Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Diktatörlükler ve Diktatörler…

Rejimler, Totaliter Devletçilik-otoriter Devletçilik

 

 

Son zamanlarda RTE’nin muhterem katkılarıyla yükselen diktatörlük tartışması iyice sarpa sarmış görünüyor.

Tartışılan konunun ne olduğu iyi anlaşılmazsa o konuda bir netleşme de beklememek gerekir.

Tartıştığımız konu, rejimin niteliği değil, RTE’nin ya da kişiselleştirmeden ifade edecek olursak AKP’nin bugünkü yöneliminin niteliğidir.

Bu, fezadan dünyanın fotoğraflarını çekmeye benzer. En uzaktan çekilen fotoğrafta, dünya evrendeki milyarlarca küçük noktadan biridir. Biraz daha yaklaşırsanız, onun küçük bir uydu, daha da yaklaştığınızda üzerinde farklı renkler olan bir küre olduğunu görürsünüz. Yakınlaşma sürekli bir hal aldığında, denizler ve karalar belirir ve bu yakınlaşma bir canlının tek bir hücresinin iç yapısına veya sonsuza kadar uzanabilir. Mesele, dünyanın fiziksel özelliğini hangi yakınlıktan tahlil edeceğinize bağlıdır.

Belli bir uzaklıktan bugünkü dünya düzeni içinde yer alan rejimlerin fotoğrafını çekelim. Sonuç: Dünya kapitalist sistemine bağlı diktatörlükler bütünü. Elbette bu diktatörlükler, dünya kapitalizm çarkının dişlisi olan sınıfsal diktatörlüklerdir. Biraz daha yaklaşıp Ortadoğu bölgesinin fotoğrafını çekelim. Türkiye de dâhil, bir kısmı parlamenter seçimli otoriter diktatörlüklerdir. Bir kısmı, petrol zengini şeyhlerin diktatörlüğü, çok azı da, eskinin kalıntısı totaliter diktatörlükler.

Kameramızı yeniden yukarı çekip global olarak bakacak olursak, ABD, Avrupa ve Avusturalya’da çoğulcu parlamenter sınıf diktatörlüğünün egemen olduğunu görürüz ki, buna burjuva demokrasisi de denmektedir. Türkiye, Rusya, Brezilya vb. ülkeler burjuva demokrasisine dayanan burjuva diktatörlüğünden çok, oligarkların otoriter rejimleri ya da diktatörlükleri olarak ele alınabilir.

Yine de bizim RTE ile ilgili olarak tartıştığımız, Türkiye’deki rejimin niteliği değildir. Bu otoriter rejim, aşağı yukarı 12 Eylül’le kurulmuş ve neo-liberalizm döneminde 30 yıldır Türkiye’nin egemen rejimi olmuştur. AKP’nin bu rejime katkısı, onu istikrarsızlıktan kurtarıp tek parti yönetimi altında ve İslami-otoriter bir diktatörlük şeklinde yürütmesidir ki, burada tartıştığımız bu bile değildir. Çünkü AKP 12 yıldır iktidardadır ve iktidarı 7 yıldır tekeline almıştır. Dolayısıyla AKP, bugün otoriter İslami-oligarşik diktatörlüğün yürütücüsü durumundadır. Ama yarın şu ya da bu şekilde iktidardan gidecek olsa, yerine gelecek olanlar bu oligarşik otoriter diktatörlükten tek bir taş dahi oynatmadan üstüne tüneyeceklerdir. Dolayısıyla tartıştığımız bu da değildir.

Nedir o halde?

Tartışmanın bu şahsın üzerinde yoğunlaşması tartışmanın ne olduğunu ortaya koymaktadır aslında. Kimse Osmanlı tarihindeki Yavuz Sultan Selim’in diktatör olup olmadığını tartışmaz. Bu, taşın taş olup olmadığını tartışmak kadar saçmadır. Ya da kimse yakın tarihte, bir sınıf diktatörlüğünün başında olduğu halde, İsveç başbakanı Olof Palme’nin diktatör olup olmadığını tartışmaz. Bu da kuşun taş olup olmadığını tartışmak kadar saçmadır.

Kimin diktatörlüğü tartışılır? Seçimle geldiği, “sandıktan çıktığı” halde diktatörce eğilimler gösteren liderlerin diktatörlüğü tartışılır. Örneğin, Putin’in, yakın zamanda Ukrayna’da bir halk isyanıyla devrilen Yanukoviç’in, geçmişte, diktatörlüğünü seçimle sürdüren Batista’nın ve bugün gördüğümüz gibi RTN’nin diktatör olup olmadığı tartışma konusu olur. Çünkü, “demokratik” olduğu iddia edilen, aslında otoriter olan rejimlerin başında bulunan bu kişiler, bu otoriter rejimin bile kurallarını zorlamakta ve iktidarı zorbalık yoluyla tekellerinde toplamakta ya da toplamaya çalışmaktadırlar.

 

Diktatörlük tartışmasının yanıltıcı bir yanı da, kişisel diktatörün her şeye muktedir olduğudur. Oysa bilindiği gibi, “Tanrı” bile her şeye muktedir değildir. O bile, “kullarına” otoritesini kabul ettirmek için dünyaya peygamber adlı “elçi”ler yollamak zorunda kalmıştı! Totaliter diktatörlüklerin zirvesinde mutlak kişisel diktatörlüklerini kurmuş Hitler ve Stalin de buna dâhildir. Onlar bile, kişisel diktatörlüklerini, diktatörlüğün çeşitli unsur ve kurumlarıyla belli uzlaşmalar yaparak yürütmek zorunda kalmışlardı.

Alalım Robespierre’i. Birkaç yıl Milli Selamet Komitesi diktatörlüğünün en tepesinde bulunmuş ve çok sayıda insanı, hatta Danton’u bile giyotine yollamıştı. Ne var ki, yarattığı korkunun kurbanı olmaktan kurtulamadı ve iktidarının zirvesindeyken Ulusal Kongre tarafından bir gün içinde devrilip giyotine gönderildi. Demek ki, bir mutlak diktatör bile, özel bir durumda genel bir meclisin kararıyla devrilip giyotine gönderilebilmektedir. Robespierre, boynunu giyotine uzatmadan önce, “ben diktatör olsaydım siz bunu yapabilir miydiniz” dese inandırıcı olur muydu acaba?

Abdülhamit’i alalım. Hepimiz Abdülhamit’i, “burun” ve “Yıldız” sözcüklerini yasaklayan, tüm toplumu hafiyeleriyle izleyen korkunç bir diktatör olarak öğrenmişizdir. Doğrudur da. Ama bunun doğru olması, onun Yıldız’daki sarayında “komplocu subaylar” tarafından her an devrileceği korkusuyla titremesine engel değildi. Ya da sürgüne gönderdiği muhaliflerine, çıkaracakları muhalif dergileri için el altından mali kaynak sağlayacak kadar zavallıca önlemler peşinde koşmasına da. Ya da orduyu ve toplumu pıtırak gibi saran “gizli” (lafta gizlidir bunlar aslında) örgütlerin karşısında çaresiz kalmasına da.

Bu örnekleri sayısız ölçüde çoğaltabiliriz. Bir kişi ne kadar kişisel diktatörlüğe yönelirse karşısındaki muhalefetin gittikçe fütursuz bir hal almasını ve kendini neredeyse açıktan ifade etmesini göze almak zorundadır. Rus çarları da böyle bir konumdaydılar ve zaten Çar, 1917 Şubat’ında küçük bir ayaklanmayla devrilip gitmiştir. Alman İmparatoru Kayzer de öyle.

Dolayısıyla, diktatörlerin, kendilerine karşı sesini gittikçe yükselten muhaliflerini işaret ederek “ben diktatör olsaydım siz böyle rahatça konuşabilir miydiniz…” türü nutuklar atmaları sadece ve sadece diktatörce tutumlarının daha büyük bir direniş doğurduğunun ve kendilerine karşı toplumun her yanından itirazlar yükseldiğinin itirafından başka bir şey değildir.

 

Gün Zileli

29 Mayıs 2014

www.gunzileli.com

gunzileli@hotmail.com

 

58 Comments

  1. fahri

    “Diktatorlukte hicbir sorun yoktur; sen diktator oldugun surece.”

  2. devrim kara

    Sen diktatör olmasaydın ; “ben diktatör olsaydım böyle konuşabilir miydiniz? ” diye sormazdın be hey gafil sermaye devleti memuru….

  3. ama ama...

    ama doğru; adam diktatör olsaydı kimse ona “diktatör” diyemeyecekti. oysa bundan çok daha feci laflar edebiliyorlar. “mezarına tükürecekler” diyeni de var, “asılacak adamsın ulan” diyeni de.

    bunları diyebilen cengaver yüreklilere ne mi oluyor? hiiiç… biri köşesinde yazmayı sürdürüyor, öbürü de “ip de fazla, kazığa oturtacağız” diye meydan okumaya.

    bu nasıl diktatörmüş yarabbi! gelen vuruyor, giden vuruyor… 🙂

    abdülhamid “burun” demeyi yasaklamış. bu kelimeyi yazan gazeteler sansürlenirmiş. ama şimdi “hırsız”, “katil” ne derseniz, artık sizin dağarcığınıza kalmış.

    bu arada abdülhamid ve nikola da diktatör değildi. onlar meşruti monarklardı. diktatörlük bir kavram olarak, cumhuriyet düzenine ait ve demokrasi kavramıyla birlikte ele alınan bir kelimedir.

    rte’nin gücü sınırlı. bunu kabul ediyorsun. o halde “sınırlı sorumlu diktatör” mü diyelim?

    “islamÎ-oligarşik diktatörlük” demişsin. bu parti iktidarında yeni içki markaları piyasaya sürüldü ve serbestçe satılıyor. yasalar düzenlenirken islam hukukuna dayanan bir madde mi girdi de haberimiz olmadı? islamî bir referans mı yapıldı yasaların girişinde? sadece söylemde dinî referanslar arttı. bu da kendisine bağlı bir kitleyi canlı tutmak amaçlı.

    ilerde bu yönde bir yönelim olabilir. o zaman bunu saptarız ve buna karşı mücadele veririz. ama şimdi bu yönde bir somut örnek bulunmuyor. varsa söyleyin, tartışalım. deyin ki şu şu somut olaylara ve eylemlere dayandırıyorum tespitimi. ama yok. sadece herhangi bir yozlaşmış burjuva düzeninde görülebilen türden örnekler verebiliyorsunuz. gazeteci atılması ve azarlanması… e buna benzer olaylar hep olmuyor muydu?

    en somut örnek arayabileceğimiz alan siyaset sahnesi. orada da yok. seçim sistemi, partiler yasası, siyasî mücadele yolları hep açık ve eskiye göre daha olumlu. hatta barajın kalkması bile gündemde.

    sol ve diğer partiler bir boşluğa yuvarlanmışsa ve bundan akp yararlanıp 8. kez seçim kazanmışsa bu akp’nin suçu olmasa gerek.

