Çok olağanüstü bin durum olmadıkça, Kürt hareketini hiç eleştirmemeye çalışırım. Bu çoğu durumda yanlış olarak, Kürt hareketinin hayranı olduğum gibi yorumlanır. Bu tamamen yanlış, metodolojik düzeyde, egemen ezilen ilişkisinin özgül mahiyetini kavrayamamakla; politik düzeyde ise bu yorumu yapanların gerici birer Türk milliyetçisinden başka bir şey olmamasıyla ilgilidir.
Neden?
Sırrı Süreyya’nın tanıttığı, çok bilinen bir deyiş vardır: “Kürtler bu ülkede her şey oluyor ama Kürt olamıyor”.
Bu genel olarak, politik ve hukuki düzlemde böyledir.
Ve bu düzlemde aslında Türkler Türk’ten başka hiçbir şey olamazlar[i].
Ancak bu düzenin muhalifleri söz konusu olduğunda, durum tamamen tersine döner.
Muhalifler arasında ise zavallı Türkler Kürtlerle aynı dertten muzdariptirler.
Türkler de bu ülkede sosyalist olabilirler, feminist olabilirler, pasifist olabilirler, anti-kapitalist Müslüman olabilirler, anarşist olabilirler, ekolojist olabilirler, hümanist olabilirler, ateist olabilirler vs. vs..
Ama Türk olamazlar?
Buna karşılık, muhalifler arasında da durum tem tersinedir. Kürtler bir türlü sosyalist, feminist, pasifist, ekolojist, anarşist vs olamazlar. Hep Kürt kalırlar.
Politik ve Hukuki düzlemde Kürtlerin Kürt olamamasıyla, muhalefet düzeyinde sosyalistlerin, feministlerin, pasifistlerin, anti-kapitalistlerin, Müslümanların, anarşistlerin, ekolojistlerin, hümanistlerin, ateistlerin Türk olamaması aynı madalyonun iki yüzüdür. Türkler ezen oldukları için Türk olmazlar veya olamazlar; Kürtler ezilen oldukları için, sosyalist. Feminist vs. olamazlar.
Çok açıktır ki, bu ilişkide Türklerdeki sosyalistlik, feministlik vs. egemen ulustan olmanın gizlenmesinin bir aracıdır.
Kürtlerin de Kürt’ten başka bir şey olamamaları, ezilmelerinin bir görünümü ve bu ezilme ilişkisinin ezen Türkler tarafından yeniden üretilmesidir.
Bu diyalektiği anlamayanlar, bizim davranışımızı Kürtlerin eleştirisiz desteklenmesi gibi anlarlar. Ama tam da böyle davranarak, aslında birer Türk olduklarını ele verirler.
Yani durum görünüşün tam tersinedir, biz tam da Türk olmadığımız için Türk olarak davranırız. Sosyalistler, vs de tam da Türk oldukları için, bir Türklü Türk olmazlar ve olamazlar; Feminist, Sosyalist, Pasifist vs. olarak konuşurlar ve Kürt hareketini eleştirirler.
Biz ise, “ben kendimi ne olarak görürsem göreyim, egemen ulustanım, şu veya bu şekilde egemen ulustan olmanın çıkarlarını çok ince bir biçimde savunuyor olabilirim” diyerek, bütün eleştirimizi, bir türlü Türk olamayan Sosyalistlere yaparız.
Yani ortada birbirine zıt iki farklı dünya vardır.
Bu nedenle bizden Kürtlere yönelik bir eleştiri çok istisnai durumlar olmadıkça çıkmaz.
Ama Türklere ama özellikle Türk sosyalistlerine en ağır eleştiriler de bizden çıkar.
Biz çok özel bir durum olduğu için, Kürt hareketi içindeki burjuvaziye veya Özgürlük Hareketi’nin muhaliflerine eleştiriler yaptık, özellikle gezi hareketi karşısındaki tavırları bakımından. Ama bu eleştirilerimiz bir yanlış algıyı gidermeye yönelikti esas olarak.
Hâlbuki bizim eleştirilerimizi beğenenlerin çoğu, onları yanlış algılıyor. Kürtlerin mahkûm edilmesi olarak görüyor. Mesela şöyle yankılar görüyoruz. Kürtler Amerika’yı müttefik seçmiş. Kürtler şimdi AKP ile iş tutuyor gibi. (Mesela Gün Zileli’nin eleştirisi: http://www.gunzileli.com/2013/07/18/gezi-hareketi-notlari-1-gezi-hareketi-ve-kurt-hareketi/ )
Biz Kürt hareketini hiçbir zaman böyle eleştirmedik ve eleştirmeyiz.
Bizim bakış açımızdan ezilenler her zaman ezenlerin arasındaki çelişkilerden yararlanabilirler ve yararlanmalıdırlar.
Yani Türk devletinin egemenliğine karşı mücadelesinde ben Kürtleri niye Amerika’ya yaslanıyorsun diye eleştirmem. Bu onların hakkıdır. Ben egemen ulustan bir insan olarak yenilgici bir tavır içinde olmalıyımdır; onların bu hakkını savunmalıyımdır. Eleştirim ancak bu hakkın kullanılmasının somut biçimlerinin gerçekten onların üzerindeki baskıyı kaldırmaya hizmet edip etmediği noktasından olabilir. Ama bu hak bakidir.
