Diyalektik…

Gündoğusu’nun Nisan 2013 sayısında yayımlanmak üzere yazılmıştır.

Doktrin hâline gelmedikçe, felsefe olarak diyalektik, hayatın birçok alanına ışık tutar, insana iyi bir bakış açısı kazandırır, olayları doğru bir şekilde yorumlamasını sağlar.
Diyalektiğin kazandırdığı en önemli bakış açılarından biri, her olumlu gelişmenin bazı olumsuz; her olumsuz gelişmenin bazı olumlu sonuçlar getireceğidir.
Yakın tarihten birçok örnek bulabiliriz.
27 Mayıs, Demokrat Parti diktatörlüğüne son vermesiyle olumlu bir gelişmeydi. Ama aynı zamanda bu ülkede askeri darbelerin yolunu açmış ve askerlerin iyice ayrıcalıklı bir kesim olarak toplumun tepesine oturmasına yol açmıştır.
12 Mart müdahalesi, halk açısından olumsuz bir gelişmeydi. Ama aynı zamanda halkın demokratik muhalefetinin büyümesine ve 1974’ten itibaren solun gelişmesine yol açmıştır.
1974 yılından itibaren solun gelişmesi olumlu bir gelişmeydi. Ama aynı zamanda bu gelişme ve büyüme, solun hızla bölünmesinde ve kaotik bir iç çatışma ortamına girmesinde önemli bir rol oynamıştır.
12 Eylül darbesi, halk açısından çok olumsuz bir gelişmeydi. Ama aynı zamanda bu darbe, sol içindeki örgütsel hegemonyaların yıkılmasında ve insanların daha özgürlükçü arayışlara girmesinde önemli bir etken olmuştur.
PKK’nın, 1970’lerden itibaren Türk ve Kürt örgütlerine terör uygulayarak bölgenin hâkim muhalif gücü haline gelmesi olumsuz bir gelişmeydi. Ama bu gelişme, aynı zamanda yoksul Kürt halk kitlelerinin özgürleşmesinde, kitle inisiyatifinin gelişmesinde tayin edici bir etki yapmıştır.
Örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.

Bugünkü duruma bakacak olursak, aynı diyalektik bakışla geleceğe ilişkin bazı tespitlerde bulunabiliriz.
Bugünkü barış sürecinin olumlu olduğuna kuşku yoktur. Ulusalcıların ve MHP’lilerin gürültüleri bile aslında bu olumluluğu görmemize hizmet ediyor. Türk milliyetçileri ve ulusalcıları durumdan rahatsız. Yani öyle anlaşılıyor ki, onlar savaşın sürmesinden yanalar; onlara göre uzlaşma diye bir şey yok. Tek çözüm askerî “zafer”. Yani kan dökmeye devam etmek. Kuşkusuz, onlarla tartışacak bir şey yok. Barış isteyen milyonlara ters düşmüş ve ilerleyen barış süreci tarafından bir kenara itilmişlerdir. Oyun dışı kalmış mızıkçı çocuklara benziyorlar.
Bununla birlikte, barış sürecinin ardından ortaya çıkması muhtemel olumsuz bazı sonuçlara da şimdiden hazır olmak gerekir.
Bu muhtemel iki olumsuz sonuçtan birincisi, Kürt hareketinin uzlaşmacı bir burjuva muhalefetine dönüşmesi ve hatta giderek AKP diktatörlüğünün bir bileşeni hâline gelmesidir.
İkinci muhtemel olumsuz sonuç ise, İslamiyet üzerinden bir AKP-Kürt hareketi ittifakının kurulması ve böylece başta Aleviler olmak üzere Müslüman olmayan diğer halkların, bu yeni devletsel ittifak tarafından kendilerini dışlanmış hissetmeleridir ki, bugünden bunun belirtilerini gözlemlemek mümkündür.
Bu iki olumsuz ihtimali biraz açalım.
Silahların bırakılması iyi bir şeydir elbette. Silahları bırakan Kürt hareketinin bundan böyle daha yoğun bir siyasal mücadele vereceği anlaşılıyor. Buna da peşinen olumsuz bir şey olarak bakılamaz. Ne var ki, silahlı mücadele en altlardan gelen plebyen bir hareketi doğurmuştu. Normal koşullarda kendilerini ortaya koymak, ifade etmek için hiçbir olanağa sahip olmayan yoksul Kürt köylüleri, bizzat kendi önderlikleri tarafından kırılarak da olsa, silahlı mücadele sayesinde önemli bir inisiyatif kazanmışlardı. Yoksul Kürt kadınları da öyle. Ama eğer bundan sonra siyasi mücadele ön plana çıkacaksa, bu, yoksul köylülerin ve kadınların geri plana itilmesi ve Kürt burjuvalarının ön plana geçmesi olarak da okunabilir. Siyasi mücadele, parası olanın düdüğü çalmasından başka bir anlama gelmez. Yani öyle görünüyor ki, “alavere dalave”den başka bir şey olmayan parlamentoya girme mücadelesinde, “Kürt Memed nöbete” gönderilecek, Ensarioğlu’lar ise dümenin başına geçecektir.
Alevilerin ve Müslüman olmayan halkların, İslami Türk-Kürt ittifakı tarafından dışlanmaları da yabana atılacak bir ihtimal değildir. “İslam kardeşliği”, Alevileri ve Müslüman olmayan halkları kapsamadığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinde zaten var olan Sünni-İslam hâkimiyetini iyice yoğunlaştıracaktır ki, bu da, hele AKP diktatörlüğü altında, son derece sakıncalı sonuçlar doğurabilecektir.

Eğer bu ihtimallerin gerçekliği söz konusuysa, bugünden yapabileceğimiz iki şey vardır:
Birincisi, ulusalcı-milliyetçi cephenin de, AKP iktidarı cephesinin de dışında, devrimci bir mihrakı oluşturup ayakta tutmak;
İkincisi, Kürt plebyen hareketinin unsurlarını, yakın gelecekte kendini net bir şekilde ortaya koyacağını hepimizin göreceği uzlaşmacı Kürt burjuva muhalefetine karşı uyarmak; İslami cepheden tedirgin olan Alevi kitlelerini, bir yandan ulusalcı muhalefete kaymamaları ve barış sürecine karşı bir tutum almamaları konusunda uyarmak ve her iki kesimi de devrimci cephede el ele vermeye çağırmak.
Kürt ve Alevi yoksul kitlelerini, omuz omuza verecekleri bir sınıf mücadelesi dönemi bekliyor.

Gün Zileli
22 Mart 2013
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

73 Comments

  1. Yoksul sünni Türkleri unutmus Zileli, düsünüyorumda gerçekten bir Türk sorunumuz olusacak….

  2. başka türlü de bakılabilir

  3. Yoksul Sunni Turkler’in sorunu dinlerini ya da milliyetlerini ifade edememeleri degil ki, yoksul birakilmis olmalari! Bu neden “Turk” sorununa yol acsin?

  4. uzlaşmacı kürt burjuva hareketi hangisi oluyor?kürtleri kendilerinden bile daha iyi bildiğini sanan kendinden kalkan bildiğini sanıp hiç bilmeyen anlayış olmasın.bu yukardan mühendis anlayışı kürt yoksulları ve emekçilerinin özgürlük hareketini itibarsızlaştırmaya çalışıp müşterisi bir türlü bulunamayan hayali devrimci merkezler yaratmaya çalışanlar olmasın?doğrudur devrimcilik hele toplumsal devrimcilik gerçekten çok zor iştir sadece devlet-iktidar efendileriyle uğraşmak yetmeyebilir kendini halkın devrimci öncüsü sanıp halkın bir türlü haberi olmadığı masa başı pazarlık siyasetçileriyle eski efendilerin hizmetkarları ilede uğraşmak gerektirmektedir.sanki diyalektik yöntemi bir tek kendi bilirmiş hazret 70 lerde tükettiğimiz şeyleri bu gün bize öğretmeye çalıştığını sanıp bu yazıları yazanların bir şey yapıyorum sanırken iki ucu keskin biçak gibi anlamadan kendini paraladığınıda diyalektik kadar öğrenmesi gerkecek galiba

  5. Gedi tercüman olmussunuz vurgulamak istedigime, Türk sorunu yari espri idi.. Ama yoksul Türkler ile sosyal mücadelenin nasil iliskilenecegi, neredeyse yoksul Türklere , onlara , diger ezilen , ulus, inanc , azinliklara hor bakmamalari ni ögütleyen ,bir eklemlenmis anti sovenizm propagandasina ha indirgendi ha indirgenecek. diger celiskilerin yaninda en sarsici antagonizma yi tasiyan , emek sermaye celiskisi, sanki diger celiskilere (cogu ulus kimlik etnik inanis) ilistirilmis gibi bir sol algisi olustu olusacak yoksul türk yiginlarinda… bunun disinda sinifsallik, devletin politika ve kiskirtmalarinin teshiri de sanki bir yana birakilmis, neredeyse Türk sünni ye aslinda Türk ve sünni nin olmadigi, olsada kötü bisey oldugunu , bilinc altinda politik kültür olarak kabul etmis bir sol mantik var sanki… Yoksul ezilen Türk sünni ile nasil iliskilenecegi sorusunu sadece onlara baris sürecini anlatmak (bu gerekli ama sadece bu nu anlamak) ile animsayan bir sol mantik olusmadimi sizce…. baris sürecinde iktidardaki otoriter gerici dincilikle bile neredeyse empati yapmayi ogrenirken, gerici hic bir aliskanligina prim vermeden bu büyük ve tayin edici kitlenin ( sünni türk ve yoksul) kismende olsa harekete gecirilebilmesi sorunu cokmu onemsizdir….

  6. Anonim, tesbitlerinize katilmamak elde degil, yoksul Turkler’in sosyal mucadele konusunda yalniz birakilmis oldugu asikar, hatta aydinlar tarafindan unutulduklari bile soylenebilir. Benim elestirim biraz daha bicimseldi, bu sorunun ismine bir itirazim olmustu sadece. Otuz yildan fazladir basimizdaki sag iktidarlar silsilesinin de sebeplerinden biridir bence bu yalniz birakilmisligi yoksul Turkler’in!

    Gun Bey’in bu yazisinin son cumlesi de bu unutmuslugun bir gostergesidir belki de, neden Turk yoksul kitleleri Kurt ve Alevi kardeslerinin sinif mucadelesinde onlarla omuz omuza vermesin?

  7. Felsefi ve kavramsal olarak tanımlanabilmiş midir diyalektik; tanımlanabilir mi?
    yoksa her olay ve durum için ayrı bir düşünme düzeneği mi olmalı, der…
    Bu konuda konuşmak da gerekmez mi?

  8. Sömürgecilik, işgal, asimilasyon ve din.. – Kenan Fani DOĞAN

    İşgal hareketi sömürge edinme eyleminin ilk merhalesidir ama sömürgeciliğin yegane eylemi değildir.

    Sömürgecilik bir ülkeyi ele geçirmek için işgal eder, o halde;

    1. İşgal eylemi aracılığıyla önce istilaya uğrayan halkın toprağı elinden alınır, işgal eylemini ilhak izler.

    Sonra ne olur?

    Sömürgeleştirme eylemi kâr ve sömürü amaçlı olduğu, dolayısıyla işgal edenin kendi ürettiklerini azami kârla satabilmesi için;

    2. İşgal edilen ülkenin geleneksel üretimi tasfiye edilerek kendine yeterliliği ortadan kaldırılır, böylece sömürge ülke mümkün olan her ihtiyaç kaleminde metropol ülkenin ekonomisine bağımlı hale getirilir.

    Sömürgecilik sadece fahiş fiata emtia satmakla yetinmez, azami kâr için ucuz hammadde teminine yönelir, bu nedenle;

    3. Sömürge ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri kontrol altına alınır, mülkiyeti gasp yöntemiyle el değiştirir.

    Sömürgeciler rekabet gereği sömürge savaşlarına girişirler, öyleki bu nedenle anavatanlarında bile

    savaş yürütülür. Gerek anavatanı savunmak gerekse yeni sömürgeler edinmek için yürütülen savaşlarda ekseriyetle sömürge ülkelerden asker devşirilir.

    4. Sömürge ülkenin halkı sömürgeci devletin yedek savaş gücüdür, cephelere tüfek eti olarak sürülür.

    Ucuz hammadde ve iç pazarın ihtiyaç duyduğundan fazlasını üretip pazarlama suretiyle edilenen fazla kazanç sömürgeci ülkeye endüstriyel gelişme imkanı sunmasıyla birlikte istihdam sıkıntısı ve sorunları yaratır. Metropol ülkede işçi sayısı ve örgütlülüğü ekonomik büyümeyle paralel bir gelişme gösterir. Daha fazla ekonomik ve demokratik haklar talep eden kendi işçisine karşı;

    5. Sömürge ülkelerden düşük ücretle ve bir işçinin sahip olması gereken haklardan yoksun bırakarak istihdam ettiği ucuz/yedek kol emeği devşirir.

