Dün öğleden sonra Taksim’de metrodan çıkar çıkmaz küçük bir olayla burun buruna geldik. 30-40 kadar PKK’lı genç, ellerinde Abdullah Öcalan’ın posterleriyle küçük bir yürüyüş yapıyorlardı. Birileri de onlara karşı bağırıyordu. Bir çatışma çıkması olasılığıyla alarma geçerek o tarafa doğru seğirttim. Bağırıp çağıranlar, görebildiğim kadarıyla, belki de karı-koca olan iki kişiydi. Kadın iyice kendinden geçmişti. “Katiller” falan diyordu. Bu, tipik bir provokatör tavrıydı ama kadının profesyonel bir provokatör olduğunu sanmıyorum. Kucağında bebeği olan genç adamın yüzü ise kızgınlık ve heyecandan kül gibiydi ama kadın kadar yüksek sesle bağırmıyordu. Elinde Mustafa Kemal’li Türk bayrağı vardı. Onun yanına yaklaştım yatıştırmak için. O da “katil bunlar” falan gibi bir şeyler söylüyordu. “Bak kardeşim” dedim ona, elimi omzuna koyup, “onlar da çok kayıp verdiler. Biraz anlamaya çalış. Kimse seni PKK’lı olmaya zorlamıyor.” Genç adam bana yanıt vermedi ama ilerden Mustafa Kemal’e laf eden bir gence, “ona laf edemezsin, o bu cumhuriyetin kurucusudur” diye laf yetiştirmeye çalıştı. Neyse ki, araya girenlerin çabalarıyla bağıranlar uzaklaştırıldı ve Allah vermeye, bir çatışma oracıkta önlenmiş oldu. Alanın ya da Taksim Gezisi’nin başka yerlerinde de buna benzer olaylar yaşanmış olabilir.
Gece haberlerde, İzmir’de Türk bayrağı taşıyan kalabalıkla Öcalan posteri taşıyan PKK taraftarı gençler arasında bir çatışmanın kıyısına gelindiğini, son anda PKK’lıların olay yerinden uzaklaşmasıyla çok olası bir çatışmanın önüne geçildiğini dinleyince bu yazıyı acilen yazmamın elzem olduğuna karar verdim.
Şu bayrak meselesinden başlayalım. Öncelikle şunu belirteyim: Bayrak taşıyan herkesin İP’li olduğunu sanmak büyük bir yanılgıdır. İP, halk içinde kendiliğinden gelişen bir eğilimi, büyümenin yolu olarak bu kitleyle bağ kurmanın gereğini tespit etmiş ve tabii ki, her zamanki siyasi oportünizmiyle bu eğilimi körükledikçe körüklemiştir. Ve açıkça belirtmek gerekir ki, bu sayede de epeyce güç toplamıştır ve toplamaya da devam etmektedir.
Bu insanlar bayrağı ve Mustafa Kemal’i AKP iktidarına karşı direnmenin sembolü olarak düşünmektedirler. Onlara göre, AKP iktidarı Atatürk düşmanıdır ve T.C. devletini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. AKP bunu yapmaya çalıştığına göre, onlar da AKP’ye karşı mücadelede bu sembollere sarılmaktadırlar. Onların kendiliğinden (ya da bir miktar, CHP’nin ve İP’in körüklemesiyle) böyle düşünmesi anlaşılabilir bir şeydir de, adında “komünist” olan bir partinin direnişe ilişkin bildirisinde şöyle yazmasına ne demeli:
“12 Eylül faşist darbesiyle birlikte emekçi halka, sola, Kürtlere karşı gerici ve şoven saldırıların aracı olarak kullanılmak istenen ay-yıldızlı bayrak, halkımız tarafından faşizmin elinden alınmış, bir kez daha Deniz Gezmişlerin, yurtsever halkın elindeki bayrağa dönüşmüştür.” (“Emekçi Halkın Seçeneği Mutlaka Yaratılacaktır” başlıklı tarihsiz bildiriden)
Türk bayrağıyla AKP iktidarına muhalefet ettiğini sanan insanlara derdimi anlatmaya çalışmaktansa bu satırlarla tartışmaya gidişmek daha işime geliyor doğrusu. Zaten eli Türk bayraklı arkadaşlarıma söyleyeceklerim de aynı şeyler.
Bence durum, TKP bildirisinin söylediğinin tam tersidir. Yani ay-yıldızlı bayrak faşizmin elinden alınmış falan değildir. Bir el değiştirme olduğu doğrudur ama bu el değiştirmede halk faktörü yoktur kesinlikle. Türk bayrağı Türk devletinin bayrağıdır. Türk devletinin eski sahipleri AKP karşısında yenilgiye uğramış ve Türk devleti AKP iktidarının eline geçmiştir. Dolayısıyla Türk devletinin klasik iki sembolü olan Türk bayrağı ve Atatürk sembolleri de Türk devletinin yeni sahibi AKP iktidarının eline geçmiştir. Şu anda Silivri’de ikamet etmek zorunda bırakılan eski devletin sahiplerini AKP’nin tek alternatifi olarak görme eğiliminde ya da yanılsaması içinde olan iyi niyetli birçok insan, bu yüzden, yani bir yanılsamayla, bayraklara, Atatürklere sarılmaktadır. Bu yanılsamanın yıkılması elbette zaman alacaktır. Sabırla ve dostça bir tartışma içinde onlara bu durum anlatılmalıdır.
Mesela ben Türk bayrağı taşıyanlardan biri olsam, Tayyip Erdoğan’ı karşılamaya giden insanların ellerinden Türk bayraklarını düşürmemesi üzerinde biraz düşünürdüm. Halka gaz bombası atan polislerin kollarındaki ay-yıldız kokartının üzerinde de düşünürdüm. Tayyip Erdoğan’ın basın toplantılarında arkasından eksik etmediği dev Atatürk fotoğrafının ne anlama geldiği üzerinde de düşünürdüm. Türk devletini AKP iktidarı ele geçirmiştir ve dolayısıyla bu semboller de artık onlara aittir. Elbette bu arkadaşlar, AKP’nin sahtekârlık yaptığını söyleyeceklerdir. Oysa iyi bilinmelidir ki, siyasal simgelerde sahtekârlık diye bir şey söz konusu değildir. Devleti ele geçiren biri onun sembollerine de sahip çıkıyorsa o sembol artık onun olduğu için sahip çıkmaktadır. Örneğin Muaviye’nin kurana sahip çıkmasının, Kruşçev’in orak-çekiçe sahip çıkmasının sahtekârlık olduğunu söylemek beyhudedir. Benimsenen semboller sadece sahipliği tescil eder. Yanılgı içinde olan, hâlâ eski anılara takılıp kalanlardan başkası değildir. Gerçi eski sahipler de pek matah bir şey değildi ya, bu da ayrı bir konudur.
Bu arkadaşlara söylenecek bir başka nokta daha var. Bugüne kadar AKP iktidarına karşı, eski devlete sahip çıkarak mücadele eden, diğer muhalif güçlerin yanı sıra, önemi yadsınamayacak bir ulusalcı muhalefet de söz konusudur. Ama şu tarihi anda bir halk patlaması meydana gelmiş ve ortaya, bu zamana kadar net bir şekilde görülemeyen bambaşka bir muhalefet unsuru çıkmıştır. AKP iktidarından rahatsız olan, çok farklı renkleriyle bir halk devrimi patlamasıdır bu. Elbette ulusalcılar da bunun bir parçasıdır ama şöyle bir çevrenize bakın, bu halk patlaması hiç ulusalcı renklere boyanabilecekmiş gibi görünüyor mu? Hayır, hiçbir renk baskın çıkamayacaktır bu patlamada. O, her rengi içine alan yepyeni bir olgudur. Herkes ama herkes bu olguyu iyi tahlil etmeli ve anlamaya çalışmalıdır. Bu halk patlamasına damgasını vurmak isteyen kim olursa olsun, inanın, gerçek anlamda bölücü damgasını yiyecektir.
Buradan Kürt siyasi hareketinin tutumuna geçebiliriz. Bu direnişin en başında Kürt siyasal hareketinin önderlerinden Sırrı Süreyya Önder yer aldı. Bu, Kürt siyasal hareketi için muazzam bir artı puandı. Ama sonra, “yurtsever” adını verdikleri Kürt milliyetçisi yönelimleri ve Türk bayraklıların Türk milliyetçisi eğilimlerine tepki nedeniyle hareketin kıyısında durma tutumuna girdiler. Bu, büyük bir hataydı. Demir Küçükaydın, bu hataya ilk dikkat çeken ve Kürt siyasi hareketini dostça eleştiren arkadaş oldu. Bu yazısını beğenip siteme de koydum. Sonra baktılar ki olmayacak, belki de “siyasi dâhi” önderlerinin de işaretiyle hareket içinde yer almaya karar verdiler. Evet ama bu yer almada bazı tuhaf uyumsuzluklar var. Birincisi, Kürt siyasi hareketi bütün kitlesel gücünü meydanlara sürmüş değil. Aslında hâlâ kenarda duruyorlar. Öyle olmasaydı, her kitle hareketinde fedakârca öne atılan, giysilerinden hemen tanınan o Kürt kadınlarını kitle halinde görürdük sokaklarda. Yoklar, hayır yoklar. Yani Kürtlerin ana kitlesi hâlâ sokaklarda değil. Eğer olsalardı sokakların manzarası çok esaslı bir şekilde değişirdi ve çok da güzel olurdu. Türkiye’nin dört bir yanında kitlesel hareketler olduğu halde, Diyarbakır’da “dostlar alışverişte görsün” kabilinden yapılan bir gösterinin dışında Kürt dünyası hâlâ sessiz ve beklemede.
