Fikret Başkaya/Suriye’ye Dair Gerçeği Söylemek

Yaklaşık bir yıldır Suriye’de “düşük yoğunluklu” bir savaş devam ediyor. Her zaman olduğu gibi medyatik yalanlar ve diplomatik dalavereler ve tam bir ikiyüzlülükle Suriye’ye dair gerçek gizleniyor. Savaşın tarafları hakkında insanların kafası karışık. Genel algı kabaca şöyle: Orada özgürlük ve demokrasi talebiyle sokağa çıkanlara, gösteri yapanlara “zalim diktatör” Beşar Esad’ın askerleri ve polisleri ağır silahlarla saldırıyor, insanları öldürüyor, yaralıyor, hapsediyor, işkenceye tâbi tutuyor, ülkeden kaçmaya zorluyor… Eğer sorun gerçekten hak, özgürlük ve demokrasi talebi ve mücadelesiyle ilgili olsaydı, tartışmasız isyancıların desteklenmesi gerekirdi. Lâkin, gerçek durum görünenden çok farklı… Dolayısıyla söylemle gerçek arasında bariz bir uyumsuzluk var… Elbette Suriye’deki Baascı rejim otokratik bir “muhaberat” rejimi ama orada yapılmak istenen, iddia edildiği gibi otokratik bir rejimin yerine demokratik bir rejim kurmakla ilgili değil. Yıllar öncesinden tezgahlanmış Suriye’yi çökertme planının sahneye konması… Suriye, ABD başta olmak üzere, Siyonist İsrail, ABD uydusu  petrol monarşileri ve NATO’cu Türkiye tarafından çökertilmek isteniyor. Suriye’ye saldırı kararı, New York ve Washington’a yapılan suikastın  hemen ardından, 15 Eylül 2001’de Camp David’de alınmıştı. Bush yönetimi, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Sudan, Somali ve tabii İran’ı kapsayan bir saldırı planı hazırlamıştı. 2003’de Bağdat’ın düşmesinin hemen sonrasında ABD Kongresi bir Accountability Act’la mümkün olan en uygun zamanda Suriye’yle savaşa girmeyi emrediyordu. Bush’un eli ermediği için iş Barack Obama’nın üzerinde kaldı…

Şam’a giden kanlı yol medyatik yalanlardan ve diplomatik manevralardan geçiyor

NATO’cu ittifaka ve bölgedeki gerici rejimlere ve Türkiye’ye göre, geniş halk kitleleri aylardır Beşar Esad’a karşı  daha çok özgürlük ve demokrasi talebiyle sokaklara dökülüyor… ‘Ana-akım medyanın dünyaya servis ettiği resim böyle… Gösterileri örgütleyenler ve sokağa dökülenler “sıradan insanlar” mıdır? Başlarda “demokratik bir muhalefet”in varlığından söz edilebilir. Fakat gösteriler kısa sürede manipüle edilerek ortamın terörize edilmesi sağlanmıştır. Silahın ve emperyalist müdahale çağrılarının yapıldığı ortamda seküler, demokratik güçler sahneden çekilmiştir. Geriye kalanlar kuşkusuz, Mısır ve Tunus’taki gibi  özgürlük talebiyle sokağa dökülmüş kitleler değildi artık. Bu gösterilerin arkasındakiler, içindekiler ve önündekiler, Suudi  ve Mısırlı fetvacıların El Cezire televizyonundan yaptıkları çağrıya cevap veren dinci fanatiklerdir. Libya’dan, Irak’tan Afganistan’dan vb. geliyorlar… Türkiye’den ve Lübnan’dan Suriye’ye giriyorlar. Elbette aralarında Suriyeliler de var. İsyanın omurgasını Sünni İslam anlayışının fanatik bir yorumunu temsil eden selefiler ve Suriye’de birçok kanlı cinayetin sorumlusu olan radikal dinci Müslüman Kardeşler örgütü oluşturuyor. Amaçları Beşar Esad’ın yerine daha demokratik bir rejim kurmak değil, kendi istedikleri bağnaz bir İslamî rejim kurmaktır. Zira Alevi Beşar Esad’ı bir sapkın, kedilerini de “saf islamın” temsilcisi olarak görüyorlar. [Bu fanatik akımın şefleri dünyanın en kötü rejimlerinden olan ve Esad’a “halkının sözünü dinle” diyecek kadar yüzsüz olan Suudi Arabistan’da mülteci olarak bulunuyorlar ve sapkınların, daha doğrusu Sünnî olmayan herkesin öldürülmesini emrediyorlar.]. Dolayısıyla, rejimin barışçıl göstericileri dağıtmak için silah kullandığı, yüzlercesini öldürdüğü iddiası tipik bir medya yalanıdır. Bastırılması için önce gerçekten gösteri yapılması gerekirdi ve bilinen anlamda gösteriler söz konusu değildi. Tam tersine bu güne kadar yüz binlerce Suriyelinin katıldığı çok sayıda miting rejimi desteklemek için yapıldı ve neredeyse bunların tamamı egemen medya tarafından görmezden gelindi