    Metropol ülke kârını sürekli artırmak ve rekabette gerileyip kendisi sömürge ve bağımlı konumuna

    düşmemek için işgal ettiği sömürgede kendi egemenliği adına istikrara ve sürekliliğe muhtaçtır, kargaşaya ve kalkışmaya hiçmi hiç tahammülü yoktur. Her bir eylemlilik kâra negatif şekilde etkiyeceğinden;

    6. Sömürgeci devlet, sömürgede yerleşebilmek için geleneksel üretimle birlikte geleneksel yönetimi de tasfiye etmek, bu nedenle kendi iktidarını bizzat kurmak yada kendine tamamen bağımlı güçler aracılığıyla sürdürmek zorundadır.

    Üst yapı kurumu olan geneksel yönetim aygıtı diğer üst yapı kurumlarıyla birlikte toplumun ihtiyaçlarının sonucu olarak ortaya çıkmış olup topluca ilgili toplumun dinamikleri tarafından

    yönlendirilirler. Salt yönetimi ele geçirmenin uzun vadeli iktidar sunmadığı, bu bağlamda kârın sürekliliğinin ve güvencesinin olamayacağı tecrübelerle anlaşıldığından;

    7. Bir toplumun kendisi olması ve kendi tarihini yaşamasını zorlayacak sosyal ve kültürel yapıyı tümden tahrip ederek kendi kültürünü yerleştirmeyi zorunlu görür.

    Hristiyan sömürgeciliğin yürüttüğü işgal hareketlerinin hemen akabinde elinde İncil’le ikinci istilaya girişmesi ve din adamlarınca sürdürülen bu ikinci istilanın askeri işgalden daha uzun süreye yayılarak kalıcı olması sömürgeciliğin bu gereksinmesi hesaba katılarak açıklanmalıdır.

    Orta ve Güney Afrika ülkelerine bakınız. Fazla değil 300 yıl öncesinde istilaya başlanan Afrika ülkelerinin istisnasız hepsi fransızca, ingilizce, ispanyolca, portekizce, almanca konuşuyorlar. isimleri Luiz, Fernando, Gegorge, Jack vs. şeklinde. Afrika halklarının ezici ekseriyeti hristiyan inancında ama Afrika diğer hristiyan devletlerle mukayese edilmeyecek düzeyde bir zaruretler ve yoksulluk kıtası.

    Müslümanlıkta aynı yolu izledi. Arap istilalarını dini tebliğ ve islamlaştırma takip etti. Kuzey Afrika’dan Önasya’ya, Hindistan’ın kuzeyine, Rus steplerine kadar yaşayanların isimleri tümüyle Abdullah, Hamza, Ziya, Ahmed, Mahmud, Ömer, Osman vs. arap isimlerinden oluşuyor, bu coğrafyada camiler yükseliyor. 1920′lere gelindiğinde, yani 1300 küsur yıllık islamın sonunda bu dünya dinini benimseyen milletler cephane bile üretemez durumdaydılar. İstisnasız hepsi istilaya uğradılar, sömürgeleştiler. Bugün Kâbe’yi sınırları içinde bulunduran devletin kendisi de batılıların mükiyetinde olup şahdamarları sömürgecilik tarafından tutulmuştur, istisnasız tüm müslüman ülkeler sömürgeci güçlerce sevk ve idare olunmaktadırlar. İran belli bir mihverin etki alanından çıkmışsa da Rus ve Çin tarafından himaye ve kontrol edilmektedir.

    Hristiyanlık, kendi inanç sistemini ve dini kurumlarını revize ederek çağa uyarladığı için Afrika halklarının hala bir şansı vardır, müslüman toplumların o şansı da yok. Müslüman halklar hala 1400 öncesinin kuramsal anlaşmazlıklarıyla cebelleşiyor, ihtilafların tatlıya bağlanması şöyle dursun kuramın tefsir edilişinde farklılaşmalar her bir müslüman toplumda iç savaşın ve yıkımın nedeni olmayı sürdürüyor. Bu bağlamda hiçbir müslüman toplum kendi gerçeğini ve kendi tarihini yaşamıyor. Ali ile Muaviye’nin, eşari ile mutezilenin, kelamcılıkla akılcılığın, resmi islamla tasavvufun, hariciler ve şia ile sünnetin ihtilaflarını ve tarihini yaşıyor. En önemlisi bu halkların hiçbiri egemen değil, hepsine hükmediliyor, bir çoğunun ülkesi işgal altında.

    İşte sömürgecilik, yarattığı sonuçlar ve işte Allah’ın kitapları.

    Eğer işgalcilik ancakki bir milletin kültürel dokusunu tahrip etmekle ayakta durabiliyorsa, istilaya uğrayan her millet düşürüldüğü aczi biraz da Allah’ın kitaplarına ve yarattığı sonuca bakarak anlamaya çalışmalıdır. Dil ve kültür asimilasyonunun motoru dini tebliğdir, inanç eksenli faaliyetlerdir. Aksini düşünen ya dinini çağa uyarlasın yada Allah’ına sığınarak öbür dünyasıyla uğraşsın. Bu dünyanın kanunu budur.

    ***

    İsmail Beşikçi Hoca’nın bilimsel gerçekliği yalın bir şekilde ifade eden veciz bir sözü vardır; “Bilimsel bilgiye kimin ihtiyacı varsa o üretir” diyor. Bu gerçeklik bilim tarihinin tecrübeleriyle kanıtlanmıştır.

    Aynı şekilde, dine kimin ihtiyacı varsa o yaratmak zorundadır…

    Bu bir tesbittir, temenni yada işe soyunmak değil.

    İran, arap ve türk istilasından korunmak, belucileri, azerileri, kürtleri, ermenileri asimile ederek bünyesine katmak ve güçlenmek için kendi dinini yarattı. Kimse İran’a kafir demiyor, tam aksine islam cumhuriyeti ve mücahidi olarak kabul ediliyor.

    Kuzey Afrika arapları Arabistan yarımadasından yöneltilen islami işgal ve tecavüz hareketlerinden korunmak için fatımiliğe sarılmakla kalmadı halifelik ihdas ettiler. Bunların müslümanlığına lekemi düştü?

    Arabistan arapları, yayılmacı dönemin tersyüz olup kendi ülkelerini hatta islamın merkezi figürü Kâbe’yi işgal etmesine tanık oldu, köleleşmeye maruz kaldılar. Savunma refleksi vahhabiliği yarattı. Bugünkü Suud sünniliğinden daha kitabi olmadığını kim söyleyebilir?

    Mücahiddin ve Taliban, şianın ve şafiliğin adeta ırzına geçerek çıtayı yükseltmek yerine alabildiğine düşürdüler, bu sayede dünyanın en büyük iki gücüne karşı en iptiadi imkanlarla tutunmakla kalmayıp galebe çaldılar. Hangi müslüman bunların müslümanlığını tartışabilir?

    Fethullah tarikatı vicdanı ve idraki olan kürtleri incitiyor, batıl buluyorlar. Buna bir de kendisi yarı sömürge türkün açısından bakın. Kürtleri de içine alarak en müslümancı geçinen bu tarikat ehlini kim kafir sayıyor?

    Sözüm kürt müslümanlara; Arabın, farsın, türkün bokunda boncuk aramayın. İslamı kitapta da aramayın. Din pasif bir antite olmaktan kurtarılarak kürtlerin kurtuluşuna, insanlığın kurtuluşuna amade aktif bir realite olarak yeniden düzenlenmediği sürece formel dogmalar yığınına dönüşmekle kalmaz, köleliğimizi ebedileştirir.

    Korkmayın kendi dininizi yaratın. Balık bilmezse Halık bilecektir ve mazlumlar sizi mutlaka anlayacaktır. Bu sayede milyonlarca mazluma rehberlik imkanına kavuşacaksınız. Hak sadece Allah’ın sıfatı olmakla kalmayıp din ve Allah inancının temel kavramıdır, Allah’ın ta kendisidir. Hakk’a varmak, hakkı almak için mazluma her yol mübahtır. Kürtler önce imanlarını ve itikatlarını müstevlilerin işgalinden kurtarmak zorundadırlar, geri durmak günahtır.. 06.10.2012

    Kenan Fani DOĞAN

    http://www.yekbunawelat.com/somurgecilik-isgal-asimilasyon-ve-din-kenan-fani-dogan.html

  9. Mezhebi görüş ayrılıklarının Kürt toplumuna verdiği zararı detayları ve örnekleri ile anlatan çok güzel bir yazı.

    —————————————————————————–

    Kürtler müslüman olmasaydı bugün devlet sahibiydi / Kenan Fani Doğan

    Muhammed peygambermi?

    Peygamber.

    Araplara ilk siyasi çağrısı “etrafıma toplanın size devlet ve zenginlik vaadediyorum” değilmidir?

    “Anlayasınız diye size arapça bir Kur’an indirildi” ayeti arap milliyetçiliği değilse ve Kur’anın araplara özgü bir kitap olduğunu vurgulamıyorsa nedir?

    Kur’an arap milliyetçiliğinin manifestosudur. İtirazı olan bir adım ileri çıksın islamiyeti topyekun tartışalım.

    Ali Muhammed’in öğrencisimidir?

    Öğrencisidir.

    Amcazadesimidir?

    Amcazadesidir.

    Damadımıdır?

    Damadıdır.

    IV. halife olarak arap devletinin başkanımıdır?

    Halifedir ve başkandır.

    Kureyşli ben-i haşim soyundan bir arapmıdır?

    Evet.

    Bu da Ali cephesi..

    Kürt bir Muhammed olmadığı gibi, Dersimli yada Xorasanlı bir Ali de yok.

    Şeyh Adi bin Musafir Lübnanlı bir arap ve islam mutasavvıfımıdır? Ta kendisidir.

    Hal böyleyken.

    Mela Mıstefa, mela olmasına rağmen şeriat dememiş Kürdistan demiştir. Zibari şeyhleri ne demiştir, Lolan şeyhleri ne demiştir, Mela Barzani bunlardan ne çekmiştir bilen varmı?

    Güney’deki cahş müessesesinde yer alan şeyhlerin sayısına, islamcıların sayısına dair bilgi serdedecek olan varmı?

    Güney’de pusuya yatmış bekleyen kürt islamcılarının her an talibanlaşma istidadına sahip olduğunu, eğitimi ve örgütlenmesi bakımından hazırlıklarını en üst düzeyde tamamlamış bulunduğunu kaç kürt itirafa yanaşır?

    Ya kürt islamcılarının İran ve Türkiye’ye ilaveten bunların pek uzağında olmayan arap islamcıları ve Al Qaide ile organik ilişkilerini masaya yatırmaya kaç kürt gönüllü talip olur?

    Şeyh Said, şeyh olmasına rağmen Kurdistan demiştir. Şeyh Said Kürdistan derken Said-i Nursi hangi teşkilatın mensubu olarak faaldir, 1925 direnişine karşı nasıl tavır takınmıştır? Arvasi şeyhleri, Küfreviler nasıl tutum takınmışlardır? Bu üç ocak yani Şeyh Aliyê Pali, Küfrevi ve Arvasi ocakları Kuzeyde en büyük üç nakşibendi ocağını oluştururlar. Siverek şeyhleri kimin yanında yer almıştır? Silvanlı Şeyh Şemseddin direnişe karşı nasıl tavır almıştır?

    Ya Halid Begê Cibrî?

    Nakşiliğin önemli isimlerinden değilmidir?

    1914 Dersim direnmesinin bastırılmasında oynadığı rol neden gözardı edilir?

    Dersim’e kim adına ve hangi rütbeyle gittiğini açıkça yazabilecek olan varmı?

    Sünni kürtlerin 1919 Koçgiri Direnişi’nin kırılmasında oynadığı lanetli rolü kaç kürt anımsamak ister?

    Bunlar da Muhammed cephesi..

    Dönelim Ali cephesine..

    Seyyid Rıza Alevistan dememiştir. Kürdistan demiştir. Ağdat düşünceye kadar orada kürt bayrağı dalgalanmıştır.

    1925 direnişi müddetince kılını kıpırdatmayan Seyyid Rıza değilmidir?

    Rusun, ermeninin imdadına koşan Kürdistan sevdalısı Ali Şer 1925 direnişi müddetince kış uykusunamı çekilmiştir?

    Ya Bedirhan Beg?

    Şemzinan ve Hakkari mireleri Nurullah Beg’in, Said Beg’in üzerine yürüyen Bedirhan değilmidir?