Üstüne üstlük Kürt siyasi hareketi önemli bir hata daha yapıyor. Esas kitlesini değil, küçük gençlik gruplarını sürüyorlar alanlara. Üstelik nasıl sürüyorlar… Sırf Abdullah Öcalan posteri gezdirmek amacıyla. Kardeşim, siyasi mücadelede taktik diye bir şey vardır. Ulusalcı güdüleri azdırmak için sanki kasten yapar gibisiniz bunu. Sizin bütün derdiniz Öcalan’dan ibaret mi? Meydanlara kalabalık kitlenizle birlikte o güzelim sloganlarınızı sürsenize. Barış talebinizi seslendirsenize. “Biji azadi” diye ortalığı inletsenize. Bence insan biraz rakibinden de öğrenmesini bilmelidir. Bakın İP’in sokak gücü olan TGB’ye. Örneğin “Silivri” sloganını hiç atıyorlar mı? Ortalıkta hiç D. Perinçek posteri dolaştırıyorlar mı? Yapmıyorlar bunu, çünkü deneylerden ders çıkartıyorlar. İki yıl önce gazetecilerin tutuklanmasına karşı Taksim’de yapılan bir gösteriye dev bir D. Perinçek posteriyle gelip gösteriyi bölmüş ve bu yüzden gazeteci kitlesinden esaslı bir tepki almışlardı. Demek bundan ders çıkartmışlar ki artık böyle bir şey yapmıyorlar. Dediğim gibi, Silivri ile ilgili slogan bile atmıyorlar. Neden? Çünkü akıllılar. Böyle bir şey yaparlarsa kendi dışlarındaki kitlenin tepki göstereceğini hesap ettikleri kesin. Peki, otuz yıllık çetin bir politik mücadele deneyimine sahip Kürt siyasi hareketinin önderliği nasıl oluyor da bu kadar beceriksizce davranıyor? Gerçekten hayret ediyorum.
Yazıyı bitirirken, daha çok örgüt dışı genç insanların oluşturduğu bir inisiyatifin başlattığı bir hareketten de söz edeyim. Bu sabah Twitterden ulaşmış bana. Bu hareketin esas yönelimi, bütün siyasal örgütlere duyulan güvensizlikten kaynaklanıyor ve temelde haklıdır. Ne var ki, bu genç arkadaşların hatası, politik örgütlerle arasına mesafe koymaya çalışırken, iyice apolitik bir tavra savrulmaları ve âdeta bu savrulmayı kutsamalarıdır. Bu büyük bir yanılgıdır. Politikaya karşı olmakla politikaya ilgisiz bir apolotiklik içine girmek aynı şeyler değildir. Bir röportajımda da belirttiğim gibi, böyle yaparsanız, ilgisiz kaldığınız politika timsahı gelip sizi mideye indirir. Politik partilerle mücadele iyi de, apolotikliği bir tutum haline getirmek, insanları politik partilere karşı bilinçlendirmez, onların karşısında savunmasız bırakır. Apolitizm, politikanın panzehiri değil, katalizatörüdür. Politik partiler, ancak karşılarında politik bakımdan bilinçli insanlar bulurlarsa ayaklarını denk alırlar. Gezi Parkı’nda kendiliğinden oluşan ve herkesin serbestçe söz alıp kendini ifade ettiği forumlarda konuşan insanların sesine kulak verin. Sekiz dakikalık bir videoda dinledim onları. Her biri esaslı bir politik bilinci kısa konuşmalarıyla koyuyorlardı ortaya. “Ev kadını” olduğunu söyleyen bir kadın arkadaş, “ben Türküm, Kürdüm, Lazım, Çerkezim, ben Hıristiyanım, Müslümanım, Yahudiyim, Budistim” derken, işte insanın yüreğini kabartan böyle müthiş bir politik bilinci koyuyordu ortaya. Ayrıca, o beğenmediğiniz politik sol örgütler, hataları ne olsun, bugün varlıklarıyla, oluşturdukları blokla, ulusalcıların karşısında önemli bir denge unsuru olarak kitle hareketinde olumlu bir rol oynuyorlar. Apolitizminiz bunu bile görmenizi engelliyor.
Şunu kavrayın: Apolitizm, politizmin avlanma alanıdır.
Gün Zileli
9 Haziran 2013
gunzileli@hotmail.com
Gezi parkı direnişine mesafeli duran, başka bir deyişle sacayağının eksik olan iki ayağından (İşçi-Kürt) birisi olan Kürt hareketi ve BDP’nin bakışı ve tavrı hakkında yazdıkların, tam da benim düşüncelerime tercüman olmuş.Kutlarım güzel bir yazı. Demir Küçükaydını da ilk günlerdeki yazısı nedeniyle ayrıca kutluyorum.
Tebriker Gün Zileli yerinde ve güzel bir uyarı.
herkes yanlış ben doğru. yapma gün zileli, ipye çattın, bdpyi istemeyerek eleştirdin, peki gençlerin suçu ne, senin fikrini savunuyorlar ya, kendiliğindenciliği, anarşizme en yakın değil mi bu. ve tkp. kusura bakma, tkp eleştirisi hep felsefenin sefaleti cevabını hak ediyor, edecek, anarşizm sosyalizm karşısında teoride hep sefil kaldı, kalacak. bence bu fırsattan istifade biraz öğrenmeye bakmalı, mücadeleden, gençlerden özellikle.
kimsenin beklemediği seviyede korku duvarlarını aşıp toplumsal isyan ve itiraz bilincinin bu günlere gelmesinin asıl özgürlükçü toplumsal devrimci dinamiğini bu günlere gelmek için verdiği ağır bedellere rağmen inatla özgürlük ve isyan geleneği yaratanları itibarsızlaştırma girişimleri belkide bu günleri daha önce yaşamamızı engellediğini söylemesi gerekenlerin bundan ders çıkarmadan hala güneşi balçıkla sıvama çabalarını anlamak mümkün değildir.bu seviyede itibarsızlaştırma yapacağımıza kendimize bir soralım bu seviyede halkı ağır bedellere rağmen isyanda kitleseleştirebilenin kürt özgürlük hareketi olabilmesi onun dışında en devrimci öncü olup en doğruyu söylediğimiz halde kitlesel bir hareket yaratamamızın nedeni söyleyip yaptıklarımız olabilirmi? sorusunu kendimize sormadan ağır bedellerle özgürlük isyan geleneği yaratıp belkide hepimizin vijdanlarına seslenip korkusuzca sokaklara çıkmamızın en önemli katalizörü olabilen kürt özgürlük hareketini itibarsızlaştırma ile bu günkü isyana zarar verdiğimizi anlamalıyız.yinede endişe etmiyorum bu günlere bu itibarsızlaştırmalara rağmen geldiğimizi hatırlatırım belkide kendi özgürlüğümüz ve gelecek beklentilerimizi itibarsızlaştırdığımızı şimdi daha iyi anlarız.çapulcularla teröristlerin birleşmesini önermesi gerekenlerin söyledikleri birleşmeyi bırak birlikte iş yapmasını bile engelleyecek seviyede sonuçları olmasıda düşündürücüdür.
Sivil İtaatsizlik Eylemleri Barışa Hizmet
Edebildi mi? By Omer Faruk Kurhan
9 Haziran 2013
Beşiktaş Çarşı sözcülerinin İstanbul’da eylemlerin durulmasının ardından yayınladığı bildiri, bir belirsizliğe son verdi. Elbette herkes sıcak eylem sürecinin sonuna gelindiğinin farkındaydı. Ama bunun nasıl ifade edileceği belirsiz kalmıştı. Yerel olarak Beşiktaş Çarşı sözcüleri belirsizliği daha fazla uzatmak istemediğini ilan etmiş oldu. Anlaşılan o ki, sosyal medyadaki yoğun talebe rağmen Beşiktaş Çarşı’nın bir parti kurup hızla seçimlere hazırlanmak gibi bir niyeti yok.
Bildirileri, ağır basan eğilim itibariyle, hümanist ve popüler sol bir söylemin ürünü olarak arşivlerde yerini alacak. Bununla birlikte Kürt meselesine ve barışa duyarlı olanların dikkatini hemen çekmiştir. Bu bildiride barış (özelde Kürtlerle barışma) ihtiyacı hiç anılmıyor. Bildirinin bu tavrını kuşku verici bir sessizlik ve CHP eksenli bir tavır olarak da yorumlamak mümkün, eylemler sırasında Kürt renginin ve barış talebinin hak etmediği bir şekilde soluk kalmasının / bırakılmasının pratik bir sonucu olarak da.
