CHP ve/veya HDP’nin Yerinde Olsam…
Tabii ki, futbol maçını trübünden seyreden bir maç seyircisinin ya da boks maçını ringin dışından izleyen bir boks meraklısının konumunda olduğumun farkındayım.
Futbol seyircisi de, sanki top kendi ayağındaymış gibi, “o topu ayağında ne dolandırıyorsun be oğlum, sağ taraftaki Hamit’e paslasana, oradan kaleye kayıversin” diye kendi kendine tavsiyelerde bulunur. Bıraksalar sahaya girecek ve tavsiyelerini bizzat gerçekleştirecektir de, ah o ona fırsatı vermiyorlardır ki. Boks seyircisi de aynıdır. “Aslanım ne diye kapanıp duruyorsun, baksana herif yoruldu, darbeleri etkisiz, tamamen raundun sonunu getirmeye oynuyor. Sol tarafı açık, oradan çaksana bir kroşe” der durur oturduğu yerden, hatta elinde olmadan yumruklarını hafiften sağa sola sallamıştır bile. Ah şu sıra ringte o olacaktır ki.
Bu yazıda benim söyleyeceklerim de buna benzemektedir. Hayatımın hiçbir döneminde parlamenter politika alanında yer almadığım halde, kendi kendime muhalefete akıllar verip duruyorum. Oturduğum yerden “Şöyle yapsalar AKP’nin işi bitiktir. CHP böyle yaparsa hapı yutar, bir daha %25’i bile tutturamaz, HDP soldan topu bir ortalasa…” deyip duruyorum. Aşağıda söyleyeceklerimi de siz, bir politika seyircisinin hezeyanları olarak okuyun. Tabii bütün bu söylediklerime rağmen hâlâ içinizden okumak geliyorsa.
Ben CHP ve/veya HDP’nin yerinde olsam, AKP’yi tek başına bir AKP azınlık hükümeti olmaya mahkûm ederdim. Aslında bu taktiğin adı, AKP’yi kendi iktidar ipiyle boğmaktır (IŞID’çıları ya da Hizbullahçıları hatırlatan bu korkunç metaforumu mazur görün lütfen). Nasıl mı? Şöyle:
AKP’ye, “azınlık hükümeti kur, seni dışarıdan destekleyeceğim, güven oyu vereceğim” derdim. Eğer AKP bunu kabul etmezse, cumhurbaşkanı nasıl olacaktır da, ülkeyi yeni bir erken seçime götürecektir? Erken seçim, bütün hükümet olanakları fiilen uygulanamaz olursa cumhurbaşkanının yetkisindedir.
AKP azınlık hükümeti kurduğu zaman ise yapılacak şey basittir. İktidarın ipi muhalefetin elinde olacaktır. Geçmiş dönemdekine benzer uygulamalara kalktığı an gensoru yoluyla iktidardan düşürülebilir.
Diyelim ki AKP, her an düşeceği korkusuyla bu tür uygulamalara girmek konusunda çekingen davrandı ve yuları muhalefete kaptırmış bu “at” uysallaşarak tırısta gitmeye başladı. Bundan sonraki adım yasamada çoğunluk olan muhalefetin istediği yasaları çıkartmasına gelir. Önce hırsız bakanlar yüce divana gönderilir (üç partinin de isteği bu değil miydi?); ardından güvenlik yasası geri çekilir (üç parti de bu konuda ortak bir mücadele vermemiş miydi?); ondan sonra cumhurbaşkanı kaçak saraydan çıkarılır (gerçek iktidar yasamanın elinde değil mi?); ardından yolsuzluklar gerçek anlamda soruşturulur; en önemli adımlardan biri olarak, meclis kararıyla hükümetin dış politikası denetlenir ve Suriye ile bir barış anlaşması yapılması sağlanır; Gezi’deki siyasi cinayetler de dâhil olmak üzere bütün siyasi cinayetleri soruşturan ciddi bir meclis araştırmasına girişilir; yargının iktidarın denetiminde olmasını önleyen sıkı bir yasal düzenlemeye gidilir; basın özgürlüğünü güvence altına alan yasalar çıkarılır vb. vb.
“Hadi be aslanım, top ayağına gelmiş işte, çaksana bir vole…”
Gün Zileli
26 Haziran 2015
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com
Valla doğru:)
Gün Abi, bu dediğinizin argocasına ne denir Çukurova bölgesinde?
“eli bağlı …. .. ….!”
Hani baştan yorum hakkınızı hafife aldınız ya, takdir edersinizi ki bir teknik direktör, star oyuncu kadar güzel çalım atmak, top sektirmek zorunda değil.
Biz hep seyirci kalalım, bu zıvanadan çıkmışlık çok keyif verici. Yaşam ve mücadele alanlarımız sokaklar, ormanlar ve birey aklı iken, bu Survival Toplumunu, onun origami devletini, onun tıp ve üniversitede de dahil tüm bürokratik sahte kurumlarını-katil aygıtlarını gözlemlemek gerçekten keyif verici. İçimde yattığım yerden devrim yapacağım gibi bir his var,
Güzel yazı,
Ben bunu bir koşula bağlardım. Adalet Bakanlığı’na toplumun kabul edeceği tarafsız bir isimin Meclis dışından atanması koşuluna…Mesela Sami Selçuk…
TÜRK ELİTLERİNİN İSTEMEDİĞİ HER ŞEY ERDOĞAN’DA VAR! BU NEDENLE SEVİLİYOR VE AYNI DÜZEYDE NEFRET EDİLİYOR!
TAHRİBATI İYİLEŞTİRMEK İÇİN DEVREYE GİRENLER SADECE KÂR MAKSİMİZASYONUNU ÖNEMSER!
“PARA KAZANMAK” NİÇİN EN BÜYÜK DEĞER HÂLİNE GELDİ!
KARAMAZOV KARDEŞLER’DE HZ. İSA YERYÜZÜNE İNER VE KURALLARA UYMADIĞI İÇİN KİLİSE TARAFINDAN TUTUKLANIR!
Yazar Selahattin Yusuf “Erdoğan bu topraklarda bütün geleneksel değerlerin kristalize olduğu bir nokta. O yüzden bu kadar çok seviliyor ve nefret ediliyor” dedi.
>> Kitaplarınızda genel olarak koyu bir yeşil takıntısı var. Neden? <> Sizin gibi bakir yeşil takıntısı olan birine göre kent kötü bir icat mı? <> Öze dönüş mümkün mü? <> Mimari neden bu kadar önemli sizce insan ruhu için? <> Bu tahribatı iyileştirme yolları hakkında ne düşünüyorsunuz? <> İnsan ruhunun biricik olma arzusu kendini kentte nasıl gösteriyor? <> “Kişisel gelişim” sektörü de bu sahte sektörlerden biri mi sizce? <> İçine sıkıştığımız sistemi reddetme imkânımız var mı şu saatten sonra? <> Biraz huzuru nerede bulabiliriz? <> Tayyip Erdoğan 3 çocuk dediğinde tepki çekiyor. Neden? <> Nişantaşı’ndayız. HDP’nin burada birinci parti çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? <> Neden kaçmak isteniyor? <<
Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilmiş kültürel kapitülasyonlar vardı. Elitler, biz bu kültürel kapitülasyonları verelim, karşılığında topraklarımız bizim olsun dediler. Bir kurtuluş seçeneğiydi. Ama sosyoloji müdahale edilebilir bir şey değildir. Elitler sonunda buna kendileri de inandılar ve çaresizlikten benimsediler. Samimiyetsizlik yok ama hastalıklı bir durum.
Ürün Dirier
25 Haziran 2015
http://www.karar.com/gundem-haberleri/turk-elitlerinin-istemedigi-her-sey-erdoganda-var
Yukarıda “Selahattin Yusuf röportajı” metninde karakter uyumsuzluğu nedeniyle bozukluk meydana geldi.
Aşağıda aynı metnin tam hâlini okuyabilirsiniz:
TÜRK ELİTLERİNİN İSTEMEDİĞİ HER ŞEY ERDOĞAN’DA VAR! BU NEDENLE SEVİLİYOR VE AYNI DÜZEYDE NEFRET EDİLİYOR!
TAHRİBATI İYİLEŞTİRMEK İÇİN DEVREYE GİRENLER SADECE KÂR MAKSİMİZASYONUNU ÖNEMSER!
“PARA KAZANMAK” NİÇİN EN BÜYÜK DEĞER HÂLİNE GELDİ!
KARAMAZOV KARDEŞLER’DE HZ. İSA YERYÜZÜNE İNER VE KURALLARA UYMADIĞI İÇİN KİLİSE TARAFINDAN TUTUKLANIR!
Yazar Selahattin Yusuf “Erdoğan bu topraklarda bütün geleneksel değerlerin kristalize olduğu bir nokta. O yüzden bu kadar çok seviliyor ve nefret ediliyor” dedi.