    Mir Mıhemedê Revanduz’un üzerine yürüyen, Soran emaretini Osmanlı adına işgale kalkışan Bedirhan değilmidir?

    Mısır Hidivi kürt Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın Osmanlı ile kapışmasında 1839 yılında Nizip’te Moltke komutasında Osmanlı redif alayı komutanı olarak İbrahim Paşa’ya karşı savaştırılan Bedirhan değilmidir?

    Ermenistan’a yerleşmiş bulunan ezdi kürtler Bedirhan’ın zulmünden kaçarak ermenilere sığınanların çocukları değilmidir?

    Bedirhan’dan sonra kürt asıllı olduğu söylenen Mısır Hidivî’nin askerleri ezdîleri yeniden daha kapsamlı bir şekilde katliama uğratmadılarmı?

    Mir Mıhemed savaş meydanında Osmanlı’yı ve işbirlikçi Bedirhan’ı birkaç kez yenmesine rağmen sonuçta nasihat heyetleri denen içinde kürtlerin de bulunduğu “din ulemasının” kürtlere “telkinatları” ile islami desise (hile, tuzak) kullanılarak mağlup edilmedimi?

    Kürdün bugünkü ulusalcılığına karşılık, kahır ekseriyet müslüman kürtler siyaseten AKP bünyesinde olup, fiilen devlete merbut hale gelmiş Fethullah ve nurculuk güdümlü tarikatler tarafından kontrol edilmiyormu?

    Erbakan’ın dayanağı kürtler değilmiydi?

    Daha önceleri Menderes’in Demokrat Partisi kürtlerin sığınağı olmadımı? Kamran’dan Melik’e kadar, Arvasilerden Ensarioğullarına, Bilginlere, Sönmezlere, Septioğullarına, Küfrevilere kadar bu partilerde boy göstermeyen kürt müteşeyyih kaldımı?

    Bunlar Şeyh Aliyê Hizanî’nin, Şeyh Saidê Palî’nin, Şeyh Şerif’in, Şeyh Abdullayê Melekanî’nin çocukları, torunları, ahfadı, efradı değilmi?

    İhanet Öcalan’la mı başladı sanıyorsunuz?

    İhanetin kökleri derinde. İhanet islamla başladı, mezhep ve tarikatlerle katmerlendi. Öcalan ihaneti müslüman olmayan, ihanete yatkın olmayan cephenin ihanet zincirine katılması operasyonudur.

    Kürt dindarları bizzat kendi milletinin özgürlüğü önünde “devletin kürtlüğe karşı panzehiri” olarak yerini tutmuşmu?

    Kürdü bölen, parçalayan, parçaladıklarını karşı karşıya getirerek savaştıran, güçten düşüren başta islamiyettir, sonra türevleridir.

    Kürtler müslüman olmasaydı bugün devlet sahibiydi.

    Kürdü ne Muhammedin Kur’anı, ne Ali’nin Zülfikarı.. Ne Nesimi’nin postu ne de Mevlana Halid’in nefesi kurtarmadı ve kurtaramaz.

    Kürdün kurtuluşu namlunun ucundadır. Kürtler namlularını, enerjilerini düşmalarına yöneltecek aydınlanmaya ulaşabildikleri zaman kurtulacaklardır. Bu aydınlanmada ne Adi Bin Musafir’in, ne Ali’nin, ne Muhammed’in, ne de ardılları yada havarilerinin yeri yoktur ve olmayacaktır.

    Geçmişe dair bilgiler gelecekte hataya düşmemek için gereklidir. Bir bilim dalı olarak tarihin ve tarih bilincinin misyonu budur. Kürtlerin müslüman olduktan sonra bir daha sırtlarını doğrultamayışlarının nedenlerine ve niçinlerine doğru cevaplar aranıyor. Verebilecekler buyursunlar bizi irşad etsinler.

    2 Mayıs 2009

    http://www.facebook.com/komunistenkurdistan/posts/558541310824335

  10. sizin bu yazınızdan anlaşılıyor ki müslüman değilsiniz. marksist mi leninistmi komünistmi her ne zıkkımsa inançsız biri. aynı zamanda diğer inançlara da müthiş bir saygısızlık. islam peygamberine muhammed derken bu ne saygısızlık alçaklık sizin asker arkadaşınız mı öyle hitap ediyorsunuz? ve bu ne adiliktir ki kürtlerin devlet olamayışlarını islama bağlıyorsunuz islam ırkçılığı kaldırmıştır üstünlük mü diyorsun üstünlük takvadadır Allah katında. Sen peygamberimizin bu hadisini duymadın mı? cuma hutbelerinde de söylenir okunur bazen “Ne arabın aceme ne acemin araba bir üstünlüğü yoktur. üstünlük takvadadır” Hürriyet mi istiyorsun Necip fazılın deyimiyle Allah’a köle olabiliyorsan en büyük hürriyet budur. islamiyetten mahrum olduğunuz için nasipsiz olduğunuz anlaşılıyor bir müslüman karşısındakine ancak hidayet diler. bizde hidayet dileriz nasipsizlik varsa sonunuz feci olacaktır Allah katında. Çok katı bir kürtçülüğe sahipsiniz. bende kürtçe bilirim ancak arap asıllıyım kürt akrabalarımda vardır. bir insanı değiştirmek kolay değil. ne siz beni değiştirebilirsiniz belki de ne ben sizi. o hidayeti Allah verir eğer nasibiniz varsa. ama bizde selamete sebep olmak isteriz. selamete varmak isterseniz necip fazılı abdülhamid hanı büyük irşad kutbu olan özellikle büyük mürşit büyük veli silsile-i aliyyenin son halkası ferdi muhammedi hakikat varisi tespihin son tanesi veliyyi kamil ve mükemmil şeyh seyyid abdülhakim arvasi hazretlerinin eteklerine yapışınız. bu öyle bir hazinedir ki yüzlerce yıl arasanız bulamazsınız. fakat eğer kafirseniz şartlanmışsanız zor…

  11. Allah yok din yalan.hala anlamadinmi sakirt?

  12. Kendi tas devrinden kalma metinlere ve colde yazilmis yazilara inaniyor.iman ediyor kanitsiz mesnetsiz babasinin ona ezberlettiklerine inaniyor.biz sartlanmis oluyoruz.efendi efendi her duydugun ateyiz lafi boyle kullanirsan imandan cikarsin allah korusun.kafir yeterli, kafi.ne demek sartlanmis?summe hasa.

  13. benim yorumum 10 numarada görünen yoruma ithafendir

  14. Söylediklerimizi, Kürt sosyalistleri de teyit ediyor :
    http://osp.org.tr/tr/haber-arsivi/626-diyarbakir-da-kapitalist-modernite-patlamasi.html

  15. Ek olarak: http://kurdpress.com/En/NSite/FullStory/News/?Id=4565#Title=YPG released 74 al-Party members: official tells Kurdpress

  16. Birkaç önemli not :
    * Öcalan’ın artık tamamen “onursal başkan” konumuna düşmesi ve Kandil’in dümen başına geçmesi,
    * 1500 civarında HPG’linin şehir-gerillası deneyimi kazanmak için Rojava’ya geçmesi,
    * Obama’nın önce Maliki-Barzani uyuşmazlığını Türk burjuvazisinin aleyhine çözmesi,
    * Sonra yine Obama’nın RTE’yi Suriye savaşı konusunda vites düşürmeye zorlaması,
    * Rojava’da PYD’nin önce Barzanicilerle, şimdi de ÖSO’cularla itişip kakışması ( http://ozgur-gundem.com/?haberID=74043&haberBaslik=Çete 700 Kürt’ü kaçırdı!&action=haber_detay&module=nuce )
    * Güney Kürdistan’da PKK’nin seçimler için Anti-Barzani ittifak arayışları,
    * Rüzgarın şu anda Esad rejiminden yana esiyor olması,

    …hepsini alt alta koyarak baktığımızda AKP’nin, “Şii Koridoruna” karşı bölgesel-hegemonya kurmak için başlattığı “barış süreci” (!) kendi elinde patlayacak gibi görünüyor.

  17. Üstte bir önceki yorumumda, nesnel koşullardan yola çıkarak, “barış sürecinin” (!) AKP’nin kendi elinde patlayacağını söylemiştim. Gerillanın çekilişinden sonra AKP’nin hiçbir adım atmaması ve Taksim-Gezi’de ortaya çıkan devrimci-durum, bu olasılığı daha da erkene aldı (Bkz.: http://www.sendika.org/2013/06/karayilan-devlet-sureci-sabote-ediyor-anf/ ).
    Şimdiki soru şu: Yeni, kitlesel serhildanlar kapıda mı?

  18. Uyanan BDP’nin sivil-kitlesel eylem programı :
    http://bestanuce.org/haberayrinti.php?id=47993

  19. İlahi mahkeme dünyevi halimizi yargılamak için vardır, vicdan muhakemesi de öyle..
    Kenan Fani Doğan

    Kürt sosyalistleri sosyalizmi sisteme ilişkin bir önerme ve görüş olmaktan ziyade bir felsefe hatta din olarak algılarken ateist dindarlar konumuna düşmekle kalmadılar, kendi gerçeklerinden uzaklaşarak diğer toplumların ihtilaflarına konsantre oldular, böylelikle kendi toplumlarının sorunlarını çözme şansını ellerinden çıkardılar. Giderek kürt toplumunda sosyalizm nasıl kurulur sorusuna verecek cevabı bulmakta bile azce düştüler, hala öyledirler.

    Sünnet ve şianın 4. halifeye yandaşlık yada karşıtlık sorununda takılıp kalması gibi kürt sosyalistlerinin de önlerindeki ağır sorunlarla ilgisi asgari düzeydedir. Buna karşılık diğer ülkelerdeki sosyalist gruplar arasında onlarca yıl önce husule gelmiş siyasi ihtilafların yandaşı olmak ve bunları biteviye tekrar etmek noktasında takılıp kalmışlardır. O denli kör bir idrak egemendirki kürt sosyalistlerinin çoğu karşılaştığı sorunda onu izale etmenin uygar ve akılcı yöntemi üzerinde düşünmek ve yaratmak yerine her biri kendi ülkesinde ancakki büyük despot olabilmiş tanınan sosyalist politikacıların çoğu propaganda içerikli görüşlerine müracaat ederler.

    Kürtler kendilerini kuşatan sınırlarla, işgal eden ordularla, sömürgecilerin yönetimiyle, vergi daireleriyle, askerlik şubesiyle, eğitimiyle karşılaşmak ve mücadele etmek yerine ideolojik planda Troçki ile Stalin ile Lenin ile Mao ile Marks ile ve bunlardan birine dayanarak diğerinin görüşlerine ve uygulamalarına hücum etmekle toplum adına siyaset yaptıklarını yada mücadele verdiklerini sanıyorlar. Kürt sosyalistlerinin idrakini şekillendiren bu algı ve bunun pratiğe aktarılma tarzı ile kürt dindarlarının bu konudaki idraki ve siyasi duruşu arasında bir özdeşlik vardır.

    Kuran’ın yerine ünlü despotların çoğu devletçe neşrolunmuş kitaplarını, peygamberler yerine ünlü despotları hatta soykırımcıları koymakla müslümanlıktan çıkılmıyor. Her iki akım da ortodokstur, imam ne buyurursa anlayışının hiçbir topluma kazandırmadığı milletlerin ortak tarihi tecrübesidir. Kürt sosyalistleri kendi koşullarında ne yapabileceklerini düşünmeye koyulduklarında önlerinde çözüm bekleyen hangi sorunun olduğunu görme şansına kavuşacaklardır, ancak o andan itibaren camisiz ve ateist müslümanlar olmaktan kurtulma şansları vardır. Kürt müslümanları da öyle, ancakki sosyalistlere benzemenin mahzurlarını idrak edebilenlerinin gerçek dindar hüviyeti kazanmaları, ilaveten toplumumuzun gelişmesine müsbet katkıda bulunmaları şansı vardır.

    Bu noktada sizden önce indirilmiş ayetlerden sakınınız demek gerekecektir. Sizin ayetiniz ülkenizin somut koşullarının tahlilinde saklı. Yaşamın insanileştirilmesine dair yapacağınız her araştırma, tesbit ettiğiniz arazları gidermek için bulduğunuz her adil ve eşitlikçi çözüm, atacağınız her adım, oluşturacağınız her birlik bir ayettir. Yaşam sürdükçe ayetler yenilenecektir, düşünceler, tarzlar ve birliktelikler de. Bunların hiç biri durağan değildir, devingendir. Dogmalar bilimsel olmadığı gibi tanrı kelamı da değildir, çünkü yaşam durmadan ilerliyor.

