Site Logosu

Gün Zileli

Aşk ve Devrim

Yargının Bugün “Altın Devrini Yaşadığını” Söylemeye AKP Bile Cüret Edememişti

Adalet, Doğu Perinçek, Faşizm, Hukuk

Doğu Perinçek, dün gece (20 Haziran 2017) Ulusal Kanal’da Rafet Ballı ile söyleşisinde “bir zirveye (veya rezalete) daha imza atmış” ve “Cumhuriyet yargısının bugün altın devrini” yaşadığını, bugün içeride Fetullahçılarla PKK’lilerden başka kimsenin olmadığını belirttikten sonra CHP’nin başlattığı “Adalet Yürüyüşü”nün, ABD destekli, Fetullahçı ve PKK yanlısı  olduğunu ileri sürmüştür. Doğrusu, yargının “altın devrini” yaşadığını söylemeye AKP’liler bile cüret edememişti. Ve DP bunu da söyledi. Şaştık mı? Şaşmadık. Çünkü 2014 yılında başlayan AKP ile ittifak politikasının buraya varacağı o zamandan belliydi. Aslında bu çizginin başlangıç noktası 1975 yılındaki, “Sovyet sosyal emperyalizmi” politikasıdır. İzlenen çizginin bir mantığı vardır ve mantık daima iktidardakilere ya da güçlü iktidar adaylarına yamanmaktır. Durumun daha iyi anlaşılabilmesi için, 2014 Nisan’ında, AKP ile ittifak politikasının yeni başladığı dönemde yazılmış bir yazımı, başlığıyla birlikte güncelliyorum. 

 

G.Z.

 

***

 

Yeni kuşak anarşistlerde anarşizmin her türlü ittifaka karşı olduğu gibi yanlış bir algı vardır. Oysa anarşizm, her türlü ittifaka değil, sadece devleti ve halihazır devlet iktidarını güçlendiren ittifaklara karşıdır; devleti ve halihazır devlet iktidarını tecrit eden ittifaklara ise taraftardır.

Genelde bir yanlış algı daha vardır. O da Mao zedung’un “düşmana karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek ve düşmanı azami ölçüde tecrit etmek” stratejisinin yanlış olduğudur. Oysa yanlış olan, bu strateji değil, yanlış düşman ve dolayısıyla yanlış müttefikler tespitidir.

Mao zedung, 1930-1949 yılları arasında bu stratejiyi esasen doğru ve başarılı bir şekilde uygulamış ve sonunda kadim Çin devletiyle birlikte bu devletin aktüel temsilcisi Guomintang partisini yıkmıştır. Bunların yıkılmasında yanlış bir şey yoktu. Yanlış olan, bir devlet ve iktidarı yıkarken yerine bir başka devlet ve iktidar kurmaktı.

Biraz başlara dönüp kısaca bir özetleme yapalım. Çin Komünistleri, 1920’lerde Stalin ve Komintern tarafından Guomintang’la ittifaka zorlandılar ve bizzat bu devlet partisi tarafından ağır bir yenilgiye uğrayıp kırsal alanlara çekilmek zorunda kaldılar. Mao zedung, 1930’dan itibaren doğru bir devrim stratejisi izlemeye başladı. Baş düşman Guomintang’dı ve bu zorba güce karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek gerekliydi. Aynı dönemde, Arif Dirlik’in Çin Devriminde Anarşistler kitabında (Türkçeye çevrilmemiştir, sadece benim bir özetlemem elyapımı broşür olarak Londra’da yayınlanmıştır) çok güzel anlattığı gibi, kendilerine “Paris anarşistleri” adı verilen bir kısım Çinli anarşist, Fransız modernist-anarşisti Elisée Reclus’un etkisiyle, Guomintang’la işbirliği çizgisi izlediler ve hatta anarşist kimliklerini gizleyerek, Çin’i modernleştireceğine ve demokratikleştireceğine inandıkları (bugünkü anarko-liberallerimizi hatırlayalım) Guomintang’a üye oldular, sonunda da bu partinin bir yan koluna dönüştüler. Sınıf mücadelesi yanlısı, anarko-komünist Liu Sifu öleli yıllar olmuştu ve onun takipçileri de Guomintang tarafından ağır baskı altına alınıp yok edilmişti. Bir kısım anarşist ise, 1917 devriminin etkisiyle komünist olmuştu. 1917 yılına kadar Çin’deki ana devrimci akım anarşizmdi.

Mao zedung, II. Dünya Savaşı öncesinde yine Stalin ve Komintern tarafından “baş düşman” tespitini değiştirmeye ve Japon emperyalizmine karşı Guomintang ile ittifaka zorlandı. O dönem Stalin’e açıktan kafa tutmak kolay iş değildi. Mao, “baş düşmanı” değiştirmiş gibi yaptı ama esasında değiştirmedi. Sadece Mançurya’yı işgal etmiş Japonları baş düşman ve Guomintang ve onun lideri Çan kayşek’i müttefik ilan etmiş gibi yaptı ama fiiliyatta yine Guomintang’ı tecrit etmeyi birinci planda tuttu. Çünkü ülke içindeki esas zorba gücün Guomintang olduğunu çok iyi biliyordu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Stalin, Batılı emperyalistlerle ittifak politikasının gereği olarak, Batılıların müttefiki Guomingtang’la ÇKP’nin ittifak yapmasını istedi. Mao zedung, sanki bunu uyguluyormuş gibi yaparak Guomintang’a “ittifak” çağrılarında bulundu ama aslında onu baş düşman almaya devam etti ve sonunda Stalin’e rağmen Guomintang’ı yenilgiye uğrattı. Böylece “baş düşmanı azami ölçüde tecrit et” politikasını başarıyla uygulamış oldu.

Mao’nun başarısı burada biter, çünkü bundan sonra artık kendisi bir iktidar gücü, üstelik dünya çapında bir iktidar gücüdür. Bundan sonra Mao’nun uyguladığı bütün stratejiler, emperyalist güçler arasında bir denge oyunudur. Bu denge oyunlarından, Mao’nun deyişiyle sadece “olumsuz öğretmen” olarak bir şeyler öğrenebiliriz ama devrimci strateji anlamında öğrenilecek bir şey yoktur. Bu böyle olmakla birlikte, Mao’nun, Çin’in kadim devlet ve iktidar güçlerini devirmek için uyguladığı strateji doğrudur, ondan öğrenecek çok şey vardır, hele Guomindang işbirlikçisi haline gelen bir kısım Çinli anarşistin reaksiyoner çizgileriyle karşılaştırıldığında kesinlikle devrimcidir ve anarşizmin özüne çok daha yakındır.

Buradan, Türkiye’deki Maocu harekete (ve onun baş temsilcisi konumundaki Aydınlık hareketine) geçebiliriz. Doğaldır ki, Maocu hareket Türkiye’de ilk ortaya çıktığı 1970 yılında Mao’nun stratejilerini biraz da dogmatik bir şekilde öğrenmeye ve izlemeye önem verdi. Maoculuğu bir tür köylü devrimciliği olarak algılayan İbrahim Kaypakkaya’nın 1972 yılında ayrılıp bir başka Maocu hareket inşa etmeye girişmesinden sonra da Aydınlıkçı-Maocu hareket, Kaypakkaya’nın birçok haklı eleştirisine rağmen, 1975 yılına kadar esasen devrimci bir hareket olarak değerlendirilebilir. 1975 yılında bu hareketin, iki süper devletin baş düşman olduğu tespitinden sonra (bunun nasıl benimsendiğini Yarılma’da ayrıntısı ile anlattım) hareket kesinlikle sağ bir çizgi izlemeye başladı ve bu sağ çizgi bugünkü ulusalcı-sosyalist çizgisine ulaştı.

Esasen Doğu Perinçek’in şahsında temsil edilen bu sağ çizginin özü neydi ve Mao zedung’un “düşmanı azami ölçüde tecrit et” stratejisi ile bir benzerliği var mıydı? Görünüşte böyle bir benzerlikten söz edilebilir ama esasında Mao’nun 1930-1949 yıllarında doğru bir şekilde uyguladığı bu stratejiyle taban tabana zıttır. Çünkü Mao zedung, bu stratejiyi doğru bir düşmana karşı uygularken, Doğu Perinçek, aynı stratejiyi yanlış düşmanlara karşı uyguladı ve dolayısıyla yanlış güçlerle müttefik oldu. 1975’ten günümüze kadarki bu yanlışlıklar silsilesinin nasıl bir şey olduğunu ve nasıl bugün gelip AKP ile ittifak noktasına vardığını kısaca açıklamaya çalışacağım.

Doğu Perinçek (ve bir dönem benim de içinde yer aldığım destekleyicileri), 1975 yılından itibaren, her ne kadar baş düşmanın “iki süper devlet” olduğunu söylediyseler de aslında baş düşman olarak Sovyetler Birliği’ni aldılar. Bununla da kalmadılar, Sovyetler Birliği’nin işbirlikçisi olarak gördükleri ve o dönem “sahte sol” adını taktıkları Türkiye solunun aşağı yukarı tamamını da baş düşmanın içine kattılar. Baş düşmanı böyle tanımlayınca kaçınılmaz olarak Türkiye egemen sınıflarıyla ve bu sınıfın esas vurucu gücü olan Türk ordusuyla müttefik oldular. Doğu Perinçek açısından bunda bir yanlışlık yoktu. Çünkü onun esas stratejisi (Mao’nun tersine) iktidarı yıkmak değil, iktidarın yedek gücü rolünü oynayarak iktidara gelmek, en azından ona ortak olmaktı.

12 Eylül darbesi bu hesabı bozguna uğrattı. Çünkü 12 Eylülcüler, sadece kendilerine tehdit olarak gördükleri solu değil, sağı da hedef aldılar ve Aydınlık hareketini de aynı MHP gibi içeri attılar.

Bugünkü kuşaklar pek hatırlamaz, 1980’lerin ikinci yarısında, Aydınlık hareketi içinde, 12 Eylül’ü temsilen iktidara gelen ANAP konusunda bir tartışma oldu. Ben, esas darbenin, o gün iktidarı yürüten ve somutta 12 Eylül’ü temsil eden güç olan ANAP’a indirilmesi gerektiğini savundum. Doğu Perinçek ise, ANAP’ı müttefik olarak gördü (bu tartışmalar, o dönemde Aydınlıkçıların çıkardığı Saçak dergisinde ve 2000’e Doğru dergisinin okuyucu mektuplarına sıkışmış bir halde bulunabilir). Aslında Doğu Perinçek, 1975 yılında benimsediği stratejiyi yeni duruma uygulamaktaydı: İktidardaki güçten yararlanarak iktidara hamle yapmak ya da ortak olmak.

ANAP devri de geçti. Doğu Perinçek ve partisi, 1990’lı yılların ortalarından itibaren dümeni yeniden büyük bir iktidar gücü olan Türk ordusuna kırdı. Eğer ordunun iktidara el koyma ya da darbe planlarına destek olunursa pekâlâ iktidarın ortağı ya da yedek gücü olunabilirdi. Bu stratejiyle 28 Şubat’a kadar gelindi. 28 Şubat AKP iktidarına yol açtı ama ordunun iktidar iddiası sona ermemişti. Doğu Perinçek ve partisi ordunun iktidar iddiasına destek vermeye devam etti. Bundan sonraki gelişmeleri biliyoruz. AKP, orduyu tamamen kendi iktidarının denetimine almaya karar verdi ve ordu destekçilerini “Ergenekon davası” adını verdiği davadan, sahte ve uyduruk suçlamalarla içeri attı. Doğu Perinçek ve arkadaşları da aynı davadan yargılandılar.

Beş yıl süren yargılamanın ardından, AKP’nin tutukluluk süresini 5 yıla indiren bir yasa çıkarmasıyla Doğu Perinçek ve diğer Ergenekon tutuklularının büyük çoğunluğu dışarı çıktılar. Aslında Ergenekon tutuklularının dışarı çıkması, AKP iktidarının Bonapartist bir denge oyununun sonucu olmuştu. 17 Aralık’tan sonra iki cephede birden savaşamayacağını anlayan AKP, TSK ve Ergenekon sanıklarını serbest bırakarak onlara gizli bir ittifak önermişti. Açıkçası şuydu: “Fetullah Gülen ve Cemaati sizin de düşmanınız. Hatta sizi içeri attıran bütün tertiplerin ve sahte delillerin imalatçıları da bunlar (ki bu doğrudur). Şimdi benimle Gülen arasında çok çetin bir savaş var. Ben onların inlerine gireceğim. Bana yardımcı olun.”

Doğu Perinçek, daha dışarı çıkmadan yazdığı yazılarda bu ittifaka olumlu cevap vermiş ve “inlerine girme” girişimini desteklediğini yazmıştı. Dışarı çıkınca yaptığı konuşmalarda da bu tutumunu açıkça ortaya koydu. Recep Tayyip Erdoğan’ı “inlerine girsinler” diye yankıladı ve “hırsızlık propagandasının arkasında ABD var” dedi. Zaten Aydınlık gazetesinin dış politika sayfasında, satır aralarında başbakanın “Avrasya”cı olduğu işlenmekte, birinci sayfada AKP hükümetinin, Doğu Perinçek’in Avrupa’da “Ermeni soykırımı iddialarına” karşı kazandığı “başarı”yla ilgili tebrik mesajları yayınlanmaktaydı. Bugün Yeni Akit gazetesine verdiği röportajda ise gazeteci soruyor:

“O halde Tayyip Erdoğan’la da beraber mi olacaksınız?”

Doğu Perinçek yanıtlıyor:

“Evet, o konuda beraber olacağız. Yani F Örgütünün kökünün kazınmasında kim varsa. Çünkü Türkiye’nin Türkiye’den yönetilmesi için, Türkiye’de bir halk yönetimi, milli yönetim olması için bu şart. Hükümetin F Örgütüne karşı yaptığı her şeyde.”

Bu, hükümete açık bir ittifak çağrısı değil, hükümetin yaptığı üstü kapalı ittifak çağrısına açık bir kabul cevabıdır. Bunun devamı da gelecektir.

Şaşılacak hiçbir şey yok. 1975: Sola karşı Ordu ile ittifak; 1985: Özgürlükçü güçlere karşı ANAP ile ittifak; 1995: Demokratik güçlere karşı Ordu ile ittifak; 2005: Kürtlere ve sola karşı Ordu ile ve aşırı milliyetçi unsurlarla ittifak; 2014-(15): Diktatörlük karşıtlarına karşı AKP diktatörlüğü ile ittifak.

Bu çizgi iyi incelendiği zaman sonuç açıkça ortaya çıkacaktır: İktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak için iktidardaki güçlere yedeklenmek ve halihazır iktidarla simbiyotik bir ilişki içinde olmak.

Bunun, Mao’nun “düşmanı azami ölçüde tecrit et ve birleşilebilecek bütün güçlerle birleş” stratejisiyle hiçbir ilişkisi yoktur, hatta tam zıddır. Mao, 1930-49 arasında bu stratejiyi iktidarı tecrit etmek için başarılı bir şekilde uygulamıştır. Doğu Perinçek ise daima halk düşmanı devlet güçlerini ya da diktatörlükleri desteklemiş, onlarla birleşerek devlete ve iktidara karşı mücadele eden özgürlükçü güçleri tecrit etmek için çabalamıştır.

AKP diktatörlüğünün hizmetine çoktan girmiş, eski Aydınlıkçılar, Halil Berktay, Ethem Sancak, Kayahan Uygur ile çiçeği burnunda müttefik Doğu Perinçek diktatörün önünde kucaklaşmaktadır.

 

 

Gün Zileli
7 Nisan 2014
www.gunzileli.com
gunzileli@hotmail.com

Read more: http://www.gunzileli.com/2014/04/07/perincek-mao-ve-ittifaklar-sorunu-uzerine/#ixzz4kcJCv4f6

771 Comments

  1. Necip

    “Yeni kuşak anarşistlerde anarşizmin her türlü ittifaka karşı olduğu gibi yanlış bir algı vardır. Oysa anarşizm, her türlü ittifaka değil, sadece devleti ve halihazır devlet iktidarını güçlendiren ittifaklara karşıdır; devleti ve halihazır devlet iktidarını tecrit eden ittifaklara ise taraftardır.”

    Bence bu tanim o kadar eksik ki, yanlis olmasi degil asil mesele.

    ‘Kullanisli aptal’ uretmege fazlasiyla musait.

    Anariszmi sadece ‘devlet’e “ve halihazır devlet iktidarını güçlendiren ittifaklara karşı” olarak tariflerseniz, geriye ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’ cinsinden cok buyuk bir bosluk kalir.

    Yani, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’i dahil etmezseniz, onlari gozardi ederek vaftiz etmis olursunuz.

    Halbuki, daha dun buraya eklediginiz (‘Ernesto’nun Dağları’nda da çiçekler açar mı? http://www.gunzileli.com/2017/06/20/ernestonun-daglarinda-da-cicekler-acar-mi/ ] yazida da, acik secik anlatildigi gibi, bircok orgut tam anlamiyla ‘devlet’ gibi –hatta, cogu zaman da ‘devlet’ten de beter– davranir.

    Siz, yukaridaki tanimda, sadece ‘devlet’i zikrederseniz, geriye bu yapilari –elestiriden ve karsi olmaktan uzak ve muaf– birakirsiniz.

    Birakiyorsunuz.

    Bunu bilerek mi, yoksa farkinda olmayarak mi yapiyorsunuz; bilmiyorum.

    Ama, surasi cok da tartisma gerektirmiyor: Sizin taniminizi baz alan herhangi birisi, bu tur orgutler icin –otomatik olarak– ‘kullanisli aptal’ oluveriyor.

    Bu acidan da bakip, belki tekrar gozden gecirmek isteyebilirsiniz.

    “Genelde bir yanlış algı daha vardır. O da Mao Zedung’un ‘düşmana karşı birleşilebilecek bütün güçlerle birleşmek ve düşmanı azami ölçüde tecrit etmek’ stratejisinin yanlış olduğudur. Oysa yanlış olan, bu strateji değil, yanlış düşman ve dolayısıyla yanlış müttefikler tespitidir.”

    Ben, sizin (henuz bitmemis oldugunu zannetigim) Aydinlik taifesi ile olan hesabinizi bilemem; ama, Mao’nun sozkonusu stratejisini belirlerken ‘acaba buna Anarsistler ne der?’ diye dusundugunu pek zannetmiyorum.

    Yani, sunu demek istiyorum: Amac basarili olmak ise, o hedefe ulasacaginizi dusundugunuz adimlari atarsiniz, o yonde ittifaklar kurarsiniz.

    Yani, aklinizi kullanirsiniz.

    Ileride birgun, rahat koltugunda oturan birisi, cikip sizi Anarsizmin (ya da baska bir ideolojinin) mihenk tasinda inceleyebilir, elestirebilir.

    Fakat, sizin icin, bu onemli degildir.

    Cunku, basarinin mazereti yoktur; ve basarisiz olmussaniz, cogu zaman –elestiriye bile deger bulunmayan– bir dipnot olarak kalirsiniz.

    Bundan dolayi, dindarlarin ‘azam’lar, ‘hazret’ler filan uzerinden yaptigi seyi (deferring to authority), baskalarinin Marx, Lenin, Stalin veya Mao vb uzerinden yapmalarini gorunce garipsiyorum.

  2. Anonim

    10 yıl sonra yeniden Ergenekon davası

    Yargıtay’ın bozduğu karar sonrası yeniden görülmesine başlanacak Ergenekon davasının ilk duruşması bugün yapılıyor.

    Dönemin özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan Ergenekon davasında karar 5 Ağustos 2013 tarihine çıkmıştı. Mahkeme bu kararında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a müebbet, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e ağırlaştırılmış müebbet, emekli Tuğgeneral Veli Küçük’e 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 99 yıl hapis, Tuncay Özkan’a ağırlaştırılmış müebbet ve diğer suçlardan 22 yıl 6 ay hapis emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a ise müebbet cezalarına çarptırılmıştı.

    Mahkemenin verdiği kararın ardından dosya Yargıtay’a gitti. Ancak Yargıtay Ergenekon terör örgütünün varlığına ilişkin somut delil ortaya koyulamadığı ve yargılamada usullere uyulmadığı gerekçesiyle bozdu.

    Yargıtay’ın bozmasının ardından İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşma bugün görülecek. Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’ndaki duruşmaya aralarında, eski Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin, Prof. Dr. Yalçın Küçük, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, eski Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu, eski Belediye Başkanı Gürbüz Çapan, eski Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan’ın da olduğu çok sayıda sanık katıldı.
    Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ise duruşmaya katılmadı. Başbuğ’u avukatı İlkay Sezer temsil edecek.

    Bugün yapılacak duruşmada Yargıtay kararının okunmasının ardından sanıklara karar uyulup uyulmaması yönünde görüşleri sorulacak.

    http://www.hurriyet.com.tr/10-yil-sonra-yeniden-ergenekon-davasi-40496887

  3. anonim

    ‘Bunu bilerek mi, yoksa farkinda olmayarak mi yapiyorsunuz; bilmiyorum. Ama, surasi cok da tartisma gerektirmiyor: Sizin taniminizi baz alan herhangi birisi, bu tur orgutler icin –otomatik olarak– ‘kullanisli aptal’ oluveriyor. Bu acidan da bakip, belki tekrar gozden gecirmek isteyebilirsiniz.’

    okuduğunu anlamadığın için, teraneler türetiyorsun.

    dediği şu: ilk hedef ‘devlet’tir. geriye kalan bütün her şeyle mücadele etmek, sonradır. ‘devlet’e karşı mücadele etmek için, gerekirse (senin ifadenle) ‘kullanışlı aptallar’la da, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’le de müttefik olunmak zorunda kalınabilinir, tarihin akışı bu müttefikliği (taraflar hiç istemese de) dayatabilir.

    sanki, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’den bir senin haberin var, başka kimsenin haberi yok, bu nedenle atlamış.

    hadi ordan.

  4. Hortlak

    Dpnin bir hic oldugunu goremiyor,anlayamamiyorsunuz..

    Daha gecenlerde bahceli ve Erdogan nin onu asagilamasi ittifak,mittifak gibi deveyle pireninin peri masali Politikalari olmadigini bir guzel belirtiler..
    Bence bahceli, Erdogan bile ilkeli.
    Ittifak oyunlari sicak savasta soz konusu olur.
    Yoksa aptallarin Isi..

  5. Necip

    “dediği şu: ilk hedef ‘devlet’tir. geriye kalan bütün her şeyle mücadele etmek, sonradır. ‘devlet’e karşı mücadele etmek için, gerekirse (senin ifadenle) ‘kullanışlı aptallar’la da, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’le de müttefik olunmak zorunda kalınabilinir, tarihin akışı bu müttefikliği (taraflar hiç istemese de) dayatabilir.”

    Detaylarindan emin olmak icin baktim: https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_life_expectancy

    Turkiye’de ortalama omur beklentisi, kadinlar icin, 78.9 sene; erkekler icin ise 72.6 sene…

    Ilk hedef ‘devlet’ ise, ve geri kalani bekleyebilir ise, ‘devlet’i yikmak icin eger 70+ sene gecmis ve basarili olunMAmissa, ilgili ‘devrimci’ garibim coktan sizlere omur.

    Baska bir deyisle, ‘once devlet; digerlerine sonra bakariz’ yaklasimi, esasen, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e hic bakMAmak anlamina geliyor.

    Ya da, soyle de soyleyebiliriz: Sizin yaklasiminiz, her defasinda, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e 70+ sene avans veriyor.

    Bir de, tabii, su var: Bir devlet yikildiginda onun yerinde vakum olusmuyor; baska bir ‘devlet’ peydahlaniyor. Bu durumda, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e sonsuza dek iltimas gecmis oluyorsunuz.

    Kime nasil iltimas gectiginize karisamam; ama, bunu zulme, diktatorluge ve baskiya filan karsi oldugunuzu soyleyerek yaptiginizda, gozardi ettiginiz zulum, diktatorluk ve baski ‘cep’lerinin toplaminin ‘devlet’ten daha buyuk olabilecegini baska hic kimsenin gormeyecegini varsayMAmalisiniz.

  6. Büyük Yürüyüş

    4 Ocak 1991

    Zonguldak

    “Silkele başkan düşüyorlar”

    https://www.youtube.com/watch?v=lXwh5mcwc8k

    15 Haziran 2017, Büyük Adalet Yürüyüşü’ne selam olsun!

  7. Anonim

    Sayın Zileli’ye bir soru.

    Siz AKP/Erdoğan rejimi gibi Kemalist diktatörlük rejimine de elbette karşısınız. Fakat o dönem geride kaldığı için bugün Mustafa Kemal’i putlaştıran, Tek Parti dönemini altın çağ gören Kemalistlerle birlikte AKP/Erdoğan rejimine karşı mücadele etmeyi de tabii ki onaylıyorsunuz birçok kişi gibi.

    Peki, farzedelim AKP ve Erdoğan’dan sonra başka bir otoriter rejim ya da diktatörlük geldi. Ve Erdoğan’ı putlaştıran, AKP dönemini altın çağ gören muhalifler de bu diktatörlüğe karşılar. Siz o gün o diktatörlüğe de karşı olacağınıza göre bugünkü muhalif Kemalistler gibi onlarla ittifak kurmayı da onaylar mısınız?
    Peki, o zaman sizin ve sizin gibi birçok kişinin AKP/Erdoğan diktatörlüğüne karşı bugünkü sert tavrı hatırlatılsa, o günkü AKP’liler, Erdoğancılar da bu nedenle size cephe alsalar ne olur, ne dersiniz?

  8. Anonim

    Yukarıdaki yorumum geldiyse benzer bir sorum daha olacak.

    15 Temmuz girişimi başarılı olsaydı 27 Mayıs -ve belki 9 Mart- gibi otoriter bir iktidara son veren, dolayısıyla özgürlüklerin önünü kısmen de olsa açan bir yönetim gelecekti görüşündesiniz sanırım. Ben de öyle olurdu zannediyorum.

    Sorum şu. DİP’in yayın organı Gerçek gazetesi de geçenlerde bir yazısında bu ihtimale değinmişti. G.kurmay ve MİT’in emir-komuta zincirinde bir darbe düşündüğü, buna engel olmak için rakip 15 Temmuz cuntasını tasfiye ettiği güçlü bir ihtimal.
    Şimdi bu ihtimal tekrarlanır da AKP/Erdoğan rejimine karşı ABD/NATO destekli 12 Eylül tipi (yapacakları zulüm 12 Eylül’deki kadar olamayacak olsa bile) klasik bir darbeyle askeri-faşist diktatörlük gelse ve AKP/Erdoğan’dan bile daha kötü olsa… Bu ihtimale şimdiden hazırlanmak gerekmez mi?
    Belki onlar da buna şimdiden hazırlanıyorlardır. Bugün herkesin dikkatinin AKP/Anti-AKP, Erdoğan/Anti-Erdoğan çatışmalarında olması da onların işine geliyordur. Ne dersiniz?

  9. Devlet nedir?

    Devletin şu iki özelliğini herhalde herkes kabul edecektir;

    1) Devlet, sosyal hizmetlerin en büyük / ana kaynağıdır.
    2) Devlet, zorun, şiddetin, öldürmelerin, katliamların, terörün, linç kültürünün, ideolojik fanatizm ve beyin yıkamanın, psikolojik terör, yalan propaganda ve manipülasyonların en büyük /ana kaynağıdır.

    Sorun şu;
    İkincisi olmadan birincisi nasıl elde edilebilir?

  10. Gün Zileli

    Elbette onaylarım.
    Cephe alırlarsa onlara o zamanki AKP’nin uygulamalarını hatırlatırım. Bugünkü Kemalistlere, gerektiğinde geçmişteki diktatörce uygulamalarını hatırlatmaktan imtina etmediğim gibi.

  11. Gün Zileli

    Faşist darbeler görece demokratik iktidarlara karşı yapılır. Faşist bir iktdara karşı yapılacak her darbe ise görece demokratiktir.

  12. Anonim

    Adalet talebi haklı, Kılıçdaroğlu’nun peşine takılmak yanlış

    Gerçek
    Haziran 21, 2017

    CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP Genel Başkanı tarafından başlatılan Adalet yürüyüşü devam ediyor. Bu yürüyüş Kılıçdaroğlu ve CHP açısından haklı bir yürüyüştür. Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının hukuki açıdan iler tutar bir yanı yoktur. Anayasa Mahkemesi’nin, 2013 yılında Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal hakkında verdiği milletvekillerinin tutuksuz yargılanması yönünde içtihat niteliğinde kararı ortadadır. Alt mahkemenin bu durumda tutuklama kararı alması hukuken büyük bir yanlıştır.

