Gerçek İhanet Nereden Gelir?
Eugenia Ginzburg Anafora Doğru’da (Pencere, 1996) anlatır. Kızıl Ordu’nun komutanları, Tukaçevski ve Yakir de tutuklanmıştır. Butyrki cezaevinde herkes şaşkınlık içindedir. Ginzburg, yeni tutuklanmış bir kadına dışarıda neler olup bittiğini sorar:
“Taşradan geliyorum, altı aydır hapisteyim. Ülkede neler olduğundan haberiniz var mı?”
“İhanet! Parti ve hükümet aygıtının her halkasına sızmış bir ihanet. Bölge komiteleri sekreterlerinin, ulusal azınlık komünist partilerinin sekreterlerinin ihanet içinde oldukları kanıtlandı – Postyshev, Khatayevich, Eiche, Razumov, İvanov, Antipov, Sovyet Kontrol Komisyonunun başkanı ve çok sayıda subay…”
Ginzburg’un cevabı şöyle olur:
“Fakat herkesin bir adama ihanet ettiğini düşünmektense, o tek adamın herkese ihanet ettiğini düşünmek daha akla uygun değil midir?” (s. 134-135)
Komintern, faşizme karşı mücadelede birçok sekter ve uzlaşmacı hata yapmış olsa da, dünya devrimcilerinin hâlâ güvendiği, umut beslediği bir uluslararası mücadele örgütüydü. Dünya devrimcileri, “dünya devriminin kalesi” olduğuna inandıkları Sovyetler Birliği’ni Nazi Almanyası’nın saldırısına karşı savunmak için canlarını vermeye hazırdılar (bkz. Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, Kibele, 2009). Nazi Almanya’sında Gestapo’nun baskısından kaçan Alman ve Avusturyalı anti-faşistler ve komünistler soluğu “sosyalist anavatan”da alıyor, Sovyetler Birliği’ne sığınıyorlardı. Sovyetler Birliği’nde 1930’lu yıllarda sürdürülen Büyük Temizlik sırasında, başta Alman ve Polonyalı komünistler olmak üzere, Sovyetler Birliği’ne sığınan komünistlerin ve anti-faşistlerin neredeyse yüzde doksanı Gulag kamplarında yok edildi. 1939 yılında imzalanan ve imzalandıktan bir gün sonra Hitler’in Polonya’ya saldırmasıyla II. Dünya Savaşı’nın bir an önce başlatılmasına neden olan Hitler-Stalin Paktı’ndan sonra, Sovyet gizli polisi GPU-NKVD, Gulaglarda hâlâ yaşamakta olan anti-faşistleri ve komünistleri, Hitler-Stalin Paktı’nın gizli bir maddesi gereğince, Brest-Litovsk köprüsü üzerinden Gestapo’ya teslim etti. Teslim edilenlerden biri olan Margarete Buber-Neumann, o sırada Nazilerin işgali altında bulunan bu köprüden Gestapo’ya nasıl teslim edildiklerini ayrıntılarıyla anlatır (Margarete Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında-Stalin ve Hitler’in Mahkûmu, çev: G. Zileli, Eylül ayında İmge Yayınlarından çıkacaktır).
Yavuz Alogan’ın çevirdiği Dominique Eudes’in Kapetanyos (Belge, 1987) kitabında, II. dünya savaşı sonrasındaki Yunan iç savaşında Yunan partizanlarının nasıl ihanete uğradıkları anlatılır. Stalin, Yalta’da Churchill’le masa başında anlaşmış ve Yunanistan İngiltere’nin hakimiyet alanına bırakılmıştır. Yunan Komünist Partisi’ne Stalin’den gelen talimat silahların derhal bırakılmasıdır. Halk Ordusu’nun komutanları böylesi bir teslimiyeti onaylamazlar ve silahlarını bırakmamakta ısrar ederler. YKP’nin başkanı Zahariyadis ve YKP Merkez Komitesi, o andan itibaren faşistlerle ve yeni egemen İngiliz işbirlikçileriyle değil, gerillalarla savaşırlar ve sonunda yenilen gerillalar canlarını Bulgaristan’a zor atarlar. Orada da kamplarda enterne edilirler.
Aynı oyun, aynı yıllarda etkili bir gerilla mücadelesi verilen Filipinler’de de sahneye konur. Hukbalahap gerillalarının mücadelelerini ve sonunda Stalin’in Batılılarla oynadığı “demokrasi” oyunu sonucunda nasıl satışa getirildiklerini, William Pomeroy, Marksizm ve Gerilla Savaşı (çev: A. Sarıali, Belge, 1992; İnternette PDF olarak bulunmaktadır) ayrıntılarıyla anlatır.