    “otoriter olan rejimlerin başında bulunan bu kişiler, bu otoriter rejimin bile kurallarını zorlamakta ve iktidarı zorbalık yoluyla tekellerinde toplamakta ya da toplamaya çalışmaktadırlar.” demişsin. buna örnek rica edeyim. rejimin hangi kuralını zorluyor ve nasıl bir zorbalık yoluyla iktidarı kendi tekeline toplamaya çalışıyor? mesela ne yapıyor?

    “kabalık” de, “uygun olmayan” de, “alışılmamış” de, “partiyi tek adam olarak yönetiyor” de. ama bunlara “üslup” diyebiliriz. bunlara bakarak senin tespitini doğrulamış olamayız.

    soruyorum: 12 eylül’de olduğu gibi herhangi bir dergi, gazete veya tv kanalı kapatıldı mı? cevap: gücü sınırlı değil, ondan.

    (aslında hükumet yanlısı iki kanala ceza verildi ve bu kanallar seçimlerden sonra bir süre sadece belgesel yayını yapmak zorunda kaldılar. ne diktatörlükmüş!)

    hangi siyasî parti kapatıldı? eskiden sürekli kürd partileri kapatılırdı ve yeni isimlerle yeniden açılırlardı. şimdi de isim değiştiriyorlar ama kendi istekleriyle.

    hangi önde gelen muhalif kaçırıldı, öldürüldü veya hapse atıldı? eskiden cezaevleri bunlarla doluydu. yakın dönemde ergenekon davası içinde pek çok muhalif içeri atılmıştı ama şimdi onlar da dışarda. şimdi, yani sizlerin diktatörlük suçlamanızın arttığı dönemde.

    dahası bir kürd uzlaşması gündemde ve silahların susmasının güvencesi olarak, çözüme yönelik hiç olmazsa dişe dokunur bir takım programların hayata geçirilmesi gerekiyor. bu da bir diktatörlük hevesine gem vuracak nitelikte bence. ama elbette tek adam olmak ve kalmak ister.

    ama istemekle olmak farklı şeyler, bilindiği gibi.

  4. Gün Zileli

    Ben 12 Eylül dönemini de 12 Mart dönemini de yaşadım. 12 Mart döneminde içerideydim, 12 Eylül döneminde aranıyordum. O dönemde de yayın organları vardı. Yani tamamen bastırılmış değildi. 1990’lı yıllarda devlet cinayetlerini illegal yollardan işliyordu. Bu dönemde cinayetler yasallaştı. Yani yasal bir kurum olarak gözüken polis açıkça cinayet işliyor, biber gazı ya da mermiyle. Bir yıl içinde bu yolla on genç öldürüldü. Devlet yapısında büyük bir değişiklik yok. Devlet şu ya da bu yoldan cinayetlerine ve zulmüne devam ediyor. AKP’nin buna eklediği şey, bunları açıktan ve “meşru” devlet güçleriyle yapıyor olmasıdır. eklediği bir başka şey ise, diktatörlük yetkilerinin giderek tek kişinin (RTE) elinde toplanmasıdır. Yasama elindedir, yürütme elindedir, ekonomi elindedir. Polis elindedir. Ordu elindedir. Basın ve medya onun doğrudan baskısı altındadır. Sosyal medyayı bile kapatma yoluna gitmiştir. Daha ne olsun.

  5. Gün Zileli

    devlet diktatörlüğü eskisi gibi devam etmektedir. AKP’nin buna eklediği şudur: Eskiden devletin illegal yollardan işlediği cinayetler artık açıkça, “meşru” devlet gücü (polis) tarafından işlenmektedir. Bir yıl izinde biber gaezı fişeğiyle ve polis kurşunuyla on genç öldürülmüştür. öte yandan, diktatör, devletin bütün baskı aygıtlarını tekelinde toplamakta ya da toplamaya çalışmaktadır. Yasama elindedir, yürütme elindedir, yargı büyük ölçüde elindedir ve geri kalanını da ele geçirme peşindedir. asın ve medya kısmen satın alınmıştır, geri kalanı da baskı altındadır. Sosyal medya kapatılma tehdidi altındadır ve kısmen kapatılmıştır. Ekonomi elindedirve burjuvazi de vergi denetimleriyle, ihale ayrıcalıklarıyla yola getirilmeye çalışılmaktadır. Bu tekeleleşme neyi anlatmaktadır bize? Diktatörün hızla iktidar temerküzüne gittiğini anlatmaktadır. Bu şekilde giderse ve halkın özgürlük mücadelesiyle karyısına çıkılmazsa bir yıla kalmayacak RTE’nin tam otoriter diktatörlüğü kurulacaktır. İslami diktatörlük kendini alevileri dışlayarak ortaya koymaktadır. Öte yandan, özellikle hastanelerde başörtüsü vb. artık neredeyse üniforma haline getirilmiştir. türkiye gibi bir ülkede islami diktatörlüğü elbette bir çırpıda kuramazsınız ama bu alanda da gidiş hızla bu yöndedir. Sürece bakalım. Yoksa anın fotoğrafını çekip, bakın böyle bir şey yok demek süreci gizlediği için son derece aldatıcıdır.

  6. ama ama...

    12 mart’ı bilmiyorum ama 12 eylül döneminde sol-sosyalist siyasî yayınların tamamı kapatılmıştı. 12 mart zaten 12 eylül’e göre daha az bir diktatörlüktü. düzenin has siyasî partileri kapatılmamıştı. polis devleti 12 eylül ve sonrasındaki kadar kurumsallaşmamıştı.

    12 eylül’de en ufak bir muhalefete izin yoktu. biliyorsun, nazlı ılıcak gibi birisi bile darbe yönetiminin hışmını çekti. cüneyt arcayürek, sansüre takılmamak için fabl benzeri tuhaf bir masal yoluyla muhalefet yapmayı deniyordu.

    nadir nadi, dışarıdan gelen gözlemcilere açıklama yapamamış, susup keman çalarak çok şey anlatma yolunu seçmişti.

    yaaa.. işte böyle… peki 12 eylül’cülere en ağır sözlerle muhalefet edenler yok muydu? vardı tabii de bedelini göze alarak yapıyorlardı. ha, bir de o zamanki tkp’nin doğu almanya’dan yayın yapan “bizim radyo” ile “tkp’nin sesi” radyosu vardı. bir de korsan yayınlar yapılıyordu alçak frekansdan zaman zaman.

    90’lı yıllarda öldürülen kişilerle şimdiki gezi direnişi ve devamında ölen, öldürülen gençleri kıyaslamak bile aşırı haksızlık. on tane genç içinde arabanın altında kalıp kaza sonucu ölen de var, çatıdan düşerek ölen de. ama iddianızı ikna edici kılmak için bunları bile katıyorsunuz.

    peki “hayata dönüş operasyonu”nu nereye koyacağız o zaman? insanların diri diri katledildiği bu kanlı katliamı?.. o zaman bu pek kahraman cengaverlerin sesi o kadar çıkmıyordu. evet, hayata dönüş katliamı çok cılız birkaç protesto dışında ciddi bir tepkiyle karşılaşmadı bile. ne yazık ki öyle…

    ağar, “bin operasyon”u yaptığını ifade ediyordu. ne oldu, cezalandırıldı mı? bu konuda mahkemeye bile çıkarılmadı. bin operasyon… ve bu operasyonlarda yargısız öldürülen solcu gençler… ama hayır, ağar bundan sonra bakan yapıldı.

    günümüze gelelim. okmeydanı’nda vurulan gencin polis kurşunuyla vurulduğu ortaya çıktı. şimdi o polisin tespit edilip mahkemeye çıkarılması ve cezalandırılması gerekiyor.

    bu olmalı. bu olmazsa seninle birlikte sonuna kadar onlara karşı mücadeleye ve en ağır ithamlarda bulunmaya varım.

    ama bu olursa o zaman sen de abartılı karşılaştırmaları bırakıp, belki biraz daha gerçekçi analizler yapma çabasına girersin.

  7. Gün Zileli

    Biraz da şunun üzerinde düşünmeni öneririm: Neden 5 yıl öncesine kadar RTE’ye karşı böyle büyük bir nefret yoktu da bugün böylesine bir nefret var? Bu nefret yoğunlaşmasını ancak ve ancak diktatörce baskılar ve söylemler sağlar. Son beş yılda herkes birden topluca aklını kaçırmadığına göre.

  8. ama ama...

    alevilerin dışlanması da yeni değil. zorunlu din derslerini 12 eylül rejimi getirdi. daha önce daha çok seçmeliydi. ben ilk ve ortaokulda birkaç yıl girmediydim.

    buna bakıp 12 eylül’ün islamî rejim olduğunu mu söyleyeceğiz? hayır, buna ve pek çok başka icraatına bakıp, 12 eylül’ün düzeni islamileştiren ve gericileştiren bir rejim olduğu tespitini yapacağız.

    evet, hastanelerde türbanlı kızlar çalışıyor. ama erkek hastalarını da muayene ediyorlar. yani görevlerini yapıyorlar. birisine ben şahidim.

    türkiye’de islamî diktatörlüğü kuramazsınız. bu imkansız. rahat olun.

    ama sürecin ne yöne gittiğini de iyi incelemek ve iyi tahlil etmek gerek tabii. sloganların ötesinde, bilimsel gözle inceleyip analiz etmek gerek.

    hayatın zenginliği, sloganların ve ideolojinin dar kapılarından geçmez. açıklayıcı değil, çarpıtıcı olursunuz. gerçekliği teoriye uydurmak için eğip bükmek zorunda kalırsınız. belki oldu gözükür ama olmaz.

  9. Gün Zileli

    Ağar’ın koruyucusu bugünkü diktatörlüktür. Ayvalıtaş arabayla kasıtlı olarak ezilerek öldürülmüştür. Dava devam etmektedir. Ahmet Atakan, damdan düşmemiş, biber gazıyla alnından vurulduğu için düşmüştür. Hayata dönüş operasyonuna tepki gösterilmediği doğru değil. Roboski’ye nasıl tepki gösterildiyse ona da gösterilmiştir. Ha evetz Roboski. Bu da bu diktatörlüğün marifetidir. Ateş açan polisin yargılanması bir şey değiştirmez. Etem Sarısülük’ün katili olan polis de iktidarın himayesi altında yargılanıyor, hem de tutuksuz olarak. Bu polis için de bir formül bulacaklardır. Zaten diktatör, polisini cinayet işlemesi konusunda teşvik etmektedir, biliyorsun, “nasıl sabrediyorlar, anlamıyorum” demektedir.

  10. Gün Zileli

    Doğru, ideolojinin böyle bir çarpıtıcılığı vardır. Bunun en büyük ustası da AKP ve en başta da RTE’dir. Onu izledikçe şaşkınlıklar içinde kalıyorum. Ölüme sürdüğü işçilerin gözünün içine baka baka muhalefetin madenlerden hiçbir şey anlayamayacağını, kendisinin madenlere indiğini, işçilerle birlikte oruç bozduğunu söylediğinde ya da Berkin Elvan’ı topluma bir terörist olarak sunma yüzsüzlüğünü gösterdiğinde bu çarpıtmacılık karşısında insan söyleyecek söz bulamıyor. Kendi adıma şunu söyleyeyim: Eğer bir olguyu abarttığımı görürsem bunu net bir şekilde kabul eder ve kendimi eleştirmekte bir an bile tereddüt etmem. Çünkü benim gerçekten kopmakta ya da olguyu çarpıtmakta hiçbir menfaatim yok. tam tersine. Ayrıca bu tür tartışmaları yararlı bulurum. Her karşıt fikir, insana kendi yanılgılarını da gösterir. Ya da bir fikrin doğruluğu karşıtıyla çatışmasıyla sınanır.

