Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Devrimci Mihrak vs AKP/Ergenekon

"Ergenekon" Üzerine Yazılar, Siyasi Tahlil, Yayımlanmamış yazılar ve sansür üzerine yazılar

Rakip taraflar birbirine karşı ne kadar kıyasıya mücadele ederlerse o kadar birbirlerine benzemeye başlarlar. Türkiye’de bugün cereyan eden AKP/Ergenekon ve bunun ideolojik düzlemdeki izdüşümü olarak liberal/ulusalcı çatışmasında bu söylediğimizin son derece belirgin örneklerini görmekteyiz. Hukuk dışı ilan edilen Ergenekon’la kapışan AKP, aynı rakibi Ergenekon gibi gittikçe daha hukuk dışı yöntemlere başvurmaktadır. Elbette bunu “hukuk” görüntüsü altında yapmaktadır. Aynı, bir zamanlar rakibi CHP’yi köşeye sıkıştırmak için “hukuk”u kullanarak hukuk dışı yöntemlere başvurmuş olan DP gibi.

Ergenekon adı takılan girişimlerin AKP iktidarına karşı bazı darbe tasarımları olduğu sanırım o kadar gerçek dışı değildir. Evet ama, tarihte parlamenter çoğunluğa dayanan “sivil“ darbe örnekleri de az mıdır? Jakobenler, Ulusal Meclis’te ele geçirdikleri çoğunlukları vasıtasıyla Milli Selamet Komitesini kurmuş ve gerek Öfkelileri, Hebertistleri ve Dantoncuları, gerekse de Jirondenleri böylesi bir “sivil” ve “meşru” darbe yoluyla ezmişlerdi. Hitler örneği daha da yenidir. Hitler, Nazi darbesini Reichtag’da çoğunluğu ele geçirerek gerçekleştirmiştir. Hindenburg, Hitler’i, Reichtag’daki çoğunluğu nedeniyle Şansölye ilan ederken son derece hukuki bir prosedürü uyguladığını düşünüyordu. Sonradan olanları görmeye ömrü vefa etmedi.

Bugün AKP, parlamentodaki mutlak çoğunluğuna dayanarak Ergenekon darbecilerini ve fırsat bu fırsat bütün muhalefeti bastırma yoluna giderken gittikçe daha çok kullanmaktadır darbeci yöntemleri. Hukuk, iktidarın denetiminde çalışmaya başlamıştır. Ergenekoncular darbeyle iktidarı ele geçirselerdi aynısını yapacaklardı.

Devlet çarkını giderek daha fazla ve daha fazla avuçları içine alan AKP, bu çarkın işleyişinin gereklerini yapmakta ve gün be gün daha fazla Ergenekonlaşmaktadır. Nasıl mı? AKP’nin tazıları rolünü oynayan savcılar dört bir yanda Ergenekon tavşanı aramaktadır. Üstelik AKP’den işareti alan kimi tavşanlar, bal gibi Susurluk ya da Ergenekon tavşanı oldukları halde kaçmak yerine AKP’nin cübbesinin etekleri altına saklanmışlardır. En önemli devlet organları artık AKP hükümetinin denetimi altında çalışmaktadır. Örneğin MİT. Hatta ordu. Polis zaten AKP’nin maşası konumundadır. Fetullahçı örgütlenme, polisi aşağı yukarı bütünüyle eline geçirmiştir.

Nasıl Ergenekoncuların sağdan ve soldan devşirdiği ideolojik payandaları var idiyse, AKP/Fettullah mihrakının da böyle payandaları vardır. Bu payandaların başında, soldan devrişilmiş aydınlarıyla liberal akım gelmektedir. Bakın işte, yukarda ileri sürdüğümüz savı doğrulayacak bir kanıt daha. Liberal akım, neredeyse, Aydınlık çığırtkanlığını aratmayacak bir düzeyde işlevini yerine getirmektedir. Paranoyaysa paranoya, hedef göstermekse hedef göstermek, suçlamayda suçlama, iftiraysa iftira, etiketlemekse etiketlemek, komplo teorisiyse komplo teorisi; geçmişte Aydınlık’ın yaptığı her şeyi bugün bu çevre yapmakta, onun kullandığı tüm yöntemleri kullanmaktadır. Karşıtı, rakibi hakkında doğruyu söylediği gibi, rakibinin yöntemlerini kullanarak ona gittikçe daha fazla benzemektedir.

Bu gelişmeleri çok sayıda dürüst insan görüyor. İşçiler de sınıfsal içgüdüleriyle görüyor. Tekel işçilerine karşı uygulanan AKP fütursuzluğu işçilerin bilincinde büyük bir sıçramaya yol açtı. Buna rağmen, birbirleriyle mücadele ettikleri oranda kötücül damarlarla birbirine bağlanan AKP/Ergenekon mihrakına ya da mihraklarına karşı, bunlarla organik bağı olmayan, hatta özünde her ikisine de karşı olan çoğunluğun aşağıdan yukarı bir araya geldiği bir devrimci mihrak kurulamadı bugüne kadar. Oysa bunun için ne çok olumlu koşul var. Çoğunluk (bu çoğunluğa AKP’ye oy verenlerin bile önemli bir kısmı dahildir) AKP’yi sevmiyor; Ergenekon darbecilerini de hiç ama hiç sevmediği gibi. Çoğunluk, ordu müdahalesini sevmiyor; parlamento çoğunluğunun zorbalığını sevmediği gibi. Çoğunluk, ulusal baskı ve çatışmayı sevmiyor; bunu bütün güçleriyle ve elbirliği halinde körükleyen AKP/Ergenekon mihrakını sevmediği gibi. Çoğunluk, devletsel ve hükümetsel işçi düşmanı politikaları onaylamıyor; polis ve ordudan gelecek baskıları onaylamadığı gibi.

Bizi böldüler. Sırf AKP’ye karşı olduğu için bayraklı yürüyüşlere sürüklendi kimilerimiz. Sırf ordu müdahalisine karşı olduğu için seçimlerde AKP’nin oy deposu rolünü oynadı kimilerimiz.

Oysa her ikisi de bir ilüzyondu. İşte karşımızda AKP/Ergenekon bloku. Kürtlere karşı savaşmak oldu mu derhal birleşir bu blok. İşçilere karşı savaş oldu mu da öyle; vergileri arttırmak söz konusu oldu mu da öyle.

O halde?

Devrimci halk mihrakı, AKP/Ergenekon mihrakına karşı.

Gün Zileli,

Nisan 2010

Bu yazı; Ekmek ve Özgürlük dergisi için yazılmış, ancak yayımlanmamıştır.

159 Comments

  1. Timur İnceel

    Tebrikler. Tamamen katılıyorum.

  2. ertan

    Uzun bir aradan ve kaybolan yorumlardan sonra yine burdayız. Anarşistlerin iktidar odaklarını eleştirmek için söyledikleri “benim dışımdaki herkes şeytandır” diskurunun izlerini burada görmek mümkün gerçi her ne kadar bir tarafın söylemi kabullenilmiş ve devrimci mihraktan neyin kastedildiği anlaşılmasa da.

  3. Timur İnceel

    tam tersine, bildiğim kadarıyla anarşistler esas kendilerini şeytan görür ve bundan da erinmezler. Bence devrimci mihrak çok açık. AKP’den ve Fetullahtan’dan, darbecilerden, askerlerden ve Ergenekon’dan rahatsız olan, liberalizm ve ulusalcılıktan uzak duran herkes kendini bu devrimci mihrak içinde görebilmelidir.

  4. Tamer

    AKP ile Ergenekonculuğun tek bir mihrak oluşturduğunu söylemek biraz toptancılık olmuyor mu acaba?

  5. Nidal Hawari

    Sitenin tekrardan yayinlanmasi sevindirici

    Yorum konusuna gelince, yazinin objektif olmadigini belirtmek isterim.Sivil darbe fobisi ve AKP yi zayiflatma cabalari bir bütündür.PKK nin askeri cikisini da bu cemberde degerlendiriyorum
    Bugüne kadar rejimin askeri ve fasit oldugunu söylüyorduk.Olacaksa, sivil darbe olsun. kime karsi olacak.
    AKP yi savunur konuma düsmekten korkarim.yol
    Gösterdiginiz devrimci mihrak Ergenekondan cokta farkli düsünmüyor.

  6. Timur İnceel

    Sayın Nidal Hawari. Kanımca Ergenekon diye bir örgüt yok. Bir darbe peşinde koşanlar vardı elbette. AKP iktidarı, bunların bir kısmını “Ergenekon” adıyla bir araya topladı ve ulusalcıları sürekli bir yargı tehdidi altında tutabilmek için açtı bu davayı. Ve şunu söyleyeyim ki, bu dava yıllarca ve yıllarca, AKP iktidarı boyunca sürecek ve sonuçlanmayacaktır. Çünkü sonuçlanacak bir şey yok. AKP iktidarı gerçek darbecileri yargılamakta samimi değil, bunu görmek gerekir. İktidarların açtığı davaların hepsi sorunludur. Buna kefil olmak adalet duygumuza zarar verir. saygılarımla.

  7. Nidal Hawari

    Sayin Inceel, AKP sistem disi ve sistemi yargilayan bir parti degildir.Ama diger partilerden ayri bir özgünlügü var .Denge unsuru olarak bati ve ABD tarafindan destekleniyor.Ic dengeleri kasdediyorum. Orduya karsi olarak degil, bir denge unsuru olarak islev görüyor.Bu konumu bazen ona cizilen sinirlarin ötesinde söylemler ve cikislar yapmasina olanak taniyor.
    Dogal olarak bu sonuc rahatsizlik yaratti,ABD üzrinden Israil, ordu, sol kesim, medyanin bir bölümü ve PKK kollektif bir sekilde AKP ye balans ayari vermeye calisiyorlar.Sayin zilelinin bahsettigi devrimci mihraklar, Merhum sovyetler ve kemalizm arasinda gidip gelemktedir.Sürece stratejik anlamda bir sey koyamayacagi gibi söylemleri ne yazik ki AKP den daha geridir.
    Sivil darbe medyatik bir olgudur.Hicbir nesnel kosulu yoktur.Islami hareketler eskisi gibi haci, hoca fetvalriyla yönetilmiyor. Ciddi analiz yapan ,uluslar arasi strateji belirleyen kurumlari var.Bu durum ortadoguda is yapan tüm islami hareketlerde de mevcut.

    Sivil darbe onlarin intiharidir.Ve buna hic ihtiyaclari yoktur.Olabildigince karsitlari trafsizlastirmak ve cogunlugu kazanmak gibi dertleri var. Size lübnan hizbulllahini örnek gösterebilirim. Isteseler 3 saate lübanani ele gecirebilirler.Buna asla yeltenmediler, tüm kiskirtmalara ragmen.Olabildigince tarafsizllastirma ve kazanma yöntemini kullandilar.
    AKP nin bu hali bati ve ABD icin vaz gecilmezdir.Gücsüz bir AKP radikal islamin kontrol disi olmasi anlamina gelir.

  8. Orhan

    Hocam devrimi yeniden düşünmek seminerleriniz faydalıydı. Bu kış da derslere katılmak isterim. Selamlar

  9. ümit zileli

    Bu yaziyi amcam yerine ben yazdim, yok aslinda birbirimizden farkimiz, ikimiz de Atatürk çocuguyuz.

  10. show must go on..

    Atatürk,ün kemikleri sızım sızım desene.. GZ kemalizmi oyuyor, bu sitedeki yazılar, GZ,nin kitapları, varlığı, fikriyatı vs.. bunun kanıtı. (Bu da yorum yazan sahte Ü.Z’ye cevap olsun)

  11. Gün Zileli

    Takma isim kullanmak başka bir şeydir, var olan birisinin ismini kullanmak başka bir şey. İkincisi bir ahlaki düşkünlüğün ürünüdür. Bu sitede bugüne kadar binlerce yorum yapıldı, tek kişi böyle bir şeye bugüne kadar tenezzül etmedi. Hele bunu yapan kişi, Ümit Zileli’yle Kemalizm ve ulusalcılık yüzünden (daha başka karakter sorunları da var elbette) kavgalı olduğumu bile bile bunu yapıyorsa durum onun açısından daha da vahim demektir.

  12. çakma gandi ve çakma zileli

    Ey ahlak nutuklari atan tutarli anarsist, acaba ümit Zileli imzasini atan sahsin ümit Zileli olmadigini anlamayacak tek bir geri zekali var midir acaba? Bunun ahlakla ne ilgisi var bu bir saka, tabii seni acitiyor, neden acitiyor, gerçek payi var da ondan.

  13. başak

    gün zileli ve kemalizm ?

    yarım elmayla yarım armut gibi durmuş…
    insan bir sululuk yapıyorsa da tutarlı yapar…
    dam üstüne saksağan vur beline kazmayı….

  14. Gandi ve Dandy

    Daha nasil kemalist olunur? Ergenekon yok diyor. Patenti ümit’e ait olan sivil darbe tezini destekliyor, Kiliçdaroglu’nu gündeme getiriyor, asil hedef olarak AKP’yi seçiyor. Amerika’daki neo-conlar, türkiye’deki osuruktan teyyare generalleri ve Hürriyet gazetesinin köse canavarlari ne diyorsa Gün bey de onu diyor. istirakçi Hilmi sosyalizmi getirdi, Zihni Derin çayi getirdi, Sezai Bey gazeteyi getirdi, Ibrahim Müteferrika matbaayi getirdi, Nazim Hikmet’in dedesi türkçülügü getirdi, Halil Berktay Maoculugu getirdi, Demir Troçkistligi, Gün Zileli de anarsistligi getirdi degil mi? Sizinki sadece Kemalist batililasma çabalarinin bir parçasi. Otantik birsey yok.

  15. Dış Mihrak

    AKp is on target…

    oh my god…

  16. Hebert

    Şu yazılanlar bile yazının ne kadar haklı olduğunu, her iki reaksiyoner kesimden de (AKP ve ulusalcılar) uzak durmak gerektiğini göstermiyor mu?

  17. yarınlar

    Buraya bakın; http://www.yarinlar.net/

  18. Süleyman Arıoğlu

    Bu sitede uzunca bir süredir üçüncü cephe tartışması yapılıyor. Çünkü mevcut cenderenin kapsamı içinde olmayan ciddi bir kesim var. Toplumun büyük bir kesimi, ısrarla biri diğerinin alternatifiymiş gibi gösterilmeye çalışılan taraflardan birine yedeklenmeye çalışılıyor. Bu nedenle Gün Zileli’nin tespitlerini tutarlı ve doğru buluyorum.

    AKP/Ergenekon özdeşliği/türdeşliği üzerine burada yürüyen tartışmanın bir benzeri, sitede başka bir yazı altında daha önce de yapılmıştı. “Ya istiklal ya ölüm” şeklindeki bir dikotomi ile “Ya AKP ya Ergenekon” demek demagojidir.

    Darbe darbedir; sivil ya da askeri… Birini diğerine yeğ tutmak darbeye meşruiyet kazandırmaktır. Böyle olunca “benim darbem ihtilaldır; seninki tukaka” gibi bir şey oluyor. Bu da ulusalcıların 27 Mayıs güzellemelerinden de geri bir şey.

    Zaten “aman efendim yaman efendim”ci bir basın varken, buralarda da her şeyi göklere çıkarmanın alemi yok. Güney Amerika ülkeleri darbeleriyle yüzleşiyor. Bu işin nasıl yapılacağı gün gibi aşikardır. Sorumlularını yargılar, cezalandırırsın; halkından özür dilersin ve kitlelerin özgür iradesini gerçekleştirmesinin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırırsın. Bunları yapmayıp da BDP’li belediye başkanlarını tutukluyorsan; adından bile Kürt sözcüğünü çıkardığın, Kürtsüz bir açılımın niteliğini de CHP yozluğunu örnek göstererek “demokratik” diye adlandırıyorsan; işçilere reva gördüğün tek şey biber gazı ve polis copuysa, karşısında göründüğün yapıdan çok da farklı değilsin.

    AKP baskıcı bir iktidardır. Bunu söylediği için Gün Zileli’yi Ergenekoncu ilan etmenin de Samanyolu TV çığırtkanlığından hiçbir farkı yok. Bu yaklaşım Tekel ve diğer işçi eylemlerinin arkasında Ergekon olduğunu söylemişti. Bu acınası bir gayretkeşlikti. AKP yöneticileri anayasa değişikliği oylaması sırasında bazı kendi vekillerinin karşı oy kullanmasını bile “Ergenekon içimize de sızmış” diye açıklamıştı.

    Gün Zileli, AKP’nin darbeci yöntemleri kullandığını söylüyor; darbeci yöntem kime karşı uygulandığından bağımsız olarak darbeci yöntemdir. Gün Zileli’nin, hukukun iktidarın denetiminde çalıştığını, her ilişkinin arkasında Ergenekon arandığını söylemesi objektif bir tespittir ve bunu eleştirmek de en başta etik bir sorumluluktur. Bu etik sorumluluğun üzerinden atlarsan, Gün Zileli’nin söylediği gibi rakibine/düşmanına benzemeye başlarsın. Aynen AKP ile Ergenekon’un aynılaşması gibi…

    Ayrıca, her ilişkinin arkasında Ergenekon’u aramak, her şeyi sulandırmak, gerçekliğin üstünü örtmeye çalışmak değil de nedir! Sadece bir tür vesayetin yerine yeni tür bir vesayet üstelik de aynı aktörlerden oluşan bir vesayet ikame ediliyor. Sonra AKP’nin savunucularının çıkıp bu “kırk katır mı kırk satır mı” durumunu bize demokratik gösterme çabası komik oluyor.

    El netice, siper fotoğrafları olayın özeti olmuştur. AKP yandaşlarının daha birkaç hafta öncesine kadar “Ergenekon’un başı” olduğunu söyledikleri mevki sahibi, Başbakan ile omuz omuza gençlerin ötesinde berisinde öldüğü siperlerde birleşti. Poz verilen o siperlerde kimler kimlere karşı savaşıyor? “İç-Mihrak”ın bir afişinde bu soru daha çarpıcı bir şekilde vardı: “Topraksızlar hangi toprak için savaşıyorlar?”

  19. Zombi ve Gandi ve Dandy

    “Devrimci Mihrak” referandumda ne yapacak? Ne saçma bir soru. Tabii ki her zaman yaptigi gibi yine halka, demokrasiye ve özgürlüklere ihanet edip, “evet” demeyecek. En fa

  20. Zombi ve Gandi ve Dandy

    Devrimci Mihrak” referandumda ne yapacak? Ne saçma bir soru. Tabii ki her zaman yaptigi gibi yine halka, demokrasiye ve özgürlüklere ihanet edip, “evet” demeyecek. En fazlasi “boykot” eder. O da zahmet etmemek veya kendini “gündelik siyasetin”, “siradan insanlarin” pislikleriyle mesgul etmemek için, daha açigi tembellikten desek en dogrusu. Aslak ideolojisi bir de kendini digerlerinden üstün bulup burun kivirmiyor mu? Malum ya, bu asalaklar “özel bir kumastan dojkunmus insanlar”dir. , Moskova’da Hotel Lux’de kalirlar, dünyaya nizam verirler, her seyi de en iyi onlar bilir.

  21. Gün Zileli

    Böyle bir anayasa oylaması oyununa katılıp katılmayacağımızı sormak bile saçma. Elbette katılmayacağız.^”Boykot” sözcüğü bile fazla. Egemenlerin iktidar kavgalarının dışındayız. Kesinlikle.

  22. Anonim

    “12 Eylül anayasası 12 Eylül’de değişiyor” diye tellallık eden ve “evet”, hatta “hayır” demeyeceklere saldıranlara bir uyarı: 12 Eylül anayasasının ortadan kaldırılıp, yerine demokratik bir anayasa konulduğu retoriğine kargalar bile güler. Olan şey; darbe ile getirilen anayasanın, günün (sermaye düzeninin) gereklerine göre yeniden biçimlendirilerek güçlendirilmesinden başka bir şey değildir.

    Anayasanın çeşitli maddelerinde yapılan değişikliklerin özü budur. Bunları kabul ettirebilmek için de solun da hayır diyemeyeceği bazı değişiklikler pakete eklendi.

    AKP’nin önceki yıl bir akademisyen grubuna hazırlattığı anayasayı unutmayalım.

    Referanduma sunulacak anayasa değişikliği paketi ise Erzincan’daki cemaat soruşturması sonrasında, yargının cemaatçı kanadı ile ulusalcı kanadı arasında patlak veren kriz sonrasında AKP’nin hınç alma cevvalliği ile gündeme geldi.

    Bu süreçte tepkilerin yükselmesi ve bu işi o kadar da kolay halledemeyeceğini anlaması üzerine AKP, paketin içeriğini genişletti. YAŞ kararlarının ve AYM kararlarının yargı denetimine açılması, darbecilerin sivil yargıda yargılanması, 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açacak geçici 15. maddenin kaldırılması paketin olumlu yanları.

    Ama, bütün bunların temelinde de yargıda yeni bir tekelin buram buram kokusu var. Halk Kemalist yargı ile Fethullahçı/Nakşi/İskenderpaşacı yargı arasında seçim yapmak zorunda bırakılmıyor mu?

    AKP’nin AYM’nin iki maddedeki kısmi iptali sonrası feveran etmesinin ardında bu da var her halde.

    Ancak bazı maddelerin değişikliğine yine de evet denilebilirdi ama AKP ya hep ya hiç yoluna gitti.

    AKP’yi demokratik diye yutturmaya çalışan “Zombi…” arkadaş,
    referandumda devrimci mihrakın ne yapacağını merak ediyor ya, bundan önce AKP’ye bu 26 maddeyi paket halinde değil de neden tek tek oylamaya getirmediğini sorsa daha doğru ederdi.