    Davanın esası da son derecede tartışmalıdır. Enis Berberoğlu’na “siyasi ve askeri casusluk maksadıyla devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken belgeleri açıklama” suçundan müebbet hapis cezası verilmiş, sonra bu ceza 25 yıla indirilmiştir. Bir kere, ortada “gizli” bir şey yoktur. MİT TIR’ları ile Suriye’ye silah taşındığına dair görüntülerin yayınlanması ile ilgili haberin fotoğraf ve videoları 2014 Ocak ayından itibaren medyada ve internette yayınlanmıştır. Cumhuriyet gazetesinin haberi Mayıs 2105’te yayınlanmıştır. Buna benzer bir haber daha önce Aydınlık gazetesince zaten yayınlanmıştı. Ayrıca, Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı görüntülerin Berberoğlu tarafından temin edilip açıklandığına dair delillerin de yetersiz olduğu görülmektedir. Kaldı ki “müebbet hapis” cezası ancak söz konusu suçun “siyasi ve askeri casusluk maksadıyla” yapıldığının kanıtlanmasını gerektirir ki bu doğrultuda mahkeme hiçbir delil ortaya koyabilmiş değildir. Yargıtay kararlarında “casusluk” için “yabancı devlet yararı” aramak gerektiği belirtilmiştir. Oysa mahkeme böyle bir bulguyu ortaya koymuş değildir.

    Hal böyle iken Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının siyasi bir kararın ürünü olduğu açıktır.

    Adalet talebinin arkasındaki gerçek: “Yargının doğrudan iktidarın güdümündeki bir aygıta dönüşmesi”

    Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşüne karşı çıkarken “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlığı taşıyan Anayasa’nın 138. maddesine referans yapması bu açıdan gülünçtür. Çünkü yürüyüşün kendisinin gerekçesi mahkemelerin bağımsız olmamasıdır. Erdoğan’ın mahkemelerin bağımsız olduğuna dair kendi sözleri dışında hiçbir dayanağı yoktur. Yine Erdoğan ve AKP yöneticileri CHP’nin yargıya baskı yapıp sonucu etkilemeye çalıştığını söylüyor. Halbuki yine MİT TIR’ları ile ilgili Anayasa Mahkemesi Can Dündar ve Erdem Gül hakkında hak ihlali kararı verdiğinde “bu karara uymuyorum da saygı da duymuyorum” diyen ve davanın bir “casusluk” davası olduğu vurgusunu yapan bizzat Erdoğan’ın kendisiydi. Mahkeme, elinde Erdoğan’ın sözleri dışında hiçbir delil olmadan “casusluk” suçundan hüküm veriyorsa bu durumda Anayasa’nın 138. maddesinin yerinde yeller esiyor demektir.

    Doğrudur, Kılıçdaroğlu, yargının bağımsız olmadığı, iktidarın güdümünde olduğu ortadayken milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vermişti. Hatta bunu “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek ifade etmişti. Dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dâhil 13 HDP’li milletvekili tutuklandı. Bu anlamda HDP milletvekilleri demir parmaklıklar ardına atılarak siyasetten tasfiye edilirken bu operasyonun gardiyanlığı rolünü de Kılıçdaroğlu’nun oynadığı açıktır.Kılıçdaroğlu kendi milletvekilini hapse yollayan sürecin taşlarını partisiyle birlikte döşemiştir.

    Ancak CHP ve Kılıçdaroğlu’nun dün işlediği kabahatler bugün istibdadın yargıyı tamamen kendi güdümüne almasına karşı yaptığı eylemi haksız kılmaz. Diğer yandan Kılıçdaroğlu’nun haklı olması da kayıtsız şartsız onun peşine takılmayı gerektirmez. Türkiye sosyalist hareketinin büyük çoğunluğunun “adalet yürüyüşü” vesilesiyle CHP’nin kuyruğuna takılmasının yanlışlığını ortadan kaldırmaz.

    Kılıçdaroğlu neden “dünyaya” anlatıyor?

    Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü siyasi bir eylemdir. Bu eylemin siyasi çerçevesi CHP tarafından belirlenmiştir. Bu yürüyüşte Kılıçdaroğlu’nun peşine takılmak söz konusu siyasi çerçeveyi de kabul etmek anlamını taşır. Çünkü Kılıçdaroğlu “ben yürüyorum” deyip yola düşmüş, arkasından gelenler olursa buna karşı çıkmayacağını söylemiştir. Kılıçdaroğlu’nun belirlediği siyasi çerçeve Türkiye halkını istibdada karşı seferber etmek değil, Kılıçdaroğlu’nun her demecinde ısrarla vurguladığı gibi “bütün dünyaya haklı olduğunu göstermek”tir. Bir ülkenin ikinci büyük partisinin haklılığını halka değil de dünyaya anlatmak üzere yürüyüş yapmasının manası üzerinde düşünülmelidir. Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının Katar krizinin arkasından geldiğini ve Katar krizinin iç politikadaki yansıması olduğunu daha önceki yazılarımızda belirtmiştik (bkz. http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/siyasi-kriz-derinlesiyor-ne-isti…). Kılıçdaroğlu bu krizde son derece ironik bir biçimde Suudi tezlerinin Türkiye’deki savunuculuğuna soyunmuştur. Müslüman Kardeşleri, Suudi tezlerine paralel olarak terörist ilan etmiş, siyasi stratejisini Rabia işareti üzerinden Erdoğan ve AKP’yi terörizme destek vermekle suçlamak üzerine kurmuştur. Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP’den gelen tepkilerin de Erdoğan’ın uluslararası mahkemelerde yargılanacağını tekrarlaması bu çizginin açık bir ifadesidir.

    Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü için kullanılan fotoğrafa da sosyalistlerin iyi bakması gerekir.

    Hem biçimsel hem de siyasi olarak CHP’nin kuyruğuna takılmak

    CHP, halkın seferberliğine özellikle de emekçi sınıfların seferberliğine karşıdır. Emekçi halkın gücüne güvenmez, ona yaslanmazsanız başka güçlerle sonuç almanız gerekir. Bu güçler CHP ve Kılıçdaroğlu için içeride TÜSİAD ve TSK içinde kendi çizgisine yakın güçler, dışarıda ise ABD ve AB emperyalizmi ile Katar krizi bağlamında İsrail Siyonizmi ve Suudi gericiliğidir.

    Böyle olunca da CHP’nin yürüyüş vesilesiyle Türkiye tarihinin en büyük halk hareketlerinden biri olan Gezi isyanına düşmanlık gütmesinde de şaşılacak bir şey yoktur. CHP Genel Başkan Yardımcısı Engin Altay’ın Birgün’e verdiği röportajda “Adalet yürüyüşü bir tür Gezi’ye dönüşür mü?” sorusuna verdiği yanıt son derece çarpıcı:“Gezi çok iyi niyetle başladı ve sonra devlet, FETÖ ve kimi uç örgütler tarafından amacından çıkarıldı. Bu nedenle Adalet Yürüyüşü’nde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum. Amaç çok barışçıl ve dengeli bir şekilde sesimizi duyurmak. Kırmak, dökmek, yakmak yok; agresif bir slogan dahil olmayacak.”

    Bu demeçte geniş tepki toplayan ifadeler Gezi’nin amacından çıkarıldığı yönündeki sözler oldu. Ancak daha önemli ifade şudur: “Adalet yürüyüşünde buna asla müsaade etmeyeceğiz, bunun altını çizerek söylüyorum.” Engin Altay’ın altını çizerek söylediği şey, Kılıçdaroğlu’nun önde elinde “adalet” yazılı bir pankartla etrafında korumalar olmak üzere yürümesiyle ve arkasında yürüyenlere kendi düşüncelerini ifade edecek pankart, döviz, flama vb. taşımalarına asla müsaade edilmeyerek uygulamaya konuyor. ÖDP, Halkevleri, EMEP, HTKP, en son olarak da HDK yürüyüşe ardı ardına destek açıkladılar. HDK hariç bu kurumların liderleri çeşitli aşamalarda Kılıçdaroğlu ile birlikte yürüdüler de. Ama yürüyüşteki varoluşları siyaseten CHP ile aynılaşan bir biçimde oldu. Kendilerince halkın sokaklara çıkması için bu yürüyüşü bir vesile olarak gördüler, halkın önünü açacağını düşündüler ama tam tersine halkın istibdada karşı seferberliğinin aleyhine biçimde kurgulanmış bir faaliyetin kuyruğuna takılmaktan başka bir şey yapmadılar.

    Sosyalistler CHP’yi sola çekeceğim derken yine CHP sosyalistleri sağa çekiyor

    CHP’nin toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıflarla ilişkisini belirleyen şey kendisinin bir burjuva partisi olmasıdır. Öyle ki CHP örgütleri Kılıçdaroğlu “adalet” talebiyle yürüyorken hiç değilse görüntüyü kurtarmak için bile işçi düşmanlığından vazgeçmemektedir. Kılıçdaroğlu yürürken CHP’li İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin elinde işçi kıyımı son derece çarpıcı. Zira burada işten atılan işçiler Belediye’ye karşı haklarını arayan taşeron şirketlerde yasadışı çalıştırıldıkları için mahkemeye giden ve kazanan işçilerdir. Şişli Belediyesi’nde Kentyol şirketinin özelleştirilmesi ve taşeronlaştırma ile işçilerin toplu sözleşme kazanımlarının gasp edilmesi de “adalet”, “hak”, “hukuk” hiçbir kavramla örtüşemeyen bir başka icraat. Bu örnekler sadece Kılıçdaroğlu yürümekte iken yaşananlar.

    Bu arada kıdem tazminatının gaspedilmesine karşı ve 15-16 Haziran vesilesiyle işçiler yürüyüşler yapıyor, Diam Vitrin, AKG Termoteknik, Chinatool işçileri direniyor, Mutlu Akü greve çıkıyor, İzmir Limanı’nda iş cinayetine karşı binlerce işçi eylem yapıyor, İki bin Petkim işçisi iş bırakıp fabrikasında barikat kuruyor, polis saldırısına uğruyor ama sosyalistlerin burjuva siyasetçisi Kılıçdaroğlu’na gösterdikleri ilginin binde birine dahi mazhar olamıyordu.

    Muhalefet için sokakları işaret eden birçok sosyalist hareketin CHP’nin peşine takılmasının maliyetinin gerçek işçi mücadelelerinin yalnız bırakılması olduğu da ortadadır. Sosyalistlerin CHP’yi sola, sokağa çekmek gibi bir görevleri yoktur. CHP’nin ise 60’lı yıllardan beri sosyalistleri sağa çekmek ve işçi sınıfından uzaklaştırmak gibi bir vazifesi vardır ve bugün bunu sosyalist liderleri Kılıçdaroğlu’nun peşinden sürükleyerek bir kez daha gerçekleştirmektedir.

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/adalet-talebi-hakli-kilicdaroglunun-pesine-takilmak-yanlis

  13. Anonim

    “…tarihte suiistimalleri önlemek iddiasıyla yola çıkıp toplumun belkemiğini oluşturan kurum ve değerleri tahrip eden ünlü devrimlerin her biri, sonuçta toplumsal özgürlüklere, kişi hukukuna ve insan haysiyetine karşı son derece kanlı ve vahşi birer saldırıya dönüşmüşlerdir.
    1789 Fransız ve 1917 Rus devrimlerinin, 1918 Alman devriminin, 1949′da Çin’de ve 1979′da İran’da gerçekleşen devrimlerin ortak (ve hiç şüphesiz kısmen samimi) hedefi, toplumsal özgürlükleri artırmaktır. Yüzyılımızda örnekleri görülen sosyal içerikli milliyetçilik hareketleri (örneğin Cezayir, Küba, Vietnam devrimleri) de görünürde aynı amacı gütmüşlerdir. Dini, mülkiyet hakkını, bilim ve hukuk kurumlarını, köhne gelenekleri, kozmopolit etkileri ve ayrıcalıklı sınıfları yıkmakla ve taşrayı “modernleştirmekle” bu hedefe kısa yoldan ulaşılacağı sanılmıştır.
    Sözkonusu denemelerin istisnasız her birinin, üç-beş yıl içinde, tarihte eşi görülmemiş birer terör ve istibdat rejimi ile sonuçlanmaları, herhalde boş bir rastlantı olmasa gerekir.”
    “1917 öncesinde Avrupa’da sadece iki cumhuriyet (Fransa ve İsviçre) bulunduğu hatırlanmalıdır. 1917’yi izleyen yıllarda yeryüzünde – resmen veya fiilen – yeni kurulan yirmiye yakın cumhuriyetten ikisi (İrlanda ve Çekoslovakya) hariç tümü diktatörlük rejimleri olmuşlar veya kısa sürede diktatörlüğe dönüşmüşlerdir.”
    https://issuu.com/battalberkpinar/docs/sevan_ni__anyan_-_yanl_____cumhuriy

    “Yetki sahibi idareciye ayaklanıp da bundan dolayı iyilikten daha büyük bir kötülüğün meydana gelmemesi çok nadirdir. Mesela Medine’de Yezid’e karşı ayaklananlar, Irak’ta Abdulmelik’e karşı ayaklanan İbnu’l-Eş’as, Horasan’da oğluna karşı ayaklanan İbnu’l-Muhelleb, yine Horasan’da ayaklanan davet sahibi Ebu Muslim, Medine ve Basra’da Mansur’a karşı ayaklananlar ve benzerleri böyledir.”
    “Bunlar amaçlarına ya ulaşmışlar ya da ulaşamamışlardır. Sonra yönetimleri ellerinden çıkmış, sonuçsuz kalmıştır. Abdullah b. Ali ve Ebu Muslim birçok insan öldürmüşlerdir. Her ikisini de Ebu Cafer el-Mansur öldürmüştür. Harre halkı, İbnu’l-Eş’as, İbnu’l-Muhelleb ve diğerlerine gelince taraftarlarıyla birlikte yenilgiye uğramışlardır.”
    http://ebumuaz.blogspot.com/2014/07/fitneler-hakknda-vasiyet.html

  14. Necip

    “Faşist bir iktdara karşı yapılacak her darbe ise görece demokratiktir.”

    Baska bir deyisle, “herhangi bir iktidara karsi herhangi bir darbe de desteklenebilir; yeter ki, o iktidara onceden ‘fasist’ etiketi yapistirilmis olsun”.

    Ayni mantikla idami da getirmek mumkun: ‘O insan degil’ dersiniz ve katli vacip olur.

  15. Gün Zileli

    tipik solcu tavrı. benim değilse beğenmem!

  16. 12 Necip'e katılıyorum

    “Ayni mantikla idami da getirmek mumkun: ‘O insan degil’ dersiniz ve katli vacip olur.”

    Mitinglerde “İdam isteriz!” diyen kalabalıklar ve “İnşallah'” diyen Erdoğan’ın “Onlar insan değil” dedikleri 15 Temmuz’cuların idamlarını isteyerek katli vacip ilan etmeleri gibi değil mi?

  17. Anonim

    “tipik solcu tavrı. benim değilse beğenmem!”

    devrimci işçi partisi

    bildiri ve yazılarından kibir akmaktadır.
    kürt hareketi şunu yapsın.
    şu şunu acil açıklasın.
    türkiye’de sol marksizm’i anlamadı.
    gerçek marksizm’i biz anladık.
    yok şu yok bu. küçük sol partilerin bilim üretircesine teori çalışıp sonrasında diğer parti ve kendi fikirlerinde olmayanları aşağılaması hayret verici. örneğin; partinin yayın organlarından biri olan gerçek gazetesinde chp ön seçimi ile ilgili yazılan bir paragraf şöyle;
    “işte chp’nin gösteriş için yaptığı önseçim bu. bu ayrıca herkesin kulağına küpe olsun. önseçimi bu ülkenin sorunlarına çözümlerden biri diye gösteren mi istersiniz (“lüks balık restoranları”!), manipülasyona açık parti yapısında içi boş demokrasi fetişizmi yapan mı (“bir günde bir ilçeye 16 bin yeni üye”!), yerel politikanın demokrasi olduğunu sanan mı (“kurtlar vadisi tipleri”!)?”
    parantez içinde yer alan popülist söylemleri (kalitesiz, eleştiri kültüründen uzak) daha da bir hayret verici.
    not: paragraf sadece örnek amaçlı chp’yi eleştirdi diye değil.
    https://eksisozluk.com/entry/51022901

    popülist parti.
    bedelli askerliğe ve profesyonel orduya karşı çıkarken durdukları öyle sıradan ki, şaşırıp kaldım. vicdani ret ve total ret hakkında zerre bilgileri yok. olayı “haksız yere insanlar ölmesin diye askere gitmek” şeklinde teorize etmeleri de komik. sanki vicdani retçilerin en büyük hayali, profesyonel orduya geçmekmiş gibi lanse etmesi bu konudaki cehaletlerini ortaya seriyor. vicdani retle kitlelerin sokağa inemeyeceğine dair anlamsız bir inanışları var. “bu potansiyel güç yüz binlerle, silah altında, askerde. o halde askerden uzak durmak niye? bizim yerimize başkası tetiğe bastığında haksızlık bitiyor mu?” derken, vicdani retçilerin “ben öldürmeyim de kim öldürürse öldürsün” zihniyetiyle yaşadığını zannediyor. buyursun okusun madem, var mı böyle retçiler… vicdani reddin gündeme gelmesini devletin pr çalışması olarak göstermek de ayıp. sanki vicdani retçiler ayıla bayıla akp’nin her dediğini kabul eden insanlarmış gibi. bol keseden akıl dağıtmanın yan etkileri işte.
    vicdani ret hakkının tanınmasını savunan örgütlere de verip veriştirmiş haliyle. e liberaller de vicdani ret hakkı tanınsın istiyor. o zaman yaşasın zorunlu askerlik.
    https://eksisozluk.com/entry/27643896

  18. Anonim

    Yargı altın devrini yaşıyor mu bilmem. Ancak Milli İstikrahat Teşkilatı ve Denâet İşleri Başkanlığı’nın – kendileri açısından – altın devir yaşadıkları kesindir.

  19. anonim

    neymiş neymiş?

    ‘Detaylarindan emin olmak icin baktim https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_life_expectancy Turkiye’de ortalama omur beklentisi, kadinlar icin, 78.9 sene; erkekler icin ise 72.6 sene. Ilk hedef ‘devlet’ ise, ve geri kalani bekleyebilir ise, ‘devlet’i yikmak icin eger 70+ sene gecmis ve basarili olunMAmissa, ilgili ‘devrimci’ garibim coktan sizlere omur.’

    üç-beş tane istatistikçi bir araya gelmiş, ortaya bir kaç tane sayı atmışlar, sen de bu sayıları ‘ortalama omur beklentisi’ olarak yutmuşsun ve bu sitede ‘referans’ niyetine serpiştirmeye uğraşıyorsun.

    o istatistikçiler o sayıları değiştirdiğinde sana haber veririm, o zaman ‘yeniden yazarsın’ analizini.

    ‘‘once devlet; digerlerine sonra bakariz’ yaklasimi, esasen, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e hic bakMAmak anlamina geliyor.’

    kendi kendine bazı sonuçlara ulaşıyorsun, sonra bu sonuçların ‘nesnel’, ‘genel’ olduğu savınla, kendi zırvanı ispata uğraşıyorsun. başka kapıya, kış kış.

    ‘Sizin yaklasiminiz, her defasinda, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e 70+ sene avans veriyor.’

    üç-beş tane istatistikçinin ortaya attığı sayılarla ‘beynini’ (ek olarak, belki, mideni) doldurduğun için, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e zaman çizelgesi olasılık hesapları yapmakla hem kendini yoruyorsun, hem bu sitede boşu boşuna yer kaplıyorsun.

    ‘Bir devlet yikildiginda onun yerinde vakum olusmuyor; baska bir ‘devlet’ peydahlaniyor. Bu durumda, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’e sonsuza dek iltimas gecmis oluyorsunuz.’

    dedi birisi, internette.

    ‘peydahlanan devlet’e karşı mücadele ederken de, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’le (taraflar hiç istemese de) muhalefet beraberliği kurulabilinir. (taraflar hiç istemese de) tarihin dönüm anları, muhalefet beraberliklerini zorunlu kılıyor diye, internette ‘necip’ diye birinin uydurduğu ‘iltimas gecmis oluyorsunuz’ sonucu ispatlanıyor, demek değildir.

    ‘Kime nasil iltimas gectiginize karisamam; ama, bunu zulme, diktatorluge ve baskiya filan karsi oldugunuzu soyleyerek yaptiginizda, gozardi ettiginiz zulum, diktatorluk ve baski ‘cep’lerinin toplaminin ‘devlet’ten daha buyuk olabilecegini baska hic kimsenin gormeyecegini varsayMAmalisiniz.’

    ‘diktatorluk ve baski ‘cep’lerinin toplaminin ‘devlet’ten daha buyuk olabilecegini baska hic kimsenin gormeyecegi’

    yanlış.

    gören var, hem de çok.

    ‘sırf kendi zırvanı’ ispata uğraştığın için, laf cambazlığını sergiliyorsun.

    hitler’in lideri olduğu ‘nazizm’e karşı mücadele edenler, ‘muhalefet beraberliği’ oluşturmaya mecbur kaldı, fakat, bu beraberliğin unsurları herhangi bir ‘ideolojinin çevresinde toplaşmaya mecbur değillerdi, toplaşmadılar da.’ sscb ile abd, bambaşka iki ülke, bambaşka iki harman olmasına rağmen, ‘nazizm’e karşı beraber hareket etmek zorunda kaldı, tarih tam o esnada, o beraberliği zorunlu kıldı. ‘nazizm’ tehlikesinin ortadan kalkacağının emareleri göründüğü an, hiç vakit kaybetmeden, abd ve sscb kendi ‘kutuplarını’ köpürttü ve ‘soğuk savaş’ denen dönem başladı.

    necip’lere karşı mücadele etmek için, asıl olan, muhalefet beraberliğidir, ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’le de beraberlik dahil.

    ‘Baska bir deyisle, ‘herhangi bir iktidara karsi herhangi bir darbe de desteklenebilir; yeter ki, o iktidara onceden ‘fasist’ etiketi yapistirilmis olsun’.

    bu, senin zırvan.

    etiket yapıştırmak başka şey, hegemonyasını sürekli arttıran ‘apaçık faşist’ rejime karşı mücadele etmek başka şey.

    faşist rejim, seni de yemeye başladığında, o vakit seni ben savunacağım, senin yardım, destek isteyip-istememene aldırmadan.

  20. ETÖ vs FETÖ

    ETÖ yok ama FETÖ var (!)
    Ergenekon mağduru (!) Başbuğ’dan açıklamalar:

    Başbuğ’dan yeniden başlayan Ergenekon davası açıklaması
    GENELKURMAY eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülmeye başlanan Ergenekon davasıyla ilgili tatilini geçirdiği Muğla’nın Bodrum ilçesinde yaptığı açıklamada, “Fethullaçı Terör Örgütü (FETÖ) üyesi savcı ve hakimlerin hazırladığı iddianameler ve kararları, bugün hala ’Var olarak kabul ederseniz’ yasallık kazandırmış oluyorsunuz ki, buna tek bir kişi sevinir O’da FETÖ’nün başındaki kişidir” dedi.
    Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülmeye başlanan Ergenekon davasıyla ilgili eşiyle tatilini geçirdiği Muğla’nın Bodrum ilçesinde DHA muhabirine açıklamalarda bulundu. Ergenekon diye bir terör örgütünün olmadığının artık herkes tarafından aşikar olduğunu, bunu herkesin kabul ettiğini belirten Başbuğ, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu ve aynı zamanda Teftiş Kurulu’nun hazırladığı her iki karpordaki ortak tesbitin, Ergenekon davasında görev yapmış hakimler ve savcılar FETÖ üyesi olduğuna dikkati çekti. Başbuğ, şöyle konuştu:
    “Dolayısıyla, sözde Ergenekon davasında, yeniden yargılama hem de 14 ay sonra İstanbul’da yeniden başladı. Dün (Çarşamba) ilgili mahkeme bu konuda bazı kararlar aldı. Bu kararlara biraz sistematik olarak bakalım, bazı tespitler yapalım. Ondan sonra bu tespitlerin ışığında, ’Mahkeme nasıl karar aldı? Nasıl karar alması gerekirdi ?’ bunların, üzerinde biraz biraz duralım. Şimdi birincitespit şu; 15 Temmuz 2016’da Türkiye gerçekten korkunç bir olay yaşadı. Fethullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) planladığı ve icra ettiği bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldık. Tabiki bu olayın neticesinde şunu kabul etmemiz lazım ki, Türkiye’de doğal olarak çok şey değişti. Bunu bir kere ana tespit olarak kabul etmemiz lazım. Yani 15 Temmuz öncesi ile sonrasını farklı değerlendirmemiz lazım. İkinci tespit, 15 Temmuz darbe girişiminin FETÖ tarafından planlandığı ve icra edildiği bugün artık bütün çıplaklığıyla herkes tarafından kabul edilmiş olması. Bunu da ana tespit olarak alalım. Üçüncü ana tespit olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve Meclis Darbeler Araştırma Komisyonu’nun raporları var. Bu raporlarda, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra yazılan ve ilgili makamlara sunulan raporlar. Önce Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu ve aynı zamanda Teftiş Kurulu’nun iki raporu var. Birisi Ağustos’ta diğeri de Ekim 2016’da yazılıyor. Ortak tespit ettikleri şu; Ergenekon davasında görev yapmış hakimler ve savcılar FETÖ üyesidir. Bu yargılamaları ki Ergenekon davası da bunun içine dahildir. Örgüt adına yaptılar ve bunun neticesi olarak biz ve bu hakim ve savcıların meslekten ihraç ettik. Bu fevkalede önemli bir tespit . Bunu aynı şekilde, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu da söylüyor. Raporda, sözde Ergenekon davası ile ilgili konu şu cümleyle bitiriyor, ’Ergenekon davasındaki savcı ve hakimler, belirli bir amacı malum şekilde FETÖ kapsamında planlı ve sistematik bir şekilde yürütülen bir organizasyonun parçası olarak hareket etmişlerdir.’ Bu kadar net ve açık durumlar var. Şimdi bu raporlardan hareket ettiğimiz zaman şu ortaya çıkıyor; o halde bu Ergenekon davasındaki iddianamelerihazırlayanlar daha önce soruşturmaları yapanlar ve yargılama sürecini yapan hakimler. O halde FETÖ üyesi olan kimselerdir ki bütün raporlar belgeler bunu teyit ediyor . Şimdi siz bunların yaptıkları soruşturmaları iddianameleri yargı kararlarını nasıl kabul edebilirsiniz ki ?”
    “SÖZDE ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ DAVASI’NA NORMAL BİR DAVA GİBİ BAKAMAZSINIZ”
    Emekli Orgeneral Başbuğ, FETÖ üyesi savcı hakimlerin hazırladığı iddianameler ve kararların bugün hala var olarak kabul edilmesi halinde bu terör örgütünün yaptıkları işlere yasallık kazandırıldığına dikkati çekti. Bağbuğ,”Bu hakim ve savcılar FETÖ üyesidir, bu nedenle bugün baktığımız zaman esas başrolde olanlar yurtdışına kaçmış durumda diğerleri ise tutuklu ve bu suçlamalarla yargılanmaktadırlar. Şimdi bunu anlamakta zorlanıyoruz. FETÖ üyesi savcı hakimlerin hazırladığı iddianameler ve kararları siz bugün hala var olarak kabul ederseniz ki dün verilen ara kararda biraz bu noktayı gösteriyor; o zaman siz diyorsunuz ki ’Bunların hazırladığı iddianamelerealdığı kararlara dadeğer veriyoruz.’ Bir noktada bunların bazı şeylerini doğruluyorsunuz. FETÖ’ye üye oldukları aşikar olan bu savcı ve hakimlerin yaptıkları işlere yasallık kandırıyorsunuz, biraz doğruluk veriyorsunuz, neredeyse onları legalize etmeyeçalışıyorsunuz ki bundan bir kişi sevinir o da FETÖ’nün başındaki kişidir. O’nu sevindirmek midir amacınız? Yani bunu anlamak gerçekten çok zor bir şey. Özetle, sözde Ergenekon Terör Örgütü davasına siz normal bir dava gibi bakamazsınız” diye konuştu. Başbuğ, şöyle devam etti:
    “Bu gerçekler ortadayken, görmezlikten geliyorsunuz, kenara bırakıyorsunuz; ’Dosya geldi elimize efendim. Normal hukuk kuralları içinde kalarak efendim’ diyorsunuz. Yine kalacaksınız. Sanki, Türkiye’de 15 Temmuz yaşanmamış sanki Türkiye’de 17/25 Aralık süreci yaşanmamış. Başka bir çok şeyde, 17-25 Aralık, 15 Temmuz 2016 haklı olarak dile getiriliyor ama bu tip davalara gelinince bunlar unutuluyor. Sanki her şey normalmiş, her şey normal hukuk çerçevesi içinde olmuş, biz de bu davaları normal hukuk normları içinde kalarak, bu olayları görmezlikten gelip, yaşanmamış kabul ederek bu süreci götürelim. Bunu kabul edemeyiz. Bu kabul edilebilecek bir olay değil. Bakın Anayasa’nın 138. maddesi çok açık. Anayasa’nın 138. maddesi diyor ki, ’Hakimler anayasa, yasa, hukuk ve vicdani kanaatlerine göre karar alırlar, hüküm verirler.’ Bakınız: size burada, ’Vicdani kanaatinizle karar alın’ diye bir şey söylemek istemiyorum. Tabiki bu doğru değil. Ancak, sizin bu kararı alırken hem vicdanınızı kullanarak hem de size biraz evvel gerekçelerini sıraladığım, nasıl başladığını ve sürdüğünü, kimler tarafından yapıldığını belirtip, birer komplo olduğunu söylediğim bu davaları görerek vicdani kanaatinizi de kullanarak farklı şekilde karar verilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla beklenen karar bence şöyle olmalıydı.”
    “HALA, HUKUKİ OLARAK ’SANIK’ ETİKETİYLE İSİMLENDİRİLİYORUM”
    FETÖ’cü hakimler tarafından verilen bu kararların Ergenekon davası ile ilgili olarak Danıştay cinayeti gibi davaları ayırınız, dosyadan ayrılsın. Onlar ayrı bir konu ama bu gibi dosyadan davalar ayrıldıktan sonra hala biz sanık olarak görünüyoruz. Şu an ben neyin sanığıyım? Bu insana ağır geliyor. Beni, sanık FETÖ’cü hakimler, savcılar yaptı. Hala, hukuki olarak ’sanık’ etiketiyle isimlendiriliyorum. Şimdi ben ve arkadaşlarım bu duruma nasıl isyan etmeyecek?
    Bu gerçekler ortadayken, olması gereken şudur; Danıştay davası gibi dosyalar ayrıldıktan sonra kalan Ergenekon davasındaki bütün arkadaşlarımın hepsinin beraat etmesi gerek. Başka türlü biz buradan çıkamayız. Yargıtay davaya 21 Nisan 2016’da baktı, İlgili, Yargıtay davası ne zaman? 15 Temmuz olayı yaşanmadan önce yani bu darbe girişiminden önce. Şuna inanıyorum, eğer Yargıtay’ın ilgili dairesi bugün bu dosyaya baksaydı inanıyorum ki bu davada bütün sanıklara beraat kararı verirdi. Bu mahkeme için bunu veremiyor? arkasında başka bir bir şeyler mi var? Anlamakta zorlanıyorum. Beklentilerimiz isteklerimiz bu ve bunda da haklıyız. Senelerce neredeyse senelerce süren bir sürecin içinde hala sanık etiketiyle dolaştırıyor bu insanlar. Ama kim dolaştırıyor? FETÖ’cüler. Sadece bizi sanık etiketiyle dolaştırıyor” dedi.
    “MİLLETİMİZİN GÖZÜNDE ÇOKTAN AKLANDIK”
    Türk milletinin gözünde aklandığını belirten İlker Başbuğ, her kesimden telefonlar aldığını ve sürecin uzamasından dolayı duyduğu tepkiyi ifade edereksözlerini şöyle tamamladı:
    “Ama milletimizin Türk milletinin gözünde biz çoktan aklandık. Öyle bir söz, söz konusu değil. Böyle bir şey söz konusu değil ama buna lütfen kimse artık alet olmasın. Yani buna yeter deme zamanı geldi ve geçiyor. Şimdi dediğim gibi dün alınan kararlar gibi kararlar, bana göre toplumun vicdanını yaralar. Bu yüzlerce telefon alıyorum. Her kanattan, her zeminden yani sadece bir gruptan bir görüş sahiplerinden değil. Her görüş sahiplerinden alıyorum. Aynen bana söyledikleri şey şu efendim; ’Nasıl bu yargılama hala devam eder? Bu şartlar altında bu kadar olay yaşandıktan sonra size hala bu haksızlıklar nasıl yapılır? Bu süreç nasıl uzatılır?’ Lütfen bunlara kulaklarınızı biraz açın. Aksi takdirde iki şey yapıyorsunuz. Birincisi toplum vicdanında daha çok mahkum oluyorsunuz, toplumun gözünde adaleti daha çok zedeliyorsunuz. Bir de unutmayın, bugün bu tip aldığınız kararlar kime yarıyor biliyor musunuz? FETÖ davaları çeşitli, bugün çeşitli kapsamda biliyorsunuz. Çeşitli mahkemelerde FETÖ ile bağlantılı davalar devam ediyor. İşte bu tip aldığınız kararlar FETÖ’cü savcı ve hakimlerin kararlarını kısmen de olsa legalize ederek bu adamlara koz veriyorsunuz. Yarın bunlar mahkemelerde bunları kullanacaklar. Bize diyecekler ki ’Bizi suçladınız ama bakın sizin hakim ve savcılarınız da hala bizim hazırladığımız iddianameler üzerinden bizim hazırladığımız kararlar üzerinden sanki hiçbir şey olmamış gibi 15 Temmuz olayı yaşanmamış gibi Türkiye’de normal sanki. Nasıl söyleyeyim? Kelime bulamıyorum, zorlanıyorum bu mahkemeleri, bu yargılama sürecini devam ettirmeye çalışıyorlar. Yeter artık” dedi.