  11. Gün Zileli

    Kim ki RTE gibi, kendisine karşı yükselen seslere kulaklarını tıkar ve bunları nasıl bastırırımdan başka bir şey düşünmez ve çevresindeki korkakça itiraz mırıltılarını bile ihanet olarak değerlendirir, o artık diktatörlüğün durdurulamazlık trendine girmiş demektir ve onu yıkılmaktan hiçbir şey kurtaramayacaktır.

  12. Anonim

    RTE ve AKP diktatörlükle, otoriterlikle hatta totaliterlikle suçlanmayı sonuna kadar hakediyor. İster öyle olsun ister olmasın. RTE’nin diktatör, AKP’nin otoriter olup olmaması beni ilgilendirmiyor. AKP’nin başında bulunduğu devlet, işgalci, ilhakçı, inkarcı, soykırımcı, “Tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil” gibi Hitlervari bir söylemi olan (çünkü bu tamlama Nazilere aittir ve eksik olan yalnızca “tek şef”tir), Hitler Kemal’in başı-sonu soykırım, tehcir ve inkar olan ilkeleriyle yönetilen bir devlettir.

  13. özgürlükçü

    asıl sorunlu sistemi unutup reel iktidar hatta dahada indirgemeci anlayış salt RTE sorunuymuşa gelen yazılar yazarsan hem toplumsal muhalefet cenahında olması gerekenleri bile eski efendi güzellemesi yapılıyor sisteme değil kişi karşıtlığı eleştirileri alırsın???hatta giderek bundan kenan evren bile iyiydi anlamına gelen ağar çiller bizim diktatörleri çağıran tercih eden pozisyona düşersin bir sonraki hamlenden kaçınılmaz olarak doğu perinçeğin yanına düşmüşsün hiç anlamasın devlet-iktidar özellikle reel siyasi iktidara fazla odaklanma onlar işini yapıyor sanki başka bir şey yapmasınımı bekliyordun da bulamadın eleştirisi alırsın asıl odaklanman gereken sen neyapıyorsun en devrimci öncüler ne yapıyor????biz ne yapmalıyız?????galiba önce ilk iş olarak senin yaptığını yapmamak iyi bir başlangıç olabilir zileli başka bir şey yeni bir şey yapmak gerekmiyormu?????ölçülemeyecek seviyede bittiğini anladığında yeni ve başka bir şey yapmak gerektiğinide anlayacağız ama senden zileli gibilerden kendimdende umudum yok belki yeni gençlik yeni ve başka bir şey yapacak umudundayım????ya anlamadı yada yeni ve başkayıda en iyi sen bildiğinden üstüne almayacaksın sanırım???

  14. ama ama...

    “Neden 5 yıl öncesine kadar RTE’ye karşı böyle büyük bir nefret yoktu da bugün böylesine bir nefret var? Bu nefret yoğunlaşmasını ancak ve ancak diktatörce baskılar ve söylemler sağlar. Son beş yılda herkes birden topluca aklını kaçırmadığına göre.” gün zileli

    evet gün hocam, son yıllarda ciddi bir akıl kaçışı yaşandı ülkemizde. facebook, tweeter vb ile toplumumuzun en ilerici olduğu kabul edilen kesimini en kuş beyinli kesim hâline getirdiler.

    aynı asılsız-sahte paylaşımları birbirine iletip duran, altına saçma sapan yorumlar yazan bir kesim oluştu. düşünün ki bu kesim, havuza düşen bir çocuğun dramını bile bu ahmaklıklarına malzeme yaptılar. oturdukları yerden o çocuğu kurtarma timleri oluşturup birbirlerine ilettiler. arada en zırva komplo teorilerini de çoğalttılar.

    rte’nin saçmalıklarına, akılsızca demeç ve yorumlarına az sonra geleceğim. ama önce kendimize…

    içki yasağı deyip durdukları konuyu haftalarca mesele yaptılar. şimdi ise bakkallar bile akşam 10’dan sonra da içki satmaya devam ediyorlar. açık alanda içki içilemeyeceği ise avrupa’da da olan bir kural. mesela paris’de, hem de yılbaşı gecesi, eyfel kulesi etrafında içki içilmesine kesinlikle izin verilmeyeceğinin haberi vardı. aynı yasak mesela polonya için de geçerli.

    kürtaj, üç çocuk vb konularındaki ifadelerini de alıp gereksiz saatler, günler, haftalar harcadılar üzerinde. sanki insanların kürtaj olmasına karışıyor, sanki zorla herkese üç çocuk yaptırıyor, vb…

    bak mesela sen bile bu komplo teorisyenliğine kaptırmışsın. ayvalıtaş’ın arabayla kasten ezildiğini iddia etmişsin. oysa mahkemede adamın avukatı müvekkilini, onun da gezi direnişçisi olduğunu söyleyerek savunuyor. sense nasıl oluyorsa kasten ezdiğini, üstelik damdan düşen atakan’ın kapsülle vurularak düştüğünü bile bilebiliyorsun. oysa atakan’ın yerde, hem de yanıbaşında vurulurken gördüğünü yeminle söyleyenler bile oldu. damdan düşdüğü uzun süre inkar edildi. video bile görmezden gelindi. sanki damdan düşerek ölmesi bir lekeydi.

    ama davaya “şehitler”(!) lazımdı değil mi?..

    eylem, eğer uğrunda ölen varsa davaydı. ölü sayısı ne kadar çoksa, davanın kutsallığı ve değeri o kadar artardı.

    oysa gezi süreci çok kısa, ama çok anlamlı ve değerli bir kalkışmaydı. bunlara gerek yoktu. şehitsiz de güzeldi ve şehitsiz, zaferle tamamlanmak üzereydi ki…

    hükumetle varılan anlaşmayı parktaki direnişçilerin onayına sunmak üzere komite ayrıldı. direnişçiler arasındaki görüşme uzadıkça uzuyordu. oysa avm yapılmaktan vazgeçildiği, mahkeme kararının bekleneceği, vb konuları olumlu bir ilerlemeydi. ama “olmaz! teslimiyet” vb çığlıkları ile artık bitirmek ve ayrılmak isteyen sağduyuluların sözleri karıştı. bir alan sürekli işgal altında tutulamazdı ki. ama çatışma, göz yaşartıcı gaz ve aksiyon olmazsa eyleme eylem denmezdi ki…

    sonrasını biliyorsunuz…

    gelelim rte’nin saçmalıklarına. bu konuda evet, bana biraz kenan evren’i hatırlatıyor. erdoğan da onun gibi saçmalayabiliyor. mesela berkin konusundaki nutukları, mesela şiilerin takiyeci olduğunu söylemesi (düşünün ne kadar vahim bir durum böyle bir konuşma yapması!), içki içenler için “istedikleri gibi zıkkımlanıyorlar” demesi (neyse ki sonra bunun için özür diledi), “tokatı yersin” tehdidi vb… liste uzar gider.

    bunları biraz patavatsızlığından ve hakim, yönetici karakterinden dolayı yapıyor, bir kısmını ise kasten, kendi taraftarlarını bilemek, saflaştırmak, kutuplaştırmak için yapıyor.

    bu sözleri onun diktatörlüğüne kanıt olamaz. bunlardan dolayı ona karşı oluşan tepkiler de kanıt olamaz. evren de çokça saçmalar ve “asmayıp da besleyelim mi”, “ben ne yapayım öyle aydını” gibisinden potlar kırardı ama ona karşı tepki oluşamazdı kolay kolay.

    erdoğan’ın bu saçmalıkları, potları, kabalıkları ve sıradan, hakimiyetçi, düzen politikacısı refleksleri, ona karşı nefretin dinamosu oluyor ama onu tutan, ateşli biçimde savunan bir kitleyi de azaltmıyor, aksine artırıyor. bir şekilde kendisini bir davanın adamı gibi göstermeyi biliyor.

    bu konu önemli. eski erdoğan abd peşinden ırak’a girmek için tutuşan birisiydi. eski erdoğan, israil’den heron’ları alan birisiydi. ama bu ikinci döneminde bir dava ve inanç adamı olarak kendisini sunmaya başladı. one minute dönemi…

    bunun da arkasında dışa dönük emeller, politikalar olduğunu düşünüyorum. artık daha fazla dışa dönük, “büyük devlet” politikaları, bölgeci politikalar yürütülmek isteniyor. ülke dinamiği bunu dayatıyor herhalde.

    rte konusunu değerlendirirken arkasındaki kitle desteğini ve o kitlenin gücünü gözden uzak tutmayın derim. bu kitle desteğinin makarna, kömür dağıtımıyla açıklanamayacak bir sosyolojisi olmalı. belki muhalefetin bitmişliği ve umut vaad etmemesiyle de ilgilidir.

    8 kez seçim kazanmayı biraz tahlil etmeye çalışın. 17 aralık operasyonu gibi çok kapsamlı ve dış destekli bir operasyona rağmen hem de nasıl olabiliyor bu?

    bunu açıklayamadan öyle diktatör tespitleriyle tahlil yapmanın sonucu ancak, hükumetin birkaç ay içinde ve en geç 2013 yılının sonuna kadar yıkılacağı öngörüleriyle çuvallamak olabilir. o iddiayı hatırlıyorsun değil mi gün hocam? nesineydi? 🙂

  15. Gün Zileli

    peki “ama ama” dostum. Argümanlarını mantıklı bir şekilde sıralıyorsun. Seni bu sitenin AKP kanadı olarak alalım. Bu doğada herkesin ve her şeyin bir işlevi olduğu gibi senin de böyle bir işlevin olsun. Bizi aşırı noktalarımızda bu kanattan yaptığın eleştirilerinle uyarabilirsin. Benim özgürlük anlayışıma göre herkes konuşabilmelidir. Devrimden sonra da böyle olmalıdır bu. Zehir, bazen panzehir görevi yerine getirir.

  16. Gün Zileli

    yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim: Gezi’nin ölüleri çoğaltmaktan hoşlandığı ya da böyle bir beklenti içinde olduğu, karşıdevrimcilerin çok eski bir argümanının tekrarıdır. Sağcılar hep böyle paranoyalar üretirler. Diyelim ki Ayvalıtaş kaza ile ölmüş olsun. Bu onun polisin lüzumsuz saldırı ve müdahaleleri sonucu öldüğü gerçeğini değiştirmez. “Devrimci” bir iktidarın polisi de (devrim ile polisi bir araya getirmek benim için zordur ama) böyle saçma sapan saldırılarla insanların ölümüne sebebiyet verseydi ona da aynı şekilde karşı çıkardım. Ahmet Atakan diyelim ki, kendi kendine damdan düşerek ölmüş olsun. O pırıl pırıl genci dama çıkmaya sevk eden neydi acaba? Durup dururken mi çıktı? Ağır polis saldırısına karşı kısıtlı araçlarla direnmek için çıktı. Senin yerinde olsam, devlete, iktidara ve polise savunma argümanları üretmek yerine genç yaşta bu hayatı terk eden bu insanların önünde saygıyla ayağa kalkardım. Çok mu ajitatif oldu. Hiç de değil bence.

