Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Devrimi Yeniden Düşünmek – II

Özgür Üniversite, Özgür Üniversite Güz 2009 - Devrimi Yeniden Düşünmek

Fransız Devrimi / 1848 Devrimi / Paris Komünü

Modern devrim tarihinin başlangıcını Fransız Devrimi oluşturur. Birincisi, Fransız devrimi, egemen sisteme karşı sömürülenlerin ayağa kalkışı olduğu için devrimdir. İkincisi, ayağa kalkan Paris yoksulları, salt ayaklanmakla kalmamış, aynı zamanda eşitlik ve özgürlüğü hedefleyen bir gelecek toplum projesini de genel hatlarıyla ortaya koyabilmişlerdir. Evet, belki bu hedef çok netleşmiş değildir ama yine de eski toplumsal düzene karşı bir alternatif toplum özleminin göstergesidir. Ezilen ve sömürülen Paris yoksulları ve devrimi başlangıçta destekleyen Fransa’nın yoksul köylüleri, ayağa kalkarken, daha sonra liberal teorisyenlerin ve hatta Marx’ın teorize ettiği gibi salt bir ilerleme özlemiyle hareket etmemişlerdir. Onları harekete geçiren başlıca etken. Krallık ve aristokrasinin hakimiyetiyle birlikte, kendilerini sömüren kapitalist sistemi de yıkma güdüsüdür. Elbette bunun tam bilincinde değillerdi, daha doğrusu kapitalizme karşı mücadele ayaklanan kitlelerin kafasında net değildi. Bu yüzden, devrim sırasında ancak yiyecek fiyatlarının dondurulmasını talep etmeyi akıl edebildiler.

Fransız devrimi, daha sonra ilerlemeci modernistlerin ve Marksistlerin ileri sürdüğü gibi bir burjuva devrimi değildi. Ayaklanan kitleler, aristokrasiyle birlikte, bu sınıfla şimdiden iç içe geçmiş yeni zenginler sınıfının (burjuvazinin) de tasfiyesini istiyordu. Onlar yeni ve modern bir kapitalist düzen değil, adil ve eşitlikçi bir toplum istiyorlardı.

Fransız devrimine burjuva devrimi yakıştırması yapılmasının en önemli nedeni, burjuvazinin temsilcilerinin, halk ayaklanmasından yararlanarak ulusal mecliste çoğunluğu ele geçirmesi ve giderek, devrilen krallığın yerine kurulmuş cumhuriyet yönetiminin merkezi organlarına hakim olmasıdır. Evet ama sadece devrimin yetersizliğinin sonucudur bu, yoksa başarısının değil.

Fransız devriminin bir burjuva devrimi olmadığının en iyi kanıtı, burjuvazinin en radikal ve en sertlik yanlısı temsilcileri olan Jakobenlerle alttan gelen devrimci dalganın temsilcisi Enragée (Öfkeliler) ve Hebertistlerin sonunda karşı karşıya gelmeleri ve Jakobenlerin, kendi egemenliklerini korumak için aşağıdan gelen devrimci halk kesimi dalgasının temsilcisi durumundaki bu kesimleri giyotine yollamalarıdır. Gerçi daha sonra Jakobenler de burjuvazinin daha istikrar isteyen kesimleri (Jirondenler) tarafından giyotine yollanmıştır ama Jakobenler halk devrimini ezmekte burjuvazinin kılıcı rolünü oynadıktan sonra olmuştur bu.

Fransız devrimi, hiçbir partinin ya da siyasi kliğin planlamasıyla olmamıştır. Aşağıdan, kendiliğinden halk ayaklanmasının ürünü olarak gerçekleşmiş, burjuva Jakoben hizbinin yönettiği Milli Selamet Komitesi hükümeti tarafından yürütülen terör döneminde ezilmiştir. Bundan sonra, sertlik yanlısı Jakobenleri de giyotine yollayan burjuvazi kendi hakimiyetini kurmuştur. Bunun ardından Napolyon yönetimindeki istilacı dönem başlamıştır. Fransız devrimi, burjuvazi tarafından başlatılmamış, onun tarafından sona erdirilmiştir. Ne var ki, Fransız devriminin eşitlikçi ve özgürlükçü toplum özlemleri bütün dünyaya yayılmaya devam etmiştir.

Jakobenlerin terör döneminin nasıl bir halk düşmanı ve reaksiyoner egemenliği olduğunu gösteren en iyi örnek, Enragéelerin ve Hebertistlerin ezilmesinin ötesinde, “karşı-devrimci” bir ayaklanma olduğu bahanesiyle Vandée köylülerinin, merkezi burjuva hükümetine karşı ayaklanmalarının jenosit denecek ölçüde büyük bir katliamla bastırılmasıdır. Başlangıçta devrimi destekleyen Vandée köylüleri, Cumhuriyet hükümetinin anti-cleric müdahalelerine karşı ayaklanmışlardı. Onların zorbaca ezilmesinin devrimle de, devrimcilikle de bir ilgisi yoktu. Vandéelilere karşı girişilen katliam, gerçekten de modern çağın ilk jenosidiydi. Katliamı gerçekleştiren general François Joseph Westermann bunu tarihe geçen kendi sözleriyle açıkça ortaya koymaktadır:

“Artık Vandée diye bir yer yok, sevgili yurttaşlarım, Kılıçlarımızla kadın çocuk demeden yok ettim, Savenay bataklıklarına ve ormanlarına gömdüm onları. Emriniz üzerine, çocuklar bile atlarımızın nalları altında ezildi, kadınlar artık geleceğin askerlerini doğuramayacak, çünkü katledildiler. Sokaklar ceset dolu, kimi yerlerde cesetlerden piramitler oluşmuş bulunuyor. Savenay’da kitlesel olarak kurşuna dizdik esirleri, çünkü isyancılar sürekli teslim olmakta ve kimseyi esir alacak durumda değiliz. Onlara özgürlüğün ekmeğini vermeye hiç de niyetli değiliz. Devrimin acıması yoktur.”

Oysa acıması olmayan devrim değil, devrimi de ezen burjuvazinin generalleridir sadece.

Bundan sonra. 19. yüzyılda, tüm Avrupa ülkelerinde reaksiyoner burjuva devletleri kurulmuş, Almanya gibi ülkelerde burjuvazi kadim imparatorlukla birleşerek hükmünü sürdürmüştür. Reaksiyoner burjuvazinin ve burjuva devletlerinin baskısı ve imparatorlukların ölümcül ağırlığı Avrupa’da yeni bir devrimi mayalandırmış ve 1848 yılında tüm Avrupa çapında bir devrim patlak vermiştir. Devrim, Fransa vb. gibi ülkelerde kısa bir dönem için de olsa bir hakimiyet sağlamışsa da, artık merkezi bir güç olarak iyice pekişmiş reaksiyoner burjuva devletleri ve onların emrindeki ordular devrimi zor yoluyla ezmiş ve ardından yeni bir reaksiyon dönemi başlamıştır.

