunarak sözlerinişöyle sürdürdü:
“Gelinen noktada çok büyük bir kırılma yaşandığını görüyoruz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti terörle mücadelenin yanı sıra devlet organlarıyla doğrudan Başbakana bağlı Milli İstihbarat Teşkilatı’yla terörle müzakere eder hale gelmiştir. Yeni bir dönem başlamıştır. MİT Müşteşarı Hakan Fidan aksi ispat edilmeyen ses kaydına göre şunu söylüyor. ’Ben sayın Başbakanın özel temsilcisi olarak buraya geldim. Ben sayın Başbakanın mesajlarını iletmek üzere buraya geldim’ diyor. Bu çok acıdır. Ben sayın Başbakana soruyorum, Hakan Fidan’ı oraya özel temsilci olarak siz mi gönderdiniz? Bunun cevabını Türk milleti adına bekliyorum. Belki sayın Başbakan kendisine doğrudan bağlı MİT Müsteşarları’nı İmralı’daki terör örgütü liderinin ayağına gönül rahatlığıyla gönderiyor ama bugün Türk halkı gönül rahatlığıyla çocuklarını askere gönderemiyor.”
senin partin de malatya’ya israil-abd füze kalkanı kuruyor, ağzını açıp bir şey söylesene.
1. Füze kalkani degil, füze kalkani projesi içinde radar tesisi
2.Israil-Abd degil, Nato projesi
3.Türkiye’nin Nato üyeligi çerçevesinde Iran’a karsi savunma önlemi
Neresini düzeltelim? Hükümet dis politikada gerçekçi bir çizgi izliyor ve son iki yüzyil boyunca izlenen en bagimsiz, en onurlu dis politika AK Parti’nin dis politikasidir. Israil eksenli sahte anti-emperyalist sloganci provokasyonlara kanmayalim.
Sen ABD’sin, büyük düşün!
17 Eylül 2011
Füze savunma sisteminin, Türkiye’nin şartlarının kabul edilmeden kurulacağı ortaya çıktı. Oysa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, radarın kurulabilmesi için Türkiye’nin şartlarının kabul edilmesi gerektiğini aksi takdirde buna izin verilmeyeceğini söylemişti.
2010 Kasım ayında füze savunma sistemiyle ilgili başlayan resmi süreç krizlerle ilerlemiş ve nihayetinde Türkiye, “Şartlarımız kabul edildi. Radara tamam” mesajı vermişti. Türkiye kamuoyunun da bilgisi bu yöndeydi. Geçtiğimiz günlerde de, Türkiye ve ABD yetkililerince imzalar atıldı, anlaşma yapıldı.
Ancak, ABD’deki önemli yayın organlarından New York Times, Türkiye’ye kurulacak füze savunma sistemiyle ilgili çok çarpıcı bilgilere yer verdi. Beyaz Saray yetkililerine dayandırılan haberde, Türkiye’nin şartlarının kabul edilmediği ortaya çıktı.
NE İSTENDİ NE OLDU?
Türkiye NATO toplantıları sürecinde, bazı şartlar öne sürmüştü. Türkiye, şartların kabul edildiğini açıklamış ve anlaşma yapılmıştı. İşte o şartlar ve gerçekler:
ŞART: Sistem bir ülkenin (ABD) dayatması değil NATO’nun savunma sistemi olmalıdır. Türkiye’nin bütününü ve NATO üyelerinin tamamını kapsamalıdır.
GERÇEK: New York Times’ta yer alan bilgiye göre, ABD’li yetkili “radar ABD radarıdır” dedi. Ayrıca, NYT’deki haberde, ABD Başkanı Barack Obama’nın yetkililerinin “ABD’nin hiçbir kısıtlamayı kabul etmediğini” söylediği bilgisine de yer verildi.
ŞART: Sistem, Türkiye’yi bir grup ülke ile (Rusya, İran, Suriye..) karşı karşıya getirecek, Soğuk Savaş dönemindeki gibi kanat ülke konumuna sokacak bir formül içermeyecek.