=== Kitaplarınızda genel olarak koyu bir yeşil takıntısı var. Neden? ===
Lisedeydim. Okulun bir etkinliğinde kazara başarılı olmuş ve İstanbul gezisine hak kazanmıştım. Trabzon’dan hiç ayrılmamıştım o zamana kadar. Otobüsle, cümbür cemaat uzun bir yolculuk etmiş, Ankara’ya varmıştık. Ankara’dan trenle yola devam ettik. İstanbul’a sabah varmıştık. Tren Haydarpaşa Garı’na yanaşıp yavaşladığında, etrafta Trabzon’un bitki örtüsüne çok benzeyen yeşillikler gördüm. Tekrar Trabzon’a dönmüş kadar sevinmiştim. Nedenini çok sonraları kestirebildim ancak. Samsun’dan sonra kıvrıldığımız İç Anadolu bozkırları beni o kadar üzmüştü, o kadar korkutmuştu ki… Hayatımda gür ve yabani yeşilliğin haricinde hiçbir toprak görmemiştim. Sonraki yıllar Ankara’da okudum ve orada 10 yıl yaşadım. Bu travmatik yeşillik eksikliğini hep iliklerimde hissettim. Goethe’nin “Werther”i benim için apayrı bir hikayedir bu yüzden. Bu bende derli toplu bir duyguya, hattâ giderek düşünceye ve felsefeye de evrildi. Bakir yeşillik takıntım, yazdığım bütün kitapların ve hikayelerin gizli ve en güçlü karakteri oldu bu yüzden. Doğanın yerinden edilmemiş hakikati, benim hep en büyük ruhum oldu. Rimbaud’yu bile bu yüzden bambaşka sevdim: “Ey doğa / Ey annem benim” der o.
MAHREMİYET OLMADAN HUZUR OLMAZ
MÜHENDİSLİK GELİŞİYOR AMA MİMARİ İLERLEMİYOR
=== Sizin gibi bakir yeşil takıntısı olan birine göre kent kötü bir icat mı? ===
Öyle gibi görünüyor. İnsan tabiattan koptu ve araya kavram girdi. Yani insan ile sezginin, kalbin arasına düşünce girdi. Bu düşünce ne kadar iyi olursa olsun bizi hiçbir zaman tedavi edemiyor, sadece yarayı büyütüyor. Felsefe şehirlerin icadıdır. Bilgelik ise kırda, inzivada vardır.
=== Öze dönüş mümkün mü? ===
Öze dönüş hep tartışılmıştır. Bu mimariyle, kibrit kutusu gibi üst üste dizilmiş, mahremiyetten yoksun evlerde öze dönülemez. Osmanlı mimarisi insan tabiatına uygundu aslında ama ahşap olduğu için hepsi yandı, yok oldu. Eskiye dair elimizde bitişik nizam gayrimüslim evleri kaldı sadece. Mahremiyetin olmadığı yerde huzurun olacağını sanmıyorum. Mühendislik gelişiyor ama mimari ilerlemiyor. Oysa ihtiyacımız olan mimari.
MİMARİ DONMUŞ MÜZİKTİR
=== Mimari neden bu kadar önemli sizce insan ruhu için? ===
Schopenhauer’ın bir lafı vardır, Goethe’nin de çok sevdiği… ‘Mimari donmuş müziktir’ der. Şehirde ise müzik gürültüden ibaret. Beste özgündür, evler de insan ruhuna uygun şekilde biricik olmalı. Ama modernite bizi her alanda aynılaşmaya itti. Kaygı kurumsallaştı. Bunun ruhlarımızda açtığı tahribat çok derin.
=== Bu tahribatı iyileştirme yolları hakkında ne düşünüyorsunuz? ===
İyileştirme için devreye giren sektörler sadece kâr maksimizasyonunu önemser. Psikiyatri, psikoloji, kişisel gelişim gibi. Piyasa kapitalizmi araya devamlı aracılar sokarak bir mesleğe bağlıyor. Kendi insanlığımıza doğru yol almamızı paraya tahvil ediyor.
=== İnsan ruhunun biricik olma arzusu kendini kentte nasıl gösteriyor? ===
Hem biricik olmak istiyoruz, hem de bir grubun içinde kabul görmek. Bu teknik olarak mümkün değil. Mümkün olmadığı yerde bunu sahte sektörlerle gerçekleştiriyoruz. Moda gibi… Bu sahte sektörlerle özgünlük ihtiyacımızı karşılamak da pahalı. Bu nedenle iş ve para kazanmak en büyük değer hâline geldi.
İSLAM, KAPİTALİZME UYGUN DEĞİL
=== “Kişisel gelişim” sektörü de bu sahte sektörlerden biri mi sizce? ===
Kesinlikle öyle. Geçmişi de Batı’daki “Hippi”lere, “Beatnik”lere dayanıyor. Bunlar İslam dünyasına hiç uğramadılar bile, bütün öğretilerini Uzak Doğu’dan aldılar. Çünkü İslam kapitalizme uygun değildi, Uzak Doğu öğretileri ise bireyi desteklediği için uygundu. Daha çok mal satmaya müsaitti.
=== İçine sıkıştığımız sistemi reddetme imkânımız var mı şu saatten sonra? ===
Delilik tüm bu kuşatmayı inkârdır, yok saymadır. Ama deliliğin bedeli de ağır. Mesela Nietzsche hayatının son on yılını büyük acılar içinde yaşadı. Dostoyevski ve Tolstoy da dinin kurumsallaşmasına karşıydılar. Dinin rasyonelleşmesine. Karamazov Kardeşler’de mesela Hz. İsa yeryüzüne iner ve kurallara uymadığı için kilise tarafından tutuklanır.
TÜRK MODERNLEŞMESİNİN UNUTMAYA ÇALIŞTIĞI HER ŞEY ERDOĞAN’DA
=== Biraz huzuru nerede bulabiliriz? ===
Geniş ailede. Şu an yazmakta olduğum kitapta cennetten kovuluşu yani geniş aileden kopuşu işliyorum. Kuzey Amerika’nın isyânkar yazarı Kurt Vonnegut 3 öz 4 de evlatlık çocuk babasıdır, geniş aileyi savunur.
=== Tayyip Erdoğan 3 çocuk dediğinde tepki çekiyor. Neden? ===
Erdoğan bu topraklarda bütün geleneksel değerlerin kristalize olduğu bir nokta. O yüzden bu kadar çok seviliyor ve bu kadar çok nefret ediliyor. Türk modernleşmesinin baskılamaya, unutmaya çalıştığı herşey Erdoğan’da görünür olmuş. Türkiye’de Cumhuriyet’ten itibaren bir kimlik politikası dayatılıyor. Muktedir denip duruyor, kim bu muktedir. Cumhurbaşkanı mı? Hayır, asıl iktidar mahallededir. Mahalledeki kültürel iktidar da seküler kimliğin elindedir. Ve bu büyük sermaye tarafından desteklenir.
HDP, İSLAM’DAN KAÇIŞ İÇİN BİR BAHANEYDİ
=== Nişantaşı’ndayız. HDP’nin burada birinci parti çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? ===
Murat Belge’nin bir sözü vardı çok hoşuma giden, “Türkiye’de insanlar İslam kültüründen kaçabilmek için hep çeşitli bahaneler bulur” diye. HDP’ye oy vermek de böyle bir kaçış fırsatıydı.
=== Neden kaçmak isteniyor? ===
Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilmiş kültürel kapitülasyonlar vardı. Elitler, biz bu kültürel kapitülasyonları verelim, karşılığında topraklarımız bizim olsun dediler. Bir kurtuluş seçeneğiydi. Ama sosyoloji müdahale edilebilir bir şey değildir. Elitler sonunda buna kendileri de inandılar ve çaresizlikten benimsediler. Samimiyetsizlik yok ama hastalıklı bir durum.
Ürün Dirier
25 Haziran 2015
http://www.karar.com/gundem-haberleri/turk-elitlerinin-istemedigi-her-sey-erdoganda-var
Merak etme zileli senin azınlık dediğin hükümet AKP-CHP çoğunluğu ile kuruluyor erdoğanı devre dışı brakıp Davutoğlu kılıçtaroğlu birlikteliği ile hem egemen sistemin talepleri hem siyasi iktidar akp nin hemde bir türlü muhalefet bile olamayıp hızla tükenme sürecine girmesi beklenen CHP ye yeni bir soluk olmak işlevide görecek en az 2 yıllık ömrü beklenen hükümet kuruluyor tamda senin dediklerinin bir kısmını yapıyoruz görüntüsü ile durumu kurtarmaya çalışacaklar yoksa bu işin fikir babası sen olmayasın?????cevabını bekliyorum. seçimin hemen sonunda HDP eşbaşkanı sayın Demirtaşın seçime seçmen iradesine ilişkin ilk yorumu AKP-CHP hükümeti işareti şeklinde olması sence zileli Demirtaşta geleceğin başarı siyaseti öngörüsü var dememiz abartı olurmu????
üstad ; sen bile perlementodan beklentiye girmissinya sonumuz iyi değil demektir ::)))
AKP’ye “kendilerini asmaya yetecek kadar ip vermek, ne azı ne fazlası” mı?