    Kuran’da yazılı olmayan hallerde her milletin alışkanlıkları ve töreleri şeriatten bir bapsa, milletlerin karşılaştıkları sorunları insana yakışır çözümlerle izale etmesi bizatihi tanrı kelamıdırki şeriatin de üzerine çıkar. Kitapların belli bir hadiseye dair kıyas ve umdelerinden çok yaşamın önünüze koyduğu bugününüzün insanlık meselelerine vicdan ve adalet zaviyesinden dikkat kesiliniz. Eğer vicdan ve adalet algınız gelişkinse insanlığınız da gelişkindir, insani muhakeme yetiniz de, size artık hiçbir kitabın gerekmeyeceği aşikardır, bu noktadan itibaren kitaplar misyonunu tamamlamış ve istenen sonucu sağlamış demektir. Bu andan itibaren yolunuzu kendiniz bulacaksınız demektir. Sosyalistlerimiz buna sosyalizmin temel prensibi de diyebilirler, müslümanlıkları haleldar olmaz.

    Allah beyninizi ve düşünme fonksiyonlarını size bağışlayarak sonuçlarından sorumlu tutacağını beyan ederken insanı zaten serbest bırakmıştı. Aksi halde ipotek konurdu ve yargılanmazdınız. Unutmayın, her iki dünya için de yargı ihdas olunmuştur, siz önce eşiğinde olduğunuz yargıyı önemseyin, eğer bu dünya bir imtihansa aynı zamanda yaşam mahkeme kapısıdır. Çoğunun mahkemeye çıkarılmadan zindana düşürüldüğü de bir vakıadır, infaz edildiği de. Sorgusuz yargısız bir cehennem önce kölece yaşama mahkum edilmektir. Eteğinizdeki suçları dökünüz, bugünkü ağırlıkla kurtulmayacak ve insanca bir yaşama fırsat bulamayacaksınız. Müslümanlar buna günahtan arınma da diyebilirler, solculukları aşınmaz. Günahtan arınmak tövbe ve secde ile olmayıp işle ve fedakarlıkla başarılır, hulasası eylemdir. Ortodoksça takvayı bırakınız, beyniniz ayaklarınızın sizi nereye götürdüğüne baksın, çünkü yol üstündesiniz, kalıcı değilsiniz, zaman aktığına göre oturduğunuz yerde bile yolculuk halindesiniz demektir. Hangi yol üzre olduğumuzu düşünmemizde hepimiz için hayır ve fayda var..

    Bilgiyi kitaplardan edinin ama kararı siz verin, sizin yerinize kitaplar muhakeme yürüttüğünde yandığınızın resmidir. O kadar çok kitap basılırki altından kalkamaz kendi ağırlığınıza mağlup olursunuz.

    ***

    Allah’ın kitapları var, sühufları var, Marks’ın kitabı var, Buddha’nın kitabı var, Konfüçyüs’ün kitabı var. Kitap yazan milyonlarca insan var.

    Kürtlerin geleceğe kalacak iki kitabı var, ikisi de henüz tamamlanmamış durumda.

    Bunlardan birincisi; kürtler başaramadı, dört tilkinin bir öküzü devirerek kendilerinden cüssece büyük olanı olanı bitirip helak etmesi gibi yok olup gittiler kitabıdır.

    İkinci kitap; kürtler böyle başardı tebliğini insanlığa taşıyacak kitaptır.

    Yaşam devam ediyor, bu kitapların nasıl olacağına yukardaki paragraflarda kısaca değinilmiştir. Hepinizin elinde yaşam tarzınız olan kaleminiz var ve yaşamak tahtında kendi kaderinizi yazıyorsunuz. Yazdıklarınıza sizden sonra mana yüklenecek ve kitabınızın ancak sizden sonra tefsiri mümkün olacaktır. Bu mana ve tefsirin yargıdan vareste tutulacağını sanmayınız..

    ***

    Milyonlarca insanın hakkı ve hukuku önündeki tavrınızdan dolayı yargılanmayacaksanız Allah sizi hangi önemsiz suçtan yargılayacaktır?

    Bu milyonların içinde bizatihi siz yer almaktayken insanlık sizi hangi suçtan yargılayacak, tarih ve vicdan hangi amelinizi esas alarak hükmünü verecektir?

    Mahkeme-i Kübranın duruşması düşünmeye ve davranmaya başladığınız anda start almıştır, yürüyüşünüz bitinceye kadar dimağınıza ve bedeninize tesbit olunmuş bir kayıt tutucu tarafından gözlenecek, kayıt altına alınacak ve yargılanacaksınız..

    Siz mahkeme safhasını bu dünyada ikmal edeceksiniz. Finalde size sadece karar ve hüküm açıklanacaktır.

    http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=29058

  20. Soytarılar “Kürd Krallığına” Karşı!

    http://www.nasname.com/a/soytarilar-kurd-kralligina-karsi

  21. Asıl soytarılar, Kürt halkına kapitalist-moderniteyi ve USrael-emperyalizminin “yeni Hamidiye Alayları” olmayı dayatanlardır.

  22. Kürt sorununun güncel sınıfsal boyutunu etraflıca tahlil eden, Mustafa Sönmez’in hazırladığı “Bölge” raporu : http://www.gabb.gov.tr/doc/gabb_yayinlar/bölge_raporu_2.pdf

  23. ‘‘Süreç’’ Kürdistanlılık Bilincini Yükseltmek Sürecidir

    SÜREÇ !, KÜRDİSTANDA DEVRİMCİLİK.

    (BİZ NE İSTİYORUZ ? )

    Son dönem en çok kullanılan sözlerin başında geliyor ”süreç” kelimesi. Herkes kendince yorumluyor. Süreç kelimesini hayatımıza neredeyse zorla sokan güç, bununla,devletle giriştiği ”pazarlık” durumunu anlatmakta gelinen dönemi kastediyor ve bozulmaması için, zarar görmemesi için neredeyse heryeri tam kontrol altında tutuyor. En alt tabakadaki taraftarları dahi, her hangi bir eleştiri yönelten kişiyi ”sürece zarar vermek, süreçten bir şey anlamamak” ile suçluyor. Her yerde bir ”acaba bu yapılan sürece zarar verir mi ? şunu yapmayın, bunu söylemeyin, sürece zarar veriyorsunuz” uyarısı durumu var.

    Süreç sonuçlandı, devletle ”yürütülen müzakere” bitti. Hatta öyle bir bitti ki, aslında müzakere yürütmesi gereken yasal, seçilmişler dahi, dışında, bekler halde tutuldu.Bir bilinmezlik ve bekleyiş durumu yaratıldı. Esaret altındaki bir tek kişi, koşulsuz, bu süreci yürüttü.

    Sonuçları ortada ve söylenecek bir şey yok. Çünkü ortada bir şey yok. işgal devletinin faşist liderinin inkılaplarına ve ilkelerine bağlı kalacağına, devletin bölünmez bütünlüğüne yemin ederek,parlamentosunda oturup, işgal devletinden maaş alanlarla bir noktaya ulaşılamayağı ortada.

    İnsanların kafası karışık. Bir çok insan, bu durumu eleştirenlere ”peki siz ne yapacaksınız, silah olmazsa ne olur, siz bu işin konuşarak olacağını mı sanıyorsunuz ? ” minvalinde aslında içten kırılmış,ama hala bu duruma karşı çıkanlara tepkili bir dille sorular soruyorlar.

    Evet, biz bu sorunun silahsız da çözülebileceğini söylüyoruz. Biz kişilere tapmadan, hiç bir şeyi kutsallaştırmadan, biz bu fikirde yürüyenlerin de sadece amaca ulaşmakta bir araç olduğunun bilincinde olarak, sadece ve sadece, gençlere hayal kırıklıkları değil, Kürdistanlılık bilinci ve işgal devletinin sunduğu ”imkanları” (Ankara,koltuk,maaş,müzakere,süreç,silah,seçim,vs vs)red ederek doğal demokratik yollardan çözüme ulaşılabileceğini savunuyoruz. Demokratik yollar sadece devletin veya sistemin sunduğu şekilde kullanılmaz. Toplum da kendi demokratik istemlerini dayatarak yol alabilir. Bunun dünyada bir çok örneği vardır.

    Yönetimi, parlamentosu, yerel yöneticileri, sömürge valileri, yasama, yürütme ve hatta mahkeme başkanları İngiliz olduğu halde ve hatta toplumun büyük kesimi işgalcilerle işbirliği halinde olduğu halde, devletini ele geçirmiş sömürgecilerin sistemini, dayattığı sivil demokratik insiyatif hareketi ile al aşağı eden Hindistan bağımsızlık hareketi buna en iyi örnektir. Yine örnek olarak Güney Afrikada, dünyanın en vahşi sömürgeciliğini ırkçılık üzerinden yürüten beyaz egemen apartheid rejimine karşı ANC (Afrika Ulusal Konseyi) nin yürüttüğü kararlı sivil red hareketini gösterebiliriz.

    Biz, herhangi bir şekilde partileşmeyi düşünmüyoruz. Partileşmek demek, seçimlere katılmak ve bu anlamda sömürgecilerin sistemine dahil olmak, sömürgecilerin parlamentosuna gidip, sömürgecilerin faşist liderinin ülkemizi hüküm altına alan ilke ve inkılaplarına yemin ederek, ezilen halkımızın duygularını bir kez daha ezip, halkımıza hain olmayı red ediyoruz. Bunun sonuca (özgürlüğe) değil, işgalcinin oyunlarının kuklalığına gideceğini, yaşanmış örneklerden görüyoruz.

    Dünyada bağımsızlıkları için mücadele eden halkları ve uyguladıkları metodları izliyoruz.

    Geçenlerde, özgürlük ateşi hala dipdiri yanan bir İrlandalı ile konuşuyordum. Bana açıkça, ”keşke hiç savaş etmeseydik” dedi. Nedenini sorduğumda ise ”İskoçlar hiç savaşmadan ama benliklerini, ulusal çizgilerini, İskoçyalılık bilincini koruyarak, hiç ölmeden ve öldürmeden kendi parlamentolarını kurdular ve federasyon haline geldiler. Biz yıllarca savaşıp, keskinleşirken, yasal kanadımız İngiliz parlamentosunda temsil hakkı kazandı, işgalci devletin avam kamarasında koltuk kazandık ve işgalcimizle benzeştik. Çok da bir hak alamadık. Hala Kuzey İrlanda, İngilterenin sömürgesidir. Dilimizi kaybettik, İngilizlerden iyi ingilizce konuşuyoruz ve onlara kendi dilimizde cevap veremiyoruz. Onlara karşı ama artık onlardan olduk” dedi.

    Şimdi yukarıdaki İrlandalının anlatımını alın ve İngiltere yerine Türkiye, İrlanda yerine Kürdistan diye düşünün. Şu an gerçeğimiz bu.

    Aynı örneği Bask için mücadele eden Eta ve siyasi kanadı Herri Batasunada da görüyoruz. Çok keskin bir savaş vermiş, zamanla silahlı mücadelenin miadının dolduğunu çözememesinden kaynaklı marjinalleşmiş Eta ve İşgalci İspanya parlamentosunda yer almış olan siyasi partisi Herri Batasunada görmekteyiz. Ve yine Aynı İspanyanın sömürgesi olan, hiç çatışmadan, ölmeden öldürmeden, ulusal kimliğini ve kültürünü koruyan ve halkını artık, bağımsızlık referandumu yapma bilincine getirmiş Katalonyaya bakın.

    İşte biz bunu yapmak istiyoruz. Ulusal bilinci korumak, geliştirmek ve İşgalci gücün Kürdistandaki varlığını ve ”sunduğu imkanları” red ederek, halkımıza bağımsızlık inancı vermek istiyoruz. Biz İngilterede İskoçya, İspanyada Katalonya çizgisini yürütmek istiyoruz.

    Dikkat edin, yukarıda ismi geçen tüm yapılar bağımsızlıkçıdır. Basklılar ve İrlandalılar sol, İskoç ve Katalonyalılar milliyetçi kabul edilir. Maalesef sol olduğunu iddia edenler asimilasyona yenilmişlerdir. Yani ulusal sorunu ideolojik olarak çözme hatasına düşmüşlerdir. Kuzey Kürdistandaki durumda aynen budur.

    ”İspanya ve İngiltere demokrasisi ile Türkiyeyi karşılaştıramazsın” diyecek olanlara, İspanyanında daha 1980 lere kadar faşist Franco rejimi ile yönetildiğini, İngilterede ise daha 1990 lara kadar İrlandalılara kan kusturan Margareth Thatcher yönetimini hatırlatmak isterim. TC devletide o faşizan ”süreci” sancılı da olsa atlatacaktır. Bizim için önemli olan ulusal kimliğimizi, dilimizi ve kültürümüzü muhafaza ederek, bağımsızlık inancını yüksek tutacak moral değerler yaratmaktır.