Kesin olan bir nokta, Beşiktaş Çarşı sözcülerinin barışma meselesinde fena halde ikmale kaldığıdır. Eylemlerin sıcaklığını koruduğu saatlerde CHP’nin Halk TV aracılığıyla pompalamaya çalıştığı “PKK ile değil, halkınla barış” çizgisini benimsememiş, ama açıkça “Barışa Evet!” de diyememişlerdir.
İstanbul’daki sivil itaatsizlik eylemlerine zemin sunan belirleyici faktörün aylara yayılan ateşkes süreci olduğu gerçeğini teğet geçmeleri karşısında, Beşiktaş halkına hangi yollarla barış bilinci taşınması gerektiğini tartışmak işe yarar mı? Galiba bilincin içerden örgütlenmesi daha doğru bir seçenek olacak. Fakat şu sorun var: Özellikle Beşiktaş Çarşı bölgesine nasıl sızılacak, sızmakla kalmayıp nasıl oralarda yer ve yurt sahibi olunacak? Üstelik bir de Beşiktaş taraftarı olmak gibi bir koşul varsa ne olacak? Kolay değil. En iyisi bu işi Beşiktaş ilçe sınırları içinde yaşayan sahici barış yanlısı çevrelere bırakmak.
Sivil itaatsizlik eylemlerinin sıcaklığını koruduğu günlerde, söylenecek sözlerin eylem içinden söylenmesinin, haber verir ve veya yorum yaparken hem içeriden hem de “üzerine” konuşulmasının doğru olduğunu savunanlar arasında yer aldım. Şimdi biraz da serinkanlı ve tarihselleştirmeye yer verecek şekilde düşünme zamanı. Barış ile demokrasi ihtiyacını sivil itaatsizlik eylemleri ile ilişki içinde değerlendirmek oldukça önemli.
Barış ortamını tesis etmek için ateşkes adımının atılması ve aylardır akan kanın durması, sivil itaatsizlik eylemlerinin meydana gelebilmesi için gerekli bir şartı yarattığını tespit etmek zor değil. Varsayalım ki savaş devam ediyor. Kürdistan dağlarında askerlerin öldüğü, memleketlerinde cenazelerinin kaldırıldığı haberleri arttıkça artıyor. Bu durumda tecrübe edilen türden bir sivil itaatsizlik süreci yaşanabilir miydi? Bu soruya evet diyebilecek olan var mı?
Çeşitli televizyon programlarında Başbakan’ın otoriter ve faşizan söylemlerinden duyulan yaygın rahatsızlığın bir yerden sonra tepkisel patlama yarattığından, bu tavrından vazgeçmesi gerektiğinden söz ediliyor. Doğru bir tespit; fakat Başbakan’ın bu söylemlerinin 2011 genel seçiminden itibaren sistemli bir karakter kazanması, aynı dönemde “Kürt meselesine PKK’siz çözüm” adına yeni bir savaşın tırmandırılması gibi bir olgu da yok mu?
Türk toplumunda Başbakan ve devlet yetkililerinin otoriter ve faşizan söylemlerini sorgulanabilir kılan ateşkes sürecinin yarattığı zemindir. Gezi Parkı’nda bir gurup çevreci eylemcinin polis terörüyle yerinden edilmesi ve sonra da oradan gelip geçen herkese gözdağı verilmek istenmesi, en başta ateşkes sürecine çarpmıştır. Demek ki, Beşiktaş Çarşı gurubu sözcüleri dâhil, demokrasiden yanayım diyen herkesin teşekkür etmesi gereken muhataplar arasında, en azından ateşkes sürecinin aylara yayılmasını sağlayan güçler olduğu söylenebilir. Gezi Parkı’na yurtsever gençlerin Apo posterleri ile girmeleri damdan düşer gibi olmuştur, ama bu sembolizmin realitede bir karşılığı vardır.
Türkiye’de barışın demokratikleşmenin ön koşulu olduğunu, Kürtlerle barışmanın demokratikleşmeyi zorladığını bir kez daha vurgulayalım ve biraz daha ileri gidelim. AKP hükümetinin, bir takım kayıtlar koysa da, sivil itaatsizlik eylemlerine meşruiyet tanıması ve polisin “orantısız güç “kullanması nedeniyle özür dilemesi demokratik bir kazanım değil mi? Eylemcilere verilen bu “tavizin” aynı zamanda “barış ve çözüm sürecinin” tehlikeye atılmasına karşı bir önlem olduğu açık değil mi?
Olayları değerlendirirken aşırı genelleştirme tembelliği yapmayıp, mesela Beşiktaş Çarşı’nın sivil itaatsizlik eylemlerinin önde gelen aktörü olduğu şeklinde tespitlerin sorunlu olacağını belirtmekte fayda var. Gerçekte İstanbul’da sivil itaatsizlik eylemleri Cumartesi günü Gezi Parkı direnişçilere teslim edildiğinde sona ermişti. Buna karşılık Beşiktaş’ta Başbakanlık konutuna yürüme ve hükümeti istifaya çağırma noktasında, hakkında epeyce spekülasyon yapılan başka bir inisiyatif devreye girmiş, Beşiktaş Çarşı bu aşamada öne çıkmıştır.
Başbakanlık konutu üzerinde kurulması hedeflenen kitle baskısı, sivil itaatsizlik eylemlerinin değil, sivil itaatsizlik eylemlerinden doğan bir sol harekete işaret eder. Esas olarak CHP’nin seslendiği ve kontrol etmek istediği bir taban hareketi meydana gelmiştir. İstanbul’da Beşiktaş Çarşı, bu oluşumun dinamik ve öncü gurubu olarak hareket etmiştir. Eş zamanlı olarak İstanbul dışında da olaylar yaşanmaya başlamıştır. “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı aslında “Her yer Beşiktaş …” şeklinde okunmalıdır.
Uygun koşullarda çatışma tırmandırılarak askeri bir darbeye gerekçe olarak kullanılabilecek bu sol hareket, Başbakanlık konutu önünde tıkanmış ve daha ileri gidememiştir. Bunu CHP de kabul etmek zorunda kalmıştır. 31 Mayıs olayları, kitle kültürü adına kamusal alanın inşa edilmesi ve bu alanda hak arayışının meşruiyet kazanması adına gerçekten de bir dönüm noktası. Fakat bu sürecin ön koşulu olan barış ayağının aksadığını kabul etmek gerekiyor. Bu noktada CHP belki istediği ölçüde değil, ama bir ölçüde başarılı olmuştur.
Barış adına Türk solu hâlâ güvenilir değil; at izi ile iti izi birbirine karışmaya devam ediyor. Öyle ki bu, Beşiktaş Çarşı gibi popüler ve sempati toplayan bir sol inisiyatifin bildirisine bile yansıyor. Kendisini yenileyebilir mi? Belli değil. Bunu çok kısa bir zaman içinde göreceğiz. Barış ve demokrasi ilişkisinin nasıl kurulacağı başlıca sınav olmayı sürdürecek.
Bu süreçte Kürt hareketinin yoğurdu üfleyerek yemesi, hem AKP’ye hem CHP’ye itiraz etmesi boşuna değil. Öte yandan, “Türkiyelileşmek” adına halkın içinden atılması gereken adımları boş verip ipe un sermeler, sürecin barış ayağının aksamasında önemli bir rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Ateşkes sürecinin zemin hazırladığı bir demokrasi mücadelesi şekillenmiş, ama bunun güçlü bir şekilde barış talebini beslemesi sorunu yaşanmıştır.
Yüksek siyaset düzeyinde CHP suyu bulandırmaya devam etmekte ve halk tabanında etkili olabilmektedir. CHP barışa giden süreci kilitlemeyi başarır mı yoksa tasfiye mi olur? Bu giderek daha fazla önem kazanan bir soru haline geliyor. Öyle ki ateşkes sürecinin zemin hazırladığı sivil itaatsizlik eylemlerine de damgasını vurabiliyor.
http://fkurhan.blogspot.com/2013/06/sivil-itaatsizlik-eylemleri-barsa.html
Sivil İtaatsizlik Eylemleri Barışa Hizmet
Edebildi mi? By Omer F. Kurhan
9 Haziran 2013
Beşiktaş Çarşı sözcülerinin İstanbul’da eylemlerin durulmasının ardından yayınladığı bildiri, bir belirsizliğe son verdi. Elbette herkes sıcak eylem sürecinin sonuna gelindiğinin farkındaydı. Ama bunun nasıl ifade edileceği belirsiz kalmıştı. Yerel olarak Beşiktaş Çarşı sözcüleri belirsizliği daha fazla uzatmak istemediğini ilan etmiş oldu. Anlaşılan o ki, sosyal medyadaki yoğun talebe rağmen Beşiktaş Çarşı’nın bir parti kurup hızla seçimlere hazırlanmak gibi bir niyeti yok.
