Hareketin başından bu yana büyük bir yarılma yaşanıyor: Siyasal akılla toplumsal akıl arasındaki yarılma.
Siyasal akıl ayrılma ve çatışmayı dayatıyor, toplumsal akıl ise ortaklaşmayı ve kardeşleşmeyi. Böylece bugüne kadar kendilerini sebatla inşa eden siyasal yapıların siyasal aklı temsil eden tepeleriyle, toplumsal aklı temsil eden tabanları arasında da önce çatlaklar, sonra da yarılmalar meydana geliyor.
En büyük yarılma ulusalcı hareket içinde yaşandı. Lice’de halka ateş açılmasının ardından ulusalcı gazeteler ve kanallar, üstelik bir aydır omuz verdikleri hareketin farklı hassasiyetlerini bile dikkate almadan, ana akım medyadan da kötü bir şekilde verdiler haberi. Bunlara göre, karakola saldıranlara güvenlik kuvvetleri ateş açmıştı. Tabii, önlerinde “savaş değil, barış istiyoruz” pankartı açmış iki yüz kişilik köylü halkın tepeden tırnağa silahlı karakola saldırması gibi bir tuhaflığı AKP’nin denetimindeki devlet aygıtlarının yalanları eşliğinde tekrarlamaktan da geri kalmadılar. AKP karşıtlığı bir anda devlet taraftarlığı içinde eriyip gitmişti.
Aynı saatlerde Kadıköy’de ve Beşiktaş’da ellerinde Türk bayrağı taşıyan göstericiler “biji biratiya gelan” (yaşasın halkların kardeşliği) sloganı ile yürüyor ve Taksim Meydanı’na yapılan büyük polis saldırısında çekilen, el ele vermiş Türk ve BDP bayraklı gençlerin fotoğrafını bir kere daha hayata geçiriyorlardı. Siyasal akılla toplumsal akıl bir kere daha karşı karşıya gelmiş, ulusalcı siyasal akıl Kürt düşmanlığını ve devlet yanlılığını dayatırken, meydanlarda gerçekten toplumsal bir mücadele veren ulusalcı ideolojinin etkisindeki insanlar, belki de sezgisel olarak, karşılarındaki gücün sadece AKP değil, aynı zamanda bizatihi devlet olduğunu bilerek Kürt kardeşlerine ellerini uzatmışlardır. Böylece ulusalcı siyasal akıl ile toplumsal akıl yarılmıştır.
Aynı yarılma Kürtlerin saflarında da yaşanmaktadır. Kurtuluşlarının toplumsal bir devrimle mümkün olduğunu bilen daha kentli Kürt gençleri zaten mücadelenin başından beri içinde ve en önündeydiler. Fakat birçok Kürt genci, biraz doğaçtan Kürt milliyetçi eğilimleri, daha çok da Kürt siyasal hareketinin hareketten uzak durması nedeniyle hareketin kıyısında durmayı ve seyirci kalmayı seçmişti. Lice olayı bu kenarda durma haline son veren önemli bir itki sağladı. Dün Taksim’e binlerce Kürt genci aktı. Bu akışta, Lice olayının etkisi kadar, Kürt siyasal hareketinin harekete katılmayı önleyen barajlarının yıkılmasının da rolü vardı. Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü ve Sabahat Tuncel’i ayrı tutarak söyleyecek olursam, en sivri ucunu Abdullah Öcalan’ın ve Ahmet Türk’ün temsil ettiği Kürt siyasal aklı, bundan sonra, yıkılan bu barajı yeniden inşa etmeye ve AKP iktidarıyla yıpranan bağları yenilemeye girişeceklerdir. Bu, Kürt siyasal hareketinin, AKP gemisinin bundan böyle de arkasından gideceği anlamına gelmektedir. Tabii ki kürt siyasal aklıyla Kürt toplumsal devrim mücadelesinin arasındaki yarılmanın büyüyeceği anlamına da.
Sol örgütler de aynı yarılmayı yaşıyor. Örneğin TKP’nin önderliği, yani siyasal aklı, “Türk bayrağının faşizmin elinden alındığı” saçmalığını keşfetmiş. Dahası bu akıl, toplumsal devrimin tam orta yerinde mücadele eden üyelerinin ruh haliyle hiç de uyumlu olmayan bir tarzda, partiye üye yazma çağrıları yapmış. TKP’nin tabanındaki toplumsal aklın bu tür münasebetsizliklere hiç de olumlu bakmadığına, tabandaki TKP üyelerinin, “faşizmin elinden alınmış” Türk bayrakları taşımak ve avlanacak yeni üyeler peşinde koşmak yerine toplumsal mücadelenin saflarındaki insanlarla omuz omuza mücadele etmeyi tercih ettiklerine hiç kuşku yok. Diğer sol örgütlerde de siyasal aklın temsilcisi bürokratik mekanizmaların hantallığıyla toplumsal aklın gereğini yerine getiren doğrudan eylem tarzının çatıştığına da.
Dün tanık olduğum başka bir yarılmadan da söz etmek istiyorum. Ünlü yazar ve sanatçılar, bir başka tür siyasal akıl örneği vererek kendilerini yazar kitlesinden ayırıp bir seçkinler bildirisi yayınlamış ve bildirilerine “kaygılıyız” başlığını atmışlar. Dün Yahya Kemal Parkı’nda Yazarlar Birliği’nin inisiyatifi ile toplanan ünsüz yazarların buna cevabı ise “umutluyuz” oldu. Bir yazar arkadaşın, “neden kaygılıymışlar, halkın ayaklanmasından mı” sözleri, toplumsal aklın, siyasal uzlaşmacılığa verdiği bir yanıttı aslında.
Hareketin siyasal aklı, mücadeleyi AKP iktidarıyla kısıtlamak istiyor. Toplumsal akıl ise buna toplumsal dönüşüm ve özinisiyatif talebiyle cevap veriyor. Elbette toplumsal devrimin hedefinde de AKP iktidarı var ama toplumsal akıl mücadelenin bununla kısıtlanmasına razı değil ve bu razı olmayış, parklardaki forumlarla kendini ifade etmekte. Toplumsal devrim, iktidar ve devletle mücadele ederken aynı zamanda kendini de dönüştürmekten ve özörgütlenmesini gerçekleştirmekten yana.
Bugüne kadar bu toplumsal aklın, Mine Söğüt’ün deyişiyle “ilerleyen bir akıl” olduğuna güvenerek, ona akıl vermenin saçma olduğunu düşünerek hiçbir öneride bulunmadım. Kınalıada’daki forumlar dışında çeşitli yerlerdeki forumlara fiilen katılmadım. Bazılarını Çapultv’den izledim. Abbasağa Forumu gibi forumların oldukça iyi örgütlendiği görülüyor. Bundan sonra hareket kendi örgütlenme biçimlerini geliştirerek ilerleyecektir. Ancak bu noktada küçük bir iki öneri yapmayı gerekli görüyorum.
Kitle hareketinin yorulma trendine girdiği ve polisin yorulan harekete fütursuzca saldırdığı gözleniyor. Dünkü Taksim saldırısı bunun örneği. Ayrıca yazın sıcak günlerinin gelip çatması da bu yorulma trendini Temmuz ve Ağustos aylarında daha da besleyebilir. Önerilerim şudur:
Birincisi, önemli bir gelişme olmadıkça Eylül ayına kadar sokak hareketlerine girişmeyelim.
İkincisi, forumların bir üst düzeyde birleşmesini sağlayalım. Şöyle: Her forum, katılımcılarının sayısı dikkate alınmadan, yani temsiliyete önem verilmeden, iki aylık süre için birer temsilci seçsin ve bu temsilcilerden oluşan bir forumlar eşgüdüm Konseyi oluşturulsun. Bu Konsey: a. Park forumları arasındaki; b. Hareketin bileşenlerini oluşturan sendika, oda, parti, inisiyatif vb.’lerle; c. Diğer kentlerdeki forum ve hareketlerle; d. Ülke dışındaki oluşumlarla eşgüdümü sağlasın.
Toplumsal akıl kendi mecrasında çözüm yollarını bularak ilerleyecektir.
Gün Zileli
30 Haziran 2013
Yazinin yarilma tespitleri yerinde ve uyarici. Mevcut durumla ilgili iki oneriyi taksim platformunun toplandigi parkta direk kendin yaparsan cok anlamli olur.Gezi direnisinden hepimiz cok sey ogreniyoruz sagolsunlar var olsunlar.Nerde yorulurlarsa orda dursunlar.Guc toplasinlar,ayaga kalksinlar.Adim adim yurusunler bu uzun bi yuruyus,bizide almayi unutmasinlar barikata bir tugla koymak nasip olursa gozu acik gitmez garibin.
“Eşgüdüm” sağlayacak da ne olacak? Temsiliyet yok zaten. Karar alma da olmayacak demektir. Sadece “eşgüdüm”…
Ayrıca hayalet oda, sendika, partilerle “eşgüdüm” sağlanacak da ne olacak?
Eylül’e kadar sokak eylemlerine son verilmesi doğru bir öneri. Kitle direnişini kırmanın tuzak yöntemi onları eylem serseri yapmaktır ki bizim hayalet sendikalar tam da bu yöntemi benimsiyor. Kendi acizliklerini örtmek için her gün “eylem” yapıyor.
Son olarak, TKP’ye yönelik “üye avcılığı” eleştirinize katılıyorum. Ama Türk bayrağı konusundaki eleştirinize katılmıyorum. Bayrak değişimi kadar bayrak alerjisi de yanlış. Bayrağın temsil ettiği ulusal değerlerdir ki sizin bu çok önem atfettiğiniz son direniş de, demokratik ve aydın-şehirli içeriğiyle enikonu ulusal bir harekettir. İçinde İP, TGB gibi ulusalcı hareketlerin yer aldığı bir direniş… Yakında sizin de elinizde bir tane görebiliriz ve hatta yadırgamayabiliriz. Diğer ülkelerde komünist ve sosyalist partilerin mitinglerde ulusal bayraklarını taşıdığını biliyoruz. Bizde taşınmaması, enternasyonalist görünme kaygısından kaynaklanıyordu ki Deniz’lerin böyle bir kaygısı yoktu veya o dönemler bayrak konusu böyle saçma bir ikileme alet edilmemişti.
Bu alet edilmede tabii 12 Eylülcülerin, bayraklı giysisi ile ekranlarda şarkı söyleyen çirkin sesli kadını sabah akşam bizlere dinletmesinin de payı olmuştur. Yani bayrak alerjisinin soldaki nedenleri teorik olmaktan çok pratik olmalı…
Allah yazdıysa bozsun…
Neden? Forumlar neredeyse her akşam toplanıyor şu anda. Eşgüdüm Konseyinin alacağı kararlar anında fgorumlarda tartışılıp onaylandıktan sonra pekala karar yetkisi de olabilir. Ben temsili değil derken, sayısal temsili kastetmiştim,
Aynı saatlerde Kadıköy’de ve Beşiktaş’da ellerinde Türk bayrağı taşıyan göstericiler “biji biratiya gelan” (yaşasın halkların kardeşliği) sloganı ile yürüyor ve Taksim Meydanı’na yapılan büyük polis saldırısında çekilen, el ele vermiş Türk ve BDP bayraklı gençlerin fotoğrafını bir kere daha hayata geçiriyorlardı
Örneğin TKP’nin önderliği, yani siyasal aklı, “Türk bayrağının faşizmin elinden alındığı” saçmalığını keşfetmiş
“Bu satirlari yazdiktan sonra TKP’nın bayrak konusunda söylediklerine saçmalık demeniz inanılmaz…
Aynı saatlerde Kadıköy’de ve Beşiktaş’da ellerinde Türk bayrağı taşıyan göstericiler “biji biratiya gelan” (yaşasın halkların kardeşliği) sloganı ile yürüyor ve Taksim Meydanı’na yapılan büyük polis saldırısında çekilen, el ele vermiş Türk ve BDP bayraklı gençlerin fotoğrafını bir kere daha hayata geçiriyorlardı.”
gün zileli;taksim hareketini kürtler prensip olarak bu hareket halk hareketi olduğu için sempati besler ve dahası destekler ancak yoğun bir kuvvet yığmaz.fakat hareket kürtlerde mevcut 90 yıllık travmayı doğru hisseder ve kavrarsa kuvvet yığma durumu da aşılabilir.o sebeple hareketin prensiplerini izah eden bir manifesto ilan edilebilir bu manifestoda kürtler için ayrı bir başlık açılabilir ve somut bazı jestler ve adımlar atılabinir.manifestonun özü tercihlere ve kimliklere saygı ve öz yönetim ise bu durumda kürtlerin kimliklerine ve kendilerini yönetmelerine dair net bir tutum alınmalıdır.bu tutum kürtlerin mücadelesi ile zoraki bir kabul halini almış kürtler var ama hakları yok çizgisinin çok ötesine taşınmalıdır.
forumlarda neler tartışıldığını pek bilmiyorum ama forumdaki insanlar uzayda yaşamadıklarına göre çözüm sürecine dair tartışma yürütmeli ve siyasete müdahele etmelidirler.T.erdoğanın akiller toplantısında olumsuz görüş bildirdiği kürtçe anadilde eğitim,%10 seçim barajı ve siyasi tutusaklara genel af konusu ve uzun tutukluluk durumları ile ilgili bir çalışma,tartışma ve dekleresyon yayınlayabilirler.başta aleviler olmak üzere taksim hareketi nasıl yavuz sultan selim isminin 3. köprüye verilmesini kınıyorlarsa kürt şehir-kasaba-köy … isimlerinin türkleştirilmesi konusunda tartışma ve tutum alınabilir.Özellikle dersim isminin nasıl bir kanunla tunceli olduğu örneği üzerinden bir tartışma yürütülebilinir.