    ”Süreç” Kürdistanlılık bilincini yükseltmek sürecidir. Onurlu Kürdistan halkının İşgalcilerin parlamentosundaki koltuğa ve onların kürt vekillere verdiği maaşa ihtiyacı yoktur ve red eder. Onurlu insan düşmanından ekmek dahi kabul etmez ve kabul edeni yadsır. Onurlu insan, işgalcinin ordusuna katılmaz, hizmet etmez, onun sisteminde oy kullanmaz, onun partilerine üye olmaz.

    Biz, işgalci devletin düzeninin partilerine üye olmayı, askeri olmayı, oy kullanmayı ve parlamentosunun bizim üzerimize aldığı kararları red ediyoruz.

    Biz halkımızın, bir millet olmaktan doğan doğal haklarını, hiçbir devletin hakkımızda alacağı kararı umursamadan, en doğal şekilde kullanması mücadelesi vereceğiz.

    Ülkemizin ismini aynen olduğu gibi heryerde Kürdistan olarak ifade edeceğiz.

    Biz,İşgalcilerin sistemini red eden, ideolojisini ve inancını bağımsızlık isteminin önüne engel yapmayan,bilinçli Kürdistanlı devrimci gençlerin gönüllü birlikteliğini oluşturmak istiyoruz.

    Baran Karaca

    http://www.nasname.com/a/surec-kurdistanlilik-bilincini-yukseltmek-surecidir

  24. Barzanici ve Apocu kuyrukçuluğun ikisini de eleştiren güzel bir yazı;

    ***

    Öcalan, Fethullah’la ilgili bir paragraf methiyede bulunduğunda kıyamet koparılır. Güney hükümeti, fethullahçıların cirit atmasına müsaade ettiği yetmezmiş gibi okullar açtırdığında, yöneticiler çocuklarını bu okullara kaydettirdiğinde ağzınızı açacak olsanız tarize uğrar, susturulmak istenirsiniz.

    – Öyle değil heval, başkanın bir bildiği vardır, devletin ali menfaatleri öyle gerektirmiştir.

    Terane özdeşliğine bakıyor ve gülüyorum.

    Öcalan, Hakan Fidan’la istişare eder durur, bu bir sır değil. Öcalan’ın türk istihbaratıyla flörtü topa tutulur. Aynı istihbarat Güney’le de sürekli temas halindedir. Türk istihbaratçıları Güney’de cirit atar durur, türklerin tugay gücünde askeri birliği Güney’de davet üzerine konuşlanmıştır. Ordu istihbaratı ve JİTEM de bu flörtten azade değil.

    Bir BDP üyesi herhangi bir generalin mahkumiyet kararını eleştirdiğinde kalmayan söz edilir, aynı generallerin karteli durumundaki OYAK Güney’den milyarlık kazançla semizlenir kimsenin çıtı çıkmaz. Sanki Güney’de yerleşen ve besiye çekilen başka ordudur, başka generallerdir.

    Bazıları Öcalan karşıtlığını 30 yıldır zenaat edinegeldiler. Buna rağmen Öcalan ihaneti geriletilemedi, aksine büyüdü. Öcalan işbirlikçiliğinin beslendiği en büyük kaynak ve bu manada en büyük ilhamı Güney kopyacılığıdır. Kürt aydınlarının işbirlikçiliği geriletememesinin en önemli nedeni ise bu konuda berrak ve kabul edilebilir bir standartlarının olmayışıdır.

    25 milyonluk bir kuzey düşününüzki BDP bunun % 20’sini denetliyor ve arta kalan % 80’i yani 20 milyonluk kürt kitlesi türk partilerinin taraftarı hatta bileşeni. Goran ve YNK işbirlikçiliğiyle düşünüldüğünde Güney’in Kuzey’den ne farkı var?

    Demekki ölçüde bir yanlışlık var. Öcalanı kınamak ve olur olmaz saldırmak çare değil. Bunu kronik bir tutum haline getirmekse başlıbaşına hastalıktır.

    İşbirlikçiliği herkes için tanımlayan ve reddeden bir kriteriniz olmalı. Birine farklı standart, diğerine daha farklısı tatbik edilmek istendiğinde yandaş yada karşıt olunlanlar arasında bir fark bulunmadığını, sadece nüans olduğunu söylerler.

    Hele birine yurtseverlik deyip ötekine ihanet demenin çelişki olmaktan öte aldatmaca olduğu ortadayken sadede gelelim efendiler.

    Her kürdün sömürgeci yönetimlerden uzak durulmasını istemeye ve durmayanları kınamaya hakkı vardır.

    Meseleye salt ahlaki gerekçelerle eşitlikçi ve adil bakmak dışında zorunluluklarımız da var;

    Güney’in ittifaklar siyasetindeki genel hatası onları Suriye karşısında Türkiye üzerinden dünya gericiliğiyle aynı frekansa icbar ederken kısa vadede Suriye Kürdistan’ı harcandı, uzun vadede Türkiye için bile homurdanmaya başlayan batı karşısındaki güvenilir yandaş olma itibarını zedeledi.

    Uluslar topluluğunda yalnız değilsiniz, hele kamplar kapışmasında her adımınız izlenir ve zincirleme etkileri dolayısıyla tavrınızın muhakkak bir getirisi yada götürüsü olur. Takım fanatikliğinden, bu bağlamda Öcalan’a yada Güney’e bakarak kürtlerin geleceğini belirleme saflığından sıyrılın. Bunun yerine dünyaya bakın, dünyadaki gelişmelerin kürtlerin yaşamına nasıl yansıdığına bakın ve kürtlerin ilerlemesi için gerekli olana yoğunlaşın. Öcalan karşıtlarının taktırmaya çalıştığı gözlük dün aynı karşıtların Öcalan karşısında bile tutunmalarına yetmeyen gözlüktür. Bu körlüğün faydası olsaydı sahipleri biçare ve perakende kalmazlardı.

    http://cebaxcor.blogspot.com/2013/10/ez-cudayi-ha-sikayed-mikuned.html

  25. ​Yeni “Kürd Halk Önderi” Mahir Çayan!

    İmralı’nın ziyaretçisi olma “şerefine” ulaştırılan BDP miletvekili İdris Baluken, Abdullah Öcalan ile yaptıkları görüşmelerin içeriğini basına açıkladı. Baluken’ın açıklamalarında en önemli bölüm, Öcalan’ın kırk yıllık misyonunun ne olduğuna; bu misyonu kimden devraldığına ve bu misyonun bundan sonra kime devredileceğine dair bölümdür kuşkusuz.

    Öcalan’ın, HDP’ye ilişkin düşüncelerini açıklarken heyecanlandığını belirten Baluken, Öcalan’ın sözlerini şöyle aktardı: “Ben Mahir Çayan’ın çizgisiyle, onun sempatizanlığıyla başladım bu mücadeleye. 40 yıldır Mahir’in çizgisinin kavgasını yürütüyorum. Mahir’in bana verdiği bir emanettir ve ben 40 yıllık süre içerisinde bu emaneti kavga boyutu ile en iyi şekilde yerine getirmek için uğraştım. Şu anda da bu emaneti teslim ediyorum.”…

    Öcalan, kendisi hakkında yapılan farklı yorumlar; kendisine biçilen farklı roller; kendisine yakıştırılan sıfatlar noktasında yaşanan tartışmaları bitirerek gerçek misyonunu açıkça ortaya koydu…

    Öcalan, farklı söylemlerle Kürdler üzerinde bir etkide bulunmak için taktiksel davranmışsa da, üstlendiği misyonun gereklerini kesintisiz olarak ortaya koyduğunu ve hep bunun için çalıştğını söylüyor. Ve bu misyonun bundan sonra HDP vasıtasıyla devam ettirileceğini de belirtiyor.

    Öcalan’ın görevi devraldığı ve en iyi şekilde temsil ettiği Mahir Çayan kimdir?

    Artık Öcalan’ın ne söylemiş olduğu veya bundan sonra ne söyleyeceğinin hiçbir anlamı kalmadı. Bundan sonra Abdullah Öcalan/PKK tartışmalarında merkeze Mahir Çayan oturmuştur. Mahir Çayan’ın kim olduğu ve Kürdlerle ilgili ne düşündüğü önemlidir artık. Çünkü Öcalan Mahir Çayan’ın anlayışını temsil ettiğini ve bu görevi de bundan sonra HDP’nin yerine getireceğini söylüyor…

    Mahir Çayan ve Kürd/Kürdistan sorunu

    Mahir Çayan’ın Kemalist olduğu gerçeğini, Çayancılar bile inkar edemediğine göre, onun Kemalist kimliğini tartışmak anlamsızdır. Kemalist kimliği gereği Mahir Çayan, Misak-ı Milliye mutlak şekilde bağlıdır ve Misak-ı Milli dışında Kürd/Kürdistan sorununun çözümüne kesinlikle karşıdır; yani mutlak şekilde devletçidir…

    Mahir Çayan, Kürdlerin devletleşme hakkını yok sayıyor ve bu doğal hakkı savunanları da “burjuva ve küçük burjuva milliyetçileri” olarak nitelendiriyor.

    Tarihin gördüğü en büyük faşistlerden/katliamcılardan biri olan Mustafa Kemali, “anti emperyalist bir devrimci” olarak gören Mahir Çayan, Cumhuriyet döneminde Kürdlerin uğradığı tüm katliam ve soykırımları da açıkça destekliyor.

    Öcalan’ın son açıklamasıyla, PKK/BDP içinde kalan insanları “yursever Kürd” olarak nitelendirmenin koşulu ortadan kalkmıştır;

    PKK/BDP’yi, Bir Kürd hareketi olarak görmenin hiçbir gerekçesi kalmamıştır;

    Öcalan’a “Kürd lider” demenin imkansızlığı ispatlanmıştır…

    Umarız ki artık PKK/BDP içinde yer alan samimi, dürüst insanlar kararlarını verirler; ya Kürdleşerek Kürd kimliklerine sahip çıkarlar, ya da Kürdlükten tamamen feragat ederler…

    Öcalan için kullanılan ve onurlu Kürdlere yapılmış en büyük hakaret olan “Kürd halk önderi” sıfatını kullananlar, artık bu sıfatı Mahir Çayan için kullandıklarını inkar edemezler. Böyle bir paradoksla Kürdler artık yaşayamaz.

    Kendilerinin en doğal haklarını yok sayan, Kürdlükle uzak-yakın ilişkisi olmayan ve Kürdlere karşı yapılan katliamları/soykırımları açıkça savunan Mahir Çayan’ı “önder” olarak görme onursuzluğunu yaşamak bir tercihtir kuşkusuz. Ama bu onursuzların tüm Kürdleri onursuzlaştırmalarına artık izin verilmemelidir.

    Onurlu Kürdler, Kemalist Mahir Çayan ve onun mirasçılarıyla aralarına kalın çizgilerle bir set çekmedikleri sürece onurlu yaşama şansına sahip değildirler. Bu onurlu yaşamı olanaklı kılmak için ilk adım ise, Mahir Çayan’ın misyonunu temsil eden Öcalan’ı/PKK/BDP’yi ve bu misyonu devralan HDP’yi çok net olarak ret etmek, mahkum etmektir.

    Artık Kürdlerin, onurlular ve onursuzlar olarak ayrışmaları kaçınılmazdır; herkes tercihini yapmalıdır!

    http://www.nasname.com/a/yeni-kurd-halk-onderi-mahir-cayan

  26. Mahir Çayan’ın Kemalist olduğu ve Kürtlere karşı bastırma harekâtlarını desteklediği doğru değildir.

  27. bazen böylesi garip onur ölçerler çıkması bu işin tadı tuz u olsa gerek:)

  28. yuh artık anonim 41 mahir çayan değilde sen ırkçı faşist olmayasın öcalanı itibarsızlaştırmak için sarıldığın mahir sistemle devrimcilerin kopuşunu temsil eden özgürlükçü toplumsal devrimci isyani temsil etmesi kemalizmmi oluyor?sana göre Kemalist ordu Kemalist mahirimi öldürdü?kürt özgürlük hareketinin pratikleştirip kendi mücadelesinde temel aldığı politikleşmiş askeri savaş stratejisi değilmi?bunu uygulayan kürt devrimci lideri itiraf edip mahirin hakkını teslim etmesinden neden rahatsız oldun efendilere hizmet etmek için devrimcileri itibarsızlaştırmak sana iş olarak verilmiş olmasın ödün patladı değilmi şimdiden HDP efendilerinin barajlarını aşıp alternatif olup kürt türk bu topraklardaki bilumum sistem karşıtı toplumsal muhalefetin politik örgütü olup hizmet ettiğin efendileri rahatsız etmesi senin milli duygularını rencide edip asıl kürtleri ben temsil ederim diyen asıl devletçi faşist efendilerin hizmetkarı olduğunu söylemek içöinmi devrimcileri itibarsızlaştırmak istedin devam et efendilerinin işi sana düştüğüne göre mahirin ve kürt özgürlük hareketinin ne kadar doğru işler yaptığını şimdi daha iyi anladık

  29. özgürlükçü, kemalist ordu kemalist başbakanını bile astığına göre “kemalist ordu kemalist mahir’i mi öldürdü” soruna cevap vermeme gerek yok sanırım. mahir’i savunuruz, ona yapılan suçlamaları doğru bulmayabiliriz elbette. ama tarih boyunca kemalistlerin diğer kemalistleri, islamcıların da başka islamcıları (böyle uzar gider bu liste) öldürmesi doğaldır.