Bildirileri, ağır basan eğilim itibariyle, hümanist ve popüler sol bir söylemin ürünü olarak arşivlerde yerini alacak. Bununla birlikte Kürt meselesine ve barışa duyarlı olanların dikkatini hemen çekmiştir. Bu bildiride barış (özelde Kürtlerle barışma) ihtiyacı hiç anılmıyor. Bildirinin bu tavrını kuşku verici bir sessizlik ve CHP eksenli bir tavır olarak da yorumlamak mümkün, eylemler sırasında Kürt renginin ve barış talebinin hak etmediği bir şekilde soluk kalmasının / bırakılmasının pratik bir sonucu olarak da.
Kesin olan bir nokta, Beşiktaş Çarşı sözcülerinin barışma meselesinde fena halde ikmale kaldığıdır. Eylemlerin sıcaklığını koruduğu saatlerde CHP’nin Halk TV aracılığıyla pompalamaya çalıştığı “PKK ile değil, halkınla barış” çizgisini benimsememiş, ama açıkça “Barışa Evet!” de diyememişlerdir.
İstanbul’daki sivil itaatsizlik eylemlerine zemin sunan belirleyici faktörün aylara yayılan ateşkes süreci olduğu gerçeğini teğet geçmeleri karşısında, Beşiktaş halkına hangi yollarla barış bilinci taşınması gerektiğini tartışmak işe yarar mı? Galiba bilincin içerden örgütlenmesi daha doğru bir seçenek olacak. Fakat şu sorun var: Özellikle Beşiktaş Çarşı bölgesine nasıl sızılacak, sızmakla kalmayıp nasıl oralarda yer ve yurt sahibi olunacak? Üstelik bir de Beşiktaş taraftarı olmak gibi bir koşul varsa ne olacak? Kolay değil. En iyisi bu işi Beşiktaş ilçe sınırları içinde yaşayan sahici barış yanlısı çevrelere bırakmak.
Sivil itaatsizlik eylemlerinin sıcaklığını koruduğu günlerde, söylenecek sözlerin eylem içinden söylenmesinin, haber verir ve veya yorum yaparken hem içeriden hem de “üzerine” konuşulmasının doğru olduğunu savunanlar arasında yer aldım. Şimdi biraz da serinkanlı ve tarihselleştirmeye yer verecek şekilde düşünme zamanı. Barış ile demokrasi ihtiyacını sivil itaatsizlik eylemleri ile ilişki içinde değerlendirmek oldukça önemli.
Barış ortamını tesis etmek için ateşkes adımının atılması ve aylardır akan kanın durması, sivil itaatsizlik eylemlerinin meydana gelebilmesi için gerekli bir şartı yarattığını tespit etmek zor değil. Varsayalım ki savaş devam ediyor. Kürdistan dağlarında askerlerin öldüğü, memleketlerinde cenazelerinin kaldırıldığı haberleri arttıkça artıyor. Bu durumda tecrübe edilen türden bir sivil itaatsizlik süreci yaşanabilir miydi? Bu soruya evet diyebilecek olan var mı?
Çeşitli televizyon programlarında Başbakan’ın otoriter ve faşizan söylemlerinden duyulan yaygın rahatsızlığın bir yerden sonra tepkisel patlama yarattığından, bu tavrından vazgeçmesi gerektiğinden söz ediliyor. Doğru bir tespit; fakat Başbakan’ın bu söylemlerinin 2011 genel seçiminden itibaren sistemli bir karakter kazanması, aynı dönemde “Kürt meselesine PKK’siz çözüm” adına yeni bir savaşın tırmandırılması gibi bir olgu da yok mu?
Türk toplumunda Başbakan ve devlet yetkililerinin otoriter ve faşizan söylemlerini sorgulanabilir kılan ateşkes sürecinin yarattığı zemindir. Gezi Parkı’nda bir gurup çevreci eylemcinin polis terörüyle yerinden edilmesi ve sonra da oradan gelip geçen herkese gözdağı verilmek istenmesi, en başta ateşkes sürecine çarpmıştır. Demek ki, Beşiktaş Çarşı gurubu sözcüleri dâhil, demokrasiden yanayım diyen herkesin teşekkür etmesi gereken muhataplar arasında, en azından ateşkes sürecinin aylara yayılmasını sağlayan güçler olduğu söylenebilir. Gezi Parkı’na yurtsever gençlerin Apo posterleri ile girmeleri damdan düşer gibi olmuştur, ama bu sembolizmin realitede bir karşılığı vardır.
Türkiye’de barışın demokratikleşmenin ön koşulu olduğunu, Kürtlerle barışmanın demokratikleşmeyi zorladığını bir kez daha vurgulayalım ve biraz daha ileri gidelim. AKP hükümetinin, bir takım kayıtlar koysa da, sivil itaatsizlik eylemlerine meşruiyet tanıması ve polisin “orantısız güç “kullanması nedeniyle özür dilemesi demokratik bir kazanım değil mi? Eylemcilere verilen bu “tavizin” aynı zamanda “barış ve çözüm sürecinin” tehlikeye atılmasına karşı bir önlem olduğu açık değil mi?
Olayları değerlendirirken aşırı genelleştirme tembelliği yapmayıp, mesela Beşiktaş Çarşı’nın sivil itaatsizlik eylemlerinin önde gelen aktörü olduğu şeklinde tespitlerin sorunlu olacağını belirtmekte fayda var. Gerçekte İstanbul’da sivil itaatsizlik eylemleri Cumartesi günü Gezi Parkı direnişçilere teslim edildiğinde sona ermişti. Buna karşılık Beşiktaş’ta Başbakanlık konutuna yürüme ve hükümeti istifaya çağırma noktasında, hakkında epeyce spekülasyon yapılan başka bir inisiyatif devreye girmiş, Beşiktaş Çarşı bu aşamada öne çıkmıştır.
Başbakanlık konutu üzerinde kurulması hedeflenen kitle baskısı, sivil itaatsizlik eylemlerinin değil, sivil itaatsizlik eylemlerinden doğan bir sol harekete işaret eder. Esas olarak CHP’nin seslendiği ve kontrol etmek istediği bir taban hareketi meydana gelmiştir. İstanbul’da Beşiktaş Çarşı, bu oluşumun dinamik ve öncü gurubu olarak hareket etmiştir. Eş zamanlı olarak İstanbul dışında da olaylar yaşanmaya başlamıştır. “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganı aslında “Her yer Beşiktaş …” şeklinde okunmalıdır.
Uygun koşullarda çatışma tırmandırılarak askeri bir darbeye gerekçe olarak kullanılabilecek bu sol hareket, Başbakanlık konutu önünde tıkanmış ve daha ileri gidememiştir. Bunu CHP de kabul etmek zorunda kalmıştır. 31 Mayıs olayları, kitle kültürü adına kamusal alanın inşa edilmesi ve bu alanda hak arayışının meşruiyet kazanması adına gerçekten de bir dönüm noktası. Fakat bu sürecin ön koşulu olan barış ayağının aksadığını kabul etmek gerekiyor. Bu noktada CHP belki istediği ölçüde değil, ama bir ölçüde başarılı olmuştur.
Barış adına Türk solu hâlâ güvenilir değil; at izi ile iti izi birbirine karışmaya devam ediyor. Öyle ki bu, Beşiktaş Çarşı gibi popüler ve sempati toplayan bir sol inisiyatifin bildirisine bile yansıyor. Kendisini yenileyebilir mi? Belli değil. Bunu çok kısa bir zaman içinde göreceğiz. Barış ve demokrasi ilişkisinin nasıl kurulacağı başlıca sınav olmayı sürdürecek.
Bu süreçte Kürt hareketinin yoğurdu üfleyerek yemesi, hem AKP’ye hem CHP’ye itiraz etmesi boşuna değil. Öte yandan, “Türkiyelileşmek” adına halkın içinden atılması gereken adımları boş verip ipe un sermeler, sürecin barış ayağının aksamasında önemli bir rol oynadı ve oynamaya devam ediyor. Ateşkes sürecinin zemin hazırladığı bir demokrasi mücadelesi şekillenmiş, ama bunun güçlü bir şekilde barış talebini beslemesi sorunu yaşanmıştır.
Yüksek siyaset düzeyinde CHP suyu bulandırmaya devam etmekte ve halk tabanında etkili olabilmektedir. CHP barışa giden süreci kilitlemeyi başarır mı yoksa tasfiye mi olur? Bu giderek daha fazla önem kazanan bir soru haline geliyor. Öyle ki ateşkes sürecinin zemin hazırladığı sivil itaatsizlik eylemlerine de damgasını vurabiliyor.
Hiç öyle bir iddiam yok. Herkes gibi ben de hareketten öğreniyorum. Ama sen bu gençlerin afişini gördün mü?
Gezi Notlari 5 de daha dogru degerlendirmeler vardi.
Endiselerimin tersine Kücük örgütlerin kurumsal olarak girmesi
Halk olayini rahatsiz etmedi. Uyumlulardi.
Kücük Fraksiyonlarin kitleleri olsaydi böyle bir girisiminin yanlis olacagina deginilmisti..