Kaldı ki rejim daha baştan dış destekli fanatik dinciler tarafından yapılan provokasyonun farkındaydı ve olabildiğince muhtemel bir mezhep çatışmasını engelleyecek şekilde ve yumuşak davranma yolunu seçti. Esad, güvenlik güçlerine sivillere zarar vermeyecek şekilde davranma talimatı vermişti. İsyancılar tarafından iki bini aşkın polisin ve askerin öldürülmesinin nedeni budur… Ölüm timlerinin çoğu dışarıdan [daha çok Türkiye, Ürdün ve Lübnan sınırından] ülkeye sızmış katillerden ve paralı askerlerden oluşuyor. Ordu birliklerine, polis karakollarına, resmi binalara pusu kuruyorlar, hastane, okul ve ulaşım hatlarını bombalıyorlar, kentlerin göbeğinde sivilleri öldürüyorlar. Medya, saldırganların kimliğini ve işledikleri cinayetleri gizlemek için her türlü ahlâk dışı yolu deniyor. El Cezire ve el Arabiye gibi Katar ve Suudi Arabistan destekli kimi televizyonların stüdyolarında hazırlanan filmler, görüntüler ve 1.5 milyon Suriyelinin rehin alındığı gibi yalan haberler tüm dünyaya servis ediliyor. NATO cephesine dahil “ana-akım” Batı Medyası üretilen yalanları yaymak üzere seferber oluyor. Bu konuda o kadar ileri gidilmiş görünüyor ki, mesela Çeçenistan savaşında direnişçiler tarafından ele geçirilen bir Rus uçağının görüntüleri sanki Suriye’de gerçekleşmiş gibi sunulabiliyor… Hızlarını alamamışlar ki 2006 tarihli bir videoyu yayına sokmuşlar… Yüzüne ve vücuduna ketçap sürülmüş insanları savaş mağduru gibi gösteriyor… O kadar ki, İkinci Dünya Savaşına ait görüntüleri bile servis edebilirler… Amaç rejimi olabildiğince şeytanlaştırmak…

Fakat provokasyon için Suriye’ye sızanlar sadece El Kaide ve Müslüman Kardeşlerin silahlı unsurlarından ve paralı askerlerden oluşmuyor. Fransız ve Türk istihbaratçıları ve subayları başta olmak üzere bir çok NATO ülkesinden  ve tabii ABD’den “uzmanlar” da işin içinde. [49 Türk istihbarat görevlisinin, biri albay bir grup Fransız subayının ve bir kaç İngiliz askerinin Suriye rejimi tarafından yakalanması, ortada bir halk isyanı değil, apaçık dış kaynaklı bir saldırı olduğunu ortaya koyuyor.]

Ölü, yaralı ve ülke dışına sığınanlarla ilgili rakamlar da medya yalanlarını takviye edecek biçimde “imal ediliyor.” Rakamlar, İngiliz istihbarat örgütleri tarafından yönlendirildiği ileri sürülen, ne idüğü bilirsiz, yöneticilerinin kim olduğu doğru düzgün bilinmeyen  Londra merkezli “Suriye İnsan Hakları Gözlemevi” tarafından imâl ve servis ediliyor… Asıl önemli ve rahatsız edici olan  husus da, bu “kurum” tarafından uydurulan rakamların Birleşmiş Miletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin hiç bir doğrulama çabası olmaksızın alıp kullanmasıdır. Bu durum bile tüm BM kurumlarının aslında kimin hizmetinde olduğu hakkında da bir fikir veriyor… Aslında “uluslararası” denilen kurumların ulusların kurumları olduğu bir tevatürden ibarettir. Mesela Birleşmiş Milletler Örgütü, baştan beri asıl ABD’nin bir örgütü olarak işlev gördü. Keza Arap Ligi de petrol monarşilerinin oyuncağı haline gelmiş durumda… Başka türlü ifade edersek, kim finanse ediyorsa örgüt onun borusunu çalıyor.

Asıl amaç Beşar Esad rejimini yıkıp, emperyalistlerin, Siyonist İsrail’in, bölge monarşilerinin ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun İslamcı bir rejim kurmaktır.

Aslında Suriye’de yapılan ve yapılmak istenen, Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de Libya’da yapılanın bir tekrarı ve asıl amaç bölgeyi emperyalizm ve başta Siyonist İsrail devleti olma üzere, gerici-çürümüş bölge monarşileri için “dikensiz gül bahçesi” haline getirmektir. Bu amaçla bu güne kadar göreli bir biçimde olsa da onca etnik ve dini ve mezhebi barış içinde yaşatmayı başarmış rejimi yıkmak istiyorlar. Böylece etnik, dini ve mezhep çatışmalarının yolu açılmış olacak. Bölge bütünüyle batağa saplanacak. Eğer mevcut rejim emperyalist komplo sonucu çökertilirse, emperyalizmin peydahlayıp-beslediği Müslüman Kardeşler iktidar olursa, sadece Baascılar değil, Alevi-Nusayriler başta olmak üzere, tüm heterodoks ve Hıristiyan halkların varlığı tehlikeye girecektir. Bu arada, Suriye devletinin, sürekli bir Alevi devleti ya da Alevilerin egemenliğinde bir diktatörlük olarak anlatılmasının gerçek dışılığına da işaret etmek gerekiyor. Fakat bu söylemle Sünni-İslam duyguları harekete geçirilmek, Suriye rejimine yapılan/yapılacak saldırılar meşrulaştırılmak istenilmektedir.