Kaldı ki, Kürt hareketi diye bir şey de soyuttur. Kürt hareketi içinde de farklı eğilimler ve mücadeleleri vardır. Ben Kürt hareketi içindeki ezilen kanadın, ezene karşı destekçisi olmak zorundayımdır.
Yani özetle şöyle: Egemen ulusa (Türklere) karşı, her durumda Ezilen ulustan (Kürtlerden) yana (Müslüman Kürtler ve Türkler karşısında Ermeniler ve Hıristiyanlardan); Ezilen ulusun içindeki mücadelede, (Kürtlerin içindeki mücadelede) Kürt burjuvazisine ve egemenlerine karşı, ezilenlerden yani (somut olarak ifade edersek, PKK ve Öcalan’ın çizgisinden) yana, onu destekleyen bir tavrı sürdürmek.
Ama bunu yaparken ezen ulustan bir insan olduğumu bir an için bile akıldan çıkarmamak.
2000’lerin başında, Kürt hareketi içinde, tıpkı şimdiki “barış süreci” ve Güney ve Batı Kürdistan’daki kimi kazanımların yol açtığına benzer bir savrulma ve Kürt burjuvazisinin etkisinin artışı yaşanmıştı. O zaman çok nadir olarak yaptığımız gibi, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” gibilerden “Egemen ulustan bir sosyalist olmanın zorlukları” diye bir yazı yazmıştık. Aşağıya bu yazıyı koyuyoruz. Gerekli değişiklikler yapıldığında (mutatis mutandis) bugün için de okunabilir.
19 Temmuz 2013 Cuma
Demir Küçükaydın
Egemen Ulustan Bir Sosyalist Olmanın Zorlukları
Bu günün dünyasında sosyalist olmak zordur. Bu dünyada egemen ulustan bir sosyalist olmak daha zordur. Ama Türkiye’de egemen ulustan bir sosyalist olmak çok daha zordur. Hele hele şu son dönemde, ABD’nin Orta Doğu’ya el koymasından beri, Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketinin destekleyen sosyalist olmak olağanüstü zordur.
Biraz bu zorluklara değinelim. Çünkü bizzat bu zorluklar bize içinde bulunduğumuz dünyanın sorunlarını daha iyi kavrama olanağı sağlar. Yani sanki öznel zorluklarımızdan bahsedermiş gibi yapıp, yine toplumdaki eğilimler ve çatışan güçleri anlamaya çalışalım.
Bu günün dünyasında sosyalist olmak, zaten Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan farksızdır. Doğu Avrupa’nın halkları, hatta buna Çin ve Hindi Çinini de ekleyelim, aşağı yukarı insanlığın neredeyse beşte ikisi, sosyalizm diye bürokratik diktatörlüklerin egemenliği altında yaşadığı için, eğer sosyalizm bu ise olmaz olsun deyip, sosyalizmden nefret etmiş, sosyalizm sözcüğüyle ortak bir hecesi var diye sosis bile yemez olmuştur. “Yok, o sosyalizm değildi” itirazlarını dinlemek bile istememektedir.
Zengin ülkelerin nüfusunun büyük bir çoğunluğu ise (yani yuvarlak hesap beşte bir), yeryüzü ölçüsünde eşitlikçi bir düzen, bu günkü maddi yaşam düzeyinde bir düşüş, bir gerileme anlamına geleceğinden, sosyalizmle selamını sabahını çoktan kesmiştir. Geri kalan beşte iki ise, ilk beşte ikinin yaşadıkları nedeniyle aynı soğukluk içinde olmanın yanı sıra, beşte birin yaşadığı refahın göz kamaştırıcılığı ile sosyalizm diye bir hayal bile kuramaz olmuş, kral olsa soğanın cücüğünü yiyecek çoban gibi, o gözünü kamaştıranlar gibi olmaktan başka hayali kalmamıştır.
Geriye sözünüzü dinleyecek kim kalır? Kendine sosyalist diyenler kalır. Yani toplumsal bir gücün nesnel eğilimlerinin ifadesi olanlar değil; bir dönemin kalıntısı olarak var olmaya devam edenler.
Ama bu var olmaya devam edenler, zaten o bürokratik egemenliklerin bayrağını hala sosyalizm diye savunanlar ise ve sosyalizmin bir canlanışının geçmişin kalıntısı bu kuşağın ortalıktan kaybolması gerçekleşmeden pek mümkün olamayacağını düşünenlerdenseniz, var olan sosyalistlerin Müslüman mahallesinde de salyangoz satıyorsunuz demektir.
Bu kadar olsa gene iyi. Ya bir de egemen ulustan ezilen ulusun bir ulusal hareketini destekleyen bir sosyalistseniz yandınız demektir. Diyelim ki, ezilen ulustan bir sosyalist olsanız (örneğin Kürdistanlı olsanız) veya egemen ezilen ulus ilişkisinin bulunmadığı bir ülkede yaşıyorsanız (örneğin İsveç’te veya Norveç’te) şimdi anlatacağımız sorunlarınız olmayacaktır. Yukarıdaki iki kategori zorlukla uğraşmanız yeter. Ama bunlara bir de egemen ulustan bir sosyalist olmanın ek zorlukları biner.
