HAİNLER,DÖNEKLER VE DEVRİMCİLER!… (sosyalistforum.org, haydarcanpolat)
Devrimcilik zor zenaatır demişti büyük usta Çernişevski.
Devrimciligi bir iş ve uğraş yani meslek olarak seçenlerin öyle amatörce degil,günün 24 saatini devrime adayacak kadar profeyonelce çalışmaları gerektiginin de altını çizmişti.
Ama galiba bizde zor degil en zor bir zenaattır devrimcilik.
Bu belki bizim toplumsal gelenegimiz,kültürümüz ve hukukumuzla alakalı,yani bu coğrafyaya özgü bir şeydir.
Çünkü bizim devrimcilerimiz sadece burjuvaziyle savaşmıyor,aynı zamanda kendi kendileriyle,kendi degerleriylede savaşıyorlar.Sadce burjuva devleti yıkmayı degil,aynı zamanda kendi kurulu degerlerinide yıkmaya çalışıyorlar ve hatta zaman zaman mücadlenin sivri ucunu kendi yerleşik degerlerine karşı yöneltiyorlar.
Mesela uğruna on yıllarca mücadele ettikleri ve ağır bedel ödeyerek yarattıkları degerleri kendileri kendi elleriyle ve kolayca yıkıp yerle bir edebiliyorlar.
Düşününki düne kadar Deniz Gezmiş e methiyeler düzenler bu gün onu bir çırpıda ve kolayca ergenekoncu ilan edebiliyorlar,ve hatta CİA,MİT ve Konrtr-Gerillanın taşeronu olarak bile.
Dün birlerini en keskin bir tavır ve tutumla ajan ve provakatör ilan edenler bu gün o ajan veprovakatörlere devrimci unurunun iade edilmesini talep edebiliyorlar.
Bunun adı nedir,necedir bilmem ama galiba bana göre burjuvaziye yalakalık ve yaltaklık etmek,en iyi ihtimalle ahmaklık etmek ve kendi suçunu başkasına yüklemenin dayanılmaz hafifligine kapılmak demektir.
Dünyanın hiçbir yerinde devrimci degerler bu kadar hoyratça örselenip ellenmemiştir,tar-ümar edilmemiştir,silikleştirirlip yozlaştırılmamıştır inanın.Devrimciler hiç bu kadar iftiraya uğramamış,günah keçisi ilan edilmemiş,mücadelenin dünü ve bugününe dair bir küfür edebiyatı geliştirilmemeiş,devrimci bilinç hiç bu kadar bulanıklaştırlmaya çalışılmamıştır.
İlyas Aydına devrimci onuru iade edilmelidir yazısını bu sitede gördügümde aklıma bir anekdot anlatmak geldi nedense.En azından yazıya bu anekdotla başlamak istegi doğdu içimde.
1887 yılında cezaevlerinden çıkmaya başladığımız koşullarda haliyle eski arkadaşlar ne yapıyor,ne ediyorlar diye bir merak içindeydik.Bu merakımızı gidermek ve olası mücadeleye yeniden katılmak ve görev almak için eski arkadaşları arar olduk.
Birde baktıkki eski arkadaşların çoğu çoluğa çocuğa karışmış,şirketler kurup ticarete ve SHP gibi bir partide delege ve yönetici düzeyinde burjuva politikasına atılmışlar.
Söz konusu bu arkadaşlardan biri bizi SHP nin düzenlemiş olduğu demokrasi mücadelesive gençlik adlı paneline davet etmişti.
Paneldeki konuşmacılar,Şükran Soner(Ketenci)Munzur Pekgüleç,Çetin Uygur,Av Nebi BarlasVe Ahmet Güryüz Ketenci idi.
Konuşmacıların hemen tümü gençligin demokrasi mücadelesini yanlış anladığını dolaysıyla yanlış kulvarlara savrulduğunu ileri sürerek gençligin yasal sol partilerde parlementer mücadele yürütmeye çağırıyorlardı.