Belki de en iyi seçenek bu olabilir.
Demirtaş “içeriden dışarıdan destek vermeyeceğiz” diyerek elini bağladı. Seçimde oylarını maksimize etmek için bunu söyleme ihtiyacı hissetti. Zaten son durum (Kobane’deki katliam) AKP ile HDP’nin diyalog zeminini yok etti.
Sanırım bu görev CHP’ye düşüyor.
Fakat, MHP gerekli alçaklığı göstererek koalisyon yapacaktır. AKP ile HDP’nin diyalog zeminini yok eden sebepler nedeniyle tam da. Aynılar aynı yere..
Gün Zileli Türkiye koşullarını hep doğru, sistemin karakterini de hep yanlış değerlendiriyorsun. Sistemin mantalitesi buna elvermez, iktidarı paylaşarak uzlaşan bir çoğunluk üretir.
Ayrıca İktidarı isteyenlerden ne akp o kadar salak, ne de chp-hdp o kadar ilke sahibi olamaz. Sistem izin vermez.
Selamlar
Hamza Teke
(1)
KAPİTALİZMİN EN ÖLÜMCÜL ZEHİR OLDUĞUNU BİLİP, HÂLÂ SESİNİ SOLUĞUNU ÇIKARMAYARAK YAYILMASINA SEBEP OLANLAR VAR MI ?!
“This crippling of individuals I consider the worst evil of capitalism. Our whole educational system suffers from this evil. An exaggerated competitive attitude is inculcated into the student, who is trained to worship acquisitive success as a preparation for his future career!”
“İnsanların tek tek ‘bireyci’ zihniyete maruz bırakılarak sakatlanması; kapitalizmin sanırım en kötücül hâlidir. Eğitim sistemimizin tamamı bu kötülük nedeniyle acı çekmektedir. Mezuniyet sonrası başlayacakları kariyerlerinde ‘daha fazla edinmek’ fiiline adeta tapmaları amacıyla; okullarımızdaki her bir öğrenci en azılı ‘rekabetçi’ görüşlerle yetiştirilmektedir!”
*
“The economic anarchy of capitalist society as it exists today is, in my opinion, the real source of the evil!”
“Kanaatimce; bugün bile yaşadığına her saniye şahit olduğumuz kapitalist zihniyetin yarattığı kaos, bütün kötülüklerin kaynağıdır!”
[Albert Einstein; teorik fizikçi]
Mayıs 1949’da “Monthly Review” dergisinde yayınlanan makalesinden
http://monthlyreview.org/2009/05/01/why-socialism/
(2)
Büyükannem müthiş bir insandı. Bana Monopoly oynamayı öğretmişti. Oyunun adının “edinmek!” olduğunu anlamıştı! Biriktirebildiği her şeyi biriktirir ve nihayetinde oyun tahtasının hakimi olurdu. Ardından bana hep aynı şeyi söylerdi: “Bir gün bu oyunu oynamayı öğreneceksin!”
Bir yaz; neredeyse her gün, her saat Monopoly oynadım. Ve o yaz oyunu oynamayı öğrendim. Anlamıştım ki; kazanmanın tek yolu “edinmeye” olan KOŞULSUZ bağlılıktı! Anlamıştım ki para ve mevkiiler; sizin skorunuzu artırmaya yarıyordu!
O yazın sonunda artık büyükannemden daha acımasızdım! Eğer oyunu kazanmam gerekiyorsa; kuralların etrafından bile dolanmaya hazırdım! O yılın sonbaharında büyükannemle oturduk ve oynadık. Sahip olduğu her şeyi elinden aldım! Onu; son dolarını verip mutlak yenilgiyle ayrılırken izledim…
Ardından, bana öğreteceği bir şey daha vardı.
Dedi ki:
“Şimdi tamamı kutuya geri dönüyor!
Bütün o evler ve oteller!
Bütün demiryolları!
Ve kamu şirketleri!
Bütün o gayrimenkul!
Ve o harikûlade paralar…
Hepsi kutuya dönüyor!
Zaten hiçbiri gerçekte senin değildi!
Bir süreliğine, olayın büyüsüne kapıldın!
Oyunun başına oturmandan çok önce de buradaydılar!
Ve sen gittikten sonra da burada olacaklar!
Oyuncular gelir, geçer…
Evler ve arabalar…
Unvanlar ve kıyafetler…
Hattâ vücudun bile!…”
Gerçek şu ki: Elde ettiğim, tükettiğim, biriktirdiğim her şey gün gelip kutuya geri dönecek, ve ben her şeyimi kaybedeceğim!
Kendinize sormanız gereken soru şu?
İşyerinde nihai terfinizi aldığınız zaman,
Nihai alışverişinizi yaptığınız zaman,
Mükemmel evinizi satın aldığınız zaman,
Birikim yapıp maddi güvencenizi sağladığınız zaman,
Ve başarı merdivenlerinin basamaklarını tırmanıp gelebileceğiniz en yüksek noktaya geldiğinizde;
Heyecanınız da kaybolur, kaybolmaya devam edecek!
Peki; sonra ne olacak?!
Yolun sonunu görebilmek için daha ne kadar çaba sarf etmek zorundasınız?!
Eminim anlıyorsunuzdur: Hiçbir zaman yeterli olmayacak!
Öyleyse kendinize şu soruyu sormak zorundasınız:
Önemli olan nedir?!
[John Ortberg; yazar ve konuşmacı]
https://www.youtube.com/watch?v=kSAVN-nYSLI
https://www.youtube.com/watch?v=0ZKwAGWrDTU
https://www.youtube.com/watch?v=M_tFYqz-Igk
(3)
Ben New York’da büyüyen genç bir delikanlı iken “bayrağa bağlılık” yemini etmeyi reddettim. Tabii ki okul müdürünün odasına gönderildim! Müdür bana “Neden bağlılık yemini etmek istemiyorsun?” diye sordu. “Herkes ediyor, sen de yemin etmelisin!”
Cevap verdim:
“Bir zamanlar herkes dünyanın düz olduğuna inanıyordu! Ama herkesin yanlış şeye inanması; dünyayı düz yapmıyor!”
Ve devam ettim:
“Bugün Amerika Birleşik Devletleri sahip olduğu her şeyi diğer kültürlere, diğer milletlere borçlu. Ve ben bağlılık yeminini ‘dünyaya’, üstünde yaşayan herkese etmeyi yeğlerim!”
Söylememe gerek yok herhâlde; bu olayın üzerinden çok geçmeden okulu tamamen bıraktım. Ve yatak odamda bir laboratuvar kurdum…
Orada “bilim”i ve “doğa”yı öğrenmeye başladım. Sonra farkettim ki; evren yasalarla yönetiliyor. Ve insanoğlu, toplumla birlikte, bu yasalardan bağımsız değil.
Bütün bunları keşfederken, şimdilerde “Büyük Buhran (The Great Depression)” olarak adlandırdığımız “1929 krizi” geldi çattı. Bütün fabrikalar boş boş dururken; milyonlarca insanın neden işsiz, evsiz ve aç kaldığını anlamakta zorlandım!
Kaynaklar değişmemişti! İşte o zaman farkettim ki; “ekonomi oyunu”nun kuralları yapısı gereği hükümsüzdü!
Kısa bir süre sonra; bir sürü ulusun birbirlerini sistematik olarak yok etmek için sıraya girdiği “2. Dünya Savaşı” başladı!
Bir hesap yaptım; bütün bu yıkım ve savaş için boşa harcanan kaynaklar, aslında gezegen üzerindeki tüm insanî ihtiyaçları rahat rahat karşılayabilirdi!
O zamandan beri insanoğlunun kendi neslinin tükenişine zemin hazırlayışına tanık oldum! Son derece değerli ve sınırlı kaynakların “kâr etmek amaçlı!” ve “serbest piyasa!” adına sürekli olarak yok edilmesini acı içinde gözlemledim!
Toplumun, toplumsal değerlerin;
Materyalizmin ve bilinçsiz tüketimin temelini oluşturduğu bir yapmacıklık, sahtelik seviyesine düşürüldüğünü izledim!
Parayla ifade edilen güçlerin; “sözde özgür!” toplumların politik yapısını kontrol etmesine tanık oldum!
Şimdi 94 yaşındayım!
Ve korkarım ki düşünce yapım; 55 yıl öncesiyle tam olarak aynı!
Bir kez daha uyarıyorum:
Bu saçmalık artık sona ermeli!