1848 devrimleri, sanıldığı gibi sadece kadim imparatorlukları değil, tüm burjuva devletlerini ve burjuvaziyi hedef alan bir aşağıdan halk ayaklanmasının, eşitlikçi ve özgürlükçü özlemlerin ifadesiydi. Dolayısıyla bir toplumsal eşitlik ve özgürlük devrimiydi ve doğrudan doğruya burjuva hakim düzeniyle karşı karşıya gelmişti.

Uzunca bir reaksiyon döneminden sonra 1871 yılında Paris Komünü devrimi patlak verdi. Avrupa’da merkezi devletler ve onların orduları iyice pekiştiğinden bu merkezi güçlere karşı bir devrim iyice zorlaşmıştı. Ancak savaş zamanları merkezi otoritenin bir başka devlete yenilmesi ya da otorite kaybına uğraması, yeni bir devrimin ortaya çıkmasına şans tanıyordu. İşte Paris komünü de böyle bir durumun ürünüdür. Fransız-Prusya savaşında Fransız merkezi devletinin zaafa uğraması Paris işçi sınıfının ayaklanarak merkezi iktidarı kovalamasını ve Paris komününü ilan ederek iki ay boyunca yaşatmasını sağlayabilmiştir. Merkezi iktidar, güçlerini ve ordusunu Versay’a çekti ve orada yeniden organize oldu; daha sonra da Paris’i kuşatma altında tutan Prusya merkezi gücüyle işbirliği yaparak Paris komünarlarını yenilgiye uğrattı ve devrimi bastırdı.

Paris komünü de tamamen çoğulcu, aşağıdan bir devrimdi. Kısa ömürlü Paris komünü sırasında hiçbir parti diğerini bastırma ve iktidarı tek başına ele geçirme yoluna gitmedi, zaten bunun koşulları da yoktu.

Ne var ki. Devrimin güçlü merkezi ordular karşısında yenilgiye uğraması, Devrimin de kendi merkezi gücünü oluşturması, hatta ordular kurması düşüncesini güçlendirme başladı. İşte Leninizm buradan doğdu.

Bunu bir dahaki seminerde. Rus devrimi bağlamında inceleyeceğiz.

Gün Zileli

25 Ekim 2009

34 Comments

  1. exhorder

    reaksiyonerlik, gericilikte, faşizmde ve liberalizmde ortak olarak varolan bir unsur. bunların hepsi sosyalizme karşı reaksiyoner tutum takınırlar. aralarındaki ayrım çokta önemli değil. sadece gerici ve faşistler reaksiyonerliği fikir alanından fiziksel şiddet alanına taşımakta, liberallerse köşelerine çekilerek fikri saldırı üzerinden reaksiyoner tavırlarını sürdürürler.

  2. Reaksiyoner Türk solu

    Türk solu ortaya çiktigi andan itibaren demokrasiye, insan hak ve hürriyetlerine, kimlik ve kisilik haklarina ve bunlar gibi bir dizi modern ve post-modern açilimlra tepki göstermistir. Türkiye’de reaksiyonet yaftasi asilacak bir akim varsa, o da soldur.

  3. exhorder

    güzel.

  4. exhorder

    madem sol reaksiyonerdi peki modern dönem için ele alalım,

    cumhuriyet tarihi boyunca sol içerikli kitaplara gazete ve dergilere bile sansür uygulanması, yasadışı ilan edilmesi, devrimcilerin işkence görmesi ve öldürülmeleri, faşizmin saldırıları, öğrenci olaylarında bile zararsız sol gösterilerin bombalanması, 1 mayıs 1977 katliamı, komünizmle mücadele dernekleri, komünist partilerin yasal mecralarda illegal ilan edilmesi vs. bunlar ne peki? reaksiyoner olan sol mu 🙂 yoksa sağın ve liberal sağın kendisi mi?

    post modern dönemin varlığına inanmıyorum ama diyelim öyle olsun. gerçi bu dönemin kesin tarih aralığı bile belli değil açıkçası. günümüz olduğu iddia edilen sözümona post modern süreçtede sola ambargo ve baskı uygulanmaktadır. nedir bunlari, küreselleşme, liberalizm, yeni dünya düzeni gbi zırvalıklarla sömürü düzenini meşrulaştırmayı hedefleyen, komünizmin bittiğini sürekli kafalara kakıp propaganda yapan sistemli bir saldırı. bunlarda elbette emperyalizm ve işbirlikçi tekelleşmiş burjuvazinin işçi, emekçi sınıflara geniş yoksul yığınlara ve onların öncüsü olan proletarya sosyalistlerine, proleter devrimcilere yönelik saldırılarıdır.

    görüldüğü gibi bütün bu örnekler artırılabileceğinden, reaksiyoner olan düzen ve onun uşağı olan sağ kesimdir.

  5. Gün Zileli

    Yukardaki yorumu kaleme alıp solun reaksiyoner olduğunu yazan, bu sitede kendilerine “Akp-masası” ya da “polis masası” adını verdiğimiz bir grup AKP’li ya da Fetullahçı polistir. Burada görevli olarak bulunmaktadırlar. Siz onların kusuruna bakmayın:)

  6. exhorder

    çok iyi.

  7. Ahmet Meriç Şenyüz

    Sayın Zileli,

    Yazınızın Vandee Ayaklanması’yla ilgili bölümlerinde ciddi bilgi yanlışları var. Her şeyden önce, “General François Joseph Westermann’ın tarihe geçen kendi sözleri” diyerek kaynak göstermeksizin alıntıladığınız bölüm, Reynald Secher adlı devrim karşıtı bir tarihçinin “Le genocide franco-français” (Fransız’ın Fransız’a Soykırımı) adlı kitabında yer alan ancak daha sonra Frederic Augris, Jean-Clement Martin gibi saygın tarihçiler tarafından sahte olduğu ispatlanan bir rapora aittir.

    Bununla ilgili olarak, Frédéric Augris’in “Henri Forestier, général à 18 ans” adlı kitabına ve Jean-Clément Martin’in “Contre-Révolution, Révolution et Nation en France, 1789-1799” adlı kitabına bakılabilir.