Ama Ahmet Güryüz Ketenci biraz daha ileri giderek aynen şöyle konuşmuştu: biz gençlik örgütlerinde yöneticilik yaparken gençligin mücadlesi haklı ve meşruydu ve düzen içi mücadlenin dışına taşmamıştı en azından biz buna izin vermiyorduk.Ama ne zamanki bu günkü gençligin peşinden koştukları Deniz ler,Mahir ler ve İbrahim ler o gençlik örgütlerini bizim ellerimizden aldılar gençligin mücadlesi yasa-dışı bir mectraya taşınarak haklı ve meşru bir mücadele olmaktan çıktı.Çünkü Deniz ler,Mahirler ve İbrahim ler CİA,MİT ve Kont-Gerilla nın elemanlarıydı.CİA,MİT ve Kontr-Gerilla onların ellerine silah ve bombaları tutuşturdu,orayı burayı bombalattı,bankaları soydurttu,işadamlarını kaçırttı.12 mart muhtırasına yeterli zemin hazırlattıktan sonrada onları yoketme,ortadan kaldırma yoluna gitti.Egerki onları yokedip ortadan kaldırmasa onlar sonradan pişmanlık duyacak ve herşeyi anlatacaklardı.
Ki o Ahmet Güryüz Ketenci 12 martın karanlık iki eyleminden(Kültür Sarayının yakılması veMarmara gemisinin batırılmasından)ötürü yargılanmıştı.
Dinleyicilerin hemen yarısı eski 78 li,yeni SHP li devrimcilerdi ki bir kısmını yakından tanıyorduk.
Hiç kimse Ahmet Güryüz Ketenci in bu komplocu savına karşı çıkmamış hatta en azından sessiz kalarak onaylamışlardı.
Devrimci solcu bir arkadaşın ısrarı üzerine ben söz alıp yarım saatlik bir konuşmayla bu savları boşa çıkarmış ve konuşmacılar başta olmak üzere bir çok kimseyi rahatsız etmiştim.Üzerime yürüyüp şiddet kullanmak ve beni salondan atmak istemiştilerde o zamanki SHP ilçe başkanlarından Yüksel Çengel buna engel olmuştu.
Konuşmacılardan Şükran Soner,Ahmet Güryüz Ketenci ve geçmişte tanıdığım Devrimci-Ögretmen hareketi sorumlularından Seydali Güneş benim SHP li olmadığımı dolaysıyla konuşamıyacağımı ileri sürüp bu partide devrimcilere yer yok,gitsinler kendi partlerini kursunlar ve orada konuşsunlar diye dinleyicileri provake etmeye kakışmaları üzerine Yüksel Çengel bu parti sosyal demokrat bir parti,bu partide üye olanda konuşur,olmayanda ben ilçe başkanı olduğum sürece devrimciler elbette konuşacak ben devrimcileri ezdirtmem diyerek bana konuşmama devam etmemi önermişti.
Yüksel çengel in destegi dinleyicileri etkilemiş olacaktıki kinleyicilerde konuşmama taraf oldular haliyle konuşan ben susmak zorunda kalan onlar oldu.
Ama Ahmet Güryüz Ketenci ertesi hafta Yankı Dergisinde aynı konuşmayı söyleşi olarak yayınlatarak devrimcileri suçlamaya devam etmişti(Yankı dergisi Mart 1987)
89 yılında seçimler yapılmış ve Nurettin Sözen SHP den İstanbul belediye başkanlığını kazanmıştı.Seçimlerden kısa bir süre sonra DİSK in kruluş yıldönümü kokteyli düzenlenmiş veSözen bu kokteyle ev sahiligi yapmıştı.O kokteylde Ahmet Güryüz Ketenci yi Sözene tanıştıran bir partili tanıştırma esnasında Sözene başkanım Ahmet beyi sanırım tanıyorsunuz,kendisi partimizin önde gelenlerindendir dediginde Sözen:tanımazmıyım ben Ahmeti 1968 den beri tanırım hatta onunla ilginç bir anımız bile var.Ahmet bir gün yanında bir gençle bana gelmiş ve bana abi bu arkadaş çok önemli ve büyük bir devrimci önderimizdir,ablası hasta ve sizin hastanede yatmaktadır,ablasının durumuyla bir ilgilenseniz demişti,Bende o büyük devrimcinin ablasıyla epeyce ilgilenmiştim.Ama 12 mart geldiginde birde baktımki Ahmet in bana büyük devrimci olarak tanıştırdığı o genç Mahir Kaynakmış.Yani Ahmet Mahir Kaynak ı bizim içimize sokan arkadaşlarımızdandır.diye gülerek cevaplamıştı partiliyi.