(15 Ocak 2011)
[Jacque Fresco; endüstriyel tasarımcı, mucit, yazar ve aktivist]
https://www.youtube.com/watch?v=eMVjmxf642M
* * * * *
Kendi beyinlerini özgürleştirmek ve başkalarının beyinlerini özgürleştirmeye yardımcı olmak için sabırla, dayanışmayla, iradeyle mücadele eden herkese saygılarımızla!
http://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2015/06/28/secmen-yanlis-yapti-le-bonun-ruhu-churchillin-oryantalizmi
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/tbmm_hic_cok_renkli_oldu_mu-1386784
http://www.nasname.com/a/kustah-erdogana-kurd-samari-sarttir
Bir tarafta yaptığı yolsuzluklar açığa çıkmış, toprak ağası,eski AKP’li dengir mir mehmet fırat ‘ı meclis başkan adayı olarak gösteren HDP diğer tarafta Erdoğan’ı başbakan yapma karşılığında Cumhurbaşkanı olma pazarlığı yapan Deniz Baykal’ı aday gösteren CHP öteki tarafta iktidarda yer almak istemediği aşikâr olan ve ana muhalefet görevi ile yetinmek isteyen MHP.O yüzden bu halk düşmanları takımının forvetlerine karşı kalede “tek” başına bekleyen ancak onları kendi takım arkadaşı zanneden halkın maçı mağlup bitirmemesi mümkün değildir.
http://www.nasname.com/a/pkk-kurdleri-caresiz-birakiyor
http://www.nasname.com/a/sineklerle-ugrasmayin-batakliga-yonelin
29 Haziran – 3 Temmuz arası Yunanistan’ı dikkatle takip ediniz !
Ve yazıklar olsun!
Yazıklar olsun!
Yazıklar olsun!
Sayın Gün Zileli’ye defalarca söyledim, parmaklarım kan içinde kaldı klavyenin tuşlarına basmaktan:
“Anti-kapitalizm” temelli yazılar siz yazmayacaksanız; kapitalizm illetinden (ve tabii ki “iktisat”tan) anlayan dostlarınızdan rica edin, onlar yazsın, siz de sitenizde ayrı sayfa açarak bu yazıları buraya aktarın, yayınlayın!
Dinletemiyoruz ki sayın Gün Zileli’ye!
Hâlâ, inatla umursamıyor!
Hâlâ zannediyor ki; koca dünya sadece Kınalıada’dan ibaret!
Yazıklar olsun!
siz yazıverin.
dogu turkistan hakkinda hic birsey yazmiyorsunuz orada muslumanlar eziliyor…
eger sagdan hitler Mussolini ye soldan muadil aranacaksa, bu suphesiz trocki dir…
ayrica herkes baskalirin toprahini isgal ediyorda, kurtler lazkiyeye gitmek isteyincemi tirk solu sovenizmi icat ediyor hewal, e birazda biz edek kekekke:)
.Azzam, YPG’nin IŞİD’e karşı Suriye ordusu ile ortak hareket etmeyeceğini söyledi. Azzam, “biz Haseke’nin savunması için hazırız. IŞİD’in kenti ele geçirmesine izin vermeyeceğiz.
Haseke’nin tamamını savunmaya hazırız. Cezire Kantonu olarak Haseke için hazırlıklarımızı uzun zamandır yapıyorduk. YPG ve asayiş güçleri kente takviyeler yaptı ve halen de yapıyor. Suriye hükümeti ile aynı cephede hareket etmeyeceğiz. YPG, hükümetle aynı cephede IŞİD’e karşı savaşmayacak. Suriye hükümetine güvenmiyoruz”
Yazdığım bir yazı var. başlığını şimdi hatırlayamadım. Arşivden tek tek aramak gerekir. bütün ezilen halkların mücadelesini desteklerim.
yanlış.
Yazıyı buldum. Linkini veriyorum: http://www.gunzileli.com/2009/07/12/vahset-ve-devlet/
Bu da Tunca Aslan’ın Odatv’de bu yazıya karşı yazdığı yazıdır. Sitenin sayfalarına taşımışım. Onun da linkini veriyorum: http://www.gunzileli.com/2009/07/22/hangi-anarsist-yazar-basbakana-%E2%80%9Chelal-olsun%E2%80%9D-dedi/
http://marksist.net/utku-kizilok/tel-abyad-kurt-sorunu-ve-akpnin-savas-hazirligi.htm
Abi senin aslanlar voleyi çakamadılar bir de üstüne gol yediler..:)
ülkerinde tinerci cocuklarin mendil satan cocuklarin olmadigi yerlerde yesertilen solculugu, ulkelerinde egzos gazindan isinmaya calisan cocuklarin oldugu bir ulkede,yesertmeye calisan rengarenk , bireysel özgürlükcü`solculuktan`nefret etmekten beni kim alikoyabilir….
“benim aslanlar” kim, bilemedim. Ama CHP’nin de HDP’nin de bu işlerden hiçbir şey anlamadığı ortaya çıktı. Ben olsam HDP’nin yerinde, MHP’yi konrpiyede bırakmak için AKP’nin adayına oy vereceğimi açıklar, ama oylamada gizlice CHP’nin adayına oy verirdim. CHP’nin yerinde olsam da birinci turdan sonra, HDP’yi de ikna edip Ekmeleddin’e verirdim. Her iki durumda da AKP’nin adayı seçilemezdi.
Abi, senin aslanlar derken yazıya istinaden muhalefeti kastediyorum..Dediğin gibi bu işten anlamıyorlar,pişmiş aşı yiyemediler…….
Bu arda vahşet ve devlet yazısına istinaden cevap yazmış tunca aslan;Bir insan aynı fikir ekseninde kendini geliştiremiyor ve bu fikri lider kültüyle iademe çalışıyorsa çok geçmeden o kişi o fikrin faşisti olur..Nitekim stalinsit yada maoculuk gibi lider kültüne dayalı bütün devrimler başarıya ulaşamamış ve daha kötüsü ters etkiyle faşizme kadar işi vardırmışlardır..Oysa gerçekten demokrasi ve özgürlük arzusu taşıyanlar gerçek bir arayışın içinde olurlar ve sürekli sorgularlar..İşte bu nedenle sayın zileli eski mahalleleri olan birisi olarak büyük bir zevkle sizi takip ediyorum …
sağol. Belki de oralardan tanışıyoruzdur.
Gün Bey,
Genç kuşakların önemli bir bölümünün “Truman Doktrini”nden haberi yok.
Yunanistan hâlâ gündemdeyken, Truman Doktrini’nin ne olup ne olmadığını iletseniz ve bu konuyla ilgili kişisel görüşlerinizi anlatsanız nasıl olur?
Sol kesimde akla gelenler daha çok bizim Kurtuluş Savaşı dönemimizde yaşadıklarımız, oradaki cunta dönemi, “sirtaki” ve Mihri Belli’nin yaşadıklarından ibaret…
Hâlbuki daha derin kırılmalar var bu ülkenin tarihinde!
Cevabınız nedir, bir yazı yazacak mısınız?
ben sizden bu konuda bir yazı rica etsem. Siteye koyardık.
http://marksist.net/marksist-tutum/akpnin-savas-oyunlari.htm
http://www.nasname.com/a/hdp-ve-azadide-ibne-catlagi
İdeolojiyi Feda Ederek Devleti Kurtarmak
M. Şevket Eygi
DEVLET ve rejim iki ayrı değerdir. Devlet devamlıdır, durur, rejim (düzen veya sistem de diyebiliriz) değişir. Devlet elma ise, rejim onun sarı yeşil kırmızı, büyük küçük, kokulu kokusuz, taze bayat, sağlam çürük olmasıdır. Eskiden buna cevher ve araz derlerdi.
Faşist, ideolojik, totaliter zihniyetler devlet ile rejimi özdeşleştirir. Bu özdeşleştirme devlete, ülkeye, halka büyük zarar verir. Tarihte bunun çok örnekleri vardır.
Rejim (Düzen sistem) eskir, miadını doldurur, hizmet edemez, ihtiyaçlara cevap veremez hale gelirse devlete yük olur, kambur olur.
Kemalizm, M. Kemal Paşa’nın ölümünden sonra Dönmeler ve Dönmelerin kendilerine benzettikleri tarafından oluşturulmuş bir ideolojidir. Türkiye’nin resmî ideolojisidir. Bu ideoloji sosyal, kültürel, siyasî bünyemize dar gelmektedir.
Kemalizm özelleştirilmediği takdirde devletimiz büyük zarar görecek, ülkemiz parçalanacak, halkımız acılar çekecektir.
Artık çağımızda hiçbir medenî ülkenin resmî ideolojisi yoktur.
Medenî, sağlıklı, çoğulcu ülkelerde ideoloji yerine, hukukun üstünlüğü, evrensel insan hakları, millî kimlik ve millî kültür mevcuttur.
Sovyetler Birliği dağılmış, resmî ideolojisi olan Marksizm-Leninizm yürürlükten kalkmıştır.
Paralardan pullardan Marx’ın, Lenin’in resimleri çıkartılmıştır.
Almanya’da Nasyonal Sosyalizm tarihe karışmıştır… İtalya’da Faşizm… İspanya’da Frankizm… Portekiz’de Salazarizm…
Derli toplu bir ideoloji bile olmayan, şiddete dayalı Kemalizm büyük bir tarihî ârıza, kaza, kopukluktur. En kısa zamanda özelleştirilmelidir. İnanmayan inanmasın, inanan inansın… Devletimiz vatandaşlarına hiçbir konuda ideolojik baskı yapmamalıdır.