  30. Kürt sosyalistlerinin güncel durumu ve öznel eksiklikleri:
    https://www.facebook.com/note.php?note_id=524259814351751

  31. İsmail Beşikçi: Kürtler milliyetçi olmalıdır

    Türkiye’de uzun yıllardır Kürt sorunu üzerine araştırmalar yapan ve çalışmaları nedeniyle hayatının önemli bir bölümünü hapishanede geçiren yazar, sosyolog İsmail Beşikçi, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Kürt sorununu, toprak ve devlet sorunu olarak niteledi.

    Beşikçi, Kürtlerin Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir çaba içinde olmaması gerektiğini de vurguladı.

    İngiliz Parlamentosu ve Orta Doğu ve Afrika Çalışmaları konusunda saygın üniversitelerden SOAS’ta konferanslar vermek üzere geldiği Londra’da BBC Türkçe’ye verdiği mülakatta Beşikçi, PKK ve Abdullah Öcalan, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Rojava’ya yönelik politikaları, çözüm süreci ve seçim sonuçlarına ilişkin sorularını yanıtlamak istemedi.

    ‘Orta Doğu’da Kürt sorununun bir toprak ve devlet sorunu olduğunu ve herkesin bunun bilincine varması gerektiğini’ vurgulayan Beşikçi, BDP’nin demokratik özerklik projesini eleştirirken, ‘Kürt sorunun çözümünde idealin bir ulus devletin kurulması olduğunu, ama hiç olmazsa federasyonun kurulması gerektiğini’ belirtti.

    ‘Uluslararası nizam anti-Kürt bir nizam’

    Beşikçi Kürt sorununu bölgesel ve tarihsel bir bakış açısıyla tarif etti:

    “Kürt sorunu, Kürdistan sorunu Orta Doğu’nun bir sorunudur. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin, Avrupa Birliği’nin bir sorunudur. Benim kanımca Kürt sorunu, Kürdistan sorunu şudur: 1920’li yıllarda, Milletler Cemiyeti döneminde Kürtlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması ve Kürtlerin bağımsız devlet kurma haklarının gasp edilmesi sorunudur.”

    40 milyondan fazla nüfusa sahip olan Kürtler’in bir devletinin bulunmamasının bir hak gaspı olduğunu söylüyor Beşikçi ve şöyle devam ediyor:

    “Bugün 27 üyeli Avrupa Birliği’nde örneğin Lüksemburg, Malta, Kıbrıs, nüfusu yarım milyon civarında olan devletlerdir. Orta Doğu’da Kürtler’e baktığımız zaman 40 milyon üzerinde nüfusa sahiptirler ama niye Kürtler’in bir statüsü yoktur? 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, örneğin San Marino, Monaco, Liechtenstein, Andorra dört devlettir. Ama Kürtler’in statüsü yoktur. Terör denildiği zaman Kürtler’in adı geçer. Uluslararası nizam anti Kürt bir nizamdır.”

    ‘Dünya uluslar ailesinde yoksun’

    “En son 2012’de Londra Olimpiyatları yapıldı. Kürt olarak bu kadar nüfusa rağmen dünya uluslar ailesi içinde yoksun. Avustralya, Yeni Zelanda arasında Tavalu, Vanuatu diye devletler var. Birinin nüfusu on bin, diğerinin 15 bin. Bunlar BM’ye üyedir.”

    ‘Uluslararası düzenin bugün de anti-Kürt olarak görüp görmediğine’ ilişkin sorumuza Beşikçi “Evet, hala öyle” yanıtını veriyor.

    ”Peki ABD’nin de Orta Doğu politikalarını anti-Kürt olarak görüyor musunuz” sorumuza ise Beşikçi’nin yanıtı şu oldu:

    “2003’te ABD Irak’a müdahale etti, o müdahalenin sonunda Saddam Hüseyin rejimi çöktü. Güney Kürdistan’da Kürtler’in önü açıldı. Kürtler Güney Kürdistan’da IKBY diye bir birim oluşturdular. Bu bir statüdür. Kanımca bu Kuzey’deki, Doğu’daki, Güney Batı’daki Kürtler’i deetkileyecektir. ABD’nin 2003’te Irak’a müdahalesiyle bu statüsüzlükte bir gedik açılmış. Bu gedikten faydalanarak Güney’de Kürtler IKBY diye bir birim oluşturdular.”

    ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi için bağımsızlık önemli’

    Erbil yönetimi bağımsız bir ulus devlet değil. “Sizin için bağımsızlığını elde etmesi önemli mi” diye soruyoruz.

    Beşikçi, “Orası Güney Kürdistan’ın tamamı değil. Daha Kürdistan’a katılması gereken topraklar var. Kürtler kendi kendilerini yönetiyorlar; orduları, meclisleri var, okulları var. Ama bağımsızlık da önemli tabii” cevabını veriyor.

    BDP’nin demokratik özerklik projesine eleştiri

    Beşikçi’ye göre Kürt sorununun çözümü için “Kürtler’in bir statüsü olmalı, Kürtler kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip olmalı. Kürtler ana dilde eğitim yapabilmeli.”

    Peki BDP’nin demokratik özerklik projesi bu talepleri karşılıyor mu? Beşikçi’ye göre, hayır. Ulus devlet olamıyorsa en azında federatif bir çözüm gerektiğini savunuyor ve şöyle devam ediyor Beşikçi:

    “Hayır, karşılamıyor. Federasyon olmalı. Sınırlar belli olur, kendi kendini yönetme hakkına sahip olursun.”

    ‘Sınır olmalı’

    “Federasyon benim kanımca daha önemlidir. Federasyon bir sınır olayıdır. Kürtler kendi kendini yönetme hakkına sahip olmalıdır diyoruz. Nerede? Orada bir sınır olmalı. Belirli bir sınır içerisinde sen de kendi kendini yöneteceksin. En azından bir federasyon önemlidir.”

    “En azından senin bir federasyonu savunman gerekir. Diyelim ki Batı’da Kürtler var. Kürdistan’da bir Kürt federasyonu olursa Batı’daki Kürtler’in haklarını da savunmak mümkün olabilir. Eğer federasyon olmazsa Batı’daki Kürtler’in hakkını da savunmak mümkün olmaz.”

    ‘Kürtler Türkiye’yi demokratikleşmek için çabalamamalı’

    Beşikçi, Kürtler’in Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinde yer almasını da eleştiriyor:

    “Sen Kürt olarak kendi haklarını savunmak durumundasın. Kürtler bu bölgede kendi kendini yönetim hakkına sahip olmalı. Eğer sen kendi kendini yönetirsen Türkiye de bu süre içinde demokratikleşebilir. Ama senin Kürt olarak ‘ben Türkiye’yi demokratikleştireceğim’ gibi bir çaba içerisinde olmaman gerekir.”

    “Dünyadaki ulusal kurtuluş hareketlerine bakalım. Örneğin Filistinli Araplar İsrail devletini demokratikleştireceğiz diyorlar mı? 60’lı yıllarda Vietnam’da ABD’ye karşı savaşan Vietnamlılar hiçbir zaman Amerika’yı demokratikleştireceğiz dediler mi? Cezayir’deki mücadelede Cezayirliler hiçbir zaman Fransa’yı demokratikleşeceğiz dediler mi? Kendi ülkelerini kurtarmanın yolunu aradılar.”

    HDP yorumu: Değerli bulmuyorum

    Halkların Demokratik Partisi Kürt hareketinin, bazı sol parti ve örgütlenmelerin ve bazı toplumsal hareketlerle aydınların birlikteliğiyle kurulmuştu.

    “HDP’yi Kürtler’in hak mücadeleleri açısından değerli buluyor musunuz” diye soruyoruz.

    Beşikçi’nin cevabı olumsuz:

    “Ben kişi olarak bunları değerli bulmuyorum. Kürtler kendi yaşadıkları bölgede yani Kürdistan’da bu ilkeler çerçevesinde bir yönetim oluşturmalı.”

    ‘Kürt milliyetçiliği Türk milliyetçiliği gibi değil’

    Beşikçi, kendisine yöneltilen Kürt milliyetçiliğiyle ilgili eleştirileri hatırlattığımızdaysa bu kavramın savunulması gerektiğini belirtiyor:

    “Kürtler milliyetçi olmalıdır. Kürt milliyetçiliği baskı altındaki, zulüm altındaki kendi dilini, kültürünü gün ışığına çıkarma mücadelesidir. Sen bunları savunacaksın, o zaman da milliyetçisin tabi. Kürt milliyetçiliğinin saldırgan bir tarafı yoktur. Başkalarını asimile etmek gibi bir amacı yoktur. Ama Türk milliyetçiliği böyle değildir, saldırgandır. Kürtlere ne diyor, seni asimile edeceğim diyor.”

    ‘Suriye’deki Kürtler Kürdistan’a dönmeli’

    İsmail Beşikçi Rojava’da Kürt örgütlenmeler öncülüğündeki öz yönetim yönünde atılan adımların önemli olduğunu belirtiyor ve ekliyor:

    “Orada bir özerk yönetim var, o ete kemiğe bürünmeli. Kürtler Suriye’deki Kürdistan’ın tamamında egemen değil. Örneğin 1960’larda o zamanki yönetim Kürtleri Kürdistan’dan aldı Arap çöllerine sürdü. Arapları
    Kürdistan’a getirdi. Şimdi özerk yönetim Kürdistan’ın tamamını kapsayabilmelidir. Güneye sürülmüş Kürtler’in Kürdistan’a dönmesi önemli. Araplar’ın da kendi ülkelerinde yaşamaları önemli.”

    KCK, Mesut Barzani liderliğindeki IKBY’yi sık sık Rojava’da Kürtlerin mücadelesine engel çıkarmakla suçluyor.

    Beşikçi’ye son olarak bu eleştirileri soruyoruz.

    Beşikçi şu cevabı veriyor: “1920’lerdeki durum bir felakettir. Sen bunun bilincine vardığın zaman öbür Kürtlere daha az zarar vermen söz konusu olur, ama bunun bilincine varmazsan sen sadece kendini korursun ve öbür Kürtlere zarar verebilirsin. Bütün Kürtler için bu söz konusu. “

    http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2014/04/140409_ismail_besikci_roportaj.shtml

  32. İsmail Beşikçi yukarıda demiş ki:

    “Örneğin Filistinli Araplar İsrail devletini demokratikleştireceğiz diyorlar mı? 60’lı yıllarda Vietnam’da ABD’ye karşı savaşan Vietnamlılar hiçbir zaman Amerika’yı demokratikleştireceğiz dediler mi?.”

    Bir kere Tükiye’de Kürtlerin durumu ne Vietnamlılara benzer ne de Filistinlilere benzer. Oldukça alakasız ve yanlış bir benzetme olmuş. Çünkü Türkiye’nin Batısında da önemli sayıda Kürt vardır. Ve ayrıca Kürtler ile Türkler tam olarak ayrışmış, tümüyle kopuk değildir.

    Bu bakımdan benzetme yapılacaksa Kürtlerin durumu Amerika’da yaşayan zencilere ya da Meksikalılara bir ölçüde benzer. Ve Amerika’nın daha demokratikleşmesi kuşkusuz bu insanların yaşamlarını etkiler. Önemsiz bir şey değildir.

  33. Aynı şey Araplar ve Yahudiler için de geçerli değil midir? Bugün o kadar olmasa bile Filistin’e Yahudi göçünden önce hemen her Arap ülkesinde Yahudi azınlığın önemli bir nüfusu vardı. Araplar ve Yahudiler de tam olarak ayrışmış, tümüyle kopuk değildir.

  34. Aynı şey Araplar ve Yahudiler için pek geçerli değil.

    Filistinliler İsrail vatandaşı mı, İsrail vatandaşı gibi oy kullanıyorlar mı?

