Halil Berktay, Kureyel adlı sitede “Maksimalist Boy Ölçüşmecilik, Barışa ve Demokratik Kazanımlara Zarar Veriyor” başlıklı bir yazı yazmış. Bu yazı, Berktay’ın beynindeki sol düşmanlığı tümörünün daha da vahim boyutlara sıçradığını ve bireylerden oluşan toplulukların verdiği ve vereceği her türlü mücadeleye düşmanlık şeklinde bir yayılma gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu tümörün beyinde yol açtığı hasarın Berktay’ın düşünme ve bellek merkezlerine de zarar verdiği izlenimi edindim. Kesin sonuçlara, ancak bütün beyin filmlerinin incelenmesinden sonra varılacağı açıktır.
Tümörün en vahim sonucu, Halil Berktay’ın tarihi bilgilerini dahi unutmaya ya da kavramları yerli yerinde kullanmamaya başlamasıdır. Örneğin “maksimalizm” kavramını uluorta kullanması bunun örneğidir.
Maksimalistler tarihte somut bir siyasi varlık olarak sadece Rusya’da yer almışlardır. Devrimin “burjuva demokratik devrim”le kısıtlanmasına ve yarı yolda durdurulmasına karşı olan maksimalistler, Sosyalist Devrimci Parti’den 1906 yılında ihraç edilmişlerdir. SR’lerin halkçılığıyla anarşistlerin devletsiz toplum görüşü arasında bir yerde bulunan maksimalistlerin Troçki’nin “sosyalist devrim” görüşüyle de bazı benzerlikleri vardır. Maksimalizm, kesinlikle “aşırıcılık” anlamına gelmediği gibi, bu anlamda kullanılması da yanlıştır. İlla Türkçeye çevirecek olursak maksimalizm “azamicilik” anlamına gelir. Buradaki azamicilik programatik anlamdadır. Maksimalistler, asgari taleplerle yetinmeyi ya da devrimi aşamalara bölmeyi doğru bulmuyorlardı ve devrimin asgari programını reddedip doğrudan azami programının hayata geçmesini savunuyorlardı. Maksimalistlerin 1917 devriminden sonra esasen dağıldığını söyleyebiliriz. Bazıları Bolşeviklere katıldı, bazıları sol SR’lerle birlikte hareket etti, bazıları anarşistlerin safına geçti, bazıları ise sırf Bolşeviklerin diktatörce davranışlarına karşı çıkmak adına İç Savaşta Beyazların safında çarpıştı.
Tarihte bunun ötesinde bir maksimalizm yoktur. Halil Berktay, eğer “aşırıcılıkla” mücadele etmek istiyorsa doğrudan bu terimi kullanmalıydı. Tarihte anlam kazanmış kavramları istediğiniz gibi istediğiniz yerde kullanamazsınız. Ben onun bu dikkatsizliğini hastalığına yorduğum için yine de hoşgörüyle davranmam gerektiğini düşünüyorum.
Bunlar bir yana, Halil Berktay’ın hastalığının kendisinde yarattığı en büyük tahribat, düşmanlığı artık bir takıntı haline getirdiği solun “maksimalist” ya da kendi kullanmak istediği anlamda aşırıcı olduğu yanılgısıdır. Oysa solun tarihi ve hatta bugünkü durumu, Halil Berktay’ın göstermek istediğinin tam tersini gösteriyor. Sol, tarihteki anlamıyla kullanacak olursak, aşamacılığı reddetme anlamında maksimalist değil, aşamacıdır; keza maksimalist değil, kendini asgari taleplerle kısıtlayacak ölçüde minimalisttir; aynı şekilde, aşırı değil, sınırlandırıcıdır. Solun, maksimalistleri her zaman dışladığını; en radikal olduğu dönemlerde bile devrimi aşamalarla sınırlandırdığını; her zaman devrimci atılımları durdurmaktan ve yatıştırmaktan yana olduğunu ve aşırı bulduklarını “aşırı solcular”, “anarşistler”, “goşistler”, “sol sapma” diyerek ihbar ölçüsünde damgaladığını Halil Berktay’ın da bilmesi lazımdı ama beyindeki hasar sanırım bunları da unutturmuş.