  17. Anonim

    “Neden 5 yıl öncesine kadar RTE’ye karşı böyle büyük bir nefret yoktu da bugün böylesine bir nefret var? Bu nefret yoğunlaşmasını ancak ve ancak diktatörce baskılar ve söylemler sağlar. Son beş yılda herkes birden topluca aklını kaçırmadığına göre.”

    Aynı şey Ulusalcı-Kemalist kesim için de geçerli değil mi? Neden eskiden bu kadar Kemalizm düşmanlığı yoktu? Eskiden toplumun aydın ve ilerici kesimi olan bu insanlar şimdi bilgisizlik ve bağnazlıkta sağın ve dincilerin bile gerisine düştüler.

  18. Mülayim Sert

    “ama ama” adlı iktidar apolojisti,
    o “havuza düşen çocuk”lu demagojiyi koymayacaktın oraya, çok fena renk verdi. makineye attığın bütün beyazları boyadı ordan çıkan renk.

    gezi’de hükümetle uzlaşmaya varılmışmış.. çekersin o zaman polisini tomanı millet de parkı kullanır. kamunun parçası biziz ve o şanlı 2 hafta boyunca gezi parkını kamuya açtık biz. ömründe görmediği kadar kullanıldı değerlendi o park. senin pislik iktidarın halka kapatıp polise açtı her şeyi yaptığı gibi. 1 yıl oldu parkı hiçbir toplu etkinlik için kullanamıyoruz sivil polislerin dinlenme alanı tekinsiz bir yere dönüştü sizin elinizde ne uzlaşması. hapşurmaya kalksak park kapanıyor hurafelerle bezeli embesil iktidar anlayışınızın paranoya totemi haline geldi. “aman oraya girerlerse çok fena oluyo sonraaa” sizin iktidarınızın kafası bu kadar basıyo dünya işlerine.

  19. BAHADIR KALE

    Türkiye gibi, 90 yıl önce padişahlığı yıkmış bir ülkede diktatörlük başka nasıl olur ki?

    • Yasamaya ve yürütmeye, Ordu ve polis güçlerine hakim olmuş,
    • Bu güçler sayesinde 17 Aralık soruşturmalarının üzerini kapatmış, sanıklarını serbest bıraktırmış,
    • Kanıtlarıyla ortaya serilen hırsızlık ve rüşvet eylemlerinin soruşturmasını, “darbe girişimi” olarak seçmenlerine kabul ettirmiş,
    • Gezi olaylarında 40 gün boyunca, demokratik protestolara vahşi yöntemlerle müdahale emirleri yağdırmış,
    • Yargıya tam hakim olmasa bile “KCK, Ergenekon, Balyoz vb. uydurma davalarla” muhaliflerini cezaevlerine doldurmuş (ve bu süreçte yine doldurabilecek) bir başbakan diktatör sayılmayacaksa…

    Bayar-Menderes iktidarını da vaktiyle diktatörlük olarak nitelemek yanlış mıydı?

    O zaman, “RTE’nin Demirel’den, Özal’dan bir farkı yok!” demiş oluyoruz.

    Demirel ve Özal dönemlerinde de yargısız infazlar, işkence, şiddet vardı ama bugünkü kadar meşrulaşmamıştı.

    Elbette, sınıflı toplumlarda bütün iktidarlar genel olarak, diktatörlüktür ama RTE ile batıdaki burjuva diktatörlüklerindeki başkanlar-başbakanlar arasında fark yok mu? Batıdaki burjuva diktatörlüklerinde polis şiddeti, bizdeki kadar meşrulaştırılabilmiş mi?

    Evet, Batı’da şiddeti meşrulaştırabilen başbakanlar olmuştur: Hitler, Mussolni, Franko, Salazar gibi.

    İşte onlara da diktatör denilmiştir.

    RTE de, onların 21. Yüzyıldaki versiyonudur…

  20. Anonim

    Avrupa’da ne oluyor?

    Biz burada paralel yapılarla, yamuk şekillerle, eşkenar üçgenlerle, adamın diktatör olup olmamasıyla filan uğraşırken Avrupa’nın çivisi çıktı.

    Avrupa’yla hiç ilgilenmiyor değildik elbet. Arda Turan’ın Avrupa şampiyonu olup olmayacağı epey ilgimizi çekti. Futbol hakkında bilgisi olmayan okuyucularım için anlatayım. Futbol normal koşullarda on birer kişilik iki takımın yuvarlak bir top peşinde koşturduğu bir oyundur. Fakat bu takımlardan biri ünlü bir yabancı takımsa ve oyuncularından biri Türkse, o zaman o takım bir kişiden ibarettir. Geçen hafta Real Madrid ile Atletico Madrid, Avrupa Şampiyonluğu finalini oynadı. Real on bir kişi idi, Atletico ise sadece Arda Turan’dan ibaretti. Arda’nın “Teke tek gelsenize lan” demesine rağmen karşı taraf on bir kişi olunca, maalesef kaybettik.

    Ve bu arada, pek ilgilenmedik ama, Avrupa’nın çivisi çıktı.

    Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı ve bir dizi ülkede faşist partiler, ırkçı, milliyetçi, yabancı düşmanı partiler çarpıcı başarılar kaydetti.

    Biz zaten Avrupa’nın en büyük faşist partilerinden birine sahip olduğumuz için ve bizde ırkçılık, milliyetçilik ve yabancı düşmanlığı zaten olağan şeyler olduğu için, “Ne var ki bunda?” diyebiliriz. Dememek daha iyi olur.

    Kriz ve işçiler

    Avrupa 2007 yılından beri, tam yedi yıldır, derin bir ekonomik krizle boğuşuyor. Yüz küsur yıldır yaşanan ikinci en derin kriz.

    “Kriz” deyince, bunu ekonomi biliminin teknik bir terimi olarak düşünmemek gerek. Milyonlarca insan işini ve evini kaybediyor, işyerinde kazanılmış haklarını kaybediyor, daha az ücret için daha uzun çalışmak zorunda kalıyor, sosyal haklar, işsizlik ödenekleri, sosyal yardımlar kaybediliyor, hastaneler, kütüphaneler, belediye tesisleri kapanıyor, yoksullar ve toplumun yardıma en çok muhtaç olan kesimleri tümüyle çaresiz bırakılıyor…

    Kısacası, egemenler kendi çıkarlarını korumak, kâr oranlarını yükseltebilmek için emekçilerin hayatlarını cehenneme çeviriyor.

    Egemenlerin bu saldırısı karşısında, Avrupa’nın her yanında emekçilerin, özellikle de örgütlü işçi sınıfının, sendikaların, direnmesi ve kendini koruması beklenir. Ve direniyorlar elbet.

    Dahası, direniş ve mücadele sürecinde, giderek artan sayıda işçinin sadece krizin sonuçlarını değil, böylesi bir krizi yaratan, insan hayatını böylesine zehir eden bir sistemin bizzat kendisini sorgulaması beklenir. Kapitalizmin berbat bir düzen olduğunu, bundan kurtulmak gerektiğini anlatmanın daha kolay hâle gelmesi beklenir. Ve evet, bu beklenti de bir ölçüde gerçekleşiyor.

    Sağ ve sol

    Öte yandan, egemenler de sinek avlamıyor. Bangır bangır anlatıyorlar: işsizliğin nedeni patronun seni işten atması değil yabancı işçiler ve göçmenlerdir, evsizliğin nedeni devletin toplu konut inşa etmemesi değil yabancılardır, siyahlardır, Türklerdir…

    Bu ırkçı iddialar emekçilerin arasına nifak sokar, örgütlü mücadeleyi böler, zayıflatır. Faşist partilerin ekmeğine yağ sürer.

    Mücadelenin zayıf olduğu, direnişin başarılı olamadığı yerlerde, umutsuzluk ve çaresizlik yaygınlaşır, ırkçı ve faşist partiler güçlenir.

    Örgütlü mücadelenin egemenlerin saldırısını püskürtebildiği, farklı bir alternatif sunabildiği yerlerde çaresizlik hissi engellenmiş olur, kriz için siyah ve Türk ve yoksul komşuyu suçlamanın anlamsızlığı ortaya çıkarılmış olur.

    Kapitalizmin krizi otomatik olarak solun büyümesine yol açar diye bir şey yok.

    Mücadele düzeyinin düşük olduğu, morallerin bozuk olduğu İngiltere, Fransa ve Danimarka’da seçimlerde ırkçı ve faşist partiler büyüdü. Mücadelenin yaygın ve keskin olduğu Yunanistan’da seçimleri radikal sol parti kazandı.

    Roni Margulies

    http://www.marksist.org/yazarlar/roni-margulies/14960-avrupada-ne-oluyor

  21. Anonim

    Gelecek on yıl devrimlere ve karşı devrimlere gebedir

    Seyfi Cengiz

    Türkiye’yi bir “cihan imparatorluğuna“ dönüştürmek, yani Osmanlı imparatorluğunu diriltmek gibi emperyalist bir amacınız varsa, bunu “İslam Birliği“ adı altında kapitalist kalkınma modeliyle ve de önümüzdeki on yıl zarfında gerçekleştirmek istiyorsanız…
    Ne yaparsınız?
    Sümürü ve baskıyı üçe beşe katlarsınız.
    Yani işçi sınıfını taşeronlaştırırsınız.
    Kendi azınlıklarınızı sahte vaadlerle terbiye etmeye ve yanınıza çekmeye (tıpkı PKK ve HDP üzerinden denendiği gibi), hizaya getiremediklerinizi devlet zoruyla ezmeye (Kızılbaş muhalefetinin kimi kanatları gibi), her kesi susturmak için kendi hukukunuzu bile çiğneyerek sokağı ve meydanı işgal altında tutmaya yönelirsiniz.
    Bu gidişatı protesto edenleri, yani aşağı yukarı bütün muhalefeti, “Türkiye`nin 2023 hedefine yürüyüşünden rahatsız olan ve bunu engellemek isteyen dış düşmanların uzantıları“ olarak tanımlar, “ihanet“le suçlar, bütün bu muhalefeti istihbarat ve polis terörüyle bastırmanın “1920 ruhu“ ile yürütülen ikinci bir “istiklal mücadelesi“ olduğunu ileri sürer, bir tek parti ve tek adam yönetimi kurar, “Başkanlık Modeli“ kisvesi altında bunu elden geldiğince kalıcılaştırmak istersiniz.
    Uzun sözün kısası adım adım faşist bir İslam devleti kurarsınız.
    AKP’nin yaptığı da budur.
    Bu demektir ki önümüzdeki on yıl devrimlere ve karşı devrimlere gebedir.

    https://www.facebook.com/notes/seyfi-cengiz/gelecek-on-y%C4%B1l-devrimlere-ve-kar%C5%9F%C4%B1-devrimlere-gebedir/740632702654428

  22. "müfettiş"

    Ahlaki olanın kaderi, ahlaki olmayana yenilmektir. Çünkü ahlak, teorik bir olgu; gayrı-ahlakilik, pratik bir olgudur. Teori, pratiğe yenilir. Meğer eşitlesin, bak işte, o başka… Örnek: Madde = Enerji (E=mc2). Madde’nin Enerjiye eşitliği, önce, teoriydi; deneyden sonra bizzat realite olduğu ortaya çıktı. Sonsöz; AKP, bir realite. AKP’yi AKP’den daha AKP olan, yenecektir.

