DİNAMİT OLUN! (Serkan Engin)
“Ben insan değil bir dinamitim” Frederich Nietzche
Kralların kıçını koyduğu altın yaldızlı bir kubur olmaktansa, o sarayı kendimle birlikte havaya uçuran bir dinamit olmak isterim ve olurum da her ne istersem, çünkü ne olduğumuz sadece bize bağlıdır, ne olabildiğimiz ise iradi seçimimiz kadar yeteneklerimiz ve nesnel koşullar ile ilintilidir. Mesele, olmak istediklerimizi seçerken, irademizin dışındaki parametreleri de kavrayabilmek ve seçimlerimizi buna göre yapmaktır. Aksi takdirde hüsran kaçınılmazdır.
İçinde bulunduğumuz her durum, iradi seçimlerimiz ile nesnel koşulların bir bileşkesidir. Ne tek başına iradi seçimlerimiz belirleyicidir ne de nesnel koşullar.
Aynı ülkede, aynı şehirde, aynı evde, aynı ailenin bireyi olan iki kardeşi ele alalım. İkisi de aynı nesnel koşulların ana şemsiyesi altında doğup büyüyüp gelişiyorlar. Yani kişiliklerinin oluşumunu etkileyen birincil etmen olan aile aynı; içine doğdukları coğrafyadaki ideolojik, dini, ulusal, etnik, dilsel ana şemsiye de aynı. Peki bu iki kardeş, yetişkin çağa geldiklerinde nasıl biri faşist diğeri de sosyalist olabiliyor. Sadece farklı okullarda okuyup, farklı insanlarla tanışmaları ve bu kişiler üzerinden farklı ideolojilerden etkinlenmeleri, tek başına sorumuzun yanıtını karşılıyor mu? Yoksa, daha ötesi mi var? Bakalım şimdi;
“İnsanların maddi koşullarını belirleyen onları bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler”, diyor Karl Marx.
Kesinlikle doğru, ama eksik. Elbette nesnel gerçeklik insan bilincinden bağımsız olarak vardır ve bu koşullar bireyin bilincinin belirlenmesinden etkendir, ama sosyalist birey kendini kuşatan nesnel gerçekliğe rağmen, kendi kişiliğinde devrim yaparak kendini inşa edebilen bireydir. Yoksa kapitalist üretim ilişkileri ve onun üst yapı kurumları ile donanmış bir toplumun, sadece kapitalist bireyler üretmesini beklememiz gerekirdi, yani sosyalist bireyler olmamalıydı böyle bir toplumda o zaman.
Bireyin neliğini belirleyen, nesnel koşullar ile kendi eylem tercihlerin bileşkesidir. Bu eylem pratiği en az nesnel koşullar kadar -hatta kendini sosyalist birey olarak inşa edebilen birey için çok daha fazla olarak- bireyin neliğini belirler. Sosyalist birey ise nesnel gerçekliği dönüştürme derdinde olduğuna göre, sosyalist bilinç de bu dönüşüm bağlamında maddi koşulları belirler. Değişmekte olan maddi koşullar da başka bireylerin bilincinin belirlenmesine katkıda bulunur. Yani nesnel ve öznel gerçeklik karşılıklı etkileşim içindedir. Bir yandan maddi koşullar bireyin bilincini belirlerken, bir yandan da birey bilincinde yapacağı sıçramalarla maddi koşulları belirler.
Kimi altın yaldızlı kubur olmayı seçer, konformist çıkarları için, kimi ise konformist çıkarların hepsini insanlık onuru için elinin tersiyle iter ve kendini patlatıp öldürmek pahasına, insanı ezen, sömüren erk odaklarını yıkmaya çalışır. Bunu kalemiyle yapar, sendikal mücadeleyle yapar, muhalif resimleriyle yapar, “mahalle baskısı”na kafa atarak sokaklarda hemcinsi sevgilisiyle el ele gezerek yapar, doktorluk diplomasının, ailesinin, memleketinin boynunu bükük bırakıp devrim için dağlara çıkışıyla, kentlerin damarlarına karışmasıyla yapar, kız çocuklarının okutulmasının ayıp sayıldığı bir kasabada ve çağda, tek başına kızını okula yollamaya direnmekle yapar, “gölge etme başka ihsan istemem” diyerek mülkiyetçiliği hiçleyerek yapar, …yapar da yapar, kendi yetileri ve olanakları ölçüsünde, yeter ki istesin.
Kuburlar uzun, rahat bir ömür sürer, ama sonunda çürür ve yok olur giderler, kimse anımsamaz bile onları. Oysa saraylar yıkılsın diye patlayan her dinamit birileri tarafından anımsanır. O sarayın yerine yenisi yapılsa, kralın yerine yenisi gelse de, bu eylem, birilerinin bilinç sıçraması yapmalarını tetikleyen bir model olur, toplumun ve tarihin önünde.
SERKAN ENGİN
KASIM 2010