Geçen seminerle birlikte 1917 devrimi ile doğan durumu ve Bolşeviklerin iktidara gelişinden sonraki süreçte devrimin üç aşamada sona erişini incelemiştik. Bu seminerde 1936 İspanya Devrimini ve “İç Savaş” olarak nitelendirilen 1936-1939 arası dönemi inceleyeceğiz.

Aslında İspanya Devriminin başlangıç tarihi olarak 1934 yılını almak daha doğru olur. Merkezi hükümete, seçimlerde çoğunluğu kazanan sağcı hükümet hakim olmuştu. 1920’lerden beri İspanya’da şiddetli bir sınıf mücadelesi yaşanıyordu. Anarko-sendikalist CNT, özellikle Katalonya’da yüz binlerce işçiye kumanda ediyordu. CNT’nin tüm ülke çapında 1 milyonu aşkın üyesi vardı ve işçiler genel bir başkaldırı halindeydiler. Asturya madencileri, CNT’yi bile aşan devrimci bir direniş sergiliyorlardı. Köylüler feodal toprak ağalarına karşı ayaklanmış ve toprakları işgal etmek için fırsat kolluyordu. Diğer yandan, Franko’nun başını çektiği sağcı generaller hemdevrimi durduracak, hem de cumhuriyeti ortadan kaldıracak bir askeri darbenin hazırlıkları içindeydiler. 4 Ekim’de sağcı hükümete karşı Katalonya’da, anarşistlerin, işçi ve köylülerin talepleri doğrultusunda bir ayaklanmaya giriştiğini görüyoruz. Aynı tarihte Asturya madencileri de ayaklandılar. Sağcı hükümet, bu ayaklanmaları silah zoruyla ve sağcı generallerin desteğiyle bastırdı. Devrimci ayaklanma zorla ve kanla bastırılmış ve on binlerce emekçi hapse atılmıştı. Buna rağmen kitlelerin devrimci kabarışı durmuş değildi.

Bundan sonra Halk Cephesinin güçlendiğini görüyoruz. Halk Cephesini Largo Caballero’nun liderliğindeki Sosyal Demokrat Parti ile o sırada henüz oldukça güçsüz olan İspanya Komünist Partisi ve diğer cumhuriyetçi partiler oluşturuyordu. Anarşistler ve CNT, Halk Cephesi’nin aslında devrimi durdurmayı amaçlayan bir girişim olduğunu söylemekle birlikte, kendilerini destekleyen işçi ve köylülerin baskısıyla 16 Şubat 1936 seçimlerinde Halk Cephesini desteklediler ve Halk Cephesi seçimleri kazandı. Halk Cephesinin zaferi, kitlelerin devrimci coşkusuna daha da büyük bir ivme kazandırdı. Halk Cephesi hükümetinin iktidara gelmesinden yararlanan işçiler fabrikaları, köylüler toprakları fiilen ele geçirip kollektifleştirmeye giriştiler. Bu, Bolşevik iktidarı altında yapılan devletleştirmeden tamamen farklı karakterde, aşağıdan bir kolektifleştirme hareketiydi. Üretim araçları devletleştirilmiyor, bizzat o üretim araçlarını işleten işçi ve köylüler tarafından aşağıdan yukarıya kolektifleştiriliyordu. Ortaya çıkan, devlet mülkiyeti değil, gerçek üreticilerin kontrolündeki toplumsal mülkiyetti. Bu, devrim tarihinde önemli bir deneyimi oluşturur.

Toplumsal devrimin böylesine hızlı ilerlemesi karşısında general Franko darbe hazırlıklarını hızlandırdı ve 1936 yılının Temmuz ayının ortasında darbeyi fiilen başlattı. İlk elde Franko isyancı birliklerinin cumhuriyete ve devrime karşı giriştiği darbe sadece Cadiz, Sevilla, Endülüs, Burgos ve Zaragoza’da başarılı oldu. Merkezi hükümetin başkenti olan Madrid’de Cumhuriyetçiler durumu hakimdi. Katalonya’nın başkenti Barselona’da ise işçiler anarşistlerin desteğinde ayaklanarak, dünya tarihinde ilk kez darbeci bir orduyu yenilgiye uğrattılar. Böylece İspanya ve merkezi iktidar fiilen üç parçaya ve üç iktidara bölünmüş oldu: Franko darbecilerin hakim olduğu bölgeler ve faşist-falanjist iktidarı; esas olarak Sosyal Demokratların yönetimindeki Halk Cephesi’nin hakim olduğu bölgeler (Madrid) ve Cumhuriyetçi iktidar; işçi-köylü devriminin fiilen yürüdüğü, Cumhuriyetçilerle ittifak halindeki Katalonya bölgesi (Barselona) ve bu devrimin fiili destekçisi anarşistlerin iktidarı. Böylece devrim ve iç savaş iç içe geçti. Genelde bakınca iç savaş cumhuriyetçilerle darbeci faşistler arasındaymış gibi görünmekle birlikte, cumhuriyetçi cephede iki farklı gücün varlığı açık seçik görülür: Cumhuriyeti korumak için mücadele eden Madrid ve işçi-köylü devriminin başını çeken Katalonya, Aragon, Asturya. Elbette bu iki güç faşistlere karşı ittifak halindeydi ama aralarında devrimin ilerlemesi ya da durdurulması konusunda çok büyük ayrılık vardı. İspanyadevrimi bu karmaşık durumuyla kavranmalıdır.