  23. ama ama..

    günaydın gün gocam,

    önce şunu söyleyeyim, sitende hakaret ve küfür dışında istisnasız her görüşe, her yazıya yer vermeni hep büyük bir takdirle karşılıyorum. bu kültür ne yazık ki solumuzun bir kısmında yok. bazı görüşler, sözler, ifadeler solun bir kısmında neredeyse abdülhamidvari bir sansürle ve baskıyla karşılaşıyor.

    beni “akp kanadı” ve “zehir” benzetmesiyle ele almana fazla takılmayacağım. tabii ki öyle değil ve solda genel kabul gören görüşlere itiraz etmenin nasıl haksız yaftalamalarla karşılandığını bilen birisi olarak yadırgamıyorum.

    ikinci olarak, gezi’nin ve gezi’cilerin değil, gezi’ye katılan belli bir kesimin “ölüleri çoğalatarak” güç kazanmak, davaya kutsallık kazandırmak gibi bir eğilimi olduğu açık bir gerçek. senin de bir yazında bu “şehid” edebiyatını eleştirdiğini biliyorum. bu eleştirin şehid kavramına yönelikti ve orada eksik olan, “sol” olarak kendini tanımlayanların bir kısmının neden böylesi bir kavrama bu kadar sık başvurduğu kısmıydı.

    konu atakan’ın ve ayvalıtaş’ın nasıl öldüğü değil. polis kurşunuyla da ölmüş olabilirlerdi. işte en son okmeydanı’ndaki genç, açıkça ortaya çıktı ki, polis kurşunuyla ölmüş. yine gezi direnişi sırasında polis kurşunuyla ölen gençlerimiz vardı elbette.

    orada demek istediğim, damdan düşerek öldüğü video görüntüleriyle ortaya çıkmış olan ahmet atakan’la ilgili olarak hemen “ben de oradaydım, yanıbaşımda kafasına kapsül isabet etti ve öldü” diye ifadeler veren kimselerin varlığı ve buna hemen inanılması. çünki buna inanmaya ve bundan güç almaya ihtiyaç duyan kesimlerin varlığı söz konusuydu. tıpkı senin, trafik kazasında ölen ayvalıtaş’ı kasten öldürülmüş gibi sunman gibi.

    hatırlatayım, geçmiş dönemin cinayetlerini, yargısız infazlarını, hayata dönüş operasyonlarını sana yazdığımda bana cevaben “işte bugün de aynısı oluyor” mealinde verdiğin örneklerdi bunlar.

    yoksa ne hükumeti, ne polisini ve devletin kurumlarını savunmak veya masum göstermek gibi bir derdim elbette olamaz.

    gezi direnişi boyunca ölen veya sakat kalan tüm insanlarımızın başına gelenlerden elbette iktidar ve onun polisi sorumludur. benim demek istediğimi bu sefer doğru anlayacağından eminim.

  24. soruYorum

    hatırlasana…geçen yıl bu vakitlerdi… “tomalarla gazlarla ne güzel kirlenmiştik hep birlikte” …

    şimdi licede, okmeydanında, rojavada medeniler, berkinler, ali ismailler saldırı altındayken temiz kalabilecek miyiz?

  25. ama ama..

    gün hocam sen beni “akp kanadı” olarak niteleyince cemaatinden birisi de “sert”çe boşaltıvermiş içini.

    evet mülayim sert, benim iktidarı desteklediğime dair tek bir örnek veremezsin. peki örnek veremeyeceğin, veri sunamayacağın bir iddiayı nasıl ortaya serebiliyorsun?

    ben nerede iktidarın ve polisinin yaptıklarını savundum? bana ne onların yaptıklarından? elbette gezi’yi açmaları gerekir. ben olsam bırakırım, isteyen gelip istediği gibi çadır da kurar, eylem ve etkinlik de yapar; başkasını rahatsız etmemek ve zarar vermemek koşuluyla isteyen herkesin dilediğini yapmasına asla engel olmam.

    havuza düşen çocuk konusunda yazdıklarım da tweeter manyaklarını ilgilendiriyordu. neden üzerine alındın? sen de mi talihsiz çocuğu tweetlerle kurtarmaya çalışan sanal akutçulardansın yoksa?

    makinedeki beyazları boyayan renkliler olamaz mülayim. onları boyayan, olsa olsa hazımsızca ve de “sertçe” boşalttıkların olabilir. 🙂

  26. Gün Zileli

    Benim cemaatim yok (ne yazık ki mi demeliyim, çok şükür mü :)) Burada yazanlar farklı fikirlerde, fikrine ve iradesine sahip insanlardır, aramızda arkadaşça bir saygı ve dayanışma vardır elbette. Zaman zaman fikri nedenlerle kapışsak da birbirimize saygımızı ve çoğul yapımızı koruruz. Doğru mu arkadaşlar?!Bu sitenin geleceğin çoğul (çoğulcu değil, çoğul) toplumunun minyatür bir örneği olmasına hep birlikte çaba gösteririz.

  27. ama ama..

    evet hocam, senin cemaatin yok (“çok şükür!” demelisin) ama senin cemaatinden olduğunu sananlar var.

    senin bu konudaki duruşunu, tavrını takdir ettiğimi belirttim. bir daha belirtiyorum. çünki buna bu toplumda çok nadir rastlanıyor. o nedenle daha sonra bir daha belirtebilirim. 🙂

    ama bak, senin cemaatinden olduğunu sananlardan biri, sen beni haksız yere “zehir” ve “akp kanadından” olarak niteleyince, hemen ne yapmış…

  28. Gün Zileli

    Bu konuda yanılıyorsun. Mülayim Sert, bu sitedeki en gelişkin ve kimseye asla biat etmeyecek arkadaşlardan biridir. Adı gibi hem mülayim, hem serttir. Bak sen de biraz eleştirilince hemen gerilmiş ve onu hedefe koymuşsun.

  29. ama ama..

    hayır hocam, bak sen beni “akp kanadı” ve “zehir” olarak tanımladın ama gerilmedim. ama mülayim sert bana “iktidar özürcüsü” dedi ve “senin iktidarın, hükumetin” vb diye devam etti. bence senin tavrınla onun yaklaşımı arasında yine de bir nüans var.

    ikincisi, sen sitenin sahibisin ve sana karşı mesela bir “özgürlükçü”nün bile ithamlarına katlanacak kadar özgür düşünce felsefesinin tutarlı bir savunucusun.

    ama mülayim sert hiç bir kanıt, veri, delil, ispat sunmadan beni hemen itham etmeye başladı. ben de ona biraz takılayım dedim. yoksa gerilmedim. ama doğru… onu hedefe yerleştirmiştim. 🙂

  30. Gün Zileli

    akp’li olmaktan ya da akp’li olarak nitelenmekten neden bu kadar çekiniyorsun ki. belki akp’li değilsindir ama argümanların akp’lilerinkini çok benziyor. Tabii ki, onların daha akıllı ve esnek bir versiyonu. Ortalıklarda kefenle gezmediğine eminim. Madem bu sitede yazıyorsun, bu tür eleştirilere (tabii ki, saygı sınırları içinde) alışman gerekecek. Ayrıca bu sitede yazanların akp’lilere karşı bir önyargısı yok. akp’ye oy veren milyonlarca insan var. ayrıca biliyorsun, buraya Akit’ten bile yazı gelse yayınlarız. Moralin bozulmasın sakın. Ben de dahil birçok arkadaş, senin akp’yi kollamak için bin dereden getirdiğin savunulara cevap verecektir ister istemez. Ama şiddet yok, hakaret ve aşağılama yok. Asla.

  31. ama ama..

    evet, şiddet, hakaret, aşağılama yok. buna katılıyorum.

    az önce “sol” bir siteden, sırf fikirlerimi ifade ediyorum diye, bir kez daha yasaklandım. hep hakaret ettiler ve hep yenildiler. ama hep, daha kötü yenildiler.

    sonunda çözümü, tamamen yasaklamakta buldular. 🙂

    bu konudaki özgürlükçü tutumunu beğendiğimi bir kez daha ifade edeyim ve gençlere örnek olarak göstereyim. ve asıl konumuza geçeyim.

    akp’li olarak nitelenmekten çekinmiyorum ve buna alıştım. argümanlarım, akp’lilerinkine benziyor olabilir ve bundan da çekinmiyorum. öyle olsa bu kadar net ifade etmezdim.

    doğruya doğru, eğriye eğri. hakikate saygı ve onun yolundan ilerlemeye devam.

    ama tek istediğim, bu iddiaları güçlendirecek bir veri, delil, gerekçe, kanıt, ispat vb sunmaları. bunda da haksız sayılmam. değil mi?

    hani hakikaten öyleysem bileyim. çok şey mi istiyorum? 🙂

    ben o kadar somut delil, veri, ispat sunuyorum. ama ne yazık ki sen de dahil, kimsecikler bana karşı ispat, delil, veri sunmuyorsunuz. buna itirazım.

  32. Gün Zileli

    argümanlarını ileri sürdükçe tartışıyoruz işte ya, bunun ötesinde delil, ispat falan pek bizim işimiz değil. Adli bir makam olmadığımıza göre:) Fikirlere, argümanlara bakarak bir şekilde bir sonuca varıyoruz. Ha, geçmeden. Senden önce bu sitede, sitedekilerin hep birlikte ismi üstünde anlaştığı bir akp-polis masası vardı. Sen o değilsin değil mi? Kılık değiştirmiş olabilir misin, pek sanmıyorum ama. Bu arkadaş ya da arkadaşlar, biraz kırıcı mı olduk bilmem, bir süre sonra yazmadı(lar). Sen şimdi bir boşluğu doldurmuş oluyorsun. Gerçi o akp-polis masası bir hayli gıcıktı. Sende bunu görmüyorum (şimdilik) 🙂

  33. ama ama..