GERÇEK: NYT, haberinde İranlı yetkililerin sistemin bölgedeki gerginlikleri artıracağını söylediklerine de dikkat çekerken yine üst düzey bir Obama yönetimi yetkilisine atfen “Sistemin mimari, başta İran olmak üzere, Ortadoğu’dan balistik füze tehditlerine karşı mümkün olan en iyi koruma sağlamak için dizayn edildi. Sistem, hiçbir biçimde Rusya’ya yönelik değildir” diye yazdı. Haberde, Obama yönetiminin füze projesiyle “Avrupa’yı İran’dan potansiyel bir füze saldırısından savunmayı hedeflediği” de yazıldı.
ŞART: Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünülüyorsa, komuta kesinlikle bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” demişti.
GERÇEK: Ancak edinilen bilgiye göre, füze komuta merkezi Almanya’da olacak. Türkiye ise buraya yalnızca üst düzey bir asker gönderecek.
BİLGİLER İSRAİL’E AKTARILACAK
NYT, ABD yetkilisine atfen şu bilgiyi de verdi: “Türkiye’deki radardan gelecek veriler ile diğer birçok bilgiler ve Amerika’nın, füze tehditlerine ilişkin istihbarat değerlendirmelerinin, uzun bir süreden beri var olan düzenlemeler uyarınca İsrail dahil diğer müttefiklerle paylaşılacak.”
HANİ, ABD SÖZÜNÜZE GELMİŞTİ
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, füze kalkanı için Lizbon’da yapılan görüşmeler öncesinde, yeni konsept belgesine ilişkin “Sistemin hiçbir ülkeyi hedef almaması çabamız başarılı oldu. ABD’de aynı konsepte geldi” demişti.
“Türkiye’de tepkiye yol açabilir”
New York Times’ın yanı sıra ABD’nin önde gelen diğer gazeteleri de, Türkiye ile radar anlaşması ile ilgili Beyaz Saray brifingine geniş yer ayırdı. Wall Street Journal, ABD’nin, radardan sağlanacak verilerin İsrail ile paylaşılacağını bildirmesinin Türk kamuoyunda tepki yaratabileceğini belirtirken, “Türkiye’nin de İsrail’de faaliyet gösteren benzer sistemden sağlanan gerçek zaman verilerinden yararlanabileceğini” yazdı. Washington Post ise, anlaşmanın bir “karşılığı”nın söz konusu olmadığını, Türkiye’ye ABD’li insansız hava araçlarının konuşlandırılmasına ilişkin müzakerelerin ayrı yürütüldüğünü kaydetti.
Karşılıklı bağımlılık anlaştırdı
Frankfurter Allgemeine Zeitung, uzun ve zorlu müzakerelerin ardından NATO füze savunma sistemi çerçevesinde Türkiye’ye kurulması kararlaştırılan Amerikan radar sistemini şöyle ele aldı:
“İşin siyasî açıdan önemli üç boyutu var: Birincisi, Türkiye’ye kurulacak Amerikan radar sistemi, 2009’dan bu yana İsrail’in Negev Çölü’nde bulunan sistem ile aynı. İsrail’dekiyle aynı veri tabanına sahip olacak ve İsrail sistemi ile Amerika’daki veri işlem merkezi üzerinden, teknik açıdansa doğrudan bağlantıda bulunacak. İkincisi, Ankara ile Washington arasındaki anlaşma zorlu müzakerelerin ardından geldi. Bunda İsrail ile bu paralellik büyük rol oynadı. İran’ın potansiyel tehdit olarak adlandırılması konusunda da tartışıldı, sonuçta proje kapsamında hiçbir ülke ya da bölgenin adı anılmıyor. Üçüncüsü: Anlaşmaya varılmadan önceki haftalarda müzakereler, Türkiye’ye ait karadaki hava savunma sistemlerinin modernizasyonu konusuna yoğunlaştı…Ankara, Fransız sisteminin yanında Rus S-300 ve hatta Çin sistemini de seçenek olarak gündeme getirip Amerika ve NATO’ya baskı yapmaya çalıştı. Washington ve NATO ise buna karşılık verilerin bloke edilmesi ve Türkiye’yi NATO hava savunma entegrasyonundan çıkarma tehdidinde bulundu. Bu üç boyut ilişkilerdeki tansiyonu ve Ortadoğu’daki sorunlu ortamın etkin bir askerî işbirliğinin önüne çıkardığı engelleri gösteriyor. Aynı zamanda anlaşmadan başka çıkar yol bırakmayan karşılıklı bağımlılığın da bir göstergesi.”
