Büyük Edebiyat İnsanı Orhan Suda’yı Uğurlarken…

Halim-Spatar-Orhan-Suda

 

 

Halim Spatar’dan bir yıl sonra büyük Edebiyat İnsanı, yazar, çevirmen Orhan Suda’yı kaybettik. Buraya, kendisinden de söz edilen, en yakın arkadaşı Halim Spatar’la ilgili yazıyı alıyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

 

G. Z.

 

 

Cesaret Baba ve Biz Çocuklar…

 

 

 

 

 

Bu yazı, Toplumsal Tarih dergisinin Mayıs 2013 tarihli 233. Sayısında yayımlanmıştır.

 

Aynı konuda Ahmet Akşit ve Peri Efe’nin benimle yaptıkları söyleşi, 13 Mayıs 2013 günü 15.30’da, Açık Radyo’da (94.9) yayımlanacaktır.

 

 

 

 

 

İnsanlar öldükten sonra haklarında çok şey anlatılır, çok şey söylenir. Bunlar genellikle öleni yad eden iyi şeylerdir. Bu iyi şeyleri yer yer gülünesi anılar ve anekdotlar da süsler. Eğer ölen, bir yazar ve kültür insanıysa eserlerinden söz edilir, kültür hayatına değerli katkıları hatırlatılır. Ama aslında, genellikle o insanın hayatında belirleyici bir ya da en fazla iki parlak yıldız kayıp gitmiştir. Bütün o anılar anlatılır ve hatırlanırken çoğu zaman gökyüzünde bir an yükselen, sonra da kayıp giden bu parlak yıldız ya unutulur ya da iyi yüreklilikle ortaya dökülen anı kalabalığı içinde görülmez veya görünmez olur.

 

Bana, değerli kültür insanı Halim Spatar’ın seksen beş yıllık ömrünün parlak yıldızı neydi diye soracak olursanız cevabım şu olacaktır: Türkiye Komünist Partisi (TKP) geleneğini yarıp geçen düşünsel cesareti.

 

TKP geleneğinden gelip de bu geleneği aşma aydın cesaretini gösteren, daha da önemlisi bunu pratiğe geçiren iki parlak yıldız tanıyorum. Biri Orhan Suda’dır, diğeri ise Halim Spatar’dır.

 

Orhan Suda’nın adını 1960’lı yıllarda duymuştum. TKP geleneğinden gelmiş ve Troçkizme yönelmişti. Kurduğu Suda Yayınları’nda Troçki’nin kitaplarını yayımlamıştı. Bu elbette bir aşamaydı. Orhan Suda daha sonra Troçkizmde çakılıp kalmadı. Edebiyat yazılarıyla ve çevirileriyle bir kültür insanı olarak uzun, sonsuz bir yolda yürüdü. Ama biz gençlere, o kısa aralıkta bir şey gösterdi: “Gençler, başka yollar da var”. Bugünkü gençlerin 1960’lı, 1970’li yıllardaki böyle bir çıkışın değerini bir çırpıda ve derinlemesine anlamalarını beklemek, onlara haksızlık olacaktır.

 

Halim Spatar, benzeri bir çıkışı 1970’li yıllarda Maoizme yönelerek yapmıştır. Bugünden bakınca bu biraz tuhaf gelebilir.  Stalinist geleneğin bir devamı olan Maoizme yönelmenin neresi geleneği yarmakmış, neresi parlak bir yıldızmış diye düşünülebilir. İşte böyle düşünmek yanılgıların en büyüğüdür.

 

O yıllarda biz gençlerin Maoizme yönelişiyle ellili yaşlarına gelmiş eski bir TKP’linin Maoizme yönelişi aynı şey değildi. Biz genç devrimciler, Maoizme Stalin’e hayranlık üzerinden yönelirken, Halim Spatar, Maoizme, Stalinizmi, katı Stalinist TKP geleneğini yararak ve aşarak, bütün eski çevresiyle çatışmayı göze alarak ilerlemişti. Bu yaşlı Maocuyla biz genç Maocuların 1970’li yılların sonundaki buluşması, ters istikametlerde giden iki aracın yan yana geçerken selamlaşmasına benzer, bundan başka da bir anlama gelmez.