Halil Berktay’ın, bütün bu “maksimalizm” laflarını dağarcığından çıkartıp ortaya sürmesinin esas nedeni tabii ki tarihi ya da kavramsal bir tartışma yapmak değil, bu tür argümanlarla Gezi hareketini ve bu hareketin “öncüsü” olduğunu sandığı Taksim Dayanışması gibi örgütlenmeleri vurmaktır ki, ben bundan, Halil Berktay’ın beyin hücrelerindeki siyasi taktik merkezlerinin henüz tahrip olmadığı sonucunu çıkartıp bir bakıma seviniyorum da. Beynin bu bölümleri henüz çalışıyor olmalıdır ki, Berktay, böyle taktiklerle Gezi hareketini vurmaya çalışmaktadır.
Ancak ne yazık ki, bu siyasi taktikler de yanlış bilgilere ya da akıl yürütmelere dayanmaktadır. Birincisi, Halil Berktay’ın, Taksim Dayanışması’na, didişmekten özel bir zevk aldığı klasik solun egemen olduğunu sanması büyük bir yanılgıdır ve bu, Gezi hareketinin ruhundan hiçbir şey anlamadığının net göstergesidir. Eğer Taksim Dayanışması’na klasik sol hâkim olsaydı, Taksim Dayanışması siyasi aklın gereklerine uygun olarak çoktan hareketi sona erdirmeye ya da sınırlandırmaya girişirdi. Bu bir.
Daha vahimi, Gezi hareketinin ruhundan hiçbir şey anlamadığı çok açık olan ve eskiye takılıp kalmakla suçladığı soldan çok çok daha geri kalan Halil Berktay’ın, Gezi Hareketine “maksimalist” olarak gördüğü Taksim Dayanışmasının öncülük ettiğini sanmasıdır. İşte yanılgıların en büyüğü budur. Net bir şekilde söyleyeyim: Bugün harekete Taksim Dayanışması öncülük etmiyor, tam tersine Taksim Dayanışması’na hareket öncülük ediyor. Halil Berktay, klasik soldan bile daha fazla eski devrim paradigmasına göre düşündüğünden bunu göremiyor. Anlayamadığı şey, Gezi hareketinin eski devrim paradigmasını tamamen zıddına çevirdiğidir. Artık ister parti, ister dayanışma örgütü şeklinde olsun, harekete öncülük eden bir öncü örgüt yok. Hareketin kendisi kendini yönetiyor ve bütün örgütler de bu yönetime ayak uydurmak zorunda kalıyor. Eğer harekete klasik sol önderlik ediyor olsaydı, bu hareket “gazdan adam” festivalinde görüldüğü gibi, çoktan örgütsel bir festivale dönüştürülmüş ve sönümlendirilmiş olurdu.
Halil Berktay’ın, eski alışkanlıklarına bağlı kalarak sol örgütlerin ya da Taksim Dayanışması’nın sırtına yıkmaya çalıştığı “aşırıcılığın” bir tek gerçek öznesi vardır, o da sonsuz çeşitlilikteki bireylerin ortak bir ruhla birleştiği hareketin bizatihi kendisidir. “Aşırı” olan, şu ya da bu örgüt, şu ya da bu grup değil, Gezi hareketi ruhudur.