Her hangi bir baskıya karşı mücadele, diğer baskılara karşı mücadeleyi anlamayı ve desteklemeyi otomatik olarak getirmez. Hatta genellikle diğer baskı biçimlerine karşı mücadelenin o mücadeleyi zayıflattığı, güç ve enerjileri başka mücadelelere çektiği, hatta böldüğü düşünülür. İşçi hareketi ve sosyalistler, uzun yıllar feministleri, siyahları ya da ezilen ulusları hareketi bölmekle suçlamışlardır. Tersinden kadın veya ezilen ulus ve ırk hareketleri de işçi hareketi veya birbirlerine karşı aynı tavırlar içinde olmuşlardır. Bütün bu durumlarda, eşitlikçi veya kurtuluşçu bir hareketin, diğer baskı biçimleri karşısında, kolaylıkla o baskı biçimlerini yaratan egemenliğin korunması ve savunmasına hizmet edebileceği görülür.
Türkiye’de olan tam da budur. Sosyalizm, egemen ulus sosyalistlerinin, egemen ulus konumunu gizlemenin, ezilen ulusun mücadelesine destek vermekten kaçmanın örtüsüdür. Birileri ne kadar sosyalizm diyorsa o kadar egemen ulus konumunu problem etmekten kaçıyor demektir. Yani egemen ulus sosyalistleri, dogmatik de olsa sosyalist olmaktan da çıkmışlar, egemen ulusun egemenliğinin korunmasının araçları haline dönmüşlerdir. Ve Egemen ulus sosyalistlerinin yüzde doksanı da bu durumdadır. Bu durumda, sizin, ezilen ulusu destekleyen egemen ulustan bir sosyalist olarak söyleyecekleriniz, bu sosyalizmi egemen ulus konumun gizlemenin aracı olarak kullananlar karşısında, sosyalizm maskeli milliyetçi “Müslümanların” mahallesinde salyangoz satmak olmaktadır.
Geriye çok az da olsa, yine de birazcık, ezilen ulusu destekleyen sosyalistler kalır. Ama bunlar da hala, eski dünyanın varsayımları ve kavramlarıyla bunu yaparlar. Aslında eğer olgulara gözlerini kapamasalar ya da çıkarsamalarını mantık sonuçlarına götürseler, o hareketi desteklemeyecek olanlardır. Bu çelişkilerden söz edip, onlarla farkınızı koyduğunuzda, bu sefer ezilen ulusu destekleyen sosyalistlerin Müslüman mahallesinde salyangoz satar duruma düşersiniz.
Bu kadar olsa gene iyi, sorunun bir de ezilen ulus tarafı vardır. Eskiden, ABD ve Avrupa ile Türkiye’nin oligarşisi Kürtlere karşı iş birliği içindeyken, Alman silah bağışları ve Amerikan tekniği ile Kürt hareketi ezilirken, iyi kötü, az kalmış destekçilerden biri olarak insan Kürtler arasında yine de belli bir kabul görürdü. Ama şimdi, bir yanda Avrupa Birliği kriterleri aracılığıyla ulusal baskının hafiflemesi yolları açılmışken veya ABD’nin desteği ile belli kazanımlar sağlamak mümkün görülüyorken, artık bir destek değil, kendisinden bir an önce kurtulunması gereken bir yük olarak görülmeye başlanmışsınızdır. Yani desteklediğiniz ezilen ulusun giderek artan bir bölümü de bu destekten rahatsızdır artık. Yani sevdiğinizin gönlü başkasındadır ve kendisini artık rahatsız etmemenizi istemektedir.
Ama sadece bu kadar da değil. Eşeğini dövmeyen semerini döver derler. Biraz da semerlik yapmanız gerekir. Kürt ulusal hareketine egemen olan özgürlük hareketi, bütün bu baskılara rağmen iyi kötü hem toplumsal konumu, hem eski geleneklerinin etkisiyle bu eğilimlere direnir, ezenin ezilenlerini kazanma stratejisini izler. Bu stratejiden rahatsız olan milliyetçiler ve burjuvalar, bunu açıktan söyleyecek cesaret ve güce henüz sahip olmadıklarından, doğrudan özgürlük hareketine saldıracak yerde, onun egemen ulustan destekçisi sosyalistlere saldırmayı hem ideolojik hem de programatik ve stratejik çıkarları bakımından eşi bulunmaz bir durum olarak görürler. Doğrusu kendi açılarından son derece akıllıca da davranmış olurlar. Böylece bir taşta iki kuş vururlar. Bir yanda siz egemen ulustan olduğunuz için, egemen ulusun ezilenlerini kazanma stratejisine karşı dolaylı bir eleştiridir; diğer yanda sosyalist olduğunuz için sosyalizm idealine karşı bir eleştiridir. Yani Kürt ulusal hareketi içindeki Kürt burjuvazisi, Kürt hareketi içinde kendisine karşı mücadele ettiği, devrimci demokrasiye karşı mücadelesini de sizin sırtınızda yürütür. Yani sadece bir yük değilsinizdir, dövülecek iyi bir semersinizdir.
Bu kadar olsa yine iyi. Bütün bunları söyleyemezsiniz de. İki nedenle. Birincisi, görevinizin, esas olarak “kendi” ulusunuzun milliyetçiliği ile mücadele olduğunu düşünürsünüz. Bu nedenle, ezilen ulusun saflarından yapılanları duymazdan, anlamazdan gelirsiniz. Egemen ulustansınızdır. Bunun nasıl içe işlediğini, egemen ulus konumunun en keşfi zor biçimlerde savunulabileceğini bildiğinizden, “insanım çiğ süt emmişim, sosyalizm beni egemen olmanın imtiyazlarından azade kılmaz; belki bu imtiyazları en ince biçimde savunmanın aracı olabilir” diye düşünür kendinize karşı son derece kuşkucu yaklaşırsınız.