    Bu kitaplarda Secher’in kitabında dayanak olarak gösterdiği belgenin gerçek olmadığını gösteren teknik bazı ispatlar bulunsa da bunlara hiç girmeden iki tarihçinin, bu uydurma mektubun gerçekliğini mantıken çürüttüğü bazı argümanlara değinilebilir:

    1- Raporun yazıldığı iddia edilen 23 Aralık 1793 tarihinde Vendee’deki savaş tüm hızıyla sürmektedir. Oysa sözde mektup “Artık Vandee diye bir yer yok” diye başlamaktadır. Savaş 1796’ya bütün şiddetiyle devam etmiştir. Oysa mektubun tonunda sanki Cumhuriyet ordusu zafer kazanmış gibi bir anlam çıkmaktadır.

    2- Mektubun yazıldığı iddia edilen tarihte Westerman’ın birlikleri tarafından binlerce Vendee’li mahkumun bulunduğuna dair tarihi hapishane kayıtları bulunmaktadır oysa Secher’in uydurma mektubunda “Savenay’da kitlesel olarak kurşuna dizdik esirleri, çünkü isyancılar sürekli teslim olmakta ve kimseyi esir alacak durumda değiliz. Onlara özgürlüğün ekmeğini vermeye hiç de niyetli değiliz” dendiği iddia edilmektedir. Binlerce mahkumun varlığı tarihsel kayıtlarla sabitken böyle bir ifadeye yer verilmesi akla uygun değildir.

    3- Fransız Ulusal Konvansiyonu’nun Westermann’a verdiği görev emrinde ve sonrasında yapılan tüm yazışmalarda çok açık biçimde sivillere zarar verilmemesi belirtilmiştir. Bu açık emre karşın Westermann’ın, Halkın Güvenliği Komitesi’ne (Bu arada geçerken değinelim orijinal adı Le Haut Comite de Salut Public olan komitenin adı sizin yazınızda hatalı bir şekilde Milli Selamet Komitesi çevrilmiştir, komite için “Kamu Selameti” ya da “Halkın Selameti” çevirileri kullanılabilir ne var ki komitenin isminde “milli” ya da “ulusal” anlamına gelebilecek bir sözcük yoktur.) bu emirlere karşı gelmiş olduğunu açık açık yazmış olması mümkün değildir. Zira Konvansiyon’un yazılı emirlerine açıktan karşı gelmenin çoğu zaman giyotin anlamına geldiği bir dönemde, Westermann’ın hiçbir şey için olmasa bile politik konjonktürün değiştiği bir anda bu mektubun kendi aleyhine kullanılacağını bilerek bunları yazmaktan imtina etmiş olması gerekir.

    4-Mektubu yazdığı iddia edilen Westermann, Jakobenlerin sağ kanadı ya da ılımlı kanadı olarak görülen Dantonist hizibin bir üyesiydi. Dantonistler, 1793 sonbaharından itibaren Hebertistler başta olmak üzere (o dönem en açık şiddet yanlıları yazınızda alttan gelen devrimci dalganın temsilcisi olarak zikrettiğiniz -ki bu ifadeye kısmen ben de katılıyorum- Herbertistler idi yani sizin yazınızda kurduğunuz türden Jakobenler sertlik yanlısı diğerleri o kadar sertlik yanlısı değil mantığı tümden yanlıştır) şiddet yanlılarına karşı muhalefete başlamıştı. Bu ekibe bu tutumlarından ötürü, İnsaflılar ya da Hoşgörülüler adı veriliyordu. Westermann, İnsaflılar grubunun Danton ve Desmoulins’ten sonraki 3. adamıydı.

    Yani özetle Secher’in ve sizin, kana susamış bir cani gibi gösterdiğiniz Westermann, tam tersine Robespierre’leri sertlikle uygulamakla suçlayan hizbin önde gelenlerinden biriydi ve bu nedenden ötürü Danton ve Desmoulins’le birlikte giyotine yollanmıştı.

    Hebertistler ise tam tersine Robespierre’i devrimi uyutmakla suçluyor ve terörü yetersiz buluyordu. Hebretistlerin ortadan kaldırılmasına göz yuman Sol Jakobenler bunun karşılığında Robespierre’den insaflıların kellesini istedi bunun sonucunda da Danton, Desmoulins ve Westermann’ın giyotine giden yolu açıldı.

    5- Fransız Devrimi konusunda otorite sahibi hiçbir saygın tarihçi Vendee Savaşı’na sağcı Secher gibi bakmamaktadır. İşte birkaç önemli tarihçinin konu hakkındaki görüşleri. Fransız Devrim Tarihi Enstitüsü Müdürü Claude Langlois; “Secher’in iddiaları tamamen hayal mahsülü.” Kaliforniya Üniversitesi’nden Timothy Tackett; “Vendee savaşı her iki tarafın da korkunç suçlar işlediği trajik bir iç savaştır. Ancak gerçeği söylemek gerekirse, sivillere yönelik ilk saldırıları bizzat isyancılar başlatmıştır. Vendee’liler Cumhuriyetçilerden daha masum değildir. Bu savaşı jenosid olarak adlandırmak tamamen uygunsuzdur.” Dublin Üniversitesi’nden Hugh Gough; “Secher’in kitabı tarihsel revizyonizmden başka bir şey değil.” Secher’in tezlerine karşı görüşler ileri süren diğer tarihçiler, Londra Üniversitesi’nden Jullian Jackson, High Brittany-Rennes II Üniversitesi’nden François Lebrun, Paris Üniversitesi’nden Paul Tallonneau, Claude Petitfrere, Jean-Clement Martin.

    Hal böyleyken, sağcı bir tarihçinin, tarih biliminin otoriteleri tarafından uydurma olduğu defalarca kanıtlanmış sayıklamalarını referans alıp üstelik bunları apaçık gerçeklermiş gibi Özgür Üniversite’deki öğrencilerinize anlatmanız, Fransız Devrimi’ne karşı açık bir kinle üretilen bu yalanları ikinci bir kez kontrol etmek gereği duymaksızın çeşitli platformlarda yaymanız masum bir hata olarak kabul edilemez.

    Saygılarımla…

  8. Ahmet Meriç Şenyüz

    Yazıyla ilgili bilgi yanlışlarını biraz önce olabildiğince saygılı bir üslupla belirtmeye çalıştım ancak yazıyı tekrar tekrar okudukça cinlerim tepeme çıkıyor zira burada basit bir tarih hatası değil, tarihi çarptırarak Fransız Devrimi’ni karalama çabası var. Bilgi hataları o kadar çok ki bunların sadece hata olduğunu düşünmek mümkün değil.