  21. Anonim

    15 Temmuz başarılı olsa ve sonra Başbuğ içeri alınsaydı – veya ileride tekrar içeri alınsa üzülmezdim. Tıpkı Perinçek ve VP tayfasına üzülmediğim gibi. Onları içeri alan iktidarlarla da elbette mücadele edilmelidir. Ama bunları savunmadan.
    Bu yazının veciz bir şekilde belirttiği gibi, bu tipler her daim Kral’ın – düzenin, iktidarın – soytarılarıdır. Dahası, iktidarların tetikçileri oldukları için dışarı salınamayacak kadar tehlikelidirler.

  22. Necip

    ‘Zalim devlet’i devirmek icin ondan cok daha zalim davranan ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’i (sirf, insallah, bir gun isbasina gelip cok ama cok daha zalim) bir ‘devlet’ kursunlar diye desteklemek, onlarla isbirligine gitmegi onermek, bence, akli basinda bir insanin yapacagi sey degil.

    Meger ki, iyiniyetli olmadigini bu tur lakirdilarla ormege calisiyor olmasin.

    “etiket yapıştırmak başka şey, hegemonyasını sürekli arttıran ‘apaçık faşist’ rejime karşı mücadele etmek başka şey.”

    Breh breh..

    Ne menem ‘maden kanaryasi’ymis bunlar ki, bir omurdur ayni nakarati –usanmadan– tekrar derler de, sagdan say desen yanlarinda bir avuc insan bulunmaz…

    Bilmeyen de, “‘apaçık faşist’ rejim” oldugu konusunda yogun bir konsensus varmis, ahali de akin akin vatandasligini reddediyormus da kimse aldirmiyormus filan sanacak.

    Yok, tabii ki, oyle bir sey. Vatandasliktan cikarilanlar bile donup “‘apaçık faşist’ rejim” semsiyesinin altinda yasamagi tercih ediyorlar.

    “faşist rejim, seni de yemeye başladığında, o vakit seni ben savunacağım, senin yardım, destek isteyip-istememene aldırmadan.”

    Yok. Almayayim.

    Ben, kendi kararlarimi kendim veririm. Sonumun geldigini bilsem bile, prensipsiz devirmecilerin zerre kadar yardimini istemem.

  23. Necip

    “Tabiki bu olayın neticesinde şunu kabul etmemiz lazım ki, Türkiye’de doğal olarak çok şey değişti. Bunu bir kere ana tespit olarak kabul etmemiz lazım. Yani 15 Temmuz öncesi ile sonrasını farklı değerlendirmemiz lazım.”

    15 Temmuz oncesinden gelen butun vergi borclari ve her turlu suctan dolayi mahkum edilenler –herkes– affedilmeli ve dosyalari da imha edilmeli.

    Ilker Basbug’un hatirina bu kadarini yapmaliyiz.

  24. İhtiyar çoban

    yeniden

    kuşatılmış özgürlük kanayan vurulmuşluk çiğnenen onur
    yaralı kalp tutuklu akıl aşağılanmış bilinç
    hani yalnız değildiniz
    hani evren sizindi
    nerede şimdi sevdalılarınız kahramanlarınız o umut o düş
    tutkularınız coşkularınız o yürüyüş o koşuş

    kör inanış vicdansızlık hırsızlık parası kötü siyaset hile
    tembellik bencillik tüketim saygısızlık sevgisizlik
    ikiyüzlülük utanmazlık hırsızlık cinayet
    böyle ne çok şey daha ne çok kötülük delilik ve büyü
    gözlerinizin önünde pervasız ve apaçık
    en berbat adamların suçlarıyla büyüdü

    zehirlenmiş güvercinler gibi ölürken aşk ve özgürlük
    düşleriniz umutlarınız azgın zulümlerin içinde yitti
    sabahlar beklerken zindan gecelerde
    kol saatleri çarparken kanlı kalplerin yanında
    kızıl çiçekler solarken sessiz dudaklara yakın
    insanlar ışıkları kapatıp kapkaranlığın yurduna gitti

    çiğnenen onur aşağılanmış bilinç
    yitmeden bitmeden
    dirilin yeniden siz de küllerinizden

    ihtiyar çoban

  25. Gün Zileli

    Tam tersine iktidarlara teslim olmama gibi bir temel prensibimiz olduğu için, sizin tabirinizle “devirmeci”yiz.

  26. Araya nifak sokulmasın

    İlker Başbuğ iktidar yanlısı.

    Necip iktidar yanlısı.

    Necip İlker Başbuğ’a muhalif.

    Olmadı!

  27. Anonim

    Son dakika… Enis Berberoğlu’na bir günlük cenaze izni

    CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na kayınpederinin cenazesine katılabilmesi için bir günlük izin verildi.

    Tutuklu CHP Milletvekili Enis Berberoğlu’na kayınpederinin cenazesine katılması için izin verildi. Berberoğlu bu geceyi evinde geçirmesi bekleniyor.
    MİT TIR’larına ait görüntüleri Gazeteci Can Dündar’a verdiği iddiasıyla yargılanan CHP Milletvekili Enis Berberoğlu 25 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve tutuklanmıştı. Kayınpederi Murat Aydın hayatını kaybedince Enis Berberoğlu’nun avukatları İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne UYAP üzerinden dilekçe gönderdi. Avukatlar Berberoğlu’nun cenazeye katılabilmesi için mahkemeden izin istedi.
    Dilekçeyi inceleyen mahkeme, Enis Berberoğlu’nun cenazeye katılması için 24 Haziran 2017 günü saat 18.00’a kadar izin verdi. Mahkeme gerekçe olarak da, “Cenaze işlemlerinin İstanbul ili Sarıyer ilçesinde yapılacağı gözetilerek” ifadelerini kullandı. Karar Berberoğlu’nun kaldığı Maltepe L Tipi Kapalı Cezaevine gönderildi.

  28. Anonim

    Ergenekoncudan Ergenekoncu Perinçek’e Yumruk
    Nasname
    http://www.nasname.com/a/ergenekoncudan-ergenekoncu-perinceke-yumruk

    PERİNÇEK’E YUMRUĞU OSMAN YILDIRIM DEĞİL, “HAÇLI GERİCİLİK” ATMIŞ Gün Zileli
    http://www.gunzileli.com/2010/10/29/perincek’e-yumrugu-osman-yildirim-degil-“hacli-gericilik”-atmis/

  29. Anonim

    AKP-Ergenekon ittifakının FETÖ yalanlarına inanma!

  30. Necip

    “Tam tersine iktidarlara teslim olmama gibi bir temel prensibimiz olduğu için, sizin tabirinizle ‘devirmeci’yiz.”

    ‘Iktidarlara karsi olmak’, ‘iktidarlara teslim olmamak’ kulaga hos geliyor da, kullandiginiz kelimenin (‘iktidarlar’) cogul oldugunu iskalaMAmak lazim.

    Yani, teoride –zimnen– sadece ‘the Iktidar’ (ya da ‘el Iktidar’) degil sizin karsi oldugunuz; butun iktidar ceplerine karsi oldugunuzu ima ediyorsunuz.

    Bu iyi.

    Ama, saglamasini yapmaga kalktigimizda bunun boyle olmadigini goruyoruz: Kategorik olarak sadece ‘mesru iktidar’a (‘the Iktidar’a) karsisiniz.

    Onu ikame etmegi hedefleyen, yani sadece yeni bir ‘the Iktidar’ olmagi hedefleyen orgutler sozkonusu oldugunda ise, bazilarina goz yumuyor, digerleri ile ittifak yapmagi oneriyor; baskalarina da karsi oldugunuzu soyluyorsunuz.

    Tutarsizliktir bu.

    ‘The Iktidar’i devirip yerine kendinize yakin bulacaginiz baska bir iktidari getirmegi/kurmagi hedeflemek “iktidarlar”a karsi olmak anlamina gelmiyor cunku.

    Daha da beteri, ittifak yapilabilir buldugunuz orgutlerin bizzatihi kendilerinin mevcut iktidardan cok daha hukukdisi, zalim, ceberrut vs vb oldugunu bile bile onlarla ittifak onermeniz..

    Bu orgutlerin, iktidara geldiklerinde, aniden hidayete ereceklerini mi saniyorsunuz?

    Bu bir.

    Ikincisi, bu orgutleri –iktidari devirip yerine kendileri gelinceye kadar gececek sure boyunca– hukukdisilik, zalimlik, ceberrutluk vs vb acisindan elestirmeyisiniz onlara iltimas gecmek anlamina gelmez mi?

    Sonucta, butun bunlar, benim ‘prensipsiz devirmeci’ dedigim bakisa isaret ediyor.

    ‘Prensipsiz’ cunku prensip ya hic yok, ya da alabildigince muglak…

    ‘Devirmeci’ cunku –yerine neyin gelecegini hic dikkate almaksizin– sadece ‘mevcut’u ‘devirmek’e odaklanmis…

    Boyle bir akilin pesine takilinir mi?

  31. Gün Zileli

    Ergenekon diye bir örgüt yok, dolayısıyla AKP-Ergenekon ittifakı diye bir şey de yok. AKP, hayali suç örgütleri yaratarak bunlar arasında Bonapaptizm oyunu oynamaktadır. Bugün nasıl Fetö fetö deyip durmak AKP iktidarına yararsa Ergenekon Ergenekon deyip durmak da ona yarar.

  32. Gün Zileli

    necip ilkokul öğrencisine ders verir havalarını bıraksan iyi edersin. senin bildiğin basit gerçekleri ben de biliyorum. “‘The Iktidar’i devirip yerine kendinize yakin bulacaginiz baska bir iktidari getirmegi/kurmagi hedeflemek “iktidarlar”a karsi olmak anlamina gelmiyor cunku.2 Böyle bir şeyi hedeflediğimi nereden çıkarıyorsun ki? Bir iktidarı yıkmayı hedefliyorum evet ama yerine yeni bir iktidarın kurulması gibi bir amacım yok, tersine buna karşıyım. Çünkü yeni iktidarın da eskisi gibi olacağını biliyorum.

  33. Necip

    Ikisini birlestirerek yazayim:

    “İlker Başbuğ iktidar yanlısı.
    Necip iktidar yanlısı.
    Necip İlker Başbuğ’a muhalif.
    Olmadı!”

    Benim ‘iktidar yanlisi’ oldugum algisinin temelinde, zannedersem, iktidara karsi daha beter fakat daha ufak yapilari destekleyenlerle rezonansta olmayisim yatiyor.

    Yani, ‘karsi degilsen, taraftarisin’ bakisi…

    Bu bakis yanlis da, anlatmak kolay degil.

    “Ergenekon diye bir örgüt yok”

    Isminin gercekten ‘Ergenekon’ olup olmadigini bilmiyorum. Eger oyleyse, cok da akillica secilmis bir isim gibi durmuyor.

    Bu teknik detayi gecersek, ismi ne olursa olsun, boyle bir orgutun ‘yok’lugu konusunda bu kadar kesin konusabilecegimizi sanmiyorum.

    Bu konuda, mesela, Erol Mutercimler cok aciklayici seyler anlatmisti. Sibel Edmunds da, ‘Gladio A’ diyerek atifta bulunuyordu (‘Gladio B’ de FETO).

    Su siralarda ‘Gladio B’ye odanlandik diye, ‘Gladio A’nin hic olmamis oldugunu soylemek, bence, aklimizla alay etmektir.

  34. Necip

    “necip ilkokul öğrencisine ders verir havalarını bıraksan iyi edersin. senin bildiğin basit gerçekleri ben de biliyorum.”

    Bilmediginizi hic dusunmedim. Ama, hayatin boyle bir gercegi oldugunu biliyor olmaniza ragmen, sonucunda baska bir seyin olabilcegini dusunuyor oldugunuz intibaini vermenize sasiriyorum.

    “Böyle bir şeyi hedeflediğimi nereden çıkarıyorsun ki? Bir iktidarı yıkmayı hedefliyorum evet ama yerine yeni bir iktidarın kurulması gibi bir amacım yok, tersine buna karşıyım. Çünkü yeni iktidarın da eskisi gibi olacağını biliyorum.”

    Insan mahlugu, baska bir cok ozelliginin yanisira, bir ‘suru hayvani’ oldugundan dolayi, zaman zaman sikayet etse bile, basinda bir ‘alpha’nin oldugu hiyerarsik bir yapi olsun istiyor.

    Bunu siz de, en az benim kadar, iyi biliyorsunuz: Tarihsel/emprik butun surec buna isaret ediyor.

    Bunu verili kabul edersek, ‘iktidar’a karsi olmanin bir anlami olmadigini, onu devirince yerine sadece bir yenisinin (‘more of the same shit’) gelecegini; dolayisi ile, ‘iktidara karsi olmak, onu devirmek’ icin harcayacagimiz her turlu eforun heba olacagini da gorebilmeliyiz.

    Gorebildiginiz asikar da, hala daha israr etmeniz garip.

    [Simdi ismini tam hatirlamiyorum. Japonya’da bir tapinak var. Tamamen ahsap bir yapi. Arsa iki parselden olusuyor. Her 50 senede bir bir parseldeki binayi yikip, yan parselde, yenisini yapiyorlar.

    Onun bir mantigi var. Ahsap bina 50 senede eskiyor. Yenisini yapiyorlar. Bir de, irrasyonel olsa da, ‘inanc’ ayagi var.

    Ama; bizdeki ‘devirmeci’ligin mantigini goremiyorum.
    ]

  35. Anonim

    Diyelim ki Ergenekon diye bir örgüt yok. AKP müttefiki ulusalcı gruplara ve askerlere (örn; VP ve Perinçek, İ. Başbuğ vb,) genel bir ad olarak Ergenekoncu (ulusalcı, ulusolcu, Kemalist gibi) demenin nesi yanlış? Gerekirse yanlış anlaşılmaması için hangi anlamda kullandığımızı da parantez içinde ekleriz.

  36. Anonim

    doğu bey soyadını değiştirecek olursa önerim SAĞAÇEK olacak.

  37. anonim

    poponla beynin yer mi değiştirdi necip?

    ‘‘Zalim devlet’i devirmek icin ondan cok daha zalim davranan ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’i (sirf, insallah, bir gun isbasina gelip cok ama cok daha zalim) bir ‘devlet’ kursunlar diye desteklemek, onlarla isbirligine gitmegi onermek, bence, akli basinda bir insanin yapacagi sey degil.’

    ‘uydurmak’ hususunda, poponla beynin yarışsa, anca, yukarıdaki gibi zırıltılar çıkıyor. yazık.

    ortada ‘zalim devlet’ var, adı ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’. bu diktatörlüğü yıkmak için mücadele etmek, zaten, halihazırda, ‘en zalim olan’a (yani ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’ne) karşı mücadele etmek demektir.

    ‘ondan cok daha zalim davranan ‘merkezi kontrol ile calisan organize orgutler’i bir ‘devlet’ kursunlar diye desteklemek’ diye zırıltıyı senin popon mu çıkarıyor, beynin mi çıkarıyor, henüz belirlenemedi. ‘muhalefet beraberliği’ demek, ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’nü yıktıktan sonra, görece daha az zalim bir başka iktidarı desteklemek, demek değildir.

    hiçbir iktidar meşru değildir, bunu unutma necip.

    sırf, popondan veya beyninden çıkan zırıltıları dikte etmek için, laf cambazlığını sergileyerek kendini daha fazla yorma necip.

    ‘Meger ki, iyiniyetli olmadigini bu tur lakirdilarla ormege calisiyor olmasin.’

    kendini açıkça tanıttığın için teşekkürler. senin gibi ‘recep tayyip erdoğan destekçisi’, iyi niyetli olmadığını, türlü-çeşitli lakırdılarla örmeye çalışıyor çünkü.

    ‘Ne menem ‘maden kanaryasi’ymis bunlar ki, bir omurdur ayni nakarati -usanmadan- tekrar derler de, sagdan say desen yanlarinda bir avuc insan bulunmaz…’

    öncelikle, diktatör erdoğan’ın emirleriyle ‘hapse atılan insanlar’ı saymakla başlayabilirsin. sana göre, diktatör erdoğan’ın emirleriyle hapse atılan insanlar, ‘bir avuc insan’ kategorisine girmiyor ise, bu, senin gaddarlığın.

    ‘maden kanaryası’na kadar uzamana gerek yok. diktatör erdoğan’ın emirleriyle hapse atılan insanların, biraz nefes alması için, hapishane yönetimi, bazen, küçücük bir penceresi olan (bu pencere, avluya açılıyor, özgürlüğe değil) hücreleri tahsis ederler ‘bakın ne kadar da toleranslıyız’ imajını yaymak için. işte bu küçük pencereler aracılığı ile, diktatör erdoğan’ın emirleriyle hapse atılan insanların şansları yolunda giderse, bazen birkaç ‘serçe’, bazen de birkaç ‘güvercin’ arkadaşlığı doğabiliyor, hapistekilerin bıraktıkları ekmek kırıntılarını yemeye geldiklerinde.

    ‘Bilmeyen de, “‘apaçık faşist’ rejim” oldugu konusunda yogun bir konsensus varmis,’

    herkes, senin gibi, diktatör erdoğan’ın sadık birer askeri değil necip. kendinle, başkalarını bir tutma. diktatör erdoğan tarafından beslendiğin için, ‘apaçık faşist’ rejim oldugu konusunda yogun bir konsensus olduğunu kasten atlıyorsun. ‘apaçık faşist rejim’i sen de deneyimliyorsun, ama, itiraf etmek işine gelmiyor.

    ‘ahali de akin akin vatandasligini reddediyormus da kimse aldirmiyormus filan sanacak.’

    yine, herkes, senin gibi, diktatör erdoğan’ın sadık birer askeri değil necip. kendinle, başkalarını bir tutma.

    ‘Yok, tabii ki, oyle bir sey. Vatandasliktan cikarilanlar bile donup “‘apaçık faşist’ rejim” semsiyesinin altinda yasamagi tercih ediyorlar.’

    tercih-mercih yok. senin gibi, recep tayyip erdoğan’ın kuyruğuna takılmış necip’lere karşı mücadele etmek var.

    ‘Yok. Almayayim. Ben, kendi kararlarimi kendim veririm.’

    yeniden, ama dikkatle oku: ‘faşist rejim, seni de yemeye başladığında, o vakit seni ben savunacağım, senin yardım, destek isteyip-istememene aldırmadan.’

    ‘prensipsiz devirmecilerin zerre kadar yardimini istemem.’

    bir: sende prensip ne gezer.

    iki: bir de gelmiş, benim prensibimi sorgular, utanmaz madrabaz.

    üç: sen ilk önce, recep tayyip erdoğan’ın kuyruğunu bırakmayı dene. ondan sonra, prensipler kütüphanesinde taharri yaparsın.

  38. Somut Durumun Somut Analizi

    Kim iktidarsa ona vur!

  39. Somut Durumun Somut Analizi

    Kim muhalifse onu destekle!

  40. Somut Durumun Somut Analizi

    İktidar iktidara ne kadar hakimse o kadar vur, muhalif ne kadar muhalefet ediyorsa o kadar destekle!

  41. Gün Zileli

    Şusu yanlış: Çünkü böyle uydurma bir örgüt adıyla Tayyap-FetuLLAH ittifakı tarafından çok sayıda insanın canı yakılmış, intihar edenler olmuş, insanlar boş yere beş yıl hapis yatırılmış, Türkiye toplumunun bugünkü diktatörlüğe yöneltilmesinde bu ad kötü bir üne sahip olmuştur. Yanlış bir şeyi neden kullanıyorsunuz ki. İktidarın elinize tutuşturduğu her elma şekerini yalamayın lütfen.

  42. Gün Zileli

    yani diyorsun ki, bugünküne razı olup oturalım oturduğumuz yerde.

  43. Necip

    “yani diyorsun ki, bugünküne razı olup oturalım oturduğumuz yerde.”

    Yikarak da bir yere varamayacaginiz belli –bunu siz de biliyor ve soyluyorsunuz.

    Cunku; yiktiginiz an, cok kisa zamanda, yerine bir baskasi gececek.

    Yerine gelecek olanin daha iyi olmak ihtimali de, iktidar sehveti ile yanip tutusan orgutlere bakarsak, pek de yok.

    Daha da beteri, (iktidar sehveti ile yanip tutusan orgutlerin yoneticilerini haric tutarsak) yikmak icin ugras veren onca insanin gayretleri heba ve kendileri de telef olmus olmayacak mi?

    Oyleyse, yikmaga bir omur hasretmenin anlami kaliyor mu?

    Bence kalmiyor.

    Cunku, sizin ‘end game’inizin butun alternatifleri basarisizlikla sonuclanmaga mahkum –bunu siz de biliyor ve soyluyorsunuz.

    Bu durumda, ha oturmussunuz oturdugunuz yerde, ha isyan etmis ortaligi ayaga kaldirmissiniz.. bir sey degismeyecek.

  44. Necip

    “ortada ‘zalim devlet’ var, adı ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’. bu diktatörlüğü yıkmak için mücadele etmek, zaten, halihazırda, ‘en zalim olan’a (yani ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’ne) karşı mücadele etmek demektir.”

    Sizin mucadele menziliniz RTE ile bitecek anlasilan.

    Bitince mutlu olacaksiniz; ne mutlu…

    Peki, ya zalim orgutler?

    Bunlara soylecek hic sozunuz olmayacak mi?

  45. Necip

    “Kim iktidarsa ona vur!
    Kim muhalifse onu destekle!
    İktidar iktidara ne kadar hakimse o kadar vur, muhalif ne kadar muhalefet ediyorsa o kadar destekle!”

    Bunlar kulaga hos gelen sloganlar.

    Fakat, “Muhalif ne kadar muhalefet ediyorsa o kadar destekle” dediginiz zaman, yapilmasini uygun gordugunuz seyleri engelleyen muhalefeti de destekleyecek misiniz?

    Bir de soyle bir soru var: Eger ‘iktidar’i calisamaz hale getirebiliyorsa, o zaman, asil ‘iktidar’ ‘muhalefet’ degil midir?

    Bu durumda, hangisini destekleyeceksiniz?

  46. Anonim

    “Ergenekoncu” diye geçmişte haksız yere hapis yatanlar bugün iktidarın en büyük destekçilerinden olmuşlar ise geçmişte maruz kaldıkları bu durum nedeniyle onları mağdur görüp haklarını savunmak doğru mudur?

    Bu şuna benzer. Cinayet işlediği iftirasına maruz kalıp haksız yere hapis yatan biri tahliye edildikten sonra birini öldürüyor. Bizde geçmişteki mağduriyetine karşı çıkıyoruz. Halbuki hapis yatmaya devam etseydi kimseyi öldüremeyecekti.

  47. Gün Zileli

    saçma bir mantık. Bu mantıkla herkesi suçlar ve hapse atarsınız. Suç tamamen olaya bağlıdır. Bu adam zaten cinayet işleyecek, onun için şimdiden içeri atmakta fayda var diye bir mantık olmaz.

  48. Gün Zileli

    eh öyle. Sonunda ölüm var diye kimse çocuk doğurmaktan vazgeçmez.

  49. anonim

    ‘Sizin mucadele menziliniz RTE ile bitecek anlasilan. Bitince mutlu olacaksiniz; ne mutlu… Peki, ya zalim orgutler? Bunlara soylecek hic sozunuz olmayacak mi?’

    ‘zalim devlet’in mevcut vücut bulmuş hali ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’dür. bu diktatörlüğü yıktığımızda, devlet de, zalimliği de otomatikman bitecek, sonucu çıkmıyor. poponla beynin aynı zırıltıları çıkardığı için, sen, ‘zalim devlet(ler)’e karşı olan mücadelelerin, sadece ama sadece ‘isimlere karşı mücadele etmek ile’ limitli kalacağını söyleyecek kadar, recep tayyip erdoğan’ın kuyrukçuluğunu yapan bir şahıssın.

    anlamak işine gelmiyor: ilk hedef, en tehlikeli ‘diktatörlük’, en zalim ‘teşkilat’, en hegemonya heveslisi ‘örgüt’, mevcut durumda ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’dür. ‘geriye kalan zalim orgutlerle’ mücadele etmek için, ilk önce, ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’ne karşı mücadele edilir. bu diktatörlüğü yıktığımız an, hayat, güllük-gülistanlık olacak, ‘daha az zalim örgütlere boyun eğilecek’ diye bir şart yok.

    laf cambazlığını sergileyerek, saptırma necip.

    bir kez daha hatırlatıyorum: hiçbir iktidar meşru değildir, bunu unutma necip.

    ‘Eger ‘iktidar’i calisamaz hale getirebiliyorsa, o zaman, asil ‘iktidar’ ‘muhalefet’ degil midir? Bu durumda, hangisini destekleyeceksiniz?’