Bence bir çelişki yok. Türk bayrağı taşıyan arkadaşlar bence yanılsama içinde sadece. Onların yanılsaması süreç içinde giderilebilir ama bir partinin bu yanılsamayı teorik bir düzeye çıkarması olacak şey değildir. Bana soracak olursanız, BDP bayrağı taşıyan Kürt arkadaşlar da bir yanılsama içindedirler ama onları da hoşgörmek gerekir. Neden yanılsama içinde diye sorarsanız, bence BDP bayrağı aslında Kürt halkını değil, Kürt burjuvazisini temsil eder. Türk bayrağının Türk burjuvazisini temsil ettiği gibi. Ama şu andaki durumda, bu eleştirimizi uzun vadeye yayıp iki bayrağın bir araya gelmesini olumlamak mantıklıdır.
forumlar bir yüzleşmenin vesilesi de olabilir.Şunu net olarak kavrayınız kürtleri ittifak olarak yanında göremeyen bir taksim hareketi kaybetmeye mahkumdur.kürtler olmadan ortadoğuya dair de bir politika geliştirilemez.Rusya ve abd dahi cenevre konferansında rojava kürtlerini masada görmek istiyorlar.35 ülkede örgütlü bir kürt siyasi gücünü hesap etmeyen bir hareket parklara sıkışıp sonrasında sönmeye mahkumdur.fakat eski alışkanlıklarla ve hali hazırda başbakan erdoğanın da yaklaşımı olan bir türk dünyaya bedeldir derseniz sonuçlarına katlanırsınız.
Katılıyorum.
Gün Zileli
Haziran 30th, 2013 at 15:56
“Neden? Forumlar neredeyse her akşam toplanıyor şu anda. Eşgüdüm Konseyinin alacağı kararlar anında fgorumlarda tartışılıp onaylandıktan sonra pekala karar yetkisi de olabilir. Ben temsili değil derken, sayısal temsili kastetmiştim,”
Read more: http://www.gunzileli.com/2013/06/30/direnis-notlari-7-buyuk-yarilma/#ixzz2XiNAMkxt
Evet biliyorum. Sayısal temsile dayanmayan bir temsiliyetin karar alma süreci sağlıklı işlemeyecektir ve sıkıntılar başgösterecektir. Zaten yaz sıcakları, tomaların suyunu aratacak, buna mukabil hükümet de tomaların suyunu kullanmayacaktır.
Allah da yazmamışsa bile muhtemelen yazacaktır. 🙂
kafayı kuma gömmeye gerek yok fetullah gülen bile kürtçe anadil konusunda olabilir lafı eveleyip gevelemeden olmalı mesajını verdi.
Niyet okuması yapmamak lazım, siz nasıl bu süreçte bir kazanım olarak değerlendiryorsanız iki bayrağın yan yana gelmesini, Türk bayrağını da ister yanılsama, ister başka duygularla bu süreçte iktidarın ve Türkiye sağının karşısına çıkarmak olumlanıyor..
ilahi zileli sen özgürleşemezsin milli duygularınla yüzleşemezsin asıl devletçi iktidarcı sen olmalısın çünkü bunca çabasına rağmen şimdiye dek bütün iktidarlar ve devlet kürt üzgürlük hareketini itibarsızlaştıramamıştır bildiğinden bu görevi üstlenmiş olmalısın ”kürt siyasal hareketi akp gemisinin bundan böylede arkasından gideceği anlamına gelmektedir”bunu yazarak kürt özgürlük hareketinin siyaset yapmadığı akp nin ardından giderek ona hizmet ettiğini şimdiyedek şimdide buna devam ettiğini söyleyecek seviyede kafayı yemediğini bildiğimize göre ne yapmaya çalışıyorsun efendilerin efendilerin devlet-iktidar sistem aktörlerinin bir türlü çok isteyip uğraşıp yapamadığını onlar için yapmayamı soyundun? hayırlı işler duyurularda zileli anarşist değildir başlığı yazıyı gördüm henüz okumadım bende sürekli aynını söyledim düş artık anarşizmin yakasından hiç anlamamışsı kürt özgürlük hareketinin ardındaki ideoloji senden bile daha çok özgürlükçü anarşizme yakınken sanki anarşizmin sandalyesinden eleştirdiğini sanıp beyaz aydınlık millici devletçi sandalyeden devlet iktidarın yapamadığını onlar için yapmaya çalıştığını anlamadığımızımı sandın?o cümleyi nasıl kurabildin asıl iktidar akp ve bilimum sistem partilerinin hakkından gelecek özgürlükçü siyasete dediğini kendine yakıştırdığına göre amacın nedir????
Bu öngörünü asla doğrulamayacağım için üzgünüm.
Peki, devletin elinde de aynı bayrak varsa (ki var) ne olacak?
hayat sadece tercihler üzerinden yürümez mecburiyetler üzerinden de yürür ve çoğu zaman da mecburiyetler baskındır.durum biraz testlere benzer tek tercihin doğru olduğu testler vardır veya aşağıdaki durumları 1 den 10’a kadar puanlarsanız nasıl bir puanlama yaparsınız gibi testler vardır.kürtler ile akp arasındaki ilişki mevcut güç ilişkiler itibari ile görece mecburiyete dayanıyor.başka alternatif de yok gibi duruyor bu günler itibari ile.taksim hareketinin kürtlere karşı tutumu bu mecburiyetleri zayıflatır.çoktan seçmeli olmaktan çıkarıp daha izafi bir test sistemini devreye sokabilir ve farklı seçenek ve kombinasyonlar devreye girebilir.siyaset dediğimiz şey de burda devreye giriyor zaten.
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=76791&haberBaslik=‘Doğu’ ile ‘Batı’ arasında Gezi mahyası&action=haber_detay&module=nuce&authorName=Sezai SARIOĞLU&authorID=58
Oğlu, Kayseriliden para istedi:
– “Baba 500 bin lira verir misin?” Kayserili :
– “400 bin mi? Naapcan lan 300 bini. 200 bin neyine yetmiyor. Al sana 100 bin yeter.” der ve çıkartıp 50 bin lira verir.
Bunun üzerine oğlu pişkin pişkin güler:
– “Baba bana zaten 50 bin lira lazımdı.” Kayserili :
– “Bak kerataya, sahte para vermesem kazıklayacaktı beni..”
Ey millet
Devlet bayragi ile parti bayragi aynimi.
Devlet, ozelikle ulus devleti ise. Devlet icinde burjuvazi, fasist, liberal, reformist,ulusal, tutcar, tefeci, dinci, solcu, isci,koylu, ogrenci, memur, akademisyen, burokrat, politikaci vs hepsi var.
Yanlizca devlet sinirlari icindeki halklari temsil etmiyor.
Parti Bayragi ise ayni idoloji ve ilkeler etrafinda toplanmis , iktidar isteyen, hiyerarsik, otoriter, belirli bir sinifi iceren kurumun simgesi dir. Karistirmayalim beylerrrrrrrr.( Yorumlarda kadin olmadigi icin )
Lahmacun haydi sicak sicak. usutune salata koydunmu harika yenir. Politik kafa salatasina da bayilirim.
Gun Zileli , olaylarin sarhoslugu icindesin,
Mm 2 yorumcu seninde turk bayragi tasiyabilecegini yazmis. Neden ona anarsist oldugunu, tum devletler katildir, onlarin sembolu devlet bayraklari da kanlidir diyemiyorsun?.
Anarsizmde liberalizm yoktur. Bizler herseyi cekinmeden soyler ve yazariz.
Ben bir anarsist olarak sizin tum ulusal bayraklarinizi da, ulusal degerlerinizi de red ediyorum. O bayraklari bayrak yapan asil kan ise tumden red ediyorum.
Katil irkci devletlerin bayraklarini moda olup sempatik gosteriyorsunuz.
Kurdlere, ermenilere, yezidilere, asurilere, lazlara, suryanilere, romanlara, cerkezlere, alevillere , rumlara baskilar, devrimcilere, katliyamlar, soykirimlar, surgunler yapan bu devletin ay yildizli ulusal bayragi degilmidir?.
O bayragi kirk kere de yikarsaniz o kirlerinden ve kanlarindan arinmaz.
Mm
nerede gordun komunist ve sosyalislerin devlet bayraklari tasidigini?
Ulusalciligi sirin gostermek icin uyduruyorsun
Merhaba Gün Zileli,
Önce şunu belirteyim: Sitede tanıttığın, çevirisini yaptığın “İki Dünya Arasında” kitabını bir solukta okuyup bitirmiştim.Eline, aklına sağlık.Yazılarını Haziran İsyanı başlamadan önce de okuyordum.
İzmir’deki bir forumun başından beri(20 Haziran) katılımcılarındanım.Taksim Dayanışma’nın çağrısına paralel, 29 Haziran’da yapılan Gündoğdu mitinginde gözlemlediklerim 30 Haziran’da yazdıklarınla çok örtüşüyor.
“Tayyip’in ‘destanı’ Lice’de sürüyor.” pankartını forumun imzasıyla alana taşıdık.Tabii, aman kitle ne der, kaygısına rağmen ! Gördük ki, Gündoğdu Meydanı “Her yer Lice, her yer direniş” vb. sloganları sık sık tekrar ediyor.Yürüyüş kolunda da Kürtçe sloganlar yükseliyor.Bu “toplumsal akıllar” forum ve meydanlarda kucaklaşmayacaksa nerede kucaklaşacak allasen !
Yazının sonundaki iki önerine de canı gönülden katılıyorum ve buna paralel düşünüyorum.İzmir’de de forumlararası koordinasyon girişimi beş gün önce toplanmıştı.
Korkum şu ki; forumlar, geleneksel sol siyasetin ‘taraftar ruhu’na kurban edilmesin.Taraftarların forumu İzmir’de ayrı toplanacak, 3 Temmuz’da, isteyen oraya gitsin!
Sevgilerimle.
Hoşça kal.
Haziran arkadaşım, senin aklın başında mı? Ben olayların sarhoşluğu içinde değilim ama sen yukardaki satırları sarhoşken yazmış olabilirsin diye düşündüm. İnsan bir yerlere bir şey yazarken acaba bu kişi daha önce bu konuda bir şeyler yazmış mı diye bakar değil mi? Bu sitede benim bayrak konusunda yazdığım bir sürü yazı var, şu ana kadar bakmamışsın, bir tarama yaparak bundan sonra bakmanı tavsiye ederim. Arama motoruna bayrak diye yaz, çıkar. Dahası, Gezi üzerine yazdığım yakın zamanlardaki yazılarda da bu konu var. Oradan ulusal bayrak ya da bayraklar konusundaki düşüncelerimi öğrenebilirsin. MM’ye cevap verirken bunları yeni baştan tekrarlamak gereğini duymamış, sadece alaylı bir şekilde “allah yazdıysa bozsun” demekle yetinmiştim. Bu sadece, benim bu konudaki düşüncelerimin bilinmiş olduğunu düşünmemin sonucudur. Bitirirken, şunu da hatırlatayım: Anarşistin en önemli özelliği, bayraktan da önce, bireysel vicdana sahip olması, insana saygı göstermesi, kimseye iftirada bulunmaması ve asla yanlış bilgi vermemek konusundaki duyarlılığıdır.
Dayanışma duygularımla sevgili arkadaşım.
zileliye bütün devlet ve iktidarların katil olduğunu söyletme işkencesi yapmayın lütfen o da işmi hazret lafta söyler dilin kemiğimi var ama cindoruk gillerin iktidarlarına güzeleme yaptığından yada milli ve zilli duyguları zayıflatmak istemediğinden olmasın?acaba beklediği zilli bir iktidar olabilirmi?yıllarca devrimcilerde bile anti-semitik yahudi düşmanlığı belirtileri devrimci külliyattan bilirdik zilelideki iktidar ve devletin yok edip bir türlü bitiremediği kürt düşmanlığı kemalizmin modernizmin hegemonyasından zihninde bir türlü tüketemediği zehir gibi durdukça değil özgürlükçü devrimci anarşist sıradan demokrat olamayıp cin tonik güzellemecisi olur sapmalar hele milli hassasiyet ve duygu sapmaları böyle başlar bak halil arkadaşına sol düşmanlığına başladı eski şefi tam devletçi sistemin darbeci ırkçı teorisyeni oldu aman dikkat algısı kendi deyimiyle
Gün Zileli’nin bayrak taşıyacağını espri olarak yazmıştım ve onun “Allah yazdıysa bozsun”una da “yazmadıysa da yazabilir” gibisinden bir cevapla espriyi sürdürmek istemiştim. İpad’den yazıyordum ve yazmak zor olduğundan kısa tutmam gerekiyordu.