Elbette rejimin demokratikleştirilmesi, her türlü özgürlüğün gerçekleşmesi mutlaka gerekiyor ama onu ancak orada yaşayan halk yapabilir. O halde üç şey: Birincisi, haklar, özgürlükler ve demokrasi ihraç veya ithal edilebilir bir şey değildir, ona ihtiyacı olanların mücadelesiyle kazanılabilir, yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir; ikincisi, emperyalistlerin asla demokrasi ve insan hakları diye bir kaygısı yoktur ve olamaz, zira böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır; üçüncüsü de emperyalistlerin demokrasi şampiyonu kesilmelerinin asıl nedeni, başta “eğitilmiş kesimler”  olmak üzere, kitleleri aldatmaktır. Her halde bu kavramı en son ağızlarına alması gerekenler en büyük demokrasi düşmanı olan yeryüzünün egemenleridir… Bu vesileyle Irak’a demokrasi götürme iddiasındaki ülkeler koalisyonundan bazılarının [Katar, Suudi Arabistan, vb.] “demokratik performanslarına” ne demeli? Ve bu ikisinin Bahreyn’de özgürlük talebiyle ayağa kalkan halkı ezmek üzere asker, silah ve para gönderdikleri bilinmiyor mu? Tabii Suriye’yi etkisizleştirmek tek başına amaç değil. Zira, Suriye’deki rejimi çökertmek, Lübnan Hizbullah’ını da etkisizleştirmek demek ki, böylece İran’a giden yol açılacaktır. Zaten nihai hedef de İran’ı çökertmektir. Daha doğrusu Suriye’ye yönelik saldırı, Suriye, Lübnan, Irak ve İran’a yönelik saldırının bir parçasıdır. [Şimdilerde Filistin Hamas’ı, Katar emiri tarafından satın alınmış ve kamp değiştirmiş görünüyor… ].

“Özgür Suriye Ordusunun” ve “Suriye Ulusal Konseyinin” Suriye’yle ilgisi tartışmalıdır…

Bir kere “Özgür Suriye ordusu” denilen bir tevatürden ibaret ve zaten ‘özgür’ de değil, olması da beklenemez. Paralı askerler, silahlar, propaganda aygıtı dışarıda kotarılıyor ve dışarıdan geliyor. Aslında birer ölüm mangası olan paralı askerler bu işi ABD, NATO Avrupa’sı, Siyonist İsrail, petrol monarşileri ve Türkiye adına yapıyorlar… Aynı şey “Suriye Ulusal Konseyi” için de geçerli. Bu örgüt ta baştan Fransa’nın gözetimi altında Paris’te peydahlandı… Bütün bunlar yapay ve Suriye toprağında kök salamamış zorlama “örgütler”… Benzer bir zorlama Türkiye’deki mülteci kampları için de geçerli. Aslında Hatay sınır bölgesinde oluşturulan kamplar reel bir ihtiyaca cevap vermekten çok, başta Batılı ülkelerin insanları olmak üzere, dünya kamuoyunu [eğer öyle bir şey varsa] etkileme amacı taşıyor… Bu operasyon ünlü şahsiyetlerin ziyaretleriyle, diplomatik planda da destekleniyor. Ünlü sinema oyuncusu Angelina Jolie’nin, BM eski Genel sekreteri Kofi Annan’ın ve ABD’li bazı senatörlerin ziyareti gibi… Böylece bir an önce harekete geçilmesini sağlamak için dikkâtler Suriye’ye çekilmek isteniyor…

AKP hükümetinin Suriye’ye saldırı için bu kadar hevesli ve aceleci davranması nasıl açıklanabilir?

Açık olan bir şey varsa, “Suriye’nin düşmanları cephesi” Esad rejimini çökertmek istiyor. Ortak amaç bu olsa da hepsinin kendine göre bir “gerekçesi”  var. ABD ve NATO için Esad rejimini çökertmek, İran’ın en önemli müttefikini yok etmek demek. Körfezin gerici monarşileri için seküler bir rejimi  fanatik bir teokrasiyle ikâme etmek demek. El Kaide, Vahabiler ve Selefiler için başlıca amaç seküler rejimden kurtulmak demek. Siyonist İsrail için bölünmüş, parçalanmış, çökertilmiş bir Suriye, bölgedeki hegemonyasını güçlendirmek, istikrarlı bir “düşmana” son vermek demek… Türkiye ısrarla  “uçuşa yasak bölge”, değilse bir “insânî yardım koridoru” öneriyor. Aslında İnsanî yardım koridoru fiilen ülkeye saldırı demektir ve “insanlıkla” bir ilgisi yoktur… Söz konusu olan gerçekten insâni kaygılar mıdır? Zaten kendi topraklarını saldırganlara bir üs olarak kullandırması, silahların ve savaşçıların geçişini sağlaması, silah yardımı yapması, istihbarat ve askeri uzman desteği… geçerli uluslararası hukuk kurallarının ihlâli anlamına geliyor… Acaba AKP hükümeti bütün bunları kendi neoliberal kapitalist “ılımlı İslam” modelinin bölgede zafer kazanması için mi yapıyor? Yoksa başkaca amaçlar da söz konusu mu? Parçalanmış Suriye’den bir pay mı kapmak istiyor ya da vâsilik yapacağı zayıf bir İslamcı hükümet mi? “Gerekçeler” ne olursa olsun, derhal bu uğursuz yoldan dönülmeli, bu amaçla da  muhalefet sesini yükseltmelidir. Zira olanlardan ve olacaklardan hepimiz sorumluyuz. Aslında Suriye’ye saldırı hepimize saldırıdır. “İnsânî yardım” ve “demokrasi”  götürmek üzere Irak’a giren ABD ve NATO’cu müttefiklerinin 1.2 milyon insanın ölümüne neden olduklarını hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Irak’ın işgali sürecinde gösterilen duyarlılık Suriye’den esirgenmekte; yoksa bütün bölgemizi yakacak bir savaşın eşiğinde olduğumuz idrak edilmiyor mu? Bunca zaman suskun kalınması büyük bir hata iken, halen bu hatadan dönme şansımız ve olanaklarımız var. Bir an önce, gittikçe yaklaşan emperyalist saldırıya karşı sesimizi yükseltmek, şu aşamada en haysiyetli tavır olacaktır.