 

Neden bu kadar değerli ve önemliydi Halim Spatar’ın TKP geleneğini yarışı? Kendimden yola çıkarak söyleyeyim. Ben Gulagları Halim Spatar’ın, Stalinist geleneği yaran çıkışıyla öğrendim. Yok yok, Halim Spatar beni karşısına oturtup Stalin’in zulmünü falan anlatmış değil. Sadece, varlığıyla ve tutumuyla kafamda eski bir komünistin nasıl olup da Stalinist geleneği aştığı, bunu neden yaptığı, orada neler görüp böyle bir yönelişe girdiği konusunda sorular ve bir merak yaratarak yaptı bunu. Sonraki yıllarda Stalin’i sorgulamada bana cesaret veren en önemli şeylerden biri, karanlıklar içinden yükselen bu parlak yıldızdı.

 

1980 yılına doğru gelinirken o zamanki TİKP yönetimi, Sovyetler Birliği’ni baş düşman ilan etmek gibi saçma sapan bir politikanın peşindeydi. İnsanları bu siyasete ikna edebilmek için tarihten bazı örnekler bulmamız, bazı analojiler yapmamız gerekiyordu. “Günümüzün Hitler’i olan Sovyetler Birliği” ile uzlaşmak, Hitler’le uzlaşmakla aynı şeydi. Tarihte böyle şeyler olmuştu. Örneğin Stalin, tutup Hitler’le 1939 yılında Sovyet-Nazi Paktı yapmış ve II. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştu. TİKP temelde Stalinist olmasına rağmen, o günkü siyasetlerine destek sağlayabilmek için bu tarihi örneğe sarıldı. Hayat da siyaset de bazen çok tuhaf ve karmaşık yollar izleyebilir. Dünyanın en yanlış siyaseti, tuhaftır ki, Stalinist temelleri sarsan böyle bir örneğe sarılmayı gündeme getirmişti. Ve işte böyle bir tarihi anda, TİKP yönetimi, o zamana kadar Stalinizmle ve SBKP Tarihi kitabıyla beyinleri uyuşmuş bizlere değil, Stalinizmi yaşayarak, görerek, bütün kültürel sonuçlarıyla özümseyerek onun ne olduğunu anlamış Halim Spatar’ın yardımlarına başvurmak zorunda kaldı. Halim Spatar, getirip partinin önüne Hitler-Stalin Paktı’nın bütün acı sonuçlarını, tek tek örnekleriyle koydu. Bu örneğin o somut pratikteki olumsuz sonuçları ne olursa olsun, bizlerin Stalinizmi görmemizde Halim Spatar’ın bu engin bilgisi de yol açıcı olmuştur.

 