Melih Aşık bu diyaloğu milliyetteki köşesinde yazmıştı.
Burası Türkiyeydi ve burada böylesi şeyler normal karşılanıyordu işte.
Yani MİT,CİA ve Kontr-Gerilllacı biri;devrimcileri MİT,CİA ve Kontr-Gerilacı olarak suçlayabiliyordu.
Hani bir hırsız çalma eylemininin meşruluğunu,herkesin çalarak yaşadığına önce kendisini sonrada başkasını inandırarak sağlarmış ya.Ahmet inkide öyle bir şeydi işte,kendisi ajan veprovakatörse,herkeste öyleydi ona göre.
Gün Zileli nin KÖXÜZ dergisindeki yazısıda benzer kaygılar içermektedir.
Gün de tıpkı Ahmet gibi ajan ve provakatörleri devrimcilerin karşısına çıkarıp devrimcilerüzerinden onları aklamaya çalışmaktadır.
Gün bu işi Ahmet gibi bilinçli yapmıyorsa eger,(ki bana göre bilinçli yapıyordur)onun bu girişimini eski devrimcilerimizde sıkça görülen bunaklık olarak yorumlayabiliriz.
Günün bunama hali çok önceleri başlamıştı zaten.
O içinden geldigi hareketle ters düştügünde kendisini herşeyin odağına koyarak,Aydınlık in 2 numarası Hasan Yalçın degil benim diyerek ve kendisini eski pis işlerin dışında göstererek bunama halinin ilk belirtilerini göstermişti zaten.
Üzüm üzüme baka baka kararırmış derler 90 yllarda 68 lilerin bir kokteylinde Doğu beyde 68 de Denizlere silahları temin edenin kendisi olduğunu ileri sürerek epeyce böbürlenmişti.
Ama aynı Doğu bey kendisinin silaha ve silahlı savaşa hep karşı olduğunu ve yine dağa çıkıp gerilla savaşı yürütmenin çıkmaz bir yol olduğunu Deniz lere müteakip defalar tembih ettigini ama ne yazıkki Denizlerin kendisini dinelemdigini ileri sürmüştü.Üstelik kendisinin sözümona Söke dağlarına çıkıp gerilla savaşı yürüttügünü unutarak.
Günün üzüm misali kararması,Doğu un kap-karalığındandı işte.
Gün ne istiyor?..
İlyas Aydın ın devrimci onurunun iadesini degilmi.
İlyas Aydın la ilgili kararı kendi örgütü yıllar önce vermiş ve onu ajan olarak ilan etmişken Gün ün bu sitegi haddini bilmezlik ve densizlik degilde nedir.
Bu foruma daha önce konuyla ilgili yazmıştım.
İlyas Aydın ın THKP içinde ajan olduğuna dair Mahir in kendi el yazısıyla Hüseyin İnan a ulaştırdığı,Hüseyin İnanın da Mahir in bu notundaki isteginin yerine getirilmesine dair kendi el yazısıyla dışarıdaki arkadaşlarına ulaştırdığı iki tarihsel belge varken bu konuda konuşmak,ahkam kesmek edepsizliktir.,Hele hele İlyas aydın a günlerce işkence yapıldığını ileri sürmek edepsizlik ötesi bir şeydir.