Türkiye ve Orta Doğu Forumu Vakfı [ Özgür Üniversite] adına Dr. Fikret Başkaya

*17 Nisan 2012 tarihinde Özgür Üniversite’de yapılan basın toplantısında sunulan metindir.

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

7 Comments

  1. Nasil da diktatör Kenan’in ve diktatör Kemal’in agziyla konusuyorlar? Utanç.

  2. http://dip.org.tr/index.php/yazlar/uluslararasi/item/1296-suriye-konferans%C4%B1-bar%C4%B1%C5%9F%C3%A7%C4%B1l-d%C3%BCzenli-ve-istikrarl%C4%B1-bir-ge%C3%A7i%C5%9F

    http://marksist.org/dunya/ortadogu/7285-suriye-devrimin-taban-orgutunden-ulusal-konseye-agir-elestiriler

    http://dip.org.tr/index.php/yazlar/uluslararasi/item/1306-suriye-devrimine-m%C3%BCdahale-olas%C4%B1l%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ve-ard%C4%B1ndaki-hesaplar

    Kanaatimce burada tek bir iradeye bağlı “muhalifler” soyutlaması fazla basit ve toptancı kalmaktadır. Başkaya’nın yukarıda iddia ettiği “amaç Esad rejimini yıkmak” söylemini yukarıda verdiğim birinci linkte SUK programında belirtilen koyu renkli madde çürütür nitelikte. Bence, NATO güçlerinin tutumundaki asıl amaç mobilize durumdaki suriye muhalefetinin üzerinden Nato’cu bir önderlik inşa ederek halk hareketini boğmak ve “kontrol dışı” davranışlarda -gerçek bir devrim gibi- bulunmasını önlemektir.
    Öte yandan, demokratik devrim süreçlerinin -özellikle bölgede güçlü olduğunu bildiğimiz mezhepçi/dinci eğilimler hesaba katıldığında- bir arada yaşamın devamlılığı için risk yaratan siyasal öznelerin gelişmesi ihtimalini taşıdığının bilincinde olmak gerekir. Şayet totaliter rejimlerin ve monolitik oligarşilerin çöküşü, safları belirsiz güçlerin “devrimin çocuğu” ve “halkın temsilcisi” gibi süslü ithamlarla açığa çıkmasına yol açar çoğu zaman. Unutmayalım, 1908 devriminin ardından “aydınlanmacılık” iddiasındaki ırkçı kadroların güçlenmesi, Anadolu hristiyanları için sonun başlangıcı olmuştu…

  3. Suudi Arabistan Kralı Abdullah ve Katar Şeyhi El Tani, Suriye’ye demokrasi gelmesi konusunda hemfikir…

    http://www.zaytung.com/sondakikadetay.asp?newsid=193704

  4. Suriye’de Alevi köyüne saldırı: 130 ölü

    Suriye’de Alevilere yönelik en kanlı saldırılardan biri gerçekleştirildi. Hama yakınlarındaki Akrab köyüne düzenlenen saldırıda 130 sivilin öldüğü iddia edildi.

    Suriye’de Alevi köyüne düzenlenen saldırıda 130 sivilin hayatını kaybettiği belirtildi.

    Suriyeli insan hakları örgütleri, Hama kenti yakınlarındaki ‘Akrab’ köyüne saldırı düzenlendiğini duyurdu.

    Alevilerin yaşadığı köyde 130 kişinin öldüğü belirtiliyor. Saldırıyı kimin düzenlediği ise henüz bilinmiyor.

    Aaldırı, Suriye’de 1 yılı aşkın süredir devam eden çatışmalarda Alevi azınlığa yönelik en kanlı saldırı olarak kayıtlara geçti.

    http://www.ntvmsnbc.com/id/25405395/

  5. ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA SİYASİ SUNNİ İSLAMIN POSTALLARI ALTINDA İNLİYOR!

    SURİYE VE TÜRKİYE’DE YAŞANAN SÜREÇ ÖZGÜRLÜĞE DEĞİL, SUNNİ İSLAM’IN HEGEMONYASINA GİDER.