Bunu her gün yaşanan enstantanelerden birini anlatarak ortaya koymaya çalışayım. Galatasaray’dan başlayıp Taksim’e uzanan yeryüzü sofrasındaydım ilk iftar günü. Taksim girişindeki polis blokajının yakınlarında bulunuyordum. Polis de, oradaki kitle de gergin bir bekleyiş içindeydi: Polis saldırısı ne zaman başlayacaktı? Polis bir hareketlenme içindeydi, bu, saldırının yakında başlayacağı anlamına geliyordu. O sırada sakallı bir genç, orada beklemekte olanlara dönerek şöyle ılımlı bir öneride bulundu yüksek sesle: “İftarımızı yaptık, arkadaşlar (kimi kastettiğini anlayamadım ama bu “arkadaşların” herhangi bir örgütsel aklın temsilcisi olduğu açıktı), daha fazla ısrar edip iftara gelmiş insanları polise kırdırmayalım diyorlar. Yavaş yavaş geri çekilelim.” İtiraf edeyim, belki de eski uzlaşmacı anlayışların sonucu olarak ben de bu gence hak vermek üzereydim ki, orada bekleyen kadınlı erkekli, her yaş grubundan insanın içinde yer aldığı topluluktan anında itiraz sesleri yükseldi: “Hayır, geri çekilmeyeceğiz.” Bu itirazın nedenini anlamaya çalıştım. Kalabalığın içinden, gözlüklü, orta yaşlı bir adamın söylediği şu sözler benim de aklımı başıma getirdi: “Geri çekilsek de saldıracaklar.” Evet, işte bu gerçeğin ta kendisiydi. İnsanlar uzlaşarak ve geri çekilerek yelkenleri suya indirmek yerine, sonunda zor yoluyla dağıtılacak da olsalar her koşulda direnmek istiyorlardı. Her şeyi göze almışlardı. İşte bu, Gezi’nin devrimci ruhuydu. Zaten sakallı genç de ısrar etmedi, topluluğun karşısında hemen boyun eğdi ve “ben sadece iletmem istenen şeyi söylemiştim” dedi ve kalabalığın arasına karışıp gitti. Halil Berktay, Nişantaşı’ndaki katından inip sokaktaki insanların arasına karışmayı göze alamadığından bugünün gerçeğini de asla kavrayamayacak.
Kendisine, tümör daha fazla büyümeden ameliyat olmasını dostça salık vermekten başka bir şey gelmez elimden.
Gün Zileli
12 Temmuz 2013
Yazınızın neresini beğeneyim ki; bir kere mizah dolu, hiciv dolu ve ZEKÂ dolu ! Okuyanı yoruyor. Olmaz ki bize “hap” gibi vereceksiniz “fikrimsi BAĞZI şeyleri” ki biz okur-gibi-yapar YAZMAZLARI cezbedebilesiniz.
Bir de kendinizi YAĞzar sanıyorsunuz… U tanın U tanın.
Bakın Akçam var ya onun gibi olun, Çalışlar gibi olun ha bir de burada “hiç anlamadığınız” Berktay gibi olun ! Olun ki BİZ koyun gelip KUL gidelim.
Ahahahaha harika bir yazı olmuş, galiba tekrar okuya
cam, elinize sağlık!
en kötü içerikli bir yazılı iletişimde bile anlaşılabilir bir önerme vardır, düşünme ve eylem üzerine etki etme amacınız vardır (AKİT-SÖZCÜ gibi) Halil Berktay ve benzerlerinin artık bu kadarını bile becerebilme yeteneklerinin kalmadığını düşünebiliriz insanların zahmet edip okuduklarını yada okuyanların önemsediklerini düşünmüyorum yani yok hükmündedirler kendi haline bırakmak lazım ilgilenmek zaman kaybı
Nazan Üstündağ: Gezi ve çözüm sürecinin talepleri aynı
07.07.2013 13:40:49
‘Gezi Direnişi, Çözüm Süreci ve Türkiye’nin Demokratik Geleceği! Forumunda konuşan Dr. Nazan Üstündağ, Gezi ve çözüm sürecinin taleplerinin aynı olduğuna dikkat çekti. “Gezi’de oluşmuş olan devletsiz mücadele ve müzakere alanları ile çözüm sürecini birbiri ile ilişkilendirmek gerekiyor” dedi.