    Baştan başlayalım: “Westermann’ın mektubu” ya da “Vandée soykırımı” gibi mesnetsiz iddiaları ortaya atan Reynald Secher Fransa’daki gerici Katolik örgütlenmelerinde roller üstlenen namlı bir Fransız sağcısıdır. Zaten Secher’in bu iddialarının propagandasını yaparak bu sözde raporun ve Vendée soykırımı uydurmalarının yaygınlaşmasını sağlayan kişi faşizan karakterli emekçi düşmanı bir parti olan Mouvement pour la France (Fransa İçin Hareket) adlı partinin lideri olan Philippe de Villiers olmuştur. “Vendée soykırımı” iddialarına sarılanlar Avrupa’nın anti-komünistleridir. Stephen Courtois imzalı ‘Komünizmin Kara Kitabı’ adlı psikolojik savaş kitabında, Lenin’in karşı devrimci Kazak köylülerini “Rusya’nın Vendée’lileri” olarak nitelendirmesinden yola çıkarak “işte bunların hepsi böyle katliamcıdır” iması yapılmakta ve Vendee’den başlayarak karşı devrimcilik poh pohlanırken, devrimcilik karalanmaktadır. Tıpkı Zileli’nin ‘Devrimi Yeniden Düşünmek’ yazılarında yaptığı gibi…

    Zileli’nin yazısında daha da garip olan yazarın Enragee’ler (Öfkeliler) ve Herbertistleri alttan gelen devrimci dalganın temsilcileri olarak gösterirken Kamu Esenliği Komitesi’ni Vendée’lileri katletmekle suçlamasıdır. Duyan da Enragee’ler ve Herbertistler’i Vendée konusunda Jakobenlerden daha ılımlı sayacak.

    Oysa Herbert’in konu hakkında yazdıklarına ya da Jacques Roux imzalı Enrage Manifestosu’na şöyle bir göz gezdirildiğinde dahi hem Herbertistlerin hem de Öfkelilerin Robespierre önderliğindeki Jakoben merkezi, Vendée isyancılarına karşı fazla merhametli davranmakla suçladıkları rahatlıkla görülebilir. Roux, Enrage Manifestosu’nda Ulusal Konvansiyon’a şöyle sesleniyor: “Adaletinizin şimşeğinin bu vampirleri yakıp geçmesinden korkmayın” (http://www.marxists.org/history/france/revolution/roux/1793/enrages01.htm) Enrage’lerin manifestosunda şiddetle karşılık verilmesi gereken sadece Vendee’liler değil “Vendée’de bir karşı devrimci çekirdeğin oluşmasına izin veren, bakanların ve yürütme komitesinin” (aynı kaynak) de bu şiddetten nasibini alması isteniyor.

    Bütün bu gerçekler apaçık ortada dururken, Zileli, hangi akla hizmetle “Jakobenlerin terör döneminin nasıl bir halk düşmanı ve reaksiyoner egemenliği olduğunu gösteren en iyi örnek, Enrageelerin ve Hebertistlerin ezilmesinin ötesinde, ‘karşı-devrimci’ bir ayaklanma olduğu bahanesiyle Vandée köylülerinin, merkezi burjuva hükümetine karşı ayaklanmalarının jenosit denecek ölçüde büyük bir katliamla bastırılmasıdır” yazabilmektedir anlamak mümkün değil doğrusu.

    Vendée isyanına bahane olarak gösterilen ruhban sınıfına karşı alınan önlemler ve yabancı işgalcilere karşı savaşan Cumhuriyet Ordusu’nu desteklemek için 300 bin yurttaşın askere alınması gibi düzenlemeler, hem Herbertistlerin hem de Enrage’leri büyük desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Gerek Jacques Roux’nun gerekse de Jacques Hebert’in ruhban sınıfına karşı alınacak önlemler konusunda Maximillian Robespierre’den çok daha radikal olduğu bilinmektedir. Bir örnek olarak Hebert’in 1790 tarihli İngilizceye Fuck The Pope diye çevrilen makalesine bakmak yeterlidir.(http://www.marxists.org/history/france/revolution/hebert/1790/pope.htm)

    Zilleli’nin bizim referans verdiğimiz saygın tarihçileri onlar Marksist ya da onlar burjuva resmi tarihçileri diyerek reddetme olasılığına karşın Venee Savaşı’yla ilgili son alıntılarımızı kendisini Anarşist olarak nitelendiren Zileli’nin reddetmeyeceğini düşündüğümüz bir kaynaktan Anarşizmin büyük ustalarından Peter Kropotkin’in Büyük Fransız Devrimi (The Great French Revolution) kitabından vermek istiyorum:

    “Vahşi ve kanlı isyan Roma’nın (Papalığın b.n.) yardımıyla ruhban sınıfının önderliğinde başladı. Buna karşın Konvansiyon sadece önemsiz miktarda birlik yollayabildi oysa Girondist delegeler Nantes ve diğer kasabalara yolladıkları mektuplarla isyanı desteklemek için ellerinden geleni yapıyordu. (…) Vendee’lilerin planı bütün şehirleri ele geçirmek ve ‘yurtsever’ cumhuriyetçileri imha ederek ayaklanmayı komşu bölgelere taşımak ve ardından Paris’e doğru yürümekti.” (The Great French Revolution, 1789-1793 Yazar: Peter Kropotkin s. 455, s. 456)

    Kropotkin’in kitabının Vendee İsyanı’nı konu alan bölümünün alt başlığı ‘Güney’deki Kralcı Komplolar’dır. Kropotkin kurdukları orduya Katolik Ordusu adını veren Vendee’lilerin amacının Cumhuriyeti yıkarak yeniden monarşi ilan etmek olduğunu net biçimde belirttikten sonra Vendee’lilerin yaptığı katliamlardan çeşitli örnekler de verir: “20 Eylül 1793’te Vendee’liler Montaigne’deki su kanallarını cumhuriyetçi askerlerin vücutlarıyla dolduruyordu, patlamalarda yaralanan ya da sadece sersemleyerek teslim olan bu askerlerin pek çoğu hâlâ hayattaydı ve canlı canlı kanallara atıldılar. Hâlâ yaşayan insanlar boyunlarına kadar gömülüyor ve onları ele geçiren isyancılar, açıkta kalan başlar üzerinde her türlü işkenceyi uygulamaktan büyük keyif alıyordu.”