(birgun.net)
NYT gerçek, Disisleri açiklamasi yalan. Bu taktik eski soguk savas propagandalarini andirmakta. Israil lobisinin yalanlarina inanmak zorunda degiliz.
Kaldi ki Israil’le bir savas arzusu da söz konusu degildir. Israil özür dilerse iliskiler yeniden belli bir düzeye oturabilir. Kusura bakmayin, marjinal gruplarin saçmalamalari çerçevesinde politika yapilmiyor. Ama, kim ne derse desin ilk defa Ak Parti hükümetleri döneminde kisilikli bir politika takip edilmekte. Birgün Gazetesi’nin ise ne mal oldugunu çok iyi bilmekteyiz.
füze kalkanı gibi kritik bir konu, TBMM by-pass edilerek oldubittiye getirildi, bayram tatilinde yani meclis kapalıyken füze kalkanının kurulmasına karar verildi, konu meclise getirilmeden, kapalı kapılar ardında iş bitirildi, TBMM gibi bir kurum açıkça devreden çıkarılmıştır, vahim bir durumdur.
oldu da bitti maşallah, füze kalkanı kurulur inşallah!!
kıvır kıvır, siz doğunun oryantalizmini aldınız galiba?
akpci…sana diyorum…israil’e kalkan oldunuz daha neyi konuşuyorsun?
libya haçlı seferine katılırken bile hiç değilse TBMM den onay alınmıştı, mecliste 24 mart 2011 gizli oturumunda neler konuşulduğu ise devlet sırrı kapsamına sokuldu, devlet sırrı nedir, ihanetin kılıfıdır, her türlü ihanet devlet sırrı örtüsü altında gizlenir, örtbas edilir.elbette bir gün bu gizli oturumda neler konuşulduğunu öğreniriz, ya wikileaks açıklar, ya da bir başka yerden internete düşer.
Bak hele bak. Sana mi ihanet edilmis? Sen kimsin ki? Senin fasist generallerine mi ihanet edilmis, onlar kim ki? Senin adi cumhuriyetine, satilmis Kemal’ine, igrenç dogmalarina mi ihanet edilmis, bunlar nedir ki? Siz gidin, biraktigimiz yerde otlamaya devam edin, her türlü komployu yaptiniz, darbe yapmayi basaramadiniz, keser döndü, sap döndü ve…her türlü iftirayi attiniz, her yolu denediniz, seçimleri de kaybettiniz… artik bu yoldan vaz geçin, daha fazla rezil olmayin. Halk ne isterse, o olmakta.
AKP-İsrail ilişkileri;
* Siyonist ADL’den ödül alan,
* Finans spekülatörü (veya halkın deyişiyle “haramzade”) ve pek yardımsever siyonist George Soros’un vakıf/dernekleri ve “turuncu” aydınları tarafından desteklenen,
* İsrailli firmalarla sıcak ilişkileri olan (bkz. http://www.red.web.tr/site/popup/haber-yazdir.asp?haber=1050), * Siyonist-lobi güdümlü Obama hükümetinin sözünden çıkmayan,
* Suriye sınırındaki mayınlı arazileri 49 yıllığına İsrail’e peşkeş çekecekken son anda suçüstü yakalanan,
* Füze kalkanı, Barzani ittifakı, Suriye seferi gibi yollarla İran’ı kuşatacak olan,
* Mavi Marmara olayından hemen sonra kapalı kapılar ardında İsrailli yetkililerle Davutoğlu’nu görüştüren (kısacası İsrail’e “biz aslında sizin tarafındayız, şimdilik şov yapıyoruz” diyen) ve yine suçüstü yakalanan,
…ve daha pek çok siyonist icraatın altına imzasını atan, Tayyip değil midir?