Bütün bunlar olmasa bile, haklı ve doğru olsanız bile, ezilen bir ulus dediklerinizi egemen ulustan olanın yukarıdan akıl vermesi olarak görebilir. Bu psikolojik boyutu da hesaplarsınız. Dilinizi tutarsınız.
Bütün bu zorluklar, aslında hem dünyada eşitlikçi bir toplum özleminin, hem de Kürt ulusal hareketinin demokratik özlemlerinin zorluklarının, yani nesnel eğilimlerin yarattığı nesnel zorlukların, egemen ulustan bir sosyalistin öznel zorlukları gibi yansımasıdır. Yukarıda sıralanan öznel gibi görünen zorluklar, nesnel zorlukların öznel bir görünüşünden başka bir şey değildir. Ama bu öznel görünüş, küçücük bir noktada olağanüstü yoğunlaşmış bir görünüş.
30 Temmuz 2003 Çarşamba
Demir Küçükaydın
[i] Çünkü ne olurlarsa olsunlar Türk olmanın imtiyazını yaşarlar. Tıpkı ırkçı bir ülkedeki beyaz gibidirler. O beyaz Komünist olsun, en hızlı Anarşist veya Feminist olsun, nasıl egemen ırktan olmanın imtiyazını yaşarsa, derisinin renginden dolayı değil, fikirlerinden dolayı bir baskıya uğrarsa, aynı şekilde Türkler de her durumda bu imtiyazı yaşarlar.
Bundan kurtulmak çok zordur. Türk olmamak, yani imtiyazları yaşamamak için tek yol, ırkçı bir ülkedeki beyazın, ameliyat görünüşünü siyaha çevirmesi kadar zor ve olanaksızdır. Milliyetçilikte, bir ulusta o devlete vergi vermemek, kanunlarını tanımamaktır, askere gitmemektir, okulunda okumamaktır vs., vs.. Bu ise fiilen olanaksız bir durumdur. Bunları yaptığınız sürece İslam’ın bütün şartlarını yerine getirip de ben Müslüman değilim diyen birinin durumunda olmaktan kurtulamazsınız. İslam bu zorluğu bildiği için “Takiye” (sosyalist terminolojiyle legaliteden yararlanma, “Legaliteyi istismar”) diye bir taktik geliştirmek zoruna kalmıştır doğuşunda.
“Bütün bunlar olmasa bile, haklı ve doğru olsanız bile, ezilen bir ulus dediklerinizi egemen ulustan olanın yukarıdan akıl vermesi olarak görebilir. Bu psikolojik boyutu da hesaplarsınız. Dilinizi tutarsınız.”
Vesselam, asla eşit olamayacağımızı, Mesele bir “KÜSİAD” kurulana dek, pis bir bürokratın ya da patronun mesela Diyarbakır’da yoksul işçilere, “siz ne biçim kürtsünüz, kürt dediğin vatanı için çalışır, haa, iş güvencesi, sendika nutukları atanlar var aranızda, işte onlar bölücüdür, ajandır” nutukları atabildiği güne dek susmalıyız, yoldaş olamayacağımızı baştan kabul etmeliyiz, öyle mi? Öyle görünüyor. Demek ki, “kürt” kökenli bir yoldaşımıza hep hassasiyetle, kırılabilir, narin bir bebek gibi yaklaşmalıyız, öyle mi? Eşitimiz gibi görüp, eşitimiz gibi eleştirmemeliyiz, öyle mi? Öyle görünüyor. Bir kürt burjuva burjuvadan önce kürttür, bir kürt bebek de bebekten önce kürttür öyle mi? Öyle görünüyor.
Bir faşiste karşı bunları söyleyip durmanın bir anlamı olabileceğini kabul ediyorum.
Ama hani böyle diye diye bir dolu insanı, egemenlerce “damarlarında farklı renklerde aktığı” iddia edilen kandan dolayı dışlayıp durmanın reel politikerliğini de beynime çiviyle çaksanız benimseyemiyorum Demir Küçükaydın.
Yazdıklarınızda birkaç kelimeyi çıkarın ve bu yazıyı Zaman gazetesine gönderin. Mesela “kürt” sözcüğü yerine “islamcı” ibaresini koymanız bile kafi gelecektir. Editörün dikkatsiz bir gününe gelirse, Etyen Mahçupyan’ın yazısı sanarak basacağına ben de kalıbımı basarım.
Sayın D. Küçükaydının bir makalesini okumak için herzaman önce Allahtan sabır dilerim ondan sonra yazıya başlarım. Yarıda mola verdikten sonra diğer yarısını tamamlarım. Yumurtanın tanımını yapsa önce buzul çağlardan başlar sonra evrim teorisi ve devenin ince ayrınntılı anatomisini bitirdikten sonra yumurtanın tanımını iki satırda bitirir.Bu yetenekte bir yazar daha var o da Y.Küçük. Ukalalık hakkımı kullandıktan sonra konuya girebilirim.