Taksim Hill Otel’de düzenlenen “Gezi Direnişi, Çözüm Süreci ve Türkiye’nin Demokratik Geleceği” başlıklı forum başladı. Ankara’da 25-26 Mayıs’ta düzenlenen Demokrasi ve Barış Konferansı’nda 3 tane komisyon kurulmuştu. Bunlardan “Müzakere, Barışın Toplumsallaşması ve Demokratik Siyaset Komisyonu”, Taksim Hill Otel’de “Gezi Direnişi, Çözüm Süreci ve Türkiye’nin Demokratik Geleceği” başlıklı forum düzenliyor.Taksim Hill Otel’de düzenlenen foruma İstanbul Milletvekilleri ve HDK Yürütme Kurulu üyeleri Sırrı Süreyya Önder, Sebahat Tuncel ve Levent Tüzel ile diğer HDK Yürütme Kurulu üyeleri, HDP Eşbaşkanı Fatma Gök, gazeteci Nuray Mert, akademisyenler Mehmet Bekaroğlu, Nazan Üstündağ’ın da aralarında olduğu çok sayıda kişi katıldı.
Forumun açılış konuşmasını yapan HDK Yürütme Kurulu üyesi Ender İmrek, İstanbul’da Gezi direnişinin ardından, şimdi 45 mahallede forumlar geliştiğini hatırlattı. Bu forumlarda, ulusalcı, statükocu anlayışların prim yapmadığını, aksine barış, kardeşlik, eşitlikten yana güçlü bir eğilim olduğunu kaydeden İmrek, Lice halkına yönelik silahlı saldırının hemen tüm forumlarda ele alındığını, “elit, Kemalist, statükodan yana” olarak değerlendirilen Kadıköy ve Beşiktaş’ta kitlesel yürüyüşler yapıldığını söyledi. İmrek, “Bu gelişim Gezi direnişinin artık başka bir safhaya ulaştığını gösterdi” dedi.
Bu verilerden yola çıkarak bu forumu düzenlediklerini söyleyen İmrek, forumda ortaya çıkan sonuçları derleyen ve mutabakata varılan bir metin açıklanacağını da bildirdi.
Ardından BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, ilk sözü aldı. Sol hareketi değerlendiren Önder, sol hareketin durumunu “teşhis koyamayan doktor” olarak tanımladı ve böylece tedavi geliştirilemediğini söyledi. 16 yaşından beri solcu olduğunu ifade eden Önder, “Bizim kadar istikrarlı sıkıcı dünyada başka solcu yok” dedi. Önder, 16 yaşında öğrendikleriyle hala gidildiğini” ifade etti.
Sovyetlerin yıkılışı için “kendimizden başka herkesi suçladık” diyen Önder, dünyanın başka yerlerinde solcuların düşüncelerini revize ettiğini, yenilendiğini kaydetti. Önder, solun “Kürdofobik” ve “İslamofobik” olduğunu, bu iki alana hiç dokunulmadığını söyledi. Öner, kadın düşmanlığı ve LGBT bireylere dönük düşmanlığı da ekledi.
‘HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME SÜRECİ YOK’
Kürt siyasi hareket dışında hiçbir örgütün hesaplaşma ve yüzleşme süreci yaşamadığını ve hiyerarşinin değişmediğini ileri süren Önder, sorunların büyük çoğunluğunun buradan kaynaklandığını söyledi.
Sırrı Süreyya Önder, “Bugün ihtiyaç olunan şey; tam bir tersine Leninizm. Yukarıdan aşağı bilinç götürmeyi literatürden çıkarmak gerekir” dedi. Kitleler için “apolitiklik” tanımını tercüme hatası olarak gören Önder, “antipolitik” tanımının daha uygun olduğunu söyledi. Önder, Gezi’deki insanların antipolitik olduğunu ekledi.
‘SOL GEZİ’Yİ ÖNGÖREMEDİ’
Önder, direnişe öncülük edenlerin sol siyasal yapılardan gelen insanlar olduğunu ancak örgütlerin ya da HDK’nin meseleyi öngöremediğini belirtti, “Bizlerden oluşan siyasal yapılarımız niye bunu öngöremedi? Böyle bir mecra var ve biz genişleyemiyoruz. Aldığımız oy çeperi belli, biraz kan bağı hareketine dönüşmüşüz” diye konuştu.