(düzeltme) yukardaki haber linki şöyle olacak: http://www.red.web.tr/site/popup/haber-yazdir.asp?haber=1050
(bu yazı “Birgün Gazetesi’nin ise ne mal oldugunu çok iyi bilmekteyiz.” diyen aklı evveller için…)
İsrail solundan Bağımsız Filistin’e destek
19 Eylül 2011
Haberi Paylaş |
*
*
ONUR EREM/BİRGÜN
İsrail ile Türkiye arasında yaşanan son dönemdeki politik çekişme bazı çevreler tarafından halklar arası bir düşmanlığa indirgenmek isteniyor. Her iki ülkede de savaşı, militarizmi ve şovenizmi savunanların ve bu duyguları yerleşik hale getirmek isteyenlerin sayısı bir hayli fazla. Buna karşılık yine her iki ülkede de hatırı sayılır bir grup var; Her şeye inat barışı, halklar arasında kardeşliği savunan. İsrail’deki Meretz Partisi de bunlardan biri. Filistin’in bağımsızlığını savunan, bölgede kalıcı barış isteyen, agresif politikalara son verilmesini isteyen, Türkiye-İsrail gerilimine milliyetçi duygularla bakmayan “başka türlü bir İsrail”in de mümkün olduğunu gösteren Meretz’in Genel Sekreteri Dror Morag ile bölgedeki gelişmeler hakkında konuştuk.
Filistin’in bağımsızlığı önümüzdeki günlerde BM’de oylanacak. Sizin oylama hakkındaki tutumunuz nedir?
Biz Meretz olarak bağımsız bir Filistin’i savunuyoruz. 1967 sınırlarına göre kurulmuş iki devlet, bölgedeki çatışmaları bitirebilecek bir çözümdür. Filistin halkının bağımsızlık isteğine saygı duyuyoruz, her halk gibi onların da bağımsızlığı en temel haklarıdır. Binyamin Netanyahu hükümetine de Filistin’in bağımsızlığını tanıma çağrısı yaptık, ancak onlar çözüm değil, çözümsüzlük istiyorlar.
İsrail’i sarsan sosyal protestolar hakkında ne düşünüyorsunuz?
İsrail’i bir süredir saran protesto dalgaları halkın isyanıdır. Bu süreçte aktif olarak yer alıyoruz. Protestocular doğrudan tabanda örgütleniyorlar. Sosyal demokrasiyi savunan, refah devleti ve eşitlik getirmek isteyen bir parti olarak bu konuların halkın gündeminin merkezine girmesini görmekten mutlu olduk. Bizce bu protestolar, İsrail toplumunun önceliklerini değiştirmek için büyük bir şans.
Arap ülkelerinde yaşanan olayları nasıl görüyorsunuz?
Arap Baharı ile bölgedeki ülkelerde olumlu bir değişiklik olmasını umut ediyoruz. Şu anda radikal elementlerde bir yükseliş olsa da uzun vadede bunların azalabileceği düşüncesindeyiz.
Türkiye-İsrail ilişkilerine gelirsek, Ankara ile Tel Aviv’in arasının açılmasının tek nedeni Mavi Marmara olayı mıdır?
Türkiye ile İsrail arasındaki dostluk uzun yıllara dayanıyor. Türkiye, İsrail kurulduğunda onu tanıyan ilk ülkelerden biriydi. İlk ülkenin arasındaki ilişkiler hem stratejik önem taşıyor, hem de bölgedeki istikrara katkı sağlıyordu. Bugün bu noktaya gelmemizin nedeni tamamen hükümetlerin yönetimsel hatalarıdır. İki ülkenin lideri de ulusal çıkarlarının yerine egolarını ön plana koydukları için ilişkiler bu hale geldi. Artık iki ülkenin de için stratejik ve ekonomik zararlar göreceği bir noktadayız. Bu zararlar geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açmadan iki ülkenin de çabalayarak ilişkiler düzeltmesi gerekmektedir.
Erdoğan Ortadoğu ziyareti çerçevesinde Filistin’i ziyaret edecekti, ancak son anda planları iptal oldu. “Gazze’yi bir gün kesinlikle ziyaret edeceğim” diyen Erdoğan’ın Gazze’yi ziyaret etmek istemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan’ın Filistin’e gelme niyeti konusunda şüphelerim var. Eğer geldiğinde El Fetih ve Hamas’ın arasındaki ayrılığa son vererek Filistin’in birleşmesini sağlayacaksa, Hamas’ın radikalliğini azaltacak adımlar atacaksa, bu hayati ve önemli bir ziyaret olur. Ayrıca İsrail ve Filistin tarafları arasında tutukluların değişimi konusunda görüşmeler yaparak insani acıları azaltacak adımlar atmasını dileriz. Böyle bir adım İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkiler için de yeni bir başlangıç olabilirdi. Bunları yapmayacaksa gelmesinin anlamı da yok. Ama maalesef Erdoğan, ziyaret niyetinin bunlar olup olmadığını açıklamadı.