    Sunnici AKP rejimi, yeşil sosyalizmi savunan Kaddafi’nin devrilişinde son anda büyük rol oynadı, – Kaddafi’ye vurucu darbeyi indiren Misatra alanındaki aşiretlere, ağır silahlar ve aşırı dinci militanlar, Suriye örneğinde olduğu gibi Türk ordusunca, ‘yardım gemileri’ ile sağlandı. Sunni Libyalı aşiretler, AKP desteğinde iktidara geldiler…
    AKP rejimi baştan beri Mısır’da Müslüman kardeşler örgütünü destekledi. Sunni’ci siyasal İslamcılar Mısır’da resmen iktidar oldu.
    AKP rejimi, Tunus’da aynen Mısır gibi siyasal İslamcıları destekleyerek, onların iktidara gelmeleri için gerekli bütün yardımları yaptı.
    Sunni AKP ırkçıları, Bahreyn’de Şii muhalafeti bastırmak için ilkel aile diktatörlükleri olan Suudi, Kuveyt, Arap emirlikleri ve Katar’ın yanında yer aldılar. Türk rejimi Irak’da Şiilerre karşı Sunni Arap ve Sunni Kürtleri yanına çekerek orada da Sunniler hegemonyasının restorasyonuna çalışıyor.
    Suriye alanına dönersek, gerçeklik olan, azınlık topluluklar olarak Kürtler ve Alevi’lerin Suriye ve Türkiye’deki durumlarının hemen hemen aynı oluşudur. Aleviler, her iki ülkede de azınlıktırlar. Türk ordusunda ki Alevi kökenliler, ‘barışçıl’ yollan temizlenirken, Suriye’de bunun silahla olacağı gerçeği göz ardı edilemez, gerisi benzer bir tablo! Şu anda AKP’ yi destekleyen geniş Alevi kitleleri kendilerini bekleyen felaketlerin farkında değiller! Baasçılar daha önce Arap ırkçılığı altında insan bile kabul edilmeyen Kürtler’e, onları karşılarına almamak için beklenmedik bir şekilde otonomi verdiler. AKP- sivil Asker zinde güçler, bu taktiğin tuttuğunu görünce kendileri de hemen 180 derece çark ederek, 35 yıldan beri en büyük düşman diye ilan ettikleri PKK’yi yanlarına aldılar, lider diye lanse ettikleri kişiyi de yeni görevler verdiler. Suriye örneğini kopya etmeye çalışmaları, bu iki ülkedeki durumun benzerlği konusunda yeterli bilgiyi sunuyor. Kemalizm ve onu temsil eden devşirmeci kalıntısı ordu sayesinde kurtulduklarını sanan Alevi kitleler, önümüzdeki dönemde hızlandırılacak siyasal islam proje-planlarının hedefleri olacaklardır. Sahte dedeler ve Alevi örgütlerine verilen sus paylarının sonu görünüyor. Sunni siyasal İslam tekçi olduğu için, Alevilerin varlıkları konusunda endişe duymaları ve Sunnileşen bir orduya da artık güvenememeleri, yeni tercihleri gündeme getirecektir.
    MEZHEP KAVGALARI ÖZGÜRLÜK DEĞİL, BÖLÜNMEYİ GETİRİR!
     
    AKP rejiminin Suriye’deki mezhep kökenli çatışmalarda yer alması, başka devletleri de kışkırtıp alevleri sağa sola üfürmesi, Türkiye’ nin geleceğini belirleyecektir. Alevi Sunni çatışması hızla Türkiye’ye doğru yol alıyor!
    Şimdilerde Suriye ve Irak’ta yeniden alevlenen geleneksel mezhep kavgalarının hiç bir toplum veya millete özgürlük getirmeyeceğini 1400 yıllık geçmişe dayanarak idda etmek yerinde olacaktır.
    Ali-Ömer-Osman-Ebubekir arasında başgösteren taht kavgalarına dayanan bu hizipleşme 1400 yıldan beri milyonlarca insanın ölümüne yol açtı. Ortadoğu’da Hristiyanların mirasına konarak yayılan Müslümanlık, onların bölünüp hizipleşmesini kopyalamakla kalmadı, üstelik bunu en uç noktaya götürerek, çok adi, tamamıyla kriminal bir ortam yarattı. Ali, Osman, Ömer, Bekir ve diğer Arap aşiret liderleri arasındaki rant kavgalarında sağ çıkan olmadı, bunlar birbirlerini öldürmekle kalmadılar, yığınla insanıda kutsallık adına felaketlere sürüklediler…
    Muhamet’in 632 yılında ölümünden sonra, Ebu Bekir halife oldu. Onun zamanında fetihler devam ederek; Bahreyn, Irak’ın bir kısmı ve Suriye’nin bir bölümü fethedildi. Yağma ve talanlarla iştahları açılan Arap kabileleri artık durmak bilmiyorlardı…İslâm’la birlikte Arap Yarımadası’nda otorite olan Vahabi kabilelerin kendi aralarında ki kan davaları, müstakil olarak birbirinden intikam almaları durdurulmuş, önlerine yeni hedefler konulmuştur. Gasp, soygun, içki, kumar, fuhuş, hırsızlık, yetim malı yemek, kan dökme, intikam, yalan, kin, haset, kibir dışında hiç bir iyisi olmayan acımasız Arap kabilelerin önlerine konulan bu yeni hedeflerle, dikkatleri komşu ülkelerin zenginliklerini yağma ve talana çekilmiştir.