Hüseyin İnanın istegiyle ilgili görevlendirilen THKO lulardan biri Hasan Ataoldur.Hasanın görevi İlyas a hiç bir şey sezdirmeden sadece Filistinde egitim görecegine inandırarak onu sınıra kadar götürmek ve sınırda bekleyen THKO lulara teslim etmektir.
İlyas Aydın THKO luların kampındaykende ona ajanlığı sezdirilmemiş ve normal olarak egitimlere katılaması sağlanmıştır,taki THKO luların sorumlusu Avni Gökoğlu Türkiyeden dönünceye kadar.
Avni döndügünde ancak İlyas Aydın sorglanmıştır ki o sorguda İlyas Aydın a işkence yapılmamıştır.Tanık olan rakadaşlar Avni nin kampa gelidignde İlyas Aydın ın yüzünün renginin degiştigini ve başına gelecekleri az çok anladığını anlatmışlardır.İlyas Aydın ın sorgusunu bildigim kadarıyla bizzat Avni yoldaş yapmış ve infaz kararı Avni yoldaş tarafından yüzüne karşı okunara ve yine bizzat karar avni yoldaş tarafından uygulanarak hemen orada kampta gömülmüştür.
Gün ün İlyas Aydına atfen filistindeki yoldaşlarına ulaşmaktan başka bir düşüncesi olmayan yönündeki degerlendirmesi yalandan başka bir şey degildir.Çünkü o yıllarda THKP den Filistinde egitim gören kimseler yoktur.O yıllarda THKO lular ve 5 TİİKP li(Aydınlıkçı Bora Gözen,ahmet Özdemir vb)vardır.Ve birde Antepliler grubu denen hiç kimseyle alakası olmayan bağımsız bir grup vardır ki bu gruptan bazıları daha Sonra Mihri Bellinin Şamda sıkılıp THKO luların kampına katılmasıyla beraber Mihri ile birlikte hareket etmeye başlamış veMilli Kurtuluş Ordusunu kurarak,İncirlik üssünü havaya uçurmak için Türkiyeye döndüklerinde yakalanmışlardır.
Gün ün eger İlyas Aydın ajan olsaydı toprak altında yatmazdı,Mahir Kaynak gibi görüşlerini yazardı vb iddiası doğru bir iddia olsaydı eger,her toprak altında yatanın nede yüce devrimci olduğuna kolayca karar vermiş olurduk.Yada hasbel kader katledilmeyip yaşayanların ajan yada provakatör olduğuna.
Devrimci olmak,bir örgütsel iradenin içlerinden birini ajan olarak ilan etmesini saygıyla karşılamayı gerektirir.Çünkü bilirki tarihe karşı hesap verecek olan o örgütsel iradedir.
Evet İlyas aydın olayı epeyce bir miktar spekülasyon haline getirilmiştir.
İlyas aydın ın ölmedigi,CİA ajanı olduğu Amerikada uyuşturucu kartetlellerine karşı mücadele ettiginden tutunda bu gün PKK yı esas yöneten kişi olduğuna kadar çok çeşitli rivayetler ileri sürülmektedir.
Mesela Mahmet Eymür İlyas Aydın MİT ajanı degildi ama,onun yabancı bir ülkenin THKP içindeki ajanı olduğunu biliyorduk demektedir.
Gün bu spekülasyonlara kendi cephesinden katılarak devrimcilere kara çalmaya,devrimci degerleri yozlaştırmaya ve devrimci bilinci bulanıklaştırmaya çalışmaktadır.
Gün ün haleti ruhiyesini anlamak pekte zor degildir aslında.
O düne kadar en katı Stalinistti,bu gün Troçkist.
Düne kadar en katı particiydi,bu gün anarşist.
Düne kadar Deniz leri bakkal ve eczane soyguncusu ilan edecek kadar en keskin Deniz düşmanıydı,bu gün Deniz i gerçekten savunan varsa o da bizleriz çünkü biz onun 5 mayıs akşamına kadarki yaşamının tümünü savunuyoruz ve sırf bu yüzden bu günkü hareketimizin adını 5 nayıs koyduk diyecek kadar Deniz ci.