İsrailli askerlerin geçtiğimiz haftalarda Mısırlı askerleri öldürmesinin ardından iki ülkenin arası iyice açıldı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
İsrail ile Mısır arasındaki gerginliğin bir an önce bitmesini istiyoruz. Umarım iki ülke arasındaki barış anlaşması yıllar boyunca bozulmadan devam eder. Ama bunun için iki ülkenin de çaba göstermesi lazım. Son dönemde yaşanan çatışmalar sonucu Mısır’lı askerlerin öldürülmesi bizi üzdü. Bu olayın ardından hem Mısır’dan İsrail’e atılan bombalarda hayatını kaybeden İsraillilerin ailelerinden hem de hayatını kaybeden Mısır’lı askerlerin ailelerine başsağlığı diledik.
***
BBC anketinden Filistin devletine destek çıktı
Filistinliler bu hafta Birleşmiş Milletler’e devlet statüsüyle tam üyelik başvurusu yapmaya hazırlanırken BBC’nin 19 ülkede düzenlediği ankette, katılımcıların çoğu Filistin devletine destek verdi.
TÜRKİYE’DEN YÜZDE 60 ORANINDA DESTEK
Filistin’in devlet statüsü için başvuru planlarına Türkiye’den yüzde 60 oranında destek, yüzde 19 oranında ret kararı çıktı. Pakistan’ın desteği yüzde 52, Çin’in desteği ise yüzde 56’yı buldu.
ABD’de ankete katılanların yüzde 45’i Filistin’in tanınmasına destek verirken yüzde 36 oranında red oyu geldi.
BBC muhabirinin verdiği bilgiye göre BM’nin Filistin devletinin 1967 Arap İsrail savaşı öncesi sınırlara dayalı olarak kurulması gerektiği konusunda neredeyse bir fikir birliği mevcut.
Ancak bu yöndeki girişimlerin Güvenlik Konseyi’nde ABD tarafından veto edilmesine kesin gözüyle bakılıyor.
***
Abbas: Devleti geri kazanacağız
Filistin lideri Mahmud Abbas, ABD ve İsrail’den gelen baskılara rağmen gelecek hafta Filistin’in 1967 sınırları kabul edilerek Birleşmiş Milletler’e tam üyeliği için başvuracaklarını açıkladı. BM Genel Kurulu’nun bugün başlayacak açılış toplantıları tarihi bir girişime tanıklık edecek.
Filistin lideri Mahmud Abbas, 23 Eylül günü Genel Kurul’da yapacağı konuşma sonrasında bağımsız Filistin Devleti’nin BM’nin 194’üncü üyesi olarak kabul edilmesi için başvuru yapacağını resmen açıkladı.
Filistin’in bu talebini BM’ye taşımaması için uzun süredir Abbas’a baskı yapılıyordu. ABD, net bir şekilde bu talebi veto edeceğini açıklamış, İsrail tarafı ise “ağır sonuçları olur” tehdidini savurmuştu. AB ise Filistin’i BM’deki statüsünün “gözlemcilik”ten “üye olmayan tüzel yapı”ya terfi ettirilmesiyle yetinmesi için iknaya çalışıyordu.
‘DEVLETİ GERİ KAZANACAĞIZ’
Ancak Abbas, önceki gün katıldığı toplantıda “tam üyelik” talebinden geri adım atmayacaklarını ilan etti. Abbas, akşam 1967 yılındaki sınırlar esas alınarak ve Doğu Kudüs’ün başkent olması öngörülerek BM Güvenlik Konseyi’ne başvuruda bulunacaklarını açıklayarak, “Artık dünya bizi tanısın” dedi. Abbas, Kudüs’ün önceden de Filistinlilerin başkenti olduğunu, başkenti Kudüs olan Filistin devletini “geri kazanmak istediklerini” belirtti.
BM üyesi ülkelerden 126’sı Filistin’i tanıyacağını açıklamış durumda.