    Egoist Arap liderlerinin Muhamet’in mirası için başlattıkları kanlı kavgalar biçim değiştirerek devam ediyor…Halifeliğe soyunan Arap liderleri it dalaşında can vermelerine rağmen, ortaçağın karanlığında yaşayan Ortadoğu ve Afrika kabileleri onlarda ”kutsallık” yaratarak İslam mezheplerini oluşturmuşlardır.
    Başlangıçta asalak Bedevi’lerin aktif rol oynadıkları bu rant kavgalarının politik ve askeri stratejileri temelinde şekillenen fraksiyonlar-hizipler ortaçağ karanlığında milyonlarca insanı etkilerine alarak bütün kıtaları sardı. Göçebe Orta Asya Türk’lerinin de zorla bu hiziplere çekilişi, Arap yağma talan ideolojisinin dünyadan izole edilmiş bu türden ilkel boy, soy ve soplara aşılanması, başka halkların İslam adına köleleştirilmelerinin hak olduğu, Bizans ve Pers alanlarındaki zenginliklere zorla el koymanın mübah olduğu, bunun ”Allah’ın Müslümanlara verdiği bir rısk” olduğunun din iman adına propoganda edilişi, bu mezheplerin çığ gibi büyümesini beraberinde getirdi… Yağma ve talandan pay almaya çalışan ilkel kitleler her zaman bu mezheplerden birine yaslanıyor, Müslümanlık da hızla büyüyerek bölgeye hakimiyetini sağladı.
    Bugün Türkiye’de müslümanlaşan yerli halkların eski çöl örf ve adetleri Araplar’dan daha şiddetle savunmaları Arap milliyetçiliğinin ne kadar başarılı olduğunu göstermektedir. Müslümanların başı Erdoğan’ın eğer Ali önderliği kabul edilyorsa bende Aleviyim derken neye parmak basıyor? Abbasi döneminde kaleme alınan Buhari, Müslim gibi Ehli-Sünnetin benimsediği hadis kitapları, yine aynı dönemde kurulup, yayılan Hanefi, Şafi , Maliki, Hanbeli gibi mezhepler Arap milliyetçiliğini kitlelere sünnet ve sevap nitelendirmeleriyle yutturmuşlardır.
    Hiristiyan ve Jahudi zenginliklerini ele geçirmek için İslam denen yeni bir dinin yaratılması tamamıyla Arap aşiretlerinin savaş stratejisinin ideolojik-politik temelini oluşturdu. İdolojik alanda çoğu yaşlı karısı tarafından geliştirilen bu sistemin kaderi tarihteki benzerlerinden farksız oldu. Muhamet’in ölümünden sonra ganimet gelirlerinin azalması orduda memnuniyetsizlikler ve isyanların başlamasına neden oldu. Osman döneminde yaşanan bu olaylar sonucunda terör faaliyetleri başlamıştır. Ele geçirilen ganimetlerin paylaşım sorunu, mevki ve çıkarlar,taht kavgaları karışıklıklara ve daha fazla yağmalama anlamına gelen fetihlerin durmasına neden olmuştur. Osman iktidar kavgasında öldürüldü. Ali halife seçildi, Osman’ın katilleri iyi örgütlenmişti…Karşı kliğe yaslanan Muaviye ve Ayşe, Ali’nin halifeliğini tanımadılar. Bu resmen politik bir kavgadır, bunun neresi kutsallık içeriyor. Ali Osman kavgası, o dönemin aşiret reisleri arasındaki kavgalar, mafia çetelerinin dalaşmalarından farksızdır. Ayşe’nin önderliğindeki Mekke grubu ile Ali grubu arasında Cemel Savaşı yapılmıştır. Taht için herşeyi göze alan çete liderleri arasında yapılan bu savaşı Ali kazanmıştır. Muaviye’nin başını çektiği Şam grubu ile Ali arasında Sıffin Savaşı yapılmıştır. Hakem Olayı’ndan sonra iktidar kavgaları yoğunlaşmış, daha fazla siyasal gruplar ortaya çıkmıştır. Ali’de hayatını iktidar kavgasında, yağma ve talandan ele geçirilen ganimetlerin paylaşım kavgasında yitirmiştir. O dönemin bütün Arap liderleri bu türden taht kavgalarına bulaşmış ve birbirlerini acımasızca katletmişlerdir.
    Sadece haca gitme adı altında örgütlenen ve yıllık Türkiye bütçesinden daha fazla gelir sağlayan İslam hac ticareti göz önüne alındığında Suudi Bedevilerinin ve diğer Arapların kılıççı Ali’ye tapmaları normalin ötesinde olağanüstü derecede önemli ekonomik politik çıkarları öngören çekirdeksel bir işlevdir. Avrıupa’da yaşayan Türklerin hac görevi adına Suudi bedevilerine bıraktığı yıllık haraç ortalama 5.8 milyar Euroyu bulmaktadır. Buna karşılık Türklerin Araplaştırılması için bin bir ad altında faaliyet gösteren İslami örgütler yalnızca Almanya da 11 000 e yakın cami kurup Türkiye’nin avrupadan kovulmasının alt yapısını sağlamaktadırlar.
    Konu bu kadar açık iken AKP liderlerinin Suudiler desteğinde, Suriye’ye saldırı planları yapmaları, oraya onbinlerce terörist örgütleyip sokmaları, bu cellatların yağcılığını yapmaları, bedavadan bunlara daha fazla etki alanlarının yaratılmasını sağlayan idolojik politik süreclerde yer almaları bir suçtur.
    SUNNİ İSLAM
    Türkiye’de Sunni mezhebi yoluyla Müslümanlık tekelini ellerinde tutan cemaat ve tarikatlar, islam’ın yeniden yükselişini hızlandırma sürecinde eski silahlara yeniden sarılıyorlar.
    Ortadoğu’da Sunni islam’ın hegomonyasının klasik anlamda yeniden restorasyonu için daha kanlı mücadelelerin kaçınılmazlığı sözkonusudur. Suudi’lerin haram paraları ile palazlanan bin bir çeşit örgüt, çürümüş kokuşmuş bazı Batılı liderlerinin desteğinde feci şekilde silahlanmaya devam ediyor.
    Türkiye’de halkın çoğunluğunu oluşturan Türk Sünni Müslüman kitlenin Alevi ve Kürt kökenli yurttaşlara bakışındaki çarpıklıklar, ayrımcılık ve piskolojik baskı artarak devam ediyor. Şöyle ki; eskiden İslamcılık perspektifin belirlediği entelektüel fanus içerisinde mezhepçilik olarak hemen hemen tümüyle olumsuzlanırdı. İlerleyen ülke için bir fazlalıktı bu. Tarihin çöplüğünde yok olması bekleniyordu. Ama bu beklenti boşa çıktı. Son çeyrek asırda iyice ivme kazandığı üzere İslamcılık kamusal hayata geri döndü.
    Bizdeki İslamcılık tartışmasının merkezinde Sünni İslam var. Sünni İslam kamusal hayatı donuklaştıran, hatta belli ölçülerde yozlaştıran katalizör bir güç gibi iş görüyor. Özellikle İslamcılık-erkek eşitliği, farklı inanç ve düşüncelere saygı ile devlet ya da aile gibi kurumlara atfedilen kutsallık gibi nitelikler bakımından Sünni İslam eşitsizlikçi, antidemokratik ve otoriter bir kültürün yeniden üretimine yardımcı olmaya devam ediyor..