İlyas Aydın ın ajan olup olmadığına biz karar veremeyiz,bu kararı verecek olan İlyas Aydının içinde yer aldığı örgütsel yapıdır ki o yapı bu konuıda kararını vermiştir.
Burjuvazinin kara cüppeli yargıçlığına soyunarak adalet dağıtmaya kalkmak haddimiz olmasa gerek.Tarih devrimcilerin önüne böylesi bir görev koymamıştır.
Gün durumdan vazife çıkarıyor ve kendisini görevli sayıyorsa eger,biz onun bu haddini bilmezligi ve densizligine karşı en sert ve uzlaşmaz bir savaşım veririz.
Gün ünki ihanet ve dönekliktir,ki hainler ve dönekler komünistlerin yanında dağların eteklerine doğru uzanan çöp yığınlarına benzerler.
Ahmet Güryüz Ketenci biraz daha ileri giderek aynen şöyle konuşmuştu: biz gençlik örgütlerinde yöneticilik yaparken gençligin mücadlesi haklı ve meşruydu ve düzen içi mücadlenin dışına taşmamıştı en azından biz buna izin vermiyorduk.Ama ne zamanki bu günkü gençligin peşinden koştukları Deniz ler,Mahir ler ve İbrahim ler o gençlik örgütlerini bizim ellerimizden aldılar gençligin mücadlesi yasa-dışı bir mectraya taşınarak haklı ve meşru bir mücadele olmaktan çıktı.Çünkü Deniz ler,Mahirler ve İbrahim ler CİA,MİT ve Kont-Gerilla nın elemanlarıydı.CİA,MİT ve Kontr-Gerilla onların ellerine silah ve bombaları tutuşturdu,orayı burayı bombalattı,bankaları soydurttu,işadamlarını kaçırttı.12 mart muhtırasına yeterli zemin hazırlattıktan sonrada onları yoketme,ortadan kaldırma yoluna gitti.
bugünlerde herkes söylüyor bunları.. bildiğin ergenekoncu ekip.. kemalist darbeciler..
Haydar Canpolat işkence edilmediğini söylüyor ama ona işkence edildiğini söyleyen, anlatan çok sayıda THKP-C’li var. Üstelik hiç kimse İlyas Aydın’ın ajan olduğunu net bir şekilde söyleyemiyor. Buna Orhan Savaşçı da Oğuzhan Müftüoğlu da vs. dahi. Mahir mahkemede Hüseyin’e not ulaştırıp, “Elrom’u İlyas Aydın öldürdü” demiş ve bu notu da bir subay yakalamış. Orada aleni bir şekilde verilen notun ele geçmemesi gibi bir olasılık var mı? Üstelik Mahir’in Elrom’un öldürülmesi olayıyla ilgili ifadesinin kaç değişik şekil aldığı ve bunun da sonunda örgütünü nasıl parçaladığı bilinirken…
Bir adama açık ve net bir şekilde “ajandır” diyemiyorsan, birazcık vicdanın ve ahlakın varsa hala kıvırtmalarla şudur budur demeyeceksin.
Üstelik, Koray Doğan’ın, İlyas Aydın’ı Genelkurmay’a girerken gördüğünü söylemesi meselesi, Oğuzhan Müftüoğlu’nun Ayrıntı Yayınları’ndan yeni çıkan söyleşi biyografisinde açıklanıyor. O tanıklık, Koray Doğan’a değil, Müftüoğlu’na aitmiş. Koray Doğan, görmüş diye o lafı kendinin yaydığını itiraf ediyor. Üstelik İlyas Aydın’ı da Genelkurmay’a girerken değil, kaldırımda taksi beklerken görmüş. Müftüoğlu da açıkça ajan diyemiyor. Dolayısıyla Haydar Canpolat, “burjuvazinin kara cüppeli hakimi” diye sağa sola küfür ediyor ama, o kara cüppeli hakimden bile daha yoz, bir infaz, cinayet, adam lekeleme, itibarsızlaştırma mekanizmasını savunur durumda.