    Diyelim ki tümüyle dediğiniz gibi olsun Yahudiler ve Araplar ayrışmış ve kopuk olmasın, hem Yahudi hem Filistinli, hem İsrailli milyonlarca ya da yüz binlerce insan olsun. Ya da bunlar birbirine karışmış olsun. O zaman İsrail’in demokratikleşmesi elbette Filistinli olanlara da yarayacaktır.

  35. İsrail, Filistinlilerin yaşadığı toprakların büyük çoğunluğuna zorla el koymuş ama onların, yani Filistinlilerin çoğuna vatandaşlık hakkı bile vermemiş bir ülkedir.

  36. Peki ABD’li siyahlara veya Meksikalılara, Kürt dilinin, ulusunun ve coğrafyasının yasağı, inkarı ve reddine benzer bir dil ve kimlik inkarı,reddi ve yasağı uygulanmış mı? O zaman onların durumu da Kürtlere benzemiyor.

  37. Zaten bir ölçüde benzediğini söylemiştim. O ölçüyü de önemli bulduğum için yazdım.

    Yoksa Kürtlerin durumuna tamamıyla benzeyen bir ulus bulmak zor, hatta imkansız olduğu söylenebilir.

    ABD’de zenciler ve Meksikalılar aynı ülke içinde yaşıyor. Ülkeye dağılmış durumda.

    Türkiye’de yaşayan Kürtler de ülkeye dağılmış durumda. Batı da önemli miktarda Kürt nüfusu var. Bu açıdan Türkiye’nin demokratikleşmesinin Kürtler içinde önemsiz olduğunu sanmıyorum. Kürtler ve Türkler birçok yerde birlikte yaşıyor, önemli ölçüde aynı coğrafyayı paylaşıyor.

    Ama buna rağmen Türkiye’nin sorunları bizi ilgilendirmez, Kürtler gerekirse Türkiye’de diktatörlük gelmesi pahasına AKP ile işbirliğine gidebilir. Türkiye’nin Kürt bölgesi dışındaki sorunları bizi ilgilendirmez. Biz kendi işimize bakarız filan diyebilirler.

    Ama doğrusu bu tür politikaların Kürt halkına uzun vadede çok yararlı olmayacağını düşünüyorum.

  38. Türkiye’nin demokratikleşmesi için Türklerle Kürtlerin (ve tabii farklı dini-mezhebi grupların ve inançsızların) eşit olması (keza Kemalizmin ve M.Kemal’in resmiyetten kaldırılması ve insanlara dayatılmayıp sıradanlaştırılması) şart ise bu ülkenin ve ortak vatandaşlık kimliğinin adının da değiştirilmesi gereklidir.

    Seyfi Cengiz’in aşağıda yazdığı gibi

    “Türk“ terimi yerine “Türkiye“ kelimesi konduğunda ulus, vatandaşlık ve üst kimlik gibi konularda yeni bir şey söylemiş olmuyorsunuz.
    Türkiye kelimesi Türk’ten türemedir ve “Türkler’in ülkesi“ demektir.
    Kelime oyunlarına dayalı bu siyasi manevra “Türkiye Türklerindir“ zihniyetini savunan müesses nizamı yerinde bırakacaktır.
    Halkların birlikteliğini savunmak elbette yanlış değildir.
    Ancak eşit haklara dayalı gönüllü bir birlik olmalıdır bu.
    Bu eşitliğin sağlanması bütün halk grupları tarafından benimsenebilecek nötr bir üst kimliği zorunlu kılar.
    “Küçük Asya“ ve/veya “Anadolu“ kavramları bu ihtiyacı karşılayabilir.
    Çoğunluk oldukları yerlerde birer otonom yapılanma ile Türkler de dahil bütün halk grupları Anadolu Birliği gibi bir çatı altında pekala birlikte yaşayabilirler.

    Ne var ki bu geniş kitlelerin ırkçılığa ve faşizme varan son derece bağnaz ve hoşgörüsüz bir milliyetçilikle şartlandığı bu coğrafyada bu imkansız gibidir. Kendine Türk diyen çoğunluk şu an ezen durumdayken bile buna aşırı reaksiyon gösteriyor. Düşünün ki tüm dünyanın Kürdistan Bölge Yönetimi dediği yere Kuzey Irak diyen, (İran Kürdistanı’nın adı yazılı uçağın Türkiye’ye girişine izin verilmemişti), Kuzey Kürdistan’ı inkar eden ve adının anılmasına bile tahammülü olmayan insanlardan söz ediyoruz. Dolayısıyla Kürtlerin kurtuluşu bağımsızlık veya en azından gerçek ve güçlü bir otonomiden geçer.

  39. Hendeğiniz kimin için?

    PKK Kuzey’de bağımsızlık diyerek yurtseverliğin köklü olduğu yörelerde danışıklı bir savaş yürüttü ve bu yörelerin devlet tarafından boşaltılmasına hem gerekçe oluşturdu hem fiilen ortam sundu. Danışıklı diyorum, çünkü bu yöreler boşaltıldıktan sonra PKK 180 derece dönüş yaparak “ben demokratik ulus kuruyorum, ulusal devletin modası geçmiştir, isteyenler ilkeldir” demeye başladı. Bu gerekçeler PKK’nin boşalltığı yöre insanını ilkel ve hizmetine girdiği türk devletinin düşmanı olarak tescil ve ilan ettiğinin itirafıdır. Siyaseten başka türlü okumanın olanağı yoktur.

    Şimdi Esad rejimini, şayet olmazsa Suriye muhalefetinin fanatik gruplarını kürtlerin üzerine çekerek aynı tehcir eylemini kuzeyde olduğu gibi gerçekleştirmeye çalışıyor. Hem PKK, hem fanatik araplar türk genelkurmayınca yönetildiğine göre bu danışıklı döğüşün bir koordinasyonu var ve merkezi bir planlaması var. Bu son derece açık.

    Ancak bunlara karşılık Güney türk devletinin daha az kontrolunda değil. Güney’in “ABD bizim irademize müdahale edemez” demesi bağımsızlıkçı bir çıkış olarak lanse edilse bile hadiseyi böyle lanse edenlerin kendini tatmine yönelik zoraki yorumundan öte bir anlamı ve önemi yok. Güney bunu söylerken; “ABD benim Türkiye ile flörtüme müdahale ediyor ve biz Türkiye ile flörtte kararlıyız” demek istiyor.

    Çok ayıptır, hatta yüz kızartıcıdır. Güney’deki Fethullah okullarına Güney’in yöneticileri bin dolar ödentiyle çocuklarını gönderiyorlar.

    Peki hendeği kime kazıyorlar?

    İsveç 10 milyona yakın nüfusa sahip ama 7 milyondan daha fazla isveçlinin yaşamadığı bir ülke. Burada 100 bin kürt mülteci var. Suriye savaşının başlamasını müteakiben 40 bin arap, kürt, süryani, ermeni bu ülkeye sığındı. Güney Kürdistan İsveç’ten daha zengin. Mülteci kabülünü bırakınız sınırlarını kendi soydaşlarına kapatıyor.

    Avrupa ülkeleri mültecileri mitralyözle karşılamıyor, göçmen daireleri ve insani yardımla karşılıyor. Güney’in tavrını ne soydaşlığımız ne de insani bakımdan olumlamanın imkanı yok, siyaseten hiç yok.

    Rojava kürtlerinin kasten ve taammüden mültecileştirilmesi kürt örgütlerinin eseri olarak ayrı bir yüz karasıdır, kendi vatanında kimliksiz yaşadığı yetmiyormuş gibi mültecileştirdiklerinden iltica hakkını bile esirgemeleri ise ayrı bir yüz karasıdır.

    Kürt aydınları, kendi halkının en temel haklarını görmezlikten gelmenin ötesinde varlığını bitirmecesine kirli rollere bürünenleri takım tarafgiri edasıyla millete empoze etme ve gerçekleri gizleme hastalığına son vermelidir. İnsani, siyasi, yurtseverlik, hasılı hiçbir zaviyeden savunulacak ve tutulacak yanı kalmayan bu kirli oyunun müsebbiplerini yeterince deşifre etmeyen ve kınamayan bu oyunun bir parçası olmayı kabullenmiş demektir. Bütün bu pespayelikler, olan bitenin farkında olmayan halkı doğru bilgilendirmede ve yönlendirmede acze düşen kürt aydın ve siyasetçilerinin ikircikli ve kararsız tavrından cesaret almaktadır. Rezaletin böylesine tepkisiz kalanın insanlığı bile kuşku götürür.

    *

    Öcalan haklıdır, ben Öcalan’ın hakkını ve haklılığını savunuyorum diyenler var.

    Buna karşılık Mesud Barzani haklıdır, ben Mesud Barzani’nin hakkını ve haklılığını savunuyorum diyenler de var.

    Beş sömürgeci devletin el birliği içinde, modern donanımlı orduları, mayın tarlaları, işkencehaneleri ve idam sehpaları ile mazlum bir milleti kuşattığı herkesçe malum. Yetmiyormuş gibi devam etmekte olan bir savaş var. Bu cehennemi zulümden canlarını kurtarmak için kaçan sivil ve savunmasızlar her şeyden önce insan. Kürtleri bir de hendeklerle içerden kuşatmak akrebin etrafına benzin dökmeye benziyor. İnsan nesli akrep olmadığına ve akreple kıyaslanmayacağına göre vereceği tepki belli. Ancak bundan daha önemli olanı insanlığın bu faciaya hangi tepkiyi vereceği ve vermekte olduğudur.

    Ortaya iki sorun çıkıyor, dünyayı bırakınız, kürtlerin münevver geçinenleri kürtleri hangi canlı türüne sayıyor?

    Onun hakkı, bunun hakkı ve haklılığı. İyi, tamam.

    Peki bu milletin hakkını, her şeyden önce insan olmaktan doğan hakkını savunmak ve kıstırıldığı bu cehennemde insana yaraşır şekilde elinden tutmak kime vazife?

    *

    İşgalciye bağlılık gösterip onun ileri karakolu olmayı kabullenmek yetmezmiş gibi kürtlerin ulusal devletini kurmasına ilkellik diyerek yan çizmek Kürdistan’ın boşalmasından başka hiçbir sonuç getirmedi. Bu sonuç kasti olarak hedeflenmiştir. PKK budur ve başka hiçbir şey değildir.

    İşgalcisine ucuz petrol, istihbari ve asimilasyon amaçlı okul açma kolaylıkları, ihale ayrıcalığı, askeri üslenme imkanları sağlarken kendi soydaşlarına ancakki hendek kazmak lütfunda bulunan KDP ve YNK’nin yurtseverliği, kürtseverliği, insanseverliği bundan ibarettir ve daha fazla değildir.

    Hendeğin bir yakası gerilla, öteki yakası peşmerge.

    Biz hendeğe bakarız, hendeğin kimin için kazıldığına bakarız.

    Biz milletimizin hukukuna ve düşürüldüğü sefalete bakarız.

    Bu mazlum milletin hakkını savunduğu için yücelltiklerimizin zulmün hizmetine girerek zalimleşmesi karşısında tereddütsüz milletimizin yanında yer alır, zulmün ve zalimin yakasına yapışırız. Kürtler biçare ve sahipsiz değil.

    http://cebaxcor.blogspot.com.tr/2014/04/hendeginiz-kimin-icin.html

  40. “Herakleitos’un “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü, diyalektik düşüncenin amentüsü sayılır.” (Aynı yazı)

    Diyalektik ne demek bilen var mı? Ben bildiğimi sanırdım: Yazılı basında çıkan ilk üç makalem Hegel diyalektiğinin incelikleri üzerinedir, sene 1977-1978, Birikim Dergisi. Sonradan gitgide şüpheye düştüm.
    Aristoteles mantığında diyalektiğin ne demek olduğunu tabii biliyorum; Hegel’i de az buçuk tanırım. Lakin Marksist söylemde diyalektik tabirinin, “bir önce söylediğimle bir sonra söylediğimin birbirini tutmasına gerek yok, hoca ne derse o, soru sorma” demekten başka bir anlamı var mı allahaşkına?
    Buyur, bir islami diyalektik örneği. Aynı kafa. “Peygamberimiz “oku” dedi, kitap okumak iyidir. Peygamberimiz ümmi idi. İncil ve Tevrat Allah’ın kelamıdır. İncil ve Tevrat tahrif edilmiştir, hiçbir sözüne güven olmaz. Ehl-i Kitap kafir değildir. Allah’ın kelamını tahrif edenler kafirdir.”
    Herakleitos’un neyi kastettiğinden emin olamıyoruz. Çünkü Herakleitos’un metni elimizde yok, başkalarının aktardığı tek tük cümleleri var. Mamafih aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağı ifadesinin diyalektikle herhangi bir alakası olmadığı açık. İyonya filozoflarının temel problemi olan madde/biçim ikiliğine dair bir gözlemdir. “Nehir” bir ideadır, maddi bir gerçekliğe indirgenemez diyor, mealen.

    http://nisanyan1.blogspot.com/2014/05/okuma-notlar-5.html

  41. Benim yazılarımı bilgim olmadan sayfamdan aktarak burada tartışmak büyük saygısızlık olmasının ötesinde çirkindir, maksatlıdır. Birilerinin yazdıklarına yorum döşendiğinizde bunu kendi düşüncelerinizle ve gerçek kimliğinizi kullanarak yapınız.