    Aleviler üzerinde baskı olduğu kabul edilmelidir. Bugün Türkiye’deki 20 milyonluk Alevi kitle üzerinde, Osmanlı Devleti zamanından gelen ve halen sosyal, kültürel ve psikolojik ağırlıklı olarak süren ağır bir baskı vardır. Bu baskının adını, açık yüreklilikle koymanın zamanı gelmiştir. 
    Alevi kitle bugün bile Alevi olmaktan korku duymaktadır. Türkiye radyo ve televizyon istasyonları, Alevi kitlenin varlığını esasen kabul etmiyor.
    Suudi Arabistan veya Suriye örneğinden farksız olan Diyanet örgütü, son yıllarda, Alevi köylerine cami yapmak, imam göndermek gibi, bilinçli bir baskı yöntemi daha geliştirdi. Kendi varlığından başkasına tahammül edemeyen zihniyetin bu uygulamasına son verilmezse Suriye örneği iç savaşlar kaçınılmaz olacaktır. Aleviler, Osmanlı kalıntılarının yapmak istediklerini şimdilik korku içerisinde sesizce takip ediyorlar, ama bu yaklaşan fırtınanın varlığının inkarı değildir.
    Suriye üzerinden mezhep kavgasına katılan AKP rejimi, ”özgürlük hürriyet” adına Suudi ve Katar’dan gelen milyarlarların şarhoşluğu ile, Orta doğu’yu kan gölüne çevirecek senaryoların baş aktörü olmak istiyor. Türkiye’de islamın dışında başka dinlere geçenlerin zülme uğradığını bilmeyen yok! 1913 lerde Osmanlı nüfusunun yüzde 36 sını oluşturan Türkiye Hıristiyanlarının kökü getirildi. Bugün Türkiye’de yüzde yüzlük Müslümanlığı savunan AKP rejiminin, Suriye’ye özgürlük getirme yalanlarına kanmak saflıktır. Kendi ülkesinde hiç bir hak hukuk tanımayan Katar, Pakistan ve Suudi Arabistan gibi en kötü diktatörlüklerin başka ülkelere özgürlük getireceklerine inanmak kadar aptalca bir şey olamaz.
    AKP’ nin bugün takip ettiği çizginin mezhep – hizip – tarikat – aşiret temelinde oluştuğu ortada olmasına rağmen, çıkar peşindeki bazı kesimlerin takkiyelerine şaşmamak mümkün değil! Türk ırkçılığı ile Arap milliyetçiliği olan islam ideolojisinin karışımından yeni siyasal ideolojisini oluşturan AKP yönetimine göre ”Avrupalılık” siyasal olgusu fazla özgürlükler içerdiğinden kökten dönüştürülmelidir.
    AKP İktidarının, ülkeyi ele geçirerek, devleti kendine göre yeniden tanzim ederek zaman içinde dışa yönelmeyi, komşu ülkelere saldırmayı hedeflediği belli oldu! “Siyasallaştırılmış Teologlar (İmam Hatipliler) devri”dir bu devir. Siyasi teoloji anlayışının, “dinsiz” seküler politika ve politikacılardan daha temiz ve isabetli olduğu (çünkü Allah’la ilişkili olduğu vs.) efsanesi çökmeden yeni hedeflerle kitlelerin elde tutulması gereklidir..
    Türkiye’nin iktidar partisi AKP, yonetiminin 12. yılına girerken laik ve demokratik bir ülkeden bahsetmek abestir. AKP bürokrasiyi kendi kontrolü altına geçirerek Türkiye’nin temel kimliğini değiştirmiştir. Bugün, Avrupa Birliği’ne katılma retoriğine karşın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıp Müslüman kardeşler, Hamas, Hizbullah gibi karanlık oluşumlarla dostluklar geliştirmiştir. Türkiye’nin bu radikal dönüşümün ardında sadece AKP’nin siyasi makinası değil, 8 büyük cemaat- tarikat – tekkenin de ortak olduğu uluslararası politik İslamın gücü vardır.