‘VETO DÜNYAYI DEĞİŞTİRİR’
Filistin’in yapacağı bu başvuru ABD’yi de oldukça zor bir duruma sokuyor. Zira tam üyelik başvurusunun kabul edilmesi için 15 üyeli BM Güvenlik Konseyi’nin onayı gerekiyor. Konseyde veto hakkına sahip beş üyeden biri ise ABD. Bugüne dek konseydeki İsrail karşıtı tüm kararları veto eden ya da çekimser kalan ABD, bağımsız Filistin devletine karşı oy kullanırsa bu kez Arap müttefikleri ile arası açılacak.
ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Prens Turki El Faysal da New York Times’ta yazdığı makalede “Bir devleti veto edin ve bir müttefik kaybedin. ABD, veto ederse birçok alandaki Suudi-Amerikan ortaklıklarını riske atar. Irak, Afganistan, Yemen ve Körfez de bunlara dahil” uyarısı yaptı. Etkin Amerikan haber sitesi Drudgereport da “dünyayı değiştirebilecek veto” yorumunu yaptı.
Biz bir yahudi kurumu bize ödül verirse bundan mutlu oluruz. Biz anti semit degiliz. Yahudilere karsi degiliz. Israil’e karsi degiliz; Netanyahu’ya, daha da çok Lieberman’a karsiyiz. Siz solcular, marksist-leninistler, kendine anarsist süsü veren Stalinci totaliter rejim taraftarlari ise anti-smitsiniz, yahudi dusmanisiniz, fasistsiniz, irkçisiniz, kemalistsiniz, gericisiniz, ins
insanlik düsmanisiniz, anakroniksiniz, hizbullahtan, talibandan, elkaidadan daha çirkef, daha tehlikeli, daha rezil daha adi, daha ilkel, daha igrenç ve daha çagdisisiniz.
Casus Belli,
ADL sıradan bir yahudi kurumu değil, siyonizm odaklı lobicilik faaliyeti yürüten (ve siyonizmi eleştiren araştırmacıları ve yazarları, baskı, karalama gibi yollarla sindirmeye çalışan) kurumlardan bir tanesidir (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Anti-Defamation_League#Criticism yetmezse, James Petras’ın ABD’deki siyonist lobi hakkındaki makalelerini okuyunuz). Siyonizme karşı çıkmak, antisemitizm değildir. Savaşlara, finans oligarşisine, siyonist işgale karşı çıkan ortodoks yahudilerin ve daha milyonlarca yahudi kardeşimin, başımın üstünde yeri vardır. Sen bizi ırkçılıkla suçlayacağına, önce AKP’nin yukarda sıraladığımız “icraatlarına” cevap vermeye çalış.
…ve mümkünse düzgün bir cevap vermeye çalış.
Gün Zileli`nin Birgün gazetesinde çıkan “HAMA-LONDRA HATTI” adlı yazısında kurumumuz olan
DAY-MER hakkında yazdıkları,yönetim kurulu olarak bizlere cevap hakkı doğurmaktadır.Yazı
Türkiye’de yaşayan ama DAY-MER`i tanımayan Birgün okuyucularına yanlış izlenim verebileceği
gibi, bizlere de DAY-MER`i anlatabilme fırsatı vermiştir.
DAY-MER (Türk-Kürt Toplumu Dayanışma Merkezi) 1989 yılında Türkiye’den İngiltere’ye göç
eden Kürt ve Türklerin kurmuş olduğu bir kitle örgütüdür. Kurulduğu günden bu yana, Kürt
ve Türklerin göçmen olmalarından kaynaklanan sorunlarıyla mücadele etmiştir. Ama DAY-
MER sadece göçmenlik sorunlarıyla uğraşmamış, yaşadığımız ülke olan İngiltere’nin içinde
süren sınıf mücadelesinde de yerini almıştır. Kürt – Türk işçi ve emekçilerin İngiltere’deki işçi
sınıfının bir parçası olduğunu ısrarla savunmuş, mücadelesini yerli göçmen işçilerin birliği ilkesi
temelinde yürütmüştür. Nerede bir işçi eylemi varsa DAY-MER orada olmuştur.1990`lı yıllarının
ortalarında binlerce Kürt-Türk ve diğer uluslardan emekçinin calıştığı tekstil atölyelerinde
örgütlenmeler kurmuş, onlarca grev ve eyleme imzasını atmıştır. Liverpool liman işçilerinin
grev ve direnişlerinden, Magnet işçilerinin eylemine, JJ fast food işçilerinin eylemine,Hillington
işçilerinin eyleminden, Ford işçilerinin eylemine kadar onlarca grev,eylem ve direnişte DAY-MER
işçi ve emekçilerin yanında yer almış onlarla birlikte mücadele etmiştir.