Resmî ideoloji özelleştirildikten sonra, onu bir din gibi benimseyenler arzu ederlerse siyasî bir parti kurarak yollarına devam edebilirler. Böyle bir şey yapsalar, bütün yurtta teşkilatlansalar, genel seçimlerde acaba yüzde kaç oy alabilirler?
1923’te Cumhuriyet kurulduğunda Kemalizm yoktu…
Cumhuriyetin Kemalizmle özdeşleştirilmesi tamamen yanlıştır ve millî menfaatlerimize büyük zarar vermektedir.
Devlet din ve inanç konusunda baskı yapamayacağı gibi resmî ideoloji konusunda da yapamaz.
Mevcut ideolojik Anayasa en kısa zamanda değiştirilmeli, onun yerine âdil, hukukun üstünlüğünü, evrensel insan haklarını, millî kimliği ve millî kültürü esas alan, sosyal ve kültürel yapımıza uygun yeni ve kalıcı bir Anayasa getirilmelidir.
1923 Cumhuriyetine dönülmelidir.
Devletin sırtındaki bütün ideolojik yükler ve kamburlar atılmalıdır.
Kemalizm insan haklarını kısıtlayan totaliter bir ideolojidir.
Devlet ile resmî ideoloji özdeşleştirilmesi devam ettiği takdirde büyük sarsıntılar, yıkımlar, parçalanmalar, krizler, sıkıntılar bizi beklemektedir.
Keşke resmî ideolojiyi feda edebilsek, devletimizi ve ülke bütünlüğünü ayakta tutabilsek.
http://www.gazetevahdet.com/ideolojiyi-feda-ederek-devleti-kurtarmak-2712yy.htm
Orhan Bursalı’dan doğru bir yaklaşım: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/320561/Meclis_baskani_secimi__Beceriksizlik_ve_kacan_firsat.html
M. Ş. Eygi’den okuduğum en akıllıca bir yazı.. Ama sorun şu, devlet ideolojisiz olur mu?
Her şey tıkırında giderken olabilir.. Ya bunalım dönemlerinde?
****
Neyse önce ideolojiyi atalım.. bu çok iyi.. Sonra da sıra devlete gelsin…
AKP muhalifleri devlete muhalefet edeceklerine hükümete/partiye muhalefet ediyorlar.
Hükümetler/partiler geçicidir. Devlet=ordu/polis/yargı/bürokrasi/eğitim kalıcıdır.
Hemen yarın bile AKP’li olmayan bir hükümet, cumhurbaşkanı, meclis başkanı gelse, hatta AKP kapatılsa hiçbir şey değişmez. Çünkü devlet=ordu/polis/yargı/bürokrasi/eğitim yerinde kalır. Ama bu kurumlar ortadan kalkarsa AKP de gider, çünkü iktidarını uygulayacak araçları ortadan kalkar.
AKP yerine devletin dayanağı olan kurumlarla, özellikle ülkedeki herkese zorunlu olduğu için devletin en büyük dayanakları olan orduya ve okullara muhalefet etmek, bunun için askere, okula gitmemek ve çocuklarını göndermemek gerekir.
Yukarıda sözünü ettiğim devletle ordunun özdeşliği ve ordunun çökmesiyle devletin de çökeceğine bazı örnekler vermek isterim.
Abbasiler, orduyu oluşturan köle kökenli Türk askerlerin halifelerin kontrolünden çıkmasıyla çökmüştür. Gazneliler, Samani devletinin ordusundaki köle Türk komutanların bu devleti yıkarak yerine geçmesiyle kurulmuştur. Eyyübilerin yerine geçen Memlûkler de öyle (memlûk=köle).
Osmanlı’nın 19. yy. başlarında dağılma tehlikesi geçirdiği dönem de böyledir. Ordunun temeli olan Yeniçeri ocağının bozulması ile taşrada ayanların yükselişi (Çapanoğlu, Kozanoğlu vb.) valilerin isyanları (Tepedelenli, Kavalalı vb.) Sırp ve Yunan bağımsızlıkları, Vehhabi hareketi gibi merkezkaç güçlerin yükselişi eşzamanlıdır.
M.Ş. Eygi Din’i de bir ideoloji olarak görmüyorsa “elalemi kör ve sersem” yerine koymuş olur!
Yazıyı aktarana sorayım.. Dinler de bir ideoloji midir?
Niçin Yunanistan’la ilgili bir tek harf bile yazmıyorsunuz?
Anarşistlik sadece Türkiye sınırlarında mı geçerli?
Yoksa, yaz mevsiminin rehavetinden çok memnunsunuz, parmağınızı oynatacak mecaliniz mi yok?
Din de bir ideolojidir ama ortaya çıktığı toplumdan bağımsız bir ideoloji/din olmadığından konuyu bu açıdan incelemek de eksiktir.
Yazıda eksik bulduğum başka yerler de olmasına rağmen (örneğin Kemalizm’in tarihi arkaplanını görmezden gelmesi, dönmelerin rolünü abartması) geneline katıldığımdan aktarmak istedim.
Ne yazılabilir ki? Ben Syriza’nın yerinde olsam; 1. halka özgür komünler kurmaları çağrısı yapardım; 2. ordu ve polisi lağveder, bu kurumlara harcanan parayla borçların bir kısmını öderdim (ama sadece bir kısmını).
Sizi de kandırmışlar ya sayın Zileli. Artık bütün ümidimi neredeyse kaybettim!
“Borçların bütünü” veya “borçların bir kısmı” diye bir ayrım anlayışı “kapitalist sistem içinde” mümkün değildir!
Kapitalizmin yegâne gayesi büzük sıkmaktır, kimsenin gözünün yaşına bakmadan!
Kahroldum “borçların bir kısmını” kelimelerinizi görünce!
Umarım “liberal adalara” yelken açmamışsınızdır???
Bir tavsiye:
SYRIZA VE “SOL AVRUPACILIĞIN” STRATEJİK İFLASI!
Evvela “hırsıza” sövüp saymak şart: AB, Yunan meselesinde sergilediği performansla halk iradesini ve demokrasinin abc’sini (mesela seçimleri) hiçe sayan arsızca sermaye “yandaşı” bir müesseseler bütünü olduğunu dosta düşmana gösterdi.
Peki “ev sahibine” ne demeli? Syriza’nın verdiği tavizler, Tsipras liderliğinin uyguladığı siyasal stratejinin Avrupa Merkez Bankası kayalarına toslaması anlamını taşıyor. Tsipras liderliği, “yukarıyı” da (yani Troyka ve sermayeyi de) “aşağıdakileri” de tatmin edecek bir “orta yol” bulduğu iddiasındaydı. AB içinde “hava dönmekteydi”. Tsipras IMF ve AB kurumlarıyla çatışmayan, AB kurumlarının çerçevesini kabul eden bir müzakere sürecinin Selanik programının uygulanması için zaman ve uygun zemin yaratacağı iddiasındaydı.
İşte çatışmasız, uyumlu (centilmence) müzakereyi esas alan bu “iyimser” strateji tuzla buz oldu. O “kurumlar”, Yunanistan örneğini takip etmesi muhtemel İspanya gibi örneklere hadlerini şimdiden bildirmek adına, öyle pek devrimci falan olmayan “Keynesçi” bir dizi önleme bile müsaade etmeyeceklerini göstermiş oldular.
SYRIZA liderliği, emeğin maliyetinin kati bir biçimde düşürülmesinin, Avrupa’daki “sosyal uzlaşmanın” işçi sınıfının siyasal, sosyal ve ekonomik gücünün bir bütün olarak kırılarak dağıtılmasının AB teknokratlarının neoliberal ortodoksiye olan “fundamentalist” itikatlarıyla alakalı bir mesele olduğu inancındaydı. Seçim zaferinden sonra, “milli irade” rüzgârı da arkaya alınarak AB içerisinde müzakerelerle çatlaklar yaratmak, AB kurumlarını rasyonel argümanlarla “ikna etmek” mümkün görünüyordu. Hedef, AB kurumlarında müzakereler yoluyla müttefikler bulmak, “aşırılıkçı” neoliberalleri tecrit etmek olmalıydı.
Olmadı. Olamazdı zaten. Yapısal kriz koşullarında Yunanistan’a dayatılan politikalar ideolojik bir sapmayla falan ilgili değildi çünkü. Yunanistan, sermayenin Avrupa çapında yürüttüğü açık bir sınıf savaşımın “ön cephesi”, daha sık kullanılan tabirle deney alanı haline gelmişti. Sermayenin emeğin toplumsal maliyetini kesin bir biçimde düşürme, “Latin Amerika tipi” bir neoliberalizmi Avrupa kıtasına dayatmaya dönük sınıf saldırısı, bir fikri aşırılık, bir takıntı olmadığı gibi, müzakerelerle değil, ancak mücadeleyle, tabir caizse “diş göstererek” geri çevrilebilirdi.