    ‘iktidar’ denen olgu nedeniyle, muhalefet var.

    muhalefet, ‘iktidarlara karşı mücadele etmek için’ var.

    ‘iktidar olgusu’nu, muhalefet beraberlikleri kurarak yıktığımızda, yerine, yeniden, ‘bir başka iktidar koymak’ için mücadele edilmez.

    ‘iktidar olgusu’nu yıktıktan sonra, eğer, muhalefet beraberliği içinde de iktidar olmaya eğilimli akımlar çıkarsa, bu kez, yeni muhalefet beraberlikleri kurulur, ve bu kez, ‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’a karşı mücadele edilir.

    poponla beynini birbirine karıştırma necip.

  50. Necip

    “‘geriye kalan zalim orgutlerle’ mücadele etmek için, ilk önce, ‘recep tayyip erdoğan diktatörlüğü’ne karşı mücadele edilir.”

    Nasil yani?

    Iki isi bir arada yapamiyor musunuz?

    Mesela, sakiz cignerken (ya da konusurken) yurumek gibi..

    “‘iktidar olgusu’nu yıktıktan sonra,”

    Peh.. peh..

    ‘Iktidar’i yikmak yetmemis; simdi de ‘iktidar olgusu’nu yikmaktan bahsediyorsunuz.

    Yani, hamhayalperestligi asmis, somsalakligin feristahina ulasmissiniz. Bravo.

    “eğer, muhalefet beraberliği içinde de iktidar olmaya eğilimli akımlar çıkarsa, bu kez, yeni muhalefet beraberlikleri kurulur,”

    Yani, bir o muhalefetin kucaginda, bir bu muhalefetin kucaginda, bir omur gecirirsiniz.

    Ama, bu da cok suremez; cunku, her an herhangi bir ‘beraberlik’e ihanet edeceginiz artik asikar olacaindan dolayi, sizi kimse iplemez.

    Simdi oldugu uzere, bilindik ‘kullanisli aptal’ olarak kalirsiniz.

    “ve bu kez, ‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’a karşı mücadele edilir.”

    Hedefi iktidar olmak olmayan muhalefete bukake canagi diyoruz.

  51. Anonim

    ittifak,strateji,demokrasi falan yok.

    global elitlerin kontrolcü sistemini yıkıp dünya çapında komünizm kuracağız.

    geri kalan her şey boşuna oyalanmaktır. komünistler 150 yıldır saçma sapan yan işlerle, günü kurtarmak adına, öncelikler adına uğraşıyorlar. bir 150 sene daha kaybedemeyiz.

  52. Gün Zileli

    Necip’in sorunu ikisine birden mücadele etmek istemesi değil. İktidara karşı mücadele etmek istememesi.

  53. Anonim

    24 haziran 2017 bursa asker zehirlenmesi

    beyler sakin, hulusi ile konuştum, haberler iyi. bayram namazından sonra ilgilenecekmiş. şu an abdest alıyormuş eli ıslakmış, omzunda tutuyordu telefonu. o yüzden fazla konuşamadık.

    geyik bir yana. ne fetösü lan? madem öyle, ilk yaptığında neden önlem alınmadı? polis emrinde, ordu emrinde, iktidar zaten 15 senedir elinde. hala mı fetö?

    devlet bahçeli de twitter’da dm göndermiş. youtube’dan dizilerini izliyormuş, bitince tweet atacakmış.

    doğu perinçek de, tabldotlara karşı vatan savaşı verdiğini söyledi. kuru fasulyeler emperyalistmiş.

    kılıçdaroğlu mu? yaee bırakın o’nu. 15 temmuz’da neredeeeeeymiş?

    https://eksisozluk.com/entry/69053159

  54. Anonim

    Yorumlar gene uçtu Gün, gene uçtu!

  55. Gün Zileli

    maalesef. bu sorunu halledemedik.

  56. Bomba yağan diktatörler

    2011, Libya
    Kaddafi zorbası bombalanıyor (Taraf)
    Diktatöre bomba yağdı (Milliyet)

    Necip onaylar [mı? Karşı olduğunu henüz duymadık. Öyleyse özür dileriz].

    2001, Afganistan
    Taliban zorbası bombalanıyor
    Diktatöre bomba yağdı

    Necip onaylar [mı? Karşı olduğunu henüz duymadık. Öyleyse özür dileriz].

    2003, Irak
    Saddam zorbası bombalanıyor
    Diktatöre bomba yağdı

    Necip onaylar [mı? Karşı olduğunu henüz duymadık. Öyleyse özür dileriz].

    2011-günümüz, Suriye
    Esed zorbası bombalanıyor
    Diktatöre bomba yağdı

    Necip onaylar [mı? Karşı olduğunu henüz duymadık. Öyleyse özür dileriz].

    15/16 Temmuz 2016, Türkiye
    RTE zorbası bombalanıyor
    Diktatöre bomba yağdı

    Necip karşı çıkar.

  57. Anonim

    Gün Zileli
    Haziran 24th, 2017 at 10:44
    saçma bir mantık. Bu mantıkla herkesi suçlar ve hapse atarsınız. Suç tamamen olaya bağlıdır. Bu adam zaten cinayet işleyecek, onun için şimdiden içeri atmakta fayda var diye bir mantık olmaz.

    [Mecûsî Ebû Lü’lü, Hz. Ömer (r.a) huzuruna çıkıp, efendisinden şikâyet eder. “Mugîre benden günde iki dirhem haraç istiyor, bunu biraz hafîfletin.” der. Hz. Ömer (r.a.) “Senin sanatın nedir?” diye sorar. Köle “Tüccârım, nakkâş(nakışcıy)ım, demirciyim.” der, Hz. Ömer “Bu sanatlara göre haracını çok görmüyorum. Hem duyduğuma göre, ben yel değirmeni bile yaparım, demişsin.” buyurur. Köle “Evet” deyince. Hz. Ömer “Öyle ise bana bir yel değirmeni yap.” der. Köle “Sana öyle bir değirmen yapacağım ki, şarktan garba kadar bütün dillere destan olacak.” der. Hz. Ömer (r.a), “Bu kâfir beni öldürmek istiyor.” der. Etrafındakiler: “Emir buyurun, hemen onu öldürelim.” deyince de “Öldürmeden evvel kısas yapılmaz.” buyururlar.
    Zilhicce ayının 23. günü Hz. Ömer (r.a.), sabah namazını kılmak üzere mescide gider. Cemaat saf olurken, Ebû Lü’lü içeri dalar ve iki taraflı bir hançerle Hz. Ömer’i altı yerinden yaralar ve daha on kişiyi yaralayıp kaçar. Yaralı sahabelerden dokuzu şehîd olurlar. Asıl ismi Firûz olan Ebû Lü’lü yakalanıp öldürülür.]

  58. Necip

    “Necip’in sorunu ikisine birden mücadele etmek istemesi değil. İktidara karşı mücadele etmek istememesi.”

    Neresini Turkce yazmamisim, nereseni anlamadiniz; bilmiyorum.

    Bir daha deneyelim:

    Siz, ‘iktidar’a (yani, ‘yonetim’e) karsi oldugunuzu soyluyorsunuz. Kim olursa olsun, farketmez, ‘iktidar’a karsisiniz.

    Bunu da, anlamli bir seymis gibi, biteviye soyluyorsunuz.

    Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri mumkundu. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken…

    O gunler gecti.

    Simdi, 3 dairelik apartmanlarda bile birisini yonetici seciyor ya da tayin ediyorlar. Bunu da, kendiliklerinden yapiyorlar.

    Cunku, ortak hizmetlerin saglanmasi icin boyle bir sey gerekiyor –oteki turlusunun daginiklik ve karmasa anlamina geldigini (galiba, bir siz haric) herkes idrak ettigi icin.

    30 bin sene onceye donusu oneren bir sloganik lakirdiyi kimse ciddiye almiyor yani.

    Simdi de, gelelim, sizin ‘zulum’e filan karsi olusunuza.

    Evet. Buna ben de, tabii ki, karsiyim.

    Ama, ben hem ‘iktidar’in hem de ‘orgut’lerin zulmune karsiyim.

    Siz, pek de bir el cabuklugu ile, ‘orgut’lerin zulmune gecistiriveriyorsunuz.

    Aramizdaki temel fark bu.

    Umarim bu sefer yeterince Turkce yazmisimdir.

  59. Gün Zileli

    Türkçe yazmışsın da bir de Türkçe okumayı bilsen… Bu sitede örgütlerin zulmüne karşı yüzlerce yazı bulunuyor.

  60. Necip

    “Bu sitede örgütlerin zulmüne karşı yüzlerce yazı bulunuyor.”

    Bu ‘örgütlerin zulmüne karşı’ yazilanlardan birkac tanesinin linkini verebilseydiniz cok makbule gecerdi.

    Ozellikle de, ‘örgütlerin zulmüne karşı’dan oteye, dogrudan dogruya ‘örgütlere karşı’ yazilmis, onlari da sertce elestiren birkac yazi.

  61. Gün Zileli

    Ben sizin yerinizde olsam, herkese laf yetiştireceğime biraz zaman ayırır ve bulmaya çalışırdım. Gerçekten bulmak istiyorsam tabii. Yine de ilk elde bulduğum iki örneği buraya vereyim:

    http://www.gunzileli.com/2014/01/16/vigilante/
    http://www.gunzileli.com/2013/12/03/dsipli-arkadastan-derhal-ozur-dilenmelidir/

  62. Necip

    “Ben sizin yerinizde olsam, herkese laf yetiştireceğime biraz zaman ayırır ve bulmaya çalışırdım. Gerçekten bulmak istiyorsam tabii.”

    Herkese laf yetistirmek pesinde degilim. Sadece ilginc/onemli gordugum noktalara deginiyorum.

    Bu sitedeki butun yazilari tek tek okuyacak kadar vaktim, malesef, yok.

    Olsa bile, yapmazdim. Cunku, o, bir tur ‘stalking’ sayilabilir.

    Onun yerine, dogrudan dogruya, sizden yardim istemegi tercih ederim.

    “Yine de ilk elde bulduğum iki örneği buraya vereyim:”

    Tesekkur ederim.

    Once, verdiginiz en sonuncu linkten baslayayim.

    “İlyas Aydın’a Devrimci Onuru İade Edilmelidir…” basligi altindaki su ifadeniz cok ilginc:

    “Örgütlere bir şey demiyorum, onlar konuşmazlar, konuşmak işlerine gelmez, çünkü epeycesinin örgüt içi infaz suçu vardır. Peki ama ya bizim kuşak. Bizler neden susuyoruz?”

    Evet. Fakat, orgutlere niye “bir sey demiyor“sunuz?

    ‘Cevap vermez’ olmalari onlari soru sorulmaktan muaf mi kiliyor?

    Dahasi, evet, hala daha neden susuyorsunuz?

    [Buradaki ‘siz’ zamiri bizzat size atifta bulunmuyor; ‘sol’un (hatta, ‘sag’in) orgutsel yapisi icinde (daha cok da, yonetiminde) bulunmus olan herkesi kastediyorum.]

    Aradan kac yil gecmis?

    Yazida ismi gecen:

    Adil Ovalıoğlu (infazi 1970): 46 sene.
    İlyas Aydın (infazi 1972?): 44 sene.

    Ve, hala daha ‘ajan miydi, degil miydi?’ geyikleri uzerinden konusuluyor mevzu.

    Neymis? ‘Ajan degilse, itibari iade edilmeli’ymis?

    E iyi de, (ajan ya da degil) insanlar oldurulmus..

    Oldurenleri, emri verenleri, infazi yapanlari vs konusan yok.

    Bunlarin suclu oldugunu soyleyen hic.

    Hem, ajan olsa(ydi) ne yazar?

    ‘Ajan’ olanlarin sizce katli vacip midir?

    Sahi, siz idama karsi misiniz?

    Yoksa, orgutlere istisna mi taniyorsunuz?

    Not: Linkini verdiginiz diger yazilariniza baktim. Hicbirinde acikca ismi zikredilen bir orgut yok.

    Uzgunum; ama, onlarin her biri muglak/yuvarlak laflar.

    Bu durumda sunu sormaliyim:

    [‘Omerta’ya uyulmasini zorunlu kilan sey, kendisinin (ya da sevdiklerinin) oldurulmesi, iskence gormesi veya baska sekillerde ciddi zararlara ugramasi korkusudur.]

    Solda, bunca katle ve infaza ragmen, bunlarin hakkinda kimsenin cikip konusamayisini, ben, boyle bir teditten korkunun varligina yormak durumunda kaliyorum.

    Baska bir aciklamasi akliniza geliyor mu?

  63. Gün Zileli

    Başka bir açıklaması senin bir demagog olduğun.

  64. Necip

    Kelimenin anlami sizin sandiginiz gibi her yerde kullanilmaga musait degil.

    http://www.dictionary.com/browse/demagogue

    demagogue or demagog
    noun
    1. a person, especially an orator or political leader, who gains power and popularity by arousing the emotions, passions, and prejudices of the people.
    2. (in ancient times) a leader of the people.

    Ben, halkin duygularini veya onyargilarini sahlandirarak guc veya popularite kazanan birisi degilim.

    Burasi da, benim soyledigim turden seyleri soyleyerek popularite kazanilacak bir yer degil zaten.

    Simdi gelelim sizin soylediginize:

    “Başka bir açıklaması senin bir demagog olduğun.”

    Yani, sirf ben (olmadigimi yukarida anlattim, ama yine de diyelim ki) ‘demagog’um diye mi konusamiyorsunuz?

    Butun ‘sol’u ben mi engelliyorum?

  65. Anonim

    Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar birbirlerini anlayabilirler.

  66. Anonim

    Hiroşima ve Nagazaki’ye (ve Pearl Harbour’a, Dresden’e, Londra’ya, Dersim’e, Roboski’ye, Gazze’ye, Hama’ya, Halep’e, Halepçe’ye, İHA’larla Yemen’e…) bomba atanların yaptığı zulümler ile örgütlerin yaptığı zulümler bir mi ki onların da aynı derecede eleştirilmesini bekliyorsun Necip? (Onların zaten eleştirilmesini bir yana bırakıyorum.)

    Öte yandan, bu örgütlerden IŞİD gibi bazılarına da senin değinmemenin sebebi, onların tasmasını elinde tutan AKP iktidarının onları PYD gibi karşı olduğun örgütlere karşı kullanması değil mi?

  67. anonim

    ‘Nasil yani? Iki isi bir arada yapamiyor musunuz? Mesela, sakiz cignerken (ya da konusurken) yurumek gibi..’

    iktidarları yıkmak için, sihirli tek tuşla çalışan, bu sihirli tuşa basıldığında dünyayı güllük-gülistanlık hale çabucak çeviren, bu sihirli tuşa basıldığında hem ‘iktidarları’ hem de ‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’ı tek seferde yok eden bir mekanizma yok.

    poponla beynini birbirine karıştırma necip.

    emperyalist ülkenin emperyalist generali ‘george smith patton, jr.’, 1945’e yaklaşırken, müttefik kuvvetler komuta merkezinde kavga çıkardı. dedi ki: ‘nazileri yedik bitirdik, artık kımıldayacak mecalleri kalmadı. peki niçin duruyoruz?! önümüzde daha cevval bir canavar ‘sovyetler’ dururken, bırakın benim tanklarımı, moskova’ya kadar gideyim! dünyanın üstüne çöken bir başka laneti daha kaldırayım!’ ama, tarihin o anı, o ‘emperyalist general patton’a, o imkanı, yani hem ‘nazizm’e hem de ‘sovyetizm’e karşı ‘aynı anda’ savaşmayı mümkün kılmadı. tarihin cilvesi yine ortaya çıktı, o emperyalist general patton’ın yurttaşı olduğu ülke emperyalist abd, ikinci dünya savaşı’nı kazanmış olmanın verdiği enerjinin de katkı sağlaması ile, dünya genelinde ‘abd diktatörlüğünü arttıra arttıra’ bugünlere kadar gelebildi, ne yazık ki.

    anla necip: hem ‘iktidarlar’a hem de‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’a karşı ‘aynı anda’ mücadele etmek, daima mümkün olamıyor. hayat, daima senin istediğin, daima senin çabaladığın yönler de, ‘aynı anda’ akamıyor.

    ‘Peh.. peh.. ‘Iktidar’i yikmak yetmemis; simdi de ‘iktidar olgusu’nu yikmaktan bahsediyorsunuz. Yani, hamhayalperestligi asmis, somsalakligin feristahina ulasmissiniz. Bravo.’

    ‘iktidarlar’a ve ‘iktidar olgusu’na karşı mücadele aynı anda yapılır.

    sen, bu mücadeleyi anlamazdan gelmekte maharetli olduğundan ‘hamhayalperestlik’ ve ‘somsalaklik’ sarmalında bocalayıp duruyorsun, çünkü, recep tayyip erdoğan’ın askeri olman, beynini, rüya aleminde uçuruyor.

    ‘Yani, bir o muhalefetin kucaginda, bir bu muhalefetin kucaginda, bir omur gecirirsiniz. Ama, bu da cok suremez; cunku, her an herhangi bir ‘beraberlik’e ihanet edeceginiz artik asikar olacaindan dolayi, sizi kimse iplemez. Simdi oldugu uzere, bilindik ‘kullanisli aptal’ olarak kalirsiniz.’

    sen, galiba, muhalefetin ‘kucaklasmasi’nı başka türlerde anlayıp, yine, saptırmaya uğraşıyorsun. diktatörlüklere karşı mücadele yürütülürken, muhalefetin unsurlarının beraber hareket etmeye, tarihin akışının mecbur bırakmasını, ya anlamazdan geliyorsun, ya hiç anlamıyorsun.

    ‘her an herhangi bir ‘beraberlik’e ihanet edeceginiz’

    ben, muhalefet beraberliğine ‘ihanet etmek için’ değil, iktidarları yıkmak için, muhalefet unsurları ile beraber hareket etmekten bahsediyorum. laf cambazlığı yaparak, konuyu saptırmaya uğraşma necip.

    ‘bilindik ‘kullanisli aptal’ olarak’

    kendini, yeniden, tanıttığın için teşekkürler. sen, recep tayyip erdoğan’ın kuyrukçuluğunu bu sitede sürekli icra ederek, pek maharetli ‘kullanisli aptal’ olduğunu sürekli kanıtlıyorsun necip.

    ‘Hedefi iktidar olmak olmayan muhalefete bukake canagi diyoruz.’

    bir: ‘bukake canagi’ ne demek?

    iki: sen, recep tayyip erdoğan’ın kuyrukçuluğunu yapan bir askersin. iktidardan, doğrudan-dolaylı, nemalanan, ve albaylık rütbesine de özenen, recep tayyip erdoğan’ın askerisin. recep tayyip erdoğan diktatörlüğünü yıktığımızda, kendi iktidarın da sarsılmaya başlayacağı için, ‘muhalefet beraberliklerinin, iktidar tahtini isgal etmeyi hedeflemesi gerektigi’ gibi bir zırva-prensibinle, güya, istikamet verdiğini sanıyorsun. hadi ordan, başka kapıya, kış kış.

    üç: hiçbir iktidar meşru değildir (‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’ dahil), bunu unutma necip.

  68. Anonim

    necip demagog geğil ki. o bir gevezelog.

  69. Anonim

    Emekçilere milliyetçilik, kapitalistlere kâr

    “…geçtiğimiz Mayıs ayında Fenerbahçe basketbol kulübü Euroleague şampiyonu oldu. Takımın sayı getiren bir tek Türkiyeli oyuncusu olmamasına rağmen “tarihi zafer”, “Yunanlıları yenen Fenerbahçe” gibi söylemlerle yıllardır sürdürülen Türk-Yunan düşmanlığı beslendi, milliyetçilik kışkırtıldı. Kendi çıkarları doğrultusunda milliyetçiliği azdıran egemenler, söz konusu olan kârları olunca Türkiyeli olmayan ama daha yetenekli olan oyuncuları oynatmakta bir sakınca görmüyorlar. Böyle düşünmeleri de kendi mantık çerçeveleri içinde son derece normaldir. Bizim açımızdan işin bu kısmı herhangi bir sorun teşkil etmiyor elbet. İşçi sınıfını “yerli-yabancı” temelinde bölen kapitalist egemenlerdir. Burada altı çizilmesi gereken nokta tüm bu yapay ayrımları yaratanların ikiyüzlülükleridir. “Türkler Avrupa’yı fethetti”, “tarihi zafer”, “Türkler ezdi geçti”, “Yunanı bozguna uğrattık” gibi söylemlerle riyakârca milliyetçiliği kışkırtanlar, bu söylemlerin altında milyon dolarlar kazanıyorlar ve bunu yaparken de milli tercih kıstasına hiç mi hiç takılmıyorlar.

    Çünkü kapitalistler için önemli olan kârlarıdır ve özellikle siyaset dışı gibi gösterilen böylesi alanlarda kendi ideolojilerini kitlelere benimsetmektir. Irkı, dini, dili fark etmeksizin kendilerine kâr sağlayacak seçimler yapan kapitalistler, sıra işçi sınıfına gelince emekçi halkları bu ayrımlarla bölüp, birbirine düşman etmeye çalışırlar. Milyon dolarlarca kârların sağlandığı spor kulüpleri de kapitalist şirketler gibi düşünüyor ve ona göre kararlar alıyorlar. Borsada işlem gören ve şampiyonluk sayesinde inanılmaz paralar kazanan kulüp yönetimleri “milli olsun bizim olsun” zırvalığına takılmıyorlar. Yabancı sporcularla dolup taşan kulüplerin önemsediği asıl nokta kulübün borsadaki değeri, ticari satışlarının ne olduğudur. Çıkarlarına göre hareket eden kapitalist egemenler, yeri geldiğinde aşağıladıkları uluslara mensup sporcularla muazzam paralar kazanıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi bir tek Türkün bile olmadığı takımla “Türkün gücünü” tüm dünyaya ispatlıyorlar! Hatta herhangi bir spor kulübünün ötesinde milli takımlarda dahi bu durumun geçerli olduğu örnekler yaşanıyor. Kâğıt üzerinde birkaç basit işlemle “millileştirilen” ve bir anda ulus değiştiren sporcular, milli takım kadrolarında yer alıyor. Aslında karma uluslardan oluşan takımlarla kitlelerin bilincinde “ulusal üstünlük” pekiştiriliyor.

    …Geçtiğimiz haftalarda tam da bu profile uygun bir örnek yaşandı. Herhangi bir “yerli” takımda oynamak yerine kendi kariyeri için dünyanın en büyük futbol kulüplerinden birinde top koşturmayı seçen bir futbolcu, referandum öncesinde “vatan, millet” demagojisi yaparak, “güçlü bir Türkiye için evet diyorum” diye oyunu duyurmuştu. Daha sonraki günlerde epey bir gündem olan birtakım hadiseler yaşandı. Meselenin bizim konumuzla ilgili kısmı, sorunun kaynağının milli takımda ödenecek prim anlaşmazlığı olduğunun ortaya çıkmasıdır. Bu çok sevgili vatansever (!) futbolcumuz “milli takımda oynamanın gururu”nu yaşamak yerine para anlaşmazlığına düşmüş ve sonuç itibariyle milli takımdan ayrılmıştır. “Güçlü bir Türkiye için” her fırsatta işçi haklarını tırpanlayan iktidarı destekleyenler, sıra kendi meselelerine gelince hiç de söyledikleri gibi davranmıyorlar.

    …Aslında bütün bu örnekler yükseltilen milliyetçiliğin nasıl yapay bir zehir olduğunu, gerçek bir temelden yoksun olduğunu açıkça ispatlıyor. Fakat işçi sınıfının mevcut örgütsüzlüğü bu gerçekliğin görülmesini engelliyor. Milliyetçiliğin burjuvazinin ideolojik bir zehri olduğu gerçeğinin kitlelerce kavranması, ancak işçi sınıfının devrimci örgütlülüğüyle mümkün olacak.”

    (Spor Kisvesi Altında Körüklenen Milliyetçilik, Marksist Tutum)

  70. Necip

    “Hiroşima ve Nagazaki’ye (ve Pearl Harbour’a, Dresden’e, Londra’ya, Dersim’e, Roboski’ye, Gazze’ye, Hama’ya, Halep’e, Halepçe’ye, İHA’larla Yemen’e…) bomba atanların yaptığı zulümler ile örgütlerin yaptığı zulümler bir mi ki onların da aynı derecede eleştirilmesini bekliyorsun Necip? (Onların zaten eleştirilmesini bir yana bırakıyorum.)”

    Buna iki cevap var:

    1) Ayni anda, birden fazla seyi elestirmek mumkun degil mi?

    2) “Ayni derecede” olmalari sart mi?

    “Öte yandan, bu örgütlerden IŞİD gibi bazılarına da senin değinmemenin sebebi, onların tasmasını elinde tutan AKP iktidarının onları PYD gibi karşı olduğun örgütlere karşı kullanması değil mi?”

    Ben, ISID’in gercek bir orgut oldugunu hicbir zaman dusunmedim. ABD tarafindan, sentetik usullerle, peydahlanmis bir orguttur, bence. Dolayisi ile, ISID’e takilip kalmak, ABD’nin istedigi sekilde ‘honeypot’a (‘bal tasi’na, ‘bal canagi’na) dusmektir.

    Yani, ISID’i elestirmek yerine dogrudan dogruya ABD’yi elestirmegi tercih ederim.

    PYD’ye gelince.. ne kadar karsi oldugum su goturur. Ama, cok da akillica siyaset yapmadiklarini soyleyebilirim. Akillica yapilmayan siyaset acemi tarrak gibidir. Herkese zarar verir.

  71. Necip

    “iktidarları yıkmak için, sihirli tek tuşla çalışan, bu sihirli tuşa basıldığında dünyayı güllük-gülistanlık hale çabucak çeviren, bu sihirli tuşa basıldığında hem ‘iktidarları’ hem de ‘muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’ı tek seferde yok eden bir mekanizma yok.”

    Gunaydin.

    ‘Emansipasyon’unuzun ilk merhalesi basarili sayilir.

    Simdi de, bir sonrakine kendinizi hazirlayiniz:

    Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.

    Biliyorum, bu sizin icin, kabul etmesi zor bir realite; ama, birkac gun tefekkur ederseniz, bunun boyle oldugunu idrak edebilceginize guvenim tamdir –en azindan oyle umit etmek istiyorum.

    Bunu anladiginiz zaman, ‘iktidar (yonetim) olgusu’nu ve/ya ‘iktidar (yonetim)’i yikmak gibi lakirdilarinizin ne kadar cocuksu, hamhayalperest ve de somsalakca oldugunu da goreceksiniz.

    Ben, sadece, azicik durtme ile, size yardimci olmaga calisiyorum.

    “hem ‘iktidarlar’a hem de’muhalefetin içinde filizlenmiş iktidar olmaya eğilimli akımlar’a karşı ‘aynı anda’ mücadele etmek, daima mümkün olamıyor.”

    ‘Daima’ mumkun degilse, ‘hic’ mi olmak zorunda?

    Benim gordugum, orgut sempatizanlarinin hep de ‘hic’i tercih ettigidir.

    Yoksa, kimse herkesten ‘muhalefete muhalefet’ gibi ‘recursive’ bir donguye kapilmasini bekliyor degil.

    Ama, hep de ‘hic’ olunca, bayagi siritiyor.

    “diktatörlüklere karşı mücadele yürütülürken,”

    Bana, bu, “diktatörlük” filan gibi laflari duymaktan gina gelmege basladi…

    Nereye baksam ‘diktatörlük’…

    Evde once ‘koca/baba’, sonra ‘kari/anne’, sonra ebeveyn, sonra (birden cok kardes varsa) ‘abi’ ve/ya ‘abla’.. Disarida da, ‘sef’, ‘amir’, ‘mudur’, ‘patron’..

    Herkes kendi capinda birer ‘diktatör’.. ama, herkes de –nasil oluyorsa– ‘diktatörlük’e karsi.

    [‘Diktatör’ yerine ‘fasist’ de, ‘yezid’ de, ‘kafir’ de (baska benzer seyler de) denebilir, tabii ki. Ayni derecede yalama olmus lakirdilardandir.]

    O yuzden, ben, bu kelimeleri kullarak bana birsey anlatmaga calisanlara sadece tepki koymakla kalmiyor; ayni zamanda, duygularima hitap edip beni kandiracagini dusundugu icin, ‘filter out’ ediyorum –duymazdan geliyorum.

    Bu sebeple, ben, yalama olmus bu tur ‘cuval’ kelimeleri kullanmaktan sakinilmasini oneriyorum hep.

    Kategorizasyon cambazligiyla beni de ‘defter-i usaka kaydet’mege ugrasmak yerine, spesifik olarak neye nicin karsi oldugunuzu (yani, sebep ve gerekcelerini) anlatirsaniz, size katilabilirim, ya da katilmazsam da neden katilmadigimi anlatabilirim.

    Kisacasi, benim ‘ontology’im (‘var olus felsefem’) ‘omur boyu muhaliflik’ de degil; kayitsiz sartsiz (ve sonsuza dek surecek) sadakat de.