DAY-MER sadece işçi eylemliklerinde değil,tüm toplumsal olaylarda duyarlılığını göstermiş ve
sorumluluğunu yerine getirmeye calışmıştır. İngiltere’deki savaş karşıtı, üniversite harçlarının
arttırılması ve kamu kesintilerine karşı mücadelenin en önlerinde yerini alarak,yerli göçmen tüm
duyarlı kesimlerin dikkatle izlediği bir mücadele örgütü olmayı alnının teri ve bileğinin hakkıyla
kazanmıştır.
DAY-MER bir kitle örgütüdür. Üyelerini işçiler,işsizler,öğrenciler,öğretmenler,esnaflar,ve
sanatçılar gibi toplumun çeşitli kesimleri oluşturmaktadır. Ama tüm bu kesimleri DAY-MER`de
örgütleyen, DAY-MER`in işçi sınıfı ideolojisine ve sosyalizme olan inancından başka birşey
değildir.
Londra’da 6 Ağustos’ta başlayan ve kısa sürede tüm İngiltere’ye yayılan eylemler patlak
verdiğinde,DAY-MER üzerindeki sorumluluğun bilinciyle hareket etmiştir ve etmektedir.Türk,
Kürt, Afro Karayipli, İngiliz ve diğer uluslardan kurum ve kuruluşları biraraya getirmiş, onlarca
toplantı,basın açıklaması,yürüyüş ve gösteri düzenlemiştir ve hala düzenlemektedir.Bu olayların
kapitalist sistemin bir sonucu olduğunu, patlak veren olayların sorumlusunun bu olaylara katılan
gençler değil,İngiliz hükümetinin uyguladığı politikalar olduğunu her defasında dile getirmiştir.
Gün Zileli`nin bahsettiği bildiride Londra’daki Türk-Kürt derneklerinin, Kürt -Türk kamuoyuna
yönelik yayınlamış olduğu ortak bir basın açıklamasıdır. O basın açıklamasının bir cümlesinin
cımbızla çekilip DAY-MER` e hakaretler yağdırılmasının çok anlamlı ve kabul edilebilir yanı
yoktur.Tüm bildiride anlatılan ve ya anlatılmak istenenin üstünden atlanması ve Gün Zileli
gibi yıllardır “politikayla” uğraşan biri tarafından yapılması bizlerce art niyetten başka birşey
değildir. Sayın Gün Zileli bisikletinin arkasına astığı siyah bayrakla, Londra sokaklarında pedal
çevirirken, DAY-MER siyahlara ve göçmenlere polisce yapılan haksızlıklara karşı mücadelenin en
önünde yer almıştır. Yıllar önce Stoke Newington polis karakolu önünde polisle çatışan DAY-MER
üyelerinden onlarcası gözaltına alınırken, herhalde sayın Zileli bisikletinin kopan zincirini tamir
etmekle meşgüldü. Sayın Gün Zileli sizinde dediğiniz gibi “kendi gözündeki merteği görmeyip,elin
gözündeki çöple uğraşıyor konumuna düşmemek gerekir”.*
Siz ne kadar öyle olmadığınızı düşünsenizde,işçi sınıfının artık yok olduğunu ve işçi sınıfı
mücadelesini bittiğini savunan emparyalist,kapitalist kampla aynı noktadan saldırıyorsunuz ve
aynı yoldasınız. Siyah sadece elbiselerinizi değil,beyninizi ve yüreğinizide kaplamış.
DAY-MER gibi mütevazi bir kurumda olsak, söylediklerinizin tersine ” Marx gibi büyük bir
düşünürün ölü ağırlığı “* değil, canlı ağırlığı var sırtımızda,ama o ağırlığı onurla taşıyacak
kocamanda bir yürek taşıyoruz aynı zamanda.
Saygılarımızla,
DAY-MER Yönetim Kurulu
Alıntılar:
*Gün Zileli ile röpörtaj ( Sarphan Uzunoğlu,Jiyan 21-07-11 )