    Bi

  23. Zombi ve Gandi ve Dandy

    Anonim CHP’li arkadas, bak iste çok çok sevdigin zeki, çevik ve ahlakli anayasa mahkemesinin denetiminden de geçtikten sonra anayasa paketinde “hayir” diyecek ne bulabiliyorsun? Ha tek tek; ha tek paket.

  24. Süleyman Arıoğlu

    Bu referandumu bu kadar fetişleştirmek de neyin nesi. En nihayetinde CHP’de ve AKP’de vücut bulan bir iktidar kavgası. Bunun her hangi bir tarafında yer almak bize mi kaldı! Bu gayrı meşru kavganın dışında olmak en has tavırdır. Sanki AKP’nin 12 Eylül ile çok derdi var. Yargılayacakları adamı (Kenan Evren) o yüzden mi, Çankaya’da ağırlıyorlar.

    Ben Tayyip Erdoğan’ın katıldığı birkaç açılış töreninde Nejat Tümer ile yan yana oturup, gayet samimi sohbetler içinde olduğunu da bizzat gördüm.

    Kürt çocuklarını yakasından tutup “terörle mücadele” şubesinde sorgulayan AKP’ye bağlı polis; Kürt belediye başkanlarına karşı operasyonlar yürütüp tutuklayan da AKP. Ben de 12 Eylül ile hesaplaşma falan olmadığını düşünüyorum.

    AKP ile CHP’nin birbirinden öyle abartılacak bir farkları yok.

  25. Osmanli Bankasi

    AKP muhafazakar demokrat bir partidir. CHP Kemalist fasist bir partidir. Sizin için bir farki yoksa CHP size hayirli ugurlu olsun. Her ülkenin kendine özgü bir fasizmi vardir, Türkiye’nin Hitler’i Kemal, fasizmi Kemalizm, fasist partisi CHP’dir. Önde
    gelen CHP’lilerinönemli bir kismi buz gibi, su katilmamis, halk düsmani ve fasisttir. Bu gerçek bugünkü sol militanlarin çogu için aci bile olsa gerçektir, evet çevreniz, belki babaniz, amcaniz, anneniz, arkadaslariniz fasisttir. Anlayin artik.

  26. Seytan "ben yokum" dedi

    Inceel, “Kanımca Ergenekon diye bir örgüt yok” diyor, Edelman da bir-iki gün önce öyle dedi.Hem Inceel, hem de koskoca ABD Büyükelçisi yok dedigine göre demek ki Ergenekon diye bir örgüt yok.

  27. ayça

    Gün Zileli’ye katılıyorum. Bizim için özenle yaratılan ve biz bunlarla oyalanırken maden işçilerini ölüme yollayan İKTİDAR, hem AKP hem Ergenekon.

    Çünkü ikisi birbirine karşı duran, iki ayrı oluşum değil.

    Birbirinden beslenen, bu arada mafyavari ilişkilerle, “işinin bittiği adamları temizlemek” için karşılıklı birbirinden yararlanan iki illüzyon.

    Devletin farklı bürokratik kanalları olması gibi, bu ikisiyle yaratılmaya çalışılan illüzyon da, iki ayrı sermaye grubunun çatışması değil, “uzlaşma sancısı” olabilir ancak.

    Tüm bu söylediklerime bile gerek yok aslında AKP-Ergenekon kardeşliğini açıklamak için.

    Dolmabahçe mutabakatı denilen ve içeriği bize asla açıklanmamış olan görüşmede, belli ki, “Senden biraz benden biraz” şeklinde hem istemedikleri adamları yollayıp (itibarsızlaştırıp ya da hapse atıp) hem de neoliberal yeni düzene entegre olmayı kolaylaştıracak bazı noktalar üzerinde anlaşıldı. Ancak AKP atik davranıp, anlaşmayı bozan taraf oldu ve ordu ‘temizliğini’ Balyoz’la “yukarılara taşıdı.”

    Ha, taşıdı da ne oldu? Hepsi paşa paşa döndüler evlerine, şu anda da muhtemelen şortlarını giymiş, yazlıklarının balkonunda oturuyordur. Başbakan da tatildeydi geçen hafta, sanırım Bodrum’daydı.

    Bizi ABD’nin Kuzey-Güney savaşındaki gibi bir taraf seçmeye zorlayıp; futbol maçına dönen AKP-Ergenekon sarmalı arasına sıkışıp kalmamızı ve gözümüzü başka her şeye kapamamızı bekliyorlar. Bizim adımıza yaptıkları plan bu.

    Ben şahsen, onların benim için plan yapmasını hazmedemiyorum ve uymayı reddediyorum.

    Başka herkesten de aynı şeyi bekliyorum.

  28. doğrular

    Ergenekon diye bir örgütün olup olmadığını yine iktidar bize söylüyorsa, tersi bir durumu düşünmek gerekir. Bunu söyler söylemez ergenekonculukla yaftalanmak sadece söyleyenlerin kolayına geliyor. Çünkü akıl yürütmede aklıyla, vicdanını kıstas alan ve ait olduğu etnik kökenin, inancın dışında durmayı bilerek objektif ‘doğrular’ın, gerçekliğin peşinde olan herkes sorgular. Devleti de, sistemleri de en önce bunları sorgular. Ergenekon vardır diyen bir iktidara karşı bir akıl yürütme de, yine bu sorgunun, en azından teslim olmama çabasının- ürünüdür. Ergenekoncu olmanın veya onlara omuz vermenin değil.

    Akp,li arkadaşın etnik kökenini, inancını merak etmiyorum. Ama partisi sayesinde bireysel yaşamında ne gibi bir tatmin yaşadığını, ne şekilde geçimini sağladığını merak etmeden de duramıyorum.

  29. ayça

    Şu anda her ne kadar ben ilgilenmesem de, Güney Afrika’da Dünya Kupası maçları oynanıyor. (Bu arada, gazeteciler burada yeni keşfettikleri ama aslında kurulduğundan beri Afrika’nın tek gerçeği olan ırkçılığı ‘Aaa Afrika’da ırkçılık yükseliyormuş’ diye çiğ haberler yapıyorlar)

    Şuraya gelmeye çalışıyorum: Bu referandum meselesinde de bizi konumlamaya çalıştıkları yer tam da bu taraftarlık müessesesi. İki taraftan birini seçelim ve ikisinin de bizim için kötü olduğuna aldırmayalım, sadece heyecana kapılalım istiyorlar.

    Türkiye halkları bunu fark edecek mi göreceğiz, ama şahsen ne eskisini ne yenisini ve aslında aralarında fark olmayan bu iki anayasayı da istemiyorum. Dolayısıyla, esas konumuz olan AKP-Ergenekon birlikteliği de bunun gibi: Batı cephesinde yeni bir şey yok (Ne biçim ne içerik olarak)

    AKP’ye muhafazakar demokrat (!), CHP’ye faşist diyorsunuz. Ben de diyorum ki: İkisi de hem muhafazakar hem faşist. Ama demokratlıkla alakaları yok.

    İşçilerin grev hakkını kaldıran, TMK mağduru çocukları hapisten çıkarmamak için 40 takla atan, internet sitesi kapatma rekoru kıran hükümeti hangi yönüyle “demokrat” addediyorsunuz, onu da ayrıca merak ediyorum. Ya da hayır, etmiyorum aslında.

  30. Süleyman Arıoğlu

    Osmanlı Bankası arkadaş, AKP’li olmayınca otomatik olarak CHP’li olmuyorsun.

    Hem muhafazakar hem demokrat olunamıyor işte. Muhafaza ettiğin şeylerde değişim isteyenlerin üzerine, CHP’nin desteklediği yöntemlerle gidiyorsun çünkü. Siperlerde birleştiler işte gördük. Hatta bu sefer siperde generallerle ilk boy gösteren AKP oldu. CHP de peşi sıra gitti.

    Madenlerde, tersanelerde kapitalislerin kârı uğruna işlenen işçi cinayetlerini “takdiri ilahi” diye kutsallaştırarak, çocukların üzerine panzer sürerek, TEKEL işçilerini Ergenekonculukla suçlayarak, vs… ancak muhafazakar olunur; ötesi değil. Bu konularda AKP’nin faşizan tutumunun CHP’den hiç de gerikalır yanı yok.

    Faşizm şahsi bir olgu değildir. Sınıfsaldır ve kapitalizmin olağanüstü hallerinden biridir. Öyle yağma yok. Emekçilerin, ezilen kitlelerin üzerinde üniformayla dağlarda, tulumla atölyelerde öldürüldükleri koşulları besleyerek; neo-liberal kapitalizmin emireri olarak faşizme gidiliyor.

    AKP ile CHP’nin birbirinden abartılacak bir farkları yoktur.

  31. Bir anonim kolay yetişmiyor

    akpli trol versus devrimci cephe!!!

  32. Muhafazakar demokrat var da kemalist demokrat yok

    Dünyada yüzlerce muhafazakar demokrat parti var, fakat Türkiye’de tek bir Kemalist demokrata rastlamadim. lütfen zorlama argümanlarla AKP ile CHP’yi birbirine benzetmeyiniz. Tayyip, Basbakan olarak, görev geregi, Genelkurmay’in ve ergenekoncu PKK’nin yedigi haltlari yerinde incelemek için siperlere gitti, bunun siperlerde birlesmekle ne ilgisi var? CHP Genel Baskani ise adet olmadigi halde sirf militarist oldugu için, Ergenekon’a moral vermek için ve üstüne hiç vazife olmadigi halde, sirf “çömelme” tartismasi yapmak için oraya gitti. Bu bir. Türkiye’nin kapitalist bir ülke olmadigini iddia eden yok, her kapitalist ülkede olabilecek olaylarla ancek Kemalistlerin yapabilecegi rezillikleri bibirine karistirmayin lütfen. AKP’yi elestirin ama CHP’nin fasist niteligini gözlerden gizlemeye çalismayin. AKP’nin demokrasiye yaptigi hizmetleri kavramak için Kemalizmin at gözlüklerini çikarip atmak gerek.

  33. Süleyman Arıoğlu

    “Muhafazakar bir şey bir şey, Kemalist bir şey bir şey” takma adlı arkadaş, anladım; işi dalgaya vuracağız. Bu yazdıklarının başka türlü izahı yok çünkü. 🙂

  34. doğrular

    muhafız demokrat, çok tehlikeli bir yere çekiyorsun olayı. Burada Chp,li veya chp savunucusu kimse yok. Kemalizmin hele hiç yok. Ya senin zihnin muhafızlıktan kaynaklı bir bunalım geçiriyor ya da kapasiten bu..

    Tartışmadan ben de çekiliyorum.

  35. Devrim muhafizi yanlislar içinde

    CHP’nin fasist oldugunu kabul etmeyen, kendine Atatürk adini takmis olan Kemal Pasa’nin Türkiye’nin Hitleri oldugunu kabul etmeyen CHP’lidir. Baska ne olacak?

  36. Devrim muhafizi yanlislar içinde

    Sizin bakisiniz en iyi niyetle asagi yukari söyle: “CHP burjuvanin bir kesimini temsil ediyor, AKP baska bir kesimini. Aralarinda ufak tefek fark olsa da neticede kitaba uygun olan ikisine de karsi çikip baska bir seçenek ortaya koymaktir”. Oysa durum öyle degil, Türkiye totaliter dönemden çikma çabasindadir, Kemalist totaliter rejim 1000 yillik Anadolu halklari gelenegini bir uygarlik dairesinden çikarip baska bir uygarlik dairesine sokmak adina toplum mühendisligi yapmis ve toplumsal dokunun irzina geçmistir. Bu nedenle biri Kemalist yapay toplum, digeri reel toplum olmak üzere %20 ve %80 agirliklarinda iki ayri toplumsal kesit ve onlar arasinda kutuplasma basgöstermistir. Bunun rehabilitasyonu gerekir. Cakma Kemalist toplumun içinde yine çakma sag, çakma sol mevcuttur, olusturulmus sanal bir yapi bu %20. Bir cins yapay, köksüz, tarihsiz bir millet bu. Asker sivil bürokrat ve Kemalist sistem nedeniyle zenginlesmis burjuvaziden olusmakta, etrafina da “yezit düsmani” bazi alevileri ve Anadolu halklarini küçümseyen bazi Balkan ve Kafkas unsurlarini toplamis. Size bu sanal yapi içindeki sol bakistan kurtulup gerçeklere göz atmanizi tavsiye ederim. Kendi yurdunda yabanci, sômürgelesmis Türk, Kürt, Arap, Laz, Ermeni … halklarinin gerçegi bu. Kemalist halkin degil.

  37. Nidal Hawari

    Türkiye kuruldugu tarihten itibaren olusturulan askeri,parlemanterist hükümetlere baktigniz zaman, AKP tüm bu sürecin en demokratik ve en ilericisidir.Bunun aksini koyacak varsa buyursun.iddiam suki yakin gelecekte de daha ilerisi yoktur. Bu Türkiyenin aci gercegi.Bunu teslim ettikten sonra cemaatci, gerici ,yobaz vs. deiyebilirsiniz.

    Oy meselesine gelince bir devrimci kendisi´ni yönetecek ve hakkinda karar alacak bir cobana oy vermez. Kendi kollektif cephesini olusturmasi disinda. Bu türkiyede her daim tersi olmustur. Keskin devrimciler keskin CHP li olmustur.

  38. Adolf Kemal Zileli'yi heyecanlandirmis

    1948 yilinda Berlin’de yasayan bir Yahudi ailesinin bir ogullari olur. Adini Adolf koyarlar. Adolf’un yaptigi Yahudi katliamindan birkaç yil sonra dogan bir bebege Adolf adinin konulmasi saskinlikla karsilanir. Ancak bu Yahudi ailenin de, ilerde siyasete atilacak olan Yahudi Adolf’un da ne mal olduklari çok sonra ortaya çikacaktir.
    1948 yilinda Dersim’de yasayan bir Kürt-Alevi ailesinin bir ogullari olur. Adini Kemal koyarlar. Kemal’in yaptigi Kürt-Alevi katliamindan birkaç yil sonra dogan bir bebege Kemal adinin konulmasi saskinlikla karsilanir. Ancak bu Kürt-Alevi ailenin de, ilerde siyasete atilacak olan Kürt-Alevi Adolf’un da (pardon Kemal’in de) ne mal olduklari çok sonra ortaya çikacaktir.

  39. CHP önerseydi

    AKP’nin getirdigi Anayasa degisikliginin onda birini, göstermelik olarak ve fasist yüzünü gizlemek için, CHP getirseydi Türk solunun tavri ne olurdu?Yüzde 99’u kampanyalar açardi, bagirip çagirirdi , su tip sloganlari kulaklarimda duyar gibi oluyorum: “Anayasa degisikligini desteklemeyen 12 Eylül’ü destekler”, “Anayasa degisikligini desteklemeyen insan degildir”, Anayasa degiskligini desteklemeyen ilkel bir yaratik, fasit köpektir” vs. Türk soluna mahsus bütün laf cambazliklari, kelime oyunlari, demagojiler, gazete köselerinden apartilmis kof argümanlar, uyuzluklar, ahlaksiz çarpitmalar, seytanliklar, Ilhan Selçuk-Melih Asik-Hasan Pulur-Perinçek agizlari devreye girer binbir türlü hakaretle insanlari entellektüel teröre maruz kilardi. Ama simdi onlara bu türlü davranilmiyor. Cünkü karsilarinda hosgörülü insanlar var. Ve bu kendine sol diyenlerin büyük kismi içten içe anayasa degisikligini destekledikleri halde AKP nefretinden,; daha fogrusu Islam nefretinden, Türk nefretinden dilleri gerçegi teslim etmeye yanasmiyor. Kemal onlara ne biçim nefret asilamis , hayret.

  40. Süleyman Arıoğlu

    CHP ve AKP burjuvazinin partileridir. Bunda hiç şüphe yok. Birini diğerinden daha şirin gösterme çabası nafiledir, bizi burjuvaziye kuyrukçuluk etmeye davettir. “Günaha” çağrıdır. Burjuvazinin partilerinden devrim beklentisi içinde olmak safdilliktir. Toplumu, siyaseti anlamamaktır ve aynen Kemalizm gibi “biz sınıfsız bir toplumuz” diyerek, köle-efendi diyalektiğinde köleyi sabit tutarak, yeni efendiler ikame etmek çabasıdır.

    Nasıl elde ettiği belli olmayan yüzdelerle sosyolojik analiz yapan arkadaş, “sanal-gerçek” ayrımı yapmış. İktidarı öyle bir kutsama durumu var ki, bir soyutlama olan halkı/halkları nasıl araçsallaştırdığının, edilgenleştirdiğinin farkında değil. Doğru, Kemalizm totaliter bir rejim, devlet eliyle tektip vatandaş yaratmaya çalışmış, bunda da kısmen başarılı olmuştur. Ancak “Devrim muhafızı yanlışlar içinde” arkadaşın yaklaşımı, iktidarı mutlaklaştıran ve her şeye kadir bir yere oturtan şekilde. Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırı. İktidar ilişkisinin olduğu her yerde direniş vardır ve Kemalizmin totaliterliği için de aynı şey geçerlidir.

    Bütün bunlar bir yana AKP’li arkadaşlar şunu anlamamakta ısrar ediyor; ben ve benzer şeyleri savunan arkadaşlar kapitalist modernleşmenin Kemalist modeline değil; bu kategorinin tümüne karşı çıkıyor. “Sigara içmiyorum” diyen insana sürekli farklı marka sigaraları ikram ederek, içmeye ikna etmek gibi bir şey bu çabanız.

    Ayrıca AKP’nin anayasa değişikliğinin neresinde sömürgelikten kurtulma buldunuz onu da bir zahmet açıklayıverin. Neredeyse bütün dereleri, koyları santral inşaatına açan, kıyıları, ormanları sermayeye peşkeş çeken, dünyanın hiçbir yerinde görülmedik avantajlarla ihalesiz Nükleer santral yaptıran, neoliberal küreselleşmenin/yeni sömürgeciliğin uşağı AKP mi halkları sömürge olmaktan kurtarıyor! Kemalist yargının Danıştay’ının iptal kararları bile AKP’nin cevalliklerinin yanında halkın daha işine yarar kalıyor. (Sizin gibi ehven-i şer demiyorum. Sadece bazı haller için durum tespiti…)

    CHP bataklığını göstererek AKP yozluğunu “en demokratik ve en ilerici” ilan etmek, maalesef bir aciziyet ifadesidir. Kader diye bir şey yoktur.

    AKP’nin getirdiği anayasa değişikliği önerisini CHP getirseydi ne olurdu, diye soran arkadaşa da benim yanıtım şudur: yukarıda AKP için söylediklerimin tümü CHP için de geçerlidir. Bunun neresi anlaşılmıyor! AKP’ye ve onun ikame etmeye çabaladığı tahakküm biçimine karşı çıkmak CHP’li olmak demek değlidir. O arkadaş, projeksiyonunda ne yazmışsa şu anda AKP’liler, kendilerine muhalefet edenlere aynı tavrı sergiliyor. Yukarıda AKP’lilerce yazılan yorumlara bakarsa görecektir.

    Bir kez daha tekrar ediyorum: AKP ile CHP’nin birbirinden abartılacak bir farkları yoktur.

  41. Yarınlar

    Aylık kültür ve politika dergisi, http://www.yarinlar.net/

  42. Cankan

    Yarınlar, karnım ağrıdı hocam 2de 1 reklamdan

  43. Yarınlar

    Reklam maddi çıkar için yapılır. Fikrimizi yaymaya çalışıyoruz.

  44. ayça

    Bir partinin adını “demokrat” koyunca, o parti demokrat olmuş olmuyor.

  45. anton

    fikirler yayıldıkça para etmeye başlarlar…

  46. Yarınlar

    Eğer bir gün Yarınlar’ın fikirleri para etmeye başlar ve Gün Zileli’yle bir anlaşma yapıp sizi satın almak için ona para ödersem o zaman söylersiniz bunları arkadaşlar.

  47. Kemalizm'in basarili olmadigi yer

    Süleyman Bey, “Doğru, Kemalizm totaliter bir rejim, devlet eliyle tektip vatandaş yaratmaya çalışmış, bunda da kısmen başarılı olmuştur” derken çok dogru bir yerdesiniz ama bu kabulün mantikli sonuçlarina gitmiyorsunuz. Türkiye hâlâ anayasasinda degismesi teklif dahi edilemeyecek maddeler bulunan bir ülke, yana rejim hâlâ totaliter, o halde? Türkiye hâlâ CHP’li asker ve CHP’li bürokratin vesayeti altinda bir ülke.

  48. anton

    Bizi satın mı alacaksın???!!! Öylesine bir cümle yazdık hemen satın aldın bizi helal olsun. Biraz yavaş gel istersen…

  49. Süleyman Arıoğlu

    Bir kere retoriği bir düzeltelim; “kabulün mantıklı sonucu…” demişsiniz. Kemalizm eleştirisine sizinle başlamadık. Kemalizmi savunuyordum da sizin üç-beş sloganınızla fikrim değişti değil. Bence siz de bu slogan düzeyini aşarsanız daha sağlıklı olur. Karşı çıktığınız şey ile savunduğunuz şey arasındaki ittifaklaşmaları/aynılaşmaları/benzerlikleri görürsünüz.

    Slogan düzeyinde ve bir ezberin tekrarından ibaret sözlerle tartışma yapılamaz. Demokrasi talebiniz yerinde ve haklı da bu yoldan oraya varılmıyor. Bürokrasiyi dert edinmekle haklısınız ama bürokrasiyi bu şekilde sorunsallaştırmakla varacağınız yer gözü kapalı bir AKP savunuculuğudur. Muhtelif isimler kullanan AKP’li arkadaş, bürokrasi altyapıda değil üstyapıdadır.