Asıl dikkat çekmek istediğim, Gezi direnişinin içerik olarak sınıfsal ve emekçi karakterde değil, demokrat ve millî nitelikli bir direniş olduğu, bu nedenle millî bayrağın taşınmasının gayet olağan karşılanması gerektiği idi. Bu direnişe katıksız bir heyecanla destek veren Zileli’nin de bu nedenle bayrağı taşıması gerektiğini anlatmak istedim.
Bayrağa sadece egemen kesimlerin ve devletin simgesi olarak bakmak yanlıştır. O aynı zamanda milletin ve halkın da simgesidir. Pratiğe bakınca bunu görüyoruz. Bayrak fetişizminin arkasında, geniş halk kesimlerinin hassasiyet ve kaygılarının olduğunu görmek için sosyolog olmaya gerek yok.
Bayrağı anarşist felsefenin gereği olarak reddetmek de bir yoldur ve bu felsefenin gereğidir de. Ama pratikte, özellikle ülkemizde ve son 30 yıllık iç savaş hassasiyeti altında, ters tepecek ve kitleleri kaybetmenin dışında bir sonuç vermeyecektir. İnsanlar yine de şunu anlayabilir: bütün bayrakların, devletlerin, sınırların ideolojik ve felsefî bir tutarlılık gereği olarak reddi düşüncesini kabul edebilir. Ama bunun yerine, bayrağa, özelde de bu ülkedeki millî bayrağa yönelik itirazları, felsefî değil pratik bir karşı çıkış olarak algılayıp tepki duyacaklardır.
Haziran, nerede gördüğümü sormuşsun; çeşitli ülkelerin komünist parti mitinglerinde ulusal bayrağın da taşındığını gördüm, basında çıkan fotoğraflarda. Ayrıca Küba Devrimi de millî bayrağı aynen alıp devam ettirmiştir diye biliyorum.
Bizde de sosyalist devrim gerçekleşirse şayet, şimdiki ay yıldızlı bayrağın aynen devamında hiçbir sakınca görmüyorum. Evet, Osmanlı’dan beri devam eden, islamiyete, Bizans’a, ay kültüne dâir simgeler içeren şu anki bayrağımız, sosyalist düzende de devam edip, bu sefer de sosyalizmi simgeleyebilir. Böyle bakıyorum.
Ulusalcı falan hiç değilim. Ulusalcılığı şirin gösteremeye çalışmam, çünkü şirin bulmuyorum.
Gün hocam iktidarın gözüne kibir kataraktı inmiş durumda. o yüzden kitleler dursa iktidar durmayabilir yaz aylarında. Peşinen kitle hareketine set çekmek doğru değil gibi. Fakat kendiliğinden oluşanlar dışında, küçük ve etkisiz onlarca eylem örgütlemekten vazgeçilmesi isabetli olur tabi ki.
Hemfikiriz.
taksim hareketi tarihsel sorunların güncel versiyonları üzerine politika yapmazsa biter.şuan statükonun içinde yer alan muhalefetin gardı düşmüş vaziyette,chp bu gardı tekrar gezi olaylarını yedekliyerek toparlayabilir.o sebeple muhalefet boşluğunu taksim hareketi doldurabilir.parklarda meleklerin cinsiyetini tartışarak bir yere varılmaz,siyasi sürece müdahele etmeldir.hareket dinamik yönünü korudukça yılanın gömleğini çıkarıp atması gibi bayrak meselesi de çaptan düşer.bayrağa odaklanarak mesele çözülmez,sorunu daha farklı noktalarda ele alınması gerekir.kürt sorunu turnusol işlevi görecektir,çelişkileri derinleştirecek hareketin momentumunu etkileyecek ve zihni dönüşümünü sağlayacak olan bir kaç alandan biridir.
geçenlerde bir proğramda kurtuluş tayiz,şah ismail berdirhanoğlu,melih altıok orahan kemal cengizin … katıldığı bir proğram vardı çözüm süreci konuşuluyordu orda t.erdoğanın bir planının olduğu ve süreçte elini göstermeden oynadığı yönünde görüşler oldu.bu süreci adam akıllı ele almak lazım t.erdoğan elini kapalı oynuyor olabilir ama elinde ne var henüz tam net değil bu çok bilininen bir durum.sürece dair kendisi dail ancak 4- 5 kişi ancak bu sürecin içeriğini biliyor.peki ya blöf yapıyorsa.blöfünü görebiliyormu muhalifler?bunun yolu hareketin bu konuda politika geliştirmesine bağlı hareket bu konuda doğru adımları attığı sürece blöf görülebilinir
Gün Hocam,
Forumlara katılmamak bence yanlış. Bu dediğim tüm anarşistler için geçerli. Şu anda insanların bizi dinlemeye en açık oldukları dönemdeyiz. Forumlarda ve özörgütlenme inisiyatiflerinde en aktif biçimde yer almalıyız.Tabii, bu soyut bir anarşizm propagandası ile, sekter çıkışlarla olmayacak. Her şeyden önce, forum ve halk meclislerinin yapısı ve geleceği, doğrudan demokrasi, karar mekanizmaları vb. konularında en çok bizim söyleyeceğimiz şeyler var ve insanlar da dinlemeye hazır.
Bayrak gibi konular ise sürece bırakılacak şeyler. Bir toplumsal hareketin sipariş edilmiş gibi tam istediğimize uygun doğmasını bekleyemeyiz. Milli bayrağın özellikle başlarda bu kadar çok kullanılması sırf milliyetçiliğe bağlanamaz bence. Birçok insan ilk kez sokağa çıktı ve bayrak taşımak onların gözünde bir güvence, bir korumaydı. Belki de bu yüzden bayrağı elinde taşıyanlar kadar üzerine sarınanlar çoktu. Devletin saldırısına karşı kendi gözlerinde meşruluk kazanmış oluyorlardı. Halk hareketinin pragmatizmini görmezden gelmeyelim ve insanların bayrak, milli marş gibi değerlerine karşı kırıcı olmadan onları eylem sürecinde kazanmaya çalışalım.
Gun arkadasim
dun dundur, bugun bugundur.
Dun soylenen bugun , yarin red edilir.
İHA’nın haberine göre, direnişin başından beri milyonların sokaklara çıktığı eylemlere tıpkı Erdoğan gibi yaklaşan Sakık, “Bazı kesimler sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini acaba farklı alanlarda nasıl devirebiliriz ne yapabiliriz anlayışı içinde oldular. Biz AKP ile çatışırız kavga ederiz ama bunun yolu yöntemi sandıkta hesap görülür. Gezi olayında çok masumane talepleri olan kesimi bunun dışında tutuyorum” diye konuştu.
bana kimse varolan kürt siyasi hareketinin ilerici demokratik olmasindan bahsetmesin, hatta ben sol ver kurtulcuyum, ayrilalim hoca, sizinle olmuyor, sizin oldugunuz her yerde devrimcilere küfür egemenlerde anlasma, var, ayri kurdistan kurulmali dir, bir plebisitle, ve bu kürt siyasetciler oraya gitmelidir artik, kimse niye sormuyor, tam siz barisirken halk ayaklanmasi basladi, ustelik ulusalcilarin tum isteklerine ragmen anti kurt olmadi, siz engelsiniz hocam, derhal bir kurdistan kurulmali bu feodal kurt aga siyasetcileri , ve vaziyeti kurtarmaya calisan sirri sureyya oraya gitmelidir ki, biz kendi isimize bakalim, devrim mevrim neyse nasil olacaksa onu tartisalim , biktimmmmmmm
özlemi omak, özlemler sahibi olmak, özgürluge sahip olmak, bir kurt agasi sakik a laf edemeyen her turlu ozgurlukcuk istencinin orta yerine , balgamli olarak tükürürürm,….
bayrak konusuna katılıyorum. Forumlara katılmayı ise ben de şiddetle savunuyorum. Çok önemli. Ben katılmadım derken katılmayalım anlamında değil, kendi fieili durumum açısından söylemiştim. Ayrıca parkforum raporlarını da ayrıntılı bir şekilde okuyorum.
belki senin için söz konusu olabilir Haziran arkadaşım:)
Sakık’ın beyanını okumamıştım. Korkunç gerçekten de. Arınç’ın ya da Tayyip’in beyanlarından farklı değil. Ama onların Kürt halkını temsil ettiğini düşünmeyelim. Bu tür beyanlar sonunda o beyanların sahiplerinin başında patlayacaktır.
Ayrıca bu iktidar yalakası beyana karşı Sırrı Süreyya’dan ve E. Kürkçü’den bir çıkış beklemek de hakkımızdır
yuh artık millici zileli altına yorum eklediğin yorumda açıkça kürtler memleketine gitmelidir diyen ırkçıyı onaylamak nasıl bir duygu.sen hiç gezi direnişindeki eski yoldaşların ip lileri görmedinmi?onların seçimle iktidarı devirme projelerimi var yoksa mustafa kemalin ordusunu göreve çağırıp darbe prıojelerimi var?utanmadan o yorumu onayladın sırrı ile ertüğruldan açıklama bekliyorsun sen kimsin? sırrı ile ertuğrulu ağzına alacak seviyenmi var?adını her andığında bu insanları savunduğun yaladığın milli devletin itibarsızlaştıramayınca görevi senmi üstlendin?tükürüğünü yıllardır tekrar ettiğin ezberle geldiğin yerdeki kendi suratına sakla ödediği ağır bedelle isyan ve özgürlük ateşini yakıpta senin bile örümcek bağlamış zihnini özgürleştiren kürt özgürlük hareketine saldırarak devlet-iktidar efendilerine hizmet ettiğinin bile farkında olmayan beynin almadığı gibi hiç meraklanma ömründe görmediğin öz eleştiri ve yaptıkları ile yüzleşme pratiği olmasaydı özgürlük hareketi 3 beş çapulcudan bu günlere gelebilip halk hareketi olup seni bile özgürleştirdiğinden öğreneceğine fesatlanma.balgamla tükürecek seviyede aşağılık sinkafa sarılmak ancak ırkçı şöven devletçi,ulusalcı millici olabilmekle ilintili olabilirdi milli ve zilli duygularınız hayırlı olsun aydınlık geleneğinin sapmasıda böyle başlamıştı yakında hidayete erip faşistlerle birlikte halk ve devrim düşmanlığına başlarsınız yolunuz açık olsun
http://www.kurdistan-post.eu/tr/analiz/avrupai-turkler-ve-mit-ocalan-mutabakati-2#bg
gün zileli yukarda bir yorumda fetullah gülenin rudaw gazetesinde verdiği bir demeçte kürtçe anadilde eğitime sıcak baktığını belirtmiştim.şimdi soru şu; bayram değil seyran değil fetullah gülen kürtleri niçin öptü? benim bir varsayımım var f.gülen kürt hareketine anadili vaatte bulunarak kürtlerin taksim hareketine ittifak ihitimaline karşı bir müdahelede bulunuyor olabilir mi,erdoğanın anadille ilgili bir çalışmamız yok dememesine rağmen t.erdoğanın pozisyonunu da zayıflatma pahasına.sizin bir cevabınız var mı?
Sn Zileli,Sırrı Süreyya ve E.Kürkcü-den açıklama bekliyormuş.Süreya ve Kürkcü ,TUSİAD-la,Ricardone ile birlikte Kürt sorunu üzerinde fikir geliştiriyor olmalı !!!
Zileli hayal aleminde yaşıyor…
Kürt siyasal hareketi icinde bir yarilmadan bahsetmissiniz, ne kadar safsiniz, sirri süreyya vb leri hareketten bagini koparmiyan truva ati vaziyeti rolunu ustlenmisler hareket apo nun istemedigi bir boyutta akp yi sasrsmasin diye, bitmedi su pkk ve cevrsinden iyi seyler bekleme umudunuz beeeee, pkkk bdp devletin ve akpnin turva ati, bu kesimleri harekete davet eden kuyrukcu solda pkk bdp nin yani dolayli olarak akp nin truva ati, pkk harketi subjektif bir harkettir kendi faydasi olmyan herseyi engeller , icinde pkk varsa orda ilericilik devrimcilik ozgurluk bitmistir,
Tamam bu demokrasi aşıkları kürtlerin hepsini temsil etmiyorlar ama hiç birini “temsil etmediklerini” söylemek te; farklı nedenleri barındırıyor olamaz mı? Örneğin kendi ideolojik yönelimini haklı çıkartmayı?
Bazı kürt forumlarında iğrenç kelimesinin yetersiz kaldığı yorumların varlığından haberdar olmak için; ağırlıklı olarak ya da tamamen kürt milliyetçiliği ile; kimlik politikalarının da benimsendiği, yer aldığı forumlara göz atmak faydalı olur.