    Kropotkin daha sonra bizzat Vendee’deki yerel kaynaklar üzerinde çalışan tarihçi Jules Michelet’den (kendisi 19. yüzyılın en önemli Fransız tarihçisi olarak bilinir) şu alıntıyı yapıyor: “Bu noktadaki üzücü soru, bu barbarca eylemlerde ilk inisiyatifi kimin üstlendiği ya da iki taraftan hangisinin bu tür suçlarda daha ileri gittiğidir. Vendee’lilerin Loire’da Carrier [2 bin civarında Vendee’li tutuklunun yer aldığı teknelerin Cumhuriyetçi Jean Baptiste Carrier tarafından batırılmasından bahsediliyor. Bu olayı öğrenen Robespierre Carrier’i görevden alarak Paris’e çağırmıştır) tarafından boğulmalarından sürekli bahsedilir de Charette’nin katliamları neden hep sessizlikle geçirilir? Yaşlı Vendee savaşı gazilerinin doktorlarına anlattığı anıları doktorları bana aktardı. Anlattıklarına göre Vendee’liler hiç esir almazlar ve eğer zamanları varsa onu öldürene kadar işkence ederlermiş.”

    Bu gerçekler bütün çıplaklığıyla ve Gün Zileli’nin de rahatlıkla erişebileceği kaynaklarda apaçık bir şekilde ortada dururken Zileli’nin Vandee hakkında bu sağcı yalanlara sarılması iyi niyetle açıklanabilir mi?

  9. Ahmet Meriç Şenyüz'e

    Cahil adamlara ne anlatiyorsun ki, adam mürekkep yalamamis ki Fransiz Ihtilali’ni ne bilsin garibim?

  10. Gün Zileli

    Uzun uzadıya yazmışsın teşekkür ederim. Ancak bu uzun yazıyla devrim anlayışın arasında ters orantı var. Sana sadece bir örnek vereyim: Kronstadtlılar da sıra kendilerine gelene kadar ”devrim adına” en sertlik yanlıları arasında yer alıyorlardı. Lenin onları kurucu meclisi kapatmaya yollamış en zor alanlara ”devrimci şiddet” uygulamaya sevk etmişti. Bundan sonrasını ben söylemeyeyim de senin kavrayışına bırakayım.

  11. Ceren

    Selam Meriç,
    4-5 ay kadar önce Gün’le tanıştığında heyecanla gelip yanına oturmuş gece boyunca onunla sohbet etmiştin değil mi? O sıralarda Birgün’de çalışıyordun, solcuydun?! yani…
    şimdi bu “Frankofon bilgesi, gizli aydınlıkçı” yorumlarının nedeniyse, artık YURT gazetesinde çalışıyor olman sanırım… Enteresan olmuş Meriç. İleride hangi gazeteden- hangi renkten sesleneceksin, yorumlarını okuyacağız bakalım…

  12. Ahmet Meriç Şenyüz

    Selam Ceren,

    Gün’le yeniden karşılaşsak yine heyecanla dinlerim tıpkı yazılarını heyecanla okuduğum gibi zaten heyecanla okuduğum için böylesi vahim tavırlar karşısındaki hayal kırıklığım bu derece yoğun oluyor.

    Kendimi anlatmak gibi bir derdim yok buraya da kendimi anlatmak için değil insanlığın en güzel şarkılarından Fransız Devrimi’ne atılan iftiralara (bu sözcüğü kullanmak istemezdim ama daha hafif bir tabir kullanmak mümkün değil) yanıt vermek için yazdım. Ama madem benim ‘solculuğum’ dert edinilmiş birkaç kelam etmek zorundayım.

    Yunus Nadi roman ödülleri verildiğinde BirGün’den ayrılmış, Yurt’la anlaşmıştım ama bunun hiçbir önemi yok elbette. Zira
    BirGün’deyken de siyasi tavrımı değiştirmedim daha önce Radikal’de ya da Taraf’ta çalışırken de şimdi Yurt’tayken de her zaman solcuydum. İçime sinmeyen hiçbir yerde çalışmadım, Taraf’tan neden ayrıldığımı ya da BirGün’le siyasi nedenlerle sorun yaşadıysam neden yaşadığımı merak ediyorsan hz. google’dan öğrenebilirsin veya çok merak ediyorsan Irmak’a sorabilirsin mesela…

    “Gizli Aydınlıkçı” değilim ama eski Aydınlıkçıyım bunu da hiç saklamadım. Aydınlık’tan neden ve kimlerle birlikte ayrıldığım da ortada. Ama oradan siyasi bir mücadeleyle ayrılmış olmam Aydınlık hareketi hakkındaki ‘haksız’ ifadeler karşısında sessiz kalacağımı göstermez. Zira Ortadoğu’nun kadim bilgeliğinin dediği gibi ‘Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’

    Frankofon bilgesi değilim, alıntı yaptığım kaynakların hepsi senin de Gün’ün de internetten kolayca ulaşabileceğin kaynaklar, bunları okumak için İngilizce bilmek yeterli ki ikinizin de bildiğinizi sanıyorum.

    Yazdıklarımla (fikirlerimle) ilgili bir derdin varsa bunu doğrudan o fikirlerle tartışarak ifade etmen bana kalırsa daha doğru bir tutum olurdu ama bunu bir kişilik tartışmasına dönüştürmek istiyorsan o da senin kararın benim gocunacak bir şeyim yok.

    Son olarak; ‘solculuğun’ icazet makamı gibi davranmaya hakkın olup olmadığını kendine sormanı öneririm.

    Sevgiler, kolaylıklar

  13. Gün Zileli

    “insanlığın en güzel şarkılarından Fransız Devrimi’ne atılan iftiralara (bu sözcüğü kullanmak istemezdim ama daha hafif bir tabir kullanmak mümkün değil) yanıt vermek için yazdım.”

    Ahmet Meriç Şenyüz de dahil konuyla ilgilenen bütün arkadaşların yukardaki yazımı yeniden okuyup Fransız devrimine nasıl “iftiralar” attığımı bulmalarını ve göstermelerini rica edeceğim. Meriç arkadaşım, ne yazık ki, Jakobenlerle Fransız devrimini birbirine karıştırmış. Jakobenlere yaptığım eleştirileri Fransız devrimine iftira olarak algılamış ya da daha art niyetli bir ifadeyle, öyle algılamak işine gelmiş. Ben yine de bir algılama hatası olarak anlamak isterim. Onulmaz bir beyin travmasıdır bu. Çok sayıda genç yaşamıştır. Kendi genç halimi de katarak söyleyeyim.