    Galiba bu kontrast yuzunden sizinle anlasamiyoruz.

    C’est la vie..

  72. Anonim

    Şiddet ve sosyalizm
    Roni MARGULIES
    23.05.2012

    Bu yazı kısa olacak, sayfanın dibine ulaşmayacak. Konusu çok basit çünkü: Sosyalizm ile şiddet arasındaki ilişki.
    Böyle bir ilişki olmadığına göre, yazı da uzun olamayacak.
    Sosyalizm, benim üye olduğum partinin yönettiği toplum değildir.
    Sosyalizm, başka herhangi bir partinin sosyalist üyelerinin yönettiği toplum değildir.
    Sosyalizm, halkın seçtiği çok iyi, çok vicdanlı bir sosyalistin çok iyi yönettiği toplum değildir.
    Sosyalizm, halkın seçtiği çok solcu bir hükümetin yönettiği toplum değildir.
    Sosyalizm, ilerici subayların, iyi niyetli aydınların, kahraman gerillaların gerçekleştirebileceği bir toplum düzeni değildir.
    Sosyalizm, işçi sınıfının kendi kitlesel eylemiyle toplumu değiştirip kendi iktidar organlarıyoluyla kendi kendini yönettiği toplum demektir.
    (“İşçi sınıfı” ifadesine takılanlarınız olacak, biliyorum, ama şu anda o konuya girmeyelim. İsteyen “emekçiler”, “çalışanlar”, “mülksüzler” filan diye düşünsün, farketmez, kimlerden bahsettiğimiz belli.)
    Bu söylediklerim benim tercihlerimin ifadesi değil. “Böyle olsa daha iyi olur” demiyorum. “Böyle olmak zorundadır, başka türlü olmaz” diyorum.
    Sosyalizm, ancak geniş emekçi kitlelerin kendi eylemi sonucu olur, çünkü kendi kendini yönetecek olan kitleler ancak o eylemin içinde çağların pisliğinden, mevcut düzenin dünya görüşünden, inançlarından, alışkanlıklarından, yamukluğundan kurtulurlar. Düzeni değiştirme eyleminin içinde kendileri değişirler.
    Yani sosyalizme geçişte, kitlelerin kendi eylemi “olsa ne güzel olur” değil, “olmazsa olmaz” koşuldur.
    Mevcut düzenin yerine başka bir düzen yaratma sürecinde geniş emekçi kitleler kendi yönetim organlarını oluşturur ve ancak bu süreç içinde oluşturur. Bu organlar onlara yukarıdan verilemez, hediye edilemez, onlar adına yönetilemez.
    Daha güzel bir toplum için harekete geçen emekçi kitlelerin eylemi, tarih boyunca, iş bırakma, işyerine el koyma, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için tabanda örgütlenme, mevcut iktidarı kabullenmeme, aşağıdan yukarı doğru kendi iktidarını kurma şeklini almıştır.
    Kapitalizm çağında hiçbir devrim, geniş kitlelerin silahlanıp mevcut düzenin ordusunu yenilgiye uğratmasıyla olmamıştır. Geniş kitleler silahlı değildir, silah kullanmayı bilmez, düzenli ordu gibi davranamaz, düzenli bir orduyu yenemez. Mevcut düzenin ordusu, yenildiği için değil, sokaktaki milyonlardan etkilendiği için, onların üzerine ateş açmayı reddettiği için dağılır.
    Geniş emekçi kitlelerin gücü, silah veya şiddetten değil, kitlesellikten, toplumun çoğunluğu olmaktan ve üretim yapan sınıf olmaktan kaynaklanır.
    Şiddet kullanmak, mevcut toplumda şiddet tekelini elinde bulunduran ve bunu profesyonelce kullanan egemenlerin işine gelir, geniş kitlelerin değil.
    Sosyalizm hakkında söylediklerimi gerçekçi bulmayabilirsiniz. Gerçekleşme ihtimali olmadığını düşünebilirsiniz.
    Gerçekçi olup olmadığı başka mesele. Onu başka zaman tartışırız.
    Ama yukarıda anlattığım sosyalizm ile şiddet arasında hiçbir ilişki yoktur, tarihsel olarak olmamıştır, teorik olarak zaten olamaz.
    Türkiye solunun sorunu da şiddete düşkün olmak değildir zaten.
    Kemalizm’e düşkün olmaktır.

  73. Anonim

    Sayın 19 Anonim 27 Haziran 17
    “Şiddet ve sosyalizm”
    Sosyalizm coşkunluğunuz gözlerimi yaşa boğdu.
    İngiltere tarihinde dahilikte Newton ve Darwin gibi devlerle kıyaslanıp aralarında bir seçim yapmada zorluk çekilen Churchil’den bazı özdeyişler göndermek istedim.
    Önce çok sevecekleriniz, sosyalizminize daha da azimli sarılmanıza teşvik edecekler:
    Başarı, coşkunluğunu yitirmeden başarısızlıktan başarısızlığa koşmaktır.
    Potansiyelimizi, olası cevherimizi gerçekleştirmenin anahtarı dayanma gücü, güç, şiddet, akıl, bilgi veya anlama değil, azimli gayrettir.
    Şimdi de sevmeyeceğiniz bir özdeyiş:
    Sosyalizm başarısızlığın felsefesi, cahilliğin amentüsü, kıskançlığın din kitabıdır. Sosyalizmin içsel erdemi, sefilliği eşitçe paylaşmadır.
    Bir Türk olarak küçüklerimi seven büyüklerime saygı gösteren bir kişi olarak büyüdüm. İngiltere gibi, Türkiye’den çok ilerde ve süper büyük bir ülkeye ve o ülkenin Churchil gibi süper büyük bir dahisine saygım var.
    Siz de büyük süper biri gibi konuşuyorsunuz. Aranızda şaşırıp kaldım.
    Churchil’in en sevdiğim özdeyişini eklemeden geçemeyeceğim:
    Köpekler bizi üstün görürler, kediler bizi küçümserler. Domuzlar bizi eşit görürler.
    Herif hiç değilse, en azından tarihi ve domuz olduğumuzu biliyor, tatlı sözlerle kıvırmıyor.

  74. Anonim

    Sayın Anarşizm Uzmanı Gün Zileli,
    “Yeni kuşak anarşistlerde anarşizmin her türlü ittifaka karşı olduğu gibi yanlış bir algı vardır. Oysa anarşizm, her türlü ittifaka değil, …”
    Ben senden de eski ama her türlü ittifaka karşı olan anarşistler tanıdım.
    Tanıdıklardan bazılarının sloganı: “Düşmanımın düşmanı, dostum değildir.”
    Sanırım tekrar İngiltere’ye dönüp anarşizm yüksek lisans, doktora falan yapmanız gerekiyor.
    Veya daha da iyisi, yüksek anarşistlik öğrenmekten vazgeçip alçak gönüllülük eğitimi yapsanız daha iyi olur gibi.

  75. Anonim

    Sayın Anarşizm Uzmanı Gün Zileli,
    “Yeni kuşak anarşistlerde anarşizmin her türlü ittifaka karşı olduğu gibi yanlış bir algı vardır. Oysa anarşizm, her türlü ittifaka değil, …”
    Eski düşüncelerden kurtulmak senin için imkansız. Bir kere marksist-leninist-stalinist, daima marksist-leninist-stalinist!
    İttifak bir gurup, bir örgüt varsayar. Kişi ancak başka bir kişinin bazı fikirlerine katılır bazılarına katılmaz.
    Dolayısıyla sen partiler arası çerçevesi içinde düşünüyorsun.
    Örneğin ben anarşist değilim ama anarşistleri çok daha fazla sevdim, fikirlerini beğendim, çok şeyler öğrendim. Kişisel alanda farklar vardı ve hala var. Okuduğum her anarşist yazarla tam bir fikir birliği hiçbir zaman olmadı diyebilirim.
    Sanırım tekrar İngiltere’ye dönüp eğitimi ilerletmen gerekiyor.
    Daha da iyisi, alçak gönüllü olup anarşistlik kılıfına çok geç girdiğin için eski huylarından vazgeçmenin zorluğunu omuzlaman ve bilmediğin konularda hindi gibi kabarıp alay edeceğine yanlışlık yaptığında özür dilemek. Bilim, teknoloji, ilkellik, medeniyet ve medeniyetin doğuşu, mitler ve dinler, antropolojik çalışmalar hakkında zerre kadar bilgin yok. Saplandığın 19. yüz yıl anarşistliğini daha özenle gözden geçirmekte de fayda olabilir. Çoğu kapitalistlerin getirdiği bolluk peşinde koşmayı amaç edindi ama bolluğa erişme yollarında ayrıldılar.
    Sitende bana saldıranlar bile seni bu derin taş uykusundan uyandıramadı.

  76. Papağanlar

    Papağan güzel bir hayvandır severim. Böyle renkli renkli olurlar hani kımıl kımıl. Bilmem kaç yıl yaşarlar. Sonracıma bir de zekilerse, sahiplerinin söylediklerini tekrar ederler, taklit etmeye çalışırlar. Ama sonuçta bir hayvancıktır.

    Fakat, kendilerinin de bir ürünü oldukları -yorumlarını yazdıkları alete, hatta ondan önce “Sümer icadı” “yazı”ya baksınlar- şu “medeniyet”e kafayı takan ibiş troller öyle değil. Hiç teklemeden ota boka “medeniyet”in suçudur yaftasını yapıştırıyorlar. Sahipleri kim bunların bir bilsek… Sahipleri de yok belli ki. Papağandan ziyade yiyecek bulmak için şehre inen aç ayılar, kurtlar veya yabandomuzları gibiler. Şu farkla ki boş olan bunların mideleri değil beyinleri. O yüzden buralara dadanıyorlar. Bir de, onların aksine ekosistemde -ve de toplumda- hiçbir yeri olmayan fuzuliler bunlar.

    (Bu arada, o aç hayvanların şehre inmesine de “medeniyet”in suçu diyecekler herhalde. Öyleyse burada boş yere ötmek yerine onların yanına gidip beslesinler biraz, faydalı bir iş yapmış olurlar.)

  77. bu mudur?

    Necip’in söylemek istediği şey şu mu?

    “Devletin/sınıfların kötülükleri yanlış, ama bunların olmadığı bir toplum özlemi de yanlış, daha doğrusu mümkün değil.”

    Şöyle bir benzerlik kurulabilir belki. Hayatı sadece yiyip içip tüketmekten, veya kızlar, aşk ve seksten ibaret görmek yanlış, ama hayatın bunlar olmadan olabileceği düşüncesi de yanlış. Tıpkı devlet ve sınıflar olmadan olamayacağı gibi.

  78. Aşağılık Duygusu

    Papağanlar yazısını yazan bütün aşağılık duygusu içinde büyümüş Türkler gibi sadece kendi gibilerine artık kemiklerini atan ve Sümer mirasına asıl konan Avrupalılara yaltakçılık etmek için sıradanların tek bildiği taktiği kullanır:ŞANTAJ
    Bu salaklar salağı tüm yaşamı sona erdirecek oasılığı taşıyan nükleer enerji santrallarını eleştirene, elektrik kullanma diyecek kadar adileşenlerden biri. Daha da kötüsü o kada şapşal ki söylediğinin farkında bile değil.
    Bu herif yukarıda adı geçen solcu örgütlerde şahane bir cellat, bir işkenceci faşit olur. Kafasız bir mükemmel asker.

  79. Ekosistem mi, Kırgeç-sistem mi

    Sayın 23 Papağanlar 27 Haziran 17
    Sayın, ekosistemden sözeden ekosistemin ne olduğunu bilmeyen karalar karası cahil.
    Türk solunun şahane bir örneği. Modaya uyan kelimeler kullanmakla geçinen zavallılar.
    Kendin papağanlı edeceğine git biraz hayvanların neden şehirlere indiğini öğren, be zavallı tipik Türk cahili. Dünyada hayvan sayısın neden azaldığını bile bilmeyen salak, ekosistemden bahsediyor.
    Biraz da insanlar tarihi oku. Hiç değilse kendi tarihini oku. Çok kalın kafalı olduğu için sana işini kolylaştırıcı ipucu vereceğim. Sosyal medyada ucuz bilgi çok. Tarihte “santrifüj ve sentripetal hareketler ne demek?” sorusuyla başla. En azından, Hunların, Mongolların, Türklerin kim tarafından harekete getirilidiğini belki öğrenirsin.
    Ama en iyisi cahillik mutluktur özdeyişiyle kendi de dahil G. Zileli sitesini dolduran kara cahiller arasına katıl. Hepsi azılı solcu ve devrimciler. Sana gazete satmak, broşür dağıtmak gibi bir iş verirler. Veya fedailik yaptırırlar, ve zaten şimdi fedailik yapıyorsun. Eğer devrim olursa baş cellat olursun. Çirkin ruhlu olduğun sonsuz belli.

  80. Papağan kafesten kaçmak ister, Papağanlar kafeste kalmak ister

    Üniversitede beraberce eğitim yaptığımız bir arkadaş Türkiye’de “sol” eğilimli siteleri sık sık tarar. Çoğu bize bir zamanlar New York NSSR’da ders veren Hannah Arendt’ın ‘Totaliterizmin Kökenleri ‘ ve Frankfurt Ekol’ün kültür endüstriyle ilgili düşüncelerini anımsatır.
    “Papağanlar” rumuzuyla yazan Totaliterliği ve kültür endüstrini iyice içselleştirmiş, kendinde toplamış bir model varlık.
    Bahçeli bir evde kalan bir tanıdık uzun bir seyahate çıktığında bize, bahçedeki kümeste tavukları koruma karşılığı, evlerinde kalmamızı teklif etti. Tilkiler köye inip tavukları alıp gidiyorlarmış. Aramızdan biri nedenini sordu. Tanıdık yanıtı oturttu:
    “Vahşi hayvanların yaşam ortamlarının tümünü yok ettik, başka çareleri kalmadı.”
    Of course “papağan” is an honorable leftist. He has such a soft heart for his “hayvancık”, like a man who has a soft heart for a woman in a whore house.
    Ekosistemi korumak isteyenler tedavisini yapıp ormanlara saldıkları hayvanlarla ilişki kurmaktan kaçınmada çok özenli davranırlar. Böylece bu hayvanların insanlardan korkmama tehlikesini önlerler.
    Kızılderililer kamplarında yaşayan köpeklere “sahte köpek” vahşi ortamda yaşayan köpeklere “asıl köpek” derler.
    Paradoks: Kafesteki papağan kaçmak ister. “Papağanlar” rumuzlu hayatından memnun, başkalarına kaçmaları için salık verir.
    He really is an honorable leftist!

  81. Necip'e Soru

    “18 Necip 27 Haziran 17″e bir soru
    Filozofla peygamber veya mistik arasındaki fark, belik, soruma bir temel sağlayıp yanlış anlamayı önler.
    Filozof gerçek veya hakikatle ilgili dediklerini, kısaca söylersem, bir akıl yürütme zinciri içinde, “çünkü”, “o halde”, “diğer yandan” ve benzeri sözcüklerle bağlayarak sunar.
    Peygamber veya mistik, “bu böyle”, “şu şöyle”, “bu böyle oldu”, “şu şöyle oldu” ve benzeri kelimelerle gerçek veya hakikati dile getirir.
    Eğer yanılmıyorsam sizin yazınız daha çok bir peygamber veya bir mistiğin ağzından çıkanlar gibi.
    İnsanın ne olduğu sorusuna ve benim bildiğim kadar iki yanıt verildi.
    Biri doğaya ve evrime dayanır. Son zamanlarda dikkat genetik miraslar üzerinde yoğunlaştı. Filozofla bilim adamı, aşağı yukarı, bu yolu simgeler diyebiliriz.
    İkincisi tanrının böyle yarattığını neden olarak buyurur. Bu da peygamberle mistikte somutlaşır, simgelenir diyebiliriz.
    Siz, yukarıdaki başlıklı yazınızda “bu böyle”, “şu şöyle” tezini mi savunuyorsunuz?
    Somut örnek: ” Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”
    Söylediklerinizin hepsi bu türden. Nedenlerini açıklar mısınız?

  82. Hüseyin Özcan

    Doğu perinçek,Ergenekon örgütü üyesi olmak suçlamasıyla tutuklanan askerlerle birlikte hareket ederken Atatürkçü ve laikti.Çünkü o askerlerin ezici çoğunluğu avrasyacıydı yani Çin’inde içinde olduğu bloktan yanaydılar.
    Ne zaman Erdoğan’ın Amerika’yla arası bozulup şangay beşlisinden bahsetmeye başlayınca perinçek hemen Erdoğanı övmeye başladı.Artık ne lailklikten nede Atatürkçülükten bahseder oldu bu değerler onun için sostu
    Perinçek sadece ve sadece Çin’in dikte ettirdiklerini savunur içimizde en çok onun özgürlüğe ihtiyacı var
    Kahrolsun Çin’in Perinçeğe vurduğu prangalar:)

  83. Anonim

    Perincek in kisisel tarihinin özetinde Perincek in Öcalan ziyareti eksik kalmis?

  84. İktidar çeşitleri

    Tımarhanelik Küfürbaz Zır Deli’nin kurmaya çalıştığı iktidar

    “Somut örnek: ” Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”
    Söylediklerinizin hepsi bu türden. Nedenlerini açıklar mısınız?”

    Senin, “tek doğru düşünen benim, benim dışımda herkes yanlıştır” diyerek kurmaya çalıştığın iktidar gibi, “Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”

  85. Anonim

    Çürüyen Medeniyetlere Barbar Aşıları Yahut Küfür Yoluyla Medeniyeti Ortadan Kaldırmak

    Bugün “medeniyet”i ortadan kaldırabileceklerini sananların sonu, geçmişteki barbar aşılarını yapanlardan farklı olamaz. Hatta buralarda küfretmekten başka bir şey yapamadıkları için o kadarı bile olamaz.

  86. Necip

    “Siz, yukarıdaki başlıklı yazınızda ‘bu böyle’, ‘şu şöyle’ tezini mi savunuyorsunuz?

    Somut örnek: ‘Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.’

    Söylediklerinizin hepsi bu türden. Nedenlerini açıklar mısınız?”

    Soylediklerimin hepsi hep oyle midir; emin degilim.

    Ama, sorunuzun baglaminda bakarsak, oyle oldugunu kabul ederim.

    Sorunuzun bina edildigi tespite doneyim:

    “Filozof gerçek veya hakikatle ilgili dediklerini, kısaca söylersem, bir akıl yürütme zinciri içinde, ‘çünkü’, ‘o halde’, ‘diğer yandan’ ve benzeri sözcüklerle bağlayarak sunar.

    Peygamber veya mistik, ‘bu böyle’, ‘şu şöyle’, ‘bu böyle oldu’, ‘şu şöyle oldu’ ve benzeri kelimelerle gerçek veya hakikati dile getirir.

    Eğer yanılmıyorsam sizin yazınız daha çok bir peygamber veya bir mistiğin ağzından çıkanlar gibi.”

    Bunu yazarken farkettiniz mi, bilmiyorum; ama, sizin ‘filozof’a atfettiginiz yaklasim tarzinin sonunda –yani, “‘çünkü’, ‘o halde’, ‘diğer yandan’ ve benzeri sözcüklerle bağlayarak” verdigi her cevaptan sonra yeni bir ‘nicin/neden’ sorusunu soracak olursaniz– ‘filozof’ da, “‘bu böyle’, ‘şu şöyle’, ‘bu böyle oldu’, ‘şu şöyle oldu’ ve benzeri kelimeler”e siginmak zorunda kalir.

    Yani, derine indikce, nihayetinde, ‘filozof’ da bir ‘mistik’ olup cikar.

    [Farkindayim, yine ‘bu böyle’, ‘şu şöyle’, ‘bu böyle oldu’, ‘şu şöyle oldu’ turunden bir cevap vermis oluyorum; ama, sebeplerini aciklamaga calisacagim.]

    Problem su: Insan cozumleme/analiz yetenegi –dolayisi ile bilgisi, veya uretebilcegi bilgi (sentezlememe ufku)– sinirsiz degil.

    Bir noktadan itibaren (ki, o ‘nokta’nin ne oldugu da onceden belirlenmis degil her zaman), artik, kabuller zorunlu oluyor.

    Sebebini aciklayamadiginiz ama varligini/etkisini tespit edebildiginiz (gozlemleyebildiginiz) seylerden bahsediyorum.

    Mesela, bilimde, buna en iyi ornek ‘yercekimi'(‘gravity’)dir.

    Onunuze bir formul konur ve ona iman etmeniz beklenir. Cunku, ‘o oyle’dir.

    Benzer seyler ‘atom-alti’ veya ‘astro’ olceklerde cok var.

    O kadar ki, mesela, ‘string theory’ taraftarlarini, digerleri, mistisizmle itham ediyor…

    Daha uzatabilirim; ama, gerek olmadigini dusunuyorum.

    Geriye, basa, sizin degindiginiz noktaya donecek olursam:

    ‘Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.’ dedigim zaman, bir kanunun vaz etmis olmuyorum.

    Ama, ote yandan da, neredeyse bir kanunmus gibi, binlerce yillik gozlemlerimiz sonucunda, bunun boyle olageldigini de(istisnalarinin nerdeyse hic olmadigini da) bilmek ve soylemek gerekir.

    “Neden ‘boyle’dir?” sorusunun cevabini ben de cok merak ediyorum; ama, birakin ben gafili, cok daha kalibreli insanlar bile bir cevap verebilmis degil, malesef.

    Bu tur seyler [Ahmed Arif’in sesiyle] “Tövbeye getirir insanı”..

    Yani, insan olarak haddimizin farkinda olmamiz da onemli. Neye kosuldugumuzun, ne kadarinin basarilabilir oldugunun filan farkinda olmak, yani.

  87. Anonim

    Sykes-Picot’nun nesi kötü?

    “Alın size bağımsızlık” deyip Halep’ten Yemen’e kadar bir Arap imparatorluğu kurulmasına izin verseler insanlık için daha mı hayırlı olurdu? Arap halkı/halkları için daha mı hayırlı olurdu?

    Tam bir yıl önce, Mayıs 2016’da yazılmış bir yazı.

    Sykes-Picot mutabakatını kötülemek bu devirde politikman korekt olmanın şartlarından biri. Beter bir emperyalizm örneği olduğuna dair, solcusu da, İslamcısı da, Türk ulusçusu da, Arap milliyetçisi de hemfikir.

    Oysa ne demişti Nietzsche? Herkes öyle diyorsa kesin yanlıştır. (Tam öyle dememiş galiba. “Herkes benim fikrime katılmaya başladıysa fikrimi değiştirmenin zamanı geldi” demiş, aşağı yukarı aynı şey.)

    Bir kere emperyalizm ithamı çok su kaldırır. Evet, S-P ile İngiliz ve Fransız himayesi altında bir tür kolonyal yönetim kuruldu; kuranlar kibirden ve zulümden ari değildiler. Ama daha önemlisi, dört yüz senelik berbat bir emperyal tahakküme son verdiler. Arap inteligensiyasının çok büyük bölümü, en azından ilk başlarda, olayı böyle gördü. Modern tarihin en beyinsiz soygun düzenlerinden biri olan Osmanlı emperyalizminden kurtulmayı bir bayram vesilesi saydılar. Bugün de o görüş değişmiş değildir. Okumuş yazmış bir Arap’a “Osmanlı idaresi altında iyiydiniz” de bak bakalım ne tepki veriyor.

    Diyebilirler ki 1916’dan 1918’e Arap milleti kahramanca bir mücadele verip Türk boyunduruğundan kurtuldu, ama sonra İngiliz’le Fransız gelip onları aldattılar, kanla kazandıkları zaferi ellerinden aldılar, harita üstünde gelişigüzel çizgiler çizip Arap vatanını dilim dilim dildiler. Arap aydınlarının tahayyül ettiği Arap birliği ve Arap bağımsızlığı masal oldu. Tasfiye edilen emperyalizmin yerine ucu açık ve şartları belirsiz bir başka yabancı egemenliği geldi. Haşimi hırslarına ve Lawrence’ın hayallerine kananlar sukut-ı hayale uğradılar.

    Soralım:

    · “Alın size bağımsızlık” deyip Halep’ten Yemen’e kadar bir Arap imparatorluğu kurulmasına izin verseler insanlık için daha mı hayırlı olurdu? Arap halkı/halkları için daha mı hayırlı olurdu?

    · Dört yüz yıldan beri yabancı hakimiyeti altında yaşamış Arabistan’da, o çapta bir siyasi organizasyonu kaldıracak altyapı ve kadrolar var mıydı?

    · Mekke ile Medine’yi bile elde tutmaktan aciz olan Haşimi hanedanının o kadar geniş bir sahada egemenlik iddia etmesi gerçekçi miydi?

    · Bırak üniveristeyi, iki veya üç şehir dışında lisesi bile olmayan, bir avuç okur yazar aydını Galatasaray Lisesi veya İstanbul Darülfünunu’ndan çıkmış bir ülkeyi “al sana bağımsızlık” deyip kendi kaderine terk etmek insanlığa, ya da siyasi sorumluluğa sığar mıydı?

    Sonuçta Osmanlı’nın terk ettiği Ortadoğu’yu, makul sayılabilecek bir hat üzerinden dörde bölüp, bir ksımını Fransa’nın, öbür kısımlarını İngiltere’nin vesayetine bıraktılar. İngiltere Irak’tan 1936’da, Fransa Suriye’den 1946’da ayrıldı. En son Filistin/İsrail’den 1948’de “ne haliniz varsa görün” deyip çekildiler. Bölmeyip ne yapacaklardı? Tek devletin, mesela İngiltere’nin vesayetine verselerdi daha mı iyiydi? Çizdikleri sınırların detayı elbette tartışılır. Mesela Musul (orijinal mutabakatın aksine) neden Suriye’ye verilmedi, Ürdün şart mıydı, Kuveyt hangi mantıkla yerel derebeyi ailesine bırakıldı, her türlü fikir beyan edilebilir. Sınırlar öyle değil böyle çizilse daha iyi olurdu diye kesin bir şey söyleyebilen var mı? Yok. O halde, olabileceğin makulünü yapmışlar deyip bırakacağız.

    İlla bir suçlu aramak gerekirse 1516’ya ve Yavuz Sultan Selim’e bakmaya ne dersiniz?

    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/06/sykes-picotnun-nesi-kotu.html

  88. Anonim

    – Devlet terörü karşısında susan, hatta destekleyenler her zamanki gibi devlet karşıtı terörleri kınamışlar. Birileri de çıkıp “Kahrolsun devlet terörü! Devlet teröründen başka terör yoktur!” deseydi bu sorgulama yeteneğinden yoksun çoğunluğa mensup kişilerin buna diyecekleri ne olurdu? –

    Arap aşiretlerden teröre ortak tepki

    ŞANLIURFA’da Arap kökenli aşiretlerin önde gelenleri, teröre ortak tepki gösterdi.

    Kentte yaşayan Arap kökenli aşiretlerin önde gelenleri, Ak Partili milletvekillerine yönelik planlanan suikast ve bölgedeki terör olaylarına tepki göstermek amacıyla Hacı Bekir Sofrası’nda bir araya geldi. Eski milletvekili Mehmet Yalçınkaya’nın organize ettiği yemekte teröre tepki gösterildi. ‘Kahrolsun PKK, PYD’ yazılı pankart asılan salonda konuşan, aynı zamanda Gacar Aşireti mensubu Mehmet Yalçınkaya, “Oluk oluk kan ve gözyaşı karşısında bu aşiretler en son milletvekilimiz İbrahim Halil Yıldız’a yapılan suikast girişiminden sonra bu terör olayı bardağı taşıran damla olmuştur. Milletvekilimize destek olmak üzere bu bölgedeki bütün unsurları teröre karşı, PYD, PKK, YPG, DEAŞ ve FETÖ’ye bütün bu terör unsurlarına karşı birlikte Kürtler, Araplar ve buradaki Türklerle birlikte el ele bu terörü ve anarşiyi inşallah bertaraf edeceklerdir” dedi. Toplantı ilahi dinletisiyle sona erdi.