PKK kücük bir parti hareketi degildir.. vede fraksiyon örgütleri gibi olaya karismasi 2 defa yanlis olurdu.. Ama halk hareketine bireysel olarak katilabilirdi.. Asla Pkk temsil icin degil.. Bu konuda cok yanlis yapmadilar..
Buarada sunuda belirtmek gerek; Kürt ulusal hareketi hernekadar PKK önderliginde gerceklesiyorsada Türk Solcular bagimsiz olarak,hatta PKK karsi bile olsalar ondan daha fazlasini savunmalidirlar.. Pkk yokkende savunduklari gibi. Bu konu PKK ye birakilmamali..
Türkbayragi tutma yarisindaki partilerin 3 ,de Sahtekarlik yapiyor.. Akp,TKP,ip nin nihayi amaclarina ters olaydir..
Türkiyede tartisilan konuya bakin?! Bayrak kimin?
Galata saraylilar,fenerler,futbolcular,firmalar,vs. hepsinin kendi bayraklari var..
Yazida ürpertici konu ise Revacta olan milliyetciligi savunularak IP cilerin güclendigi sav( sata) sidir.
Eskiden Sag, Sol yerine Milliyetci ,Solcu kesim denilirdi dogru olarakta.. Insanlari Milliyetci olarak cekeceksin onlarla parti eviligi yapacaksin sonrada kommunist fikirleri sunacaksin! Karadenizli safca. uyy bu kizz cikti! der hala kiz diyerek..
Palabiyikli anadolu insani öyle hala kiz demez buna vede küfürsüzde anlatamaz; Lan bunlar, I.ne Politikasi! I.ne partisi der. kafasi karisik olan dürüstler ise akli basina gelince ayrilirlar.. Bu partinin de hayati böyle.. Neden simdiye kadar giden gelenden cok oldugudur..Yani basarisizligidir!
Bir yanilgida bu partinin yaptigi taktik oldugunu savunmak.
Buraya atilan link nedeniyle bende biraz baktim; eski dostunuzun Millitlerin estiligi üzerine tartismali yazisi tam bir ibretlikdir.. Insanlari esit görmeyen,hatta nazi Almanyasnin üstün oldugunu savunan yazisi avrupada olsa bu kisiyi , özel yerlerde tutarlar.. Cünkü böyle; ‘Ermeniler, Kürtleri asagilayn,onlarin tarihi hainlik,asagilk tarihi dir” tam bir Anti-semitizmdir! Naziler de böyle konusamiyorlar..
ister istemez sunu bile düsündüm; Omu,hitlermi irkci?
Daha fazla yasadigindan tabiki o!
Bugün en ultra sagin temsilcisi onlardir.. Mhp de degildir.
( Gerci bunlar siyasi vede nufusu hictir)
Onlarin diliyle anlatirsam; bunlar genetik olarak ,kaninda irkcilk var..
Siz burda ,bunlar reel politik,taktiksel hata yapiyorlar diye sevimlice elestirmeniz hatalidir..
Tabiki bu partilerin tabandakinlerin cogu,hemen hemen hepsi dürüst insanlardir. Elestirirken bu ayrimi yapmak gerek..
En üzücüde o zaten; Nasil olurda bir hareket,bir örgütün bukadar irzina geciliyor?Bu insanlar nasil dayaniyor?
Anonim 3.de Gün Zilenin bunlari elestirdigini elestirmege kalkiyor.. Burda onuda elestiriyoruz.. Elestirdigimiz bir konuda; özgürlükcü’nün yakindigi gibi;bunlarin neresi elestirilebilirki?
Cünkü Soldan cikmis,sapitmis anlaminda; Solkackini bunlar..
Bu garib örgütlerin genede bukadar basarili olmasi fenomen..
bizlere denilen o tuhaf seyle soralim; Bu degirmenin suyu nerden geliyor?bu kadar kurumlari kuracaksin? Zilelide söylemez.. bilsede..
sondan önce paragrafa ek: yani Elestirel elestirinin elestirisi yada felsefenin sefaleti! ananim 3.ye..
ilk gunlerdeki cosku yerini endiseye birakti acikcasi o posterle yanyana olmayi bende hazmedemiyorum gun abi ve bana oyle geliyorki 6. heyete bu konuda telkin gelmis
hareketi bolmek icin iktidar bu telkini yaptirmis
Semboller üzerinden kaşınacak bir ulusalcı-faşist ler le kürtlerin çatıştırılma olasılığı bu sürecin en zayıf noktasıdır. ki bunun iç,n pusularda bekleyenlerin olduğunu belirtmek bile gereksiz.hepimizin pür dikkat olması gerekiyor ve uyarılar çok kıymetlidir.
ancak bu kadarı da yetmeyebilir. uyarıların, dikkatli davranmaya davet etmelerin uzun erimde işe yaramayacağı aklıdan uzak tutulmamalı.
benim önerim, bu aşamada zor olsa bile, bir an önce bir yerel yönetimler reformu çağrısı etrafında bir hedef tespitinde buluşmak ve konuyu bu noktada kürt meselesinin çözümü için bir imkan ve fırsata çevirmek için çabalamak olabilir…
hem bu şekilde “ab üyeliğinde akp test edilmiş, hem chp nin kürt meslesinin çözümü için önerdiği “ab yerel yönetimler mevzuatına konan çekincelerin kaldırılması” görüşü işlevselleşmiş olur. hem de bdp nin demokratik özerklik isteğinini gerçekleşme ihtimali konuşulur.
herkesin üzerinde yer bulabileceği müzakere zemini başka ne olabilir?
hocam yine kürtlere karşı insafsızsınız ayrıca öcalan ile perinçek i eşitlemeniz dahiyanece kırk yıldır süren kürt mücadelesi ve onüç gündür süren sivil itaatsizlik hareketi bunlarıda eşitlediniz yaa aşk olsun
Kürt kardeşlerimze, Filistin sürecini tekrar gözden gecirmleri ve onları eleştirenlere sempatiyle bakmalarını öneririm.Filistin hareketi tüm dünyadaki vıcdanları etkilemiş dünyanın dört tarafından entrnasyonal destek te almıştı. Şimdi baktığımızda Filistin kendi coğrafyasında sıkışmış, gericilerin elınde herkesten ırak bir yerde duruyor. Kürt hareketide aynı yolda ilerliyor. geçen 10-15 yıllık süreçte evrensel sempatinin yitimi yalaka bazı sol dışında herkesimin mesafeli durdugu bir hareket. Bu kendiliğinden gelişen bir süreç değil aynen Filistinde geliştirilen taktikler sonucunda bu duruma gelinmiştir. Kürtler kendilerine dost çemberi oluşturamadılar. Yalaka olanları dost bellediler istedikleri sözleri onlardan duydular. Onlarda Kürt hareketinin rantını ve gücünü kullnarak tatmin oldular. En son geliştirdikleri Gülen le ittifakta onur sahibi hicbir şahsiyet kendini onlara yakın görmedi. Kendilerine bile yabancılaştılar. 12 eylül, Diyarbakır zindanı,35 yıllık mücadele sonucuunda Fethullah Gülen tarikatına selam durma kabul edilebilir ve anlaşılabir bir durum değildir. Bunu Kürtlerle tartışamazsınız.AKP de olduğu gibi kişi kültüyle hareket edilliyor. Öyle buyurdu serok.Şunu PKK li kardeşlerime tüm samimiyetimle söyliyim bu şekil devam ederseniz. Kürt halkı, Türk halkı gibi başınıza patlayabilir.
Birada kimse kimseylea eşitlenmiş değil Kawari arkadaşım. İyi anlamaya çalışırsan, hareketin bütünü için olduğu kadar Kürtler için duyulan bir kaygı da söz konusu
Merhaba,
Ülke bayrakları ve komünistlerin ilişkisinin tarihi hakkında bilginiz var mı acaba? Bu konuda benim gibileri aydınlatırsanız sevinirim. Türkiye gibi on yıllarca milliyetçilik üzerinden kimyasıyla oynanmış
benzer ülkelerdeki deneyimlerden bahsederseniz ne ala.
Bırakın şu iki yüzlülüğü lütfen!! Daha yakın bir tarihe kadar Kürtlere bok yediren zihniyet kimdi acaba? Kart-kurt diye götünden uydurma tabirlerle Kürt halkının ciğerini dağlayan zihniyet kimdi ? Dersimi üzerine bomba yağdırılırken neredeydiniz siz ? Çıksaydınız sizde sokaklara al yada beyaz yazma takmanıza gerek yoktu insan sureti taşımanız yetyerliydi. Roboskide 34 cana kıyılırken nerdeydiniz ? Özel haraket polislerinin dipçiklerle çockların kafasını ezerken nerdeydiniz ? Kürtlerin acıları kullanıldı daha önceden.Şimdi de kullanılmaya çalışılıyor.Sizin savunmaya çalıştığınız kemalist düzen 100 yıldır bir bok getirmedi ülkeye kan ve acıdan başka.Laiklikliği bile kendilerine uydurup insanların yaşam tarzlarına giydiklerine karıştılar o zaman nerdeydiniz ? Özgürlük anlayışınızı sevsinler !! Sadece kendinizi düşünüyorsunuz.Evet sadece kendinizi!! Şimdi biz bu Kürtleri nasıl kullanabiliriz diye düşünüyorsunuz? Kendince gaza getirme girişimi işte peh..Siz o al yazmalı analara kurban olun emi.Sorosun çocuklarına sesleniyorum yeter artık bırakın Kürtlerin yakasını !!!