  14. Gün Zileli

    Beni Kropotkin’den falan alıntılarla ürküteceğini sanıyorsan aldanıyorsun Meriç. Gerçek apaçık ortadadır. Bir taraf silahlı bir devlettir. Diğer taraf ise ayaklanan zavallı köylüler. Güçler eşit değildir. Ona bakarsan ben sana, Rus köylülerinin Sovyet görevlilerine pusu kurup öldürdüklerine ilişkin (1930’larda) bir sürü “vahşet” hikayesi anlatırım ya da Dersimli köylülerin TC askerlerini öldürdüklerine ilişkin. Bunlar olmamış mıdır, olmuştur. ama bütün bunlar tarihi gerçekleri değiştirmez. Silahlı organize güçler, Vandee’de de, Sovyetler Birliği’nde de, Dersim’de de köylü kitlelerini katletmiştir. Bir zamanlar partilerinin adına “köylü” sözcüğünü yazanlar utansın, bu katliamların arkasında dururken. Sorun, tarihi kaynak araştırması yapmaktan önce bir yüreğe sahip olma meselesidir Meriç.

  15. Ahmet Meriç Şenyüz

    Alıntı yaparken kimseyi ‘korkutma’ amacı gütmem. Fikir tartışması, muarrızını korkutarak değil, gerçeği ortaya çıkarmaya çalışarak yapılır. En azından ben böyle yapmayı tercih ediyorum.

    Vandee’de monarşizmi geri getirmek isteyen kara yobazlık ayaklanmıştır, Jakobenler imparatorluğun devlet aygıtıyla değil, Devrimci Cumhuriyet’in gönüllü ordusuyla monarşist ayaklanmayı ezmiştir. Devrim böyle bir şeydir. Fikir değil ‘yürek’ çarpıştırılacaksa sorun, devrimin yanında olma yüreğini göstermektir. Tarihi gerçekleri çarpıtıp bunun arkasından ‘yürek’ edebiyatına başvurmanın ‘yürekli’ bir tartışma yöntemi olup olmadığının değerlendirmesini bu yazışmayı izleyen arkadaşlara (varsa) bırakıyorum.

    Fırsat bulursam daha uzun yazacağım. Anarşistleri ikna etmek gibi bir dert sahibi değilim bu siteyi takip eden Komünistler, devrimler çağını açan Fransız Devrimi hakkında yanlış bilgilerle yönlendirilmesin bu bana yeter.

  16. Gün Zileli

    aaa evet, Stalin de karşı-devrimci kulakları, cumhuriyet ordusu da ingiliz ajanı dersim ayaklanmacılarını ezmişti, öyle değil mi Meriç?

  17. Ahmet Meriç Şenyüz

    Dersim ayaklanmacılarının İngiliz ajanı olduklarına dair bir bilgim yok bu bana daha çok ulusalcı bir uydurma gibi geliyor.

    Kulak sorununun çözümünde ise keşke ‘halk içindeki çelişmeleri doğru ele alma’ hattı izlense ve tedrici bir ‘model oluşturma’, ‘ikna etme’ yöntemi kullanılsaydı. Ama tarih bizim ‘keşke’lerimizle yazılmıyor ne yazık ki.

    Vandee’ye dönecek olursak topu taca atmak yerine bunun Monarşist bir kalkışma olmadığına dair tek bir ciddi tarihsel kanıt gösterirseniz tartışma daha sağlıklı ilerler.

  18. Yusuf Cemal

    “Keşke” kelimesi buraya uymuyor gibi. Kulak politikası 1928’den 1941’e kadar sürdürülen bir politika. Neredeyse 13 yıl. Bu kadarda kalma nedeni ise Polonya’nın paylaşımına dayanan Ribbentrop-Molotov anlaşmasının verdiği rehaveti kullanan Almanlar’ın SSCB’ye blitzkrieg yapması. O olmasa belki onlarca yıl sürecek. Aslında on yıllarca sürüyor ama savaş var ya hani, ölmek artık işten bile değil. Ve yalnızca süre olarak da değil, En düşük rakamlar 1milyon 300 bin kişinin kurşuna dizildiğini söylüyor. Kaç kişi açlıktan öldü belli değil. Bu bilerek, isteyerek, bütün etkileri ve yan etkileri gözetilerek alınmış, uygulanırken verdiği bütün acılar birileri tarafından normal karşılanmış, hatta tam da acılı olması istenmiş bir politika.

    Yani, bu “6 Kasım akşamı yazıyorum, bu akşam ayaklanmazsak mahvoluruz” gibi ya da “1923 Kasım’ında büyük bir devrimci fırsat kaçtı” gibi bir kritik an kararı değil. Dolayısıyla “keşke” uygun değil.

    Ama neden “keşke” kullanılmış burada? Burada “sorun çözüldü ama şık olmadı. Keşke…” türü bir arka fikir var açıkça. Estetik kaygılar önemlidir. “Sorunun çözümü” noktası.da önemli. Ama burada gizli özne unutulmuş. O yöntemleri kim kullansaydı? Tabi bu soruyla birlikte, amacı/çıkarı neydi de geliyor hemen. Eh belli ki şu boşgösteren “halk” olamaz. İşçi sınıfı da olamaz, o sırada stahonovistlerin de durumu belli, üretim kotasını düşürenlerin, grev yapanların akıbeti de belli. Parti’nin merkez komite üyelerinin biri hariç hepsi gözden düşmüş, kalanlar da 1939’da yok edilecekler. Eski kadrolar ortadan kaldırılacak. O halde onlar da değil.

    Kala kala, yönetimde söz sahibi, SSCByi dünya ölçeğinde güçlü bir devlet yapmaya azmetmiş bürokratlar kalıyor geriye. Ki bu yapılanlar onların yöntemlerine de uyuyor. Kimsenin erişemeyeceği üretim kotaları, bir çırpıda binlerce insanı öldürüveren anlamsız emirler, yalakalık sebebiyle oluşan şiddet kısır döngüsü vs. Sadecı ama bir o kadar da Kafkacı bir karnaval. Ama “carne” insan etinden. Böyle keşkelerle tarih yazılamayacağı için, o “keşke”nin altında başka bir güdü var, gibi geldi bana.

    Kısacası, keşke oraya uymamış. 🙂

  19. Ahmet Meriç Şenyüz

    Vay be bir ‘keşke’den ne anlamlar çıkmış.

    Ben daha sade bir şey söylemek istemiştim; Tarımda bireysel mülkiyetten kolektif mülkiyete geçmek uzun bir ideolojik, kültürel dönüşüm gerektiren bir iştir. Ben kendi adıma bu dönüşümün adım adım sabırlı bir ikna çabasıyla gerçekleşmesini savunurum. Zorlamayla değil özendirmeyle, olumlu örnekler oluşturarak, yavaş yavaş tüm çiftçilerin kolektif çiftliklerde (kolhoz) ve devlet üretim çiftliklerinde (solhoz) kendi rızalarıyla (bunun kendi uzun vadeli çıkarlarına olduğuna ikna olarak) birleşmesini savunurum. KEŞKE dönemin Sovyet önderliği de bu çizgiyi izleseydi diye düşünürüm. Ama bir tarihsel materyalist olarak da tarihteki herhangi bir olaya keşke diye bakmanın bir şeyi değiştirmeyeceğini bilirim.