LİBERAL CEPHENİN ANATOMİSİ: İDEOLOJİYİ İSYANIN ÖNÜNE KOYMAK
Trajik Geçmiş ve İmkansız Gelecek arasında anarşizm Şimdi’den mahrum kalmış görünüyor-sanki kendine şimdi ve burada, GERÇEK ARZULARIM NELER’i sormaktan korkar gibi ve de ‘’iş işten geçmeden ne yapabilirimi’’…Evet,meşum bakışlı bir büyücüyle karşı karşıya kaldığınızı düşünün ve size soruyor ‘’ Gerçek Arzun Nedir?’’ Kem küm edip,kekeleyerek ideolojik basmakalıplara mı sığınırsınız? Hem Hayal gücüne hem de İstenç’e sahip misiniz,bir yandan düşlerken bir yandan cüret edebilir misiniz? ( Hakim Bey /Geçici Otonom Bölgeler, s.97)
Aptal olmaktan kurtulmak için bizzat aptalların çaba göstermesi gerekir. (Alexander Brener)
Kısa bir süre önce “Türkiye’de Anarşizm” isimli bir kitap, liberal sol kimliğiyle tanınan bir yayınevi tarafından piyasaya sürüldü. Söz konusu kitabın en dikkat çeken yanı, ismiyle tezat oluştururcasına, anarşiyle, anarşist mücadeleyle hiçbir somut bağı olmayan insanlardan mürekkep bir kadroyu barındırması. “Türkiye’de Anarşizm”de anarşi adına elini sıcak sudan soğuk suya sokmamış, yıkıcı bir mücadelenin öznesi olmayı tahayyül bile edememiş pek çok insan mevcut: Aydın özentileri, pasifistler, eylem kırıcıları, kimi ararsanız var. Bu kitapta yer alanlar bir noktada daha ortaklaşıyorlar: Mücadeleyi farklı araç ve yöntemlerle yükseltmeye çalışan isyancı/eylemci anarşistleri dedikodu, iftira ve ihbarcılık faaliyetleriyle elemine etmeye çalışmakta.
Her şey bir yana, bu çalışmanın alakasız biçimde, “Türkiye’deki mevcut anarşist eğilim ve grupların tümünün yer aldığı bir kitap” şeklinde lanse edilmesi de ağır bir gaf olarak ortada durmakta. Kumpaslar çevirerek, ahbap-çavuş ilişkilerine dayanarak “tarih” yazmaya soyunan bir “eser”in ciddiye alınır bir yanı olmadığı açık. Kitapta yer alan listede adı geçen grup veya kişilerin geliştirici bir polemik için muhatap kabul edebileceğimiz samimiyete sahip olmadıkları da malum. Bu bağlamda, okuduğunuz metnin asıl amacı, bu “değerli” kitabı tahlil etmekten çok, bu kitap vesilesiyle, hem yaşadığımız topraklarda hem de küresel kapsamda anarşist hareketin anaakım kolunu oluşturan liberal anarşistlerle, isyankâr ve eylemci anarşistler arasındaki ayrım çizgilerini kalınlaştırmak ve isyankâr anarşistlerin isyana pratik ve kavramsal manada ne gibi anlamlar yüklediği hususunda küçük hatırlatmalar yapmaktır.
Devrimci sol gelenekten örgütlerde düzen partileri ve cümle oportünist yapılara yönelik kullanılan bir motto vardır: “O yapıları değerlendirirken hiçbirinin kendileri hakkında söylediklerine inanma; yalandır, abartıdır. Ama birbirleri ve diğer oportünistler hakkında söylediklerine mutlaka inan, genellikle doğrudur.” Bu geleneksel motto, kendine anarşist sıfatını layık gören günümüzün modern liberalleri için de aynen geçerli.
Birbirinden niteliksel manada farkları olmayan, isyancılar söz konusu olduğunda kısa sürede ittifak yapıp yekvücut olabilmeleriyle tanınan bu liberal cephenin özneleri kendi aralarında geliştirdikleri “tartışmalarda’’ (aşağıda örneklerini göstereceğimiz üzere ) zaman zaman, farkında olmadan, birbirlerinin maskelerini aralayacak müdahalelerde bulunabiliyorlar.Tabii, tozu dumana boğdukları bu tartışmalar esnasında, beraberce uçlarından tuttukları, hepsinin yan yana altında gizlendiği konforlu örtüyü tam manasıyla kaldırmaya cesaret edemiyorlar elbette. Liberal cephe nezdinde kardeş kardeş geçinmenin, “düzeyli” ilişki kurmanın asgari şartı, birbirinin kuyruğuna sert biçimde basmamaktan geçiyor ne de olsa. Anlı şanlı polemiklerin, “yüksek politika” gereği herkesin birbirine yaltaklanarak sonlandırılması onlar için olmazsa olmaz bir kural. Dolayısıyla, hep birlikte altında toplaştıkları konformizm örtüsünü bir miktar aralamak, gerçekleri hatırlatmak da biz isyankâr anarşistlere düşüyor.
SOSYAL MERKEZCİLİK HASTALIĞI
Kitapta ağırlıkla, anarşizmi, anarşist kimliğini yaşadığımız topraklarda mücadele kaçkınlığına, neo-hippiliğe, pasifist lafazanlığa içkin kılan Kara Dergisi ve Kaos Yayınları çizgisinden insanlarla konuşulmuş. Gün Zileli gibi bu coğrafyada militan anarşist hareketin nüvelenmesine barikat olabilmek için canını dişine takan eski Aydınlıkçıları ve vakti zamanında anarşistlerden yediği dayağın üzerine siyasi kariyer inşa eden Yavuz Atan gibi ticaret erbablarını bir tarafa bırakalım ve anarşist örgütlenmenin beşbenzemezin sosyal merkezlerde toplanmasıyla gerçekleşeceğine inanan “sosyal ortam anarşistlerine” bağlanalım.
Bunların en meşhurlarından Kaos Yayınları’nın yayın dünyasında var olduğundan beri, şiddet karşıtı-pasifist bir çizgiyi benimsediği, anarşist hareketin mücadeleci tarihini yok saydığı, anarşiyi salt bir ideolojiye, pratiğe dönüşmeyen düşünsel tartışmalara indirgeyerek anarşiye içkin yıkıcı enerjinin sönümlenmesine hizmet ettiği biliniyor. Söz konusu kitapta, Kaos Yayınları adına görüşlerini belirten Gazi Bertal da, bu “şanlı” geleneği istikrarlı biçimde sürdüren bir isim. Kendisi, Kürtlere/Kürt hareketine takip etmeleri gereken rota hakkında öğütler vermeye, anarşistlerin tümüne “uygarlık karşıtı” inciler sıralamaya devam ediyor.
Bu kadarla yetinse iyi, Gazi Bertal’a Türkiye’nin “anarşistlerini” ehlileştirmek için çaba sarf etmek yetmemiş olacak ki, güzide eleştirilerini küresel boyuta taşıyor ve Avrupa’ya uzanıyor: “Avrupalı ve Amerikalı anarşistlerin bizim çok gerimizde şeylerle uğraştığını fark ettik mesela. Sanayileşme, kalkınma, refah için mücadele gibi konularda, kısacası demokrasi mücadelesi alanında neredeyse sosyalistlerle aynı şeyleri düşündüklerini fark ettik.” (Gazi Bertal, s. 187) “Avrupalı anarşist arkadaşlarımız sanayileşme mantığını çok da derinlemesine incelememişler. Teknoloji meselesinden neredeyse bihaberler.” (Gazi Bertal, s. 188)
Anarşist mücadele için kılını kıpırdatmamış, mücadeleye emek harcayanlara çamur atmaktan başka bir şeyle meşgul olmamış Bertal gibi şahısların oturup sağa sola akıl satmasının komikliği bir tarafa, Bertal ve yayınevi şürekâsının sanki sanayileşme ve teknoloji karşıtı fikirleri Avrupalı\Amerikalı anarşist yazarlardan öğrenmeyip kendileri icat etmişçesine atıp tutması da ekstra takdire şayan! Güney Avrupa topraklarında tekno-endüstriyel sistemin karşısına bağımsız, doğrudan eylemlilikleriyle dikilmiş,Yunanistan örneğinde olduğu gibi sistemin kolonlarını sarsacak kadar etki yaratmış isyankâr anarşistlere de yönelen bu kara cahil sayıklamalara diyecek tek bir şeyimiz var: Çıkardığınız o “Anarşist” gazetesini, tüm içeriğiyle Yunanca’ya çevirip oraya yollayın, belki eylemlerde barikatları tutuşturmak için kullanırlar da, dergi bir işe yaramış olur!
Ama Gazi’nin salvoları bununla biter mi? Bitmiyor: “Uygarlık karşıtı bir anarşistin, işçi sınıfının en ufak bir eylemini duyduğunda ona koşması, işçi sınıfının mücadelesi içinde yer alması, onu önemsemesi, söylediği şeylerle uyumlu değil ki…” (Gazi Bertal, s. 189)
Gazi Bertal, herhalde bastıkları Zerzan kitaplarından çok etkilenmiş olacak ki, uygarlık kendi kendine çökecek, sonra da doğanın çiçekli bahçesinde sevgi, barış, kardeşlik içinde yaşayacağız yanılsamasına kapılmış. Aksi takdirde, her fırsatta şiddet karşıtı olduğunu beyan eden Bertal ve Kaos Yayınları’nın primitivizmi sahiplenmeleri biraz tuhaf kaçardı. Bu noktada neo-hippiliğin çağdaş bir versiyonu olarak uygarlık karşıtı kimliğini kullanan Zerzan ve çevresiyle, yıkım dürtüsüyle eyleme geçen Ted Kaczynski (Unabomber) arasındaki doğanın dengesine, doğada var olmaya dair ontolojik farklılıkların önemini tekrar hatırlatalım. Zerzan, uygarlığın kendi sonunu hazırlayıp yok olacağını, ardından dünyanın kol kola halaylar çekilecek bir sevgi bahçesine dönüşeceği masalını anlatırken; Ted, vahşi doğada ayakta kalabilmek için güçlü olmak gerektiğini, doğaya hümanist yakıştırmalarda bulunmanın insanmerkezci bir sersemliğe tekabül ettiğini ifade etmiştir.
Doğal olarak, Bertal gibilerin Ted’e kulak vermek gibi bir kaygıları yok, aksine onu unutturmak fazlasıyla işlerine geliyor. Tekno-endüstriyel sistemin baskıcı yapısıyla yayınevi işleterek, pasifist terminoloji çerçevesinde vaazlar vererek mücadele edilemeyeceğini aslında bal gibi biliyor Gazi Bertal. Ama bu gerçeği itiraf ettiğinde kendi misyonunun hesabını veremeyeceğini de biliyor. Her dakika baskısını hissettiğimiz tekno-endüstriyel sistemi fırsat bulduğumuz her an sabote etmeyi hedefleyerek isyanımızı var edebileceğimiz hususunu o nedenle görmezden geliyor.
Kameralar nereye yönelirse orada bitmeyi yaşam felsefesi haline getirmiş bir diğer sosyal merkezci pasifist de şöyle buyuruyor: “Anarşizm, devrimci mücadeleden uzaklaşmaya çalışan ‘ex’ devrimcilerin bir sığınağı haline gelmeye başladı.” (Umut Kara, s. 262) “Çoğu anarşist, devlete meydana okuyan, devlet tarafından sürekli baskı altına alınan, belirli bedelleri göze alan gruplara katılmaz.” (Umut Kara, s. 267) Kitaptan alıntıladığımız bu satırlar, liberaller tarafından liberallere yöneltilen sahte eleştirilerin en güzide örneklerinden. Bu eleştirileri dile getiren şahsın bırakın sol mücadele geçmişine sahip olmayı, anarşi adına taş üstüne taş koymaktan bile imtina ettiği, çekindiğini göz önüne aldığımızda, bu cümlelerin de sade suya tirit lafazanlıktan başka bir anlam taşımadığı açık. Bol keseden atmayı, boyunu posunu aşan laflar sarf etmeyi, dedikoduculuğu marifet sanan Kara’ya, yol yakınken, henüz yaşı da gençken anarşi(zm) yerine, şöhret hevesini tatmin edeceği başka mecralar önermekten başka elimizden bir şey gelmez.
Bu lafızların arkasındaki gerçeğe odaklandığımızda, Kaos Yayınları’nın ve sık sık ittifak yaptıkları İtaatsiz.org ekibinin, devrimci mücadeleyi yürütecek manevi motivasyonu yitirince sol saflardan kopmuş, pasifist jargonla “anarşist” kimliğini benimsemiş şahıslardan oluştuğunu görüyoruz. İşin tuhaf yanı, o ekiplere sert eleştiriler yönelten Umut Kara vb.’lerinin siyasal geçmişlerinin onlardan niteliksel açıdan hiçbir farkı yok. Kitap sayfalarında birbiri hakkında ağır cümleler sarf eden şahısların tümü yıllardır sosyal merkezcilikte, dernekçilikte, sol güçlerin düzenlediği mitinglerde kara bayrak sallayarak kendini tatmin edip günü kurtarmakta ortaklaşıyorlar. Ayrıca, hayatında kendini zora sokacak bir kavgaya soyunmamış bir insanın oturup diğer “anarşistleri” bedel ödemekten korkmakla itham etmesi de ziyadesiyle ironik. Bu hususta birbirlerine alkış tutmaları icap ederken küfretmeleri hayret verici!