    🙂 sağol gün, güldürdün beni. o kadr naifçe sormuşsun ki.

    hayır, elbette o değilim. sanırım ilgiyi kaybetmişlerdir ve gitmişlerdir. tabii öyle bir masa vardıysa…

    ama bu soruyu sormanı bile umut kırıcı olarak gördüğümü belirtmek zorundayım. üslup, dil, fikir… bu konulara hiç vakıf değilmişsin demek ki. veya o sözünü ettiğin polis masasında da benimkine benzer bir üslup mu vardı?

    iddia ve ithamlarımızla ilgili veri, ispat sunmayacaksak elimiz fazla özgür olmaz mı? tamam özgürlükçüyüz ama o kadar da özgürlükçülük ilkelerimize aykırı değil mi? o zaman ben de seni ve mülayim’i “walking dead” olarak tanımlayabilir miyim yani? 🙂

  34. Gün Zileli

    🙂 böyle tanımlamana benim bir itirazım yok. Yaşım 68. Eh, ölüme de fazla bir mesafe kalmadı sayılır. Eğer öldükten sonra hâlâ yürüyebileceksem (yürümeyi çok severim) neden olmasın. Akp polis masasındaki arkadaşlar, şimdi haksızlık etmeyeyim, o kadar da kötü değillerdi canım. Hatta belli bir sense of humorları da vardı ama bunu bazen fazla ileri noktalara götürüyorlardı. Neyse bu masa meselesini fazla uzatmayalım. Ben sordum, sen de cevapladın. Bu daha başlangıç, tartışmaya devam.

  35. ama ama..

    bizim oğlan sayesinde haberdar oldum; bu “walking dead” bid internet oyununun ve tv dizisinin adı. genç veya yaşlı, ölmüş ama vücudu ele geçirilmiş zombileri anlatıyor. ama ben size böyle bir benzetmede bulunmak istemem. sadece şaka yapmak istedim. ama sanırım iyi bir espri olmadı.

  36. Gün Zileli

    yoooo, hiç de fena değil. Espri olmazsa hayat da olmaz. İnsanın en iyi hasletlerinden biridir. espriye asla bozulmam.

  37. hortlak

    ama ama ya Gün hocamiz iydirde. Azicik farkli düsünürsen Akp li olursun burda.. Buna alismalisin..

    AKP yeni bir parti..Ortacag,padisahligi demokrasiye karsi savunan parti.. Kendi secmenleride anlamis degil…
    Diger yandanda real politikadada diger hayvan partilerden cok alanda önemli olumlu icraatlari olmustur. Dinci radikalist bir yerden olusan bu Partinin en berbat yönü toplumu kutuplastirmasidir…Buda Tepkilere yol aciyor..

    Fasist masist bir parti -hükümet degildir…
    Bu sekilde abartmalar tamda onlari destekler.. Diger hayvan partileride güldürür..

  38. soruYorum

    bugün rojavanın bir köyünde ölümler kol geziyorsa ve 11 aylık muhammed bu kurşunlara hedef olmuşsa neye yarar “mantıksallık”… hakikat bazen İŞTE BÖYLE muhammedin küçücük bedeni olarak alenileşir…IŞİD cinayetleri ortalıktayken ve biz hala üç rahibin başını kestiği görüntülerle sabit olan katil magomed abdurakmanov i yargılamaktan imtina eden bir devletin yurttaşı olmanın ayıbını üzerimizde taşırken, hangi tanıklıklar, hangi kanıtlar hakikatın üstünü örter ki…s

  39. O.Gürsel

    Müfettiş’e
    *
    “Ahlaki olanın kaderi, ahlaki olmayana yenilmektir. Çünkü ahlak, teorik bir olgu; gayrı-ahlakilik, pratik bir olgudur. Teori, pratiğe yenilir. … Sonsöz; AKP, bir realite. AKP’yi AKP’den daha AKP olan, yenecektir.”
    Ne yani RTE zafer üstüne zafer mi kazanıyor? Belli; onun hayatı baştan sona bir yenilgi… En başında bu dünyaya ait değil! Bir “cehennem meleği!” Ve bir cehennem meleği’nin yüreğinde yaşadığı hayata dair hoşnutluk ne kadar ise onda da o kadar olabilir! Hayatına ait zamanın önemli kısmı para saymakla geçmiş olmalı… Milyonları saymak zaman alır…. Kaç sevgilisi oldu? Derin bir sevda ile kendinden geçti mi hiç? Olmadığı belli; olsaydı, böyle bir adam olmazdı! “Allah” ve “cehennem” korkusu bebekliğinde, çocukluğunda öyle bir yüreğine inmiş ki! Köşeye kıstırılmış! Kendi cehennemine çağıracağı kalabalıklarla, cehennemde kendini yalnız hissetmek istemiyor! Bu mu zafer!
    Hitler miydi o? “Zavallı” bir akıl hastasıydı; “önder” sandılar… Hayatı baştan sona bir yenilgi…
    Ne yani! Daha dinci, daha yalancı, daha saldırgan bir siyaset mi AKP’yi yenecekmiş? Bu mu teori? Bu müfettiş, şu ilkokul bebelerine “idealistçe” bir şeyler vermeye çalışan “ahlaklı” bir öğretmeni hem de bebelerin önünde aşağılayan bir müfettiş karakteri mi yoksa?
    *
    İktidarı almak zafer, kazanım değildir! Ahlaksızca alınmış iktidarların bu dünyaya ne ettiği ortadayken, ahlaksız iktidarların temin ettiği yağlı etlerle sefil gövdelerin daha da semireceği olgulara zafer mi diyeceğiz? Kendi ruhları o yağ bataklığında vıcık, vıcık boğulanlar…
    Ortada zafer yok… İnsanlığın çektiği acılar var! Biraz da hak edilmiş!
    Bir zafer varsa sonuçları da ortada! İşte bu “cehennem”, ahlaksızlığın, acımasızlığın, sömürünün zaferidir! İnsanlığa çektirdikleri acılar, zaferse evet; muzafferdirler!
    Müfettişin zaferinin göstergesi ne olabilir! Zavallı, toy bir öğretmeni aşağılamanın kibirli duruşu mu? Madalya gibi taşısın; torunlarına da anlatsın. “Bir gün ben bir köy ilk okuluna gitmiştim…”

  40. Malatesta

    Sanırım Gün Zileli’nin burada kapitalizmi epey anlatması gerekiyor. Kapitalizmi anlamadan AKP de iyi biçimde analiz edilemez, anlaşılamaz.

    Burada ana belirleyici unsur kapitalizmdir.

    Ama AKP gerçekten çok iyi hizmetler yapıyor, yol yapıyor, ağaçları kesiyor, Kuzey Ormanlarını yok ediyor, HES’leri yapıyor, ekolojik çevreye zarar veriyor, işçileri sonuna kadar sömürüyor, işçileri taşeronun taşeronuna vererek sonuna kadar çalıştırıyor, bunun yanında global sermaye ne derse onu yapıyor. Tam gaz özelleştirmelerle sorunlarını çözmeye çalışıyor. Kendisine karşı muhalefet edilmesine asla tahammül gösteremiyor. Kendisine itiraz edenleri türlü şekillerde susturuyor, vergi cezaları veriyor, işten attırıyor vb. Daha bunun gibi binlercesi, milyonlarcası sayılabilir. Tüm bunlar AKP’nin real politikada ne kadar büyük işler yaptığını ve bundan sonra da ne yapacağı konusunda fikir verebilir.

    Ama adamlar şeriatı getiremez o kadar abartmayın vb. denilebilir.

    AKP’nin ne kadar İslamcı bir parti olduğu tartışabilir. Ama AKP neoliberalizmi ve vahşi kapitalizmi şiddetli biçimde savunan, 12 yıldır bunun uygulamalarını etkili biçimde yapan bir partidir. Aslında bunun için kurulmuştur. Üstelik şu görmezden gelinemez: Sunni İslam’ın kapitalizmi son noktasına kadar destekleyecek neredeyse tüm unsurları AKP’nin bünyesinde toplanmıştır. Yani AKP bu açıdan Sunni İslam’ın tüm olumsuzlukları ile kapitalizmin bileşkesinden oluşan bir hibrit düşüncenin ürünüdür. Böylece kapitalizm, Sunni İslam’ın kendisine destek olacak tüm unsurlarını (din böyle söylüyor böylece kadınlara baskı, kölelik, düşünce özgürlüğünün kısıtlanması vb.) arkasına alarak Türkiye’de insanları ve çevreyi çok daha etkili bir şekilde sömürmenin, teslim almanın, ucuza çalıştırmanın,çok etkili biçimde baskı altına almanın yollarını bulmuştur.

  41. Anonim

    Burada AKPliler kendi kendilerine gelin guvey oldu dediler geldik.ot bakalim ama ama.dok icini hortlak.yoksa baska kelaminiz sizide biran once tokatlayip gonderelim.akp masasida rezil olup gitmisti.gunu bile tatli dille kandirmislar.tas kesilin ulan.

  42. devrim kara

    Ama ama agabey ” polis diilse kesin yorgun bir ihtiyar dır ” diye düşünmüştüm yanılmadım …
    Zileli tarikatine üye diilim amai htiyarlayınca (yaşım 35) onun gibi bir ihtiyar olmak isterim.
    Burjuvazinin akp ile bir derdi yok. Kavga yöntem kavgası. İsrail ,ab,abd ninde akp veya chp ile derdi yok.sorun yöntem sorunu.
    Hastahanedeki türbanlının din umrunda diil bu yüzden erkek hastaya bakar. Gercek seriatçı kadın erkekle el bile sıkısmaz.
    Emperyalizm akp ye biraz çeki düzen verecek zira arada sırada raydan çıkıyor.yoksa gayet iyi bir hizmetkar akp. Barzani petrolu,pkk ,rojawa,iran ambargusu,mısır,t.c nin besledigi ceteciler,israil ,rusya ve çin iliskilerinde ayarlamalara ihtiyac duyuyor abd. Zira akp hata yapıyor.tüm olay bu.

  43. devrim kara

    Sosyalistler ,anarsistler bildigi her seyi güncellemeli.teori dondurulmus.pratik yöntemler hep aynı.bu sitedeki özgür tartışma ortami yeni kültüre harika bir örnek…

  44. Anonim

    heeec umrumuzda degil kucuk burjuva aydinin hulyasi … biz isimize bakacagiz, korkularini buyutecegiz, koruma ordulari ile gezmek yetmeyecek, korkudan cildiracaklar , saga sola saldiracaklar, gerisini arkadaslara birakacgiz, devrimciler icin bisey yapmayan onlara karsida bisey yapmasin,kim bu maskeliler demesinm, kitleler korkusunu buyutuyor diktatorun, bide biz variz bizde korkusunu buyutecegiz, korkma kucuk burjuva aydin ,,, bisey olmaz sana..sandigindan fazla bilincliyiz, hem sen niye korkuyosunki???birak zalim korksun…

  45. Anonim

    olumden ote koy mu var, yeterki yoldaslar ardimizdan boku boku bokuna oldu demesinler….

  46. hortlak

    anonim 27-28 in ruhu cikmis.. tasdada ruh vardir.Hayat tastan gelmedir.ruhsuz hic birsey yoktur. . senin gibi yok oglu yok.. Biraz tas ye istersen..Hayat orda….Corbasini yap..Köftesini yap..Yanina raki iyi gider..