Neticede Tsipras liderliğinin AB kurumlarıyla çatışmayı ve hatta gerekirse kopuşu göze almayan, bu hileli oyunun kurallarını baştan kabul eden “Avrupacılığı” ve esas itibariyle AB kurum ve kuralları çerçevesinde gerçekleşecek bir “çözüm” arayışı, sonuçları itibariyle tam bir siyasal ve moral yenilgi.
Yapısal uyum ve kesinti paketleri dayatmalarının bir sınıf saldırısı değil de gelip geçici bir fikri moda olduğu, bu anlamda seçilmiş bir hükümetin rasyonel argümanlarıyla geriletilebileceği iddiası ham hayalden ibaretti. Neoliberalizm, AB kurum ve teknokratlarının kendilerini kaptırdığı gelip geçici ve aşırılıkçı bir heves olmaktan ziyade Maastricht’ten avro ve bugünkü “kurtarma paketlerine” birliğin DNA’sı halini almıştı.
Tsipras’ın siyasal yaklaşımının temeli olan “Avrupacılık” Syriza’nın bir icadı değil elbet. Avrupa solunun önemli bir bölümü açısından “Avrupacılık”, (zamanla SSCB ya da Çin gibi bürokratik diktatörlüklerin dış politikasınca araçsallaştırılarak “yozlaşmış”) enternasyonalizmin bir ikamesi olarak işlev gördü adeta (özellikle de Avrokomünist akımda). Avrupa bütünleşmesi milliyetçiliğe, içe kapanmacılığa ve militarizme karşı bir yanıt olarak görüldü.
Esasında uluslararası ilişkilerde uzlaşma ve hoşgörüyü temin edecek barışçıl Avrupa mitinin sol saflardaki kökü, Soğuk Savaş dönemine uzatılabilir. Bu görüşe göre, iki “süper güç”, yani ABD ve SSCB arasında kalan Avrupa’nın özerk hareket etme kabiliyetini artırması, nükleer silahsızlanma ve muhtemel bir 3. Dünya Savaşı’nın önüne geçilmesi açısından tayin edici önemdeydi. Aynı argüman, Soğuk Savaş sonrasında bu kez ABD karşısında dengeleyici bir güç söylemiyle geri geldi ve solda ve daha genel olarak savaş karşıtı hareket içerisinde taraftar buldu.
Avrupa’nın kurallı-düzenli bir “sosyal” kapitalizm modeli oluşturduğu teziyse 1970’lerin sonundan itibaren gelen neoliberal dalga karşısında ciddi bir savunma hattı oluşturamayan solda ve özellikle de sendikal harekette çok tutuldu. Neoliberal saldırı karşısında çözümü mevcut AB kurum ve kurallarında aramak, “Anglo-Sakson tipi” vahşi kapitalizmin tehdidine karşı bir dönem oldukça gönül ferahlatıcı oldu. Yakın geçmişte çokça dillendirilen “sosyal Avrupa” sloganı, özellikle Avrupa sendikal bürokrasisince başka bir Avrupa için bir mücadele çağrısı olarak değil, bir “sosyal model” olarak görülen mevcut AB kurumsallaşması dahilinde sosyal diyalogcu bir anlayışla yorumlandı.
Oysa Avrupa’nın “güneyinin” karşı karşıya kaldığı “şok terapisi”, emekçi sınıfların yaşam düzeylerinde 2. Dünya Savaşı sonrasında görülmemiş düzeyde bir düşüş dayatılması, yani tabir caizse Avrupa’nın “Latin Amerikalaştırılması”, Avrupacılık söylencesine hiç değilse solda artık son verilmesi ihtiyacını açıkça ortaya koyuyor.
Kriz, Avrupa’nın mevcut bütünleşme biçiminin sermaye lehine olduğu gerçeğini, AB’nin hiç değilse Maastricht Antlaşması’ndan itibaren neoliberal temelde şekillendiğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Avrupa Merkez Bankası’nın esas itibariyle bankalara ve finans kurumlarına hizmet ettiği, Avrupa Komisyonu’nun neoliberal itikadın dünya yüzeyindeki belki de en hararetli savunucularından oluştuğu artık açık. Avro, bilhassa Alman sermayesinin ihtiyaçları doğrultusunda ücretlerin ve toplumsal harcamaların bastırılması ve çevrenin merkezin çıkarlarına tabi kılınması yönünde bir mekanizma olarak işliyor.
AB siyaseti gereksiz kılan ve neoliberal itikadın işler kılınmasına dönük teknokratik müdahalelerde bulunan bir kurumsal yapı haline gelmiş durumda. Kısacası Avrupa’nın mevcut bütünleşmesi süreci, Avrupa’daki toplumsal güç ilişkilerini sermaye lehine dönüştürüp yapılandırmaya dönük bir proje.
İşte Syriza örneği, AB çerçevesi dahilinde kalınarak mutedil bir Keynesyen ekonomik ve sosyal programın dahi uygulanamayacağını tescil etmiş oldu. AB kurumları neoliberal ortodoksiden en ufak bir sapmaya, işçi sınıfının ekonomik ve sosyal gücünü tarumar etmek anlamına gelen kesinti programlarında küçük bir değişime dahi cevaz vermemeye kararlı.
Müzakerelere has teknokratik dili bir yana bırakıp mevcut durumun adını koyalım: Yunanistan halkı kendi geleceğine dair karar verme kudretinden yoksun bırakılmak istenmektedir. Bu şu anlama geliyor: Avrupa Birliği ve demokrasi, birbirine açıkça tezat teşkil eder hale gelmişlerdir. AB kurumları dağıtılmadan, Avrupa radikal bir biçimde yeniden ve mevcut AB’nin külleri üzerine inşa edilmeden Avrupa ile demokrasi ve (bırakın sosyalizmi) sosyal adalet arasındaki tezat çözülemez.
Sade Syriza liderliğinin stratejisi değil, “sol Avrupacılık” iflas etmiştir. Onun küllerindeki doğum sancılarıysa şimdiden başladı!
FOTİ BENLİSOY
13 TEMMUZ 2015
http://fotibenlisoy.tumblr.com/post/123983180574/syriza-ve-sol-avrupac-l-g-n-stratejik-iflas
Tabii ben sizin kadar yoğunlaşmış değilim, haklı olabilirsiniz. Ben aklıma gelen ilk şeyi yazdım. Foti de genelde haklı da somut çözüm gösteremiyor o da. Bence somut çözüm, özgür komünler ve ordu ile polisin dağıtılmasıdır. Bir kısmını ödeme meselesine gelince. Haydut yolunuzu kesmiş ve silahı beyninize dayamış. Ne yaparsınız? istediği paranın bir kısmını ödeyerek canınızı kurtarmaya çalışırsınız.
TÜRK SOLU FABRİKA AYARLARINA DÖNSÜN!
Türkiye’de kendine sol, sosyalist, Marksist, komünist gibi tanımlar yapan siyasi hareketlerin ve insanların ciddi bir sorunu var…
Bunların ‘kimlik’leri yok…
Ya kendi kimliklerini bilmiyorlar, ya reddediyorlar, ya da söylemekten utanç duyuyorlar…
Evet ‘Türk Kimliği’nden bahsediyorum…
Sol’un, sosyalistlerin Türk kimliğine sahip çıkmamasından, hatta reddetmesinden bahsediyorum…
Ve bu reddetmenin sonucu olarak, bu sosyalistlerin, marxistlerin veya komünistlerin önemli bir bölümü, şimdi Kürt milliyetçiliği kavgası veren HDP gibi hareketlerin çatısı altında varlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar…
Parlamentoya girmek için bu işe (HDP çatısı altına girme) sonradan yeni yeni heveslenen siyasi gruplaşmalar da var… Komünist partisinden ayrılan ‘İleri’ kanadı içinde şimdi bu konuda bir kavga ve saflaşma yaşanıyor…
Bu aralar sık sık ‘Fabrika ayarlarına’ dönmekten sözediliyor…
AKP’den tutun da, komünist ve marxist hareketlere kadar herkesi bir ‘fabrika ayarlarına dönme’ özlemi sardı… Bu daha çok telefon ve bilgisayarlarda yapılır…
Fabrika ayarına dönülecek, herşey sıfırlanacak, tertemiz ve lekesiz olacak, taze bir kuvvetle yeniden başlanacak…
Çok güzel!.. Ancak bunu yaparken bazen ‘bellek’ de silinir…
Onun için ben kimlik konuşunda bellek kaybı olanlara bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum…
Fabrika ayarlarına eklerlerse onlar için faydalı olabilir…
Türkiye’de sol, sosyalist, marxist hareketler, başından itibaren (Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü vb..) bir aydın ve entellektüeller hareketi olmuştur…Bunun sosyolojik nedenleri peşpeşe sıralanabilir (İşçi sınıfı kitlesel olarak yok denecek kadar azdı, örgütsüzdü vb.)