    Öte yandan, totaliterliğe, kavramın kendinden bağımsız öznel anlamlar yükleyeceksek, bugünün Türkiye’sine her türlü adlandırmayı yapabiliriz. Gündelik yaşam pratiklerimizi bile en küçük ayrıntısına varıncaya kadar tektip bir kalıba sokan bir rejim yok şu anda Türkiye’de. O yüzden sadece anayasanın ilk 4 maddesine bakıp da bugün için böyle bir niteleme yapmak doğru olmaz. Ha, bu Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğu anlamına da gelmez.

    Bu notu düştükten sonra da şunu söyleyeyim; siz de bir karar verin, AKP kaplan mı, kağıttan kaplan mı? Bir yandan “şöyle kahraman, şunu yaptı, bunu yaptı” diye anlatıyorsunuz; bir yandan “ama o mağdur” diyorsunuz. Bize sürekli “CHP’ye bak, bürokrasiye bak” deyip duruyorsunuz da AKP de 8 yıldır iktidarda. E-muhtıra veren orduya “posta koyan”, Ergenekon gibi operasyonları yürütecek kadar “muktedir” olan AKP’nin kifayetsizliğine bizden övgü devşirmeye çabalayacağınıza, bu gayretkeşliği AKP’ye yöneltin de biraz olsun beklentinizi karşılayan bir parti olsun.

    Üstelik bugün bürokrasinin tamamına yakını AKP’nin kapıkulu askeridir. Bugün, valilerin aynı zamanda CHP’nin il başkanı da olduğu dönem gibidir. Yaşadığınız ülkeden haberiniz yok her halde.

    Ordu son ümitsiz hamlesini 27 Nisan’da yapmıştı. Dolmabahçe görüşmelerinde her şey değişmiştir. AKP-bürokrasi karşıtlığı değil AKP-bürokrasi ittifaklaşması söz konusu. AKP şu anda sadece yargıda biraz sorun yaşamakta. Derdi de onu aşmak. Bu anayasa değişikliğinin nasıl gündeme geldiğini de unutmayalım. Erzincan’da cemaatlere karşı yürütülen soruşturma AKP’yi telaşa verince, yargıda kriz çıktı. Bu değişiklikler de bu dertle hızla yapıldı.

    Bu iktidar kavgası bizim kavgamız değil. Gün Zileli’nin dediği gibi egemenlerin iktidar kavgası, bizim kavgamız değil.

    AKP, ilk 4 maddeyi değiştireceğini hiçbir zaman açıkça ifade etmedi. Üstelik sizin hep CHP ile beraber iş çevirdiğini söylediğiniz bürokrasi kesimiyle de uzlaştı. AKP’nin vesayet rejiminin vasisi ordu ile uzlaşmasında aslında şaşılacak bir şey de yok. Çünkü sizin yere göğe koyamadığınız AKP, 12 Eylül’ün ürünüdür. AKP’yi oluşturan unsurların en önemlilerinden biri Fethullah Gülen cemaati de 12 Eylül’ün ve ordunun kadim destekçilerindendir. Fethullah Gülen, 28 Şubat’ı da “Erbakan’a karşıdır” diye desteklemişti. Şimdi “demokrat” oldular. Sızıntı’nın 80’lerdeki sayılarına ulaşabilirseniz bir göz atın, ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

    Ben yineliyorum: AKP ile CHP’nin birbirinden abartılacak bir farkları yoktur.

  50. Yarınlar

    Anton’a… Marksist terminolojiye hakim olduğunu düşünmüştüm. Reklam bir satın alma olayıdır, burada Gün Zileli’ye reklam için para ödesem onu takip edenleri bir süreliğine satın olmuş olurum. Ona para öderken onun bana sunduğu şey bu siteyi takip edenlerdir. Bu da basit bir alışveriştir. Bu anlamda…

  51. muhtelif

    TC’nin bir resmi ideolojisi vardir ve bu basta Kirmizi Kitap olmak üzere birçok metinde açiklandigi gibi Atatürkçü Düsünce Sistemi’dir. Basbug’un dilinden düsurmedigi bu kavram TSK’nin temel tasidir, bürokrasi ve yargi bu ideolojiye uygun hareket etmek zorundadir, bürokratlar, hakimler, askerler ve ögretim üyeleri bile özel hayatlarinda bu ideolojiye uygun olarak yasarlar. Atatürk’ü ve cumhuriyetin diger tabularini elestirmek yasaktir; Üniversitelerin duvarlarindaki devasa Ata resimleri ve ülkenin her tarafindaki bayraklar ¨totaliter rejimin sona ermediginin isaretleridir. Anayasa Mahkemesi ¨ve Danistay Iran’daki velayet’i- faki kurumu gibi her türlü kanun, yönetmelik ve hatta Anayasa degisikligini esastan inceleyerek degistirme, hatta yeniden yazma hakkina sahiptir. Islama inanan milyonlarca insan çocuklarina dini egitim verememek dahil cesitli konularda yasam biçimlerine müdahale ile karsi karsiya. Sayisi milyonlara varan etnik ve dini gruplar varliklarini bile reddeden rejimden daha yeni yeni bazi tavizler koparabildiler. AKP ile askerin anlastigi iddiasi kanitlanmamistir, Basbug’un son konusmasi bu iddianin dogru olmadigini gösteriyor. AK Parti daha yakin bir geçmiste kendini kapanmaktan zor kurtarmistir. Anayasa Mahkemesi’nin son kararinda fasist CHP’nin çilginca isteklerine uymamasi muhtemelen yakin bir gelecek için planlanan Irak kara harekati ile ilgilidir, böyle bir harekat aninda Avrupa’dan gelebilecek elestirilere bir de anayasa konusu eklenmesin denilerek orta yol tercih edilmistir. Fethullah Gülen hareketi ile AKP iki ayri oldudur. Gülen 28 Subat’a kismen destek vermistir, simdi de CHP ile flörte basladilar, bu zatin bakis açisinin uzun süredeir yasadigi ülkeyle iliskili oldugu Mavi Marmara konusundaki tutumundan da belli olmustur. AKP ne kahraman ne de kagittan kaplandir, sadece bir kitle partisidir. “bürokrasi altyapıda değil üstyapıdadır” ifadenizle ne demek istediginizi anlamadim, yoksa siz de 70 yil boyunca Sovyet Rusya’nin sosyalist oldugunu kanitlamak için devlet mülkiyetini örnek gösteren TKP gibi mi düsünmektesiniz? Bürokrasinin tabii ki otonomisi vardir, hele Türkiye gibi bir ülkede ve öte yandan AKP’ye karsi örnegin anayasa sorununda Tüsiad’in tavri ortadadir. Tüsiad’a üye birçok grubun ergenekonun finansmaninda rol aldigi da bilinen bir gerçektir, zaten anayasa degisikligin bir amaci da ergenekon soruturmasini kapatmaya hazirlanan yargitay’daki fasist çeteyi dagitmaktir, bu çete dagitilinca tutuklanacak olan holding patronlari için gerçek sosyalistlerin gözyasi dökeceklerini de hiç sanmiyorum, ama belli mi olur bazi sosyalistlerle Tüsiad arasinda nedense büyük bir ask var.

  52. anton

    Yarınlar;

    Seninki marksist değil de kapitalist terminoloji olmuş biraz. Marksist terminolojide metanın değerini nelerin belirlediği aşikar. Fikirsel üretim söz konusu olduğunda belki durum biraz farkllaşıyor. Ancak senin siteyi alınca takip edenleri de satın alma olayın piyasanın (ki bu durumda sitenin takip edilme sıklığı belirleyici) fiyatı belirlediği basit mantıkla daha bir uyuşma içinde sanki. Yani misal bir radikal sol bir gazete büyük sermaye tarafından satın alındığında okuyucular o gazeteyi almaya devam mı edecektir? Veya coca cola sol bir gazeteye reklam verdiğinde sence okuyucu (en azından bir kısmı) bu durumu sorgulamayacak mıdır? Ürünün niteliğini değştirirsen tüketici profilin de değişecektir. Ama tabii bunlar senin satın alma mantığının sonucu. Marksist eleştiri bu metalaştırmanın da eleştirisi bir anlamda ama seninki biraz kapitalist mantık gibi duruyor. Çünkü tüketiciyi ürünün kölesi gibi görüyorsun ki bunun altında kapitalist mantığın yattığı düşünülebilir.

    Ha bunlar çok da önemli mi? Hayır… Benim kızdığım nokta biraz duygusal olmuş. Parayı verip tak diye okuyucuları satın alma hadisesi yani…Ama demişsin ki olay o değil. Öyle olsun bakalım…

  53. Yarınlar

    Evet olay o değil, o nedenle ben sizi satın alacağım falan demedim, demiyorum. Reklam iddiasını siz attınız cevap verdim. Yoksa kimseyi satın almaya niyetim yok.

  54. anton

    Islama inanan milyonlarca insan çocuklarina dini egitim verememek dahil cesitli konularda yasam biçimlerine müdahale ile karsi karsiya.’

    Muhtelif, senin türkiye ve dünya için görmek istediğin, uğruna çalışabileceğin gelecek nedir?

    Kısa vadede akpye çalışalım diyorsun da uzun vadede ne olacak?

    Yani ne istiyorsun? Ne yapmalı? Merak ettim şimdi…

  55. tebessüm

    ‘Gün Zileli’nin okuyucularını satın almış olmak’ enteresan bir cümle olmuş, Yarınlar. Gün Zileli’den ne istedin, örnek verirken 🙂 Bu adam böyle kapitalist cümleler/örnekler/farazalar için bile en yanlış adres. Attila İlhan’ın kitabını dahi alamamış bir adam.

    Sitem ettiğimden değil kendi kendime gülmekten yazdım bunu.

  56. Pavlovitch

    Anton Pavlovitch , Mûcadele teknolojik tehlikeye karsi tarih için, insanlik için verilmeli.

  57. Süleyman Arıoğlu

    Kemalizm totaliter bir rejimdir ve 1950’lere kadar da Türkiye’deki rejimin niteliği totaliter olarak adlandırılabilir. Bugün ise her şeye rağmen Türkiye’de devlete egemen tek parti yönetimi ve her şeyin kendinde vücut bulduğu bir lider yoktur. Türkiye’de pek çok konuda yönetime muhalefet de edebilirsiniz. Totaliter rejim deyince Stalin’in, Hitler’inki gibi rejimler kastedilir. Türkiye’de otoriter bir rejim vardır. Totaliter rejimlerde ülkenin meydanlarında muhalif gösteriler yapılamaz. Türkiye’de göstericilerin üzerine gaz püskürtülmesine, copla saldırılmasına rağmen totaliter bir rejim yoktur. Ama totaliter eğilimler tabi ki, vardır. Kemalist ideolojiyi benimsememişseniz devlette yer bulmanız zor ama sözünü ettiğiniz bir yekparelik de sözkonusu değil. Kemalizmi eleştiren, Kemalist olmayan pek çok akademisyen devlet üniversitelerinde de var.

    Derdimiz gerçeği ıskalamamak. Ayakları yere basan bir tutum için toplumsalı, siyasalı doğru anlamamız gerekir. Gerçeklik yerine öfkeye dayalı konuşacaksak, o zaman pek çok şeyi ıskalarız. Verdiğiniz örnekler doğrudur ama otoriter bir rejime ilişkindir.

    Bürokrasinin üstyapıda olduğunu söylerken, bir rejimin niteliğini belirleyen şeyin, bürokratların öznel çıkarları değil, oradaki egemen sınıflar olduğunu söylemeye çalıştım. Fikret Başkaya, Kemalizmi Bonapartist bir rejim olarak niteler. Ben de böyle olduğu kanaatindeyim. Cumhuriyetin kuruluşundaki cılız ticaret burjuvazisi ve toprak ağaları devletin hamiliğini üstlenecek güçte olmadığı için bu işi onlar adına bürokrasi üstlenmişti. Sonra da aşama aşama devretti. Bürokrasiyi fetişleştirip de onların emirberi olduğu yerli ya da yabancı sermaye sınıfının arkasında saf tuttuğunuzun farkında olmamanın safdillik olduğunu söylüyorum.

    Sermaye sınıfını da böyle yekpare bir şey olarak algılıyorsunuz. Kendi aralarında elbette çıkar çatışmaları vardır. Bazı şeyler de uzlaşırlar bazı şeyler de mücadele ederler. Onlar sermayenin genel çıkarları söz konusu olduğunda bir blok oluştururlar. AKP ile CHP’nin, AKP ile ordunun anlaştığı, ittifaklaştığı konular da bunlardır. Yoksa batıcı laik sermaye ile İslamcı sermayenin çıkarları tabii ki, farklılık arzediyor, bunun kavgasını veriyorlar. Bu kavgayı kitlelerin özgürlüğü adına verilen kavgaymış gibi yansıtmaz aymazlıktır. Ki, o kavgada da ateşkesler, uzlaşmalar oluyor.
    Fethullah Gülen cemaati 2002’den bu yana sadece AKP’nin içinde ve arkasındadır. CHP ile flörte başladığı doğru ancak Baykal’ın ve Gürsel Tekin’in tasfiyesiyle o flörtte son buldu sanırım. Fethullah Gülen’in Amerikancı olduğunu söylüyorsunuz da AKP’yi niye ayrı tutuyorsunuz.

    Ergenekon’un soyutlamasının yanlış yapıldığını düşünüyorum. Ergenekon denilen yapı devletin kendisidir. Devlet de “sermayenin yürütme kurulu”dur. Ergenekon, ABD’nin, NATO’nun ileri karakolu olan bir ülkeye ait yapıdır. Başka türlü bir devlet istiyorsanız, Soğuk Savaş da bitti; buyurun NATO’dan çıkın. AKP’lilerin bugünlerde keşfettiği Ergenekonu, onun işkencehanelerinden geçen pek çok insan 40 yıldır afişe ediyor zaten. Ama, AKP böyle bir şeyi hayal bile edemez değil mi? O yüzden kağıttan kaplandır.

    Yargıtay, TMK mağduru çocukların örgüt üyeliğinden ceza almasına hükmettiğinde AKP kılını kıpırdatmadı. Meclisteki çoğunluğuna rağmen ceza kanununu bile değiştirmedi. Ama, ne zamanki Erzincan’da cemaatler soruşturuldu; o zaman anayasa değiştiriyor. AKP’yi bize matah bir şeymiş gibi gösterme gayretkeşliğinizin hiçbir karşılığı yok.

    AKP ile CHP’nin birbirinden abartılacak bir farkları yoktur.

  58. Totaliter-otoriter-Nixon

    Süleyman Bey,
    TC’nin totaliterliginde epeyce asinma oldugu dogru . Iste anayasa degisikligi de geçerse %5 daha asinacak. (yüzde 47’lik asinma %52’ye varir mi? Yoksa bunlar reformist hayaller mi?) Ama siyasal mücadele konusunda %100 pürist davranirken (AKP-CHP hepsi ayni aynidir tavri), rejime iliskin tesbitlerinizde kili kirk yardiginiz ve bunun bir çeliski oldugunu hatirlatirim. Kimse AKP fevkaladenin fevkinde demiyor zaten, mesele su ki AKP olagan kapitalist – batici sistemin olagan bir kitle partisi, CHP ise totaliter TC’nin kurucusu ve kilictari. Ayrica Türkiye’yi Bati’ya siki sikiya baglayan parti ve dahasi bati maymunu ideolojinin partisi. ÄKP’ye gelince, AKP’nin bati yanlisi politikalari “göbekten bagli” olma seklinde degil, daha çok taktiksel bir birliktelik, aksi halde “eksen kaymasi” suçlamalari yapilmazdi. ABD ve özellikle Israil’le olan çatismanin sizi de sasirttigini kabul etmelisiniz. Burada önemli olan, Türkiye’deki degisimin Kemalist ideolojinin disinda kalan kesimler tarafindan gerçeklestirilebilecegi gerçegidir. AKP gibi, BDP gibi, Saadet gibi yahut yeni ve degisik bir güç gibi (ama ortada böyle bir odak yok)ama kesinlikle CHP degil, Kemalizmle zehirlenmis muhafazakar Türk solu da degil.

    Ergenekon’a gelice, ergenekon Kemalist rejimin gizli ve rutin disi operasyonel gücü, bir yerde ta kendisidir, unutmamak gerek ki eski kontrgerilla özel harp komutanlari her 100 kisiden birinin OHD ile iliskili oldugunu söylemeketeydi, bir nevi Hitlerci bir örgütlenme. Bu örgütte çok sayida “sol” veya “ülkücü” maskeli kemalist de var. QAnayasa degisikliginin asil amaçlarindan biri üst yargida çöreklenmis bulunan ergenekoncu çeteyi dagitarak sorusturmalarin önünü açmaktir.

  59. Süleyman Arıoğlu

    Başkan Nixon, her meseleyi getirip birbirinin aynı tarlanın mahsulü AKP-CHP kısırlığının içine kitliyorsunuz. Rejimin niteliğine ilişkin tespitten rejim taraftarlığı anlıyorsanız, bu da çok özgün bir yanılgı. Ortada bir çelişki de yok. Ne ile ve neye karşı olduğunuzu bilmeden bir karşıtlık ve taraflık ilişkisi kurmak, sizin AKP’yi yere göğe koyamayışınız gibi bir sonuca varır. Burada AKP ve CHP’nin sadece filan politika karşısındaki tutumlarını tartışsaydık, söylediğiniz ayrımlar söz konusu olabilirdi. Bunlar sermayenin partileridir ve temsil ettikleri sermayenin çıkarlarına göre de politik tutum alırlar.

    AKP’yi, CHP’yi, Kemalizmi aşan bir insanlık tarihi var, mücadeleler tarihi var. Siz bir ufuksuzluk vaaz ediyorsunuz, maalesef. Devrimci mihrak diyerek kitleleri, gerçek özneleri çağıran ve bu yoz ve sığ iktidar mücadelesini aşmaktan söz eden Gün Zileli ile aynı fikirdeyim.

    Sizin de özgürlük ve demokrasi beklentisi olan birisi olarak (yazdıklarınızdan bunu anlıyorum) bu yoz AKP siyasetini desteklememenizi öneririm. O zaman arzuladığınız şey daha da uzaklaşıyor.

  60. Sag darebeler otoriter, sol darbeler totaliter

    Nixon böyle demisti.Aslinda otoriter/totaliter farki yoktur.Tarih yasasi veya doga yasasi gibi düzmece bilimsel iddialarla ortaya çikan totaliter rejimlerin çöküsünden ders çikaran devletler ve sistem , iktidar ve düzeni sürdürmek için teknolojiye giderek daha fazla basvurmaya basladi ve giderek kendisi de teknolojik çarkin parçasi haline gelmeye basladi. öyle ki biyolojik çag ve tarihsel çagdan sonra, teknolojik çagdan söz edilir oldu. Bu insanligin sonudur ve bununla savasilmalidir. Insan nasil dogaya karsi savastiysa, insana karsi savastiysa, teknige karsi da savasmalidir, ufuk budur ama ufka bakip durmak bugününün mücadelesini ihmal etmek degildir. Daha insani, daha özgür bir toplum; için mücadele totaliter çizgi (CHP) ile, teknolojik çizginin (ABD-NATO-TSK) birlestigi yerle mücadeledir, sermaye/emek ikilemi bugünkü gerçegi açiklamiyor.

  61. anton

    sermaye emek çatışması değil de bilimkurgu senaryoları açıklıyor gerçeği demek ki…

  62. Yarınlar

    Yeni gündem yazısı, “AKP’den Kürt sorununa ‘çok özel’ çözüm”; http://www.yarinlar.net/gundem/akpden-kurt-sorununa-cok-ozel-cozum.html

  63. malişér

    emekle sermaye çelişkisi antagonizma değil ancak uzlaşır çelişki olabilir. sermaye de emekçinin hem emeğine hem de kendi ödediği ücretine mahkumsa -ki öyle,malını satttığı müştersidir.birbirlerine varlıklarını borçlu olan.. biribirlerinin hem nedeni hem sonucu olan iki sınıf yani.
    birbirini karşılıklı ve eşzamanlı üreten bu ikili sınıfsal yapıdan kurtulmak kolay görünmese de bence imkansız değil.ilerde lafın yeri geldiğnde detaya gireriz.bir cümle ile anasr-ı arba( DÖRT UNSUR element HAVA-SU -TOPRAKaltı veATEŞenerji)nin mülkiyetinden kurtulmak..mülkiyetsiz ve anarşik bir piyasa sistemiyle başlamak..kısaca bunu öneriyorum…

    ergenekon meselesine gelince her devlet her varlık gibi kendi varoluşu için vardır. kendi egemenliği için hiçbir kural, ilke , kıstas tanımaz.bu anlamıyla her devlet ergenekondur.ergenekonlaşamamış devlet yoktur, olamamıştır , olamaz.
    tarihsel gelişim seyri içinde, zamana uymak anlamında ,yılanın değiştiremediği derisinin kendini hareketsiz kılması gibi koşullara uyum için değişimler geçirir. bunun yaparken de eski derisine geçmişi çağrıştıran isimler vermesi ilginç; gladyo, ergenekeon vb.
    devletlerin egemen sınıfların basit baskı araçları olarak nitelenmesi de marksizmin bariz yanlışlarından.. her devlet kendi varoluşunu gerçekleştirmek için bir sınıfla işbirliği yapar o sınıfın ekonomik ilişkiierinin (mülkiyet biçiminin) bekçi köpekliğini yapmayı, bu işbirliğini egemenliğine uygun bulur. bu, karşılıklı araçlaşma durumudur.hem devlet, hem de işbirliği yaptığı sınıf kendi varoluşları için vardır. biri diğerini bu amaca hizmeti oranında araçsallaştırır.bu noktada sınıfı ya da devleti nedenleştirip-(önceleyip),diğerini sonuçlaştırmak, diyalektiği anlamamaktır.