    Bir komünist olarak elbette tüm üretim araçlarının olduğu gibi toprağın da özel mülkiyetine karşıyım. Zaten komünistin tanımı budur.

  20. Yusuf Cemal

    Komunistin tanimi bu degildir. Ozel mulkiyete karsi olmak yetersiz. Ozel mulkiyet olmadigi halde kapitalist sistemi muhafaza etmek mumkun.

    Sorun, burokrasinin isteklerinin, yontemlerinin, araclarinin kendisini calisan sinifin tarafinda gorenlerin kafalarinin derinliklerine islenmis olmasi. O “keske”nin anlami da bu. Keske burokrasinin cikarlari ve yontemleri bu kadar igrenc ve kaduk olmasaydi, desek bir derece. Belki. Nispeten. Kerhen…

  21. Ahmet Meriç Şenyüz

    Yusuf Bey size söyleyebilecek sözüm yok.

    Komünizmi Marx’ın, Engels’in tanımladığından daha iyi biliyor, sözlüklerdeki yanlış anlamları yerine doğrusunu taşıyor, temsil ediyorsunuz.

    Onu da geçtim benim kullandığım ‘keşke’nin benim kastettiğim anlamda değil de ‘kafamdan geçen’ ama nedense benim ancak siz yazınca haberdar olduğum anlamlarda kullandığımı da anlıyorsunuz.

    Yani komünizmi benden iyi bildiğiniz gibi beni de benden daha iyi tanıyor yazmadıklarımı ama aklımdan geçenleri okuyorsunuz.

    O zaman neden buraya yazıp da fazladan karakter israf edeyim ki ne de olsa siz ben daha buraya yazmadan bunları düşünüp yazacağımı da anlamışsınızdır.

    Müşerref oldum efendim, iyi geceler dilerim.

  22. Yusuf Cemal

    Lutfen acin ve komunist manifestoyu bir kez daha okuyun. Ozel mulkiyet karsitligi komunizmdir gibi bir tanim varsa haber verin de biz de ona gore tavir alalim. Neysek o olmayalim ya da siz neyseniz biz baska bir sey olalim da kafalar karismasin. 20. yy bu kadar bos gecmemis olmali. Ozel mulkiyetin olmadigi onlarca ornek gozden kacirilmamali.

  23. Yusuf Cemal

    Bir de biz elbette komunizmi onlardan daha iyi biliyoruz. Ne oldugunu da, ne olmadigini da. Ne teknolojileri vardi adamcagizlarin, ne de devlet mulkiyetli SSCB deneyimleri. He ongormediler degil mesela anonim sirketler ilk ciktiginda. Engels yetistiydi en azindan basina. Simdi biz ikisine de sahibiz. Elbette daha iyi biliyoruz onlardan. Yok, SSCB komunizm fikrinin yeryuzune inmis hali diyorsaniz, dedigim gibi o zaman su kirli gomlegi devredip baska bir ad bulalim kendimize. Gun Zileli ayni saiklerle anarsist demis kendisine gecmiste. Ben komunizm gibi gecmise (komunculer) ya da anarsizm gibi uzak gelecege referans vermemek gerektigini dusunuyorum tabi. Onumuze baksak daha iyi olacak…

  24. Gün Zileli

    Diyelim ki, monarşist bir ayaklanma olsun, ne olacak. Monarşist ayaklanmalar gaddarca bastırılır diye bir kural mı var. İnsanları çoluk çocuk toplu mezarlara gömmek hangi devrimciliğe, hangi yeni toplum özlemine sığar. işte zaten devrimin içine edenler, senin gibi kapıkullarıdır. Her pisliğe kafa salladınız, gerekçeler uydurdunuz ve gelinen nokta ortada. Zalim zalimdir, ister monarşist, ister cumhuriyetçi, ne halt olursa olsun. ezilen proletaryayı da kendinize siper etmeyin bari. Proletarya adına proletaryayı ezdiniz ve buna da gerekçeler uydurdunuz. Evet, bu pislikleri savunduğun sürece sen de sorumlusun arkadaşım. O zamanlar bunları yapanların bir kısmı hiç değilse o sıcak ortamda, bunların devrim adına zorunlu olduğunu düşünüyorlardı. Ama yıllar sonra da bunları savunanlarda en ufak bir iyi niyet göremiyorum. Yusuf Cemal’e tamamen katılıyorum. Komünizm özel mülkiyet karşıtlığı ile özdeşleştirilemez. Devlet mülkiyetinin firavunları mı komünist yani?

  25. Gün Zileli

    Dersim konusundaki “ingiliz ajanlığı” suçlamasına “ulusalcı” deyip kurtulamazsın Meriç. Bu, Stalin’in Komintern’inin uydurduğu ve dünyaya yaydığı bir yalandı. Açık açık bunu belirtmen gerekir. Komintern’in bu tür uydurmalarına karşıyım diyebiliyor musun?

  26. Ahmet Meriç Şenyüz

    Kulaktan dolma rivayetlere değil (mesela Gün Zileli’nin gerçek sanıp buralara yazdığı Westermann’ın uydurma mektubu) gerçek bilgi ve belgelere dayanarak yorum yapmayı tercih ederim.

    Ajanlık mevzusunda da konuyu bilmediğim için ‘sanıyorum’ diye yorum yaptım. Komintern belgelerinde gerçekte ne yazıp yazmadığına bakar görüşümü söylerim. Hayattaki tek uğraşım bu sitedeki tartışmaya yanıt yetiştirmek olmadığı için bu konuda biraz zamana ihtiyacım olacak elbette.

    Komünizm elbette sadece özel mülkiyet karşıtlığı değildir. Ama dünyanın bütün sözlüklerinde ‘komünist’ sözcüğüne bakarsanız karşısında ‘her türlü özel mülkiyete karşıtlığın’ vurgulandığını görürsünüz. Bu kadar basit bir gerçeği bile tartışıyor olmak hakikaten zul geliyor.

    Öte yandan tarih, Kulak mülkiyetini savunan bir komüniste henüz tanık olmadı. Yüzyıllarca emekçilerin ensesinde boza pişiren Kulakları, Vendee’nin monarşist zalimlerini başka bayraklar altında savunun. Marks’ın, Engels’in, Lenin’in (Kuropotkin’inkini zaten yazdım) Vendee’li katliamcılar hakkındaki görüşleri de bellidir.