Direnişin sahiplenilmesi yaklaşımını da eleştiren Sırrı Süreyya Önder, şöyle devam etti: “Gezi tüm bu örgütlü hiyerarşik yapılara bir reddiyeydi. Antipolitik olma politikanın kendisine ya da politik olanın kendisine değil onun sahadaki yüzlerine, temsilcilerine, uygulayıcılarına ve uygulama biçimlerine dairdi.”
Önder, direnişin herhangi bir örgüte mal edilemeyeceğini de ekledi.
Önder, HDK’ye ilişkin eleştirilerini şöyle dile getirdi: “HDK’yi Gezi Parkını tarif ederek kurmuştuk. Gezi parkında bugün neler olduysa, Gezi parkına kimler geldiyse, kendileri hakkındaki algıyı kimler yer ile yeksan ettiyse, onların bir araya gelemeyiş sebepleri ne ise bütün bunları tarif eden bir yapılanmaydı HDK. En farkına varmayan HDK oldu. Bu bir körlüktür. Trajik olan da şudur, HDK’nın bütün bileşenlerinin bunun ilk 5 gündeki yükünü çekmesidir. Bu kadar çok emekle bu kadar çok hasıla etmesi buna denilmezse başka bir şeye denilmez.”
AKP’nin hatayı savunmaya devam ettiğini belirterek, dayatmacı politika ve söylemlerine dikkat çeken Önder, “Kendi kendine yaptıklarıyla kendilerini sıfırlamaya doğru giden bir yönelimin içine soktular” dedi.
Önder, barış sürecinde gelinen aşamaya ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. İmralı’ya giden heyette yer alan, ancak Gezi direnişi sonrası İmralı’ya gidişi AKP Hükümeti tarafından engellenen Sırrı Süreyya Önder, Gezi direnişinin barış sürecine karşı olduğu değerlendirmelerini eleştirdi. Önder, iktidar ile söylemlerin aynı olması durumunda bir yanlışlık olacağına dikkat çekerek, “Askeri vesayet arayan, cumhuriyet mitingi arayan AKP’nin herhangi bir oluşumuna baksın yeter. Kürtler bunu anlayamadı” dedi. Ancak Kürt hareketinin tamamının bu şekilde düşünmediğini söyleyen Önder, Öcalan ve KCK’den gelen açıklamaların bakış açısını değiştirdiğini kaydetti.
Çözüm sürecinin taleplerinin Gezi Parkı’nda olduğunu söyleyen Önder, “Barışı aslında halklar sağlar. Barışı halklar sağlamamışsa yukarıdan aşağı tesis edilecek bir barışın kalıcılığı olmaz. Birbirini bütünleyecek bir sürecin ve fırsatların eşiğindeyiz. İnanıyorum ki konferasımız bu süreci de tartışarak, sentezleyerek gerçekten bütün siyasal yapılar için aydınlatıcı, yol gösterici bir pusula çıkarabilecektir” dedi.
DEVLETSİZ MÜCADELE VE MÜZAKERE ALANLARINI GÖRDÜK
Yard. Doç. Dr. Nazan Üstündağ ise, Gezi direnişi sürecinin, barış ve çözüm süreci mücadelesinde çok ciddi bir yer kapladığını söyledi. Üstündağ, ekledi: “Çözüm süreci ve Gezi’deki demokratikleşme taleplerini, devletsiz mücadele ve müzakere alanları ile çözüm sürecini birbiriyle ilişkilendirmek gerektiğini belirtti.