Herşeyden önce Türkiyede ezen ulus sosyalisti diye bir katagori yok.Buna Ezilen ulus ve mezhep sosyalistlerinin Türkleşmiş katagorisinden bahzetmek akala daha uygun geliyor. Siz ezen ulusun değil; Monopol önderliğin her teatisi emir olarak şekillenmiş bir örgülenmenin içinde bir kadro bir sosyalist olsanız dahi eleştirme şansınız varmı? Bu ancak onurlu ve ilkeli olmakla cevaplandıralabilir. İsmal Beşikçi eleştirilmesi gerektiği yerde eleştirdi. desteklemesi gereken yerde de destekledi.Messle bireyin duruşuyla ilgili. PKK nin etrafında sosyalist hareketi saran yığınla yalaka var. Önder bir söylese onlar üstüne iki söyler. H. Gerger hoca bile bunu aşamadı. Aştığı zaman çemberin dışına itildi. Siz dahi barış sürecinden bahsettiniz oysa böylesi bir süreç bugün olmadığı gibi dünde yoktu.Bir ittifak var ama adı barış değil. Hemde hergün faşsit dedikleri bir AKP yle bir ittifak ve bunu dayatan ABD. Bölgede güç kaybeince Kürtleri yedeklemek istiyor.Ortadoğuya ilgi duyan vasat bir kişinin rahatlıkla görebileceği bir durum. Bunu anlaşılmaz hale getiren ve Kürt halkını uyutmaya çalışan aslen Kürt hareketinin realitesi ve dışında hatırı sayılır bu yalaka kesimdir.Devrimcilerden sosyalistlerden beklenen doğruyu sahiplenmek. Olay bu kadar basit. Güçlünün gölgesinde dümen çevirmek değil.
http://cebaxcor.blogspot.com/2013/09/olsyad-bir-devletimiz-boyle-olurmuyduk.html
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=81721&haberBaslik=B%C3%B6lge%E2%80%99de%20artan%20kanl%C4%B1%20olaylar%20ve%20nedenleri%20-I&categoryName=&authorName=%20&categoryID=&authorID=
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?module=nuce&action=haber_detay&haberID=82096&haberBaslik=B%C3%B6lge%E2%80%99de%20artan%20kanl%C4%B1%20olaylar%20ve%20nedenleri%20-II&categoryName=&authorName=%20&categoryID=&authorID=
HAWAR KURDISTAN (II)
“Felçli Gibi Yaşamaktan Bıkmış, Onurlu, Aydın Kürdistanilere…”
PKK’nin ideolojik alt yapısını, teorisini işgalcisinin sağladığını, örgütlenme şeklini, kadro anlayışını, örgütlediği kesimi, kendine özgü olmadığını, Öcalan’ın ve gelmiş geçmiş tüm PKK’lilerin basit insanlar olduğunu anlatan “Hawar Kurdistan” başlıklı yazının içeriğini derinleştirmeye devam etmek gerekiyor. Anılan yazıyı okumadan bu yazıyı değerlendirmemeniz gerekmektedir.
Ne anılan yazıya, ne de daha önceki yazılara PKK ve/veya onun asıl sahipleri tarafından hala her hangi bir yanıt gelmemiştir. PKK kahramanı Mazlum Doğan’ın öldükten sonra hırsızlık yaptığını kanıtlıyorum ve PKK sesini çıkarmıyor.
Eğer, Günay Aslan’ın Doğu Perinçek ve özellikle Yalçın Küçük’ü övdüğü son röportajı bir yanıtsa, kusura bakmasınlar, Öcalan karşısısında titreyen karaktersiz ve mevcut saygınlığını kişiliğine peşkeş çekmiş, kovulup kendi rızasıyla tekrar özgürleştirilmiş Aslan’ı muhatap almam.
Karşıma Demir Küçükaydın’dan aşağısını çıkarmamalarını tavsiye ederim. Küçükaydın’a bir yazıyla da olsa Kürd burjuvalarına “salaklar” deyişinin hesabını sormak isterim;
“Kürt burjuvazisinin tavrı. Bunların önemli bir bölümü bu günkü durumu fırsat bilip, kendilerinin tanınacağı günü bekliyorlar. Bu salaklar, dağdaki gerillalar ve PKK’nın örgütlü gücü olmazsa peş paralık değerleri olamayacağını göremeyecek kadar kendine güvenden yoksun, kişiliksizdir. Burjuvazinin bir kısmı ise PKK ile işbirliğine yönelmekten başka çare bulamamıştır.” (Öcalan ve PKK Üzerine, 1992”)
Karşınızda ezik, zavallı, insiyatifsiz, budala, kuklanız, dublörünüz PKK’liler yok!
Kürdistan’ın itine ya da taşına kötü söz söylerseniz, ima ederseniz karşınızda bizi bulacaksınız. Haddinizi ve coğrafik sınırlarınızı bilmenizin zamanı gelmiştir. PKK’li gönüllü katillerin arkasına saklanıp bizi aşağıladığınız, kurşunlattığınız, sürdüğünüz zamanlar geçti. Kürdistani diriliş göçünüzü hızlandıracaktır.