Bir de Halim Spatar’ın büyük cesareti üzerinde durmak istiyorum. Hayır, 12 Eylül’den sonra Raci Tetik gibi işkencecilerin karşısında gösterdiği soğukkanlı cesaretten söz etmiyorum. Bunu anlatan arkadaşlar oldu. Benim sözünü ettiğim cesaret, elli yaşına gelmiş bir insanın, o zamana kadar birlikte yürüdüğü arkadaşlarından, en az otuz yıllık doğal çevresinden kopmayı göze alarak, hiç tanımadığı, bilmediği, bizim gibi genç politika ve örgüt haydutlarının arasına katılma cesaretini göstermiş olmasıdır. Yaşanmadığı zaman anlaşılması zordur. Evet, net bir şekilde söyleyeyim ki, o zamanlar otuzlu yaşlarını yaşayan biz genç partililer birer politika ve örgüt bağnazıydık. Politika ve örgüt için her şeyi göze almış, hatta gözü kararmış genç haydutlardık. Elbette aramıza yeni katılan bu yaşlı yoldaşa, abartılı bir saygı gösteriyorduk ama bu saygı bile, bugün düşünüyorum da hayli rahatsız edici bir yabancılaşmayı barındırıyordu içinde. Öte yandan, Halim Spatar’ın büyük bilgi birikiminin yanında cahilin de cahili çocuklardık. Onun söylediklerini anlayacak, toplantılarda her söylenenin kayda geçirilmesinde ısrar eden titizliğini değerlendirecek kafa yapısından çok uzaktaydık. Onun kibarlığını, inceliğini, özgürlükçü tartışma üslubunu anlama kapasitemiz de gelişmiş değildi. Bu yabanıl çocuklar arasında an be an hissettiği ayan beyan olan yabancılığına rağmen onlarla birlikte yürümek, onlarla birlikte örgütlü bir mücadele vermek cesaretini göstermiştir. Ruhsal bakımdan yabancı olduğunuz bir ortamda sırf idealleriniz için ayak diremeniz az buz şey değildir. 12 Eylül sonrasında çektiklerinden hiç söz etmeyeyim. Bunların hepsine de vakarla göğüs germiştir. Kendisini, parti içinde ideolojik bakımdan sıkıştırma hinoğlu hinliklerine direnmek de dâhil.

 

Esas alanı müzikti. Bu alanda önemli eserler verdi, önemli kitaplar çevirdi. Verdiği eserler, onun büyük kültürel birikimiyle kıyaslanamaz, ne yazık ki. Son kitabının, yukarıda sözünü ettiğim Orhan Suda ile mektuplaşmaları olması ise tesadüf değildir. Bu, iki parlak yıldızın yüksek gökyüzünde buluşmasıdır. Şimdi gökyüzüne bakıyoruz yeniden. Acaba kayan parlak bir yıldız görür müyüz diye.

 

 

 

Halim Spatar’ın çeviri ve kitapları:

 

Tanıklık Tutanağı – Soştokoviç’in Anıları, 1992, Pencere Yayınları.

 

Helen L. Kaufman, Batı Müziğinden Küçük Öyküler, 2000, Pencere Yayınları.

 

Müzik Yazılarım, 2007, Pan Yayıncılık.

 

Kuzeye Esen Ilık Rüzgâr, 2009, Pencere Yayınları.

 

Paul Griffiths, Batı Müziğinin Kısa Tarihi, 2010, İş Bankası Kültür Yayınları.

 

Orhan Suda-Halim Spatar Mektupları, 2011, Literatür Yayıncılık.

 

 

 

Read more: http://www.gunzileli.com/2013/05/03/cesaret-baba-ve-biz-cocuklar/#ixzz30yI7m5Nr

 

 

Metne ilişkin düşüncen nedir?

Muhteşem!
0
Mantıklı.
0
Fena değil.
0
Emin değilim.
0
Mantıksız!
0

Bunları da okumak isteyebilirsiniz:

2 Comments

  1. allah rahmet eylesin ikisine de. kıymetli eserler bırakmışlar arkalarında.

  2. İnandıkları gibi yaşamışlar; ne mutlu onlara… Kaç insan bu güzel insanlar gibi “inandıkları gibi” yaşıyor… Hatta en azından inanmadığı gibi yaşamamayı becerebiliyor mu?
    Anıları, hayatları bize ışık olsun…

    **
    “allah rahmet eylesin…” Ateistim ama bu yürekten gelen “iyiliğin, adaletin, şefkat ve merhamet’in” tanrısına ait söylemi severim… Çünkü bu güzellik o insanın içindedir; Allah’a ait olmasa da… Tanrı Tabiat, bu güzellikleri bizim içimize koymuş ama çok insan farkında değil, ya da hayata geçirmek için koşulların olmadığını düşünüyor…

Comments are closed.