    Bugün Türkiye’de 164 bin cami var. Yani, her 410 vatandaşa bir cami düşüyor. Din iman adına Türkiye bir beton yığınağına çevrilmektedir. Diyanet İşleri Bakanlığı’nın harcamaları yediye katlanmıştır. Din işleri bakanlığı harcamaları AKP’nin iktidarı sırasında 5.3 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Bu bakanlığın bütçesi diğer sekiz bakanlığın toplam bütçesinden daha büyüktür.
    Postmodern ümmetçi hareket, bugün muazzam bir güç haline gelmiştir. Medyadan, MİT, ordu ve polis teşkilatına, ticari alanlardan, eğitim kurumlarına kadar inanılmaz örgütsel ağlar oluşturulmuştur. Bu son derece iyi düşünülmüş, iyi hesaplanmış ve büyük bir soğuk kanlılıkla hayata geçirilmiş bir kuşatma stratejisidir. İslam, yeniden bir yayılma taktiği olarak kullanılıp ülke “toplu hipnoza” sokulmuştur.
    İslam gibi bir din veya devlet anlayışı, Osmanlı’da olduğu gibi her alanda baskı zulmün alt temellerini oluşturmaya devam ediyor. Osmanlı Devleti bünyesinde sistemli razia hareketleri ile zayıf olan azınlıkların toplu katledildiklerini görmekteyiz. Aynı şekilde şimdiki politik islamın hızla her alanda dengeleri lehine çevirerek Irkçı tekçi esaslar üzerinde yeniden formasyon kazanarak aynı icraatları devam ettirme azminde olduğunu gözlüyoruz. Asimile devam ediyor, ötekileştirilerek, kendi kimliklerine düşman edilme devam ediyor. Yerli Anadolu halklarının inkar edilmesi, herşeyin İslamist Arap ve Orta Asya göçebelerinin Anadolu’ya ayak basmalarına indekslenmesi hala devam ediyor. Kürtler’in ve Alevi’lerin Arab’ ın kılıcı ile Müslümanlığı kabul etmeleri onların yüzyıllar süren bu tarihsel esirliklerinin de maddi temellerini oluşturmuştur..
    Siyasal İslamcıların başat olmayacağı bir Türkiye ve Suriye, Alevi toplumunun savunduğu bir seçenek olmasına rağmen, bunu pratikte gerçekleştirmek zor olacaktır.. Erdoğan’ın ABD ziyareti bunu göstermiştir. Bu açıdan Türkiye yönettiği politik İslamcıları bölgede petrol alanlarına yayılmak için ana güç olarak elde tutacaktır. Bu politika Kürtlerin çıkarlarına terstir. Sistem içinde yer almasını düşündükleri güçler içinde kendi işbirlikçilerini öne çıkarmaya çalışıyorlar, fakat bu kısa vadeli bir oluşuma yöneliktir. Özellikle Irak alanındaki Kürtlerin devletleşmeye doğru hızla yol almaları, bütün Kürdistan’da yükselen uyanış, PKK’ ye hakim olan işbirlikçilerin, özel harple çalışan Abdullah Öcalan’ın MIT ve Kontrgerilla ile beraber uydurdukları sahteliklerle Kürtleri kandırmaya çalışmaları da sonuç vermeyecektir. Eğer hiçbir ırkçı siyasal islam gücün hegemon olmadığı bir Türkiye ve Suriye isteniyorsa Kürt’ lere ve Alevi’lere mutlaka bir statü tanınmak zorundadır. Çünkü bu inkarcılık, özgür ve demokratik yaşamlarını tanımama ancak bir kesimin hegemon olduğu koşullarda olabilir.
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel
     
    Turkiye Buyuk Millet Meclisi: Vekillerin ayrıcalıklarının artmasını sağlayan yasanın iptalini istiyorum
     
    http://www.change.org/petitions/turkiye-buyuk-millet-meclisi-vekillerin-ayr%C4%B1cal%C4%B1klar%C4%B1n%C4%B1n-artmas%C4%B1n%C4%B1-sa%C4%9Flayan-yasan%C4%B1n-iptalini-istiyorum#

Comments are closed.