Özgürlükçü; bak tam viva emma goldman, viva durutti de buluşacaktık 🙂 gene gezi öncesi eleştiriye tahammülsüz yazı formatına dönmüşsün. Geçmişi bir kenara bıraktım şu son on günü objektif değerlendirsene hiç mi hata görmüyorsun yaşanan pratik içinde kitlesel ve bölgesel katılım konusunda?? Senin eleştirilerin neler?
PKK yöneticileri yıllardır Türkler ile kurulması gereken bir bağdan söz ederler. Hatta bundan birkaç ay önce ortada daha “çözüm süreci” yokken HDK ile birlikte BDP’li vekiller, ulusalcı-faşist yapılanmaların en pervasız olduğu Karadeniz’de tura çıkmışlardı. Ve AKP iktidarının güdülediği ve yönlendirdiği açıklık kazanan saldırılara maruz kalmışlardı. Ama halkın kendisiyle temas etme, ona gerçeği ve barış arzusunu anlatma düşünceleri çok doğruydu.
Çözüm sürecinin start aldığı Diyarbakır’daki Newroz kutlamalarının ardından AKP’nin stratejistleri ile bazı milliyetçiler TV ekranlarında orada neden Türk bayrağı olmadığı üzerinden yoğun eleştiriler yönelttikleri zaman Gültan Kışanak ve Osman Baydemir, “Bu bayrak bizim de bayrağımız asarız, gelecek Newroz’da onu da asarız” dediler. Türk ya da başka her hangi bir ulusal bayrağa zerrece kıymet vermem ama orada BDP yöneticileri, siyasi sembollerin öneminin bilincinde karşı tarafın hassasiyetlerini provoke etmeye çalışanlara karşı akıllıca bir ince politika izliyorlardı.
“Çözüm süreci” tartışmalarında da Mustafa Kemal’i, AKP diktatörlüğünün, yaşamlarına yönelik tasallutlarında tutunacak dal olarak gören devasa bir toplum kesiminin kazanılması gereğine Kürt siyasi hareketi çevrelerinden vurgu yapanlar oldu. Bir toplumsal barışın bu kesimler gözardı edilerek yapılamayacağını haklı olarak vurguladılar.
Bakın bu isyanla birlikte Gezi Parkı’nda yaşanan şey bir devrim. Orada hüküm süren yaşam, oraya katılanları hızlı bir dönüşüm içine sokmuş durumda. İşte Kürt siyasi hareketinin yıllardır kendi haklılığını anlatmak istediği halk, bunu anlamaya en müsait durumda, algıları ve duyarlılığı en açık biçimde orada duruyor.
Siyasi iktidarlar ile tepeden sağlanan uzlaşmaların hiçbiri toplumun kendisiyle kardeşleşmenin sağlayacağı barış güvencesini temin edemez. Kürt siyasi hareketi bu yüzden bütün zenginliği ile orada olmalı ve gerçekten Türkiye halkları ile kardeşleşmek istiyorsa bizler gibi insanların da katkısıyla bunu orada yapmalıdır.
Gün Zileli’nin bu yazısındaki gözlem ve tespitlerine katılıyorum. Kürt siyasi hareketi oraya çok sınırlı düzeyde sadece Öcalan posteri taşıyan gençlerle katılmış durumda. Onların Öcalan ile kurdukları bağ ve anlam ilişkisini kavrıyorum ve buna hak da veriyorum. Kürt siyasi hareketi bundan ibaret değil. Oraya bütün zenginliğini yansıtması ve halkın geri kalan kesimi ile doğrudan bir temas kurmasının imkanını kaçırırsak, böyle bir toplumsal barış fırsatı bir daha ne zaman doğar bilemeyiz. Partiler, siyasi elitler her zaman tepedenci ve kendilerinin kontrolünde yöntemleri arzulayabilirler. Siyasal ittifaklarını gözetirken devrim ve barış fırsatlarının önünde tıkaç vazifesi bile görmüş olabilirler.
Öcalan, AKP ile yapılan siyasi ittifakı önceleyen ve merkeze bunu koyan bir şekilde Gezi’ye faydacı yaklaşıyor. Bu oportünist bir tavır.
Gezi’den güç devşirmeye, kalabalıklaşmaya ve düşmanlık üretmeye çalışan İP-TGB gibi milliyetçi-faşist yapılar da orada olan şeyle hiç ilgili değiller. Tek dertleri orada güçlenmek.
Kürt siyasi hareketi bütün renkleri ve zenginliğiyle orada olur ve alanın o başsız, öncüsüz, yatay örgütlenmesi içinde var olursa, bu faşistlerin hedefindeki insanlara hem kendini anlatır hem de bu eğilimleri oradan bu yolla tasfiye etmiş olur. Orada, Öcalan bayrağı sallayan 30 gençle sınırlı bir varlık, bu yapılara ve devlete orada provokasyon imkanı sağlar ve ellerini ovuşturarak bekledikleri Gezi’nin tasfiyesi imkanını verir.
Diyarbakır Newroz’u için “Türk bayrağı asarız” diyen akıl, burada da aynı mahareti, halk ile kucaklaşıp, kardeşleşmek için kullanmalı.
Bana kalırsa Kürt hareketi burada hiç var olmasaydı bile, bu sürecin ana mimarlarının başındadır. Çok klişe oldu, çok yazıldı çizildi ama, bir kez daha söylemek gerek: Eğer şu anda hala asker cenazeleri gelseydi, Batı için bu kabarış olanaksız olurdu. Yani, Kürt hareketinin bir bölümünün tamamlayıcı stratejisi, kendisini gündemden çıkararak bu toplumsal patlamayı olanaklı hale getirdi.
Kürt hareketinin askeri stratejisi yerine koyduğu “demokratik mücadele”nin araçlarının ne kadar kısıtlı olduğunu görmemek mümkün değil. Temel odaklar, AKP, BDP, İmralı. Temel mücadele araçları parlamento, gücü azalmış da olsa hareketin var olduğunu imleyen gösteriler, askeri seçeneğin geri çekilişi.
Ama kısıtlı olmasını anlayışla karşılamak gerektiğini düşünüyorum. Yıllardır, dertlerini anlata anlata kör koydular ve sonuç ne yazık ki etkisi bu kadar. Yani, dertlerini anlatmaktan imtina etmeleri, Gezi’de kendi problemlerini anlatmamaları, oraya propagandist sekter bir grup gibi gitmeleri, Batı’nın yıllar süren sağırlığının bir sonucu. E, 30 yıldır bağıra çağıra anlatıyorlar, kimse dinlemiyor, bu sefer dinleneceğine ilişkin garanti ne?
Üstelik, böyle bir kalkışmaya rağmen, hala şövenizmin etkileri azalmadı gibi görünüyor, çünkü TGB’den İP’ye, ulusalcı beyaz türklerden faşistlere kadar herkes dişlerini sıkıyor. Gün Zileli’nin anlattığı gibi durum zaman zaman sertleşebiliyor. O halde neden, zaten çözüm ellerinin ucundayken -yani AKP ile çözüme bu kadar yaklaşmışlarken- tutup AKP’yi indirebilecek bir şeyin içinde dolaysızca yer alsınlar ki?
O zaman zayıf noktalarımızın haritasını çıkarmakta yarar var. İlki, biz hala Batı’dakileri şöven fikirlerden uzaklaştıramamışız. İkincisi, Kürtlere kullanabilecekleri daha farklı araçlar gösterebilecek bir iletişimimiz yok. Üçüncüsü, Kürt hareketinin Gezi olaylarının analizindeki hatalı bakış açısını değiştirebilecek bir yetkinliğe sahip değiliz.
Zaten dağılacak olan bu “birliktelik” havasını, birileri gider diyerek şövenizme bir şekilde tahammül ederek devam ettirmek gerekmiyor. Şövenistlere karşı “Birliktelik havasını bozuyorsunuz, burada yalnızca AKP’ye karşı koyuş yok, bir kardeşleşme var ve siz hala eski martavalları okuyorsunuz!” iyi bir argüman. Bence müdahale olmaması durumundaki dağılmayı bütünüyle şövenistlerin Kürtlere karşı tutumlarına faturalandırmak haklı ve yerinde. Sınırlarını iyi çizersek, şövenistlerle sol tutum alan ulusalcıları birbirinden ayırmak mümkün. Belki de mümkün değildir ama denemek zorundayız.