Küçükaydın’ın kim olduğunun Orhan Kotan’dan da önce farkına varan PSK’li biri var. Lokman Polat adlı bu kişi, Küçükaydın’ın 1986’da Kürdistan Press’te yer alan yazılarının farkına varıp deşifre edici yazılarla, bu anlayışın “Kürtlerin Kendi Kaderini Tayın hakkını reddettiğini” yazmış. Demir Küçükaydın diyor ki;
“L. Polat’ın eleştirisine konu ettiği yazının temel tezi şöyle ifade edilebilir: “Kürt Ulusu bağımsızlığını elde edebilmek için, bağımsızlıktan daha fazla bir şeyler için savaşmalıdır.” ya da başka bir ifadeyle: “Kürt ulusu, kendini ulusal baskıdan kurtarmak için, kendini ezen ulusların ezilenlerini de kurtarmaya kalkmalıdır.”
Küçükaydın’a göre; PKK’yi CIA ve MİT’in örgütü olarak gören Kotan, Küçükaydın buna itiraz edince yazılarını yayınlamaktan vazgeçiyor (Kürdistan Presse Yazılar; 1986). Bence, Kotan Küçükaydın’ın kim olduğunu anlamış olmalı!
Küçükaydın ile cezaevinde can ve fikir yoldaşı olan ve “Kürd sosyalistlerinin gri bölgesinde yer alır” diye nitelediği Recep Maraşlı’nın da Kürdistan tarihine düşülecek notları mutlaka vardır. Küçükaydın’ın Maraşlı’ya sürekli övgüler dizdiği “Kürdistan’da Sosyalizm’in Sorunları” (2003) kitabı da okunmaya değerdir. Maraşlı’nın Gezi olaylarına coşkulu yaklaşımını okuyarak bilmeniz ayrı bir gerekliliktir!
Bir not düşmek amacıyla belirtmek istediğim bir durum var. Demir Küçükaydın’ın yazılarında öne çıkardığı “oligarşik bürokrasi” ve Nubihar’ın Diyarbakır’da düzenlediği sempozyuma katılan Baskın Oran’ın konuşmasında bahsettiği ve her kötü, dengesiz, vahşi olgunun sorumlusu olarak işaret ettiği “bürokrasi” Türkiye’de neyi ifade eder ve gerçekten de bu insanların dikkat çekmeye çalıştıkları sorunların temelinde yer alan kesimler midir?
Bu bakış açısıyla, şiddeti önermesek de, örneğin silahlı kurtuluş hareketi başlatmak isteyecek Rum Pontus’lar ya da Tahtacılar doğru ve sonuç alıcı hedef olarak bürokratlara mı yönelmeliler? Asıl düşmanı soyutlaştırmaya, karmaşıklaştırmaya, hedef saptırmaya yarayan, asıl suçlunun kimler olduğunu gizleyen bu yönlendirmelere kanmamak gerekiyor. Ey Türk aydınları, ne zaman dürüstleşmeye başlayacaksınız!
Sorunun işgalcilerin tüm yapılanması ve anlayışından kaynaklandığını ve bunların ülkemizin dışına koşulsuz tasfiyesi ile Kürdistanlıların rahatlayacağını bilmek gerekiyor. Ayrıca, konuşmasında sıkça ezilip büzülerek Türkiye’deki dengesizliklere ve bunların yaşanmasında tek suçlunun “bürokrasi” olduğunu öne süren Oran, biz Kürdistanlılara bu dengesizliklere katlanmamız için hangi gerekçeleri öne sürecektir. Biz, birer Türk aydını olan bu insanlardan demokratikleşmesi mümkün olmayan, olsa da bizim üzerimize vazife olmayan, umurumuzda olmayan Türklerden ayrılmamızın haklı gerekçelerini ülkelerinde anlatmalarını temenni ediyoruz. Şöyle demelisiniz; “Size neden, neyinize katlansınlar ki?”
“Kürt Ulusal Hareketi, Kendi Olmaktan Çıkıp Yepyeni Bir Ulusun Tohumu…”
Demokratik Cumhuriyet fikri 1970’lerde Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi tarafından öne sürülüyor. Küçükaydın’a göre ise Öcalan bu fikre 2002’lerde “kendi kendine” ulaşıyor. Bunu “Bizim dediklerimize gelmesi” diyerek safça niteliyor;
“Kürt hareketi, bu programı, bizim her türlü etkimizden bağımsız olarak kendisi buldu. Bu, bizim bakış açımızdan, adeta mucizevi denebilecek bir gelişmedir. Nasıl oluyor da Kürt Ulusal Hareketi, çok daha elverişsiz teorik ve ideolojik bir hareket noktası, kültürel ve sınıfsal temeli olmasına rağmen, bizim yıllar önce klasik Marksizm’i kavrayış süremiz içinde, tamamen teorik çıkarsamalar yoluyla, bulduğumuz demeyelim ama, adeta yeniden keşfettiğimiz ve unutulmaktan kurtarmaya çalıştığımız şeyi tamamen başka bir yoldan buluyor? ” (Demokratik Cumhuriyet Nedir Sosyalistler Niçin Savunmalıdır; s. 6)
Hiçbir teorik derinliğinin, zeka pırıltısının görülmediği ve elalemden çalarak yarı-pleb Öcalan’ın kendi kendini Tanrılaştırması eserlerini biz; Tarihte Zorun Rolü, Radikal Demokrasi, Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Konfederalizm vs. gibilerinde de gördük ama fukara Küçükaydın böbürlenmek için kendini açıkça ele veriyor;
“PKK’nın Demokratik Cumhuriyet parolasını savunması, “Bizim dediklerimize gelmesi”dir./…/Kaldı ki, PKK’nın bu “bizim görüşlerimize gelmesi”, sadece Demokratik Cumhuriyet konusuyla da sınırlı değil. Örneğin, Özgür Politika’da ilk yazmaya başladığımız sıralar, Çin, Hint, Akdeniz uygarlıkları ile ilgili olarak yazdıklarımız, aynen Öcalan’ın, “Sümer Rahip Devleti’nden Halk Cumhuriyetine Doğru” kitabında tartıştığı konulardır. (Demokratik Cumhuriyet Nedir Sosyalistler Niçin Savunmalıdır; s. 6)
Küçükaydın, PKK’ye “inanmış” biçare Kürdlerin “ezen ulusun ezilenlerini” adam etmekteki rolünü ise şöyle ayrıntılıyor;
“Ezen Uluslar Açısından: Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi, böyle bir programı savunan bir öncülüğe sahip olduğu takdirde, ezen ulusun ezilenlerini aktif olarak yanına kazanabilir ve programı uğruna mücadele için örgütleyebilir. Çünkü böyle bir program, aynı zamanda, ezen ulusların bürokratik, militer devlet cihazlarının parçalanmasıyla gerçekleştirilebilir.