Tarihteki bu tür satışlardan en dokunaklılarından biri de 1920’li yıllarda İrlanda Kurtuluş Savaşında yaşanır. Bunu da İngiliz yönetmen Ken Loach’un Rüzgârda Sallanan Başaklar (1995) filminden izlemek mümkündür. IRA liderleri, İngiliz hükümetiyle anlaşmaya varırlar ve İngilizlerin denetiminde yasal bir İrlanda ordusu kurulur. Bu ordu yeşil üniformalarıyla sokakta resmigeçit yaparken onları kenardan izleyen sivil İrlandalılar “İngilizler kılık değiştirmiş” diye homurdanırlar. Bundan sonraki süreç daha da acılıdır. İngiliz kralına bağlılık yemini etmek istemeyen İrlandalı direnişçiler silah bırakmayı kabul etmezler ve İngilizlerle anlaşmaya varan IRA liderlerince zorla silahsızlandırılırlar, sonuna kadar direnenler yeni ordu tarafından idam edilir. İbret dolu bir filmdir bu.
Tarih boyunca hep böyle olmuştur. En tepedekiler, kendilerine boyun eğmeyenleri ya da muhalefet edenleri hep ihanetle suçlamışlardır. Ama gerçek ihaneti hep en tepedekiler gerçekleştirmiştir.
Neredeyse doğa kanunu gibi bir şeydir bu.
Gün Zileli
2 Temmuz 2012
Yunanistanla ilgili bölüm. Tanistigim onlarca Yunan kominist parti üyesi tarafindan aynen anlatilmistir. Yunanistan stalinist kökenli koministlerin toplantilarina tanik oldum. Yalan söylemek istemiyorum ama toplantida yasi altimistan asagi kisiye rastlamdim. (1999-2000) Tarih müzesinde bir görüntü gibiydi.
Gün, “ateş olsan cümrün kadar yer yakarsın” denen bir deyiş var. Olaki tabandaki biri ihanet etmiş olsun, o cümrü kadar yer yakar. Ama tepedekiler ihanet edince her taraf yanar.
Tabanı-Tepesi olmayan bir örgütlenme yaratılmadığı takdirde ihanetler hep olacak ve asla amaca erişilemeyecek…
Nidalhawari senin soyledigin dogru ise ( dogru ise diyorum cunki oy orani yuzde 4-7 arasinda degisen ve Yunanistan muhalefetinin oldukca dinamik bir parcasini olusturan bir partinin sadece emeklilerden olustuguna inanmak zor) kapetenios ta anlatilanlarin palavra olmasi gerekir. Yoksa boyle buyuk bir ihanee ugrayan o kusak niye hala Stalin’i sevsin?
Kandil’dekiler, AKP-Devlet’e karşı şimdilik daha uyanık ve bilinçli görünüyorlar, ama ilerde onlar da malum ‘ihanet’e (veyahut ‘muvazaa’ya) dahil olurlar mı, bilemem. Konuyla ilgili yazı: http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/duran-kalkan-akp-gitmeden-kurt-sorunu-cozulmez-haberi-56510
Kürt mü?
“Duran Kalkan kim?” “Kürt mü?” diyor…
Al işte, yine soy-sop eksenli siyaset, AKPolisin paçalarından akıyor…
Ne yani, devrimciler sadece “kendi ulusunun(!)” sınırları içinde mi mücadele yürütmeliler?!