Kürt hareketine, bu olanların bambaşka bir şey olduğunu gösterebilmek için, Gezi’nin kendisi yetersiz. O ruh halinin artık toplumun tüm dokusuna yayılması ve oralarda yeniden doğması gerekiyor. Gezi Gezi’ye sıkıştırıldı. Gazi mahallesi küstü. Ankara küstü. Kim ne derse desin, Gezi’deki ruh halini, toplumun özellikle çalışan kesimlerinde yeniden yaratmak gerekiyor. AKP’nin yaptıklarına tepki duyuyorsan, adamların yaptıkları Gezi’yle sınırlı değil. Talepleri patlatmaya çalışmak gerek. Ancak bu şekilde Kürtlere de bu işin, öyle böyle bir şey olmadığını, basit bir gösteri olmadığını gösterebiliriz.
Istesekte, istemesekde Apo maalesef Kürdistanin basbakanidir. Bizlerde bu gercege alismaliyiz.
Olaylari bu cerceveden degerlendirmeli..Uyurgezer solculugu
birakarak..
Istanbul,izmir gibi sehirlerde yasayan Kürt vatandaslari en azindan Avrupadaki türklerin durumundadir.
Ordada tam manasiyla düzgün bir cözüm olmasada..
isyan nihayet toplumsal devrimci politik devrimci ayrımı ve önemini benim anlatmam mümkün değildi bizzat yaşanan hayatın pratiği benden iyi anlattığını senin bile anlayarak özgürleştiğini düşünerek bende seni sokaklardaki gibi viva emma,durutti,kropotkin selamıyla selamlıyorum.merak etme gerek kürt özgürlük hareketi gerekse HDK senin anlamayacağın seviyede ölçme değerlendirme yapıp yapamadıklarını olumlu tüketme dediğimiz yüzleşme ve öz eleştirisini en üst seviyede yapan politik örgütler olduğunu geldikleri yerden anlamış olman gerektir.sitedeki fikret başkaya makalesi üzerinden tartışabilirsek politik devrimci geleneklerin politik mutfak sorununada katkı vermiş olabiliriz.bu toplumsal devrim ve isyanın çok öğrettiği olabileceğini düşünüyorum tabiki hala en devrimci öncü anlayışını tüketemeyip bayrak yarıştırmayı devrimcilik zannedip ben burdaydım sen nerdeydin tartışması seviyesinde yapanların aslında hiç bir yerde olamadıklarını bilmeyenler olduğunu bilerek verimli bir tartışma gereği ortadadır.biz bunu yapabilirmiyiz pek emin değilim ama ben 78 kuşağıyım eminim 90 kuşağı bunu bizden çok daha verimli yapacağına inanıyorum
sayın zileli şu yorumunuz incelendikten sonra yayımlanacak engelini hiç olmasa bu tartışmalarda kaldırda canlı tartışma ile sitenin sürece katkısını engelleme neyi engellediğini lütfen fark et.olumsuz olanı sonrada engelliyorsun zaten
m.alişer in öneriside çok yerinde yerel yönetimler reformu yada yerinde doğrudan demokrasi programı tartışması açıp her politik devrimci gelenek ve örgütün biriktirdiği değerleri segileyebildiği platform yaratıp fatsadan,gevere,rojovadan kürdistan yerel yönetimlerinde oluşan yeni pratikleri olumlu tüketip alternatif radikal devrimci yerel yerinde yönetim programı ile aşılamayan demokratik siyaset pratiğinde yeni ufuklar ile bir türlü toplum ve toplumsal ile ilişkiye geçmeyi beceremeyen politik devrimci dinamikler yeni kurum kural ve işleyişler üretebilir düşüncesindeyim
PeKaka yazmaniz bilincli bir tercih mi Zileli? Iktidar diskura ickindir ve safinizin berrak bir aynasidir. Kurt hareketine akil vermeyi birakin artik. Her yazinizda, Turk solunun somurgeci diskuru nasil kucakladigini berrrak bir sekilde goruyorum hep.
tam bir önyargı içindesiniz.
bır ıtırazım var gün abı:)
turk bayragı degıl tc devletı bayragı . burjuva yasalarda bıle bayrak ırkları degıl devletlerı sembolıze eder. ırk tanımlamasını sadece bılımsel olarak kullanmalı devrımcıler. sıyası olarak ırk tanımlaması kullanmak gerıcı sermaye sınıflarına yada dıncılere aıt bır gerı ozellık olarak kalmalı tarıh sahnesınde . ayrıca turk devletı tanımlamasıda yanlıs . turkluk maskesı takmıs sermaye devletı demek lazım. emegınde sermayenınde ırkı olmaz. burjuvazı ıcın ırk ve dın her daım sermayeın halktan gercek amacını kamufle ettıgı bır maske olmustur. ayrıca neden turkıye ? anadolu dıyelım… sadece turkler mı yasıyor burda? son olarak turk degıl turkmen . turk emperyalızmın maşası sabatayıst asker burokrat yargıc batılı sermaye sınıflarının jargonu. tarıhsel bılımsel olarak turkmenler var .
kelımeler muhımdır
zıhnıyetı ıfade eder
sermaye sınıfından bagımsız dusunmek ıcın ılk once bagımsız bır dıl kullanmak gerekır. yazıdan cok sey ogrendım gordugum tek eksıklık ıse bu soyledıklerım…
sağoluyarın içi, sanırım dil alışkanlığı da var, gerçekten düşündürücü tespitler Karasansar kardeşim.
ÇOK ÖNEMLİ!!!
DİKKAT-DİKKAT GENE DEVLET GELİYOR KAÇIN!
Dün gece CHP nin MYK sının sabah 4:00’e kadar gizli oturumda hoş ve stresli zaman öldürmesinin hayra alamet olmadığı açıktır!
ABD başta olmak üzere diğer emperyalist ülkeler BOP sini yedirmek istemezler. Bu yüzden, artık yerine dibine gömülmüş RTE nin yerine, halkı uyutacak yeni lider arayışındadırlar. Bu liderler, Kılıçdaroğlu, Bahçeli, hatta Perinçek olabilir. Emperyalizm gözleri boyamak için şu yollara başvurabilir:
1. Gerekirse, Perinçek hemen salınır ve bir kısım halkın gözünde yüce kahraman ilan edilerek ( ki öyledir) , kitlelerin damarlarına eroin verme süreci başlatılabilir.
2. CHP ya da MHP süpersonik ışık hızında erken seçimle koalisyon hükümeti kurabilir ve böylelikle kitlelerin gazının alınması yoluna gidilebilir. Ordu zaten olaya müdahil olacaktır. Çünkü üst rütbeliler her zaman için Amerikancı olmuştur. Alt kademedeki ordu mensuplarının buna da kanmaması gereklidir.
3. Kılıçdaroğlu kendi kimliğini reddecek kadar korkaktır. Sözüne asla güven olmaz. CHP li ve CHP yönetimindeki bazı insanları tenzih ederek, CHP ye asla güvenilmemeli, taviz verilmemelidir.
4. Perinçek, Amerika nın emriyle RTE-AKP tarafından başları traşlanmış, aslında amerikacı üst kademe ordunun uşağıdır ve öyle de kalacaktır. Kendisinin, Ulusal tv deki açıklamaları tam bir kepazelik ve devrimi boğma özelliği taşımaktadır.
5. AKP, “bu insanları sokağa döken CHP dir” açıklamasından sonra CHP doğal olarak bunu reddetmiştir. ÇOK DİKKAT: Çok yakında bu devrimi gene Amerikanın emriyle boğmak için, bu sefer kitleleri örgütleyip, sokağa dökmek gayreti içinde olacaktır.
6. PKK dan bağımsız olmak kaydıyla, Kürt Halkı son derece temkinli, sakin ve akıllıca davranıp, tüm gücüyle Devrime omuz vermelidir. Barış bu coğrafyanın her bir patikasında, hemen, şimdi tesis edilmelidir.
7. Emperyalizme ve maaşlı kölelerine asla güven olmaz. (CHE-DURRUTİ)
8. GELEN GİDENİ ARATIR.
9. Bahsettikleri sahtekarlıktan ibaret olan “Tek Çatı” SADECE GÖKYÜZÜDÜR!
10. Biz her parti ve devletin ÇAPULCUSUYUZ! Aksi halde asgari ücretler adı üstünde devam edecektir. Anti-KAPİTALİST tüm cepheler, köylüler ve işçiler gezi parkına el vermelidir!
11. ŞU ANDA GÖÇERLERİN, KÖYLÜLERİN YAŞANTISINA BENZER ŞEKİLDE DÜNYANIN HER YERİNDE KOMÜN TOPLUMLAR ER YA DA GEÇ KURULACAKTIR. HAFTADA 2-3 O DA MÜKEMMEL ZEVKLİ BİR ŞEKİLDE TARLALARDA DEVAMLI GÜNEŞ YA DA YAĞMUR YA DA KAR ALTINDA ÇALIŞMAK İNSANCA OLANIDIR. YOKSA DÜNYANIN ÖMRÜ TÜKENMİŞTİR! O ZAMAN KORKUNUN ECELE FAYDASI YOKTUR!