Bol keseden atan bu zat-ı muhteremin röportajının altında yer alan Yeryüzüne Özgürlük Derneği manifestosunun “anarşizm”le ilgili bir kitapta neden yer aldığı da anlaşılmıyor. Herkesin, oturduğu yerden her sıfatı kolayca sahiplenebildiği bir sosyal ortamda, Haytap gibi hayvan katliamcılarına plaket veren derneklerle ya da Cihangirli yaşlı kediseverlerle legal eylemlerde pankart açmak dışında hiçbir eylemliliği mevcut olmayan bu derneğin üyelerinin Hayvan Kurtuluşu perspektifini sahipleniyor gözükmeleri de tam manasıyla ikiyüzlülük. Bizim nezdimizde, bu insanların sağlıklı yaşam saikiyle vejetaryen olan burjuvalardan hiçbir farkları yok. Hayvan Kurtuluşu’nu hedeflemek, bu doğrultuda etik bir duruş olarak vejetaryenliği\veganlığı benimsemek ve hayvanları özgürleştirmek gayesiyle doğrudan eyleme geçmektir. Başkalarının yaptığı eylemlerin haberlerini dolaşıma sokmak dışında tek bir eyleme bile yeltenmemiş Yeryüzüne Özgürlük Derneği gibi ismi var kendi yok grupların değil anarşiye, Hayvan Kurtuluşu davasına da herhangi bir katkısı yoktur.
Kitapta görüşlerine yer verilen Kürşad Kızıltuğ, Rahmi Öğdül gibi yarı aydınlar ise, her zaman olduğu gibi, taş atıp kollarını yormaktan bilinçli biçimde imtina ederek, farklı toplumsal grup ve öznelerin verdiği/ vermekte olduğu mücadelenin kazanımlarının üstüne konma kaygısıyla konuşuyor da konuşuyorlar. “Birileri bizi muhatap alsın da dinlesin,” hezeyanları, onları dün ak dediklerine bugün bok der hale getirmiş, ne gam! Onların içi boş,baştan aşağı retorikten ibaret cümlelerini okumasanız da bir şey kaybetmezseniz; aksine çok şey kazanacağınız garanti.
Bu tür liberal aydın özentilerinin anlamadığı esas nokta, nihilist isyanın öznelerinin hiçbir kurum veya kişiden herhangi bir şey talep etmedikleri, saldırıya geçmek için uygun koşulları beklemedikleri, kendileri için var olmayı tercih ettikleri. İsyankâr anarşistler, yeni bir toplumsal düzen yaratmayı hedeflemezler; yıkıcı iradenin gücünü kendi hayatlarında ve ayaklarını bastıkları her karış toprakta var etmek için savaşırlar. Öfkelilerin, baldırıçıplakların, uyumsuzların, toplumsal hiyerarşi piramidinin dışında kalmayı seçenlerin görkemli başkaldırısını coşkuyla savunurlar. “Çünkü savaş, görünümlerinin çok ötesinde zaferler kazanmayı başarabilen bir süreçtir’’ (Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, s.66)
MADALYONUNUN İKİ YÜZÜ: QIJIKA REŞ ve İTAATSİZ.ORG
Aynalar nesneleri tersine çevirir, ama onların temel özelliklerini değiştirmez. Aynanın iki yüzünde konumlanan özneler arasındaki farkları abartmak, nüanslar üzerinden gelişen tartışmaları ciddi bir ayrıma tekabül ediyor sanmak da bu yüzden hatalıdır. Bu duruma somut örnek oluşturan Qıjıka Reş dergisi ve İtaatsiz.org web sitesi de, esas olarak birbirlerinin aynadaki yansımalarından ibaret iki düşman kardeş. Aynı liberal çizgiyi, birbirine ters bir hattan takip eden bu iki ekip, esasında aynı kulvarda, aynı araçlarla yol almayı benimser. Kürt hareketinin hapishanelerde başlattığı açlık grevleri vesilesiyle yaşanan son tartışmalar sırasında görüldüğü üzere, her iki ekip de gelişmeleri aynı makro-politik eksende yorumlar, arkasında duramayacakları cümlelerle reel politika yapar.
Deleuze, kendisiyle yapılan bir röportajda Foucault için, “Sizin bize öğrettiğiniz bir şey varsa, o da başkaları adına konuşmanın onursuzluğudur”, diyordu. Kürt özgürlük hareketinin eylemleri düzleminde, İtaatsizler ve Kaos Yayınları, mücadelesi için ölmeyi göze alan militanlara oturdukları yerden akıl verme hakkını kendilerinde görerek; Qıjıka Reş ve çevresi de öznesi olmadıkları bir mücadelenin kazanımlarını, sanki bu mücadeleye somut bir katkıları varmış gibi sahiplenerek aynı duruşu sergilemişlerdir. Liberallerin iktidar savaşına girdikleri anlarda birbirleri hakkında söylediklerinde haklılık payı olması durumuna bu örnekte bir kez daha rastlıyoruz. Dolayısıyla, Qıjıka Reş’in İtaatsizler’in egemenlerin diliyle eleştiri ürettiğini saptaması gibi, İtaatsizler’in Qıjıka Reş’e yönelttiği pragmatizm ve PKK kuyrukçuluğu eleştirileri de doğrudur.
İtaatsizler, harcıâlem sevgi , barış, şiddet karşıtlığı söylemleriyle, anarşizm kisvesiyle İslam sosuna bulanmış bir neo-hippiliği kendilerine güzergâh olarak seçmiş bir ekip. Onların pasifizmi bile “kendine özgü”. Esasında pasifizm basit bir yaklaşımla eylemsizlik anlamına gelmez, dünyanın pek çok köşesinde pasifistler şiddet içermeyen eylemler organize eder, sarsıcı ve şok edici çıkışlar yapmaya çalışırlar. Biz, şiddeti tamamen dışlayan bir eylemselliği özgürlük mücadelesi için faydalı bulmasak da, kendilerine pasifist diyen İtaatsizler ekibinin basın açıklamalarına koşturmaktan öteye geçemediğini, küresel pasifistler gibi şiddet içermeyen, yaratıcı eylemler yapacak asgari cesarete bile sahip olmadıklarını da not düşmek isteriz. Mısır’daki anarşistler Müslüman Kardeşler’in bürosunu basarken, bu topraklarda İtaatsizler gibi grupların hâlâ İslam anarşizmi vb. safsatalarla meşgul olması da yaşadığımız topraklardaki anarşist hareketin hal-i pürmealini yansıtıyor zaten.
Qıjıka Reş dergisi etrafında kümelenen ekip ise, birkaç sene önce PKK’ye sert eleştiriler savurarak “politika” sahnesine çıkmıştı. Şimdi kanlı bıçaklı oldukları Kaos Yayınları, İtaatsizler vb. pasifist grupların kanatları altında gelişip serpilen Qıjıka Reş, PKK’nin otoriter yapısıyla Kürt halkının isyan dinamikleri üzerine ipotek kurduğundan bahsediyordu, o günlerde. Ancak bu dergi, böylesi bir söylemle liberal Türk çevrelerinden arzu ettiği manevi desteği alamadı. Kısa bir süre zarfında da Kürt özgürlük hareketinin asli özneleri tarafından hizaya getirildi. Bu nedenle, şu anda kendi kurdukları cümleleri yadsımak pahasına, PKK’nin taktik adımlarında anarşizm nüvesi bulmaya çalışmaktan nereye eğilip büküleceklerini şaşırmış durumdalar. Öyle hızlı bir “dönüşüm” yaşadılar ki, ilk çıkışlarını PKK’yi “militarist” olarak tanımlayarak yapan bu dergi çevresi, şimdi bu örgütü Ortadoğu coğrafyasının en büyük “anti-militarist” oluşumu olarak nitelemekte sakınca görmüyor. Hafıza-i beşer nisyanla maluldur, diye boşuna denmemiş! (PKK’ye dönük Deleuzyen göçebe savaş makinesi yakıştırmasını ise ciddiye alınabilir bir iddia olarak bile görmüyoruz. Bu denli büyük akıl tutulmasını yorumlamak bu yazının sınırlarını aşar.)
Günümüzde “direniş”, “mücadele” vb. büyük anlamlar atfedilen kavramlar ve bu kavramlar ekseninde geliştirilen etkinlikler, Büyük Gösteri’nin kapsama alanı içinde oynanan bir oyuna tekabül ediyor. Tekno-endüstriyel sistemi tehdit etmeyen her “mücadele”, Büyük Gösteri’yi yeniden üretmek ve bir direniş simülasyonu yaratmaktan öteye varmıyor.
Tüketim endüstrisinin ekonomik metalara yüklediği kavramsal değerle, Qıjıka Reş gibi kimlik politikasını liberal temelde sahiplenen yayınların anlam dünyaları ortak. Özgür varoluşunu gerçekleştiremeyen, kendi mücadelesinin öznesi olamayan bu dergi çevresi, “anormal bir temsil ihtiyacı’’ hissetmekte, bu ihtiyacı da reel Kürt hareketine eklemlenerek gidermekte, bu hareketten aparttığı fikirleri çocuksu bir taklitçilikle anarşistlere pazarlamaya çalışmakta. İş öylesine patolojik boyutlara uzanıyor ki, “Bakunin yaşasaydı Kürdistan’da barikatlarda dövüşüyor olurdu,” biçiminde ifadeler kullanan bu ekipten insanlara, “neden sen rahat evinde oturuyorsun da, Kürt hareketinin kurduğu barikatlarda dövüşmüyorsun?” diye soran bile kalmamış!
Günümüzde pasiflik ve edilgenlik kendilerine anarşist diyenler arasında öylesine güçlü kök saldı ki, kimse kimseyi sözüne sahip çıkmamaktan ötürü eleştiremiyor! Bu ahvalde, Qıjika Reş dergisinin anarşistleri BDP’ye oy vermeye çağırması bile “radikal” bir politik tutum olarak algılanabiliyor.
Qıjıka Reş dergisinin Kürdistan özelinde dolaşıma soktuğu kimlik politikasından rant sağlamayı amaçlayan birileri de var tabii ki. Metropol üniversitelerinde üslenmiş eski post-anarşist, yeni liberter komünist, kerameti kendinden menkul yarı aydınlar, Qıjıka Reş dergisi öznelerine “ideolojik önderlik”yapma planları kuruyorlar; onları güncel teorilerle besleme görevini üstlenmekten, İstanbul gibi büyük şehirlerde onların üzerinden muhatap alınabilmekten mutlu oluyorlar. Bu Türk yarı-aydınları, mutlak şiddet karşıtlığını eleştiren birkaç cümle sarf etmenin kendilerini liberal olmaktan çıkaracağını sanıyor. Velhasıl, Bookchin’in miyadı dolmuş tezlerinde cevher arayıp, bol keseden atıp tutacakları panel salonlarına koşturmaktan ibaret bir “anarşi” cümlesinin arzuladığı…
LİBERALİZMLE SAVAŞ
Max Stirner liberalizmi üçe ayırır: 1) Siyasal liberalizm 2) Toplumsal liberalizm(komünizm) 3) İnsani liberalizm(hümanizm). Bu çerçevede politik şiddeti onaylıyor olmak, birinin liberal olmayacağı anlamına gelmediği gibi toplumsal dönüşüm talep eden her düşünce, adına ister liberter komünizm, ister otonomizm densin özünde reformisttir, liberaldir.
“Toplumu dönüştürmek için verilen mücadele her zaman iktidar için verilen bir mücadeledir, çünkü amacı toplum dediğimiz ilişkilerin sistemi üzerinde kontrolü ele geçirmektir (bu sistem şimdi genellikle her hangi birinin kontrolünün ötesinde olduğundan beri gerçekçi olmadığını gördüğüm bir amaç). Aslında, bu bireysel bir mücadele olamaz. Bu kitle veya sınıf etkinliğini gerektirir. Bireylerin, sosyal dönüşümün ‘daha büyük’ amacına uygun düşmeyen bireysel arzuları bastıran bu mücadelede sosyal varlıklar olarak kendilerini tanımlamaları gerekir.Toplumu ortadan kaldırma mücadelesi ise iktidarı ortadan kaldırma mücadelesidir. Bu asıl olarak bireyin sosyal rollerden ve kurallardan özgür yaşamak, arzularını tutkuyla yaşamak, hayal edebildikleri en olağanüstü şeylerin her birini yaşamak için verdiği mücadeledir. Grup projeleri ve mücadeleleri bunun bir parçasıdır, ama onlar, bireylerin arzularının birbirini yükseltebildiği biçimlerden yetişir ve onlar bireyleri bastırmaya başladığında çözülecektir. Bu mücadelenin yolu ayrıntılarıyla planlanamaz çünkü ana ilkesi, özgür ruhlu bireyin arzuları ile toplumun istekleri arasındaki karşı karşıya geliştir.” (Feral Faun, Sosyal Dönüşüm veya Toplumun Ortadan Kaldırılması)
Sonuç olarak tekrar vurguluyoruz; panel salonlarında liberal kamuoyuna seslenmek, yasal mitinglerde kara bayrak sallamak sizi radikal bir mücadelenin öznesi kılmaz. Şiddeti sözde onaylayıp, hiçbir şiddet eylemine girişmemek, girişenler hakkında dedikodu kazanları kaynatmak sizi olsa olsa sivil toplumculuk kulvarına savurur. Teori akademik bir uğraş değildir; yıkıcı teori ancak ve ancak yıkıcı eylemle rezonans halinde gelişebilir.