19 Temmuz’da Franko’ya bağlı General Goded’in ayaklanmasının Barselonalı CNT üyesi işçilerin direnişiyle yenilmesinden sonra anarşistler tüm şehrin kontrolünü ellerine almışlardı. Katalonya hükümetinin başı , Generalitat Companys anarşistleri huzuruna çağırarak onlara iktidarı kazandıklarını ve tüm sorumluluğu onlara devretmeye hazır olduğunu bildirdi. Ancak, son olarak onlara bir teklifte bulundu. İsterlerse, kendisinin ve partisinin de katılacağı, Katalonya’daki tüm cumhuriyetçi partilerin yer alacağı bir koalisyon hükümeti kurabilirlerdi. Bu teklifini kabul ederlerse bir koalisyon hükümeti kurulur ve faşistlere karşı hep birlikte savaşırlardı. İşte bu noktada anarşistler, bir “anti-faşist cephe” hastalığının kurbanı oldular ve çoğulculuklarına da uygun olarak cumhuriyetçi partilerle bir koalisyona girmeye karar verdiler. “Hükümet” sözcüğüne karşı olduklarından, kurdukları hükümete “Merkezi Milis Komitesi” adını verdiler ama bu işin özünü değiştirmiyordu. Bu, aslında İspanya devriminin bitişinin ilanıydı. Son derece ironik ve trajiktir ki, Ispanya devrimi, 1934 yılında sağcı hükümetin kurulmasının ardından başlamış ve Barcelona’da işçilerin bir askeri darbeyi yendikleri günün gecesi, 19 Temmuz 1936’da, anarşistlerin Merkezi Milis Komitesi’nin kurulmasını kabul etmesiyle tam zirve noktasında bitmiştir ya da bu, devrimin sonunun başlangıcı olmuştur.

Neydi anarşistlerin yaptığı büyük hata? Bu, elbette çoğulcu bir tutumla diğer partileri dışlamamaları değildi. Bu gerekli ve özgürlükçü bir davranıştı. Hatanın esası, mücadelenin kendilerine büyük iktidar kazandırdığı anarşistlerin, bu zafer anında kararın, zaferin gerçek sahibi işçi ve köylülerce verilmesini sağlayacak girişimlerde bulunmak yerine onlar adına karar vermeleridir. Bu yüzden, bu davranışları tarihe, anarko-Bolşevizm olarak geçmiştir. Hani devrim işçi ve köylülerin öz davasıydı; hani toplumsal devrim onların kararlarıyla yürütülecekti? Böyle kritik bir anda anarşistler bu temel ilkelerine uygun davranmadılar ve aceleci bir şekilde kendilerinin en doğru kararları verebilecekleri ilüzyonuna kapıldılar. İktidar, onların da gözünü döndürmüştü demek ki!

Oysa hiç de zor değildi bunu yapmaları. Tüm Katalonya ve özellikle Barselona tam bir devrimci coşkuyla ayaktaydı. İşçi ve köylüler kolektifleştirmeye fiilen girişmişlerdi. Yapılacak olan, zonetimsizlik durumunun birkaç gün daha sürmesini göze alarak büyük bir işçi köylü konseyi ya da sovyeti toplamak ve onların verecekleri kararlarla, bu konseyin ya da sovyetin ya da komünün denetiminde bir Acil Durum Komitesi kurmaktı. Gerçek iktidar bu sovyetin ya da konseyin elinde olacaktı, Acil Durum Komitesi dönüşümlü olarak görev yapacak ve konsey ya da sovyet tarafından her an görevden alınabilir olacaktı. Bu konsey, elbette tüm cumhuriyetçi partilere serbestçe çalışma olanağı tanımalıydı; hatta dahası, onların olumlu önerilerinden yararlanmak üzere, onları bir Danışma Meclisi’nde görevlendirmeliydi; anarşistler de dahil tüm cumhuriyetçi örgüt, parti ve sendikalar bu Mecliste yer almalıydı. Ama gerçek iktidar Sovyetin ve onun denetimindeki Acil Durum Komitesi’nin elinde olmalıydı. Bu komitede de elbette çeşitli akımların temsilcileri, eğer seçilmişlerse görev alabilirlerdi ama bu seçim partileri adına değil, şahısları adına bir seçim olmalıydı. Yani işçiler ve köylüler konseyi bu kişileri şu partinin ya da bu örgütün temsilcisi olduğu için değil, devrime şahsen yararlı katkıları olacağını düşündükleri için seçmeliydi.