Gezi’de en güzel şekilde ortaya çıkmış olan, hepimizi büyüleyen, devletsiz müzakere ve mücadele alanları kurmaktı” dedi. Gezi direnişinin bu nedenle çözüm sürecinde çok önemli bir yer kapladığını belirten Üstündağ, “Gezi’de oluşmuş olan devletsiz mücadele ve müzakere alanları ile çözüm sürecini birbiri ile ilişkilendirmek gerekiyor. Türkiye’deki pek çok kesim, barış sürecinin parçası olmak istiyorlar, Kürtlerin taleplerini kendi talepleri olarak görüyorlar” diye konuştu. Üstündağ, tartışılması gerekenin, Gezi’de açığa çıkmış toplumsal dinamiklerle, bölgede ortaya çıkmış dinamiklerin nasıl bir araya getirilebileceği olduğunu söyledi.
Türkiye’deki çok farklı kesimlerin çözüm sürecinin öznesi olmak istediğini ifade eden Üstündağ, şöyle devam etti: “Birbirleriyle konuşmak, tartışmak istiyorlar. Kürtlerin uzun zamandan beri dile getirdiği talepleri kendi talepleri olarak görüyorlar.” Üstündağ, bu ilişkinin nasıl kurulacağının önemli olduğunu kaydetti.
İnsanların devlet şiddetine karşı sokağa çıktığını hatırlatan Nazan Üstündağ, demokratik insan hakları taleplerinin çözüm süreci ve Gezi’de ortak temel talep olduğuna dikkat çekti. Üstündağ, diğer başlığın ise hakikatler olduğunu belirterek, İstanbul Valisi’nin bölge illerindeki görevlerini hatırlattı. Üstündağ, hakikatlerle yüzleşme meselesinin sadece Kürtlerin meselesi olmadığını, batıda da insanların gündelik hayalarını doğrudan ilgilendirdiğini söyledi. Üstündağ, “Dün Kürtleri ezenler bugün buraları ezecek, sömürge valileri gelecek İstanbul’da vali olacak. Bu organize ilişkinin doğrudan açığa çıktığı bir mesele oldu. Hem bir talep hem bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı” diye konuştu.
Üstündağ, üçüncü başlığın ise temsili demokrasi olduğunu ifade etti. Üstündağ, Gezi’nin, merkezden yönetime, bütün bir seçim ve yönetim sisteminin merkezileştirilmesine güçlü bir itiraz olduğunu söyleyerek, “HES yapamazsın, ağacımı kesemezsin, karakol yapamazsın” denildiğini kaydetti.
Nazan Üstündağ, aynı zamanda Gezi’nin, Kürtlerin de gittikçe daha fazla tartıştığı bir mesele olarak “hayatın ve bedenin her alanının alınır ve satılır olmasına” karşı bir itiraz olduğunu söyledi. Üstündağ, ekledi: “Barış olursa ne olacak, Kürdistan’ın bütün toprakları, madenleri, suları sermayeye şartsız açılacak mı? AKP’nin barıştan anladığı bu mu diye itirazlar vardı. Aynı şey Gezi’de de karşımıza çıktı.”
GEZİ CİNSİYETÇİ DÜZENİN SORGULANMASIYDI
Çözüm sürecinin öne çıkan konularından birisinin “kadınların barışın öznesi olması gerektiği, toplumun demokratikleşmesi ve barışın toplumsallaşmasında oynayacağı rol” olduğunu ifade eden Nazan Üstündağ, Gezi’de de ciddi bir kadın katılımı olduğunu kaydetti. Üstündağ, ekledi: “Gezi, cinsiyetçi düzenin sorgulanmasının aynı zamanda demokratikleşmenin olmazsa olma şartı olduğunu gösterdi.”
Üstündağ, “Gezi’de açığa çıkan toplumsal dinamiklerle Kürdistan’da açığa çıkmış olan toplumsal dinamikleri birbiriyle nasıl bağdaştırabiliriz, bunu konuşmamız gerekiyor” dedi.