“Teorinin tamamen farklı bir yorumu da vardır: Bir yıkım aracı olarak, devrimci bir silah olarak teori. Bu kavram, analizi eylemden ayırmaz, ikisini de size baskı uygulayan her şeye karşı daimi bir mücadele olarak düşünür. Bu teoriyi yazan insanlar mevcut topluma meydan okuma, saldırma, onunla çatışma ile doğrudan ilgilidirler. Radikal teorinin konusu budur. Düşündükleriniz ile yaptıklarınız arasında bir fark olmaması gerektiğine işaret eder ve yaptıklarınız zorunlu olarak her tür kanun ve düzenin ötesindedir.’’(Alexander Brener, Barbara Schurz/ Radikal Teori: 20, Pencere Kırıldı ve Tüm Hapishaneler Yok Edildi)
Biz İsyankâr Anarşistler, özet olarak aktardığımız bu liberal komedi piyesinde rol almayı reddediyor ve söylediğimizi yapma, yaptığımızı savunma ilkesiyle ilk günkü cümlelerimizle sesleniyoruz herkese: ”Artık bu işleyişe UYUMSUZLUĞUMUZU haykırmanın zamanı geldi. Adımımızı attığımız her yere taşınacak uyumsuzluğun, uymamanın enerjisiyle var olanı bozmanın ve bozulanın yol açtığı parçalanmayla kazanılan özgürlükçü alanların ihtiyacı artık aciliyet arzediyor. Sistemi görünür kılan herşey uymama ve bozma eylemlerinin hedefidir. Uyumsuzluğumuzu ifade ederken bir merkeze, örgüte, talimata, dergiye, akıl veren otoritelere ihtiyacımız yok! Uymama iradesini sahiplenen her birey, kendi durduğu yerden bu tavrını işler kılabilir. İşyerinde patronlara, okulda yönetime/ öğretmenlere, sokakta hiyerarşi figürlerine, bir bütün olarak sistemin tüm kayışlarına karşı doğrudan tepkileri göstermenin sayısız yollarından hayal gücünü silah olarak kullanarak yürünebilir.” (Uyumsuzlar Fraksiyonu/ Uyumsuzlara Çağrı)
İSYAN, EYLEM, ANARŞİ!
– UYUMSUZLAR FRAKSİYONU-
http://karaisyan.blogspot.de/
Hop dedik. Vakit yok yazamiyorum henuz ama “ver kurtul”un destekcilerinden biri olarak, Sakik’in aciklamalarini, Gezi’nin catismasizlik ortami olmadan var olamayacagini anlamayip sol demagojiyle atlatmaya calisan her “ver kurtul”cuya tukurdugunu yalatmamiz gerek. Yok oyle belese analiz. Kurt burjuvazisinin temsilcisinin Turk burjuvazisinin “ilerici” Boyner’inden, Koc’undan bile daha degerli oldugu anlar vardir. Pragmatizmle bunlar kaka, bunlar bizim adam demek iyi bir durum degil. Sovenizm sayilmazsa da firsatcilik sayilir. Neyse yazacagim ilk firsatta.
gün abinin son paragrafta yazdığı 2 öneri ve
“toplumsal akıl kendi mecrasında çözüm yollarını bularak ilerleyecektir.” cümlesi bu yazının en önemli olgusudur. her nedense yorumlar bu konuyu es geçerek,perşembe pazarına dönmüş.yazıya katılıyorum.
BÜYÜK SÜRÜ İDEOLOJİSİ.
R.T. Erdoğan’ın Bayram mesajından…: ” Diyorlar ya ‘bizim yaşam tarzımıza karışıyor’. ‘Nereden çıktı bu 3 çocuk meselesi’ filan diyorlar. Böyle bir yasa yok. ben sadece bir başbakan olarak en az 3 çocuğu tavsiye ediyorum. Bu benim en doğal hakkımdır” dedi. Erdoğan sözlerini, ” Kimseye kalkıp silah dayatmıyoruz. Yasal bir mecburiyette yok. Ben bu davaya gönül vermiş kardeşlerime diyorum ki, en az 3 çocuk bu millete hibe edin, lütfedin diyoruz. Bu milletin güçlü olması lazım. O da nerden geçiyor? İnsan denilen o şerefli mahluktan geçiyor.Eşrefi mahluk olan bu insanı, bu işte bu anneler yetiştirecek.Onun için ben bu annelerden bunu istiyorum.Ha yapmayacak, yapmasın. Böyle bir derdimiz yok. Biz Ak parti olarak böyle bir teklifi yapıyoruz . Böyle bir yasa da yok. Böyle bir şey de yok. Bu isteğe bağlı. Bunu da müsaade edin de söyleyeyim. Bu kadar hakkım olsun. Yani bunu Rusya Federasyonu’nda Vlademir Putin söylediği zaman oluyor da. Türkiye’de Tayyip Erdoğan söylediği zaman niye rahatsız oluyorsunuz ?”şeklinde konuştu.
ANNELERE GÜVENİYORUM….
Avrupa ülkelerinin doğumla ilgili çok ciddi parasal destekler verildiğini anımsatan Başbakan Erdoğan sözlerini şöyle sürdürdü: Onlar bu desteği verdikleri zaman oluyor da. Biz daha bu tür desteklere girmedik. Öyle birşey yok. Niye rahatsız oluyorsunuz? Bu milletin yükselmesi lazım. 76 milyon değil inşallah daha fazlası..Ben annelerimize güveniyorum. Ak partiye gönül veren annelere güveniyorum. Bunun haysiyetli mücadelesini verecek olan annelere, tabiki babaların da destek olması gereğini de hatırlatmak istiyorum…. (Kaynak: Radikal)
Erdoğan’ın bu sözleri, Osmanlı döneminde devşirme toplayan memurların yaptıklarından fazla farklı değil. Rumeli’ne gönderilen Osmanlı memuru, Rum, Sırp veya Arnavut’un beşikteki çocuğunu elinden almak için hemen silahı çekmiyordu tabi! Önce güzelce istenirdi, bunun Osmanlı devleti ve milleti için yapıldığı ve de kutsallık taşıyan hanedanlığın devamlılığı için olduğu söylenirdi… Erdoğan’ın, ” Kimseye kalkıp silah dayatmıyoruz.Yasal bir mecburiyette yok. Ben bu davaya gönül vermiş kardeşlerime diyorum ki, en az 3 çocuk bu millete hibe edin, lütfedin diyoruz.” demekle, Osmanlı devşirmeci memuru gibi çalışmadığı imajını vermesi burada bir anlam ifade etmez!
AKP’ nin temsil ettiği idolojik önderlik, Osmanlı’nın her şeyi gibi bu devşirme taktiğine de hayrandır.
Bu anlamda politik iktidarın toplumsal iktidarı kendine tabi kılma süreci her alanda hızlanıyor. Milyonlarca cahil kadın bu sözleri duyduğunda, hipnotize edildiğinde, doğurulup, doğurulup sokağa atılan, yetiştirilemeyen, eğitilemeyen bu kadar çalak çocuk ne olacaktır? Dünya’da genç nüfusun göçe en çok zorlandığı ülkelerden biri hala Türkiye’dir. Önce bunu düzeltmek gerekir.Genç nüfus, sadece Avrupa’ya değil, Arap ülkelerine, hatta Barzani’nin petrol şirketlerinde çalışmak için bile can atıyor! AKP burada, iş güç sorunundan ziyade onların ilkel damızlılıklarından yola çıkıyor. Türkiye şu an zaten eğitim ve öğretim alanında dünya sıralamasında geri sıralarda duruyor. İşsizlik artmaya devam ediyor! Buna rağmen, sanki Türkiye’nin nüfusu, Rusya veya Almanya gibi azalıyormuş gibi oralara benzetmelerde bulunmak demagojidir.
”Ne kadar çok olursak daima daha iyidir” felsefesi, ilkel çağların primitif güdüleri üzerinde yükselir ve günümüzde faydadan çok zarar verir!
Damızlık toplumlar daima kısa ömürlüdür, Hunlar veya Moğollar’ın adları modern dünyada küfür anlamında kullanılır.
Neo-Osmanlıcı duruşa ideolojik destekten yolan çıkan AKP yöneticileri, toplumu dönüştürme projesi çerçevesinde önlerindeki bütün engelleri tek tek ortadan kaldırmaya devam ediyorlar.
Sunni mezhebi esas alan AKP, çevresi bir mezhep savaşı ile yanan bir alanda büyük bir yıkımın ön şartlarını oluşturmaya devam ediyor. Bu temelde, Türk Devleti’nin kendi içindeki önemli Alevi potansiyelini etkisizleştirme konusunda yoğun faaliyet içinde olduğu, son Askeri Şura kararlarında olduğu gibi, Ordu’da yapılacak temizliğin devam edeceği sinyali verilmiştir.
Alevi ve Kürtler için yeni rejim altında yaşam şartları daha da zorlaşacaktır.
Devlet kurumlarında ki tüm Alevi ve Kürt’lerin fişlenmesi ve kilit noktalardan uzaklaştırılmaları kaçınılmazdır. Alevi kökenli birisi artık çavuş bile yapılmayacaktır. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, hanımlarına Türban taktırtmayan subaylar terfi edilmeyecektir.
AKP iktidarı, Suriye’de Sunni bir devlet kurmak için başta El Nusra olmak üzere 13 şeriatçı örgüte yaptığı silahlı yardımları artırarak, savaşta iyice pişen kadrolarını sadece Suriye’de ki Alevilere karşı değil, aynı zamanda Türkiye’de ki Aleviler’ e karşı da kullanacaktır.
Askeri Şura’ dan verilen sinyal şu anlama geliyor: ‘Yeni Türk ordusu, Sunni, tarihsel olarak sürdürülen Suud-Yavuz çizgisinde hareket edecektir.” Kemalist Ordu’ya güvenen Alevilerin imhasına kadar uzanabilecek bu yeni süreç, yakında daha büyük temizliklerle hızlandırılacaktır.
Siyasal islamcı iktidarın önündeki en büyük engeller ortadan kaltığına göre, Suriye ve Irak mehzep çatışması temelinde dışa yayılma süreci başlayacaktır. Komşu ülkeleri işgal etmek için adeta yanıp tutuşan AKP iktidarı, Irak ve Suriye’nin iç işlerine müdahale etmeye bu anlamda hız verecektir. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de bir mezhep savaşına oynadığını gösteren somut kanıtlar var. Nitekim, Türkiye bölgede gelişecek bir mezhep çatışmasına seyirci kalmayacağını, bizzat başbakanın ağzından açıkça ilan ediyor.
Taksim gezi eylemleri ile açılan yeni süreç, Avrupa’da faaliyet gösteren onlarca tarikat ve cemaati zor duruma düşürdü. Çaktırmadan her tarafa sızan, her yıl milyarlarca kara parayı Türkiye’de aklayan ve AKP rejiminin bel kemikleri olan Avrupa düşmanı politik islamcılar, Erdoğan ve diğer sertlik yanlılarının yaptıkları hatalar ve verdikleri açıklar yüzünden problemli bir döneme girdiklerini sezdiler. Avrupa’ da şimdiye kadar uyuttukları salon sosyalistlerinin, sözde Hiristiyan demokratların, bunak yöneticilerin bu yüzden uyandıklarını, kendilerinden şüphelenmeye başladıklarını ve zaman içerisinde verdikleri destekleri bırakacaklarını anlamaya başladılar. Avrupalıları kandırmak için, sözde ılımlı geçinen, bazı bürokratları maskeleme olarak kullanan politik İslamcılar, yıllarca, aşırı sağcı politikaları, solcu kılığına girerek, aşırı dinci politikaları, kardeşlik ve dostluk yalanları ile gizleyerek güçlendiler. Sadece Almanya’ya, 35 yıllık bir zaman dilimi içerisinde 9 000′ den fazla cami veya mescit kurdular. Her taraf kuran kursu ile dolup taştı… Bütün Avrupa şehirleri, bebeklerden başlayarak beyin yıkama faaliyetleri yürüten binlerce organizasyon tarafından adeta parsellendi. Avrupa ülkelerini din, Allah hizmetleri vs.. yalanları ile kandırarak milyonlarca sübvansiyon alan ve örgütledikleri insanlardan aldıkları haraçlarla büyüyen bu tarikat ve cemaatler çetevari yatırımları da yaparak devleştiler…
Avrupalılar bu türden beklenmedik yapılar karşısında adeta aciz kalmışlardı. Her istediklerini koparıp alan, 100 000 lerce insanı kontrol altında tutan politik islam’a karşı bir alternatifleri olmayan zavallı politikacı ve dini liderleri en sonunda yine onların kanı ile beslenen AKP uyandırdı. Avrupa Parlamentosu’nun açıklamasını ‘Avrupa’yı tanımıyorum’ diye reddeden Erdoğan, sürece yeni bir yön verdi, artık işler eskisi gibi yürümeyecektir. Bu işin Viyana’sı da buraya kadar!
3 000 civarında Türk’ün yaşadığı bir İsviçre kasabasına 7 tarikat ve 6 politik organizasyonla toplumsal piskoloji kuran, Türk islam sentezi adı altında Irk Din mafiası oluşturarak milyonlarca inanı haraca bağlayan tarikat ve cemaatler, her ağacın kurdu kendisinden olur misali, hiç beklemedikleri yerden ilk darbelerini aldılar.
TÜRBAN BİR ÜNİFORMADIR.
Türban bizim üniformamızdır ( N. Erbakan)
Türban bir “tekgiyim”dir (üniformadir). Onu giyen kişi, sizin yüzünüze bagırarak: “ben islamcıyım!” der…
Erdoğan’ın malları mülkleri olan Kadınların esareti yeni aşamaya giriyor: Türban, çarşaf üretimi son 7 yılda %800 artış gösterdi.