  89. Anonim

    “Sosyalistler insanların her hangi bir ulus dolayımıyla değil, doğrudan eşit hakları olduğu bir dünya düzeni için mücadele etmeyi bayraklarının en başına yazmak zorundadırlar. Yani, Türkleri, Almanları, Amerikalıları, Türk, Alman, Amerikan uluslarına karşı savaşmaya; Türk, Alman, Amerikan olmaktan çıkıp İnsan olmaya çağırmalıdırlar.
    Biyolojik olarak elbette herkes insandır. Bu anlamıyla insan küçük yazılır. Ama bir de büyük harfle yazılan İnsan vardır. Bu anlamıyla İnsan, politik olanın ulusal olanla çakışması ilkesini reddeden; ulusların ve onların devletlerini yıkmak için mücadele eden demektir. Ulusların değil insanların eşit olduğu bir dünya için savaşandır.
    İnsanlar (Küçük harfler insanlar) ancak, politik olanı ulusal olanla tanımlamayı reddetmiş bir dünya cumhuriyetinde İnsan (Büyük harflerle İnsan) olabilirler. Hem büyük harfle İnsan, ham de Türk, Alman, Amerikan vs. olunamaz. Ama Türk, Alman veya Amerikalılar küçük harfle elbette insandırlar. Yani insan denen canlı türüne dâhildirler. Bu anlamıyla insan biyolojik bir kavramdır, büyük harfle yazılan İnsan ise sosyolojik bir kavramdır.
    Bu günkü sistem Türklerin, Almanların, Amerikalıların, İnsanlar üzerindeki diktatörlüğüdür. Sosyalistlerin görevi, İnsanların Türkler, Almanlar, Amerikalılar üzerindeki diktatörlüğünü kurmaktır.
    Sorun şudur: politik olan neye göre tanımlanacaktır? Şu veya bu biçimde tanımlanmış bir ulusa göre mi, İnsan’a göre mi? Biri ulusal devletler, dünyanın sınırlar ve devletlerle bölünmesidir; diğeri dünya cumhuriyetidir; sınırların ilgasıdır.
    Demokratik bir Cumhuriyet ancak, İnsanların, Türkler, Almanlar, Amerikalılar üzerindeki bir diktatörlüğü olarak var olabilir.
    Ki bu aynı zamanda “Proletarya Dikatörlüğü”nün ta kendisidir.
    “Proletarya diktatörlüğü” ancak İnsanların uluslar üzerindeki bir diktatörlüğü olarak var olabilir. Ulusal bir devlet formu içinde var olamaz bir “proletarya diktatörlüğü”.
    O halde, Sosyalist bir devrim, her şeyden önce İnsanların uluslara karşı bir savaşı olmak zorundadır.
    Dünyanın sorunlarına böyle bakmadıkça, dünyadaki hiçbir soruna karşı bir politika ve program geliştirilemez. Ve bir anda politik olarak “ofsayt”a düşülür.”

    (Sosyalistler ve Sol Neden “Ofsayt”ta? – Demir Küçükaydın)
    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2017/06/sosyalistler-ve-sol-neden-ofsaytta.html

  90. 33 Necip Yanıt II

    “Problem su: Insan cozumleme/analiz yetenegi –dolayisi ile bilgisi, veya uretebilcegi bilgi (sentezlememe ufku)– sinirsiz degil.”
    Bu öneri, Ö diyelim, evrensel ve her türlü bilgiyi içerir. Deneylerle kanıtlanabilir bilgiden tutun en akıl almaz inanışlar için bile geçerli. Ben buna karşı değilim. İncelemelerim bana, bunu savunanların katı ve tutarsız olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla soru sınırsızlıkta değil sınırlar içinde gibi.
    Daha da güzelini 1996’da İsveçli bir yazar kitabında şöyle dile getirir:
    “Sen yeteri kadar biliyorsun, ben de. Sorun bilgi yetersizliğimizden kaynaklanmıyor. Eksik olan, bildiklerimizi anlamak ve sonuçlar çıkarmak cesareti.”
    Örneğin iktidarı elinde tutanlar ve gerçek ve hakikatin aslını bilenler, karşı gelenlerin değişik çözümlemelerle vardığı değişik sonuçları (sentezleri) kabullenmiyor. Dolayısıyla sürekli savaşlar, kargaşalık, kırımlar sonsuza dek sürer. Belki bundan ötürü, Shakespeare’e göre dünya tarihi,
    “it is a tale; Told by an idiot, full of sound and fury, Signifying nothing.
    “bir ahmağın anlattığı, tamamıyla anlamsız, hiddet ve gürültü dolu bir hikaye”
    “Bir noktadan itibaren (ki, o ‘nokta’nin ne oldugu da onceden belirlenmis degil her zaman), artik, kabuller zorunlu oluyor.”
    Not: Bu noktanın yarattığı sorun felsefede kuşkuculuğun temelini ifade eder. Kuşkuculuğun bilgi ilerlemesindeki katkısı devasadır.
    En sağlam temellere dayanan ve belli bir noktayı apaçık belirleyen matematikte bile başladığı noktadan sonra çürüklük çıkıyor. Bu, 1930larda ispatlandı.
    “String theory” genel izafiyet teorisiyle kuantum teorisini bir araya getirmek ister. Kuantum teorisinin bir ana ilkesi, matematikte olana benzeyen, belirsizlik. Mistikliğe karışmayacağım, çünkü aile içi kavgası. Ama her “tüm”,”bütünlük ” görüş, mistiklik çağırımı yapar.
    Üstelik ve benim için daha da önemli bir husus var. Verdiğiniz örneklere ortak nokta, hepsinde geçicilik olması, mutlak olmaması. Yeni veriler, yeni sentezler yaratır. Ne var ki Ö’ye inananlar aynı zamanda mutlakçılık savunurlar.
    “Ama, ote yandan da, neredeyse bir kanunmus gibi, binlerce yillik gozlemlerimiz sonucunda, bunun boyle olageldigini de(istisnalarinin nerdeyse hic olmadigini da) bilmek ve soylemek gerekir.”
    Bernard Russell’dan bu konuyla ilgili güldürücü bir espri: Köylü her gün domuzuna besin getirir. Domuz hayatından çok memnun ama köylü bir gün bıçakla gelir. Tabii ben bu espriyle söylediğinize karşı geliyorum demek istemiyorum. Espri bilime temel olan tümevarım (inductin) ilkesiyle ilgili ve siz o mantığı kullanıyorsunuz.
    İlk ve en basit bir gözlem: tarihte her türlü değişme uzun süreçler içinde hazırlanır ve nihayet kıvamına varır. Akkatların ve sonra gelen Sami halkların Sümer ve Mezopotamya’yı ele geçirmesi, Avrasya kır göçebe çobanların kurdukları imparatorluklar, Mongolların Çin dahil egemen oldukları sınırsız topraklar, Arapların İslamlıkla egemen oldukları topraklar, Türklerin İran, Hindistan ve nihayet Osmanlı tarihi, Berberlerin İslam İspanya’ya egemenliği, Yunanlıların Hitit’i virane etmesi, Romalıların Kartacayı tuz tarlası etmeleri, Almanları Roma’yı yıkması, Azteklerin Orta Amerika’ya egemenliği altına almasından önce yerleşik ve iktidar kurulmuş toplumlarla uzun ticaret, kültürel, sosyal ilişkiler, karşılıklı etkileşmeler oldu. Diğer bir deyişle, belli bir hazırlık devri yaşandı. İktidarlı toplumlar çoğu zaman daha savaşçı olan halklar arasından paralı asker topladılar veya Memluklar gibi köle askerler daha sonra İslam’ı ele geçirdi. Sınırda yaşayanlar, daha içerilerden gelen saldırılara karşı kullanıldılar. Roma imparatorluğu, yıkılamadan önceki yüz yıllarda, yabancı generaller ve imparatorlarla dolu. Sınırda yaşayanlar çocuklarını eğitim için Roma’ya gönderirlerdi. 19. yüz yılda bile Ruslar istediklerini elde etmede kolaylığı Türkler arasındaki “Beyaz Sakallılar” aracıyla sağladılar.
    1871 Paris Komünü’nün kırımdan geçirilmesindeki gaddarlığı aşırı bulan Kropotkin, nedenlerini araştırdığında bulduğu bir olguyu gaddarlığın nedeni olarak ileri sürer: Komüncüler hazineyi elde tutarlar, inançlarında “samimiyet olmaması” saldıranları daha da yıkıcı etmiş.
    Tabii bu bir tez. Ama iktidarla ilişkiler içinde olmak, içinde büyümek, iktidarın yarattığı değer sistemini benimsemek ve benzeri uzun karşılıklı etkileşmeler her türlü tuhaf sonuçlar yaratabiliyor.
    Benim bildiğim en güzel yaşanmış örnek bir Güney Amerika ülkesinde olur. İktidar avcı-devşirici bir aşireti yerleşik yaşamaları için bir kampa yerleştirir. Gözlemi yapan,
    “Zeki olanlar bunun en güzel bir çözüm olduğunu anladılar, aptallar hala ormana gidip avcılıklarına devam ettiler”, der.
    Aynı şeyi 3. yüz yılda Hıristiyanlar yaşadılar. Kafası çalışanlar iktidarla evlenme düğününe hazırlandılar, şapşallar yiyecek ve içeceklerini türkülerle paylaştıkları toplantılarına devam ettiler.
    Belki bu son üç örnek “Neden ‘boyle’dir?” sorunuza bir ışık tutar.
    Ben kendimde, nedenini kendi adımdan sonsuz daha iyi bildiğimden eminim diyecek cesareti buluyorum ama doğrusu savunma cesaretini bulamıyorum.

  91. Necip

    “Gerçi ben kendim dünyanın tamamıyla yeniden salt sözcüklerle yeniden yapılandırıldığına inanıyorum.”

    Tam olarak neyi kasdettiginize emin olaMAmakla beraber, evet, ‘algi aktarimi’ acisindan kelimeler ziyadesiyle tayin edici olabiliyorlar.

    Sunu demek istiyorum: Dunyayi ve hayati ne kadar ve nasil algiladigimiz oncelikle kendi melekelerimize dayansa da, bunun (ne kadar ve nasil algiladigimizin) zenginlesmesi icin baskalarinin ‘input’lari cok faydali olur. Bu bakimdan kelimeler –kavram zenginligini temsil eden kelimeler– vazgecilmez derecede gerekli.

    “İşte kayıtsız şartsız bir formül: gerçek ve hakikat = herhangi bir alfabe. Bütün gerçekler ve hakikatler 29 Türk harflerinden oluşur.”

    Ben, buna cok da kailamiyorum. Alfabe, cogu zaman, hakikatleri temsil etmegi bir yana birakin, kisitlayicidir. En azindan benim gozlemlerim o yonde.

    Su acidan: Diyelim ki, eski dillerden birisinin alfabesini bilhakkin ogrendik, kelimeleri de cozumleyebiliyoruz.

    Hic olmamasindan cok daha iyi, tabii ki; ama, bu, onumuze gelen herhangi bir metindeki ‘gerçek ve hakikat’leri de cozumleyebilecegimiz anlamina gelmiyor. Cunku, ‘baglam’dan (‘context’ten) cok uzagiz.

    Alfabe, ve, dolayisi ile, yazili dil, mekan acisindan uzaktakilere (ve zaman acisindan uzaktakilere, yani gelecek nesillere) meram aktarmak hevesimiz ugruna odedigimiz bir bedel: ucup giden ve unutulabilen soz yerine, yazi ile kalici fakat eksikli ve kisitli aktarim..

    “1. ”Daima’ mumkun degilse, ‘hic’ mi olmak zorunda?’
    Aynı soru ‘daima’ içeren ‘Hiç mümkün değil’ bir yanılgıysa, aynı şey ‘daima’ gibi bir güvenle söylenen ‘ Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir’ öneriniz için de geçerlidir.”

    Evet. Her ikisi de, en azindan benim omrum boyunca, hic istisnai davranis gostermemis ise, yukaridaki onermeyi birbirine yakin kesinlik ve guvenle soyleyebilecegimi dusunuyorum.

    “Haremli hayvanlarda harem sahibi kadınlarını paylaşmaz. Nihayet biri yerini alır ve o da paylaşmaz. Yerini alan düzeni değiştirmek için yapmaz. Burada ‘spesifik’ olan bu. Eğer insanlar arasında da bu ‘doğaya içkin’lik genetik yollarla aktarılmışsa bunun ispatı son derece güç ve hatta şu andaki bilgi ve teknolojiyle imkansız görünüyor.”

    Doha onceleri baskasiydi galiba, konuyu actiginda, zaman icinde geldigim yerin aslinda ‘relativism’ oldugunu soylemistim.

    Kendi sozumu onemsedigim icin degil; ama, geldigim yere hala daha sasirdigim icin tekrar etmek ihtiyaci duyuyorum.

    Yukaridaki benzetmenizdeki ‘haremli hayvanlar’ guzel bir ornek. O da, sonucta gozleme dayaniyor –elimizde o hayvanlarin uretim sartnamesi yok cunku.

    Ama, ayni ‘haremli hayvanlar’da, haremsiz olanlar da var.

    Mesela, aslanlar. Serbest (bekar) dolasanlari coktur. Hedeflerinin nihayet bir harem sahibi olup olmadiklarini da bilmiyoruz.

    Bir de, yine aslanlar babinda, belki de ‘haremli’ demek yerine ‘damizli’ demek daha dogru olur, o ayri. Cunku, disiler, gucten dusen erkegi cok cabuk terkediyorlar.

    “a) Buna, bilimsel açıdan (yani ‘doğaya içkin’) ‘her zaman böyleydi ve böyle olacak’ dersek, ortaya sayısız sorular çıkar.”

    Dogru. Dolayisi ile, kural olmadigini; ama, ‘muzmin’ (‘chronic’; zaman acisindan yerlesik, eski) oldugunu; o yuzden de, kkolay olay degismeyecegini eklemek lazim.

    “Örneğin 10 bin yıl önce birinin ‘kimse dünyanın diğer yanında olup biteni göremez’ demesine benzer.”

    Ama, bu halen de imkansiz degil mi?

    “Dünyanın diğer yanında olup biten” bir seyi gormek ile, herseyi gormek, onlari algilayabilmek arasindaki farktan bahsediyorum. Bu halen mumkun degil. Hic mumkun olur mu? Sanmam.

    “b) İktidarı yok etme amacını güdenlerin hepsi iktidarı yıkmayı başaramadılar. Başarılanlar neden iktidarı yok etme yerine, iktidara sarıldılar?”

    ‘Iktidar’, hin-i hacette –in the final analysis–, ‘bir seyler yapmak istemek’in temsilidir.

    Yiktiginiz zaman, (daha iyi ya da daha kotu de olsa) hic bir sey yapmaksizin oylece birakmak, aslinda, biraz da, ‘binge killing’ dedikleri (kafasina oyle estigi icin oldurmek) davranisa benzemiyor mu?

    Toplumun bir kismi ‘iktidar’dan fayda goruyordur; siz onu oldurdunuz, o kesimi o faydadan mahrum biraktiniz; size dis bilemege basladilar. Ama, siz kimseye fayda edecek bir sey kurmadiniz. Sizi kim destekleyecek/kurtaracak?

    “Sanki onlar başarsaydı, onlar da iktidarı elde tutarlardı der gibi bir ima var.”

    Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.

    “Eğer ‘doğaüstü’ nedenlerle açıklama, ‘bu böyle’ ile açıklamaysa, ki ben öyle algılıyorum, iş daha da karışıyor.”

    ‘Doga’mizin henuz anlayamadigimiz (bilmedigimiz) ozelliklerinden birisi olabilecegini soylemek, konuyu ‘doğaüstü’ne havale etmek midir?

  92. Necip

    “İncelemelerim bana, bunu savunanların katı ve tutarsız olduğunu gösteriyor.”

    Ilginc.. Cunku, benim soyledigim sekline bakip, muglak ve muphem de diyebilirdiniz.

    “Daha da güzelini 1996’da İsveçli bir yazar kitabında şöyle dile getirir:

    ‘Sen yeteri kadar biliyorsun, ben de. Sorun bilgi yetersizliğimizden kaynaklanmıyor. Eksik olan, bildiklerimizi anlamak ve sonuçlar çıkarmak cesareti.'”

    Ne yalan soyleyeyim; harc-i alem bir ifadeyi bir Batilinin agzindan dinledigim zaman, normalde olacagimdan bic defa fazla irrite oluyorum..

    Yukaridaki ifadede, bence, ne bir hikmet var; ne de bir ilave bilgi.

    Sunun icin yok: ‘Yeteri kadar’ diyebilen kisi, ‘maksimum’un ne oldugunu da biliyor demektir. Yani, ‘ben, (o konuda) bilginin limitlerinin ne oldugunu, nere(ler)de oldugunu biliyorum’ demis oluyor.

    Bu cahillikle kibrin cok sakat bir kombinasyonudur bence. Isvicreli bile olsa (!) ben kaale almam.

    “Örneğin iktidarı elinde tutanlar ve gerçek ve hakikatin aslını bilenler, karşı gelenlerin değişik çözümlemelerle vardığı değişik sonuçları (sentezleri) kabullenmiyor.”

    Burada ayni frekansta oldugumuza emin degilim.

    ‘Gerçek ve hakikatin aslı’ diye bir sey var ise bile, ona ancak kendi acimizdan bakabiliriz. Dolayisi ile, ‘gerçek ve hakikatin aslı’ni –en iyi ihtimalle– kendi bakis acimiz ve algi yetenegimiz kadar modelleyebiliriz.

    Bu modeli kelimelere dokup baskalarina anlatmak ise apayri bir mesele.

    “Dolayısıyla sürekli savaşlar, kargaşalık, kırımlar sonsuza dek sürer.”

    Evet.

    “Üstelik ve benim için daha da önemli bir husus var. Verdiğiniz örneklere ortak nokta, hepsinde geçicilik olması, mutlak olmaması.”

    Tersini yapiyor olsaydim, ya da oyle anladiginizi soyleseydiniz, uzulurdum. Ama, evet, hersey gecici.

    “Yeni veriler, yeni sentezler yaratır. Ne var ki Ö’ye inananlar aynı zamanda mutlakçılık savunurlar.”

    Ben, dolayisi ile, istisna mi oluyorum?

    “Köylü her gün domuzuna besin getirir. Domuz hayatından çok memnun ama köylü bir gün bıçakla gelir. Tabii ben bu espriyle söylediğinize karşı geliyorum demek istemiyorum. Espri bilime temel olan tümevarım (inductin) ilkesiyle ilgili ve siz o mantığı kullanıyorsunuz.”

    Mantik kendiliginden mi oraya variyor, yoksa ben mi kullaniyorum; bilemem.

    Ama, ayni minvalde bir baska zaman bir ahbabimla konusurken, soyle bir sey yazmistim:

    Gunes, Samanyolu galaksisin merkezinin etrafinda, dunya senesi cinsinden, 225 ila 250 milyon senede bir doner.

    [Bu sayi bir tahmindir; kesin bilinmiyor.]

    Bu sureye, ‘galactic’ sene deniyor.

    Buna gore, ‘big bang’ yaklasik 61 ‘galaktik sene’ once gerceklesmis.

    Gunes sitemimizin omrunun de 8-10 milyar sene oldugu soyleniyor.

    Yani, tas catlasa, 40 ‘galaktik sene’ kadar sonra gunes sitemimiz ve icindeki hayat tamamen bitecek.

    Bu da, toplam omrunun 100 ‘galaktik sene’ civarinda olacagini soyluyor.

    Bir turkumuzde “cok yasayan 100’e kadar yasiyor” der..

    [Sivas, Kangal, Deliktas koyu, Asik Ruhsati. https://www.youtube.com/watch?v=VIt9WiYyU3s ]

    Dogruymus.

    Asagidaki iki linkte, gunesin (Samanyolu’nun merkezi etrafindaki) ve gezegenlerin gunes etrafindaki seyahatini (temsili anlamda) resmediyor.

    https://www.youtube.com/watch?v=0jHsq36_NTU
    https://www.youtube.com/watch?v=C4V-ooITrws

    Dikkat ederseniz, gunes de ip gibi dosdogru bir cizgi uzerinde ilerlemiyor, spiral/helezonik bir hareketi var.

    Yani, ayni anda, hem bir daire/elips ciziyor hem de ileri dogru ilerliyor.

    Biz de –her bir turu 225 ila 250 milyon sene tutan bu seyahatin pek birseyini pek de bilmeden– boyyuk boyyuk laflar ediyoruz…

    Evet, cok yasayan 100’e kadar yasiyor..

    Ve, birgun, hesapladigimiz vadeden de evvel, ‘elinde bicak’, birisinin cikip gelmeyeceginin de garantisi yok.

    “Ben kendimde, nedenini kendi adımdan sonsuz daha iyi bildiğimden eminim diyecek cesareti buluyorum ama doğrusu savunma cesaretini bulamıyorum.”

    Fakat, bahsetmek cesaretini bulsaniz hic de fena olmazdi.

    Cunku, anlatmak icin biraz zaman/efor alsa da, isabetliyse eger, fikir kendisini savunur. Savunamazsa da sorun degil. ‘Degmezmis’ der gecersiniz. Ben oyle yaparim.

  93. Sözcükler ve Şeyler

    39 Necip 30 Haziran
    İlk gözlem: söylediklerimizle aktarmak istediklerimiz arasındaki fark bazı gereksiz yorumlara neden oluyor.
    1. Günümüzde bilgi dille aktarılır ve (konuşmadaki nüans farklar ve okuma yazma bilmeyenlerin katkısı yokmuş gibi algılansa da) alfabe dille ifade edilenleri belirler. Belki bir espri daha iyi anlatır: Eğer bir maymun (her dil alfabesini içeren) daktilo üzerinde sonsuza dek hoplayıp zıplasa, eninde sonunda, dünyada yazılmış bütün eserleri yazar.
    2. Felsefede şeylerle sözcükler arasındaki farklar, görünüşle gerçek arasındaki farklar kadar eski ve hala yürürlükte. Yine bir espri bunu daha güzel anlatır: Şeyler kelime olunca ağırlıklarını kaybederler.
    3. Felsefede bilgiyi doğa/doğaüstüne dayatmak, sizin “Bir noktadan itibaren (ki, o ‘nokta’nin ne oldugu da onceden belirlenmis degil her zaman), artik, kabuller zorunlu oluyor.” bir tabirinizdeki “nokta”.
    Ümit ederim bu açıklama “alfabe” , “artık dünya sözcükler oluştu” ve “doğaüstü” laflarıma daha kesin bir anlam getirir.
    4. ” Evet. Her ikisi de, en azindan benim omrum boyunca …” Ben sonsuz sayıda istisnaları sıralasam ve bu istisnaları içeren kitapların adlarını versem ancak bataklığa daha fazla batacağımdan eminim (relativizm, absolute oldu). Fakat en temkinli hesaplar göre insanlar son iki milyon yıl biyolojik değişimden geçmediler. İndirelim son 100 000 bin “akıllı insanlar” devrine. Sanırım kimse daha henüz son 100 000 yıl insanların her zaman her yerde bir iktidarlı rejim içinde yaşadıklarını ispat etmedi. Tabii günümüz iktidarlı rejimlerde her şeyin cıvığı çıkarılmış. Çocuğuna etrafa bakmadan caddenin öbür tarafına geçmemesini söyleyen bir anne veya babadan tut, gaddarlığı ve dolayısıyla iktidarcılığı avcılıkla et yemede bulanlar, emir alıp vermeyi ve iktidar içinde yaşamayı genlerimizle getirdiğimizi ileri sürenlere kadar iktidarı her yerde görenler sayısız. Bence buna inanmamak için deli olmak lazım. Mutluluğun en gözde olduğu devirde, iktidar altında yaşayanların, başka hiçbir türlü yaşam olmadığını öğrenmesi, iktidar altında yaşamanın tek ve tek yaşam olduğunun kanıtı en yüce bir terapi insanlığa en büyük rahatlık ve huzur sağlar. Bunu eskiden dinler başarmaya çalıştı.
    Haremli hayvanlar sadece bir örnekti. Amacım, haremsiz veya tüm hayvanları incelemek değildi. Amacım “iktidarı ele geçirme” kavramını sadece ve sadece bir biçimde anlamanın kısıtlığına işaret etmekti.
    En sevdiğim yaklaşım “relativism”. Yalnız bu mutlak oldu. Herkes, her istediğini, aklına her geleni buna dayanarak söylüyor ve herkes uzmanlara tanrılardan fazla tapıyorlar. Herkes markette hangi malın daha kaliteli olduğunu biliyor. Ama lütfen “bazı tapmayanlar ve bilmeyenler var” demeyin, lütfen. Her dediğime binlerce sayfa ekleyip “yanlış” anlamayı engellemek bence gereksiz. Sosyal bilgilerin matematik ve istatistiğe çevrilme bataklığına da girmek istemiyorum.
    Burada bir ayırım yapmak istiyorum. Bu, sizin her yerde “diktatörlük” görenlere karşı sabrınız tükenmesine benzeyecek. En azından, eğer iktidar, emrini yerine getirmek için bir, polis, yasa, ordu vs. gibi, bazı araçlara sahip değilse, geleneksel bir otorite olabilir. Bu konu, kendi başına, beni en derin bataklıklara saplatabilir. Yine en azını söyleyeyim, genellikle bir yaşlı veya yaşlılardan oluşan gurup o toplumun örf ve adetlerini aktarmayla sorumlu olanlar, hatta toplumun tümünü kişiliklerinde temsil edenlerdir. Eğer siz de her yerde iktidar görüyorsanız, örneğim boşuna gidecek.
    Örnek, Sibirya’da Yakutlar. Orta Asya Türkleri harekete sokulduğunda önüne gelenleri beraberlerinde sürüklerler. Bazı Türkler Sibirya’ya kaçar ve Ruslarla ve Sovyetlere kadar iktidarsız yaşarlar.
    Bu geçmişte oldu. “Müzmin” demek için, ne olursa mutlaka olacaktı gibi bir totolojik kehanet oluyor. İktidarsız yaşama arka kapıdan girip iktidarlı yaşama olur çıkar.
    5. “Örneğin 10 bin yıl önce birinin ‘kimse dünyanın diğer yanında olup biteni göremez’ demesine benzer.” Bunu seçmeden önce aynı şeyi “kimse uçamaz” olarak yazmıştım, değiştirdim. Ben televizyondan söz ediyordum. Otomobil, buzdolabı ve binlerce diğer şeylerle söyleyebilirdim.
    “Problem su: Insan cozumleme/analiz yetenegi –dolayisi ile bilgisi, veya uretebilcegi bilgi (sentezlememe ufku)– sinirsiz degil.”
    Şu an diğer gezegenlerde ve okyanus altında gözlemler (göz uzantılarıyla) yapılıyor. Bulgular çözümlenip sentezler yapıldığında daha önce bilinmeyen ve olmayan şeyler ortaya çıkacak. Şimdi bataklığa daha da saplanmak için şöyle şöyleyim. 10 000 yıl önce aya ayak basılır diyene deli diyebilirlerdi.
    Aslında ben fikirlerimi, elimden geldiği kadar, iktidarı elinde tutanlar dünyasında yaşayanların düşünce, akıl yürütme ve mantık biçim çerçevesi içinde ifade etmeye çalışıyorum. Söylediklerim asıl fikirlerimin çok az bir kısmı. Ben ilk telvizyonu Sümer’de kendim buldum. Ama bunu söylersem ne olacağını biliyorum. Belki de bazı fizikçi bilim adamı –filozoflar haklı: Gerçek ve Hakikat, Pisagor’un dediği gibi sayılardan (0 ve 1) veya modern versiyon olan sembollerden veya benim dediğim gibi bir çeşit sembol olan sözcüklerden oluşur.
    6. “Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.”Ne yazık ki bu dediğiniz de son derece tuhaf bir yanıt ve asıl demek istediğimden çok farklı.
    Konu: İktidar / iktidara karşı. Size göre karşı olanlar başardığında daima iktidarı elde tutuyorlar. Mantık kurallarına göre, başaramayanlar için her şey söylenebilir. Bir örnekle açıklayayım. Eğer gelirsen, sinemaya gideriz. Farz edelim gelmedin.
    Ben sinemaya gitmek de dahil ne yaparsam yapayım, siz bana ” Eğer gelirsen, sinemaya gideriz.” demiştin, neden a,b,c, … yaptın derseniz çok basit bir mantık hatasına düşersiniz.
    Dolayısıyla, ” Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.” yerine, hiçbir çelişkiye düşmeden, “Evet. Elde tutamayanlara ‘ayakaltında tutanlar’; elde tutulmayana da ‘kimse istemiyor’ demiyoruz çünkü” diyebilirdiniz.
    Bence mantık açısından sizin dediğiniz daha çok bana büyük mantıkçı Lewis Carroll’un benim burada içine düştüğüm duruma ışık tutucu olan ve belki de teselli edici “Humpty Dumpty” ile “Alice” arasında geçenleri anlatması. İşte sonu: “The question is,” said Humpty Dumpty, “which is to be master—that’s all.”
    “Sorun kimin efendi olduğu” veya bu bağlam içinde kimlerin iktidarı elinde tuttuğu.
    Daha da basit bir örnek verirsem sizin ” Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.” mantığınız şöyle:
    Salt Türkiye’de yaşanlar Türk’tür.
    Sen İran’da yaşıyorsun.
    O halde, sen Türk değilsin.
    Bu doğru ama dünyayla alakasız. Hatta tüm matematik ve mantık da öyle ama girdiğim bataklığa daha fazla batmak istemiyorum.
    Yukarıda söylediklerimin hepsi aslında önemsiz ve gereksiz. Özet ve önemli olan:
    1. Siyasi iktidarlıklar doğmadan önce iktidarsız toplumlar oldu.
    2. İktidara karşı gelenlerden iktidarı yıkmayı başaramayanların hepsi kırımdan geçirilmedi. İktidarlı toplumlar içinde kendi geleneklerine devam ettiler. Bazıları azınlık “dinleri” oldular. Ben daha da ileri gidip neolitik devrimden endüstri devrimine kadar dünyayı sırtında taşıyan tarımcı köylüleri ve her türlü haksızlık ve çirkin muameleye katlanan kadınları da iktidarı zorlandıkları için kabullenenler arasında görüyorum.
    Dolayısıyla, iktidarı ele geçirmek için karşı gelenlerle, iktidarı yıktıktan sonra iktidarı eskinin kalıntıları üzerine kuranların tarihte en fazla göz kamaştırıcı olması başka, buna nedenler bulmak başka.
    Yazı kullanan toplumların yazısız toplumlara kıyasla daha üstünlük sağladıkları artık biliniyor. Burada hiç değilse “bu böyle” yerine insanı düşündürücü bir bilgi var. Veya tarım yapan toplumların depoladıkları yiyeceklerle sadece dolaşıp yiyecek bulanlara karşı savaşta, eninde sonunda*, kimin başarılı olacağını tahmin etmek için dahi olmak gerekmez.
    * Sözcükler alemine gireriz korkusundan “eninde sonunda” ekledim.