12. Biz şu an sadece evimizde otursak bile (ki muazzam bir eylem biçimidir, çünkü kimse işe gitmez) EVREN, KIZILDERELİLER, ABORJİNLER VE DAHA BİR ÇOK AŞAĞILIKLAR TARAFINDAN KATLEDİLMİŞ HALKLAR, VE “AĞAÇKAKANLAR” BİZİMLEDİR!
Bunlar benim yorumlarıdır. Tartışılabilir.
BU DEVRİMİ HALKIN ELİNDE HİÇBİR KİŞİ, HİÇBİR PARTİ, HİÇBİR ORDU VELHASIL
EMPERYALİZM ÇALAMAYACAKTIR!
SEVGİLERİMLE…
Demeye kalmadı:
ULUSAL TV: Perinçek’in Ağzından Açıklama (19:30): “Büyük Türk Milletini Meydanlara Bekliyoruz!” Bunlar devrim HIRSIZIDIR!. Bu coğrafyadaki hiçbir kimse; Türk, Kürt, Çingene, Ermeni, Rum, Laz, Süryani, Tatar, Çerkez, Manav, Muhacir, … olmak zorunda değildir! Ama hepsinin beraber olmasında fayda vardır. Basitçe “ben” olmak, insan olmak ve tüm etnik kökenden, tenden, dinden insanlara hoşgörü göstermek esastır. Eskişehir’in Bozüyük tarafından girişinde Yunusemre’nin şu sözü hemen göze çarpar: “Sevgi ve hoşgörü şehrine hoş geldiniz!”. Bu coğrafyanın çeşitli bölgelerinde, Nasreddin Hoca (devrim mizahtır), Mevlana, Ertuğrul Gazi, Evliya Çelebi, Aşık Veysel gibi birçok kutsal insanlar çıkmıştır. Ve bunların hepsi farklı kökendendir. Bu inanılmaz bir güzelliktir. Ayrıca, halkları birbirine düşürenler, eski çağlardan bu yana zorbalardır; şimdi ki adıyla emperyalizm! Tarihte halkların bu sıfatsızlar olmadan birbirine düştüğü, hiç rastlanılmamış bir gerçektir.
Şimdi İşçi Partisi çıkıp, bizim değerlerimizi baltalayacak saçmalama bahtsızlığı sendromuna yakalanmıştır. Eskişehir’de, Gezi’de, Ankara’da, Antakya, Mardin, ve Dersim’de halktan olanlar, sadece hakça ve ortak bir anlayışla mücadele etmektedir.
DEVRİMDE HIRSIZLIK PAZARLIK VE PROMOSYON OLMAZ!
Gerici İşçi Parti’sine de NO PASARAN! Foyalarının ortaya çıkması çok yakındır!
NO PASARAN: İspanya İç Savaşında (1933-36)’da Durruti’lerin faşitler için kullandığı, Türkçe’ye “Faşizme Geçit Yok” mealinde çevrilebilecek bir slogandır. İspanya’da başını anarşistlerin çektiği devrim mücadelesi, Stalinist Gericilerin alçaklığı nedeni ile boğulmuş, ancak tarihe tırnaklarıyla kazınmıştır!
Devrim arkadas tekrar,tekrar okudumyazdigini ama zor anladim. Agaci budalayip durdun,kestin de kestin.Sonunda birsey birakmadin..
Anonim 14. de acikca sormus; Komunistlerin milli bayraklarlarla iliskisi nedir diye?
Böyle Soru bile sasirtici olmali ama Türkiyede Allah bile Türkiyeli saniliyor anlasilan..
Emperyalizmi savunsansa size oyunun kurallarini hatirlatmak isterim;
Komunistlerin en büyük özelligi Insancil,ENTERNASYANALIST olmasi!! nationalist degil!
Bu özelliklerinide bayraklarinda tasimak zorundalar!
Parti bayraklari,Nazilerde carpaz SS,mhp lilerde 3 yildiz vs. olabilirler.
Bir milli bayragi tasiyan bu anlamda zorunlu olarak IRKCI dir.
Cünkü Nationalstdir! Nasyonalizmle,Irkciligin arasinda duvar yoktur..
Türkiyedeki bayrak olayi ise daha vahimdir. Cünkü Kendine türküm diyenlerin baska ulusa,Kürt ulusuna,vede cok sayida azinliklara karsi sövenist bir hakimiyetini tasir..
Solcular,yikmak istedigi devletin sembolü olan ulusal bayraga karsi ENTERNASYONAList bayrak tasimalidirlar..
Yoksa Oyunun tadi cikmaz..
Daha bayrak konusunda bile kafa karisik olursa,millet nereye gidiyor acaba?
Milletleri olusmasi,Dil,Kültür,Tarih,Toprak birligi yanisira KAPITALin kapitalist üretim iliskileri temelinde toplumu örgütleyerek Uluslar olusturmustur.
Yani Ulusal ekonomik örgütü olamayan feodalzm,ortacagda uluslarin anlamida yoktu..Uluslasmak sermayenin sonucudur..
Kafa karisikligida virus etkisi yapar.. Düühring,düühring…
(x) arkadas sozumun nesını anlamadın sorda cevaplayayım:) harbıden merak ettım. neymıs anlasılmaz olan ? bılım soyle der; evrende hıc bır sey anlasılmaz degıldır,yeter kı elde yeterlı verı olsun …
bu arada analızlerımde 🙂 guz abının ulusalcılık kıtabından faydalandım bırde ısmaıl becıkcı ıle öcalan dan…
yazım hataları ıcın özur dılerım…
devrim arkadas.Gezi Parkcilarin etkisimi bilmiyorum herkes kibarlasti gibi geliyor bana. Ben de su virgülleri nerde kullanacagimi bir cözsem kimse beni tutamazdi..
Cümlelerine teker teker ele alalim:
Türk bayragi türk devletinin bayragidir. Bu Bayragin Kürt,arab,rum.vb. kesimlerinide temsil ettigini savunucusu gene devletin resmi görüsüdür. Türk-kürt bayragini birlestiren bir ortak bayrak yoktur.
Devletin hakim siniflarin,dolayisiylada sermayenin aleti oldugu savi cok abartilmis,paranoik düsünce olsada solcugun temel görüsüdür.. Burada ayrica bir maskeli kavram a ihtiyac varmi?
Emegin ve sermayenin irki,milliyeti yoktur.. Bu güzel kelime benim icin dogru.. ama solculara ters bir ifade..
Cünkü: Sermayenin sömürge ülkelere,azinliklara ihtiyaci oldugunu bu yüzden sövenist,hegomanyaci ,emperyalist oldugunu benden fazla öküz gibi bagirirlar solcularimiz..
Yani irkciligin sinifsal temeli sermayedir.o enternasyonalist olamaz isciler gibi..Adolf gibi savas acmak.irkcilik yapmak zorundadir.. Milliyetcilikle irkcilik arasinda özünde fark yoktur..
Türkiyeye cografyasinda,bugün türklerin yasadigi yerlerde kendine türk diyenler de tam olarak nerden geldigini bilinmez. Türk boylarindan biri.Türkmenlerde ayri bir türk boyu.. önemli degil Türkiyede rumlarin bir kesimi bile türklesmis karismistir.Yani bizim istegimizle insanlarin milliyetlerini belirleyemeyiz.. Gercek olan Türkiyeye hakim olan kendine türküm diyenlerdir.
Yoksa ayni seylerimi söylüyoruz?
Merhaba,
Güzel bir analiz. Özellikle şu kısmıyla ilgili birkaç kelam etmek istiyorum:
“Peki, otuz yıllık çetin bir politik mücadele deneyimine sahip Kürt siyasi hareketinin önderliği nasıl oluyor da bu kadar beceriksizce davranıyor? Gerçekten hayret ediyorum.”
Kürt hareketinin başını çekenlerin duygularıyla hareket ederek tabanını meydanlara bu tip posterlerle sürdüğünü düşünmüyorum. Nedeni ise sizin de yukarıdaki alıntıda belirttiğiniz gibi açık: Belki aktif olarak örgütlü en tecrübeli siyasi hareket.
Biraz daha beyin fırtınası yaparsak ve RTE’nin de apo posteriyle atatürk posterini yanyana taşıyor bunlar şeklinde vurduğunu dikkate alırsak, kürt hareketinin tavanı ve RTE’nin danışıklı dövüş içerisinde olduklarından maalesef ki şüpheleniyorum. Acaba siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Not: Gezi parkı sürecinde bunu destekleyecek başka argümanları da gözledim. Ancak yorumu kısa tutmak amacıyla yazıyla en ilgili olanını vermek istedim.
Ama RTE, kısa süre sonra onlara da bindirecek. Diktatörlerin kalıcı ittifakları olmaz.
Kalıcı olacağını ben de düşünmüyorum ancak korkarım ki bir ittifak olasılığı söz konusu.
Bu yorumu ikili diyaloğa çevirmek amacında değildim lakin Altan Tan’ın son açıklamalarını da paylaşmak isterim:
http://www.taraf.com.tr/haber/basbakan-niyetini-soylesin.htm