Kadınları, İslamcı militan yetiştiren bir çeşit yumurtlama makinesinden farksız gören R. T. Erdoğan onları aşağılamaya devam ediyor. Erdoğan, İslamcı gericiliği cesaretlendirerek büyük şehirlerde dahil olmak üzere, Türkiye’deki siyasal ve toplumsal manzarasını değiştirmeye hız verdi. Bazı hükümet daireleri çalışma programlarını namaz saatlerine göre düzenliyor ve tamamen gerici bir önlem olarak liselerde erkek ve kızlar ayrılıyor. Müslümanlar için Ramazan ayında lokantalar alkol servisini durdurmaya devam ediyorlar ve polis alkol ve sigara içtikleri için insanları vahşice avlamaya hız verdi. Yakın Doğu’da yükselen siyasî İslam’ın etkileri peçe ve başörtüsünün giderek yaygınlaştığı İstanbul’da bellidir. Bugün, herhangi bir tür örtü, Türk kadınlarının yüzde 70’ından fazlası tarafından takınılmaktadır.
İnsanların yatak odalarına girip yapılacak çocuk sayısını belirleyerek, henüz doğmamış çocuklara dahi musallat olmaya çalışan AKPliler, ” ne kadar fazlası olursa, AKP o kadar uzun yaşar” felsefesi ile, “zorla evlendirilen,görücülük vs..usulleri ile evlenme veya çok eşlilik” şeklinde devam eden islami doyumsuzluğun çeşitli şeklillerini kuvvetlendirerek kadınları bütün tahakküm araçlarının karşısında yapayalnız ve savunmasız bırakmaktadır.
Bu örtülerin arkasında daha büyük bir drama yaşanıyor! AKP iktidarı 12 yılına girerken kadın cinayetleri ve şiddet, taciz,tecavüz, çocuklara yönelik cinsel istismar dikkat çekici oranda arttı! İşte rakamlar ve oranlar: 2002-2013 yılları arasında kadın cinayetleri oranında % 4100 artış olduğu belirtildi. Bakanlık, 2002-2013 yılları arasında fuhuş suçlarının % 620, ırza geçme ve çocuklara cinsel taciz suçlarının %925 arttığını belirtti. her gün en az 325 kadın şidette uğruyor. TÜİK verilerine göre 2002 yılında kadın cinayet sayısı 66 iken 2013 yılında bu sayı 3550 ye çıkmış kısaca 2005 – 2013 yılları arasında kadın cinayetleri sayısı 7.190 olmuş. aynı yıllar arasında 5074 kadın tecavüze uğramıştır. Ayrıca; fiziksel ya da cinsel saldırıya uğrayan kadınların % 188’inin bunu gizlediği belirlenmiştir.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013 Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre Türkiye 134 ülke arasında sondan 4. sıradadır ve AKP iktidarında devamlı bir gerileme göstermiştir. Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarına göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 90 artış yaşandı. 2002-2013 yılları arasında, 300 binin üzerinde kadın cinsel saldırıdan mağdur oldu. 2013 yılının ilk 6 ayında 600 kadın, 69 çocuk ve 5 bebek öldürüldü. 338 kadına tecavüz edildi, 375 kadına ve 35 bebeğe şiddet uygulandı ve 671 kadına taciz uygulandı.. Şimdi AKP rejiminde Başı kapalı kadınların sergilediği görüntünün ardında korkunç işsizlik ve yoksulluğun damgasını vurduğu, barbar, yüzyıllarca süren kadın karşıtı uygulamaların içine kilitlenmiş geniş bir ülke bulunmaktadır. Siyasî İslam’ın güçleri, Türkiye’nin yazgısını kimin şekillendirip, kazançlara el koyacağı hesabını yaparken kadınları da birer savaş malzemesi olarak kullanmak istiyorlar.
Erdoğan ve İslamcı kadın gruplarının iddialarının tersine, örtü “dinî özgürlüğün” uygulanmasının bir örneği veya bir tanrıya adanmışlığın göstergesi değildir. Hristiyanların haçı veya Yahudilerin takkesi gibi sadece dine üyeliğin gerici bir simgesi de değildir. Örtü, kadınların erkeklere boyun eğmelerinin fiziksel simgesidir; onların ast konumlarının sürekli, dayatılmış teyididir. Gerici şeriat yasalarının (İslamcı hukukun) kadınlara dayattığı tecrit edilmenin (inzivanın) evin dışına uzantısını temsil etmektedir.Kadının bedenini örtmesini ilginç bir kültürel özellik veya sadece bir giyisi “seçimi” olarak göstermek saçmalıktır. Başörtüsü, bedene hapishane olup altındaki giyeni boğan çarşaftan veya peçeden daha az eziyetli olabilir, fakat bunların hepsi kadının tam olarak insan olmayıp mülk olduğu görüşünü yansıtıyor. Örtü (ve peçe), İran, Suudi Arabistan ve bunların ötesinde faaliyet gösteren gerici İslamcı güçlerin toplumsal programının çarpıcı göstergesidir ve kadınlar için tam kulluktan aşağı bir anlama gelmemektedir.
Baskıcı ülke yönetimlerinin simgeler ve sembollerle sürekli olarak yapılacak propagandaya büyük ihtiyaç duydukları gerçektir. ”yavaş, yavaş” ninileri ile ilerleyen AKP’de bir kaç göstermelik vekil dışında, basında ve diğer yerlerde AKP için çalışan bütün kadınların türbanlı olmaları, Erdoğan’ın Askeri şura toplantısında masalarda ki suyu kaldırtması, generallerden buna karşı çıt çıkmaması, İslamizmin restorasyonunda gelinen süreç hakkında bir indikasyon vermektedir.
Camileri dama taşı, minareleri süngü, imam hatipleri de arka bahçesi olarak gören bir zihniyetin bütün okullara girebilmek için kullandığı siyasi bir işaret olan türban, iddia edildiği gibi masum bir başörtüsü değil. Bu yeni üniformadır. Siyasi bir üniforma olarak kullanılan türban, tek tip bağlama şekliyle takan herkesin aynı görünmesini sağlar ve bir yere aidiyet belirtir.
Türkiye’nin temel sorunu olan bu Kadın istismarı ve kadına karşı şiddet aşırı bir artışı devam ederken, baş sorumlunun kadınlar üzerinden siyaset yapması, onlardan daha fazla çocuk doğurtmak için kışkırtmalara devam etmesi bunu İslamcılık için bir mücadele metodu olarak ele alması esef vericidir.
Nüfus patlamaları yoluyla hegemonya kurmak, başka toplumlar üzerinde baskı, onların yaşam alanlarına, sayısal güç, yapmacık çoğunluklar yaratarak müdahale etmek, bilindiği gibi ilkel çağlara tekabül eden ve Osmanlı’ların da başarı ile uyguladıkları bir politikadır. Bütün Anadolu toprakları, bu strateji ile yaratılan yapay çoğunluklar sayesinde etnik temizliğe uğramıştır. Anadolu’nun bütün yerlileri yokedilerek, ucube, dejenere yeni bir millet yaratılmıştır.
İslamcı güçler ele geçirecekleri yerlere, önce fakir fukara adı altında göçmenler sokar, arkasından da yağma ve talan için seferlere başvururlardı. Araplar’ın bir kaç kabile ile başlattıkları bu yayılmacılık taktiği günümüzde biçim değiştirerek devam ediyor. Sonradan İslam dinini yayma adı altında yağma ve talancılığın öncülüğünü üstlenen Osmanlılar, ekarte ettikleri milletlerin çocukları da ellerinden alarak, devşirme sistemince onları Türk Müslüman yaptılar.
R.T. Erdoğan, bu devşirme silahına sahip olmadığı için belki de yanıp tutuşuyor ama o ortalığı kuru kalabalıklarla doldurmak için, hayranı olduğu padişahlardan daha fazla olanaklara sahip..! Erdoğan, doğum başına vereceği yardımı çoğaltmaya hazırlanıyor: ”…en az 3 çocuk yapın, doğurun, doğurun, daha fazla doğurun, bu yolda her şey mubahtır, ne duruyorsunuz, biz bunu boşa mı söylüyoruz”, diyen Erdoğan’ın, sanki damızlık bir millet yönetiyormuş gibi, başka ülkelere kaçmak için çırpınan, karnını zor doyuran milyonların yapacağı çocukları ne yapacağı, bunları nerelerde kullanacağı bir bilmeceye dönüştü! 1965 lerden itibaren en az 16 milyona yakın türk kendi topraklarını terkederek başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine yerleşti. Bu sayıyla Türkiye insan ihracatı listesinin başında durmaya devam ediyor. kendi insanını hangi nedenden olursa olsun, başka ülkelere göçe zorlayan bir sistem, din, ve kültürü terketmemek, kaçanları elde tutmak için gerekli önlemleri almak yerine, daha fazla kaçacak insan yaratmak için zorlayıcı veya teşvik edici tetbirlere başvurmak, daha çok insanın kafasını karıştırmaya başladı. tabii olmayan bir yolla, yapay metotlarla üretilen bu kalabalıkların geleceği ne olacak ki? Ya askere gidip mayına basacak, ya kahvede akşama kadar okey atacak, ya da başka ülkelere kaçacaklardır…
Türkiye, yüz karası insan ihracatında dünyada 1. sırayı tutmaya devam ediyor!. Ekonomi gelişiyorsa Migrasyonun durması gerekmez mi?
Avrupa’ ya milyonlarca cahil cuhul insan ihraç edilmiş, bunlar yarli halklara düşman olarak örgütlenmiş, kadınlarına Türban veya benzeri üniformalar giydirilerek, mevcut toplumla kaynaşmaları yasaklanarak, karşıt bir güç olarak ortaya çıkarılmışlardır. Bu rezalet duruyorken AKP yöneticileri daha çok çocuk yapın demeye devam ediyorlar! Erdoğan, bu çocuk doğurtma savaşını, sidik yarışına dönüştürdü. Erdoğan’dan önce bu konuyu en ciddi şekilde devlet stratejisi yapan Alman Nazi lideri Hitler olmuştur.
Esasen bugün Erdoğan’ın Türkiye’de uyguladığı ”çocuk parası, yardımı”, ilk defa Hitler tarafından, ”üstün ırk” diye tanımlanan Alman ırkının üstünlüğünü sayısal anlamda korumak ve dünyayı ele geçirmek için uygulanmıştır.
Aynı şekilde, Erdoğan’ın sık sık bağırarak tekrarladığı, ”tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan…” sloganı da, Alman Nazi’lerinin ana sloganlarından bir tanesidir.
Bu noktadan da anlaşılacağı gibi, Erdoğan’ın temsil ettiği Milli Görüş ideolojisi, Arap Milliyetçiliği olan İslamcılık ile Alman Irkçı nazı ideoljisinin bir karmasıdr.
Farklı ideolojiler, nüfusa da farklı biçimde bakar. Mesela İslamcı milliyetçilerin kafası, “Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye” şeklinde çalışır.
Ne var ki bu, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir fikirdir. Orduların kafa kafaya geldiği, sayısı fazla olanın genellikle savaşı kazandığı bir dönemdi o… İleri teknoloji ve nükleer silahlar bu bağlantıyı çoktan kopardı. Gökyüzüne hâkim misin, uzaya hâkim misin, Biz 76 milyonla yakar yıkar demekle bir yere gidilemez.
TSK’nin, “Güçlü Ordu = Güçlü Türkiye” denklemi nasıl yanlışsa, Irkçı islamcı milliyetçiliğin “Büyük Nüfus = Güçlü Türkiye” denklemi de yanlış…
AVRUPA’YA GİRİŞ SORUNU!
Asker doğan savaşçı fertler, non-stop savaş ideolojisi ve piskolojisinden kurtulamayan bir kültür yapılanmasıyla sivil bir topluma entegre olmak doğal olarak zordur. Avrupa’ya düşmanlık edilerek oraya girilemez, kültürünü, yaşam biçimini beğenmediğin, sana tamamıyla ters düşen bir sisteme bağlanman tabiata aykırıdır. Çin, İslam birliğine üyelik müracaatında bulunmuyor, Kendisine has bir kültürü olan Japonya AB ülkelerine, üyelik için yalvarmıyor!, Suudi Arabistan, sosyalist bir pakt için can atmıyor. Peki dinci Sunnici AKP’nin, kendi idolojisine zıt bir sisteme yamanmak için çırpınması ne ile açıklanabilir?
AKP’nin kurmaya çalıştığı, başkanlık sistemini de esas alan yeni islam rejimi, diktacı yetkilerle donatılmış bir tek adam rejimi olacaktır. Bu tek adamın, yani Erdoğan’ın siyasal olarak Türkiye’yi düzenlemesine imkân sağlayan bütün temel direklerinin kurulması sürecinin, yalan ve palavralarla, Avrupa’ ya ”demokratikleşmek süreci” diye tanıtılması, bir taktiktir.
Dünyada bir sürü paktlar var ve yenileri de sürekli oluşma halindedir. Avrupa kültürüne zıt bir kültürü Türkiye’de hakim kılmaya çalışan AKP rejiminin, o pakta girmek için çırpınmalaraı iki yüzlülüktür. Avrupa Birliği oluşumu sadece bir kaç tefecinin, kap kaçtının, çalıp çırpmalarını düzenleyen bir sistem değil, ondan daha önemlisi ortak bir mentalite birliğine gidiş projesidir.