  94. Galiba Bataklığa Saplandım

    40 Necip 1 Temmuz
    1. Bilgilerden veya verilerden değişik sonuçlar çıkarmak, değişik yorumlara varmak başka (İsviçreli değil) İsveçlinin dediğini sanki yazar hepimizin her şeyi bildiği iddiasında bulunmuş gibi algılamak başka ve tuhaf. Bağlamı unutmuşsunuz. Bağlam bilgileri inceleyip sentezlere varmak. Herkes aynı senteze varmayabilir.
    Hatta İsveçlinin “yeteri kadar” sözü dolaylı olarak bilgi kapsamının tümünden söz etmediğini belirler.
    Öğretmenin “bu ikinci derecede denklemi çözmen için ‘yeteri kadar’ bilgin var” diyor, siz “öğretmenim ben tüm matematiği bilmiyorum, o halde yeteri kadar bilmiyorum” dememişinizdir. Mantık hatalarınız çok fazla.
    Burada ne cahillik ne de kibir var. Hatta kitabın konusu bile tarihte süregelmiş ırkçılık. Bazen kısa kesmek zorunda kaldığımızdan her söylediğimizi etraflı anlatmıyoruz.
    Söylediğiniz muğlak değil, mutlak: ” Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”
    İktidarın tarihte nerede ve ne zaman doğduğu soruma cevap vermektense yine sözcükler ve sözcüklerin anlamı dünyasına daldınız.
    Roma veya Batı Roma yıkıldıktan sonra yerine geçme yaklaşık 3 yüz yıl aldı ve Almanları Kilise ıslah etti, evcilleştirdi.
    Meksika devriminde Zapata, general Madero ve haydut Pancho Villa aşağı yukarı aynı günlerde Meksika şehrine inerler. Her yerde hazır ve nazır dalkavuklar teker teker her üçünü saraya başkan koltuğunu göstermek için refakat ederler.
    Şimdi size göre belki bilmez, bilgi sonsuzdur demeyenlere göre bilir tarihçiler, general Madero koltuğun ne olduğunu biliyordu derler. Zapata, kendi köyünde daha iyisini yapanların olduğunu söyler. Generalle kapışan Pancho Villa, “çıkalım birbirimize ateş edelim, kim ölmezse, o haklı” der.
    Ben sizden somut yanıtlar bekliyorum. Aksi halde mantık dersleri vermekten başka bir şey kalmıyor.
    Sizin dediğinizi başka türlü söylemek ve düşünmek mümkün. “Yahu kardeşim, siz deli misiniz? taçta oturmak varken, çamura oturulur mu?”
    Belki yine bir espri daha iyi anlatır. Hıristiyan Allah’ı bir gün aşağı bakar, millet karınca gibi etrafa koşturuyor. Onun da yanı dalkavuklarla dolu. Sorar:
    – Neden koşturuyorlar?
    – Çalışıyorlar.
    – Neden?
    -Hani Havva elmayı yiyip Adem’e yedirince, sen onları cennetten kovup “bundan böyle alnınızın teriyle yaşayacaksınız” demişti, ondan,
    – Yahu ben şaka ettim!
    Allah bir daha bakar ve bolluk içinde yüzen iktidarda olanlarla zenginleri yiyecek, içecek dolu bir masa etrafında görür.
    – Peki, bunlar kim?
    – Bunlar da, senin şaka ettiğini anlayanlar.
    Bazen iktidarı ele geçirmeyenler arasında milyonlarca şahane fıkra, atasözü, türkü, özdeyiş, oyun havaları ve danslar, masallar, efsanelere rastlanıyor.
    2. “Burada ayni frekansta oldugumuza emin”
    Yine akıl almaz bir mantık sorunu. İktidarı elinde tutanlarla bilginin aslını bilenler haklı olduklarını iddia ederler. Sanırım, şimdi çok moda olan “hoş görü” lafı bunun tersi. İktidarı elde tutanlarla bilginin aslını bilenler “yok canım, biz sadece %63 haklıyız ve %59 biliyoruz ” demezler.
    Birkaç örnek:
    18. yüz yılda, Mehmet Çelebi’nin Fransa’ya “Kafirlerin Cenneti” der ve beğenir. Ama bir şeyi tuhaf bulur. Yasalar zaman içinde değişebiliyor, sanki Allah hata yapmış ve Fransızlar düzeltiyor.
    Cengiz Han kendine İslam dinini anlatan büyük din alimlerine “siz tanrınızı camide hapse koymuşunuz, biz yanımızda açık havada gezdiririz”, der. İslam alimleri iktidar ve tanrının ne olduğu konusunda kendilerine ders veren karşısında seslerini keserler.
    Tarih milyonlarca benzeri bildiğini ve iktidarını mutlak sananlarla dolu.
    3. Eğer istisnalı olmayla apaçık söyleyenler arasındaki farkları öğrenmek isterseniz, kıtalar keşiflerinden dönenler, ilk ırkçılar, ilk etnograf ve antropologları okumanızı tavsiye ederim. Şu an egemen olan “politically correct” olmak. Kısa bir süre önce iktidarı sizin gibi gören bir Alman sosyolog sıradan çıktı ve “alt sınıftan güzel kızların seks aracılığıyla yükselmesinin” akıllıca olduğunu iddia etti ama hemen üstüne çullandılar. Siz iİstisna değilsiniz, itinalısınız. Benim büyüdüğüm mahallede anneler “bu kız güzel, kafanı yorma, bir subay, doktor, mühendis, avukat vs. gelir alır. Öbürü çirkin ona ev işleri öğret” tavsiye ederlerdi.
    4. “Mantik kendiliginden mi oraya variyor, yoksa ben mi kullaniyorum; bilemem” Yine akıl almaz bir mantık yoksunluğu. Mantığı kullanan belli bir amaçla kullanır. Önemli olan kullananın amacı. Tarihten bir örnek.
    Şimdiye kadar hangi yönde yürüsek, denize varıyoruz.
    O halde dünya etrafı suyla çevrili bir kara parçası.
    Bu sonuca varanla, dünyanın yuvarlak olduğu bilgisi ve denizle dünyanın etrafını dönmenin olasılı olması sonucuna varma arasındaki farkı siz çıkarın. Her ikisinde de “mantık kendiliğinden oraya varır”
    Söylediğinizde daha da kötü bir yan var: mantığı fetişleştirme ve şeyleştirme; mantığa can vermek. Mahkemede ben öldürmedim, bıçağım öldürdü derseniz sanırım ne olacağını bilirsiniz.
    5. Galaksi, Samanyolu vs. “– boyyuk boyyuk laflar ediyoruz…”
    Yine iktidarı elinde tutanlardan lağımlarda yaşayanlar kadar geçerli ulu bir buyuru. Bir yandan bilim ve teknolojinin getirdikleri göklere çıkarılır, güneşin daire/elips çizerek ilerlediği, galaktik senelerden ve ‘big bang’ sözleri edilir, diğer yandan “bu yetmez, daha fazla istiyoruz” der gibi bu bilgileri bulup çıkaranlarla “– boyyuk boyyuk laflar ediyoruz…” diyerek alay edilir. Yine bir mantık hatası! Yine bir mantık yoksunluğu!
    6. “Fakat, bahsetmek cesaretini bulsaniz hic de fena olmazdi.”
    Sizin sevdiğiniz tümevarım mantığı bana “şimdiye kadar her dediğimi yanlış anlamakta ısrar ettiyse; şimdi de öyle olacak!” demekte.
    Bu da mantık kullanmada pek beceriniz olmadığını gösterir. Ayrıca, ben size çok ipucu verdim.
    Not: Ben, bu site hariç hemen hemen hiç bir siteye yorum yazmadım ve yazmam da. Biligi sayarı en fazla bazı özel, sözcük arama, ansiklopedik bilgiler arama, ve en çok bedavaya kitap indirmek için kullanırım. Bunlar dışında kullanışım sıfır kadar az. Onun için verdiğiniz “youtube” adreslere, ne yazık ki, bakacak zamanım yok.

  95. Anonim

    Adalet Yürüyüşü ve İktidarın Tahammülsüzlüğü
    30 Haziran 2017
    Marksist Tutum

    Türkiye bir yıla yaklaşan OHAL rejimi altında, hukukun tümüyle ayaklar altına alındığı bir süreçten geçiyor. Meclisin içi boşaltılmış bir kabuğa dönüştürüldüğü, yasama, yürütme ve yargının bütün iplerinin fiilen tek adamın elinde toplandığı bu süreçte adaletin, hak ve özgürlüklerin kalan kırıntıları da yok edildi. 100 binden fazla kamu çalışanının KHK’larla sorgusuz sualsiz işten atıldığı, pasaportlarına el koyulduğu, meslekten men edildiği ve kara listeye alınıp işsizliğe mahkûm edildiği bir karabasan yaşanıyor. Düzmece iddialarla suç isnat edilip tutuklanan on binlerce insan, hapishanelerde de en temel haklarından yoksun bırakılıyor. HDP’nin eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da dâhil olmak üzere 13 milletvekili Kasım ayından bu yana tutuklu. Sayıları her gün daha da kabaran 170’den fazla gazeteci içerde ve haklarındaki iddianamelerin pespayeliği hukuk literatürüne geçecek türden. Bunun son örneklerinden biriyse CHP milletvekili Enis Berberoğlu’na MİT tırlarıyla ilgili davada müebbetten indirimle 25 yıl hapis cezası verilmesi oldu. Berberoğlu tutuklanarak İstanbul Maltepe Cezaevine gönderilirken, CHP bu kararı “faşizmin tescili” olarak niteledi ve Kılıçdaroğlu Ankara’dan İstanbul’a “adalet” talebiyle bir yürüyüş başlattı.
    15 Haziranda başlatılan yürüyüş, aydınların, sanatçıların, demokratik kitle örgütlerinin, adaletsizliğe uğrayan işçilerin, emekçilerin ve çeşitli sosyalist örgütlerin desteğiyle ilgi odağı haline geldi. Çeşitli kentlerde yapılan “adalet” eylemleriyle de desteklenen bu yürüyüşün gerek içeride gerekse dışarıda gündem haline gelmesinden rahatsız olan Erdoğan ve avanesi ise son derece pasif olmasına rağmen bir hayli ürktükleri bu eylemi karalayarak itibarsızlaştırmaya çalışıyor. 15 Temmuz’un yıldönümü yaklaşırken tüm hazırlıklarını onu yeni rejimin kurtuluş günü olarak tarihe geçirmek doğrultusunda ilerleten iktidar güçleri, gündemin CHP tarafından değiştirilmesini ve sözde demokrasi bayramının fiyakasının adaletsizlik, hukuksuzluk ve kontrollü darbe suçlamalarının gölgesi altında kalmasını da istemiyorlar. Eyleme polis müdahalesinin onu daha da güçlendirmesinden ve dış tepkileri arttırmasından çekinen hükümet, şimdilik bu yoldan uzak duruyor. Bunun yerine, karalama kampanyalarıyla, iftiralarla ve tehditlerle bir gözden düşürme ve kriminalize etme operasyonu yürütülüyor. Hem de çifte standart ve ikiyüzlülük doruğa çıkarılarak.
    Son bir yıllık süreçte, binlerce hâkim ve savcıyı görevden alıp yüzlerce davanın şaibeli olduğunu itiraf edenler, MİT tırları davasında tutuklanan Can Dündar ve Erdem Gül için Anayasa Mahkemesinin verdiği hak ihlali kararına yönelik olarak “bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” (Erdoğan) diyenler, şimdi mahkeme kararlarını sorgulayanları yargıyı baskı altına almakla, “yargı mensuplarını hedef göstermek, tahkir ve tehdit etmek”le suçluyorlar. Üstelik bu, Kılıçdaroğlu’na ve yürüyüşe katılanlara yönelik suçlamaların en hafifi. Havuz medyası bu operasyona “yürüyüşün arkasında FETÖ var, ikinci Gezi planı!” manşetleriyle eşlik ediyor. Bir bakan, “biz bu yolları teröristler yürüsün diye yapmadık” diyerek yürüyenleri terörist ilan ediyor. Erdoğan’sa daha da ileri gidiyor ve bu yürüyüşü darbe girişimi olarak nitelendirip, buna izin vermeyiz diyerek tehditler savuruyor:
    “Bu ülkeyi birlik beraberlik içerisinde muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak istiyorsak o zaman ülkeyi karıştırmanın hiçbir anlamı yok. Sizin gibi 15 Temmuz’da da bunu yapanlar oldu. Sizin 15 Temmuz’dakilerden ne farkınız var? Onların elinde F-16’ları vardı. Tanklar, toplar ile saldırıyorlardı. Sizler de yollarda yürüyüşleri yapıyorsunuz akşam da karavanlarda istirahat ediyorsunuz. Sizler kalkıp TEM’i, E-5’i işgal ederiz diyecek olursanız o zaman durum aynen 15 Temmuz’a dönüşür. Ona da tabii ki müsaade etmek gibi bir lüksümüz asla yok.”
    Görüldüğü gibi, en ufak muhalefete bile tahammül edemeyenler demokratik hakları “lüks” olarak nitelendiriyorlar. Aslında pasif bir yürüyüş eylemi organize edenlerle ve buna katılanlarla “F-16’larla, tanklarla, toplarla saldıranlar”ın aynı kefeye konması bile Erdoğan rejiminin demokrasi ve adalet anlayışını yeterince açık bir şekilde sergilemektedir. Ne de olsa “ideolojik halay” çekmenin, puşi bağlamanın, bazı renkleri taşımanın “terör”den sayıldığı bir “özgürlükler ülkesi”nde yaşıyoruz.
    Erdoğan’a göre “yapılan iş hukuki değil”miş. Yürüyüşe göz yumulması “hükümetimizin bir inceliği, hatta lütfu”ymuş! Pek demokratik olan ülkemizi “özgürlüklerin olmadığı bir ülke havasında yansıtma gayreti içerisine girmek”se kimseye bir şey kazandırmazmış! Dikta rejimleri altında hukuki sayılan şey, malûm olduğu üzere, diktatörün yap dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamaktır. Özgürlüğün sınırları da onun iki dudağı arasından çıkanların kâğıda döküldüğü kararnamelerle belirlenir. O “lütfederse” yaparsın, etmezse yapamazsın!
    Bu arada çifte standartta da had hudut tanınmamaktadır. Mısır’da Müslüman Kardeşler sokağa döküldüğünde bunu demokratik hak ve adalet arayışı olarak alkışlayan, dahası onların sembolü “Rabia”yı kendi sembolü haline getirenler, şimdi “adalet sokakta değil Mecliste, mahkemede aranır” demektedirler. 15 Temmuz sonrasında kitleleri gece gündüz sokakta tutmak için tüm kamu kaynaklarını seferber edenler, memleketin tüm yasaklı meydanlarını ağzına kadar açıp insanları haftalarca orada yatırıp kaldıranlar, şimdi sokağı tukaka ilan etmektedirler. Çünkü ayyuka çıkan adaletsizliğe, haksızlığa, hukuksuzluğa yönelik toplumsal tepkinin, 16 Nisan referandumunda da açığa çıktığı üzere büyüyüp birikmesinden ve sokağa taşmasından korkuyorlar. Bu yüzden de muhalefetin, içi boşatılmış ve kadük hale getirilmiş bir parlamentoya hapsolmasını istemektedirler.
    Bu arada, iktidar temsilcilerinin “Adalet yürüyüşü”ne dair yaptıkları açıklamalar ve yandaş medyanın ipinden boşalmış yalanlar eşliğinde sürdürdüğü karalama kampanyası, yürüyüşü her türlü saldırıya açık hale getirmektedir. İktidar, yürüyüşü kontrol altında tutmaya ve ona karşı söylemlerle kendi tabanını konsolide etmeye çalışıyor. Eğer yürüyüş, iktidarın kendi kafasında çizdiği sınırların ötesine geçer ve sarsıcı bir boyuta ulaşırsa, o zaman gerek elindeki devlet güçleriyle gerekse de paramiliter oluşumları aracılığıyla onu ezmeye çalışacaktır.
    İktidarın gayri resmi koalisyon ortakları MHP ve Vatan Partisinin de yürüyüşü karalamakta AKP’den geri kalmadığını belirtmek gerek. Özellikle Perinçek’in açıklamaları tam anlamıyla ibretliktir. Yargının “altın devrini” yaşadığını iddia eden Perinçek, “Cezaevindekilerin tamamı PKK’lı ya da FETÖ’cü. 70 bin kişi içerideyse haksızlığa uğrayan 700 kişi yoktur. Şu an yargı tarafsız ve ‘Ak Parti’nin yargısı’ tartışmaları yersiz. Hâkimler ve savcılar cumhuriyetin hâkimleri ve savcıları” diyor. KHK’larla üniversitelerden atılanların terör örgütü üyesi oldukları ya da yetersiz oldukları için atıldıklarını söylüyor. Ona bunları söyleten kuşkusuz, içerden çıkarken yapılan pazarlıkların yanı sıra azgın Kürt düşmanlığıdır. Sonuçta AKP, Kürt düşmanlığını merkezine oturtan bir siyaset sayesinde MHP ve Vatan Partisiyle yekvücut olmuş durumdadır. Bu durum, aslında söz konusu faşist ittifak karşısında örülecek ortak mücadelenin anti-şovenizmi şart koştuğunu ortaya koymaktadır. AKP’nin bu denli ileri gidebilmesinin en temel belirleyeni, içinden geçilen dönemde sosyalist hareketin ve demokratik bir sol muhalefetin son derece güçsüz durumda olmasıdır. Diğer bir faktörse, CHP’nin Kürt sorununa yaklaşımda AKP’den bir adım ilerde olmaması, hatta yer yer onun bile gerisine düşmesidir.
    Bugün Berberoğlu’nun tutuklanmasını “faşizmin tescili” olarak niteleyen CHP’nin, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması sürecinde takındığı tutum tarihe geçecek nitelikte ibretlik bir tutumdur. CHP şu ana dek yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla, soldan gelen tüm eleştirileri fazlasıyla hak eden bir düzen partisidir kuşkusuz. Yenikapı’da ve ardından pek çok kritik noktada Erdoğan rejimine koltuk değnekliği yapan, AKP’nin suçlamalarına konu olmamak için her türlü geri adımı atan, savaş politikalarına açık destek veren, Kürtler katledilirken, barış akademisyenleri işten atılıp tutuklanırken, hukukun ırzına geçilirken susuş kumkuması konumunda olan CHP’nin, bizzat bu tutumlarıyla faşizmin ilerleyişinin önünü açtığı da yadsınamaz bir gerçekliktir.
    Nitekim CHP yönetiminin bu ikircikli ve korkak tutumlarının Türkiye siyasetinde nelere yol açtığını aynı parti içinde de görenler var ve bunlar şimdi seslerini yükseltmek zorunda kalıyorlar: “Bu yürüyüş referandum gecesi olsaydı muhtemeldir ki bambaşka bir Türkiye olurdu. O gece insanlar barışçıl taleplerle yani referandum üzerindeki şaibelerin giderilmesi için sokağa çıkmış olsaydı muhtemeldir ki YSK bu kadar pervasız, bu kadar hukuksuz bir karar veremeyecekti. Sonrasındaki karar ne olursa olsun AKP bu kadar pervasız davranamayacaktı. Referandum gecesi silahlı kişiler varsa bile çıkılmalıydı, çünkü eğer siz bundan sonra Türkiye’nin bir diktatörlüğe gittiğini iddia ediyorsanız, bu kadar ağır bir teşhis karşısında geliştireceğiniz eylemlerin de vereceğiniz reaksiyonların da bununla uyumlu ve eş değer ağırlıklı olması lazım. Sokakta silahlı kişiler var deyip, evinizden dışarı çıkmazsanız bu korku sizi esir alır.” (İlhan Cihaner, Birgün, 26/06/2017)
    CHP’nin tescil edildiğini söylediği faşizmin önüne set çekmek ancak emek eksenli tüm demokrasi güçlerinin ezilen Kürt halkıyla birlikte ortak bir mücadele yürütmesiyle başarılabilir. Faşizmin en büyük mağduru konumundaki Kürt halkını yalnız bırakarak, faşist tehditlere karşı “aman aman” ihtiyatlılığıyla pasifist tutumlar sergileyerek ya da tescil edildiği söylenen faşist rejimin parlamentosundaki tiyatronun aktörü olunarak değil!

    http://marksist.net/marksist-tutum/adalet-yuruyusu-ve-iktidarin-tahammulsuzlugu.htm

  96. Anonim

    CHP’den Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sert yanıt

    CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Adalet Yürüyüşü nedeniyle kendilerine yüklenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yanıt verdi. Tezcan, ‘Biz FETÖ’ye çete derken, onlar övgüler düzüyorlardı. Darbeye karşı direniş babanızın malı değil’ dedi.

    Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, Adalet Yürüyüşü nedeniyle hedef aldığı ve terör örgütlerini desteklemekle suçladığı CHP’den sert yanıt geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, “Biz FETÖ’ye çete derken, onlar övgüler düzüyorlardı. Bütün devlet imtiyazlarını kıyak olarak çeteye vermişlerdi. Bu millet kimin FETÖ’nün ayakçısı, kimin çetenin kıyakçısı olduğunu çok iyi biliyor.FETÖ’nün ayakçısı da çetenin kıyakçısı da kendileri idi yıllarca. Bize yapışmaz o sözler ama onların da sırtından bu sözlerin inmesi ve düşmesi mümkün değil. 15 Temmuz darbesine karşı direniş babanızın malı değil.
    Tezcan’ın açıklamaları özetle şöyle:

    “Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı’nın Adalet Yürüyüşü’nden rahatsız olduğunu biliyoruz. Bugünkü konuşmasında da yürüyüşü germeye dönük adımlar atma niyetinde olduğunu anlıyoruz. Bizi ‘FETÖ’nün ayakçısı’ diye tarif etmiş. Biz FETÖ’ye çete derken, onlar övgüler düzüyorlardı. ‘Muhterem hocaefendi’ diyorlardı. Devlette, siyasette, ticarette yükselmenin ruhsatını o çeteye emanet etmişlerdi. Bu millet kimin FETÖ’nün ayakçısı, kimin çetenin kıyakçısı olduğunu çok iyi biliyor. FETÖ’nün ayakçısı da çetenin kıyakçısı da kendileri idi yıllarca. Bize yapışmaz o sözler ama onların da sırtından bu sözlerin inmesi ve düşmesi mümkün değil.

    MHP GİBİ MUHALEFET İSTİYOR

    MHP gibi muhalefet istiyor anladığım kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı. Allah muhabbetinizi artırsın. MHP gibi bir majestelerinin muhalefeti yaratma çabasını AK Parti açısından anlarım ama MHP yönetimi açısından anlamak mümkün değil. Millet iktidar olmaya kararlı bir muhalefet hareketi bekliyor onu da bu adalet yürüyüşünde sokaklarda gördü. Günü geldiğinde bu millet o saadet günlerini yaşayan bu ittifakı sandıkta yerle bir etmesini de bilecek. Majestelerinin muhalefeti olmaya soyunmadık biz iktidar olmaya talibiz. Onun için de mazlumların, mağdurların sesi olmaya devam edeceğiz.

    YOLLAR MI BOZULDU, GÜLLER Mİ SOLDU?

    Bizim şehitlerin adını yürekten ağzımıza almadığımızı ifade etmiş. Şu yürüyüşü gerçekten ciddi takip etse şehit ailelerinin, kumpas davası mağdurlarının burada yürüdüğünü görür. Onları gören birinin bütün bunlara rağmen şehitlerle ilgili bir samimiyetten bahsediyor olması sadece kendi samimiyetsizliğinin ifadesidir. Dün şehide kelle deyip Habur’da teröriste çadır mahkemesi kuranların adaletle yolunun kesişmesi mümkün değildir. Dün FETÖ’ye, terör örgütüne yargıyı teslim edenlerin, ittifak kurarak 2010 anayasa referandumunda FETÖ’ye yargıyı teslim edenlerin adaletle yollarının kesişmesi mümkün değildir. Saadet günlerinde Kandil’e ve Pensilvanya’ya güzelleme düzüp, ‘Gül döktüm yollarına’ şarkısını söylüyorlardı. Şimdi ne oldu; yollar mı bozuldu güller mi soldu? Kimlerin terör örgütlerine yardım ve yaltaklık ettiğini bu millet biliyor.