Böyle bir program, ezen uluslar tarafından ezilen diğer ulusları da yanına kazanabilir. Örneğin İran’da Azeriler de ezilen bir ulusturlar. Bağımsız bir Kürt devleti hedefi, Azerileri, Kürt Devleti uğruna mücadeleye sevk etmez, ama Demokratik Cumhuriyet, onların mücadelesini de ateşleyip, ivmelendirebilir.” (Demokratik Cumhuriyet Nedir Sosyalistler Niçin Savunmalıdır; s. 9)
Yukarıdaki paragraftan anlaşılan Kürdlerin mücadelesi sadece ezen ulusun ezilenlerini “yedeklemekle” kalmayıp, Azeri ve Belücilerin vs halkların da Demokratik Konfederalizm mücadelesine koşacaklarını garantiliyor. Küçükaydın, Öcalan’ın “ulusal kurtuluş partisinden sosyal kurtuluş partisine” dönüşümünü selamlıyor ve bunu neden mi yapıyor? İnanamayacaksınız ama alay etmeden okuyun lütfen!;
“Pek ala, Demokratik Bir Cumhuriyet, Türkiye gibi bir eşik ülkede, hele, ulusu bir hukuki kavram olarak tanımlar, dil ve kültürü ulusun tanımından dışlarsa, Orta Doğu ölçüsünde, Bizans, Osmanlı alanının refah ve demokrasiye geçmesini sağlayabilir. Zaten PKK’nın veya Kürt hareketinin programı da tam budur.
Hayır, kimilerinin sandığı gibi, demokratik bir cumhuriyette Türkiye büyük bir askeri emperyal bir güç ortaya çıkacağı için falan değil; (Bütün bunların olup olmaması bir yana. En iyi biçimini düşünelim. Çevresine demokrasi getiriyor. İçinde yoksulluğa son veriyor. Müthiş bir özgürlük ortamı sağlıyor. Bütün komşularıyla barış içinde. Onlardaki demokratik dönüşümleri destekliyor. Bütün bu koşullarda bile, savunulamaz dünya proletaryasının genel çıkarı açısından. Çünkü bütün bunlar, bir grup insanın daha Avrupa veya Amerikalıların yaşadığı refah ve özgürlük düzeyinde yaşaması sonucunu verir. Yani bir ülkenin sınıf atlamasıdır adeta.) bu dünya çapındaki sosyalist bir program açısından, yeryüzündeki apartheiti kaldırma ve başka bir uygarlığı taslaklaştırmanın acilliği bakımından savunulamaz. Bunu savunmak ulusal sosyalizm anlayışını savunmak demektir.” (Demokratik Cumhuriyet Nedir Sosyalistler Niçin Savunmalıdır, 2002; s. 29)
Küçükaydın’ın biz Kürdleri değil de, PKK’ye inanmışları budala yerine koyan ve Öcalan tarafından da sıkça dile getirilen ve her defasında “PKK beni anlamıyor!” diye hayıflandığı müthiş saptamaları bir de biz anlamaya çalışalım. Diyelim ki siz kapitalist bir ülkeye sosyalist inancınızla yönetici oldunuz, yani yönetimi tamamen devraldınız! Sizce neler olur? Gülmeden okumanız ricasıyla ve sabırla;
“Kapitalist bir ülkenin sosyalist inançlı yöneticileri ne yapar? İşçiler için her türlü sendikal özgürlükler ve bunlar için güçlü garantiler. Uluslar üzerindeki her türlü baskının kaldırılması. Tüm dillerin ve kültürlerin eşitliği. Köylülere tüm yardımlar, kooperatifçiliğin teşviki. Komşulardaki demokratikleşmeleri desteklemeler ve barışçı ilişkiler. Örneğin, bu devletin bu sosyalist inançlı yöneticileri, Ermenistan’a gidip, tıpkı Willy Brandt’ın Polonya’da yaptığı gibi, Ermeni Katliamına uğrayanların önünde saygıyla eğilip bunu insanlık vicdanında mahkum eder. Tarih kitapları Orta Asya Türklüğü değil de, Anadolu Mezopotamya uygarlıklarının bir mirasçısı olmaktan söz eder vs.. Bunlar çoğaltılabilir.