Irkçı Barzani tayfası da böyledir, onlar da durmadan Öcalan’ın “safkan Kürt” olup olmadığını tartışıyorlar… Allah (varsa eğer) akıl-fikir versin…
”KÜRTLER KENDİ YÖNETİMİNİ KURMALI
Devrimci halk savaşı çizgisinden; gerilla direnişinden serhildana, demokratik toplum örgütlülüğünden demokratik öz yönetiminin gerçekleşmesine kadar toplumun tüm kesimleri; gençleri, kadınları, emekçileri, yaşlıları, çocukları herkes hayatta olan ve yaşamak isteyen herkes bilinçlenip, örgütlenip birleşerek kendi demokratik öz yönetimini kurmalı. O yönetim altında kendi kendini yönetmeli, başka hiçbir yönetimi tanımamalı, kabul etmemeli. Bunun dışındaki her türlü yönetimi yasa dışı, faşist soykırımcı, sömürgeci sayarak onu ret etmeli, ona karşı bir isyan ve direniş içinde olmalı. Tek olarak kendi demokratik öz yönetimini meşru görmeli, doğru görmeli, sadece o yönetimi dinlemeli, öyle bir yönetim altında yönetilmeyi esas almalıdır. Şimdi görev bu, bütün topluma bu görev düşüyor. Böyle bir öz yönetimin gelişmesi için herkesin çalışması lazım. Bunun eğitimini kurması, savunmasını geliştirmesi, gençlerini, çocuklarını sömürgeci orduda askere değil, asimilasyon kurumları olan okullara değil, kendi demokratik toplum örgütlülüğü içerisinde yurtseverlik eğitimleri gören yerlere, toplumun, halkın savunulduğu yerlere göndermelidir. Sistemden, düzenden bu temelde demokratik kopuşu ve örgütlenişi mutlaka sağlamalıdır. Bu olursa günümüzün çözüm yöntemi hayata geçirilmiş ve çözüm de adım adım gerçekleşmiş olur.”
duran kalkanın bu çağrısı hayati bir önem taşıyor.çözümün iktidardan beklenemeyeceğini,ezilenlerin kendi özerk yaşamlarını kurarak zaferin kazanılacağını,özellikle kürtlerin devletle organik bağlarını keserek mümkün olacağını söylüyor.bugüne kadar devletten medet beklenmiştir.ama bu çağrı bunun saçmalığını ortaya açık ve net bir dille koyuyor.denildiği gibi kürtler ve ezilen diğer oluşumlar ancak sistemden radikal bir kopuşu köktenci bir biçimde sağlarlarsa özgürlük olanaklıdır.ne devletten ne de onun burjuva parlamentosundan özgür bir hayatın maddi imkanlarına dair bir durum ortaya çıkarılabilir.evet bugüne kadar yapılamayanı yapmak için hepimizin birleşerek bunu gerçekleştirmesi elzemdir.çözüm, özgür bir yaşamı ancak kendi olanaklarımızla kurabilirsek mümkündür.
Bu dünyanın köşeye sıkıstıgının göstergesidir. katil devletler artık son kozlarını oynuyorlar bu dünyada yok olcakları gün gibi ortada bireylerin bu mücadelenin tam arkasında sonu gelinceye kadar dünya gercek düzenine dönene kadar mücadeleyi bırakmamalıdır.İnan ki kalpimizdeki dünyayı kurdugumuzda tarihe baktıgımızda acı bi gülümseme kalacak.Buna inanan insanlar bu mücadeleyi destekleyen insanlar laızm dünyada .BU KATİL DEVLETLER GİDER BU DÜNYA DEGİŞİR(ANARŞİZM)
Gün Abi;
Yazı ve konuyla alakasız ama senin Fenerbahçe Taraftarı ile iktidar&cemaat kurumları arasındaki kavgaya hiç değinmemen bu konuda bir yazı yazmaman bana eksiklik gibi geliyor. Öyle veya böyle hayatında hiç polisle karşı karşıya gelmemiş insanlar değerlerine, kulüplerine sahip çıkmak ve ÖYM’ler eliyle Cemaat eliyle yapılan haksızlıklara karşı koymak için adeta en radikal gösteri, tavır ve karşı duruşları gösteriyorlar. Laf sokmak için yazmıyorum sadece tespit amaçlı olarak söylüyorum siyasi gösterilerde kitlenin yüzde 80’i ilk polis saldırısı ile kaçarken taraftar gruplarının Kadıköy de, Çağlayan da yada polisle karşı karşıya geldiği gösterilerde polisin saldırılarına orantısız güç kullanımına orada bulunan kitlenin yüzde 90’nıyla direnerek ve karşı güç uygulayarak cevap vermesi bence irdelenmesi gereken bir konu. Taraftarın İçgüdüsel insani meşru müdafasını göstermekten çekinmemesi, önünü arkasını düşünmeden kendisine uygulanan şiddete karşı tepkisini ortaya koyması bence seninde değerlendirmen gereken bir nokta. Orada bulunan herkesin hayatta farklı