    Devrimlere çamur atıp attığınız çamurların hiçbir gerçeğe dayanmadığı ortaya çıkınca ‘senin gibi kapıkulları’ gibi aşağılık söylemlere başvurmanız da sizin düzeyinizi gösterir.

    Ben o düzeye inmem, tartışmayı böyle sürdürecekseniz bana müsaade…

  27. Gün Zileli

    Yoooo… vallahi bırakmam:)

  28. Ahmet Meriç Şenyüz

    ‘Kapıkulu’ falan gibi hakaretler etmezseniz kıyamete kadar tartışırız Gün Ağabey 🙂

    Yok ‘ben illa hakaret edeceğim karşılığında da hakaret duymak istiyorum’ diyorsanız, size ve kendime saygımdan dolayı devam edemeyeceğim, kusura bakmayınız.

  29. Gün Zileli

    Kapıkulunu olarak kullanmak istememiştim ama hadi geri alayım bari. özür dilerim. bak meriç, okUDUĞUNU DOĞRU DÜRÜST ANLAMIYORSUN. bENİM Fransız devrimine hakaret ettiğimi iddia ediyorsun. oysa yazıya baktıysan böyle bir şey olmadığını görmüşsündür. Ama Jakobenler eleştirilince bu sana hakaret gibi geliyor. Çünkü eskiden beri bu kodları edinmişsin. Bir şey diyemem ama tartışmada bu olmaz. Tamam şu belge sahtedir dersin veya jakobenler şunu yapmakta haklıydı dersin, tartışırız. Ama olmayan, söylenmeyen şeyleri söylenmiş gibi kamuya taşımak olmaz.

  30. Gün Zileli

    hakaret olarak olacaktı

  31. Gün Zileli

    daha doğrusu iftira demişsin. düzelteyim.

  32. Yusuf Cemal

    Ya ilkesel olarak ozel mulkiyete karsi olmak zaten isin alamet-i farikasi. Ama pratik duzeyde ozel mulkiyeti savunmak zorunda kalan komunistler var. NEPde Lenin’in yaptigi nedir mesela? Savas komunizmine karsi ozel mulkiyeti korumak degil midir? Ya da Buharin’in 1920ler boyunca surdurdugu kaplumbaga adimlariyla ilkel birikim fikri? Hadi Buharin kotu karakter. Sag sapma. Diyalektik materyalizmi ogrenememis, bir vasiyette belirtildigi gibi. Lenin de mi komunist degil? Adamcagiz, ticareti ogrenin diyor, bosuna mi diyor? Neyse bu durum insanlarin SSCByi unutmaya basladiklarini gosteriyor herhalde. Cavusesku’nun kendine destek mitingi kendine karsit bir mitinge donerkenki o korkmus ama bon olmus suratini gorenler unutmaz. Ama gormeyenler unutuyor sanirsam. Youtubeda olucakti oysa. Devlet mulkiyetinden bikmis insanlarin ofkesi baya pek olmustu. Sessiz atin ciftesi misali.

    Durumlar ilkelere, teorilere uymaz. Uyamaz. Cunku teori gridir, ama hayatin sonsuz agaci yepyesil. Cunku gerceklik artik olmadan simgelestirilemez. Aksini dusunmek, kelimelerin ilkelerin teorilerin gerceklige birebir uydugunu dusunmek metafiziktir zaten. Bir nevi cocuk dusuncesi. Onun yerine somut durumlarin somut tahlili bile daha dogru bir soz kaliyor.Pragmatist felan ama ozel mulkiyeti savunmak durumunda kalan Lenin olunca ya bunu inkar etmek ya da bunun gibi bir meta-ilke edinmek gerek.

    Dersim hikayesini duyan herkes, eger Turkiyede yasiyorsa, bir sekilde devletin resmi soylemini duymus olmali. Yanlis olmasin ortaokul kitaplarinda vardi bu hikaye. Ders kitaplarinda yani. Inkilap tarihi olabilir.

    Bu arada ben Gun Zileli’nin Fransiz devrimini kotulemedigini ama jakobenleri yanlis analiz ettigini dusunuyorum. Racon kesmediler, kafa kestiler onlar… :p

  33. Gün Zileli

    Yusuf Cemal arkadaşım. Sana bir soru sorayım. Hayatında hiç tavuk kestin mi acaba?

  34. Yusuf Cemal

    Benim deneyimlerimi haric tutarsak isaret ettiginizi anliyorum. Ama espriyi kacirdiniz sanirim.

    Kurtlar vadisiyle Jakobenler arasi iliski kurma esprisini bir kenara koyarsak, baski ve iknanin, diktatorlugun ve hegemonyanin saf hali yonetimde ise yaramaz. Her zaman birlikte varolmak zorundadir. Onun icin bilimkurgu kitaplarinda romanlarinda gordugumuz disutopyalarda kimsenin ayaklanmamasi insana ilginc gelir. Daha gercekci yapabilmek icin insanlari korkuyla ya da zevkle felclesmis gibi gosterirler cogunlukla. Oysa zaten o romanlarin en kusursuzunda yasadigimiz halde bizde ayaklanmamanin sebebi baska.

    Benzer sekilde yeni bir rejim kurulurken baskinin bicimlerinin kullanilmasi kacinilmazdir. Ikna tek basina yetersizdir, cunku ikna olmayacaklar olacaktir, degil mi? Tabi bu da ikna olmayacaklara karsi ne buyuklukte baski uygulanacagi problemine getiriyor bizi. Jacobenler toplumun muhtemelen cogunluguna karsi bu baski onlemlerini uygulamak zorundaydilar. Ve bir buyugumuzun dedigi gibi “Ancak guc fazlasidir gucun kaniti!”. Dolayisiyla jacobenler “teror”lerinin capini inanilmaz buyuk tuttular. Ama bu burjuva devrimlerinin klasik ozelligidir. Kapitalist dusunceyi insanlara kabul ettirmek kolay mi? Sonucta insanlara ve insanliga zarar verdiler ama bu yaptiklari bize yol acti. Simdi bu hesabi nasil gorecegiz? Nasil hesaplayacagiz?

    Dolayisiyla bence yapilmasi gereken gelecekte bizim ayni hatalari yapmamamizi garantiye almak. Kent ve Kent kitabindaki orgutlenme olan Ihlal’in o tekinsiz ama makinavari ruh halini benimsemek gerek belki de. Herhalukarda insan oldurmek tavuk kesmek degil. Ama acsaniz o tavugu keseceksiniz. Oyle ya da boyle.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