  64. Baskan Nixon

    Tüp bebek veya sezaryenle dogum, ötenazi ile ölüm. Ikisinin arasinda tüketim toplumunun ihtiyaçlari algilama ile belirlenmis tüketicisi, dislinin parçasi olarak robotize üretici güç, egitim iktidari, bilgi iktidarinin kölesi, saglik carkinin deney faresi,kadiri mutlak piyasanin figürani, kredi kartiyla gelecegini, üniversite ile geçmisini, faydacilik ile degerlerini, devlet ile kimligini kaybetmis bir hiç olarak insan… Marks zamaninda durum bu mu idi? Iki büyük savas, totaliter deneyim, tüketim toplumu, himayeci devlet, teknolojik devrim yasanmis miydi? Ortaçag skolastikçileri gibi emek-sermaye diye fikhetmesiniz sevgili Hursit.

  65. anton

    Emekle sermaye arasındaki çelişki antagonizmadır segili malişer. Geçici uzlaşmalar elbette sağlanabilir. Ancak belirttiğin gibi birbirini yaratan bu iki grup uzlaşarak varlığını sürdüremez. Size göre sermaye sömürüyü sırf tüketim mallarının satılabilmesi için optimumda tutuyormuş gibi görünebilir. Ama Çinde ve (üretim tesislerinin büyük sermaye tarafından bu mekanlara taşındığı) ucuz emek gücünün yoğun olduğu birçok ülkede yaptığınız kavramsallaştırma geçersiz kalmaktadır. Marksizmde en azından temel olarak mesele sermaye emek arasındaki bu çelişkiyi (ki bu çelişki hala sürüyor) yeni toplumsal formasyonun oluşumunda belirleyici tayin etmektir (Biraz da strateji hikayesi yani). Toplumsal mücadele veren topluluklar için (devrimci klik(!)) bu çelişkiyi görmezden gelmek ve sermayeyle emeğe aynı uzaklıkta durmak saçma olmakla beraber yanlış bir tutum olacaktır. Ki ulaştığınız ‘anarşik’ piyasa toplumu da neyin sonucu ben çözemedim. Ayakları yerde olmayan ütopik düşünceler beyin jimnastiği açısından yararlı olabilir (Fourier vb ütopyacılar Marx’ın öncülleri olarak kabul edilebilir). Ancak hepimiz biliyoruz ki ‘denizlerin limonataya dönüşmesi’ öyle kolay değil…

    Ha bir de (hurşit falan yazmışsınız ama) sayın başkan nixon; Marx’ı biraz daha irdelerseniz, o bahsettiğiniz hikayelerin toplumsal temellerini daha iyi anlayabilirsiniz. Bunu azimli bir kişiliğiniz olduğunu bildiğim için söylüyorum. Siz demiyor muydunuz ‘I have never been a quitter’ diye…

  66. En hakiki Hursit Anton

    Hepsi Marks’da vardi, hepsi Kuran-i Kerim’de vardi.

  67. anton

    hahahahahahahaha, iyiydi bu… ama bu da var marksizmde bkz. postmodernizme hayır – alex callinicos…

  68. malişér

    aceleye getirilmiş bir yazıydı ve biraz da tartışmayı kızıştırmak amacıyla yazıldı. hakkını teslim etmek gerek anton dost.
    doğrusu: sermaye ile ücretli emek arasındakinin antagonizma değil,” uzlaşır “çelişki olduğunu söylemekti.. düzeltiyorum..
    emek , ücretli (marx buna üretken emek der) emek kategorisinde sermayeye kendini yeniden ve sürekli olarak ürettirirken; kendi de sermayeyi eş zamanlı olarak üretir, yenden ve yeniden. her ikisinin de varlığı bu ilişkinin eşzamanlı olarak sürmesine bağlıdır.devlet bu işi burjuvazi yerine devraldığında
    adına sosyalist dedikleri o ceberrut.yapılar da aynı ilişkiyi sürdürürler. ücretli işçi ve onun patron devleti. aralarında bir birlerinin eşzanalı sebebi ve sonucu olmaklıktan gelen bir zorunluluk ilişkisi olmasa varolmalarına imkan kalmaz.bu uzlaşabilen bir çelişkidir.dahası çelişki zaten başka bir anlama gelebilir mi, mantıken?

    antagonizma ya da “uzlaşamaz çelişki “( dilelim alışılmış dille..zira çelişki için “uzlaşabilen karşıtlık ” demek daha anlamlı geliyor bana.) meselesi burada anlam kazanabilir.sermayenin hiç emek ücreti ödemediği.. ya da tersine emeğin artı emeğini burjuvazi&devlet e sömürtmediği durum.. sınıf olgunun her iki kutbuyla aynı anda yok olduğu, dolayısıyla devletin maddi varlığı için hiçbir nedenin de kalmadığı bir an. antagonizma ya da uzlaşmazlık işte bu durum için kullanılması uygun kavramlar olsa gerek , diye düşünüyorum.
    anarşist piyasa konusuna burdan devam edebiliriz.ama buraya kadar için değerlendirmeni almak daha uygun gibi geldi de…

  69. anton

    Antagonizma ve uzlaşabilen çelişki meselesini iki paragrafta oldukça ilginç işlemişsin sevgili malişer.

    Şimdi uzlaşmayan çelişki hikayesi (benim anladığım şekliyle); burjuvazinin emekçi sınıfın ürettiği değerlerin bir kısmına el koymasından kaynaklanan sömürünün sürekli değişken bir karaktere sahip olmasından ileri geliyor. Yani sen bu durumdan (iki) sınıflı yapının devam etmesine bakarak çelişkide bir uzlaşma tespit ediyorsun, benim de iddiam bu çelişkinin uzlaşmaz olması bu yapıyı (sınıflı toplumu) beraberinde getiriyor. Eğer dediğin gibi sıfır sömürü veya %100 sömürü durumları mümkün olsaydı bu çelişki kendi dinamiğinde aşılabilirdi (taraflardan birinin ‘yenilgisi’ de bir uzlaşma biçimidir çünkü çelişki sona erer). Ancak yorumunda da belirttiğin gibi çelişkinin doğası gereği bu durum oluşmuyor. Senle ayrıştığımız nokta da tam burası: ben (genel anlamda marksizmi de katabilirim buna) sömürünün asla statik bir oranda tutulamaz olmasını çelişkinin uzlaşmaz doğasına bağlıyorum, senin iddiansa ‘tarafların -gönüllü?- olarak birbirini üretmesinin neredeyse toplumsal bir konsensüse yol açan bir olgu olduğu’.

    Bu çelişkinin uzlaştığı ortam hiçbir şekilde kapitalizm olmayacaktır. Çünkü kapitalizm için temel mesele sömürünün şekli değil doğası… Yani ‘artı değer’ yaratımı ve bunun paylaşımındaki anlaşmazlıklar mecburi bir uzlaşmazlık doğurur. Ki bu da kapitalizmde schumpeterin deyimiyle ‘yaratıcı yıkım’ hadisesinin dinamiğidir. Sermaye genişleme eğilimini korudukça (ki şarttır bu) çelişki de var olur.

    Umarım dediğini anlamış ve anlaşılabilir bir cevap yazmışımdır. Ancak bu uzlaşabilir çelişki hadisesinde bir kavram karmaşası olduğunu düşünüyorum.

    Devlet ve sosyalizm meselesine ufacık değinmek gerekirse:
    Eleştirdiğin ‘reel sosyalist’ deneyimlerde temelinde ikameciliğin yattığı pek çok problem mevcuttu. Bunlara dış baskıları da eklediğimizde ortaya stahanovculuk gibi garip uygulamalardan tutun ilkel birikime kadar pek çok ‘sosyalist ruh’a sahip olmayan yöntemleri deneyen (ki denemek de suç değil ama ikamecilik hadisesi daha geniş bir incelemeyi hakeder). İşçilerin özyönetimi hadisesi bu bahsi geçen çelişki hadisesinin aşımında anahtar kavram olacaktır. Ancak uygulamada bu teorinin de pek çok sorunu vardır. Yani sosyalizm sermaye emek çelişkisini bir çırpıda aşma iddiasında değildir ki bu sorun da tarihsel olarak onun aşil topuğu olagelmiştir. Zorunlulukları erdem haline getirme hadisesi… Ama bu durumdan yola çıkarak sosyalizmi ‘devletçi, ceberrut yapılanma’ şeklinde tanımlamak haksızlıktır diye düşünüyorum. En azından sosyalizmi ‘mümkün olan’ en mantıklı alternatif olarak gören benim gibi birisi için…

  70. kara sinek

    Anayasa Allah’ın emri mi? Tabii ki değiştirilecek!

    olay budur.. 12 eylülle hesaplaşma mücadelesinde, sivil siyasete destek bu sefer büyük yerden geldi…

    Kenan Paşaları buyurmuş:

    Vaktiyle yaptığım konuşmalara bir baksınlar.
    Hepsi unutuldu.
    Ben dedim ki: Bir zaman gelecek, bu Anayasa değişecek.
    Bizim yaptığımız Anayasa Allah’ın emri mi?
    Anayasa, mukaddes kitap mı?.. Kur’an-ı Kerim mi?
    Günün şartları neyi gerektiriyorsa o yapılır… Anayasalar da değiştirilir.

    http://www.gazetevatan.com/haber/anayasa-allahin-emri-mi-tabii-ki-degistirilecek/317982/1/Gundem

  71. sivri sinek

    Madem ki Knnan Evren öyle dedi, o zaman anayasa degismesin öyle mi?

  72. kara sinek

    ortaöğrenimde felsefe ve mantık yerine kafası dini ve milli dogmalarla endoktrine edilen çocuklar anlamakta zorluk çekiyor..

    anayasa sürekli değişiyor zaten aşkım… her 4 yılda bir seçtiğiniz kodamanlara o işi yapmaları için para ödüyoruz..

    somut şahıslar üzerinden anlatayım..

    kenan paşanın, akpnin ve bilumum 12 eylül artıklarının istediği değişiklikler yapılmasın.. bdp’nin ve diğer emek ve demokrasi güçlerinin talep ettikler değişiklikler yapılsın..

    süleyman doğru diyor bu arada..

  73. Sahtekarligin bu kadari

    Kenan Evren degisiklik istemedi. Kenan Pasa degisiklige “evet” diyecegini söylemedi. Su andaki degisiklikler demokratik degisikliklerdir. BDP terör örgütü ve TSK’nin uzantisi PKK’nin çizgisindedir. Parti kapatmanin engellenmesine bile “hayir” oyu veren bir partinin demokratik güç niteligi tartisilir. Sahtekalrikla Evren ve AKP’yi ayni çizgide göstererek referandumda “hayi” oyu vermeyi savunanlarin da demokratik cephede yer aldiklari söylenemez. Zaten Kemalsitler hiçbir zaman demokrasi güçleri arasinda yer almamistir. Bu arada Stalinistler ve Leninistlerin de demokrasiyle uzaktan yakindan alakasi yoktur. Senin ortaögretimde okudugun felsefe ve mantik Kemal’in ve Stalin’in felsefe ve mantigiysa o felsefe ve o mantik çoktan iflas etti. Gerçekte sizin dini dogma dediginiz sey ise puta tapmaktan, heykele tapmaktan, Kemal’e tapmaktan, Lenin’e ve Stalin’e tapmaktan veya örgüte tapmaktan kat kat ilerdedir. Acik söyleyin referandumda “evet” mi diyeceksiniz “hayir”mi, lagalugaya gerek yok, artik fasit ve Kemalistlerin kendilerini solcu, demokrat, halktan yana göstermeleri devri geçti.

  74. 12 Eylül'de 2 HAYIR birden!

    12 Eylül’de 2 HAYIR Birden

    ‘Demokrasi mi statüko mu’ denklemine hapsolan siyasetin kilidini açacak olan eşitlik ve özgürlük eksenindeki bir toplumsal mücadele ihtiyacı anayasa tartışmalarında da ortaya çıkmış durumda. AKP’nin güya 12 Eylül ile hesaplaşma adına onun yöntemine, özüne ve ruhuna sadık kalarak yaptığı ve kendi iktidar alanını genişletme çabasının ürünü olan anayasa değişikliğine karşı net bir karşı duruşla birlikte statükocu milliyetçi güçlerden de kendisini ayıran ‘başka türlü bir hayır’ çizgisinde birleşiyoruz.

    Biz 12 Eylül’de 2 Hayır birden diyoruz.

    AKP anayasa değişikliği ile kendi tekelci iktidarını kurmak; piyasayı ve cemaatleri sınırlandırılamaz ve yargılanamaz kılmayı amaçlıyor. 12 Eylül faşist anayasası bu değişikle yenileniyor ve kuvvetlendiriliyor. 12 Eylül’ün ve onun ürünlerinden birisi olan AKP’nin anayasası ile hesaplaşmak için referandumda 2 Hayır birden diyeceğiz. 12 Eylül Anayasasına da AKP’nin anayasasına da HAYIR. Demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa istiyoruz. Bunu ancak mücadele edenlerin, kendi elleriyle yazacağını biliyoruz.

    http://www.ikihayirbirden.com/

  75. Basbayagi "Hayir" demeye bile korkan insanlardan ne beklenir?

    Oportünizm, laf kalabalikligi, kelime oyunu, sahtekarlik, korkaklik bu kadar tavan yapmamisti. Kardesim, “hayir” diyecekseniz “hayir” deyin delikanli gibi “Iki hayir birden” ne demek oluyor? Böyle bir sey mümkün mü? Siz kendinizi kandirin, 12 Eylül’ü desteklediginizi, fasizmin payandasi oldugunuzu, askerci oldugunuzu, postal yaladiginizi, apoletli sosyalist oldugunuzu, Islamiyet düsmanligiyla gözlerinizi karartarak TSK ile , Israil ile, ABD ile isbirligi yaptiginizi gizlemek için “iki hayir birden” gibi çocukça basitliklerle ugarsiyorsunuz. Bu yaptiginizi kimse yemez, herkes size kahkahalarla güler, MHP ile ayni paralele düstünüz, zaten gidip geleceginiz yer de orasiydi.

  76. MHP: Yüzbin kere hayir

    Bu aploletli solcularin “iki kere hayir” slogani ne ki, MHP “Yüzbin kere hayir” sloganini kullaniyor.
    Bilimsel sosyalizmin tarihsel materyalizm ilkelerine uygun olarak tarihin itici gücü olan isçi sinifinin partisi ve onun çelik çekirdegi olan TKP Merkez Komitesi’nin bilimsel olarak yanilmasi mümkün olmayan tesbitleri tartisilamayacagina göre , evet “iki kere hayir”.
    Biyoloji ilminin, irklar esasina ve dogal ayiklanma ilkelerine göre en üstün irk olan Türk irkinin basbugu Bahçeli’nin görüsleri de bilimsel olaral tartisilamayacagina göre “Yüzbin kere hayir”.
    Demek ki 100.002 kere hayir. Bakin bu garip cahil müslüman artik sosyal bilim ve doga bilmi ögrendi, felsefe ögrendi, mantik ögrendi.Yakinda Cumok olacak. Beynini sifirlayip ilkel kemalist toplumun ilkel beyinlerine katilacak

  77. Anonim

    Akpli,

    Ne iş bu MHP ile sidik yarışı? Pehlivanoğlu faşisti için zırlamalar, kürşat tüzmenler, vahit erdemler, ne kadar faşistiniz varsa dökülmüş yine piyasaya, kanal kanal gezip nefret kusuyorlar..

    Hayırdır, bdp’nin boykotundan sonra kala kala faşist tosuncukların desteğine mi kaldınız?

  78. malişér

    marxizmdeki asıl handikap metodolojisinden kaynaklanıyor bence. böyle olunca da tıkanma kaçınılmaz. gene de konuşmakta ısrarlı olmak , denemekten vazgeçmemek ; sıkıcı ve tekrarcı olmak pahasına ,gerekiyor(mu acaba).
    devlet ve sınıf bahsine girmeden önce şu metodoloji konusundaki anladıklarımı ifade ile başlayacağım, izninle anton dost.

    maddeyi günümüz fiziğinde enerjinin basit ve azçok statik bir formu olarak ve bilinir kısmını da varlığın %4 ü(baryonik m) olarak biliyoruz. geri kalanın ne tür madde ve enerji olduğu konusunda fikirimiz yok.einstein’den öğrendiklerimize göre (artık madde kavramı bile açıklayıcı bulunmadığından )”kütle(deniyor.) belli bir ışık hızında enerjiye , enerji de kütleye dönüşebiliyor: e= m.c2 meselesi ki, çok iyi bildiğinden eminim.
    kafanı kuantum ve belirsizlik konularıyla ütülemeyim. detayına vakıf olduğun belli.
    sorun şu:
    hala varlığa ilişkin bu ontolojik yetersizlik ve yanılgıyla felsefe yapmaktaki ısrarın, muktediriyet ve bilgi-iktidarından başka bir anlamı var mı; ne olabilir? cidden anlamak isterim.
    fikri, kavramı, ideyi önceleyerek, onu varlıktan ayrıştırarak diyalektik yaptığını sanan hegelyen idealizm aslında bu yönüyle nasıl tam bir MONİST idiyse.. ve bu monizmiyle nasıl sadece devletin fikri temellerini inşaya girişen bir devlet(iktidarı) felsefesi idiyse..
    çocuğu olan marxizm de ayen fikri ve “maddi” bir iktidar arayışından başka bir şey değil.eşzamanlı olarak kendini tasarladıkça gerçekleştiren ve gerçekleştirdikçe tasarlayan varlığın(adına enerji ya da tanrı demenin hiç önemi yok) oluş(um)una, teorik-pratik birlikteliğine getirdiğni sandığı argümanlar hiç bir şeyi açıklamıyor.
    lafı dolaştırdım belki..kısaca alışıldık şekilde söyleyim. ne “madde” düşünceyi, ne de tersine düşünce “madde”yi belirlemez bence. böyle bir önbelirleme zorlaması felsefi bir kurnazlık ve kurgudur.. amacı da belli ki epistemolojik bir üstünlük ve iktidar dır.”bilimsel”(-ki marxizmin berbat ettiği kelimelerdendir- ) gelişmelerin sıkıntıya soktuğu hegelyen-idealist iktidar felsefesini modernist-sol bir tamirat çabasından ibaret.
    ….
    özneden ayrı nesne olmadığı gibi nesnesine etkimeyen , onu kavramamış, algılamamış bir özne de olamaz . tersinin de eşzamanlı doğru olması dediğim bu..
    hala mı karışık ?
    algılanmamış, “düşün”ülmemiş madde yoktur. düşün (ide, fikir) maddenin ürünü ve belirleneni değildir.”madde düşünceyi belirler” demek zoraki bir hiyerarşi-iktidar yaratma arzusudur.buna materyalist monizm ve onun iktidar arzusu demek bence doğru olacak. hegelinki tersidir: idealist monizmin iktidar arzusu.(düşünü ,fikri, kavramı öncelediği için)
    ikisinin de diyalektikle ilgisi yok bence .
    zira ifade etmeye çalıştığım gibi madde düşünceye . düşünce maddeye öncelenemez; bir diğerinin eş zamanlı olarak hem nedeni hem sonucudur. diyalektik eğer bir açıklama olacak ise buradan itibaren devreye girmeli..
    uzattım..sorularınla deşmeyi sürdürme dileğiyle

  79. Anonim

    ne kadar hazin…gün zileli için. bir site kuruyorsunuz ve müdavimleri polis sevici akpli ve yarım akıllı bir düzine insan. yazık gerçekten…

  80. Gün Zileli

    Başından beri bu sitenin herkese açık olduğunu, hiçbir sansür uygulanmayacağını ve moderatörsüz (yani denetimsiz) işleyeceğini belirttik. Uygulama budur. Yazılanlardan rahatsız olan arkadaşlar cevaben kendi fikirlerini yazabilirler ya da belli bir düzeyin altında tartışmak istemediklerini de belirtebilir, bu onlara kalmış bir şey. Ama bizden denetim ya da sansür beklemesinler lütfen.

  81. Anonim

    sansür bekleyen yok, zaten sansür edilmeye değer bir düşünce de gördüğüm kadarıyla yok. sitenin müdavimlerinden bahsettim, akpli polis sevici insanlar..bunun bir sırrı olmalı..

  82. Hurşit

    Sırrını ben söyleyeyim size. Dinciler eskiden beri ideolojik hegemonyaya önem verirler efendim. AKP’nin internet sitelerinde bu yönde kalem sallayan üyeler görevlendirdiği söylenmekte ve tahmin edilmektedir. Muhtemeldir ki, AKP’li arkadaşımız da bu görev çercevesinde aramızda bulunmaktadır. Ben, sert ve keskin dilinin dışında şahsen rahatsız değilim. Unutmayalım ki ava giden avlanır. İdeolojik mücadele vermek üzere giren bir ortama giren biri, girdiği ortamdan da bir nebze bir şeyler alır,.öyle değil mi…

  83. "polis sevici" nereden çikti?

    Ne basinda, ne günlük kullanimda böyle bir deyime rastlamadim. Acaba arkadas “postal yalayici” deyimine karsilik olarak mi bunu kullaniyior? Eger öyleyse tutmamis, postal yalayici olmak askerin ülke siyaseti üzerindeki vesayetini kabul anlamina gelir ki polisin böyle bir agirligi olmamistir, olmaz da. Tipki ergenekoncularin askeri vesayet deyimine karsilik olark sivil vesayeti çikardiklari gibi (ki sivil ve vesayet sözcüklerinin birlikte kullanilmasi bile bir anlamsizlik dogurmaktadir), polis sevici deyimi de AKP’yi veya AKP’liyi elestirmekten çok bu deyimi kullananin kimi sevdigini ortaya koymaktadir. Birbirlerine “orospu çocugu” diye hitap eden seviyeli solcularin önce AKP’lilere “dinci” dememeyi ögernmesi gerek; ne demek dinci?