bir pozisyonda olmasına rağmen saf isyan duygusunun anlık olarak aynı potada eriyip kitlesel reflekse dönüşmesi ve bu durumun sürdürülebilir olup olmadığı konusundaki fikirlerini merak ediyorum doğrusu. İspanyol bir arkadaşım bir dönem ispanya da Katalanlar kahrolsun Franco diktatörlüğü diye slogan atamadığı için “kahrolsun real madrid” diye slogan atarlardı diye söylemişti. Sanki Türkiye de de insanlar tüm siyasi ve ekonomik baskılanmışlıklarını bir şekilde daha az cezai müeyyide ile karşılaşacakları Fenerbahçe üzerinden dile getiriyorlar ve yine sosyalizm, ulusalcılık vb. baskı altındaki muhalefet duygularını egemen güce karşı bu yolla yöneltebiliyorlar diye düşünüyorum. Yaşananları manasız bir holiganizimle izah etmek bence pek mümkün değil ve bugün cemaatiyle ÖYM’siyle, FC polisiyle en çok ve radikal ve futbol dışı radikal taleplerle karşı karşıya gelen grup Fenerbahçe taraftarı. Yaşam biçim ve değerlerini tehlikede gören hayatında polisle karşı karşıya gelmemiş ve Fenerbahçe üzerinden karşı karşıya gelen toplumsal dinamiğin senin değerlendirmelerine veya en azından bir yazına konu olması gerektiğini düşünüyorum. Biriken metan gazı sızıntılar mı yapmaya başladı dersin. Senin alıntı yaptığın güzel sözle sorumu bitireyim. “Polisle kan ter içinde çatışan bir emekçi gördüğümde tarafımı seçmekte zorlanmam” diyor ya yazar. Gün Abi “polisle ve egemen güçle kan ter içinde çatışan Fenerbahçe taraftarını gördüğünde sende sanırım tarafını seçmekte zorlanmazsın ve bu konuda iki satır yazarsın 🙂
Ahmet arkadasa,
Bahsettigin yillarda KKE( kapa kappa) dedikleri parti %11-12 oraninda oy aliyordu. Toplanti Atina merkezindeki helena heykelinin yaninda, acik havada büyük parkata gerceklesmisti.Dikatimi ceken sey. hicbir gencin olmamasi ve katilimcilarin istisnasiz hepsinin takim ceketli olmasiydi. Bizim bölgelerde alisik olmadigim bir görüntüydü.
Stalin meselesine takili degilim cünkü o bir leninistti, leninde bir marksisti. Yargiyi benim koymus olamam fazla bir sey ifade etmez. Tarihin yargisi ve sonuclarini kabul etmemiz lazim. Stalin olmasiyda baska stalin devreye girecekti. Bu meknizmadan baska bir sey cikmazdi. Tartismamiz gereken ana halka marksizimdir.
Birde aklimdayken söyliyim yunanistanda pontuslar onünde Stalinden bahsettigimizde ana avrat düz giderlerdi.
Nidalhawari, sen marksizmi tartismaya devam et, biz kapitalizmde yasiyoruz, su an dunyayi yoneten kapitalizmdir sadece kapitalizm demek yetmez, Dunyayi artik bir avuc tekelci yonetmektedir. Dunya nin ve insanligin sorunu kapitalizmdir, emperyalizmdir. Gerisi bostur.
Stalinizm dedigin olgu ise ( gercekten stalinizm denen bir sey eger var ise) kapitalizmin zulmune karsi yapilan bir isyan denemesidir. Dogrudur bu isyan acikli bitmistir ama o kadar. Emekcilerin sorunu sizin Stalinizm diye adlandirdiginiz gecmis sosyalizm deneyleri degildir, kapitalizmdir.
Sen Marksizmi tartismaya devam et, ama emperyalizmi marksizm olmadan anlamaya calismak Kuran yardimi ile insanin biyolojik evrimini anlamaya calismaya benzer. Sana kolay gelsin!
Not: Pontuslar Stalin”den bahsedildiginde ana avrat duz giderlerdi demek en hafifinden genellleme en agirindan irkci bir tavir olmuyor mu ( Irkciligin temelinde Turkler boyledir, yunanlilar ya da pontuslular soyledir gibi genellemeler yatar) Ben eminim Stalinist komunist partisine oy veren bir cok pontuslu vardir. Yoksa Pontuslular stalinizme karsi asi mi yaptirmislar?
Marksizim, Kapitalizmin sol kandi oldugu icin “marksistler“ kapitali desteklemeye ve yeniden yaratmaya devam edeceklerdir.
Nota cevap: Staline küfretmek marifetmi? hayir. Stalinin kendilerine yaptigi zülmün tepkisidir. Söylediklerimzde samimiysek kelimeler üzerinde fazla oynama geregi bulmayiz.
bir yildir yerim yurdum belli olmadigi icin iletisim zorlugu cekiyorum. zamninda cevap verme sansim olmadi kusura bakma