  42. Kürtler’i ‘devlete pazarlayan kişi’ olarak tarihe geçmenin önderliği!

    Bilindiği gibi, Abdullah Öcalan yakalandığı andan itibaren, verdiği ifade ve savunmalarda, tam tersten bir süreçle, TC’ nin gelecekteki Kürt politikasını şekillendirmeye başlamıştı. 1998 den itibaren mutlak teslimiyetçi bir tutum içine giren Öcalan, devletin mutlak hizmetkarı olduğunu, Türk kanı bile taşıdığını ima ederek bunu çok açık bir şekilde ortaya koydu. Yakalanma ve sonrasındaki tavırları, liderlik değil, çok basit bir gerillanın tavrından da çok çok geride kaldı. Herkes ondan savunmasında Türk devletini mahkum edecek bir savunma beklerken, o Jitem elamanlarının kendisine iyi muamele ettiklerinden, devletin birlik, büyüklük ve yayılma hedeflerinin gerçekleştirilmesinde kendisine görev verilmesinden dem vurmaya ve AKP benzeri Osmanlı milliyetçiliği propogandalarla Kürtler’i düşmana peş keş çekmeye başladı…; liderler kendi kişisel yaşamları için değil, bir dava için en iyi tavrı takınabildikleri için liderdirler…Abdullah Öcalan ise yaşaması halinde Kürt sorununu bitireceğini, Kürtleri en iyi kendisinin tasfiye edeceğini dayatıp durdu…MİT ve Kontrgerilla’ya akıl yetişitiren A. Öcalan, Kürtleri arkadan vurma kararlılığında ısrarlı olunca, TC devleti, bütün planlarını onun verdiği tavsiyele doğrultusunda yeniden biçimlendirdi..
    Sorgulamayı yapan kontrgerilla elemanları bile şaşıp durmuştu! Her şey tartışılmaya bile değmeyecek kadar açık. Lider diye ortaya sürülen insan ihanet etmişti. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
    Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği bu çizgi, TC hakimiyetinin geliştirilip kuvvetlendirilmesi çizgisidir.Verdiği ilk ifadeden sonra tercihini devletten yana ve Kürdistan halkının alehinde kullanan bir insan önder değil, sıradan bir gerilla birliğine bile kabul edilemez..!

    İhanet tamamen belirgin olunca, operasyonun kontrolunu ellerinde tutan Jitem yöneticileri, aşırı teslimiyetçilik temelinde bir senaryo ile Kürtleri direkmen tasfiye etmeyi hedeflediler. Bu, onbinlerce Kürt’ü pasifize etmesine rağmen, beklendildiği gibi yeterli olamadı…!
    Bu durumda, TC genelkurmayı, ‘Avukatlar’ denilen çoğu İstihbaratçı elemanlar aracılığıyla Kürtler’e, B planlarını dayatmaya başladı… Sözde ”PKK kuryeleri” diye lanse edilen, çoğunluğunu kontracıların oluşturduğu ekipler, Kandil, Avrupa ve İmralı arasında mekik döşemeye başladılar. Amaç, zaman kazanmak, Kürtler için mücadele vermeye çalışan bütün kadroları pasifize veya yok etmekti.

    Süslü püslü sözlerle süslenen imha planı, MİT tarafından, önder, Kürtler’in tek lideri, diye zoraki bir şekilde dayatılan A. Öcalan’ın şahsında her tarafa, şatafatlı açılmlar, çözülme süreçleri, Kürtlerin nihayetinde kurtuluşları” gibi saçmalıklar altında dayatılmaya başlandı.

    Bu planın uygulama koşulları, Türk devleti gibi, Kürtler’e düşmanı bir devletin istihbarat ekiplerince şekillendirilmesi ve Kürtler’e empoze edilmesine, Kürt açılmı veya çözümü süreci demek, saflık değilse, ihanetten başka bir şey değildir…
    Bu politika ne ölçüde Kürt ulusal hareketinin çıkarları kaygısıyla şekillendirilmiş olabilir? Aksine Türk Devleti bu senaryoyu, başta MİT ve Kontrgerilla birimleri olmak üzere bütün gücünü seferber ederek geliştirdiğine göre, gelinen aşamada, Kürt Ulusal Hareketi’nin değil, Türk devletinin çıkarlarını korumak için devreye sokulan yeni bir planın uzantısı olduğu ortaya çıkmaktadır.

    ÖCALAN-ERDOĞAN SÜRECİ, KÜRTLERİ YOK ETME SÜRECİDİR.

     
    Öcalan’ın TC ile beraber geliştirdiği İmralı süreci, açılımı, Türk devletinin Kürdistan’da hakimiyetinin devamını tesise yönelik bir politikadır.
    Ortada Kürt hareketinin yeni bir politikası değil, Türk devletinin eskiden beri sürdürdüğü politikanın yeni bir biçimi vardır ve Türk devleti şimdi bu politikasını, Kürtlerin tek lideri diye dayattığı ‘liderin’ ağzından, o liderin etki ve prestijine dayanarak bütün Kürt hareketine kabul ettirmektedir. Abdullah Öcalan, bu anlamda, Türk devletinin basit bir oyuncağıdır. İşi bittiğinde de muhtemelen, Recep T. Erdoğan tarafından tokatlanacak ve işi diğer bütün AKP liler gibi bitirilecektir.

    TC, ABDULLAH ÖCALAN’I KULLANARAK KÜRTLERİ TASFİYE ETME YOLUNU TUTTU!

    TC, A. Öcalan’ı tasfiye etme değil, Kürtleri tasfiye etmenin yolunu tuttu… Kürt Ulusal Hareketinin, yeni bir önderlikle, muhtemelen yeni bir güç tarafından kontrol altına alınarak başka bir politikanın ortaya çıkmasının kaçınılmaz olduğunu görünce, kendi çıkarları açısından rasyonel olan yolu seçti…

    Genel Kurmay, Kontrgerilla ve sivil uzantılar, kendi çıkarları için, Kürtleri tesirsiz hale getirmek, 100 yıllık yeni bir Kürt köleliğinin temellerini atmak için A. Öcalanı kullanma kararını aldılar…’Süreç’ veya ‘çözüm’ gibi aldatmacalar buna yönelik olarak uyduruldu.
    Öcalan’ı Kürtler’in tek önderi diye dayatan TC yöneticilerinin çırpınmaları boşuna değildir. TC, Öcalan’ı vazgeçilmez bir kahya olarak gördü ve onun prestijini ve etkisini Kürtlerin mücadelesini tasfiyede kullanmaya karar verdi. Ama bunun için de Öcalan’ın en azından daha uzunca bir süre Kürt hareketinin önderi olarak kalmasını sağlamak için bütün ajanlarını kullandı. Avukatların bir MİT olayı olduğu deşifre olunca, bu defa da ‘İmralı heyetleri’ adı altında yeni taktiklere başvurarak, Kürtlerin gözlerini boyamaya çalıştılar!. Öcalan’ın bu tasfiye politikasını uygulayabilmesi için, bunu Kürtler için yaptığı izlenimini vermesini sağlamak, işte ‘heyetler’ arasına serpiştirilen bazı tanınmış Kürt, yani bölünmeyi engelliyerek; (bölünme demek kontrolden çıkma demektir) toptan bir zararsızlaştırmaya ve teslimiyete ulaşmak….İşte TC parti ve silahlı kuvvetlerinin bir bütün olarak anlaştıkları ortak süreç.
    Bağımsız Kürdistan kavramı gün be gün sırasıyla DC, ekolojik toplum ve demokratik özerklik gibi içi boş kavramlarla yumuşatılıp, gelinen noktada bağımsızlık istemiyoruz, seviyesine kadar indirildi. Bu kavramlarla aşamalı olarak Kürt Halkı, Öcalan ve Devlet tarafından el birliğiyle kandırıldı ve ikna edilme noktasına getirildi. Bu durum netleştikten sonra Öcalan gurubu ve onun uzantıları durumunda olan yapılar, bugüne kadar gizli yaptıkları ihaneti açık bir şekilde yapmaya başladılar. 
    Açıkça, ‘Kürt devleti kurulursa karşı çıkarız’ demekten bile utanmamaya başladılar. Gelin Türk Kardeşler biz bir şey istemiyoruz yeter ki bizi adam yerine mi koyun demeye çalışıyor. Rıza Altun gibi kirli kişiliklerin Bağımsız Kürdistan ve özgürlük köleliktir demesi, iğrençliğin boyutunu gösteriyor!.
    Öcalan önderliğnde resmen Kürt düşmanlığı moda yapılmaya çalışılıyor!  Artık Öcalan’ı, Türklerin gözünde sevimli hatta devlet için çalışan birisi olarak göstermek zorundalar yani böylelikle Öcalan’ın Türk Toplumundaki kötü imajını düzeltecekler ve ortamı buna göre hazırlayacaklar.

    Bunların hepsi Türkiye’de Erdoğan İmparatorluğunun kurulmasına zemin hazırlamak için yapılan son ve en büyük kirli ilişkileridir. Kürtleri Kürdistan için değil de Büyük Türkiye İmparatorluğu için feda ediyorlar. 
    Bağımsızlık, ancak bağımsız beyinlerle ve yüreklerle olur, köle ruhlu insanlardan bağımsızlık adına olumlu birşeyler söylemelerini beklemek hayalperestlik olur.
    MİT kontrolünde inşa edilen bu sürec-açılım, tamamıyla Kürt düşmanı bir karakter taşırken, utanmadan ona, ‘önder’ demek rezalettir!. Dünyada bir sürü önderlikler vardır. Mesela Mandela, kendisine gelen bütün Güney Afrika heyetlerini geri çevirmiş, gidin ANC ile görüşün demiştir. Kendisine bakanlık teklifi bile yapılmış olmasına rağmen hepsini redetmiştir. Ayrıca kendisinde beyaz kanı var diye bir saçmalığa da başvurmamıştır.

    KÜRT HALKININ ÇIKARLARI İLE POST MODERN OSMANLICILIĞIN ÇIKARLARI BİR BİRİNE ZITTIR.

    Bağımsız irade yerine, seçimle gelen parlamenterlerle kurulan iradesiz İmralı heyetleri saçmalığı, Kürt halkının ayrı bir millet oluşundan dolayı doğan tabii haklarının reddi, kendi kaderlerinin kendilerince tayinini inkar veya bloke ederek, ihanet eden bir şahsın iradesinin hakim kılınması, Kürtlerin mevcut şartlarla sağlanan yok etme sürecinin devamını hedeflemektedir.
    Bu türden kirli oyunların senaryolarında rol almak için kişiliklerini satan figüranların, rezillik ve sefalet içine sokulan İmralı heyetlerinin, Türk islam sentezli propogandalarla newroz bayramını bile kirletenlerin önderlik ile ne alakası olabilir?

    Kürt lideri diye lanse edilen A. Öcalan’ın, AKP renkli, post modern Osmanlıcılğa soyunması, Hamidiye alayları döneminde, bölge halklarına kan kusturan derebeylerden, Kürt liderleri diye Abdülhamit’çe lanse edilen ağalardan ne farkı vardır?

    Saygılar ve Selamlar

    Ferdi Kader, B. Zeynep Aker, Dursun İlkas, İsmail Balkır, Kazım Sincan, Sevda Suner, Murat Demir, Hasan Demir, Nurettin Aslan. murat Doğan. Hasan solmaz. Nuriye solmaz.

  43. 70 no’da paylaşılan yazı tam bir demagoji. Neden söylediği yerlere değil de Türkiye’nin batısına göç ettiklerini anlayamayacak zekada olmadığı ortada bu yazarın.
    Benzer bir demagoji de Suriyeli mültecilerle ilgili yapılıyor. Neden Arap ülkelerine değil de Avrupa’ya göç ediyorlarmış? Keyiflerinden!
    Biz de aynı kafayla soralım. Neden milliyetçi, Türkçü, ülkücü, Turancı geçinen Türk işçileri Almanya veya Avrupa ülkeleri yerine soydaşlarının yanına, anayurtları Orta Asya’ya göç etmediler? Onlarla gönül bağları koptu da Avrupalılarla çok mu iyi?

Comments are closed.