BEKAROĞLU: 21 MART’TA AMED’DE VE GEZİ’DE SÖYLENENLER FARKLI DEĞİL
Mehmet Bekaroğlu ise konuşmasında, “Bu sürecin iki boyutu var, birincisi Öcalan’ın mektubunda bahsettiği Kürt meselesi, diğeri de silah bırakma meselesi. Birbirine bağlı olmakla farklı şeyler. Kürt tarafının söylediklerine karşı inkarı kaldırmak gibi devlete düşen görevler var. 21 Mart’ta Amed’de söylenenlerle Gezi’de söylenenler farklı değil. 21 Mart olmasaydı Gezi olmazdı diye düşünüyorum. Gezi ruhunu daha yayabilirsek barış sürecinin garantisi bu olacak diye düşünüyorum” dedi. Öte yandan Gezi direnişi ile kutuplaşmanın çok daha sert biçimde ortaya çıktığını belirten Bekaroğlu, “Barışın toplumsallaşması meselesinde yüzde 50’yi de hesaplamak gerekiyor” dedi.
Eline saglik cok guzel yerinde bir yazi.Halilin durumuna gercekten uzuluyorum,bu noktaya gelmesinin mutlaka gecmiste izleri vardir.
Çapul TV canlı yayınında bir delikanlı gecenin bu saatinde, (00.30) Ankara, Dikmen’de niye bulunduğunu anlattı:
”Benim için Gezi Parkı’na AVM yapılmasına karşı başlatılan mücadele esas. Tüm AVM’ler kapatılsın istiyorum. Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirelim. Kola içmeyelim istiyorum.”
İşte bu delikanlı bu nedenle gece yarısı sokakta, “Gel, gel, gel” diye bağırıyor polise.
Aslına bakarsanız, önce önemsemedim geçtim. Diğer çocukların siyasi, (bence önemli gördüğüm) mesajlarına çevirdim gözümü kulağımı. Çocuklar öldürülmüş. Acımız büyük. Polis saldırıyor bütün yüzsüzlüğüyle ve kalleşliğiyle yas tutan çocukların üstüne.
O sırada geçip gittiğim çocuğun dedikleri takıldı aklıma. Büyük ihtimalle üniversite öğrencisi bu çocuk.
Mutlaka bir yabancı dil biliyordur.
Diğer arkadaşlarının polis marifetiyle öldürüldüklerinden habersiz de değil.
Yani öldürülmeyi de göze alıyor. Siyasi nedenlerle sokağa çıkmış arkadaşlarının yanında polise ”katil polis” diye haykırıyor.
İyi de hassasiyeti ne: “Tüketim alışkanlıklarımız”
Bu delikanlı ne yaptığının farkında ve sokakta.
Mümkün değil artık bu delikanlıları susturmak.
Kendi adıma “incir çekirdeğini doldurmaz nedenlerle” dediğim bir meseleyi dile getiriyor bu çocuk. Hem de ölümü de göze alarak.
Ne dersiniz? Bu çocuklar başarır mı dünyayı değiştirmeyi?
yazıdaki gezinin temel perspektifinin politik dinamiklerle bağı ve ilişkisinin reel politik dinamiklerin çok ilerisinde bildik örgütlülükten farklı hiyerşisiz daha kitlesel özgürlükçü demokratik kapsayıcı ve güçlü olduğunun örnekleriyle açıklanması yorumlarında katkısı ile olumlu bir yazı olmuş.zilelinin gezi vasat performansının üstünde verimli yazı olmuş yanlız eski yoldaşı halile eleştiride bile kıyak geçip sadece bir hastalığı olduğunu(beynindeki tümor)görerek halil berktayın asıl hastalığından bahsetmemesi eksiklik olmuştur.2. ve temel hastalığı halil berktayın iktidar,akp,tayip yalakalığı hastalığı olduğunu bunların önünde engel gibi duran onları tehdit etme ihtimali olan her dinamiği itibarsızlaştırıp efendilerine yalanma hastalığına zilelinin değinmemesi eksiklik olabilir.tam bu noktada halil gillerin gezi gibi saldırıp itibarsızlaştırmak istediği dinamiklerin kim olduğunu hatırlayıp onların önemini kavrama ihtiyacı tersinden okuma ile verimli olabilir?halil en çok kimlere saldırır?