Ve bu nedenle Türk sol, marxist ve komünistleri kendilerini, başından 1920’lerden itibaren Türk milliyetçi akımlarından (Kemalist hareket), onlar ‘burjuva’ oldukları gerekçesiyle ayrıştırmaya önem vermişlerdir…
TKP’nin tarihi ortadadır…Ondan sonra 60’lı, 70’li yıllarda gelişen sol, sosyalist ve marxist hareketlerin tarihi de ortadadır… Kimsenin kimseyi aldatacak hali yoktur…Her şey yazılı çizilidir…Kayıt altındadır…
Türkiye’de solun, TİP ve diğer partilerin seçim başarısı da, aldığı oylar da bellidir…
Bu nedenle şimdi Aydınlık’ta sevgili arkadaşımız Hikmet Çiçek’in Mehmet Ali Aybar’a sahip çıkması güzeldir… Ama o dönemde, Çek işgaline karşı çıkan Aybar’a, Aydınlık hareketinin nasıl ‘burjuva, revizyonist vb diye saldırdığı konusunda tek satır özeleştiri yapmadan, Aybar’a sahip çıkmak inandırıcı olmamaktadır…
Kabul edelim ki, sol hareketler içinde en ‘milli’ olanı Aydınlık hareketi ve Doğu Perinçek’tir…
Ancak onun da fabrika ayarlarında bir bozukluk vardır…
‘Milli’ olanı bile ancak Stalin üzerinden savunmak gibi…
Eğer ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganını savunmak için ‘Ama bakın Stalin de milli Kuduzov’u böyle savundu’ gibi garabetlere başvuruyorsanız, seçimde neden sadece 160 bin oy aldım diye üzülmeyeceksiniz.. Çünkü bu yaklaşımla yanınıza ancak bu kadar insan gelir…
Bu açıdan Haziran hareketi de sorunludur…
Onlar da seçimden önce siyasi kavga verdiler…
HDP’ye katılıp katılmamak konusunda…
Türkiye’de Sol’un bir kısmı, kendini 1960’larda Cezayir’i destekleyen Fransız aydını zannediyor…
Bu nedenle Kürt hareketini desteklemeyi ‘Sol’ zannediyor…
Haziran hareketinin bir kısmı ise HDP’ye katılmayı reddederek ‘Yurtsever Sol’ kavramı altına sığındı…
Onlar da ‘Milli Sol’ tanımı kullanmaktan kaçındılar…
Gelelim bölünen TKP’ye…
Onların iki tarafı da ‘fabrika ayarları’na dönme peşinde…Bu iyi…
Çünkü 100 yıllık köklü bir muhasebeyi gerektiriyor…
Doğu Perinçek de önüne siyasi hedef olarak ‘Kemalist Devrimi tamamlamak’ konusunu koyarken, ‘1945’lerde Kemalist devrim neden yolundan saptı?’ sorusuna cevap aramaya başladı… Bu da fabrika ayarı… Bu konuda düşünmekte, yazıp, çizmekte yarar var… 50 yıllık MDD tartışması sanki yeniden gündemde…
Türkiye’de sol ve marxist hareketler ne kadar Türk?…
Ya da ne kadar Türk değil…Veya ‘Türklüğe’ düşman?…
Ve neden?…Bunları tartışmamız gerekiyor…
Fabrika ayarlarına dönersek…
100 sene önce Emperyalist güçler, dünyayı, Balkanları ve Ortadoğu’yı yeniden dizayn ederken Türkleri Anadolu’dan kovmayı hedef olarak belirlemişti…
Batı’nın Osmanlı’yı çökertme kavgasının özünde de, ‘Barbar’ Türkleri yeniden geldikleri yere Orta Asya’ya geri yollama amaçları vardı…
Mustafa Kemal Türkleri, Türk milletini milli mücadeleye sokarak, bu hareketi teşkilatlayıp Anadolu’da devletleştirerek, 1923’te Yeni Türkiye’yi kurarak, Türkleri bu topraklardan kovma planlarını 100 yıl erteletti…
Şimdi Emperyalistlerin Türkleri Anadolu’dan silme ve Türkiye’yi parçalama planları yeniden devrede…
Büyük Ortadoğu Projesi haritalarında Türklere, Araplara ve İranlılara karşı ‘Büyük Kürdistan’ var..
Batı Emperyalizmi ve İsrail ‘Büyüyen Kürdistan’ istiyor… Bunun için Irak, Suriye parçalanıyor…
Sırada İran ve Türkiye var…
Bunların da parçalanması isteniyor…
Türkiye’de buna karşı koyabilecek tek güç, bu ülkeyi hala ‘vatan’ bilen Türk milleti…
Bu nedenle Türk kimliğine sahip çıkamayan ve Türk milletini buna karşı koyacak bir şekilde örgütleyemeyen hiçbir sol, sosyalist, marxist hareket bu topraklarda başarılı olamaz…
Fabrika ayarlarına döneceksek, Marx, Lenin, Mao kadar bu devleti kuran ve bu topraklarda 100 yıl önce tutunmayı başaran Mustafa Kemal’den de esinlenmemiz gerekiyor.
(Kerem ÇALIŞKAN
http://odatv.com/n.php?n=sol-fabrika-ayarlarina-donsun-1507151200 )
Evet benim kimliğim yok.
Tevfik Fikret’in dediği gibi “Vatanım ru-yi zemin, milletim nev’i beşer”
Türk kimliği diyorsun da hangi Türk kimliği?
Batıcı, Kemalist Türklerin kimliği mi?
Ümmetçi, şeriatçıların kimliği mi?
Türk-İslam sentezcilerinin kimliği mi?
Osmanlıcıların kimliği mi?
Alevilerin kimliği mi?
Ateist, agnostik, dinsiz Türklerin kimliği mi?
Aslında Türk derken kastettiğin şey devlettir, ordudur.
Türk kimliği dediğin şey de devletçiliktir, orduculuktur, militarizmdir.
K. Çalışkan’ın yazısı, ideoloji kurgulamaya ait her tür saçmalığın mübah olduğu çağa ait olmalı.
Bu yazı,
“Türk” kimliği ile sosyalistlik yapmaya kalkışmanın, nasyonal faşizmini giysi dolabından seçilmiş kostümle gizleyebileceğini sanmaya ait çok “naif” bir yazı.
Galiyevcilik meselesinde bu konu tartışıldı.
***
Tamam, milliyetçi olun; ulusalcı sözcüğünü kullanın. Türkçü, İslamcı olun.. Bari Sosyalizminiz de eksik olsun!
İlla olacak; çünkü bu sosyalizm sözcüğü, zoka’da bir yem!
Devletçi-Köleci Nasyonal Sosyalizminize takılacak yem Türk kimliği olunca yutulur mu sanılır?
Aslında İşçi Sınıfı da aynı zokada bir yem!
Küçük burjuva, tahakkümcü, iktidarsevicilerin zokasına iliştirilen “yem’ler” her zaman böyle afilli, kutsal içerikli olmak zorunda; asıl niyetleri örtmeye yarayan…
Euro içinde kalıp “sıkı pazarlık” ile kemer sıkmayı gevşetme stratejisi 12 Temmuz’da duvara tosladı. Bu yolda Podemos’un Aralık ayında İspanya’da hükümete girmesi dışında herhangi bir umut ışıltısı göremiyorum. SYRIZA buna bel bağlamış, direnerek geri çekilmeyi sürdürüyor gibi gözüküyor. Podemos ne kadar oy alır, hükümete girerse bir işe yarar mı ayrıca şüpheli. An itibariyle PASOK’laşma noktasında SYRIZA. Daha doğrusu Tsipras liderliği. SYRIZA’dan kopma olabilir.
Bu arada sokak protestoları henüz oldukça cılız. Memur sendikası eylemi küçüktü. Anarşistler birkaç molotof attı ama o da göz boyamasın. Henüz bunalım hakim.
BirGün gazetesi hala Tsipras’ı savunmak uğrunda kendini utandırmakta.
Varoufakis gidişatı gördü, istifa edip adeta kendini muhalefete attı. Bugün de hayır oyu vermiş. Diğer hayırcı SYRIZA mv’leri ile birlikte atılırlar mı, ayrılırlar mı o da henüz belirsiz.
SYRIZA’nın içinde Plan B’yi yani Grexit’i savunan Costas Lapavitsas var. Fakat o da, Tsipras da, Varoufakis de diyor ki bütün kartlar Euro içinde pazarlık hedefine göre oynandı, paniğe yol açmaması için Drahmi’ye geçme hazırlıkları yapılmadı, bu konuya bir tabu muamelesi yapıldı. Bu arada Varoufakis’in Euro’dan çıkmadan devletin Euro bazlı senetler ile maaşları ödeme ve bunların para gibi dolaşıma sokulması gibi tasarıları vardı. Bunlar da denenmedi.
Borçlar asla ödenmeyecek. Ne yapılırsa yapılsın batık o krediler. Bunu herkes biliyor. Olan şey, tefecinin evdeki mallara haciz koyma operasyonundan ibarettir. Tefeciliğin yasak olması gerekir, ülkeler içinde yasaktır da. Çünkü geri ödeyemeyecek birine bile bile borç vermek zorbalıktır, borcu geri almayı değil köleleştirmeyi hedefler. Ama malum uluslararası düzen “anarşi”dir uluslararası ilişkiler ilmine göre.