  84. Hurşit

    Sanırım bu soru bana soruldu. Dinci şu demektir ki, bir toplumu ya da dünyayı din krallarıyla yönetmek isteyen kişiye dinci denir. Doğrusu, bu, zamanımızda biraz güç olduğundan, dini, yönetimin yol gösterici ilkesi olarak alanlara da dinci denmesi caizdir efendim. Ben bu deyimi hakaret olsun falan diye değil, bir tanımlama için kullanmıştım. Örneğin, devleti birinci plana koyanlara nasıl devletçi, cumhuriyetin sarsılmaz değerlerini savunanlara cumhuriyetçi, ulusalcılığı birinci plana alanlara ulusalcı, serbestiyi esas alanlara liberal, mutlak özgürlüğü en önemli ilke alanlara anarşist, toplumu birinci plana alanlara sosyalist deniyorsa, dini esas dayanak noktası alanlara da dinci denmesi tabii bir vakıadır.

  85. Anonim

    polis sevici ben burdayım dedi. polis sevici! sözüm ona anti militarist demokrat polis sevicisi seni…hem dinci hem polis sevici, çıkmış nutuk atıyor utanmadan sıkılmadan.

  86. ölü sevici, Kemal sevici, Stalin sevici, Lenin sevici

    Polisi halkin seçtigi insanlar yönetiyor,polisi sevmek veya polise kizmak saçmadir, ona emir veren içisleri bakanina kizarsin veya onu seversin, oy veririsin. Dolayisiyla polis sevici deyimi saçmadir. Bu böyle. Bati adina Türkiye’yi Kemal zamanindan beri isgal etmis olan TSK için ayni sey söylenemez, zira Türkiye’de “her Türk asker dogar” inancinda olan çok sayida insan var ve TSK hükümete bagli degil. maalesef kendine solcu deyip de postal yalayici çok sayida inanin varligi da bir gerçek. “Dinci” tabirine gelince çirkin bir tabir, “Rusçu”, “kizil”, “anarsik” vb gibi, kaldi ki devletin din kurallarina göre yönetilmesini isteyen de yok , dinin yol gösterici kural olmasini isteyen de , en azindan AKP böyle istemiyor, evrensel normlardan söz ediyor, öte yandan insan haklari evrensel beyannamesi de dogal hukuktan esinlenmistir, siz buna da dogmatik diyebilirsiniz.

  87. anton

    Şimdi malişer kardeş yazdığın yorumda kullandığın kuantum ve belirsizlik meselesi bilimsel bakış açısının newtoncu 19.yy mantığından (paradigma değişimi!!!) farklılaşmasında büyük öneme sahip konulardır ancak ait oldukları yerin bilim felsefesi olduğunu düşünüyorum. Daha ötesi değil yani… Ondan önceki newtoncu bilim meselesi ve çağlarının bilimsel düzeyi elbette marx ve engelsi etkilemiştir. Bu özellikle darwinci evrim teorisiyle kurdukları bağlarda görülebilir. Ancak marksizm özelinde tarihin katı yasalarının insanlığı iteceği mutlak sona yer olmadığını belirtelim (ya sosyalizm ya barbarlık meselesi buna dikkat çeker).

    Marksizmin felsefeyle ilişkisi de olması gerektiği gibi daha çok ‘pragmatik’tir. Hatta bazıları onun için anti felsefe derler. Açmak gerekirse marxın dediği şey en temel haliyle maddi yaşantının toplumsal yaşamı belirleyen bir niteliği olduğuydu. (Ancak sınıf mücadelesini belirleyici tayin ettiğinden insanın kendi ortamını değiştiren bir üretici olduğunu da hesaba katıyordu şüphesiz) Evrenin kaçta kaçının madde olduğuyla bu durumun pek bir alakası yoktur. Ha dersen ki enerji dediğimiz mesele ruh vesaire ‘pozitif’ enerji falan orada ben ilgimi kaybederim. Çünkü maddi koşullardan bahsediyoruz (direk bilimsel maddeden değil, elektronlar falan gelmesin hemen aklınıza). Metafizik düşüncenin insan zihniyle büyük ölçüde ilgili olduğu gayet aşikardır. Ancak bu düşüncenin maddi temellerden bağımsız olduğu da gülünç bir iddia olacaktır. Dini mitlerle önceki toplumların yaratmış oldukları mitleri (yaşananlardan yola çıkılarak) karşılaştırmak bu konuya giriş için yararlı bir başlangıç olacaktır herhalde. Aslında anlamak isteyene marksizm; günlük yaşamda karşılaştığı ‘basit’ görüngülerin temelini bulma çabasından fazla bir şey vaad etmez. Ki bu noktada marksizmin metodu önemli bir yere sahiptir.

    Diyalektik meselesine gelelim o zaman;
    Diyalektik çok basit olarak ‘değişim’ kavramının açıklanması için kullanılan bir metod. Tabii hegelci evreden öncesine girmek gereksiz. Ancak hegelin olayı tam olarak ‘tarihsel tin’ kavramını merkezine oturtması itibariyle idealist kanatta, marxınki ise diyalektiği tersyüz ederek ayakları üstüne oturtması ile materyalist kanatta idi diyerek tarihsel arkaplanı vermiş olalım(!). Ama şunu da vurgulayalım; marx, kendi zamanındaki materyalizme de gayet yerinde eleştiriler getirerek bu kanatla da kopuşu gerçekleştirmiştir (tarihsel materyalizm hikayesi yani). Feuerbach okumalarını marx üstünkörü bir izleyicinin yapabileceği gibi geçmemiştir. Marxın materyalizm anlayışı (tarihsel materyalizm) orta sınıf materyalizmi diyebileceğimiz sizin bahsettiğiniz türde bir materyalizm anlayışını eleştirir ve onu idealizmin farklı bir görüngüsü olarak mahkum eder. Marx için ‘bilimci’ anlamda maddeyi herşeyin başına koyma meselesi pek çok marksist devrimci tarafından da yanlış anlaşılmıştır. Marxın diyalektiği için praxisin felsefesi denirse belki daha kolay anlaşılabilecektir. Yani Marx için maddi dünya düşünsel dünyayı belirlemekle birlikte insanın üretim faaliyeti de maddi koşulları değiştirecek karakterdedir. (Bu konuda Anton Pannekoek’in ‘Lenin’in Filozofluğu’ adlı kitabına ayrıca istenirse Etienne Balibar’ın ‘Marx’ın Felsefesi’ adlı kitabına başvurulabilir. Marxtan da Feuerbach üzerine tezler ile alman ideolojisine bakılabilir)

    Ha bir de şu monizm meselesi var… Kusura bakmayın ama marksizmin maddenin iktidarını kurduğunu iddia ederek buradan iktidarcılık edebiyatı yapılabildiğine ilk kez şahit oluyorum. Şimdi efendim Einstein’dan bahsetmişsiniz, ben de bu adamın yaptıklarından birini örnek vereyim. 20. yy’a kadar ışığın yayılması hadisesi pek açıklık kazanabilmiş bir mesele değildi. Bilim insanları ‘esir’ diye bir kavram ortaya atmışlardı. Bu esir ortamı teoriye göre çok katı olmalıydı; -300000 km/s lik ışınları taşıması gerekiyor tabii- ancak dünya ve diğer gezegenleri yavaşlatmadığından son derece hafif de olmalıydı. Genel kanı esirin rengi ve kokusu olmayan ama her yere nüfuz edebilen peltemsi bir madde olduğuydu. Yani madde yok ama düşünce bildiğin teori olmuş. Peki bilin bakalım ‘esir’ maddesinin mezara konmasında başrol kimde? Tabii bizim einsteinda. Temellerini newtondan alan ‘görelilik kuramı’nın ilk bulgularıyla esirin olmadığını kanıtlayan Einstein bunu 1905’te yaptı (detaylar için bkz. John Lenihan – Bilim İş Başında).

    Şimdi buradan neye varacağız. Bilim insanının praxisinde metafiziğe yer olmaması bilim yapmasını mümkün kılar. Anlayacağınız; yine praxis felsefesine geldik.

    Aslında olay açık; postmodern ‘bilimsel’ kuramsallaştırma safsatalarının temelleri çürüktür efendim. Einstein, Schrödinger vb. isimlere postmodern mantıktan ve onun bilim hakkındaki yorumlarından bahsedilseydi emin olun bir taraflarıyla gülerlerdi. Bu insanlar maddi (evet maddi) dünyayı temel alan bilimsel çaba içindeki şahıslardı. Metafizik veya başka türlü şeylerin görüngülerini yeryüzünde aramıyorlardı. Ha bilim insanları dinsiz miydi? Hayır. Ancak mesele bilim yaparken ‘metafiziksel parametre’lerin dikkate alınmamasında yatıyor. Marx abimiz de farklı bir şey demiyor. Adam olanın beyanında bulunuyor. Yani diyor ki yaşadığımız mekanın temelleri maddi, görüngüler maddi; ne diye tanrı faktörü vs. arayayım ki diyor. Yani marxın metafizikle problemi yok. Adam metafizikle ilgilenmiyor bile. Ona göre düşüncelerin temellenmesinden maddi ortam sorumlu. Yoksa evren %100 maddedir hikayesi yalnızca marxın değil o zamanki bilim insanlarının dahi iddiası değil. (Ancak, Engels’in marksizm ile doğa bilimlerini evrim teorisi temasında birleştirme çabası yabana atılamaz tabii ki. Bana kalırsa bu durum da 20. yy stalinizmine, yer yer II. Enternasyonel revizyonizmine de farkında olmaksızın temel sağlayan bir felsefi çabadır.)
    Bir de ‘Sokal vakası’ diye bir hadise var. Bu konuda ‘Postmodernizm ve Sol’ adlı kitaba bakabilirsiniz.
    Düşüncenin maddeyi öncelemesi konusunda da; ‘olmayan bir şey nasıl düşünebilir?’ meselesini dikkatinize sunmak isterim. Hani ‘Düşünüyorum, o halde varım’ hikayesi. Descartes bu lafı öyle bir anda söylememiş, ardında ilginç bir akıl yürütme var. Bu mesele bir çıkış noktası olabilir.

    Yani demişsin ya ikisinin de diyalektikle ilgisi yok. Çünkü, diyalektik bir yöntem. Yani nasıl kullanırsan ona göre şekillenir. Evet yöntemde fark yok ama diyalektiğin tarihsel materyalist ve idealist karakterleri arasında dağlar kadar fark var be malişer kardeş.

    Fazla uzun oldu galiba… Ama idare et artık.

  88. darbeci gençler ne biçim sosyalistmisler ama!

    Deniz Gezmis ve arkadaslarinin THKO davasi savunmasindan pasajlar:

    1950 tarihinde Amerikan emperyalizmi iktidara geldi. Demokrat iktidar 27 Mayıs 1960’da tarihe gömüldü. Demokrat Parti gitti, bunun gitmesiyle tellaklar değişmedi. 27 Mayıs’ı kastetmiyorum, bundan sonrasını kastediyorum. Hamam aynı fakat bu defa da tellaklar değişti. Amerika bu dönemde imdada yetişip İnönü’yü düşürdü, Demirel’i iktidara getirdi.
    Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz
    Öğrenci hareketlerine gelince, Türkiye’de öğrenci olayları 50-60 senedir eksik olmamıştır. Sultan Hamit’in Tıbbiye talebelerini Sarayburnu’ndan denize attığı tarihten itibaren öğrenci hareketleri Türkiye’de devam edegelmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme hayır diyen gençler ilerici gençlerdi. Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir. Amerikan emperyalizmi tarafından İnönü hükümetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir. Anayasa’ya Bağlılık Mitingi’ni de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik.
    1968 senesine gelince, üniversiteler öğrenciler tarafından işgal edildi. İşgalleri gayet meşru idi ve kürsü ağaları dahi bu işgallerin haklılığını hiçbir zaman inkar edemedi. Aynı yılın Temmuz ayında Amerikan Filosu’na karşı gösteri yapanlardan Vedat Demircioğlu polis tarafından hunharca öldürüldü. İktidarın kiralık kuvvetleri ve polisi hunharca devrimcilerin üzerine saldırdı. 20’ye yakın devrimci öldürüldü. Bunların hiçbirinin katili bulunamadı. Polis karakolları işkencehane haline getirildi. Hiçbir savcı buna karşı çıkmadı. Fikir özgürlüğünü ve Anayasa’yı paravan yapanlar “önceden Atatürkçü geçinirken O’nun fikir ve şahsiyetini de küçük görmeye başladılar, sadece Mustafa Kemal tarafını beğeniyorlardı.” suçlamasını kesin olarak reddediyorum ve asla kabul etmiyorum. Diğer yurtseverler de bunu kabul etmez.
    Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun İstiklal-i tam prensibini, ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz.
    Anayasa’yı en fazla savunan bizleriz

  89. anton

    Ayıp kardeşim ayıp.

    Ciddi tartışmak istiyorsanız ona göre üslup tutturun…

    Deniz Gezmişlerin kemalizmle gayet yakından bağlantılı olduklarını bilmeyen sosyalist yoktur bu ülkede. Ancak onlar rejimin gerçek karakterini eyleme geçtiiklerinde görmüşlerdir. Teorik anlamda müthiş işler yapmalarını beklediğin gençler o yaşta hayatlarını tehlikeye atıp mücadele etmişlerdir. 60ların konjonktüründe kimin ne yaptığı bellidir açın kitap mitap bakın. Komünizmle mücadele derneklerini de atlamayın MTTB ye de bakın. Ayrıca bugün darbeye karşı bilmem kaç milyon adım diye yürüyen gençlere kimse müdahale etmezken o gençlere nelerin yapıldığına da dikkat edin. Radikalizm bir günde yeşermiyor. Genç sivil de değil bu arkadaşlar, karıştırmayın.

    Provoke etmek için yazmayın lütfen…

    Che Guevara olayı bu konuda örnektir. Pratiğin yol göstericiliği (eğer yaşasalardı) bu gençleri dönüştürecekti buna emin ol. Ki Kaypakkaya örneği de önümüzdedir. Mücadele kendi diyalektiğini içinde barındırır. Böyle 2010dan 40 yıl önce asılmış insanlarla ukalaca oyunlar oynamak kusura bakmayın ama sizin harcınız değil. AKP’yi mi kimi destekliyorsanız gidin devam edin. Ama sonra başbuğunuz kürsülerden bu gençleri bahane edip de ağlayınca ne durumlara düşebileceğinizi de hesaba katın lütfen…

  90. Insallah dönüsmüslerdir

    Yasamin pratik yol göstericiligi bu gençlerin (tabii haksiz yere idam edilenlerden degil onlarin hayatta kalan arkadaslarindan söz ediyorum) dönüsmesini insallah saglamistir, insallah ben ayip ediyorumdur.

  91. malişér

    sevgili anton çok kısa bir soruyla yetinip, buralarda da görülmeye başlanan allamelerden de lütdederlerse beni de aydınlatmalarını dileyeceğim.
    bildik bir soru:
    insanlar , hayvanlar yokken dünya var mıydı?.Var idiyse , hangi zihnin (özne) algı ve yargısı-hükmü gereği olarak?
    çok naif ve sıradan bulacaklara uyarı: bi daha düşünün. bilimin kanıtlamasını yadsımak değil konu. elbette dünya evren insandan önce vardı.
    fark şu ki..bilimsel kanıtlamayı biz bu günden ve bugünkü algı ve bilincimizle yapabiliyoruz. bir anlamda zamanda algısal bir yolculuk gibi.
    oysa sorudaki detay, algılayan insan zekası (özne) olmadan, varlığın (nesne) var olduğunu kimin iddia edeceğiydi.ve işte sonucu …algılayan olmadan algılanan nesne olamayacağı..(gibi eş zamanlı olarak tersi de) algılanacak bir nesne yoksa algılayan bir özne de yoktur.
    sınav sorusu gibi olduğunun farkındayım..
    bence başlangıç için gerekiyor. klasik din bilim çatışması artık anlamsız.(değil denilirse de, otoriter bir art anlamı vardır, genellikle).

  92. anton

    Dünya bizim algımızla mı var oluyor… Hmm… Gerçekten felsefeye giriş sorusu…

    Mistik veya bilimsel teorilerle boşuna uğraşmacağım. Ben bilmiyorum diyip de sıyrılmaya da çalışmayacağım. Ancak şunu söyleyeyim klasik din bilim çatışması orta sınıf materyalizmi (aslında burjuvazi bu anlayışı terketmeseydi burjuva materyalizmi de diyebilirdik) dediğim şeyin ve zıttı zannedilen idealizmin uğraştığı bir mesele. Marksizmin meselesinin temelde bu olmadığını anlatmaya çalıştım… Marx temelde bu iki kampa da eleştiri getiriyor. Ancak hakim dinlerin eleştirisini tabii ki feuerbachın bir anlamda takipçisi olarak önde tutuyormuş gibi görünebilir size.

    Bu konularla ilgili marksizmde değil de varoluşçuluk gibi daha farklı felsefelerde cevap aramanız daha makul olur gibime geliyor.

    Marksizme anti felsefe de dendiğini söylemiştim daha önce. Bilmem anlatabildim mi….

  93. Bahçeli: Ülkücü ve devrimcileri istismar etme

    Bahçeli, ‘’MHP olarak her zaman anayasa değişikliklerinin yanındayız. Ancak bir şartla bu yanında olmayı tercih etmektedir. Anayasa, bir partinin anayasası olmamalı, bir kişinin amacına öncelik düzenlenmemeli, onun çıkarları uğruna kurban edilmemelidir’’ görüşünü dile getirdi.

    Bahçeli, şunları söyledi: “AK Parti iktidarı dönemine bakalım: İnananlar inanmayanlar, laikler anti laikler, etnik temelli ayrışma, mezhep temelli bölündü. Şimdi de darbecilerdemokratlar ayrımıyla Türkiye’yi ikiye bölmeye çalışıyor. Ne demek darbeciler? Bir anayasa değişikliği üzerinde kanaatini söylemek ve bulduğu eksiklikler sebebiyle ‘ben hayır diyeceğim’ diyerek bir milli irade tercihini netleştirmiş olan insanları darbeci olarak suçlamak ve kendilerini de demokrat olarak takdim etmek, hiçbir anlam ifade etmez.

    Bahçeli, AKP’ye, “Ne kadar tahrik edersen et, ne kadar ülkücülerin devrimcilerin idamını istismar edersen et, ne kadar ağlarsan ağla, kaderini değiştiremezsin” diye seslendi.

  94. murat

    sevgili anton,
    malişere verdiğin bu cevap, marsizmi sadece ekonomik kategoriye indirgemez mi, marsizmin her konuda açıklaması var marks her konuya eğilmiştir anlamında söylemiyorum. elbette dediğin gibi marks felsefeye yakın durmamış ama bu felsefenin yadırganması anlamına mı geliyor.
    marksizmin kapitalizm tahlillerinin doğruluğuna diyecek yok ancak neden buna rağmen sömürü devam ediyopr, marksizm adına yola çıkmışların yaptıkları “devrim”ler neden başarılı olamadı, marksizm ekolojiye, kadın sorununa ve dil kültür sorunlarına neden çözüm olamadı, ya da çözümse bile bu alandakilere neden cazip gelmiyor? sorularına cevabı vermek için felsefeye tekrar eğilmek gerekmiyor mu?
    saltık ekonomik markszim kurucu gücü yetersiz değil mi?
    dinin marksın deyimiyle aafyon olduğu gibi, esasen bu marsizm afyon gibi değil mi?
    her ko0nuda bir cevabı var gibi duruyor ama, ekonomik alan dışında verdiği cevapların hiç biri tatmin edici değil,
    daha önceleride senle yazışmalarımızda yazmıştım; ücretli emek-sermaye ilişkisindeki açıklamaları sermayenin lehine işleyen bir diyalektiğe dönüşmedi mi?her zaman sermayeye içkin kalmadı mı?
    proleterya oolması için iş lazım işi sağlayan ise sermaye, o zaman proleteryanın varlığı sermayeye, sermayenin varlığıda proleteryaya bağlı değil mi?bunlar hep birbirini var etmeyecekmi?
    mesela proleteryanın çalıştığı işlerin büyük çoğunluğu(fabrika anlamında) ekolojik olarak zarar üretmiyor mu?
    bu ve benzeri sorulara cevap armak için biraz felsefeye girmek gerekmez mi?

  95. anton

    Selam murat,

    Yazdığım yorumları bir daha okudum ama ekonomizme varan bir iddiada bulunmadığımı düşünüyorum hala. Şimdi kısaca sorduğun soruları yanıtlamaya çalışayım. Çünkü bayağı soru sormuşsun…

    Öncelikle felsefenin yadsınması hadisesinde marxın duruşu belli, klasik 11. tez. Ben de kendisine katılıyorum. Praxise yönelik felsefi çaba önemlidir. Bu da o zamana kadar antik yunandan bu yana felsefe kavramının ters bir yerine düşer. Bakın felsefe kavramı diyorsam kurumsallaşmış ekollerden bahsediyorum. Yoksa praxis her zaman kendi felsefesini oluşturur. ‘Sıradan insan’ın da felsefesi vardır. Bu açıdan bakarsak marx da felsefe dışı bir kimse olduğunu iddia etmiyor. Daha çok kurumsallaşmış felsefi akımlara karşı bir devrim peşinde…

    Neden sömürü devam ediyor, marksizm adına yola çıkmışların yaptıkları “devrim”ler neden başarılı olamadı gibi uzun bir paragraf yazmış adeta marksizme sitem etmişsin. Ancak şunu belirteyim marksizm ‘isyanın kutsal kitabı’ değildir. Yani marksizm yöntem, strateji konusunda çok çeşitli yollar barındırır. Kautsky de marksist, Lenin de, menşevikler de bolşevikler de, Luxemburg da Jaures de… Başarısız devrim sonrası girişimlerin topyekün suçlusunu aramak yerine tarihsel anlamda olaylara yaklaşmak daha iyi bir panorama sunar.