İşte böyle bir ülke dev olur. Bölgede Osmanlı’yı yeniden oluşturur, muazzam bir güç olarak ortaya çıkar. Burada güç deyince fiziki, askeri gücü anlamayın. Bu günkü Avrupa’nın gücü gibi bir güç anlayın. Ülkelerin size katılmak için sıraya girdikleri bir güç anlayın.
Nasıl mı dev olur? Sadece bir tek faktörü ele alalım. Uluslara ve dillere getirdiği özgürlükler faktörünü. Türkiye’deki Kürtler üzerindeki her türlü baskı kalktığından ve onların da ayrılması için bir neden kalmadığından ve onlar zaten bu demokratik sistemin temel kurucularından olacağından, İran, Irak, Suriye’deki Kürtler, otomatikman bu devletin gönüllü taraftarları haline gelirler. Baskı yoktur, özgürlükler vardır ve Türkiye bunlara göre nispeten daha ileri ve zengin olduğundan, refah ve özgürlük demektir bu. Bu durumda, bu ülkelerdeki bütün Kürtler, tıpkı bir zamanlar Doğu Avrupa’da olduğu gibi, Türkiye’ye kapağı atmaya çalışacaklardır. Eh bu ülke, komşularıyla bir de, bu günkü Avrupa Birliği gibi, örneğin Ortadoğu Demokratik Federasyonu gibi bir tasarıya sahipse, bu ülkeye birey olarak kapağı atamayanlar, ülke olarak kapak atmanın mücadelesine gireceklerdi. Yani şimdi Türkiye’de Avrupa Birliği bağlamında olanın aynısını, İran, Irak, Suriye, Kafkas ülkelerinde yapmaya çalışacaklardır. Yani ülkelerinde Demokratik Cumhuriyet mücadelesi vererek, Kopenhag kriterleri gibi Ortadoğu Demokratik Federasyonu kriterlerine ulaşma mücadelesi vererek böyle bir federasyona katılmaya, refah ve özgürlüklerden nasiplenmeye çalışacaklardır. Bunun bölgede demokratik devrim ve dönüşümleri nasıl kışkırtacağı tasavvur edilebilir.
Ama şimdi gelelim işin can alıcı noktasına? Sadece bunlar değil, Kafkaslardan Abazalar, Ermeniler, Azeriler vs., İran’dan Laikler, Hıristiyanlar, Azeriler, Türkmenler. Irak’tan Türkmenler, Kürtler, Şiiler Araplar, Suriye’den Kürtler, Araplar, Sünniler, Irta Asya’dan Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Özbekler baskı altında oldukları, akrabalarının burada oldukları gibi gerekçelerle, binlerce yoldan sizin ülkenize, refah ve özgürlüklerinizi paylaşmak için gelmeye çalışacaklar. Tıpkı bu gün Avrupa’ya olduğu gibi.” (Demokratik Cumhuriyet Nedir Sosyalistler Niçin Savunmalıdır, 2002; s. 50)
Sanki Öcalan’ın cümlelerini okur gibi oldunuz değil mi?
Bu alıntılardan da anlayacağınız gibi bir mürid, bir fedaiyseniz bu sözlerin ne anlama geldiği sizi ilgilendirmez. Eğer öyle biriyseniz, önderliğiniz size dünyanın en neolitik, en kaba, en kırıcı, en seksist diliyle de konuşsa, siz önderliğin ağzından bal damlıyor sanırsınız.
Yukarıdaki alıntıları böyle bir insana okutsanız, bu sayılanların Öcalan’ın ve PKK’nin fikirsel beslenmesi için işgalci tarafından servis edildiğini açıklasanız, halihazırda savunduğu ve avunduğu anlayışların bize ait olmadığını ispatlasanız, bu düşünceler yüzünden ödenecek bedellerin karşılıksız olduğunu ve sonuçlarının hep düşmana yarayacağını anlatsanız, inandıramazsınız.
Bu nedenle, Kürdistan Kürdistani olanların insafına ve silkinmesine kalmıştır. Kürdistani olmak diğer insanlarımızın Kürdistanileşmesine neden olacaktır. Bu ayrı bir yazının konusudur. PKK’nin “inanmış” kitlesi Kürd, Kürdistani ve Kürdistan kaygısı değil, önderliği, bitmeyen uluslar arası komploları, Rojava devrimini, KDP alçaklığını savunacaktır. (30 Eylülde yapılacak saçma ve ansızın eylem de Kürdleri Gezi eylemiyle tanıştırmaya yarayacaktır. Öcalan için gelmiyorsan eyleme, satatü için gel!
Demir Küçükaydın; net olarak bir Türk ırkçısı, asimilasyoncu, aşağılayıcı dile sahip, Kürdleri başkasının ucuz ve inanmış askeri haline getirmede ve o pozisyonda tutmada usta, ana unsuru Türkler olan delik deşik bir şemsiyenin altında ve etrafında diğer halkların döndüğü, başta cahil Kürdler ve özellikle Kürd kadınları olmak üzere diğer halkların Türklerin çıkarı için gönüllü ahmaklar ordusu oluşturmalarını istiyor ve; PKK bu kirli ve karanlık sömürgeci duyguların elinde, yüzünde hiç kurumayan Kürd kanıyla baş fedaisidir.
27.09.2013
Yiğit Doğan
http://www.serbesti.net/forum/showentry.php?sNo=31605