Demokrasi Mücadelesi tabii ki “zaman ve mekanla sınırlı” OLMAMALIDIR. Yoksa, sadece mevcut sorunları sonlandırmaktan ibaret olup yeni sorunlara açık bir ortam bırakan bir hareketin askeri darbelerden ne farkı olur ki?!
ismail cengizin sorusu çok önemli bu çocuklar gençler dünyayı değiştirmeyi başarırmı?sorusuna evet biz 78-68 kuşağı değil bu çocuklar gençler başaracağını ilk biz öğrenebilir ve onları ezberlerimizle zehirleyip engellemesek(istesekte engelleyemeyiz)muhakkak onlar başaracaktır.sadece dünyayı değil bizide değiştirip dönüştürüp özgürleştirme potansiyeli taşıdıklarını görmedikmi?yıllardır her alanda sosyal,politik,kültürel kamusal özel sokaktan bütün alanlara yırtınıp halkın en devrimci öncüsü olduğumuzu haykırdıkça değil toplum kendi çevremize bile ilişkiye geçemediğimizi hatırlayıp gezi devrimi 1 ayında bütün topluma ilişkiye geçebilip bütün sistem mağduriyetlerin sesi olup kapsayıcı katılımcı toplumsal muhalefetin asıl özgürlükçü isyanının yeni dil ve zekasının yeni kurum,kural ve işleyişlerini üretip yapamadıklarımızın nasıl yapılabildiğinin pratiğini öğreten gençler sadece dünyayı değil bizide değiştirip özgürleştirebileceklerinden kuşkum yok.gezi dayanışmasının beyoğlu belediyesine gezide daimi açık stant talebi olurda bu stanta dünya gençlik devrimi müzesi açılıp gezi süresince oluşan materyallar sergilenirse geziye içerden dışardan milyonların ziyaret edeceği ve kalıcı hale gelen dünya gençlik devrimi müzesi olmayı hak eden geziyi taçlandırmak mümkündür.bu başvuru yerel dinamiklerin başarısının toplumsal başarıdaki önemi ve sistemi sıkıştırmak kendi yereline müdahil olmak karar uygulama süreçlerinin katılımcı dinamiği olabilmek açısından çok değerli olabilir.yeni bir tartışma açılabilir bir gecede 60 yalan söyleyen vali ile belediye başkanları söylemi farklılığının başkanların seçmen sorumluluğu olup valilerin ankardan atanmasının direk başbakana hizmet etmesi sorunuyla valilerin kent halkınca seçilmesi tartışması yaratmasının önünü açar beyoğlu belediyesine gençlik devrim müzesi açık standı başvurusu olursa belediye turist geliri ve kent halkıyla diyalog kanalı olarak reddetmesi seçimlerin nedeniyle zor olabilir
Alper görmus ünlü aydinliktan gelme aydinlik her zaman istihbarat teskilarlarina yakindi sonra mitin bölünmesine paralel onlar da bölündü dogu perincek ergenekon taifesine alper ve halil berktay ve oral vs ise yeni islamci ergenekona intisap etti .Akp nin tüm rezilliklerini savundu shimdi serbest olmadigi ve istihbaratcilarin adami oldugu icin ayni nakarati tekrarliyor .DOGU PERINCEK MI ARKADASI HALIL BERKTAY MI ?Ikisi de uziun müddet istihbarat teskilatlari ile breraber calisti kürtce de bir laf var nalet lher duwe yani ikisine de lanet
Kanıtlanmayan iddialar sadece sahibini bağlar. G.Z.
Perinçek-Aydınlık nefretinin insanı nerelere düşüreceğinin en iyi kanıtıdır Berktay’ın hali. Berktay ve Oral Çalışlar, Gün Zileli gibi zamanında Perinçek nefretinde birleşen arkadaşlarının bugün durdukları, aslında duramadıkları nokta herkese ibret olmalıdır. Perinçek beş yıldır zindanda. Oral akil oldu, Halil dönek oldu, Gün parklarda dolaşıyor.
http://www.odatv.com/n.php?n=yandas-tarihciler-sinifta-kaldi-1608131200