    Ekoloji gibi konularda ise yine marxın kutsal kitabının olmadığını hatırlatalım. Ne demişti; ‘İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar.’ Bunu diyen de bu durumdan bağımsız değildi. Yani ekoloji, lgbtt hareketi gibi konularda marxta birşeyler aramak bana anakronik bir çaba gibi görünür. Tabii marx’ta yok bunlar deyip cinsiyetçilik falan yapılırsa bunun adını ben koyamam, sitede bu konuda ellerine su dökemeyeceğim hakaret kapasiteli insanlar var. Neyse…

    ‘dinin marksın deyimiyle afyon olduğu gibi, esasen bu marsizm afyon gibi değil mi?’

    demişsin. ekonomizm konusunda beni suçluyorsan ben hala kanıt bekliyorum. Ama bu dediğine de katılırım tabii…

    ‘ücretli emek-sermaye ilişkisindeki açıklamaları sermayenin lehine işleyen bir diyalektiğe dönüşmedi mi?’ demişsin ayrıca. Burada yine praxise dönüyoruz (zaten hep oradaydık). Diyalektik ‘var olan’ (kafamızda yaratmıyoruz yani) değişim dinamiğinin açıklanma çabasıdır. Açıklamayla ifşa edilen yapı sonunda herkesin mutlu olacağı bir hikaye değildir. Emek mücadelesinin günümüzdeki durumu beni de hoşnut etmiyor. Ancak kimse anton veya murat hoşnut kalsın diye mücadele etmez. Burada marxın referans noktası mücadelenin ilerisi açısından en mantıklı çıkış neresi olabilir sorusudur. Devrimciler hata yaptıysa bunlar yürümenin getirdiği tökezlemelerdir. Bize düşen hataları görüp yürümeye devam etmektir.

    Proletarya ve sermayenin birbirini var ettiği de büyük ölçüde doğrudur. Ancak bu çatışmanın aşılması ancak proletaryanın bilinçli mücadelesi sonucunda olacaktır. Çok mu safça… Bence bireysel isyancılara bel bağlayan masallardan bin kat daha mantıklı…

    Felsefe konusunda da son olarak şunu söyleyeyim. Benim malişere son mesajımda da demek istediğim şuydu: Marksizm ontolojiyle vesaire fazla uğraşmaz. Marksistlerin yumurta mı tavuktan yoksa tabuk mu yumurtadan çıkmıştır sorunundan daha farklı işlerle uğraştmalarıdır mesele. Ve de o eski felsefelere karşı da uyanık olunması gerektiği. Marx’ın anti felsefesi felsefeyi yok etmez, onu ayakları üstüne oturtur (!)…

  96. murat

    selam anton,
    ekonomizme varmamıştın zaten o alan dışındaki tartışmalara fazla eğilmemenden dolayı geriye onun kalacağını anlatmaya çalıştım, ancak yazdığıma tekrar baktım sende öyle anlamakta haklısın.
    kaldığımız yerden devam edersek, mesela marks din için “kalpsiz dünyanın kalbidir” de demiştir din afyondur dediği paragrafta…
    mesela sosyalist paradigmaya sahip olduğunu varsayan hareketler; kadın sorununun sosyalizmde zaten çözüleceğini, etnik sorunların zaten çözüleceğini iddia ederlerdi, ancak bu tür örgütlenmeler doğunca onlarda en azından ayrı olmasını engelleyebilmek adına kendi bünyelerinde bunları eritmeye çalıştılar, çalışıyorlar.
    devrimlerin bir kerede iktidar ele geçirilerek olcağına innamıyorum. bilakis toplumsal devrimler olmadan olanada soldan darbe diyorum.
    bireylerin bir şey yapamayacağına işaret etmişsin, sanırım burada bireysel anarşistleri kastetmişsin.
    ben herhangi bir sorun için onu sorun edenlerin br araya gelerek sorunlarına çözüm aradıkları isyan ettikleri örgütlenmelerin başarılı olacaına inanıyorum. yoksa bir kaç kişinin bütün evreni kurtarma için kendi kendilerine plan yapıp o plan dahilinde adam örgütleyerek bir başarı elde edeceklerini sanmıyorum.
    meşhur 11. te ze gelince ben onun felsefenin yadsınması değil, bilakis teori ve pratiğin birlikteliğini kastettiğini düşünüyorum.

  97. anton

    Kısa kısa;

    Din konusunda; marxın din konusundaki bahsettiğiniz sözü ‘sol ilahiyat’ başlığı altında bir kısım sosyalistin oldukça sevdiği bir argüman. Ama benim burada tek gördüğüm bu adamın dinle ne kadar ilgisiz olduğu (kafir marx!). Yani marx dini bir belirti (semptom???) olarak okuyor sanki. 2010’da bile herhangi biri bu kadar soğukkanlı yaklaşamıyor bu konuya…

    Kadın konusu vs. de devrimden sonra çözülür mantığı birtakım sosyalistlerde olabilir ancak sosyalist hareket clara zetkinleri, rosaları çıkartmıştır içinden ki 8 mart falan diye bir hadise de var güzel bir örnek… Yani devrimciler her sorunu devrim sonrasına atmazlar. Sovyet devrimi sonrası ukkth misal bu hikayede ilginç bir örnek. Gürcülerin bağımsızlığı problemi falan. Devrim iktidarın alınmasıyla bitmez, aksine iktidarın alındığı an sıfır noktasıdır.

    ‘ben herhangi bir sorun için onu sorun edenlerin br araya gelerek sorunlarına çözüm aradıkları isyan ettikleri örgütlenmelerin başarılı olacaına inanıyorum’

    Eminim bunu kast etmedin ama bu dediğin tamamen güç siyaseti söylemi gibi geldi bana. Sonuçta kapitalistlerin yoktan var ettikleri sorunlar için kitleleri gerek NGOlar gerekse devlet aygıtları yardımıyla nasıl organize edebildiklerini bilirsin. Örgütlenmeler hangi temel üzerinde ne için inşa edilecektir. Toplumsal devrim perspektifinden yoksun örgütlenmeler şimdilerde sivil toplumculuk denen hadiseye vardırıyorlar işi. Tabii MST gibi devrimciliği bırakmayanları dışarıda tutuyorum.

    11. teze gelirsek dediğim şey şuydu: Marx küçük harfli felsefeyi yadsımıyor. FELSEFEnin kurumsallaşmış, çürümüş idealizmine (ki orta sınıf materyalizmi de buraya dahil) saldırıyor. Dünya alem praxisin felsefesini ve FELSEFEnin sefaletini görsün diye…

  98. murat

    selam anton,
    sivil toplumcu bir söylem olmadığını biliyorsun , ancak sivil toplum söylemide toplumsal devrim söyleminden çok uzak değil ya da onun içini boşaltmak için kullanılıyor.
    toplumsal devrime gelince” sende iktidar devriminden sonra devrimin devam edeceğini söylemişsin”
    devrim tamamlanmayan, tamamlanamayacak olan ve her zaman olan ve olabilecek bir şeydir.
    çok basit görüyorum devrimi hem de çok karmaşık.
    mesela bir yerde kadınlar sokağa çıkamıyorsa ilk çıkan kadının yaptığı devrimdir.
    devrim özgürlüğe hizmet etmeli onu geliştirmelidir. yoksa belli bir sistemi bir iktidar eliyle gerçekleştirenlerin yaptığı devrim değildir.
    özgürlük ise yakalandıkça uzaklaşan(kabuk değiştirerek)dır.
    devrimciler ise özgürlüklerin gelişimine hizmet edenlerdir. kendisi için yapandır.
    iktidar düşünenler etik ve doğru davranamazlar, iktidar için mutlaka yanlışa savrulurlar.

  99. malişér

    sevgili murat ve anton
    tartışmanızı kaldığı yerden deşmek üzere bir” iddia”da bulunacağım. yanıtınızı merak ediyorum.
    burjuvazi-proleterya karşıtlığının (son tahlilde) uzlaşabilen bir çelişki olduğu ve bu çelişkini de tarihin motoru olduğu marxist tezine itirazımı belirtmiştim.
    şimdi dostları da güldürmek pahasına başka bir iddiam var:
    bence asıl burjuva katmanları arasındaki “çelişki” uzlaşmaz olabilir. yalnız önce şu uzlaşmazlık deyimini biraz açayım. uzlaşmazlık bence imhacı-yokedici bir karşıtlığı (ya da çatışmayı mı demeli,bilmiyorum).
    küresel sermaye ile ulusçu-devletci- militarist sermayeler arası
    çatışmayı bu uzlaşmazlığa örnek verebilriz, diye düşünüyorum.
    bu iki sermaye gurubunun çıkarları çogu zaman tam bir uzlaşmazlık arzedebilir. dünyadaki yaşana şu süreç böylesi bir durumun göstergesi olarak okunabilir.
    küresel mülkiyetini koruyup kollamak için küresel devletini inşaya girişmiş olan küresel-reel burjuvaziye karşılık ulus devlet üzerinden (genellikle silah tüccarı) ulus devletci sermaye grupları arasındaki çatışkı..
    bu çatışkıyı uzlaşmaz çelişki diye nitelemek daha açıklayıcı olmuyor mu? sizce?

  100. anton

    Selam malişer,

    I. Wallerstein’ın da benzer bir iddiası vardı. ABD hegemonyasının kırılması sonrası yükselecek güç olarak Japonya’yı ortaya atmasının temel nednlerinden birini askeri-sınai değil de daha çok bilgi teknolojilerine yaptığı yatırımla örnek gösteriyordu. Bir de bu görüşün obama seçildiği zaman ortaya atılan mehmet altan versiyonu vardı ama o biraz daha temelsiz sallıyordu…

    Aslında marksist bakış açısıyla silah sanayiini açıklama çabaları daha ilginç bana kalırsa. Kapitalist ekonominin kabaca 2 kısımda incelenmesi marksistler arasında genel kabul. Bunların dışında bir de departman 3 denilen ve silah sanayiini belirten bir kısım var. Sermayenin organik bileşimindeki düşüş ile gelen kar oranlarının düşme yasasına bir çözüm arayışı bir bakıma bu 3. (veya 2b de denir bazen) departmanın varlığıyla biraz rahatlıyor. Şimdi kusura bakmayın detaya giremedim kaynak falan göstermek lazım daha detaylı anlatmak lazım tabii ama kısaca diyeceğimi diyeyim ben. Silah sanayii kapiitalist doğaya sahip sermayenin (ki her yerde yayılma eğilimi gösterir) olmazsa olmazıdır. Silah sanayiine sahip olmayan bir kapitalizmde kar oranlarının düşüşü beklenenden hızlı gerçekleşir.

    Bayağı uzun yazılabilecek bir konu aslında ama Tekelci Sermaye (sweezy&baran) ve Geç Kapitalizm (e. mandel) kitapları daha ayrıntısına giriyor bu işlerin. Ben de zaten bu abiler kadar iddialı değilim bu konuda. Ama alex callinicosun Marxın devrimci fikirleri adlı kitabında bu konuya kısa bir giriş var ve bu kitabın ingilizce pdf versiyonu da internette bulunabilir.

    Diyorsun ki malişer, çok uluslu sermayelere karşı ‘yerli’ silah sanayii…Ama mesele öyle değil. Mesele küçük ölçekli sermayenin gösterebileceği büyüme potansiyeli. Yani silah sanayii dediğin şey ulus devlet modeline uyuyor mu sence? Kalashnikov ABD’de de var Angola’da da. İsveç dahi tank üretiminde ancak bu tankların İsveç için üretilmediği aşikar. Türkiye heronları nereden alıyor? Yani bu dediğin kategoriler iç içe. Çatışma sermayenin büyüme eğilimine hizmet eden bir doğaya sahip. Yani ‘ulusal’ dediğin sermaye ölçeğini genişletemediğinde (burada da emperyalizm teorisi devreye giriyor) çok uluslu şirketler ‘ulusal’ piyasaya sızma olanağı bulurlar. Dikkat et, kriz dönemlerinde bu son krize kadar neden sermaye akışının kolaylaştırılmasına yönelik çözümler sunulur?

    Yani burjuvazinin farklı kliklere bölünmüş olmasını bir yere kadar anlarım da burjuva proletarya çatışması yerine bunun konmasını kesinlikle anlamam…

  101. malişér

    anton yoldaş
    bence sözü emperyalizme getirmekle en doğrusunu yaptın. ama haksızlık da yapma.keleşlerin dünya için üretildiğini bilmezlerden değilim.
    söylemeye çalıştığımı genelde anladığın aşikar. gene de “kategorilerin iç içeliği” burjuvaziler arası çelişkilerin uzlaşırlığının kanıtı olabilir mi?
    ( marxın onca uyarı ve tavrın rağmen) marxizmin okuma sorunu bence burada yatıyor. emperyalizm marx’a ait bir kavram değil- çok iyi bildiğin üzere. ve aslında ekonomik süreçleri ulus-devlet üzerinden okuma gibi bir olumsuzluğa yol açmış. emperyalizm tahlili yapan bütün “büyük “marxistlerin devlet konusundaki tökezlerinin de kanıtı. bu düşünürler meseleyi bir uluslar arası -lık ve anayurt savunması-lıktan öte göremediler. gene de haklı oldukları maddi nedenler, o zamanlar için,elbette vardı. sermayenin temerküzü bir dönem ulus içi iken , sonrasında uluslar arası bir aşama- hal aldı.emperyalizm dediğimiz bu dönem,reelsosyalizmin kapitalizme uzatmaları oynatmasıyla yavaşlasa da ,89 küresel burjuva devrimle yeni merhalesine ulaştı- ulaşıyor.artık bir emperyalizmden değil, bence küresel kapitalizmden söz etmek gerekir.sermayenin ulus ekseninden de kurtulup , karın maksimizasyonu yasasının küresel ölçekte devrede olduğu bir aşama!ulusal, dinsel, devletsel vb değil, küre-bireysel denbilecek bir sermaye yapısı. konunun bu yanını ilerde açarız,gerekirse.
    küresel sermaye bu aşamya uygun “üstyapılar” inşa sürecinde küresel devleti ve onun diğer gerekleri ile meşgul bir karşıtlıktır.hiçbir şekilde tam bir uzlaşmanın olamayacağı çok çok zamana yaymaya oynanabilecek durumlar olabilir…o da kısa süreli.bu okadar kesin bir uzlaşmalıktır ki, iki devletten birinin fazlalığının matıksal kesinliğine benzetilebilir. üstelik ekonomik çıkarlar da aynı9 şekilde karşıt olduğu için ve küresl sermaye devletinin gücü daha fazla olduğu için zaferi de er geç kesindir.(eğer başka özneler başka varoluş biçimleri yaratamazsa
    işte günümüz marxizminin okuyamadığı daha doğrusu “emperyalizm çağı” kavram ve terimleriyle okumaktan kendini kurtaramadığı nokta. bu da günümüz marxsiznin neden ulus devletci takılmaktan kurtulamayışını açıklıyor,bence.
    meselenin akp üzerinden konuşulması gereken yönlerini daha sonraya bırakayım..fazla uzatmadan..

  102. anton

    tekrardan selamlar malişer,

    Emperyalizmi de zannedersem ilk liberal bir yazar kullanıyor 1900 lerin başında ama lenin bu tahlile ruhunu kazandırıyor ve bu tahlilde de ulus devlete tam bir bağımlılık söz konusu değildir. Ayrıca emperyalizm kavramı da kullanılmadan dünya tarihinin önemli bir bölümü de açıklanamaz diye düşünüyorum ben…

    Diğer konulara geçersek:

    Küreselleşme denilen olgu zaten bu dediğin şey malişer.

    Ancak bu bahsettiğin sermaye içi çelişkiler düzen içinde kalınarak çözümlenebiliyor zaten. Kapitalizm içi çelişkilerin onun sonunu hazırladığı iddiasını ileri götüren bazı marksistlerle aynı hataya düşüyorsun bu noktada. Kapitalizmin krizleri veya içsel çelişkileri devrimciler için olanak sağlamakla birlikte bunu aşırı ileri götürmek bernsteincı anlamda bir reformizme sürükleyebilir insanı.

    Marksistlerin ulus devlet kategorilerine sıkışıp kaldığı iddiası da aslında marksizmin somut koşulların tahlilini yapma iddiasından kaynaklanır ki bence çok tutarlı bir eleştiri olmaz bu marksizme karşı. Yani ulus devlet yapılarının içinde yaşadığımız dünyada ulus devleti bir kategori olarak yok saymak mantıksız olacaktır. Tabii bu durum günümüzde çeşitli şoven milliyetçi yaklaşımlara yol açabiliyor diyebilirsiniz. Ama ben ana akım marksizmin (ML’den bahsetmiyorum) ulusçuluk konusunda net olduğunu söyleyebilirim.

    Küresel devlet konusuna da kısaca değinelim o zaman.

    Küreselleşme dediğimiz hadise rızaya dayalı hegemonyanın harekete geçirildiği sermayenin bi bakıma ultra genişlediği bir aşama gibi duruyor. Bana sorarsan küresel anlamda tek devlete ulaşılması iddiasını çok gerçekçi bulmuyorum (en azından şimdilik). Kapitalizmin gizemli yolları vardır(!) hatırlatayım. Ki ulus inşası diye de bir kavram var eminim ırak afganistan gibi yerlerde yapılmaya çalışılan bu işlerden haberin vardır. Sadede gelirsek küresel sermaye dediğimiz şeyin ulus devletlere özel bir nefreti yoktur, sürecin de ulus devlet yapılarını yıkan bir hal alması sermaye açısından sıkıntı yaratacaktır malişer.

    Göçmen karşıtı politikalar nasıl bir yapıya hizmet ediyor dersin…

  103. malişér

    geneline itiraz edemeyeceğim, doğru gördüğüm fikirlerin var. küselleşme konusunu örnek gösterebilirim. bu da sevindiriyor. ayrıntılarda faklı düşünmek de olağan. göçmen karşıtı politikalar küresel sermayenin değil, ulusalcı-emperyalist sermayenin mantığıyla uyumlu.ve daha çok da emeğin küreselleşebildiği oranda emek hareketlerine karşı duyulan tepki ve aynı ulusçu matığın ürünü olabilir.
    küresel sermayenin özel bir nefreti değil,rasyonel bir düşmanlığı vardır. mülkiyet ve pazarının, tabi ki emek pazarının da küreselleşmesine engel olabilecek her yapı gibi ulus-devletci yapılanmalar da karın yoğunlaşmasına engel olduğu oranda küresel sermayenin istemeyeceği bir durum.
    akp yi de böylesi bir küresel sermayenin temsilcisi olarak gömek gerekir, diye düşünü
    yorum.
    millici güçlerin (oligarşinin) kendi sistemi dışında tutmak istediği yeni sermaye guruplarının çareyi içerde islami bir söylemle meşrulaşırken ekonomik olarak küresel sermayeye eklemlenmekte bulmalarından kaynaklı bir politikanın sonucu olarak, akp bu kesimi temsile aday olarak ortaya çıktı.
    ne dersin?

  104. Anonim

    ‘göçmen karşıtı politikalar küresel sermayenin değil, ulusalcı-emperyalist sermayenin mantığıyla uyumlu’ demişsin sevgili malişer. Benim senin yorumunla kesin ayrıştığım nokta da burası zaten. Bahsettiğin rasyonel düşmanlığın yapay olduğu iddiasındayım. Bunun da kökeni karl popper’ın açık toplum kuramı ekolüne dayanan liberallerin yaygınlaştırdığı bir hegemonik söylem olduğunu düşünüyorum. Aksine ulus devletlerin tabiri caizse ‘barbarların istilası’ benzeri bir göçmen akını karşısında varolan sermaye birikimini (ki küresel sermayenin de ulus devletleri vardır) koruyamayacaktır ya da paylaşmak zorunda kalacaktır. Yani bu ikiliğe fazla önem verdiğin iddiasındayım hala. Ulus devletle görülmesi gereken hesabı ancak devrimciler görebilir. Kapitalistlerin böyle bir savaşa ihtiyacı yoktur. Hegemonyanın sağ kroşesi ırkçı faşist muhafazakar demagoji ile devam ederken sol tarafta da liberal, özgürlükçü (abdde libertarian party diye bir ultra sağ anarşist bir parti vardır misal) ve ayn rand gibi şahıslarda cisimleşen anarşizm söylemi kullanılmaktadır.

    AKPye gelirsek; ben olayın konjonktür değişimine bağlı bir eklemlenme süreci olduğu iddiasındayım. Yani istibdat döneminden çıkışın bir anlamda gereklilik olarak kendini dayattığı bir dönemde, akp kendisinin de parçası olduğu istibdat rejiminin günahlarını gayet rahat kullanıyor (devrimci bir cephenin yokluğunda işi de çok kolay). Ki dikkat edin askeri bürokratik yapının da ‘liberal’leştiğini gözlemek gerekir. 2005te darbe istiyoruz diye bağıran karakterler şimdi neredeler nasıl ‘demokratlık’ yapıyorlar buna bakmak gerek. Bizim gördüğümüz oyunlar hegemonik söylemler sadece. İşin altında elbette dedğin cepheleşmenin olabilirliği muhtemel. Zaten Sungur Savran gibi yazarlar bu iddiayı çok önceden dillendirmişlerdi, ben de bu görüşe yer yer katılırım. Anadolu kaplanları edebiyatını fazla abartmamak şartıyla tabii…

    Bir de daha önce de yazdım stalinizmin kruşçevci dönemiyle kemalizmin erdoğancı dönemi benzerlikler taşır diye. Düşüncelerim kabaca böyledir. Bilemiyorum sen ne dersin?