Anti-faşist cephe ise buyrun, işte böyle bir partiler ve örgütler Meclisi de burada bir anti-faşist cephe oluştururdu ama devrimin ekonomik, siyasi ve kültürel ana damarları bu Meclisin değil, işçi-köylü sovyetinin elinde olurdu. Bu Sovyet, üretim alanlarında başlamış olan devrimin destekleyicisi olarak devrime hız verirdi. Anti-faşist mücadele adı altında devrimin durdurulmasının önüne set çekerdi. Çünkü anti-faşist mücadelenin kazanılmasının tek yolu, halkın devrimci coşkusunu körüklemek ve devrimi fiilen yürütmekti. Anti-faşist mücadele adı altında devrimi durdurmaya çalışmak (Stalinistlerin yaptığı buydu) anti-faşist mücadeleyi de yenilgiye götürmekten başka bir sonuç vermezdi ve nitekim vermedi de.

Bundan sonraki trajik olaylar aslında devrimin yenilgisinin ve dolayısıyla faşizme karşı mücadelenin yenilgisinin öyküsüdür.

Stalinist komünist Partisi, anarşistlerin özgürlükçülüğünden ve Sovyetler Birliği’nin gücünden yararlanarak (Sovyetlet Birlıği’nin tüm sorunu ise. İspanyol devrimini bastırarak batı demokrasileriyle bır an önce ittifaka gitmekti. Devrim batılıların desteklediği reaksiyoner burjuvaziyi de tehdit ediyordu, bu Stalin’in o andaki ittifak politikasına uymuyordu) Barselona’da hızla örgütlenmeye ve güçlenmeye başladı. GPU’nun desteğindeki Stalinistler, muhalif komünist (POUM) ve anarşist avına çıktılar. POUM lideri Andreas Nin’e GPU’nun gizli hapishanelerinde işkence yapıldı ve Moskova’daki gibi bir itiraf davası düzenlenmeye çalışıldı; itirafı kabul etmeyen Nin öldürüldü. Stalinistler, Sağ Sosyal Demokrat kanadın da desteğiyle yeni sağ eğilimli hükümete ortak oldular ve bu hükümetin gücünden yararlanarak işçi ve köylü kolektiflerini fiilen dağıtmaya giriştiler. Stalinistlerle anarşistler 1 Mayıs 1937’den sonra Barcelona sokaklarında günlerce çatıştılar. İtalyan anarşisti Berneri yine Stalinciler tarafından öldürüldü.

Kısacası devrim hem dışardan faşistlerin, hem de içerden Stalinistlerin baskısıyla ezildi. Devrimin anti-faşizm adına ezilmesi halkın faşizme karşı savaş şevkini de önemli ölçüde kırdı. POUM ve anarşist milisler, merkezi Madrid hükümeti tarafından dağıtıldı ve kitlelere merkezi ordunun disiplini dayatıldı. Bu, halkın şevkini iyice kırdı. Sonunda cumhuriyetçi cephede devrim yenilgiye uğratılmış oldu. Halk geri çekildi. Anarşistler, anti-faşizm adına merkezi hükümete bile girdiler ve faşistlerle göğüs göğüse çarpışırken, cumhuriyetçi cephede devrimin sona erdirilmesine karşı kollarını bile kaldıramadılar. Anarşist kahraman Durruti’nin Madrid’in savunulması sırasındaki ölümü, aslında İspanya Devrimiyle birlikte zirveye tırmanan 19. Ve 20. yüzyıl anarşizminin de ölüm ilanı gibiydi. Anarşistler, “çanlar kimin için çalıyor” diye sormamalıydı. Çanlar onlar için çalıyordu.

Gün Zileli

7 Aralık 2009
Özgür Üniversite/İstanbul

İlgili Yazılar:
Devrimi Yeniden Düşünmek I– II – III – IV – V – VI – VII – VIII – IX – X – XI – XII