  47. Anonim

    akp iktidarı 12 mart ve 12 eylülden daha baskıcı değil. size öyle gelmesinin sebebi, akp’nin zor kullanma metotlarının 2014 dünyası koşullarında ilkel kalmasıdır. internet sayesinde dünyanın geri kalanının nelerle uğraştığını görüyorsunuz ve bu çağda böyle bir yönetim tarzının nasıl mümkün olduğuna şaşırıyorsunuz. isveç’te evcil hayvanı doğum yapan vatandaşa devlet 6 aya kadar doğum izni veriyor. türkiye’de ise ekmek almaya giden 15 yaşındaki çocuğu öldürüyor polis.

  48. Anonim

    gün zileli nin TKP sempatisi uzre:::tkp li menseviker Aydinlikci IP ciler ve CHP liler gibi kim bu silahli adamlar turunden propaganda yapiyorlar, savunmasi ile hakettigi bi nama ulasan bir avukati, aslinda o onlarin degil bizim adamimiz diye propaganda ediyorlar , tiksinti verici aydinlikcilik cikmiyo kandan militan olan herseye dusman, ….mesele marxist vs anarsist olmakta degil mesele adam olmakta, ve sen zileli hala adam olamadin… olacak gibide gozukmuyosun—

  49. Anonim

    genclerimiz cocuklarimizin kanini sokaklara pekmez gibi akittin, bizim artik devrim gelecek guzel gunler hesabimiz yokkkk öc alacagiz ilk firsati bulanda, gerisini reformistler dusunsun…..http://www.youtube.com/watch?v=o_HCUNdFLJg

  50. Anonim

    AKP’nin İslami bir rejimle ilgisi olmadığına dair:

    http://ebumuaz.blogspot.com/2014/05/demokratik-secimlere-katlmann-sakncalar.html

  51. Anonim

    Türk sömürgeciliğinin hiç olmamış ve olmayan demokrasisine kapı kulumuyuz?

    Batıda, demokratik seçimlerle işbaşına gelmiş hükümetlerle darbe sonucu iktidarı ele geçirmiş hükümetler arasında nitelik farkı vardır. Az gelişmiş ülkelerde ve hele bu ülkeler sömürgeci devlete sahip ise siyasi iktidarların seçimle yada darbeyle işbaşına gelmiş olması sadece üslup farkı yaratır.

    AKP iktidarını düşününüz, 12 Eylül’ün uçaklardan attığı “islami” bildiriler ve davet üzerine inşa olunmuştur. 12 Eylül anayasasını esas almakla birlikte değiştirme şansı olmasına rağmen anayasayı değiştirmemeye ve Türkiye’yi bir darbe anayasası ile yönetmeye azimlidir. Anayasada bir kaç kez rötuş yapılmasına rağmen özüne dokunmaktan, hak ve hürriyetler manzumesini tanımlayan ve düzenleyen maddelere ilişmekten özenle kaçınılmıştır. AKP iktidarı bir askeri kanadın diğerine darbe yapmasının ürünüdür ve bu kanatlardan birine dayanarak iktidar olmak durumundadır. Askeri kanatlar arasındaki bu çatışma 1960 askeri darbesi sonrasında da vardır. 1960 darbesini yapan kanatlar bilahare ayrışmış, “ondörtler” diye bilinen kanat yüzlerce subayı kapsayacak şekilde tasfiye edilmişti. 1950’li yıllar tetkik edildiğinde yine aynı şekilde yüzden fazla generalin ve yüzlerce subayın bir tek kararla tasfiye edildiği görülür. 1980 darbesi sonrasında da benzeri bir ayrışma olmuş ve süreç içerisinde karşıt kamplara dönüşmüştü. Özal’a suikast, genelkurmay başkanlarının ardarda tasfiyesi, Eşref Bitlis’in öldürülmesi, Bahtiyar Aydın’ın öldürülmesi, JİTEM ve sair istihbari birimlere kadar inen küçük rütbeli subayların katledilmesi bu çatışmaların sonucudur. 1980’li yıllardan 2 binli yıllara kadar egemen olan askeri kanat giderek zayıfladı ve bugün tasfiye eylemine maruz durumda. Böyle olması diğer kanadın ordu içinde darbe ve temizlik yaparak siyasi iktidara payanda olduğu gerçeğini dışlamıyor. AKP iktidarı sonuçta bir darbe hükümetidir. Mesele sırf bununla kalmıyor, AKP ile tek parti dönemi ceberrutluğu hortlatılmış durumda. Roboski’de olduğu gibi toplu öldürmeler, çocuk öldürmelere ve gençleri sokakta kurşunlamaya varıncaya kadar tüm yoğunluğuyla sürüyor. Tecavüz, toplu yargılama, keyfi mahkumiyetler sürmekle birlikte basın hürriyeti, ifade hürriyeti zorbalık düzeyinde engellerle karşılanıyor. Gösteri yürüyüşleri ve sair sivil itaatsizlikler ölümlerle sonuçlanıyor. Tüm bu yasalar, 12 Eylül yasasına uyumlu olduğu kadar Almanya ve İtalya’nın faşist dönemlerinde yürürlüğe konmuş yasaların kelimesi kelimesine aktarılarak türk mevzuatında yer verilmiş olmasının sonucudur.

    Bir iktidarın sivil bir iktidar olup olmadığının geçerli kriteri o iktidarın sivil ve özgürlükçü yöntemlere ne kadar itibar ettiğidir. Bunlar arasında en belirleyici olanı bir iktidarın hürriyetçi ve o ölçekte demokratik bir anayasadan yetki alıp-almadığıdır. Bu zaviyeden bakıldığında AKP iktidarının herhangi bir darbe hükümetinden farkı olmadığı gibi meşruiyetinin de olmadığı görülür. AKP’ye meşru ve sivil yönetim niteliği atfetmek kürtlere yapılanları mübah saymaktır, daha da önemlisi kürtleri sömürgeci sistem karşısında gayrimeşru konuma itmektir. Her biri ayrı bir darbeci kanadın temsilcisi olmakla birlikte aynı zamanda bu kanatlardan birinin iktidarı durumundaki partiler arasında ayrım yapılırken bu partilerin Kürdistan sorunu karşısındaki pozisyonu kadar temel hak ve hürriyetler konusundaki tutumu kıstas alınmak zorundadır. Bu ölçü kaçırıldığında önce demokratik tutarlılık sekteye uğrar, (ilaveten) özgün durumları nedeniyle kürtlerin ulusal haklarını yükseltmek kendi içinde çelişkili ve o ölçüde paradoksal bir siyasi duruşa davetiye çıkarır.

    ***

    Seçilmiş olmak, diğer bir deyişle oyla tescil edilmek demokratik olunduğu anlamına gelmez. Demokrasi, sadece seçilmiş bir iktidara sahip olmaya indirgenemez. Böyle olsa % 90 evet oyu alan 12 Eylül anayasasına ve çoğunluk sağlayan Bülend Ulusu hükümetine demokratik niteliği atfetmek gerekecekti.

    Demokrasi sadece çoğulculuk da değildir, esasta hak ve hürriyetlerin tam kullanılması konusunda mutabakat oluşturup gereklerine devlet ve toplum olarak uymaktır, sınırsız hak ve hürriyet kullanımın her birey ve grup için garanti edilmesidir. Seçim ve çoğulculuk bunun yolu/yöntemidir, estetiğidir. Surete değil, niteliğe bakın önce. Hitler iktidarının çoğunluk oylarıyla ve seçimle oluşturulması nazi hükümetlerine demokratik hükümetler denmesine neden olmadı. Bu noktada “Hitler iktidarına askeri darbeye kalkışmak antidemokratiktir” demekle özdeş bir pozisyon yeğleniyorki abesle iştigal dışında anlam taşımaz. Sağlıklı bir değerlendirme yapılmak isteniyorsa darbeye kalkışanın niteliği kadar darbe tehdidine maruz kalanın niteliğine de bakmak gerekir.

    İkincisi ve en önemlisi, işgal sürdüren, işgal eylemiyle birlikte işlediği katliamlar ve sair insanlık suçları aracılığıyla ancakki iktidarını koruyabilen hiçbir hükümet demokratik olmadığı gibi meşru da değildir.

    Türkiye’de hükümet sallanırmış?

    – Ne gam.

    Türkiye’de hükümetler sallanmadığı sürece sokak başlarını tutan tanklar ve panzerlerin hışmıyla yer sarsılır ve akabinde kürtler darağaçlarında sallanır. Kürdistan tarihinin kısa özeti böyledir.

    Türkiye’nin olmayan demokrasisini, işgal koşullarında asla oluşmayacak meşruiyetini ve bu baptan olmak üzere Türkiye’nin esenliğini kollamak kürtere vazife değil.

    Türkiye’nin neresi inceyse orasından kopsun. Sömürgeci devlet kendi içinde kopmadığı ve kamplaşmadığı sürece zayıflamayacak, dolayısıyla kürtler bağlı kalacaktır. Kürtlerin desteğine ihtiyacı olan riyakarlık yapmadan kürtlerin haklarını yazılı hukuka geçirir ve uygulanacağını garanti eder, kürtler de ancak bundan sonradırki kendi hak ve hürriyetlerinin kazanılması uğruna taraf pozisyonunu seçebilirler. Bugünkü hükümet gidenleri aratır durumda, hangi demokrasiyi korumuş oluyoruz sorusu cevaba muhtaç. Öyle ya, kim adına ve kimin çıkarı için demokrasi havarisiyiz?

    Sömürge ülkeye kendi mukadderatını eline almadığı sürece demokrasi gelmez. En demokratik sömürgeci yönetimde bile sömürgede insanlık suçları ve fahiş demokrasi ihlalleri yürürlüktedir. Sömürge ülke halkı en ileri demokraside bile şiddeti, zorbalığı, hırsızlığı, katliamcılığı temel yöntem olarak kullanan hükümetlere muhataptır.