  105. anton

    yazı bana ait…

  106. malişér

    biraz da şu devrimci cephe meselesini konuşmanı isterdim..
    savranın görüşlerini kaçırmışım. sevindiğimi gizleyecek değilim.
    gene de 2001-2 yıllarında mecmu-a.org sitesinde konuyu kısaca tartıştığımı hatırlıyorum.( megalomani mi dersin?) önemsiz elbette. önemli olan düşüncenin doğru olması.

  107. Bütün soylari seviyoruz

    Ermenileri seviyoruz.
    Kürtleri seviyoruz.
    Alevileri seviyoruz.
    Yahudileri seviyoruz.
    Bütün soylari (eger soy diye birsey varsa) , inanç mensuplarini, etnik aidiyetleri takdir ediyor, onlara saygi gösteriyoruz.

    Ermeni kimligini savunan ve Ermeni kimligiyle hakkini arayanlarla dayanisma içindeyiz. Ama önce katolik Ermeni olmus , kendini tatlisu frengi ilan etmis, böylece dogru-yanlis Ermeni toplumundan dislanmis, daha sonra bu aidiyetini de gizleyerek sahte bir laik maskesiyle hem Ermenilere ,hem de Sûnni islam çogunluga nefret kusanlara saygi göstermeyiz.

    Hem Kürt , hem Alevi olup da sadece kendi aidiyetini degil, Kürtlugü ve Aleviligi de inkar edenlere saygi göstermeyiz.

    Yahudilerin siyonist olanlarina dahi saygiliyiz, ama sol gösterip sag vuran, Türk irkçiligi-milliyetçiligi yapan, Kemal’den fazla Kemalci siyonistlere de hiç saygimiz yok.

    Cemil Ciçek’in tavri hos degil. Basbakan’in amaci ise CHP Beskani’ni Dersim tartismasina çekerek CHP saflarinda kargasa yaratmak. Gökçek ise oportünizm yapiyor. MHP tabanina oynuyor.

  108. anton

    Devrimci cephe konusunda daha önce yazdıklarım duruyor burada sevgili malişer. Böyle bir cephenin inşası şimdiden hiç kolay gözükmese de devrimci iddialara sahip kimselerin üzerinde çalışması şimdilik önemli bir nokta gibi.

    Şu an devrimciler zeminlerini kaybetmiş durumdalar. Ancak bu durumda dahi egemenlerin sunduğu seçeneklerdense kürt hareketinin yanında durmak evet – hayır seçeneklerinden daha mantıklı olabilir. Bunu tabii etkisizlikten yola çıkarak söylüyorum. Benim de savunduğum devrimci cephe meselesi şimdilik çok umut veremiyor maalesef. Ancak devrimci bir iradenin oluş(a)madığı bir referandum sürecinde kürt hareketinin boykot tutumunu desteklemek (stratejist bir yaklaşımla da olsa) mantıklı derim ben…

    Bunun dışında da cephe inşası konusu tabii dilersen daha geniş konuşulabilir….

  109. Atatürk kalmadi Atakürt verelim

    Ingiliz kuklasi Kemal’in kuyruguna takilmak artik ayip kaçiyorsa Ergenekon kuklasi Apo’nun kuyruguna takilalim.
    Diktatör bozuntusu Kemal’in stepnesi olmanin modasi geçtiyse, Pol Pot bozuntusu Pekeke var.
    Türklerin temsilcisi olarak Kemal ve ordusunu gördüysek, Kürtlerin temsilcisi olarak da kukla Apo ve gerillasini görürüz. Türk ulus-devletine karsiyiz diyebiliriz artik, çünkü Kürt ulus-devletinden yanayiz.
    Türk irkçi-milliyetçiligine karsiyiz diyebiliriz, çünkü Kürt irkçi-milliyetçiliginden yanayiz.
    Yahi siz ne biçim insansiniz, biryere sirtinizi dayamadan, kendinize bir agabey bulmadan yapamaz misiniz? Size para verelim o zaman bizi destekleyin, satilmislar sizi.

  110. Aslinda PKK ile birlikte falan da oldugunuz da yok

    Sahtekarsiniz. Esas meseleniz AK Parti düsmanligi. Ak Parti’ye karsi oldugunuz için içerigini bile bilmediginiz anayasa degisikligine “hayir”diyorsunuz. Buna da kilif bulmak için PKK ile dayanisma ayaklarina yatmaktasiniz. Mesele AK Parti düsmanligi. Nedeni basit. Cünkü Islam düsmanisiniz, çünkü kendinizi imtiyazli saniyorsunuz, halk düsmanisiniz. Sizin için solcu olmanin tek bir anlami var : Islama düsman olmak, kendini müslüman halktan ayirmak, müslüman halka karsi kibirlenmek, kendini degisik ve üstün göstermek. Bu referandumdaki tavriniz sol harekete en azindan 20 yil kaybettirdi. Bundan sonra Türkiye’de uzun süre sol falan olmaz. Geri kalan solculardan alevi olanlar da ilkel Alevi dincisi olur, zaten ana babasi alevi olamayanlar alevi de olamiyor, geri kalanlar da ergenekona yazilir.

  111. Dogan Holding+CHP+Ergenekon

    Bu üçlünün görev verip , finanse ettigi profesyonel protestocular var ya, bir-iki kisi çikip slogan atiyor, saklabanlik yapiyor, tabii DHA muhabirinin yaninda, sonra haber oluyor ve CHP’ye propaganda oluyor. Gidin bu protestoculara yazilin, nasil olsa Tüsiad-Disk elele . MHP-TKP-IP elele. Her zamanki gibi. Al gülüm ver gülüm. 27 Mayis gibi, Türkes ve Madanoglu elele. 12 Eylül öncesi nasil ayni silahi sabah MHP ögleden sonra Dev-Provokatör ve Halkin sülalesi kullandi, simdi de yine isbirligine devam, adam öldürmek için, halka zulüm için, silah ticareti için, enflasyon-faiz lobisi için, Israil için, ve kan içmek , can almak için.

  112. malişér

    akpli arkadaş kime sinirlenmiş, anlamadım. alınganlık da yapıyor olabilirim. anarşistim ve müslümanım. allahtan başka hükmedici tanımıyorum( ama gücümün de yetmediği bir yapı var). hiç bir partinin yandaşı değilim. afaki bir anarşizmi de anlamlı bulmuyorum. aradığım tek ölçüt, daha fazla serbesti olabilir ancak.hem de akp nin küresel sermayenin temsilcisi olduğumu ifade etmiş biri olarak konuşuyorum.
    o yüzden de referandumda evet diyeceğim. oy kullandığım için anarşistlikten aforoz edecek birileri varsa, isterse tartışabiliriz de.
    istemezse… kendi bileceği iş.

    anton dost,
    küresel bir devrimci direniş cephesi nasıl örgütlenir?
    bunu ifade etmekle başlamya ne dersin?.

  113. Anonim

    oy kullandığın için değil beynin olmadığı için seni bir yerlerden aforoz etmek lazım ama henüz ait olduğun bir yer yok.

  114. Timur İnceel

    Anarşizmde afaroz etmek diye bir şey yoktur ama Malişer evet derken, şunu düşün: Evet derken aynı zamanda 12 Eylül Anayasasının değişmeyen maddelerine de, örneğin YÖK’e ve seçim barajına da evet demiş olmuyor musun? Bu bakımdan “hayır”cıları daha tutarlı buluyorum. Çünkü toptan hayır diyerek, 12 Eylül Anayasası’nın bu tür maddelerine de hayır demiş oluyorlar. Gerçi ben yine de en tutarlı tavrın boykot olduğu kanısındayım.

  115. hayır dıyerek hepsine hayır diyormuş

    Baslık parası ile zorla evlendirilen kız gerçek sevgilisine hayır diyerek aslında bütün erkeklerere hayır diyor. Tam yesılcam mantıgı. Gerçek hayatta sevgilinin görüşme teklifine hayır diyen kız zalim kocanın yanına döner veeee….fazla açıklamaya gerek yok daha önce hayırcı solcuların mazoşist, fallokrat ve işkencecilerine aşık olduklarını söylemiştik, kendilerini ……..için bahane arıyorlar.

  116. malişér

    bu günkü şartlarda anayasayı daha liberalize etmenin başka mümkün bir yolu var mı?
    yoksa devrimi mi bekleyelim?
    ( “beyinli” de yanıtlarsa istifade ederim; fena mı olur?)

  117. Timur İnceel

    evet devrimi bekleyin. Gerçekçi ol, imkansızı iste!

  118. Anonim

    sen önce akp’ye evet de sonra “küresel bir devrimci direniş cephesi” nasıl oluşurmuş onu anlat, çakma anarşist, beyinsiz…inan hakaret olarak değil, gerçek anlamda bir beynin varsa da onu aldırdığın ya da kullanmadığına kanaat getirdiğim için söylüyorum. beyni olan bir insan akpnin anayasa paketine evet deyip küresel direniş cephesinden bahseder mi, keşke bir klavye yerine başka şeylere sahip olsaydın.

  119. Ali Tereli

    Sevgili abilerim, birbirimize kızmayalım, birbirimize bağırmayalım. Kucaklaşalım. Evetçilerde, hayır diyen abilerimizde ve boykuotçu kardeşlerimizde hep bu memleket için çalışmıyormuyuz. Gün abi boşunamı hepsi kapıya çıkar dedi. Hepsi aaynı kapıya çıkıyorsa neden birbirimizi yiyoruzki. anayasamız bu vatanın namusudur onu korayalım. elbirliğiyle yükseklere taşıyılam. vatan sağolsun, millet bütünleşip kucaklaşsın. Evet diyelim evlerimize et girsin, hayır diyelim işlerimiz hayırlı olsun, boykot edelim, okullarda daha iyi dersler verilsin. ben bunları makalemde işlemiştim okumuşsunuzdur. Gün abi bir şey soracağım. rafarandum oyunda yani oy pusulasında boykot yazısı varmı, orayada mührü vurabilirmiyiz. bizim valide sorduda.

  120. anton

    Devrimci cepheyi ortaya çıkarmak bugünden yarına kolay bir iş olmamakla birlikte tek çaredir. Açmak gerekirse olay tamamen klasik sendikalarda, fabrikalarda, tarlalarda, gecekondu mahallelerinde kısacası sosyal ortamlarda örgütlenme esasına dayanır. Bunun için zaten var olan sosyal hareketlerin içinde çalışan devrimcilerin de önemli olduğunu belirteyim. Kürt hareketi, lgbtt hareketi, alevi hareketi gibi baskıya uğrayan çeşitli grupların oluşturduğu hareketler içinde sosyalist mücadele verilmelidir. Sendikalar, meslek örgütlenmeleri gibi yapılarda bürokrasiye karşı muhalefet örgütlenmelidir. Şu an aklıma gelmeyen ve dünyada pek çok örneği görülmüş örgütlenme çeşidi sayılabilir ek olarak. Yani basitçe hayatı örgütlemek bizi müdahil kılacaktır. Şimdilik etkisiz sosyalist partilerin verdiği evet hayır mücadelesi bu sebeple devrimci bir cephe oluşturulmasına çok yararlı olabilecek bir etki yapamaz. Mesele tamamen devrimciler için egemenlerin tarafları dışında bir mevzi yaratma çabası, bir moment yakalama gerekliliğidir.

    Tartışılabilecek bir konu olarak da elimizde bu cephenin parti tarafından mı örgütlenmesi yoksa partinin mi cephe tarafından örgütlenmesi (çatı partisi?) meselesi kalır ki şu an bu aşamaya devrimcilerin zayıflığı ve bölünmüşlüğü sebebiyle uzaktayız…

    Ancak mücadelenin ileriki safhalarına kadar da devrimcilerin hegemonik blokların etkisine kapılmalarına engel olmak bir zorunluluk olarak kendini dayatmaktadır.

  121. bekledikleri devrim 27 Mayıs devrimi

    Önce darbe yapıp sonra adına devrim diyecekler, sonra da birbirlerini yiyecekler, bunu bekliyorlar. Akıllarını da beyinle bozmuşlar, Lenin’in beyninin normalden büyük olduğu yalanıyla insanları uyutmak Stalin dönemi isteyen Rus komünistleri gibi

  122. Anonim

    cevabın bir akpliden gelmesi ne kadar anlamlı. küresel devrimci cepheye sen de mi varsın akpli 🙂

  123. malişér

    küresel devrimci direniş konusundaki düşüncelerimi ilerde ifade etmeye çalışacağım .
    anton arkadaşım bize bu anlamda devrimci direnişin küreselleşmeden- yerel iktidar hesaplarından sıyrılmadan-nasıl mümkün olacağını ifade etse iyi olacak.
    beyin muhabbetleri sıktığı için uzatmayacağım, üzgünüm.
    timur inceele soru, tmk mağduru kürt çocukları da bekleyecek mi bu “imkansız” devrimi?

  124. Anonim

    uzatabilir misin ki mal i şer…sen evet de biz senin yerine küresel devrimci cepheyi kurarız sen de bu zahmetten kurtulursun. sen kürt çocuklarına “evet” diyerek en büyük iyiliği yapacaksın ya daha ne soruyon.

  125. Timur İnceel

    İmkansızı talep etmek devrimi mümkün kılar sevgili arkadaşım.

  126. anton

    Yerel iktidar hesaplarından azade değiliz tabii ancak iktidar oyunlarına maşa olmama çabası da devrimci cephe kavramından bahsediliyorsa bir zorunluluktur.

    Küresel veya yerel iktidar alanındaki rekabetleri aşabilmek veya bunlara bağlı taktiksel manevralar yapabilmek için cephenin bir gövdesi olmalı. Yoksa bireysel olarak bir devrimcinin belli bir mantıkla verdiği oyun rengi çok önemli değişiklikler yapamıyor maalesef (1980’den beri kaç seçim yapıldı…). Aslolan devrimci pratiktir. Ortada böyle bir hareketlilik yokken mevzileri terk etmek geri dönülemez hatalara yol açabilir… Ki bu durumun belirtileri de sol söylemin (bütün dünyada) hegemonya kaybında kendini göstermektedir.

  127. malişér

    imkansızı isterken gerçekçi olmak, gerçekçi olduğumuzda imkansızı istemekte ısrar etmek. gene şu öncelenemezlik. sözü buraya getirmek bir tür kabak tadı olsa da kaçınılmaz oldu. çünkü zurna sesi burada.
    özgürlük diye bir
    ideamız var ve bu tarihsel süreçte sürekli yeniden içeriklenen bir amaç..tümüyle ele geçirilemezliği, kuşatılamazlığı nedeniyle ” imkansız”ımız. gerçekleşmesi için gerçeklik zemininden kopabilme lüksümüz var mı?
    her bireyin kendiliğini ( kendini dilediği gibi inşa edebilmesini)
    özgürlük olarak tanımlayalım. bu ideal özgürlüğe ulaşmanın kaçınılmaz yolu, engellerin aşılıp, temizlenmesi değil mi?
    bu anlamda gerçeklikten kopabilir miyiz.?
    devrim dediğmiz şey tam da bu bence. başka devrim yok! diğer tüm tasavvurlar otoriterizmin eseri kalmaya mahkum.
    şimdi gelelim referandum ve evet meselesine..
    hayatımda onaylamadığm hiç bir gücün beni etkilemesini , yönlendirmesini bir ideal olarak istemem, benim özgürlük algım. gerçeklik zemininde devlet mülkiyet ve onun sahibi olan sınıflar var. kendiliğime engel bu varlıkların yolumdan çıkması için yapabileceğim şey, bunlar arasındaki çelişkilerden yararlanmak. ancak bu çelişkilerin niteliğini iyi bilmem ve ona göre davranmam gerek. marxizm bana önce “egemen sınıf”ı ortadan “kaldırmayı”, zaten devletin kendiliğnden sönümleneceğini vazetti. tarhiten öğrendim ki, sınıfın ve devletin eşzamanlı bir birlikteliği var ve birinin her varlığı diğerini de kaçınılmaz biçimde var kılıyor.
    o zaman yapmam gereken ne?
    (soruyu yanıtlamaya, dostların yorumundan hareketle devam etmek üzere)

  128. ameller ve niyetler

    Tartışmaları iki şıkka indirgemek doğru değil. “evet” oyu verecek ama değişikliklerin “yetersiz” olduğunu düşünen önemli bir kitle olduğu gibi, bu yetersizlikten hareketle “hayır” derken, aynı zamanda ulusalcılarla aralarına bir çizgi çekme arayışında olan kesimler de var. bardağın doluluğu meselesi… her ne kadar “evet” oyu verecek olsam da ne “evet” ne de “hayır” oyu vereceklerin yekpare olarak mutlak haklı bir konumda olduğunu düşünüyorum.

  129. Hurşit

    evetçilerin ve hayırcıların dışanda bir de sandık başına gitmeyen, iptal oyun veren boykotçumlar var ama. Onu unutmuşsunuz. Onlara dilorsunuz efendim.

  130. Hurşit

    evetçilerin ve hayırcıların dışında bir de sandık başına gitmeyen, iptal oyun veren boykotçular var ama. Onu unutmuşsunuz. Onlara ne diyorsunuz efendim.

  131. BaranaS

    Gün Zileli vb sağcı öğeler Ergenekon Tertibine destek oldular.
    Tertipte rol alan O.Yıldırım itiraflarda bulunmuş:

    Yıldırım,şöyle diyor :
    “Cumhuriyet gazetesine bomba atılması olayını ve Danıştay saldırısını ben gerçekleştirdim. Alparslan Arslan üstlendi.
    El bombaları ve glock tabancalar da bana ait.
    En ağır cezayı talep ediyorum. Gazi Mahallesi’ndeki kahvehaneyi de ben taradım.
    Necip Hablemitoğlu’nu ben öldürdüm.
    Ergenekon’un tüm sanıkları masumdur.
    Doğu Perinçek’in tespitleri doğrudur. Kendisinden özür diliyorum.
    Herkese sevgi ve saygılarımı sunuyorum”

    http://www.medyaradar.com/haber/gundem-58679/ergenekon-saniklari-masum–her-seyi-ben-yaptim.html

  132. Anonim

    Ergenekon ve Balyoz davasıyla verilmek istenen mesaj şudur: “Suçlu devlet değil, devletin içindeki karanlık güçlerdir, yoksa devlet kesinlikle böyle pis işlere bulaşmaz, tersine böyle şeylere karşıdır, bakın şimdi devleti bu pisliklerden temizliyoruz.”

  133. davud

    Buradaki her yoruu okumadım ama gözüme “Timur İncee” nin yoru takıldı söyle yazmıs : “Kanımca Ergenekon diye bir örgüt yok.” pes doğrusu . O zaman bugüne kadar türkiyede gerçekleşen darbelerin hepsi amatörce ve SPONTANE ; Tüm darbe militanları birbirinden habersiz durumdan vazife çıkararak darbeler gerçekleştirmişler . Belki bugüne kadar olan darbelerin de darbe olmadığını düşünüyordur başka bi felsefik yaklaşımı vardır ” timur inceel” in ?? yurdun dört bir yanında toprak altından çıkarılan silahlar da sonradan her dediğinin tam tersi çıkan eski GNLKRMY İLKER BASBUĞUN dediği gibi boru yada başka tür aletlerdi timur inceele göre?? bugüne kadar hedefe yönelik yapılmış tüm suikastlar ve infial yaratıcı eylemler örgüt işi değil miydi( ergenekon). Eğer türkiyede darbeler tarihi varsa darbe türkiyenin bir gerçeği ise DARBECİLER NEDEN ÖRGÜTLENME YOLUNU SEÇMESİN? MESLEKLER YADA HEMŞERİLER ÖRGÜTLENİrken darbeciler örgütlenmesin mi?? sizin aklınız vicdanınız bu kadar SIĞ MI ????

  134. BDP'nin irkçi-fasist-stalinist yüzü

    Mehmet Altan, Star, 06.09.2011

    BDP Kongresi’ni izlerken Selahattin Demirtaş’ın konuşmasındaki bir cümle çok dikkatimi çekti, şöyle diyordu: ‘Türkiye sınırları içinde kendi anadilimizle, kültürümüzle yaşamak, kendimizi demokratik özerklikle yönetmek istiyoruz.’

    Anadili…

    Kültürümüzle yaşamayı…

    Demokratik özerkliği rahatlıkla anlıyorum…

    Zaten bunların hepsi de gelişmiş bir demokraside, bu gelişmiş demokrasinin vazgeçilmez zeminini oluşturan temel hak ve özgürlüklere ait talepler…

    Ama cümlede anlamadığım tek bir şey var; o da ‘kendimizi’ lafı…

    Seçmenlerimiz değil…

    Partimize oy veren vatandaşlarımız değil…

    ‘Kendimiz’…

    Kim bu ‘kendimiz’ diye tarif ettiğimiz?

    ***

    ‘Kendimizi yönetmek istiyoruz’ demek, galiba ‘Kürt halkını yönetmek istiyoruz’ anlamına geliyor…

    BDP, kendisine oy veren Türklerin ‘yönetimine’ talip değil anladığım kadarıyla.

    İstanbul’da BDP adaylarına oy veren çok Türk vardı, onlar, BDP siyasetinin ilgi alanına girmiyor mu? Kendisine ‘oy veren’ Türklerle ilgilenmeyen BDP, AK Parti’ye oy veren ‘Kürtleri’ de, sırf onlar Kürt diye yönetme hakkına sahip olduğunu mu düşünüyor?