Buraya üyelik için baş vuran veya girmek için çalışma yapan ülkeler, iki yüzlüce, hem tam tersine gidip, hemde ”almıyorsun beni işte…’ diye ortalığı velveleye vermiyorlar.
Türkiye’de Avrupa’i olan ne varsa onu kökten silme açılımı yapan AKP’nin bu üyelik çığırtkanlığı şaibelidir.
Avrupa ülkeleri şimdilik bu tarikat ve cemaatlere, milyonlarca kandırılmış cahil insana müsamaha gösteriyor diye, oraya istila için girme heveslerine kapılmak büyük bir tuzak olabilir.
Demokrasiye sahip ülkelerin kalbi olan metropollerine binlerce Cami, mescit kurulmasına, on binlerce dinci militanın kitlelerin beyinlerini yıkayarak örgütlemesine izin veriliyor, her tarafa kuran kursları açılıyor, ezanlar yüksek sesle okunmaya başlanıyor diye, Avrupa’yı Sunni İslam’la ele geçirme hayallerine kapılmak için zamanın henüz erken olması gerek…!
Bu da AKP’ nin 5.kol olarak doğan Müslüman askerlerinin taktiği olsa gerek!
AKP, Milli Görüş örgütü temelinde esasen hem teorik hem de pratik anlamda Avrupa kültür ve tarihinin, değer ve yargılarının, onun en temel yaşam şekillerinin karşısındadır, tek bir ortak noktaları bile yoktur: kiliseleri Camilere çevirmek istiyorlar, Avrupalıların kıyafetlerinden tutun, yiyeceklerine, kadın-erkek ilişkisinden, muzik ve sanata, normal Avrupalı’nın en basit yaşam şekline karşılar. Bu haliyle 180 derece tezatla, hangi birliktelikten bahsedilebilinir!
AKP’yi kuran tarikat ve cemaatler Avrupa’ya düşmanlıklarına devam ediyorlar. Milli Görüş tarafından Avrupa toprakları üzerinde örgütlenen kitleler, Avrupa halkına kin ve nefret kusuyorlar! Erdoğan’ın ”daha fazla çocuk, daha fazla doğurun..” kışkırtmasıyla iyice çoğalan ilkel kitleler tatamıyla İslamcı ırkçı tarikat ve sözde sivil örgütlerin denetminde getto adacıklarına dönüşüp, Hünkar’ın şanlı girişini beklemekten başka bir hareket yapamıyan robotlara dönüşmüşlerdir. Bu haliyle İslamcı akımların çatı örgütü olan AKP’nin Avrupa topluluğuna düşman olarak girme düşüncesi söz konusudur. Cahil, şartlanmış Müslüman kitle iç güdüsel olarak bir yerlere doğru gidilmesi gerektiğinin farkında, ama bunu Erbakan gibi dürüstlükle söyleyemiyorlar. Erbakan, Avrupa’yı resmen tehdit ederek, ” biz Roma’yı içerden fethetmek için geliyoruz..” demişti. Avrupa’da doğup büyüyen 3. 4. kuşakları ”askerli parası” diye adlandırılan haracı ikiye katlayarak ipotek altına alan AKP, eski militaristleri geride bıraktığı gibi, Avrupa’ya aslında neden girmek istediğini saklamaya devam ediyor!.
Hem yaygınlaşan İslamcılık tehlikesini alevlendirecek, hem de beni bir an önce al diyeceksiniz!
Suriye’de devam eden, Sunni devletler tarafından körüklenen mezhep kavgasına tam hızla giren Türkiye, kısa sürede çatışmanın askerileşmesine hız vermek için El Nusra örgütünü, Antakya’dan eğitip yönlendirirken, diğer cihatçı örgütlere de lojistik desteğini sürdürmektedir.
Cihatçıların Libya-Suudi-Suriye hattı ile Katar’ın cihatçılara silah ve para desteği de AKP’nin denetiminde Türkiye üzerinden gerçekleştiriliyor.
AKP ile yakın temasta bulunan cihatçılar Suriye’de Sunni bir rejim kurmak için saldırılarını MİT ve TSK’ in özel harp dairesi denilen ve şimdi adı ”çevik kuvvetler” diye değiştirilen birimleri desteğinde artırmaya devam etmektedirler…
Aynı şiddet yanlısı İslam’cı politik örgütler, Avrupa ülkelerinde, özellikle İngiltere, Almanya ve Fransa’da resmen birer tehlike haline geldiler; Örneğin çoğunluğu Protestan olan İsveç’te Müslümanlar’ın sayısı Katolikler’den üç kat fazladır. Şu an Avrupa topluluğu içinde 58 milyona yakın insan uluslararası politik İslam’ın avucunda, gece gündüz devam eden beyin yıkamayla Avrupalıları ürkütücü bir tehlike olarak hızla büyümeye devam ediyor.
İşte hızla çoğalan bu kara cahil kitleler, Avrupa ülkelerinde görülen nüfus azalmasına paralel olarak, daha fazla alan kazanıp, yaşadıkları topluma cepheden tavır alarak onun birer düşmanı olup çıktılar. Örgütlenmeler ilk etapta cami dernekleriyle başladı ve genişleyerek devlet kurumlarını da sardı. 1960’lı yılların başında Almanya’da sadece üç cami varken şimdi cami sayısı AKP’ nin de kışkırtması ile 9 bini geçti. Arap ülkeleri, pakistan, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika’dan akın akın Avrupaya yığılan Müslümanlar, uygarlığın verdikleri nimmetleri kötüye kullanarak hızla örgütleniyor, sözde terk ettikleri ülkelerin kültürüne daha sıkı sarılarak, kendilerini buralara süren hükümetlerinin desteğinde tahribatlarına devam ediyorlar.
Şimdi bu durumda, tehlike olarak görülen bu ortamın en büyük mimarlarından biri olan AKP rejiminin truva atı gibi, bütün hatları yarıp, Avrupa’yı, geride hazır bekleyen 100 milyonlarca İslamcı’ya yemlik olarak sunması stratejisi kendisini ele veriyor…
Erbakan’ın oğlu tekrar ediyor: ”..Mücahit Erbakan tezarühatlarıyla kürsüye gelen Fatih Erbakan, bir saati aşkın salona hitap etti.Necip Fazıl’ın ” surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!Ey kahpe rüzgar, ne yandan esersen es” dizelerini hatırlatarak, “şuurlu, samimi ve sadık bir toplantı olan bu toplantı, ikinci 40 yılın şahlanışıdır” dedi.Erbakan, şöyle konuştu:”Milli Görüş’ün misyonu, sadece oruç tutarak sadece namaz kılarak, bir hayır kurumu gibi çalışmak değildir.Avrupa’da bir çalışma olacağı zaman bunun Almanya’dan başlaması çok doğal çünkü insanlarımız burada neredeyse bir Belçika Hollanda kadar nüfus yoğunluğuna ulaşmış durumdalar. Almanya bizim olacaktır…” Görüldüğü gibi AKP’nin politik ideolojik motoru olan bu Milli Görüş, mazlum fakir işçi, iş arayan saf göçmenler, dinine sadık iyi vatandaşlar adı altında resmen 5.kol olarak örgütleniyor… Erdoğan’ın non-stop çocuk yapma taktiği esasen bu hedefe yöneliktir. Türkiye’de milyonlarca işsiz varken, çocuk istemeyen kadınları aşağılayan Erdoğan, ”.. siz merak etmeyin, Allah için en az 3 olsun,.., AKP olarak ekonomik mucizeler yaratıyoruz.”, diyerek Milli Görüş ideolojisine biraz diplomasi katıp 2071 parolası altında eski Osmanlı hedefinden vaz geçmediklerini vurguladı.
Avrupa’ya sokulan Milyonlarca kara cahil kitle ise ”giriş, çıkıştan”: ”…Bundan sonra Türkiye’de ve Dünyada Muhammed Ali Fatih Selim Erdoğan rüzgarı esecek inşaallah. En yakın zamanda Erdoğan’ı Avrupa Birliğinin başında görmek istiyoruz. Allah’ın rızkıdır…” ”, diyerekten, sabah Camilerine girecek, akşam ise çıkacaklardır. Kafirin malı yemekle bitmez!
Zavallı Avrupa halklarının bu yiyicilerden çekecekleri var: Berlin, Paris, Brüksel, Viyana, Londra vs.. artık uygarlık yerleri değil, İslamcı tarikat ve cemaatlerin üniformalarını taşıyan, rütbeleri, yıldızları, Türbanlarının bağlanışı ile simgelenen yağma ve talancıların korkunç yıkım sürecine sokulan, uygar insanların boşalttıkları alanlara dönüşen birer kenttirler artık…
Sevgi ve Saygılarla
Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey
———————————————————————-
Esin Duran,
Selda Suner,
N. Gök,
Ferdi koçkar
Yeliz seren
S. Aktaş
Pelin Moda,
Bedri Engin,
Nazmi Dogan,
Sevda Suner
Sezer Aşkın,
H. Datvan,
Salih Demir,
Nizamettin Duran
A. Demir
Melahat Baykara,
ismail çekmez.
Aydin Nizam
Uğur Demir
Ismail B. Cenk,
Tekin Balkic
Selma Altuntaş,
Murat Koç
Filiz Serin,
Nedim Serin,
Vedat Koçak,
Salih Birdal,
Erdal Cömert
Ismail Bulak
Ahmet Meriç
Mustafa Gur,
Hasan Zafer
Bahar Ünsal
Osman B.
Ayse bahar
Metin Maslak
H. Maslak
Dilek Solak
zeynep içkaya
Sevda maslak
Sercan Gezmiş
Aynur Balkaya
İpek Doğan
Nazım Doğan
Murat Doğan
esin erkan
Beyhan erdem
n. erdem
İsmail Deniz
Ayten BARAK
Ugur Birdal
Ahmet Tan
Yıldırım Kongar
Selma Kongar
Birol Aytekin
Hatice Gül
Ibrahim Erkin
Kemal erdem
Rıza Akdemir
Mehmet Coskun
Hüseyin demir
fethi killi
Yeliz Ender
Mustafa Ender
Ugur Basak
Kemal Dektaş
Ayten Ilkdal
Nuri Aktanır
Metin Koc
Sevgi Ender
Burhan Kulakçı
Oğuz Duran
Burcu Kanter
Aysel kanter
Erol kanter
Layla SOLGUN
M. Oktay
Kemal Aktas
Yelda tekinoglu
Orkun Keskin
T. Vural
Oğuz şen
Nur Şen
Ismail çaykara
Burhan Orkal
D. Kahan
Seher Yıldız
Esra akkaya
Mehmet Uzan
Yeliz IŞIK
Seyhan İlknur
Osman Çekiç
esma yıldız
Murat Çetindal
Ali OkyarMusa Tekin
Aslı Birdal
Nazmi Doğan
İnci Gür
L. Okar
Mustafa Karkaya
Omer Aytac
Mürsel Bozkır
Zeynep Şengül
Gülcan Iğsız
Murat Nidar
şemsi Kaya
Ayten Ekşi,
Eda leman
nermin ışıl
D. Polat
Kadir Erdem
Serdar OKTAY
Mehmet Özdemir
Mustafa Erkan
Nuri AKTAS
Emine AKTAS
O. Kadir Ergun
Metin Kurca
Sedat Isiklar
Filiz Bag
Kadir Baskale
Sevim Varlik
Hasan Mesut Akkaya
Necmi Guler
Erhan Isguz
Meral Okur
Bilge Okyaz.
Kemal Koç
L. Mirakoğlu
Oktay Kızılcık
Mehmet Yavuzgil
Erdal Polat
Hüsnü oktay
k. Sankay
Ahmet tekin.
Semra Kaya
Mustafa Çiçek
Kayhan Göçkaya
Erdal Solgun
Mehmet Solgun
Esra Solgun
N. Altik
Oguz Karakış
Leyla Mert
Işık mert
D. Öksüz
Erdem Yılmaz
Ayse Eltan
S. Guner
M. Deniz Ok
Mehmet İnce
Huseyin Cinar
Meltem Cinar
Berk Cinar
L. Demirkaya
Huseyin Çilek
Ayten Irmak
D. Okdere
Ali Uskan
Berdan Temiz.
H. Baskale
Murat Gülay
Esra Gülay
Mustafa Akyol
A. jale Kol
M. Kol
Tamer Oktay
Aslan Burukoglu
I. Demir
Nurettin Akdal
Uzan Kara
ismail Igdır
Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
Nuri Şen
Hasan.Y. Balci
Mehmet Yucel
İsmet C. Koray
salih Söğütlü
Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
Ali Dem. Sarahoğlu
***********************************************************************
TAKSİM’E VE ÇAMLICA’YA CAMİ İSTEMİYORUZ. YENİ SULTANLARA HAYIR!
İMZA KAMPANYASINA KATILALIM…
http://www.change.org/petitions/başbakan-yuksek-bina-yapmayın-demis-peki-ya-camlica
Çamlıca ve Taksim’e kazma vurmanıza rızamız yok, bu sizi ilgilendirmiyor mu? #Camlica – Kampanyaya İmza Ver!
Kampanyaya İmza Ver