Yapılan anlaşma Duyunu Umumiye, Sevr benzeri, ulusal egemenliği ilga eden, aşağılayıcı, korkunç bir anlaşma. Buna karşı milliyetçi, faşizan bir tepki çıkması kuvvetle muhtemel. İnsanın eline Yunan bayrağı alıp Alman bayrağı yakası geliyor. Böyle aşağılayıcı bir metin olamaz. SYRIZA ve Yunan halkı resmen tokatlanıyor, burnu yere sürtülüyor.
Bizim 80 darbesi ile, 2001 Derviş süreci ile geçtiğimiz fakirleşme yolunu, çok sayıda 3. dünya ülkesinin 20-30 yıldır yaşadığı dramını bir Avrupa çevre ülkesi şimdi yaşıyor. Dünya’nın ilgisi ve gözü orada yaşıyor, bu nedenle çok iyi görüyoruz, belki bizim gibi ülkelere bunlar yaşatılırken görmediğimiz kadar net görüyoruz çünkü bir de başta sol bir hükümet, bir sosyal hareket, bunların entelektüellerinin internetten herkese seslenmeleri durumu var.
Açıkçası 12 Temmuz teslimiyeti sonucu ağlayasım geldi. Artık bu yolda umut dediğim gibi çok cılız. Belki “icraat” tavsar, Aralık’a kadar oyalanılır dengeler değişir “mevcut durum” içinde tek umut bu.
Veya kısa vadede daha sert bir kötüleşmeyi göze alıp 5-10 yıl sonrasını kurtarmak için çıkılacak Euro’dan ve içerideki zenginlere ağır bir şekilde yüklenilecek.
Demokrasi, parlemento, siyaset alanı filan bunlar kadük. Bir yanda troyka diktası, diğer yanda? Göreceğiz.
Ben yine yazının konusuna döneyim, siyasi manevraların “büyük usta”sı, olayı çoktan fark etmiş ve daha 1 Temmuzda bu seçeneğin önünü kapatmıştır. Bu formülü kapsayan bir görevlendirmeyi asla yapmaz. Bkz: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29426034.asp
%7 barajlı erken seçim tuzağı çalışmaları başladı:
http://t24.com.tr/haber/akpnin-baraji-dusurme-planinin-hedefinde-hdp-oylari-mi-var,303159
Seçimin ertesinde barizdi bu yönde bir girişim olacağı. HDP’yi ödünç oylarından arındırmanın en kestirme yolu, barajı HDP öncülünün 4 yıl önceki oy seviyesine ince ayarla çekmek.
HDP oyunu görüyor ve baraj kalksın veya %1’e çekilsin diyor.
Baraj %7’ye inerse mevcut konjonktürde bu olumsuz bir gelişme olur. Tamamen kalkar veya %1’e inerse HDP birkaç puan ödünç oy kaybetse bile bu sefer de AKP birkaç mv SP-BBP birliğine kaybedecek, ayrıca HDP barajı yıkmış olmanın prestijini kazanacak.
bizim tuitumumuz barajın toptan kalkması olmalıdır. %7 hilesine gelmemek gerekir. AKP şimdiden erken seçim kampanyasına başlamış bulunuyor. Bence koalisyon kurulamayacak.
http://m.gelawej.net/index.php/yazarlar/ibrahim-guclu/1997-yeni-hukumet-kurulsa-da-kurtler-devletin-yapisi-demokrasi-hukuk-acisindan-bir-sey-degismeyecek
http://apoletlimedya.blogspot.co.uk/2015/07/faresiz-kalyor-gemi.html
http://apoletlimedya.blogspot.co.uk/2015/07/ocalana-tecrit-atesle-oynamaktr.html
YERİNDE OLSAM………
Bu katliamı yapan IŞİD ise onurlu bir ülke bu saldırıyı bir savaş ilanı kabul eder!
Öldürülenleri kendi yurttaşı olarak görüyorsa elbette!
Kendini bir devlet olarak ilan eden IŞİD yapmışsa bu saldırıyı; önünde iki yol vardır; bu savaş ilanını kabul ya da IŞİD ile “müzakereye” oturmak! “N’olursunuz, bir daha yapmayın!”
Muhalefet meclisi toplamalı ve savaş ilanını kabul ederek, tüm uçaklarıyla topyekun IŞİD mevzilerine dalmalı… Onurlu, vatandaşlarının haklarını koruyan bir ülke aklından ve gururundan söz ediyoruz…
***
Reyhanlı katliamından hasır altı edildiğini, savaş ilanının o gün ilan edildiğini unutarak yazıyoruz…
***
Hükümetin “en başından” beklenir…
Öldürülen muhalif Sosyalist ve Kürtler, Hükümetin “en başı” için, Hilafet ülkesinin yurttaşı sayılmayabilir!
Bu nedenle IŞİD’in saldırısı “onlar” için bir “savaş ilanı” olmayabilir; bu bilinçli bir paramiliter saldırı; bir “seçim yardımı” telakki edilebilir!
“Ya, çocuklar bir yanlışlık yapmış.. Çok üzgünler! Özür diliyorlar!”
İnsanlar seri katil “evlatlarını” bile hoş görebilir! Görsünler!
***
Oysa… varsa eğer…
Muhalefet Meclisi toplamalı ve savaş ilanını kabul etmeli!
Bu ülkede muhalefetin % 60 lık gücü böyle zaman da “bir blok” olmayacaksa, o “l” yi oradan kaldıralım.. Olmayacaklar!
http://m.gelawej.net/index.php/yazarlar/171-fikretbaskaya/2014-secimlerin-demokrasiyle-uzaktan-yakindan-bir-ilgisi-yok
KİRLİ OYUNU BOZMAK…
Bu kirli bir oyun..
Muhalefet meclis toplamalı ve IŞİD devletine savaş ilanı için AKP yi zorlamalı.. Arkasına ABD, Rusya, Çin, İran’ı alarak hatta! AB’yi… Ortalığı birbirine katmalı… Ülkenin en az yarısını, bu kadar gücü arkasına alma potansiyeli varken muhalefet yapamayan, evine süklüm, püklüm dönsün; hem de domates olsun yetiştirmeyi aklına getirmeden.. Bu beceriksizlikle…
Her koldan saldırıya geçmeli..
Ve hükümet kurmanın canı cehenneme demeli…. Tek işi bu olmalı…
*
Tuzak kuranların o tuzağa düştüğü görülecektir…
Bu ısrarı göstermezlerse, savaş ilanına hükümeti zorlamazlarsa, RTE’nin sonsuz tuzaklarında zavallıya dönecekler…
yapmazlarsa eğer..
Aksi her davranış. aymazlık, gaflet ve dalalettir…
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/347057/Ucuruma_duserken….html
Türkiye’de resmî ideoloji zayıflıyor. Türkiye resmî ideolojisiz bir ülke ve devlet haline geliyor. Bu, hayırlı bir gelişmedir. Türkiye büyük bir yükten, kamburdan kurtulmaktadır.
http://www.gazetevahdet.com/turkiye-nereye-gidiyor-3321yy.htm
Devlet Yıkıcılığı Yapma Gemiyi Batırmaya Kalkma
DEVLET ile rejimi (düzeni sistemi) mutlaka ayır. İkisini sakın özdeşleştirme. Devleti tut, destekle, koru; kötü düzene ve sisteme muhalif ol, onu iyisiyle değiştirmeye meşru yollardan çalış.
Kötü düzene sisteme rejime muhalefet ederken sakın devleti de birlikte yıkmaya kalkma, enkazın altında kalırsın, helak olursun.
Devlet cevherdir, rejim araz. Elmanın cevher olması, büyüklüğünün, renginin, kokusunun, taze veya bayat olmasının, tatlı veya ekşi olmasının araz olması gibi.
Sürahi ile içindekini özdeşleştirme. Sürahide su olabilir, süt olabilir, ayran olabilir… Yahut şarap rakı olabilir.
Şaraba kızıp sürahiyi kırmaya, tahrip etmeye yeltenme. Gücün yetiyorsa şarabı dökersin, sürahiyi çalkalayıp temizlersin, içine helal bir sıvı koyarsın.
Devletle bozuk düzenleri özdeşleştirmek ya cahilliktendir, yahut kötü niyettendir.
Devleti zalim yapan kendisi değil, kötü düzendir, düzenbazlardır.
Papaza kızıp oruç bozanlardan olma.
Pireye kızıp yorgan yakanlardan olma.
Devlet senindir, devletini kendi elinle yıkma.
Kötü düzeni değiştirmek istiyorsan muktedir ol, vasıflı ol, güçlü ol, azimli ve sabırlı ol, metin ol.
http://www.gazetevahdet.com/devlet-yikiciligi-yapma-gemiyi-batirmaya-kalkma-3136yy.htm