    Eğer öyleyse, seçimin, seçmenin, demokrasinin ne önemi kalıyor?

    ‘Sen kime oy verirsen ver, benim ırkımdansan seni ben yönetirim’ anlayışı demokrasiye ne kadar uygun?

    Evet, Mehmet Altan çok önemli bir noktayi açiga kavusturmus, BDP bazilarinin sandigi gibi sol/enternasyonalist, demokrat, özgürlükçü bir parti degildir, en bayagisindan irkçi/milliyetçi bir parti ve üstüne üstlük eli kanli katiller sürüsü teröristleri desteklemektedir, bu partiye oy verenler yine özelestiri yapacaklar, ama ne zaman?

  135. çıracı

    Kılavuzu Mehmet Altan olanın… Şu AKP kuyrukçusu sahte liberaller de AKP’nin muhaliflerinde eleştirilecek bir şey bulamadıklarında hep onların cümleleri kırparak, eğip bükerek, olmayan anlamlar çıkararak kara propaganda faaliyeti yürütüyorlar. Bu kadar acizliğe de pes doğrusu. Muhalif grupların sözlerini çarpıtmak için harcadıkları enerjiyi Tayyip ve şürekasının alenen söylediği ırkçı, dinci, cinsiyetçi, homofobik, otoriter söylemleri eleştirmeye harcasalar en azından “liberal” sıfatını birazcık hak edecekler. Onlardan daha fazlasını da bekleyemeyiz herhalde.

  136. BDP'nin irkçi-fasist-stalinist yüzü

    Ciraci efendi PKK muhipliginde fazla ileri gitme, birgün tesadüfen senin de dolastigin bir parka, bir alisveris merkezine, sahil yoluna bomba atar bu caniler, sakat kalirsin mesela, ondan sonra da terörizmi övmeye devam edecek misin? Dünyamizda artik yeni Hitlerlere, yeni Stalinlere, yeni Pol-Potlara yer yok, PKK bitmistir, muhipleri de bunu görecek.

  137. çıracı

    PKK’nin şiddet eylemlerine karşı olduğumu daha kaç kez söylemem gerekecek, bilemiyorum. Kimin PKK’nin bombalarıyla, kimin devletin bombalarıyla sakat kalacağını bilemem, bilsem dahi doğru bildiğimi söylemeye devam ederim. Haklısın, yeni Stalinlere, yeni Pol-Potlara yer yok; Libya’da polis teşkilatı kuracak olan, üç vakte kadar Suriye’yi ve Kandil’i vuracak olan, beğenmediği her kesimi (veya hak arayan her kesimi) “terörist” diyerek itibarsızlaştıran, düzmece delillerle muhaliflerin evini basan, onları süresiz tutuklamalarla süründüren, yaptığı “ileri demokrasi” hamlelerini yeterli bulmayıp yurt dışına da ihraç edenler Stalin’in dünya mirasına (aslen onun torunu olmasalar da) gayet iyi sahip çıkıyorlar.

  138. Kandil'i vurmak

    Hükümet Suriye’yi vurmaz, Kandil’i vurmak ise bir insanlik görevidir. Evi basilan muhalif dedigin senin pek sevdigin generallerinse, bu gibi darbecilerin ve onlarin elemani olan gazeteci bozuntularinin evleri de , komplo merkezleri de basilmaya devam edilecek. Tutuklama sürelerinin uzunlugu yeni bir reform daha gerektiriyor, destek verin, süreler kisaltilsin.

  139. özgürlükçü

    yalama casus ‘kendimizi’kelimesinden nerelere varabilmeyi beceriyorsunda demirtaşın demokratik özerkliğin kürtlerin ayrılık değil türkiye ile birlikte yaşama projesi olduğunu açıkça söylediği cümleyi neden görmezsınız.bdp yi seningibi yeni kemalistler tarif edemez sen önünden ye kaç kez söyledim.emperyal hayallerin nasıl abd-akp-ordu-iran-ırak-işbirliği ve efendilik yapacak yeni coğrafyalar nasıl bu arada içeriyi kontrol etmek için ve devletçi milliciliği domino etmek için israil efelenmesi tam yerinde olabilir.yakında kozmik odalarda ceberrut kemalizmin yaptıklarından öğrendiklerini uygulamak nasıl bir duygu.kürt düşmanlığın epey ilerlemiş casus ilk yerel seçimde 100 belediyeyi 250 ye çıkarınca bdp kürt illerini dersim örneği gibi bombalayıp imha etmeyi düşünürseniz kemalizmin yenilenmiş devamı olabilirsiniz.amirin bu günün mustafa kemali benim diyor.kürtleri dolduracak cezaevi kalmadı yenilerini ne zaman yapacaksınız.şimdi senin bdp ye dediklerinle iktidarın dediklerinden kalkarak 3000 i içerde bir üç bini daha içeri atarsanız işiniz kolaylaşabilir yanlız ben kürt değilim ama bdp liyim benide içeri atmazsanız sende ırkçı olmayasın bu site sana uymaz biz anarşistiz bizim gibi sende kötü olmadan ekselanslarına hizmetine devam et

  140. özgürlükçü

    elindeki kozmik odalarda 1 mayıs 77 dahil bütün komploların planları vardır ne yaptın tam tersine bu gibi komploları elinde askeri,polisi,miti,iti,jitemi,mafyası,olan devlet merkezli ve destekli olmadan olamayacağını bildiğin halde cezaevlerine kürtleri tıkmaktan yer kalmadı vanda 3 cezaevi müjdesi verdiniz insanlar ne yapmak istediğinizi bilmiyormu emniyetin masasında görevlilerin bu sitede işi ne?siz efendinizinkini yalamaya devam edin

  141. Kürtlerin yüzde 20'si

    Kürtlerin yüzde 20’sinin oyunu alan Demirtas Kürtlerin yüzde 80’i ve diger Türkiye halklariyla birlikte yasamak istiyormus, o halde terör eylemlerine son vermeli ve silah birakmali evet Demirtas diyorum çünkü giderek PKK ile bir farki kalmiyor. BDP’li anarsist nasil oluyor onu anlamadim, oldu olacak bari MHP’li anarsist olsaydin , o zaman çeliskilerinde en uç noktaya ulasir, nirvanaya varirdin.

  142. Casus Belli: Kozmik oda mi?

    Kozmik odada ne mi var? PKK’nin Mit tarafindan kuruldugu, 90’larda öldürülen sol aydinlarin son kullanma tarihi gelen ajanlar oldugu. Kontrgerillanin soguk savastan sonra Israil tarafindan finanse edilmeye baslandigi, Ergenekon adini aldigi. Marksist Sol örgütlerin ve asiri Islamci örgütlerin tümünün manipüle edildigi. Birçok generalin Israil ajani oldugu. 1 Mayis’in TIKP ve TKP içindeki ajanlar tarafindan organize edildigi, son darbeyi Amerikalilarin vurdugu. Türkiye’yi 80 yil yöneten azinlik oligarsinin Ingiltere, ABD ve Israil’le olan gizli anlasmalari. Ne olacak, herkesin bildigi seyler, kozmik mi var?

  143. Hangi Ergenekon?

    Eğer solcular Ergenekoncu ise, Dev-Sol’un, DHKP-C’nin, MKP’nin öldürdüğü, suikast düzenlediği generaller, amiraller, albaylar neydi?

  144. Hangi Ergenekon'a

    Iç çatismalarda öldürülenler mi , örnegin Oda Tv’ci eski aydinlikçilarin pek sevdikleri, göklere çikardiklari Hiram Abas gibi. öte yandan anlat da argümani bilelim, Sabanci suikasitinin sol ile ne ilgisi var? Sabanci “Kürt meselesini tartisalim ” dedi, ardindan suikast düzenlediler, Dev-Sol da, digerleri de hepsi tasarondur. Netice su:
    1. Dünyada fasist olmayan Marksist-Leninist parti kalmamistir.
    2.Sosyal Demokrat olanlarin da liberallerle farki kalmamistir.
    3.Geri kalan azicik solun da getirecegi alternatif kalmamistir.

    Hadi, otur, agla. Ya da suna cevap ver. Birkaç zaman öncesine kadar Türkiye’deki ML solda bu kadar PKK kuyrukçulugu yoktu, çogu Kemalist çizgideydi, Kemalistler darbe yiyince PKK’ye sigindilar, gerçi ha TSK, ha PKK, hepsi ayni kapiya çikar, laikçiligin bekçileri.

  145. özgürlükçü

    faşistta sensin kendini kullandıranda sensin şerefsiz.iktidara kendini kullandırmaktan başka yerlerinde uyuşmuş ne dediğini bilmiyorsun casus.ırkçı faşist anarşist bdp yi desteklemeyecekte senin gibi emperyal hedefli milli duyguları zirvede faşistlerimi destekleyecek niye şaşırdın kürtlerin%20 si ne demek yalama 50 belediye 100 e çıkarkende aynını demiştin.250 ye şimdiden çıktı amirin akp bölgeden silindi sen uçakla bombala mutara çobana işkenceye devam cezaevlerine senin gibi düşünmeyen bütün kürtleri doldur yer kalmasın vana 3 cezaevi yapacağım diye müjde ver çocuklarına okulda senin varlığın yoktur bütün varlığın türk varlığına armağan olsun diye ırkçı yeminleri zorla ezberlet dıyarbakır cezaevinde kürtlere yapılan ırkçılığın bu günkü insanlık değerlerinde ırkçı andı zorla söyletmek arasında ne fark varsa senle kemalist darbeciler arasında o kadar fark var kullandığın cümlelerde kürtleri bdp lileri devrimcileri aşağılayıp hakaret edemezsin.o yürekte adam değilsin sen yalama olmuşsun önünden ye kaçkez uyardım

  146. çıracı

    “Kozmik oda mi?” diyen Casus Belli’ye,
    Madem kozmik odanın içinde AKP’nin işine yarayacak bu kadar çok belge var, AKP neden bu belgeleri kamuoyuyla paylaşmıyor? Neden hepsini TRT gibi tarafsız(!) yayın organlarının hazırladığı şahane belgesellerden öğreniyoruz?

  147. BDP'nin irkçi-fasist-stalinist yüzü

    özgürlükçü , sen git mermer ocagini bas, demokrat bir Kürt olan Raif Türk’e ait olan kepçe ve dozerleri yak, Pol-Pot’tan ne farkiniz var?

  148. çıracı

    Neo-Kemalist AKP rejiminin sıradan bir icraatı:

    Polise göre “hepsi eşkıya!”
    07 Eylül 2011 –
    Hopa olayları ile ilgili polis fezlekesine göre birçoğu tutuklanan 36 şüphelinin yanı sıra 46 Hopalı daha ‘firari şüpheli’. Fezlekede Halkevleri’nin olmayan terör örgütü bağlantısı kurulurken, ‘AKP karşıtı’ eylemler düzenlemesi terör eylemi olarak anılıyor

    31 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan’ın mitingi öncesinde emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun polis saldırısı ile öldürülmesi, Hopa ve Ankara’da 38 kişinin tutuklanmasıyla sonuçlanan Hopa olaylarının polis fezlekesine ulaşıldı.

    Her faaliyet terör, herkes terörist
    Radikal Gazetesi’nden İsmail Saymaz’ın haberine göre polis fezlekesinde 36 şüphelinin yanı sıra 46 Hopalı daha ‘firari şüpheli’ diye anılıyor. Tüm şüpheliler “yasadışı örgüt üyesi” sayılırken, daha önce katıldıkları 1 Mayıs mitingi, Tekel işçilerine destek eylemi, bir yumurtalı protesto, referandum döneminde yapılan “Hayır” kampanyası ve “terörist eylem” faaliyeti olarak adlandırılıyor.

    4 Haziran 2011’de Artvin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nce hazırlanan ve Erzurum Özel Yetkili Başsavcılığı’na gönderilen fezekede çoğu polis 26 kişi ‘mağdur’ ve ‘şikayetçi’ sıfatlarıyla ifade veriyor. Belgelerde protestoya katılan 36 kişi ‘şüpheli’, 46 kişi ise ‘firari şüpheli’ olarak geçiyor.

    Metin Lokumcu eylemin yönlendiricisi
    Polisin aşırı gaz kullanımı ve müdahalesi sonucu hayatını kaybeden Metin Lokumcu’nun 31 Mayıs’taki olayların ‘yönlendiricisi’ olduğu iddia edilen fezlekede şu ifadeler yer alıyor: “Metin Lokumcu’nun iki metre uzunluğunda inşaat demirinin olduğu ve demiri göstericilere göstererek polise karşı kışkırttığı, çevik kuvvet polislerine agresif şekilde müdahale ettiği, ‘Susma sustukça sıra sana gelecek’ diye bağırdığı görülmüştür”.

    Fezlekede olaylar sırasında ilçe meydanında toplanarak Tayyip Erdoğan’ı ve polis saldırısını protesto eden yüzlerce Hopalının görünütüleri de fotoğraflar halinde bulunuyor.

    Suç: AKP karşıtlığı
    Emniyetin hazırladığı fezlekede Halkevleri üyeleri THKP/C-Devrimci Yol adlı olmayan bir örgütle bağlantılandırılıyor. Örgütün yaptığı eylemler ise ‘hükümeti yıpratmaya dönük’ olarak tanımlanıyor ve bu eylem biçimleri arasında açıklama, bildiri, yürüyüş, posta gönderimi, panel, forum, yazılama, afiş, pankart sayılıyor. Dikkat çeken eylem biçimlerinden birisi de ‘kavga’. Ancak kavga tarzındaki eylemlerden kastın ne olduğu bilinmiyor.

    Fezlekede Halkevleri Derneği’nin 2011 genel seçimlerinde de çalışmalarının temelini AKP karşıtlığı üzerinden oluşturduğu vurgulanıyor ve bu bir suçmuş gibi yansıtılıyor.

    Halkevleri’nin terör örgütü ile bağlantısının kurulmasının ardından Artvin ve Hopa’daki ESP ve Halkevleri üyelerinin katıldığı yasal eylem ve etkinlikler, MLKP ve THKP/C-Devrimci Yol’un illegal eylemi kabul ediliyor. Bunların arasında Tekel işçilerine destek eylemi, Torba Yasa’yı protesto eylemi, AKP milletvekili Aytekin Çolak’a yumurta atılması eylemi, 1 Mayıs mitingi ve referandumda ‘Hayır’ kampanyası yapılması illegal eylemler olarak sıralanıyor.

    Sendika.Org

  149. BDP'nin irkçi-fasist-stalinist yüzü

    Sendika. Org. ne tarafsiz yayin? Hopali imis? Hopa’da seçim sonuçlari ne?

  150. çıracı

    * Hopa seçim sonuçlarıyla sendika.org ne alaka?
    * Hopa’da sosyalistlere uygulanan devlet terörü, CHP’lilere, Has Partililere, DSİP’lilere veya bir X partisine uygulansa buna itiraz etmeyecek miydik?
    * AKP ile ilgili sorduğumuz sorular yığılıyor ama senden tek bir düzgün cevap alamadık Casus Belli.

  151. çıracı

    bu arada aynı Hopa haberinin benzeri liberal solcuların sitesi turnusol.biz’de de var. Onlar da bu konuda sendika.org’la aynı fikirdeler:
    http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=10318&pid=19&haber=Polisin%20Hopa%20fezlekesinde%20korkutan%20foto%F0raf

  152. özgürlükçü

    faşist yalama casus,kürt düşmanın ağzından demokrat kürt cümlesi çıktı kime dedin demokrat kürt iş makinesi yakılan amirlerin akp nin ihaleci kürt sana göre demokrat diğerleri senin istediğin gibi muteber kürt olmadığı için terörist değilmi tam rezilliğini kendi dilinle açıkladın.kürtler senin istediğin gibi olmalı değilmi?bdp blok ve devrimcilere ırkçı diye hakaret ediyorsun şerefsiz.aynını ırkçı g.afrika faşist yönetimi ve yandaşları mandela ve özgürlükçüler için yapmıştı.senin yaptığın tam ordaki ırkçı iktidar ve yandaşlarının yaptığıyla örtüştüğüne göre ırkçı sensin.bir daha bu sitede bdp ırkçı faşist cümleni okursam ırkçıların yaptığını hak edeceksin.kaç kez insan gibi uyardım sen iktidar ve devlet hegomonyasının arka bahçesi olan ortamlarda yalamalığa devam et bu sitede bu hakaretleri yapma biz sana göre olumsuz örneğiz biz anarşist,sosyalist,devrimciyiz sana uymaz hopalılar sana ne yapar hiç düşündünmü?insanları aşağılama ırkçı neo-kemalist yalama faşist casus önünden ye

  153. BDP'nin irkçi, fasist, Stalinist yüzü

    Miting yapabilirsin, boykot yapabilirsin, intifada yapabilirsin, dünyanin neresinde ve hangi tarihi dönemde görülmüs ki bir ülkenin topraklarinda yuvalanip baska bir ülkenin topraklarinda bu çesit sözde gerilla denilen, pusucu, kalles savas yapilsin. Kandil nerede? Irak’ta. Irak hangi ülkenin isgali altinda ? ABD’nin. Oh ne âlâ gerilla, bak hele su gerillaya. Peh, peh, peh…Tasaron gerilla….Özgürlükçü’nün özgürlükçülügü de iste budur. Resmen isgal altindaki bir ülkenin topraklarinda yuvalanip, baska ülkenin topraklarinda kallesçe pusular kurmak rezilliktir, asagilik bir davranistir, bunu yapanlar ve bu eylemleri destekleyenler isterse beni tehdit etsinler son nefesime kadar bu alçakligi teshir ederim. Kürt meselesi baska, PKK baska. Kürtlerin ayrilma, federasyon, özerklik …her neyse her türlü hakki baska, alçak pusu savasi baska. PKK bitmistir. PKK’yi destekleyenler bitmistir. PKK’yi destekleyenleri destekleyenler de bitecektir.

  154. çıracı

    “PKK bitmistir. PKK’yi destekleyenler bitmistir. PKK’yi destekleyenleri destekleyenler de bitecektir.” diyor Casus Belli. Murat Belge’nin Hopa olayları hakkında “çevresinin çevresi” ergenekoncudur demesi gibi konuştun casus. AKP’nin “terörle mücadele” konsepti de budur zaten. Olmayacak delillerle her muhalif kesimi ve onların “çevresinin çevresini” terörist zannı altında bırakmak.

  155. Apocu AKP'li

    Türköne’den çok tartışılacak öneri: ‘Apo’ya paşa rütbesi verilebilir. Bodrum Türkbükü’ne gönderilmesini öneriyorum’.

    Kürtler konusundaki çalışmaları ile oldukça iyi tanınan bir isim olan Mümtaz’er Türköne, açılım kapsamında Polis Akademisi’nde düzenlenen üçüncü çalıştaya da davet edilen isimlerden. ‘Türklük ve Kürtlük’ adlı kitabı ile Türkiye’nin Kürt açılımına neden ihtiyacı olduğunu anlatan Profesör Türköne, Osmanlı’nın isyanları bastırmak için ele başıları affedip, paşalık rütbesi vererek maaşa bağladığını anımsattı ve şu öneriyi yaptı: ‘Osmanlı gibi büyük düşünülmesini öneriyorum. Yani Apo’ya paşa rütbesi verilebilir. Osmanlı mantığıyla yaklaşırsanız, Bodrum Türkbükü’ne gönderilmesini öneriyorum’.

    Akşam Gazetesi’nden Şenay Yıldız’ın röportajı;

    Türkiye bu açılım ile kendisin perişan eden sorunu çözecekse, Abdullah Öcalan’ın gözlem altında tutulması, zorunlu ikamet gibi yöntemler düşünülebilir. Bu, bir isyan bastırma yöntemi eğer devlet açısından bakarsak. Devlet isyan bastırıyor. Bunun için devlet isyanın elebaşılarını affeder. Osmanlı çok isyan bastırmış bir devlettir. İsyanı bastırırken isyanı başlatanı affeder, çok uzak bir vilayete atar, sonra da maaş bağlar ona. Bir de ayrıca paşa rütbesi verir. Bunlara da ‘başıbozuk paşası’ derler. Osmanlı’da 3 tür paşa vardır: Askeriye paşası, mülkiye paşası, başıbozuk paşası. Yani Apo’ya paşa rütbesi verilebilir Osmanlı mantığıyla yaklaşırsanız.

    – Bir örnek var mı Osmanlı tarihinden verebileceğiniz?

    Tezakir’in 4’üncü bölümünde 1860’lı yıllarda Ahmet Cevdet Paşa’nın Kozandağı isyanını bastırmaya gidişi anlatılır. İsyanı aşiret reisleri ve halkın önde gelenleri ile oturup konuşup, isyancılarla uzlaşınca, asilerin başındakilere paşalık rütbesi verip, Edirne’ye mecburi ikamete gönderiyor. Çukurova’dan Edirne’ye sürülüyor yani. Sonra da maaşa bağlanıyor.

  156. site-teknik

    bu yorum, sözlü şiddet içermesi nedeniyle silinmiştir.

  157. MEMO

    sevgili gün abi,
    ne olur sağa sola savrulma,biz seni 68 kuşağı devrimcilerinden biliriz saygıda kusur etmeyiz.Şu Hasan Yalçını okudukca öz’ünü kaybedenlerin ne hallere düştüğünü görüyorum.biz seni kalbimize gömdük biraz dinlendinse eger seni kuva-i milliye cephesine çağırıyoruz.Özledik

  158. Gün Zileli

    Memo kardeşim, samimiyetine inanıyorum, temiz kalplisin ama ben almayayım, sağ ol. Hele milli cephelerden nefret ederim. Devrimin düşmanıdır bunların hepsi.

© 2025 Gün Zileli

Theme by Anders NorenUp ↑