    Aksini düşünenler İmralı çizgisine adapte olsunlar, daha iyi anlaşılırlar ve söylemlerinin hiç değilse bir dayanağı olur.

    http://cebaxcor.blogspot.com.tr/2013/07/turk-somurgeciliginin-hic-olmams-ve.html

  52. Anonim

    TC Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a Açık Mektup

    Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a,
    Sayın Başbakan, Dersim’de katliam olduğunu söylediniz, bu gün de Menemen olayının “provokasyon” olduğunu söylüyorsunuz..
    Dersim’de yapılan soykırımla Dersim halkının ülkesi ve kimliği alındı, inançlarıçiğnendi. Barbarlığın faili ve sorumlusu devlet, başıçeken ise cumhuriyetin kurucusudur.
    Siz, Dersim ismini iade mi ettiniz? Seyid Rıza’nın naaşını teslim mi ettiniz? Dersim halkına kendi dilinde eğitim hakkı mı tanıdınız? Dersim’in kendini yönetmesinin doğal hakkı olduğunu kabul ve gereğine icabet mi ettiniz? Hayır, bunların hiçbirini yapmadınız. “Tek dil, tek bayrak, tek devlet” demeniz aksini sürdürmeye azimli olduğunuzun itirafı olmakla birlikte açıklamaya dilinizin varmadığı “tek din” inşasının emaresidir. Dersim aynı zamanda Mamikan olarak da anılır, Dersim Ermenilerine ne olduğunu ifşa edip ecdadınızın 1 hafta içinde bitirdiği 1,5 milyon insan için de özrünüz var mı? Yoksa bu özrü de insanlığınızla birlikte Paul Sarkozy’e mi havale edeceksiniz?
    Menemen bir provokasyon idiyse yapan kimdi ve niçin yapmıştı? Bir yandan provokasyon deyip diğer yandan bu hadisenin birlik ve beraberliği güçlendirdiğini aynı paragrafa sığdırmanızın verdiği ilhamla soralım. Menemen ve daha önce Konya Sarıveliler’de başlatılan (ki mağdurlarından biri İstanbul Belediye Başkanı, yani halefiniz olan Sayın Topbaş’ın dedesi 150’liklerden Konya milletvekili Zeynelabidin’dir) provokasyon, İstiklal Mahkemeleri’nin marifetiyle genel seferberlik kisvesine büründü ve devletin siyasi sınırları içinde kalan her yöreden 9 bin insanın Kürd, alevi, dindar olması gerekçe yapılarak sorgusuz sualsiz katledilmesi eşliğinde yürütüldü. Siz, bugüne kadar İstiklal Mahkemeleri’ni sorgulamadığınız gibi, devletin arşivlerini, sizce provokasyon olan planlı sindirmenin ön hazırlık istişarelerine ilişkin belgeleri, icraata ilişkin raporları, devletin adli, siyasi ve askeri erkanı arasındaki yazışmaları, resmi talimatları havi sair belgeleri bugüne kadar saklı tuttunuz, ifşa etmediniz.
    Mustafa Kemal’in o gün desise yaratarak kahir varlığıyla Kürdistan’a sürdüğü Türk ordusunu siz geri miçektiniz, sayısını mı azalttınız, işgalci mantığıyla sürdürülen askeri harekatların muhteviyatını mı değiştirdiniz?
    1925-38 ve daha sonraki askeri vesayet dönemlerinde insanlar sadece Kürd olduğu ve Kürdistan’da doğduğu için yargı önüneçıkarıldı. Devletinizin hâlâ hukuki ucube, dolayısıyla gayrimeşru özelliğini koruyan yasaları mucibince cezalandırıldılar. Hukuki dayanağı olmayan her müeyyide haksızlıktır, şayet haksızlık zoru esas alıyorsa o zaman zulümdür.
    Sizin döneminizde de mahkemelerçoğu kez sizin celallenmenizi işaret addederekten Kürdleri topluca tutukluyor, savunma hakkını gasp ediyor, mahkûm ediyor ve susturmayaçalışıyor. Takrir-i Sükûn’dan ne içerik ne de uygulamada inhiraf etmeyen ceberutluk örnekleriyle muhalif basın parmaklıklar arkasında. Uygulamalarınızın Dersim Katliamı’nı gerçekleştirenlerle, Menemen “provokasyonunun” baş failleriyle benzeşmezlik göstermesi gerekmez miydi?
    Sizin sorumluluğunuzda bir bürokrat, bir Kürd sanatçısı için “aşüfte” diyebiliyor, bunu tasvip etmediğinizi tebliğ ediyorsunuz. Oysa bir ‘aşüfteden Doğma’nın heykelleri bütün alanları süslüyor, resimleri her devlet makamında bir mecburiyet, siz de bu aşüftenin oğlunun resmi altında görevinizi deruhte etmektesiniz. Katliam diyor sorumlusunu zikredemiyorsunuz, provokasyon diyor failini gösteremiyorsunuz, aşüfte sözcüğüne rıza göstermezken aşüftenin oğlunu esas alıyor, siyasi ve ahlaki düşkünlüğünü yüceltiyor, metotlarını aynen izliyor, zulmünü devam ettiriyorsunuz. Sizin başbakan ve iktidar partisi başkanı olduğunuz ülkede hâlâ bir “Atatürk’ü Koruma Yasası” var ve yürürlükte.
    1820’de başlatılan “yenileşme” hareketleri Kürdistan’a soykırımlar zinciri olarak yansıdı. Toplu katliam kampanyaları olarak belli periyotlarda yoğunlaşan istila ve tenkil hareketleri 1912 yılına kadar aralıksız sürdü. Sadece 7 yıllık aradan sonra 1919 yılında tekrar Kürdlere yönelen, toplu imha şeklinde tarihi tezahür gösteren Kürd Kırımları 1940’lı yıllara değin fasılasız bir seyir izlemiştir. Daha önceki Celali başkaldırıları, Yavuz Selim zulmü, Kuyucu Murat Paşa zulmü, Melek Ahmet Paşa zulmü bu tabloya dâhil değildir. Osmanlı ve devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırım itiyadı kronik bir özellik arz eder ki doruğu ve bariz delili 1915 Ermeni-Süryani Soykırımlarıdır.
    Tüm bu anlattıklarım sizin ecdadınızın eylemidir Sayın Başbakan. Size insan olarak sorumluluk yükler ama başbakan olmanız münasebetiyle yüklenmek mecburiyetinde olduğunuz sorumluluk daha büyük ve daha önceliklidir. Kaldı ki siz bu ecdadın sadece ahfadı olmaktan değil ağırlıklı olarak bu soykırımları gerçekleştiren yönetimlerin halefi olmaktan mes’ûlsünüz. Size bir baba arandığında, baba sözcüğünün tam da karşılığı anlamında duvarınıza hangi atanın fotoğrafını astığınız ve hangi fotoğrafın altında vazifenizi icra ettiğiniz sorgulanarak bulunur. Hele inkârcılığınız, kabadayılığınız, hırçınlığınız, hak ve hürriyetleri ilgaya müteallik uygulamalarınız, bu bağlamda zoru öneçıkarmanız, zor kullanmanız, bu atayla zihni ve icrai özdeşlik arz ettiğinde, kimi hatırlattığınıza, sebebi mayenizin kim olduğuna “armut dibine düşer” darbı meseli anımsanarak teşhis ve isim konur. Hiç şüpheniz olmasın biyolojik pederiniz ilgi alanımıza girmiyor ve şahsınıza müteallik bir dokundurma haddimiz değildir. Ancak siyasi nesebinizi icraatlarınız ve beyanatlarınız bağlamında sorgulamak bizim için bir haktır. Hakkımızı kullanmaktan da hiç bir güç bizi alıkoyamaz.
    Sarkozy’nin babasını biliyoruz, resimleriyle de tanıştık. Sıra sizin babanızda. Babanızın kim olduğunu açıklamayı da şimdilik kaydıyla sizin izanınıza ve uhdenize terk ediyoruz. Babanızıçok merak etmekliğimizi mazur göreceğiniz beklentisiyle saygılarımı sunuyorum Sayın Başbakan.
    Kenan Fani Doğan
    Stockholm / İsveç http://www.serbesti.net/?id=310

    http://www.nasname.com/a/tc-basbakani-sayin-recep-tayyip-erdogana-acik-mektup

  53. O.Gürsel

    “…Oysa bir ‘aşüfteden Doğma’nın heykelleri bütün alanları süslüyor, resimleri her devlet makamında bir mecburiyet, siz de bu aşüftenin oğlunun resmi altında görevinizi deruhte etmektesiniz. Katliam diyor sorumlusunu zikredemiyorsunuz, provokasyon diyor failini gösteremiyorsunuz, aşüfte sözcüğüne rıza göstermezken aşüftenin oğlunu esas alıyor, siyasi ve ahlaki düşkünlüğünü yüceltiyor, metotlarını aynen izliyor, zulmünü devam ettiriyorsunuz…
    Sarkozy’nin babasını biliyoruz, resimleriyle de tanıştık. Sıra sizin babanızda. Babanızın kim olduğunu açıklamayı da şimdilik kaydıyla sizin izanınıza ve uhdenize terk ediyoruz. Babanızı çok merak etmekliğimizi mazur göreceğiniz beklentisiyle saygılarımı sunuyorum Sayın Başbakan.

    Kenan Fani Doğan”

    Bu yazarı zaman, zaman ilgiyle okudum… Alıntıladığım cümlelerin arkasındaki “zihniyet” beni irkiltti! Uyandırdı!
    Bu “erkeklik” hastalarının dünya düzeni hakkında “mazlumdan” yana yazı yazmaya, düşünmeye hakları var mı? Bu yeryüzündeki “ekonomik” zulmün ayrılmaz parçası “erkek” zulmü yandaşı olduğunu büyük olasılıkla istemeden açık eden bu ve benzerlerinin “zulüm, sömürü, ezilme” üzerine mazlumdan yana yazma hakları olsa bile inandırıcı olmaları ancak bizim de o zulmün cahilce de olsa gönüllü parçası olduğumuzu gösterebilir…
    İster M. Kemal, İster RTE… Bu insanların ana-babalarını bu şekilde erkek iki yüzlü ahlakının tiksinti verici, bayağı ön yargılarıyla ele almak… Bu “tipleri” kendi çamur zihinleri içinde yalnız bırakmak gerekir…
    (Bu yazıyı alıntılayan da -yazarı deşifre etme amacı ile değil, olumlama amacı ile siteye göndermişse- bu “pisliğin” suç ortağıdır. )

  54. O.Gürsel

    Not; Aşüfte; oynak, açık saçık kadın… Kime göre… O kadına sahip olamamış erkeğe göre… Bu kadınların çocukları… Piç!
    Sonra mazlummuş, ezilenmiş, sömürülenmiş… Kimi “zalimler”, Zulüm düzenini besledikleri halde kendine pay düşmediği için muhalif olurlar! Muhaliflikleri ilkesel değil, zulme-yağmaya ortak olamadığı içindir…. … Ne acınası hal…

  55. O.Gürsel

    Bir not daha ekleyeyim… Mesleğim gereği her hafta en az ortalama 100-150 Kürt kadınla karşılaşıyorum… (Mersin’de)
    Hala Nazım’ın anlattığı gibi… “Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen…”

    İşte bu kafa bu kadınların hala hayatını bu korkunç şekilde yaşamalarının suç ortağıdır…

  56. Anonim

    O.Gürsel, senin görüşlerin de başkalarının bakış açısına göre pislik olabilir.
    Sadece kadınların mağduriyetlerinden bahsediyorsun. Biraz da erkeklerin mağduriyetlerinden konuşsana. Yoksul hatta zengin erkekler zorla askere alınıp ölüme sürülürken, şehirli-batılı üst-orta sınıf kadınları lüks içinde yaşıyor. Veya Elliot Rodger gibi zengin erkeklerin yaşadığı trajediler çok az insanın umrunda.

  57. O.Gürsel

    Tam da CB seçimi üzerine konuşurken “sıradan” bir gazete haberi…
    “Özel bir hastaneye gitme yerine devlet hastanesini seçen devlet başkanı Jose Mujica fotoğrafının çekildiğinden haberdar olmadan sırasını beklemesi sosyal medyada en fazla paylaşılan fotoğraf oldu.
    Jose Mujica’nın hastanede sıra beklediğini gören Uruguaylılar başkanları ile gurur duyduklarını belirtti.”
    *
    Latin Amerika “solculuğunu” bir ara konuşsak… Bu konuda bilgisi-birikimi olan arkadaşlardan bir şeyler okusak.. iyi olur…

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