Gerçekle böyle bir hastalıklı ilişkisi olan kişilerin, devrimcilik, değer diye yoldaşlarını kurşuna dizmeyi gösteriyor olması da utanç verici. Asıl karşıdevrimci olan bu kokuşmuş durumdur.
Enteresan bir ”retoriği” var adına ”devrimci”lerin. Özünde her ”otoriter” ethica’nın kullandığı argüman ve itibarsızlaştırma tekniklerinden ibaret. İhanet, dönek, hain, ajan vs kelimeleri ağızlarından düşmüyor. Elbette bunun ”kendi davaları” için, karşılığı reel olan durumlar mevcut olabilir; ancak, ”fikri değişim” yaşayan her birey için de benzer cümlelerle saldırıya geçmeleri ”patalojik” bir hadisedir.
G. Zileli başta kendisi geçmişte savunduğu bazı fikirleri savunmadığını anlatmakta. Bu ”dönüşümü”n altını somut ve tutarlı biçimde dolduruyorsa bu takdir edilesi bir durumdur. Bunlara kalsa geçmişinde ”muhafazakar bir müslüman”, şimdiyse ”ateist” olan birine de ”dönek” diyecekler. Ki otoriter ahlakın ”din”i lügatinde karşılığı var: MÜRTED.
Esnek olmayan her fikri irade ve tavır, aslında böylesi bir retoriğe ihtiyaç duyar; zira, esneklik ve farklılığa tahammül edilmeyen her türden kurumsallaşmış sosyal/politik organizasyonun yegane tavrı ”baskılama”dır. Baskılama/zorlama da ”tahakküm”e hizmet eder. Devrim mitosuyla ”afyonlanan” kitlelerin ”kolayca” baskılamayı gerek sosyal gerekse politik yaşamda/tavırlarında meşru görüp takdir edebilmelerinin başlıca nedeni de, karşı olup mücadele ettikleri ”burjuva devlet ve otoritesini” aslında tersten üretmeleridir. Onlar ki ”iktidara ve otorite”ye karşı değildirler, yalnızca iktidar ve otoritenin ”devrim”(?) olanını arzu etmektedirler. Bu uğurda, bu amaca hizmet etmeyen her birey feda edilebilinir, her türden eyleme girişilebilinir!
Onlar için ”şiddet ve otoriterlik” genel bir kültürlenme sorunu ve açmazı değildir çünkü. O yüzdendir ki ”KATLN” katliamını yıllar yıllar boyu ”sessiz” kalmayı tercih etmiş, hatta meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Daha tarihin çöplüğünde aydınlanması gerekli nice bu tarz katliamlar vardır elbette.
Türkiye Devrimci hareket tarihine bakıldığında(özellikle silahlı olanlar) nicelerinin ”ajanlıkla”, karşı devrimcilikle suçlanıp infaz edildiğini bilen biliyor. Kurdukları örgütlerde bireye neyi okuması neyi okumaması gerektiğini ”parti disiplini” altında dayatan bir zihniyetten bahsediyoruz. Hoş, onların lügatında ”birey” de pek yoktur ya.
Aslında, bu tarz otoriter kollektif/bireysel algılar amaçları farklı siyasal, politik ve ahlaki ideaların kültür tarihinde belirli bir ”sürekliliği” ihtiva ederler. Bugünün ”otoriter” anlayışlarını gerek toplumsal, gerek siyasal kurumsal/sosyal/kültürel algı biçimleri ve kültürlenme modellerinden yalıtık düşünemeyiz. Uzun sözün kısası ortada basbayağı bir ethic süreklilik söz konusudur. Yeryer bu algılara karşı ”birey”i oldukça güçlü biçimde savunan ahlaki/politik öğretiler söz konusu olduysa da yeter derece yaygınlaşmamışlardır…
her yonuyle arastirmaya deger yazi