    DAERBEYE DİRENİŞ BABANIZIN MALI DEĞİL

    Yine 15 Temmuz’dan bahsetmiş. 15 Temmuz darbesine karşı direniş babanızın malı değildir. O darbeye hep beraber direndik. Parlamentonun çatısı altında tepemize bombalar düşerken biz oradaydık. Siz şimdi kalkacaksınız, devletin üç tane uçağıyla, koruma ordusuyla kendinizi koruyacaksınız, sizi kendinizi korumanız hak ana muhalefet partisi liderinin koruma önlemi alması haram. Böyle bir anlayışı kabul etmek mümkün mü? Hangi tankın üzerine çıktınız, var mı bir tane tankın üzerinde fotoğrafınız? Ankara’ya niye 4 gün sonra geldiniz? Ankara güvenli değil diye İstanbul’da nerelerde saklandınız? Benim genel başkanım ertesi gün Ankara’daydı. Yolar açılır açılmaz, gelme imkanı doğar doğmaz Meclis’e geldi konuşma yaptı. Sen neredeydin AK Parti Genel Başkanı? Yenikapı’da doğru söyleyip Ankara’da şaşarak bu iş olmaz. Ne oldu şimdi; tehlike başladı, 2019 göründü, mazlumların sesi sokaklara döküldü ve adaletin kılıcı Kılıçdaroğlu yola çıktı. Arkasından da önce yüzler, sonra binler, şimdi on binler, yarın milyonlar gelecek bunun telaşı içindeler.”

    http://www.hurriyet.com.tr/chpden-cumhurbaskani-erdogana-sert-yanit-40506537

  97. 39 Necip 30 Haziran'a Yanıt

    Sayın Necip (39 Necip 30 Haziran)
    Bu yazım yayınlanmadığı için tekra gönderiyorum.
    Ek olarak da, eğer sizin için bir sakıncası yoksa ve sadece geçici, ilk yaklaşım babında da olsa “iktidar” sözcüğünü tanımlarmısınız.
    İlk gözlem: söylediklerimizle aktarmak istediklerimiz arasındaki fark bazı gereksiz yorumlara neden oluyor.
    1. Günümüzde bilgi dille aktarılır ve (konuşmadaki nüans farklar ve okuma yazma bilmeyenlerin katkısı yokmuş gibi algılansa da) alfabe dille ifade edilenleri belirler. Belki bir espri daha iyi anlatır: Eğer bir maymun (her dil alfabesini içeren) daktilo üzerinde sonsuza dek hoplayıp zıplasa, eninde sonunda, dünyada yazılmış bütün eserleri yazar.
    2. Felsefede, şeylerle sözcükler arasındaki farklar, görünüşle gerçek arasındaki farklar kadar eski ve hala yürürlükte. Yine bir espri bunu daha güzel anlatır: Şeyler kelime olunca ağırlıklarını kaybederler.
    3. Felsefede bilgiyi doğa/doğaüstüne dayatmak, sizin, “Bir noktadan itibaren (ki, o ‘nokta’nin ne oldugu da onceden belirlenmis degil her zaman), artik, kabuller zorunlu oluyor.” tabirinizdeki “nokta”. Kısacası, bilgi iki türlü elde edilir.
    Ümit ederim bu açıklama “alfabe” , “artık dünya sözcükler oluştu” ve “doğaüstü” laflarıma daha kesin bir anlam getirir.
    4. ” Evet. Her ikisi de, en azindan benim omrum boyunca …” Ben sonsuz sayıda istisnaları sıralasam ve bu istisnaları içeren kitapların adlarını versem ancak bataklığa daha fazla batacağımdan eminim (relativizm, absolute oldu). Fakat en temkinli hesaplar göre insanlar son iki milyon yıl biyolojik değişimden geçmediler. İndirelim son 100 000 bin “akıllı insanlar” devrine. Sanırım kimse daha henüz son 100 000 yıl insanların her zaman her yerde bir iktidarlı rejim içinde yaşadıklarını ispat etmedi. Tabii günümüz iktidarlı rejimlerde her şeyin cıvığı çıkarılmış. Çocuğuna etrafa bakmadan caddenin öbür tarafına geçmemesini söyleyen bir anne veya babadan tut, gaddarlığı ve dolayısıyla iktidarcılığı avcılıkla et yemede bulanlar, emir alıp vermeyi ve iktidar içinde yaşamayı genlerimizle getirdiğimizi ileri sürenlere kadar iktidarı her yerde görenler sayısız. Bence buna inanmamak için deli olmak lazım. Ben bu nedenden, size, “iktidar” ne demek sorusunu sormak zorunda kaldım. Mutluluğun en gözde olduğu devirde, iktidar altında yaşayanların, başka hiçbir türlü yaşam olmadığını öğrenmesi, iktidar altında yaşamanın tek ve tek yaşam olduğunun kanıtı en yüce bir terapi olduğu şüphe götürmez. Böyle bir inancın insanlığa en büyük rahatlık ve huzur sağladığı da kuşkusuz. Tıp alanında bile hastalıkların %90 plaseboyla tedavi edilir.
    Bunu eskiden dinler başarmaya çalıştı.
    Konumuz hangi inanç insanları daha güzel peşine takıyor değil, inancın kendisi.
    Haremli hayvanlar sadece bir örnekti. Amacım, haremsiz veya tüm hayvanları incelemek değildi. Amacım “iktidarı ele geçirme” kavramını sadece ve sadece bir biçimde anlamanın kısıtlığına işaret etmekti.
    En sevdiğim yaklaşım “relativism”. Yalnız bu mutlak oldu. Herkes, her istediğini, aklına her geleni “relativism”e dayanarak söylüyor ve herkes uzmanlara tanrılardan fazla tapıyorlar. Herkes markette hangi malın daha kaliteli olduğunu biliyor. Ama lütfen “bazı tapmayanlar ve bilmeyenler var” demeyin, lütfen. Her dediğime binlerce sayfa ekleyip “yanlış” anlamayı engellemek bence gereksiz. Sosyal bilgilerin matematik ve istatistiğe çevrilme bataklığına da girmek istemiyorum.
    Burada bir ayırım yapmak istiyorum. Bu, sizin her yerde “diktatörlük” görenlere karşı sabrınız tükenmesine benzeyecek. En azından, eğer iktidar, emrini yerine getirmek için bir, polis, yasa, ordu vs. gibi, bazı araçlara sahip değilse, geleneksel bir otorite olabilir. Bu konu, kendi başına, beni en derin bataklıklara saplatabilir. Yine en azını söyleyeyim, genellikle bir yaşlı veya yaşlılardan oluşan gurup o toplumun örf ve adetlerini aktarmayla sorumlu olanlar, hatta toplumun tümünü kişiliklerinde temsil edenlerdir. Eğer siz de her yerde iktidar görüyorsanız, örneğim boşuna gidecek. Diş doktoru “dişlerinizi fırçalayın” dediğinde iktidar mı oluyor?
    Örnek, Sibirya’da Yakutlar. Orta Asya Türkleri harekete sokulduğunda önüne gelenleri beraberlerinde sürüklerler. Bazı Türkler Sibirya’ya kaçar ve Ruslarla Sovyetlere kadar iktidarsız yaşarlar. Bu insanlar kendilerini iktidarın henüz yerleştiği, toplu, tüfekli, atom bombalı, yasalı, okullu vs. bir toplumda bulması halinde karşı gelseler iktidarı yıkabilirler mi?
    Bu geçmişte oldu. “Müzmin” demek için, ne olursa mutlaka olacaktı gibi bir totolojik kehanet oluyor. İktidarsız yaşama arka kapıdan girip iktidarlı yaşama olur çıkar. Yazılarınız gerçekten mantıksızlık dolu.
    5. “Örneğin 10 bin yıl önce birinin ‘kimse dünyanın diğer yanında olup biteni göremez’ demesine benzer.” Bunu seçmeden önce aynı şeyi “kimse uçamaz” olarak yazmıştım, değiştirdim. Ben televizyondan söz ediyordum. Otomobil, buzdolabı ve binlerce diğer şeylerle söyleyebilirdim.
    “Problem su: Insan cozumleme/analiz yetenegi –dolayisi ile bilgisi, veya uretebilcegi bilgi (sentezlememe ufku)– sinirsiz degil.”
    Şu an diğer gezegenlerde ve okyanus altında gözlemler (göz uzantılarıyla) yapılıyor. Bulgular çözümlenip sentezler yapıldığında daha önce bilinmeyen ve olmayan şeyler ortaya çıkacak. Şimdi bataklığa daha da saplanmak için şöyle şöyleyim. 10 000 yıl önce aya ayak basılır diyene deli diyebilirlerdi.
    Aslında ben fikirlerimi, elimden geldiği kadar, iktidarı elinde tutanlar dünyasında yaşayanların düşünce, akıl yürütme ve mantık biçim çerçevesi içinde ifade etmeye çalışıyorum. Söylediklerim, asıl fikirlerimin çok az bir kısmı. İktidar diline ödün veriyorum. Örneğin, ben ilk televizyonu Sümer’de kendim buldum. Ama bunu söylersem ne olacağını biliyorum.
    Belki de bazı fizikçi bilim adamı –filozoflar haklı: Gerçek ve Hakikat, Pisagor’un dediği gibi sayılardan (0 ve 1) veya modern versiyon olan sembollerden veya sembol olan sözcüklerden oluşur.
    6. “Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.”Ne yazık ki bu dediğiniz de son derece tuhaf bir yanıt ve asıl demek istediğimden çok farklı.
    Konu: İktidar / iktidara karşı. Size göre karşı olanlar başardığında daima iktidarı elde tutuyorlar. Mantık kurallarına göre, başaramayanlar için her şey söylenebilir. Bir örnekle açıklayayım. Eğer gelirsen, sinemaya gideriz. Farz edelim gelmedin.
    Ben sinemaya gitmek de dahil ne yaparsam yapayım, siz bana ” Eğer gelirsen, sinemaya gideriz.” demiştin, neden a,b,c, … yaptın derseniz çok basit bir mantık hatasına düşersiniz.
    Dolayısıyla, ” Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.” yerine, hiçbir çelişkiye düşmeden, “Evet. Elde tutamayanlara ‘ayakaltında tutanlar’; elde tutulmayana da ‘kimse istemiyor’ demiyoruz çünkü” diyebilirdiniz.
    Bence mantık açısından sizin dediğiniz daha çok bana büyük mantıkçı Lewis Carroll’un benim burada içine düştüğüm duruma ışık tutucu olan ve belki de teselli edici “Humpty Dumpty” ile “Alice” arasında geçenleri anlatması. İşte sonu: “The question is,” said Humpty Dumpty, “which is to be master—that’s all.”
    “Sorun kimin efendi olduğu” veya bu bağlam içinde kimin iktidar dilini konuştuğu, kimin iktidarı elde tuttuğu.
    Daha da basit bir örnek verirsem sizin ” Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.” mantığınız şöyle:
    Salt Türkiye’de yaşanlar Türk’tür.
    Sen İran’da yaşıyorsun.
    O halde, sen Türk değilsin.
    Bu doğru ama dünyayla alakasız. Hatta tüm matematik ve mantık da öyle ama girdiğim bataklığa daha fazla batmak istemiyorum.
    Yukarıda söylediklerimin hepsi aslında önemsiz ve gereksiz. Özet ve önemli olan:
    1. Siyasi iktidarlıklar doğmadan önce iktidarsız toplumlar oldu.
    2. İktidara karşı gelenlerden iktidarı yıkmayı başaramayanların hepsi kırımdan geçirilmedi. İktidarlı toplumlar içinde kendi geleneklerine devam ettiler. Bazıları azınlık “dinleri” oldular. Ben daha da ileri gidip neolitik devrimden endüstri devrimine kadar dünyayı sırtında taşıyan tarımcı köylüleri ve her türlü haksızlık ve çirkin muameleye katlanan kadınları da iktidarı zorlandıkları için kabullenenler arasında görüyorum.
    Dolayısıyla, iktidarı ele geçirmek için karşı gelenlerle, iktidarı yıktıktan sonra iktidarı eskinin kalıntıları üzerine kuranların tarihte en fazla göz kamaştırıcı olması başka, buna nedenler bulmak başka.
    Yazı kullanan toplumların yazısız toplumlara kıyasla daha üstünlük sağladıkları artık biliniyor. Burada hiç değilse “bu böyle” yerine insanı düşündürücü bir bilgi var. Veya tarım yapan toplumların depoladıkları yiyeceklerle sadece dolaşıp yiyecek bulanlara karşı savaşta, eninde sonunda*, kimin başarılı olacağını tahmin etmek için dahi olmak gerekmez.
    * Sözcükler alemine gireriz korkusundan “eninde sonunda” ekledim.

  98. Necip

    “İktidarın tarihte nerede ve ne zaman doğduğu soruma cevap vermektense yine sözcükler ve sözcüklerin anlamı dünyasına daldınız.”

    Bu sorua numerik bir cevap vermemi beklemediginizi umuyorum.

    ‘Non-numric’ cevap da, herhalde, soyle olurdu: ‘Iktidar’in ilk ortaya cikis tarihi (artik, her ne ise o), insan mahlugunun (ki, dogduktan sonra, en azindan annesinin bakimina muhtac olageldi hep –bunu farzedebiliriz, zannedersem) once ‘anne’, sonra da –annenin yetersiz kalisindan dolayi– ‘baba’ kollamasinda/korumasinda/gozetiminde/yonlendirmesinde yasamaga baslamasiyladir.

    Yani, baslangicta, ebeveyn yani ‘cekirdek aile’dir iktidari temsil eden. Ardindan, halka giderek genisler –genisleyegeldi.

    Simdi.. bu ozetleme yeterince isabetli ise, ilk tespitimiz, ‘iktidar’ denen sey, dogrudan dogruya genetic bir dayatma olmamakla beraber, genlerin bir sonraki nesle (ve daha sonraki nesillere) kazasiz belasiz aktarilmasi icin, kendiliginden ortaya cikmis (cikarilmak zorunda kalinmis) bir organizasyonun daha zayif (kollanmak/korunmak/gozetilmek/yonlendirilmek durumunda olan) bireye yansiyan tezahurudur.

    Zurna da hemen burada detone oluyor: Ta ‘cekirdek aile’den itibaren, mensuplarinin hicbirisi cok da memnun degil bu isten.

    Kollamak/korumak/gozetmek/yonlendirmek gorevi zimnen verilmis olanlar da, kollanmak/korunmak/gozetilmek/yonlendirilmek durumunda olanlar da memnun degil..

    Ben, en azindan, kendimden biliyorum: Ebeveyn ve akrabam benim uzerimde ozgurluklerimi kisitlayici oldu hep. Ya da, o yaslarda, ben bunu dusunuyordum. Daha sonra, kader, ben de ayni seyleri yapar oldum. Kendi cikarim icin degil, ilgilisinin cikari icin idi; ama, sitemlerin, sizildanmalarin, sikayetlerin oznesi oldum… Hic sevmedim, hic istemedim; ama, mecbur hissettim.

    Bu mecbur hissetmek konusuna cok daha temel bir ornek verebilirim: Yeni dogmus bebegini cami kapisina birakan anneye yonelik toplumun tepkisini bir dusunun..

    Bir miktar merhamet/acima da sozkonusu olsa bile, herkes kadini (ve, daha az olmakla beraber, ortadan kaybolmus olan –ya da, haberi bile olmayan– erkegi) itham eder.

    Halbuki, baska hicbirsey degilse bile, imkanlarini zorlayacak ve/ya ozgurluklerini kisitlayacak olan bir ogeden kurtulmak istemis de olabilirler. Yani, ‘mahkum’ ve/ya ‘mahpus’ olMAmak istemis olabilirler. Ki, bu, en temel, en dogal durtudur.

    Ama, toplum, buna hic de sicak bakmaz. Bakima muhtac bebege, ebeveynini, bakima mecbur/mahkum olmaga zorlar.

    Yani, toplum, sizi ‘iktidar’ olmaga zorlar. Siz reddederseniz, sizin yerinize baskalari bu ‘gorev’i ustlenmek durumundadir. Ya da, kurumsal yapilar (Cocuk Esirgeme Kurumu filan) olusturulur.

    Tabii ki, bu sadece /bir/ ornek… Kurumsal yapilar, ‘Cocuk Esirgeme Kurumu’ ile kisitli degil.

    Baska ‘bakim’a, ‘kollanmak’a, ‘korunmak’a, ‘gozetilmek’e, ‘yonlendirilmek’e muhtac bir suru sey daha var..

    Bunlarin saglanmasi icin peydahlanan her yapi, verilen (ve, daha sonra da, cogunlukla genisleyen) ‘gorev’ler karsiliginda birer ‘iktidar’ adacigi olur.

    Ve, ‘bas, basa bagli; bas da pasaya bagli’ dusturu geregince, bu ‘iktidar’ adaciklari, yukariya dogru daralan bir pramit olusturup, ‘el/the iktidar’ denen makama baglanirlar.

    Simdi.. Bu uzun ‘narrative’de bir ‘hikmet’ varsa, o da, kollanmak/korunmak/gozetilmek/yonlendirilmek durumunda olan birey(ler) varsa/mevcutsa (ki, galiba hep de olacak), onu/onlari kollanmakla/korunmakla/gozetmekle/’yonlendirilmekle gorevli (ya da, mecbur veya mahkum) birileri (ister kurumsal isterse de bireysel) de var/mevcut olmak zorundadir.

    Baska bir deyisle, ‘iktidar’in kendisini (ya da, ‘iktidar olgusu’nu) yer ile yeksan etmek icin, yukarida anlatmaga calistigim (basinda da ‘cekirdek aile’ olan) upuzun ve genis zinciri kirmak (o ihtiyac ve zorunluluklari dayatan sebepleri ortadan kaldirmak) gerekiyor.

    Mumkun mudur?

    Teoride, tabii ki.

    Ama, pratikte, gercek hayatta?

    Kesin olan su: Ben, gormem. 😉

    “Sizin sevdiğiniz tümevarım mantığı bana “şimdiye kadar her dediğimi yanlış anlamakta ısrar ettiyse; şimdi de öyle olacak!” demekte.”

    Olsun. ‘Beni bir kisi anladi; o da yanlis anladi’ hanesine yazarsiniz. Dahasi, baska herkesin de yanlis anlayacagini garantisi yok. Dolayisi ile, o cenahta hic umit yok degil.

    “Onun için verdiğiniz “youtube” adreslere, ne yazık ki, bakacak zamanım yok.”

    Sorun degil. Gunes sistemimizin sabit olmadigini, gezegenlere benzer sekilde (fakat, hep beraber) bir yorungede seyahat ettigini biliyorsaniz; ilgili kirpiklari izlemenize gerek yok zaten. Ustelik, o kirpiklar, merami anlatmak icin karikaturize edilmis gorsellerdi.

    Kainatta/Evrende hicbirseyin sabit olmadigindan hareketle, ‘relativism’in hic de tukaka bir yaklasim olmadigina isaret etmek istemistim.

    “Yine iktidarı elinde tutanlardan lağımlarda yaşayanlar kadar geçerli ulu bir buyuru.”

    Yukarida anlatmaga calistim: ‘Iktidar’ dediginiz sey, cok genis tabanli bir piramidin sivri ucu. O sivri ucta da, kimse, sonsuza kadar kalici degil –‘sivri uc’ kalici, ama.

    Dahasi, o tur makamlara da, herkes, esasinda, bir tur tensip/tayin/secim surecinden gecerek gelir –diktatorler de oyledir.

    Bir de, su var: O ‘genis tabanli piramit’ dedigimiz sosyal yapi huda-yi nabit degil. Toplum tarafindan olusturulur. Toplum da, bunu, cograyfa ve iklimin etkisiyle sekillendirir –cunku, ihtiyaclarin temel sekillendiricisi bunlardir.

    Buradan da, her zamanki aci gercege variriz: Cografya, iklim ve toplumu degistiremeyecekseniz; ‘iktidar’la ilgili cemkirmeler, devirmeci hayaller bostur.

    “her türlü haksızlık ve çirkin muameleye katlanan kadınları da iktidarı zorlandıkları için kabullenenler arasında görüyorum.”

    Bu ‘kadin’ konusunu apayri bir baslik altinda konusmak isterim. Cunku, kadinlarin “her türlü haksızlık ve çirkin muameleye katlan”ageldikleri kanaatinde degilim. Iktidar cemkiriciligi, devirmeci solculuk.. bir de, kadin konusunda, peydahlanan bu ‘neo-kibelecilik’..

    Ayaklari yere basmayan, zemane dinleri/modalari.

  99. Necip

    Eklemem lazim:

    Yazinizin her paragrafina cevap vermek isterdim; ama, zaman acisindan mumkun degil.

    Bir de, bu site yine reset ettigi icin, ilk yazinizi ancak RSS uzerinden okuyabildim. Format filan yok; hepsi tek blok. Dolayisi ile, okumak hic de kolay olmadi.

    O yuzden, okudukca, onemli buldugum yerleri –tabiri caizse– cimbizlayarak aldim ve onlar uzerinden cevap yazdim.

    Umarim mazur gorursunuz.

  100. Necip

    “Ek olarak da, eğer sizin için bir sakıncası yoksa ve sadece geçici, ilk yaklaşım babında da olsa “iktidar” sözcüğünü tanımlarmısınız.”

    Iki onceki yazimda buna girmegi dusundum; sonra, vazgectim.

    Cunku, hem ‘tarif etmek, tahrif/tahrip etmektir’; hem de –ne yaparsam yapayim– gunluk siyasetten etkilenip ‘hileli’ (‘loaded’) zar misali, eksik ve malul bir sey olacakti.

    Yine de merak edip, tek kelime cinsinden, Ingilizce karsiliginin ne olduguna (‘millet ne diyor?’ anlaminda) baktim.

    http://tureng.com/en/turkish-english/iktidar

    14 kelime vermisler, ‘iktidar’in karsiligi olarak:

    ‘ability’, ‘capability’, ‘capacity’, ‘competence’, ‘faculty’, ‘government’, ‘lap’, ‘potency’, ‘potentia’, ‘potential’, ‘power’, ‘puissance’, ‘rulership’, ‘virility’

    Hepsi de dogru, ama bir butunun parcalari olarak.

    Morfolojisi, zannedersem (sallarsam), ‘kdr’ kokunden geliyor. ‘Kadir’ (ya da ‘kaadir’) de ondan tureyenlerden birisi olsa gerek. ‘Iktidar’ da, ‘kaadir’ (‘able’, ‘capable’, ‘competent’) olan anlaminda..

    Buradan, ilginc acilimlar da cikiyor: ‘Kaadir’ olmayan (tanimi geregi) ‘iktidar’ da olamiyor. Ayni sekilde, ‘kaadir’ ise, (tanimi geregi) ‘iktidar’dan ‘dusurul’emez.

    Dolayisi ile, yikilabiliyorsa, ‘kaadir’ olmadigi icin, koflastigi icindir. Yikan da, ‘kaadir’ oldugu icin, artik ‘iktidar’dir.

    Neyse.

    Simdi de gelelim isin ‘hileli’ zar kismina..

    Siz dahil, bircok serzenisci (bakiniz, nazik davraniyor ve ‘cemkkirici’ kelimesini burada kullanmaktan kaciniyorum; kiymetimi bilin), hep kotu ve/ya arzu edilmez vechesini one cikarip ‘iktidar’dan sikayet ediyor.

    ‘Anti-kapitalist’lerin dustugu cukur da budur.

    ‘Iktidar’lari olusturan toplumsal evrim sureci, bunu, ‘zararli olsun’ diye muhafaza etmis olamaz.

    Daha dogrusu, faydasi zararindan cok olmasa, boyle bir olgu sozkonusu bile olamazdi.

    Not: ‘Faydasi zararindan cok’ demek, ‘hic zararli tarafi yoktur’ demek degildir; malum.

    Dolayisi ile, ‘yikmak’, ‘devirmek’ gibi ‘grand’ hedefler yerine, bence, ‘islah etmek’ cok daha akillica ve anlamli.

    Hem, “Geldim, şu alemi, ıslah edeyim” dememis miydi ozan?

  101. Allah ve İblis

    Sayın Necip,
    “Fakat, bahsetmek cesaretini bulsaniz hic de fena olmazdi.”
    Cesaret yok ama “iktidar” tanımıyla ilgili ipucu var: yapmanızı beklediğim “iktidar” tanımında bir incelik gerekebilir. İktidarsız-iktidarlı.
    Allah kadirdir, kader, Kadir Gecesi sözcükleri de “iktidar” sözcüğü kökeninden gelir.
    İblis Allah’ın iktidarına karşı çıktı. Ama nedense ve dünyevi iktidarların çoğundan farklı olarak, Allah, İblis’i yok etmedi. İblis iktidara karşı geldi ama işi beceremedi, başarılı olamadı – tabii, sizin tümevarım mantığına göre, şimdiye kadar.
    “Evet. Elde tutamayanlara ‘basarili’; elde tutulamayana da ‘iktidar’ demiyoruz cunku.” Formülünüz de aynı sonuca vardırır.
    Ne var ki, İblis çok GÜÇLÜ. Demek ki, iktidarı ele geçiremeyen devasa bir GÜÇ sahibi olabiliyor.
    Doğru ki, genellikle Allah gücünü şiddetle gerçekleştirir, özellikle kıyamet günü. Şeytan bolluk, içki, seks, fuhuş, kumar ve benzeri binlerce tatlı sözlerle ağız sulandırıcı, vaatlerde bulunur. Hatta Şeytan, günümüzdeki dinciler, iktidarlar ve solcu- devrimcileri bile peşine takmış, hepsi bolluk peşinde koşmaktalar.
    Eğer iktidar güç demekse, iktidarsız güç olabiliyor. O halde iktidara daha kısıtlı bir tanım getirmek gerekiyor.

    Tabii değişik inceleme-sentez yapılıp, değişik sonuçlara varılabilir.
    Allah Zerdüştlük etkisi altında kaldığı gibi İsa’nın “düşmanını sev” etkisi altında kalıp, Şeytan’ı lazım olur diye etrafta tutmuş. Belki de, Allah, Batı DEMOKRASİ hoş görüsünün geleceğini görüp Batı’nın kendinden bile kurnaz olduğunu çakarak Şeytan’ı etrafta tutmuş olabilir.
    Diğer bir inceleme-sentez sonucu: Belki önce iktidar İblis’in elindeydi ama Allah iktidarı ele geçirip pis işleri İblis’e yaptırttı.
    Çok daha inceleme-sentez var ama bu şimdilik yeter.

  102. Kadın Konusu

    Sayın Necip,
    Kendim “Allah ve İblis” adlı yazımı eklediğimde bana verdiğiniz cevabı gördüm. Daha dikkatli okuyacağım.
    Bir konuda hemen ve çok kısa bir yanıt vermek istedim,
    1. Kadın hareketi başladığında (1970lerde) arkadaşların çıkardığı aylık gazetede alay olsun diye ilk sayfada evinden atılan bir kadın resmi ve söyleşiyi yayınladık. Kadın, “beni rahatsız etmiyor, çünkü ev sahibi kadın “, dedi. Aynı milliyetçiliğin enayiyle dolandırıcıyı kardeş yaptığı gibi.
    2. Ben iktidar dil ve düşüncesi kullanıp alay etmek istedim. Ekonomik ve sosyal yaşamda sonsuz büyük katkıları olduğu halde kadınların tarihte, ekonomide, sosyolojide hesaba alınmadığını ima ettim. Diğer yandan iktidarı ele geçirenlerin dalkavukları gece gündüz iktidarda olanların becerilerini süsleye püslüye yazarlar. Tarımcı köylülerle birlikte söylememin nedeni buydu.
    3. Kadınların karşı tutumlar hakkında yaptığım, ama sadece ilkel ve geleneksel veya arkaik toplumlar arasında, uzun çalışmada bulduğum sonucu özetlersem, kötüden çok kötüye, iyiden çok iyiye yarı yarıya.
    Ama size tamamıyla katılıyorum. Ayrı bir konu olduğuna da, kadınları göklere çıkarmanın modada olduğuna da. Ama şu doğru: annemi daha çok sevdim ve bu hissin çok yaygın olduğuna da inanıyorum.
    Bence bu konu da, “iktidarlık” gibi. Sorun, günümüz kavram ve sorunlarını tüm dünyaya ve tüm geçmişe yansıtmaktan kaynaklanıyor.

  103. Anonim

    Ah yorumlar vah yorumlar, yine gitti yorumlar…

  104. Necip

    “Ama şu doğru: annemi daha çok sevdim”

    Ben de…

    “ve bu hissin çok yaygın olduğuna da inanıyorum.”

    Evet, istisnalari olmakla beraber, ‘erkekler annelerini, kizlar da babalarini daha cok sever’ diyebiliriz, bence de.

    Hatta, bir zamanlar, espri olsun diye, “kiz evlatlar olmasa babalari ‘min serrin nisa’dan (‘kadinlarin serr’inden) kimse kurtaramaz” demisligim de vardir. 😉

    Bu iliskiyi bayagilastirmak istersek, erkek evlatlar icin, ‘Oedipus’; kiz evlatlar icin de ‘Electra’ kelimelerini mevzuya dahil edebiliriz.

    “Bence bu konu da, ‘iktidarlık’ gibi. Sorun, günümüz kavram ve sorunlarını tüm dünyaya ve tüm geçmişe yansıtmaktan kaynaklanıyor.”

    Katiliyorum.

    Ve, esasen, budur, benim isin soguk baktigim tarafi.

    Abartildi ve sirazesinden de cikti.

    ‘Kadin siginma evleri’ kurduk.

    Iyi.

    Peki, ‘erkek siginma evleri’ nerede?

    Yok.

    ‘Kadina siddet’ denen ‘gunah-i kebir’in kefaretini odemek adina, temsilen, erkekler sokaklarda, parklarda surunsun..

    Reva midir?

  105. Necip

    “İblis Allah’ın iktidarına karşı çıktı. Ama nedense ve dünyevi iktidarların çoğundan farklı olarak, Allah, İblis’i yok etmedi. İblis iktidara karşı geldi ama işi beceremedi, başarılı olamadı – tabii, sizin tümevarım mantığına göre, şimdiye kadar.”

    Bence, bu da apayri bir basligi hak ediyor.

    Kisa birkac paragrafta izah etmek cok zor. Ama, yine de, deneyeyim.

    Allah-Iblis dualitesi, yani, cogunlukla ‘iyi’yi temsil eden ‘Allah’a karsilik ‘Iblis’in varligi ve ‘Allah’in ‘Iblis’i yok etmeyisi (edemeyisi), aslinda, ‘Allah’in hic de oyle ‘Kaadir-i Mutlak’ olmadigina isarettir.

    Bu, ozellikle tek tanrili dinlerin derununda yatan bir celiskidir.

    Ama, konumuz teoloji degil; sosyolojik yonune bakalim:

    Her zaman, her ‘iktidar’a yonelik itirazlar olur. Bu, amiyane tabirle, ‘Allahin emri’ 😉

    Ornek vermek icin, soyle soyleyeyim: Siz ya da ben, ya da bir baskasi, ‘Cocuk Esirgeme Kurumu’ (CEK) hakkinda olumsuz kanaatler sahibi olabilirsiniz/olabilirim/olabilir.

    CEK’in gereksiz oldugunu, dogal olmadigini dusunebiliriz. Ya da, bazi uygulamalarinin yanlis –hatta zararli– oldugunu da dusunebiliriz.

    Bu goruslerimizi, ‘gereginin yapilmasi’ icin talep halinde de dillendirebiliriz; hatta, ‘geregini yapmak’ icin bizzat kendimiz de harekete gecebiliriz.

    Bu, bizi, CEK baglaminda ‘muhalif’ hanesine yazar.

    CEK’i gerekli bulanlara, devamini isteyenlere, ‘Allah’ etiketi yapistiracak olursak; ‘muhalif’lere de ‘Iblis’ diyebiliriz.

    Birisinin (‘Allah’in) daha cok pozitif, digerinin (‘Iblis’in) de olumsuz tedailerinin olmasi bir dzavantaj olmakla beraber, bu, toplumun geri kalan kisminda otomatik olarak ‘Iblis’in mahv-u perisan edilmesi icin harekete gecilmesine yol acmaz.

    ‘Ne diyor bunlar?’ babindan kulak verenler olur; zamanla da sayilari artar/artabilir.

    ‘Kamusal vicdan’ diye ozetleyebilcegimiz mekanizma, bir tur felsefi degerlendirme mekanizmasi, CEK’in mevcut sekliyle devamina da hukmedebilir; yer ile yeksan olmasina da karar verebilir, CEK’e ceki duzen verilmesine de.

    Son iki alternatif, ‘muhalif’lerin (‘Iblis’in) –en azidan, bir kisminin– zaferi anlamina gelir. ‘Iblis’ kazandi diye kimseler de pek yuksunmez.

    ‘Sosyal evrim’ dedigimiz surec boyle isler.

    Ve, hepimiz, ‘sosyal evrim’in isleyebilmesi icin, ‘daha iyi’ye dogru yol alabilmek icin, ‘Iblis’ dedigimiz turden bir oyuncuya ihtiyac oldugunu derunumuzda biliriz.

    Acikca itiraf etmek zor olsa da, tek tanrili dinler de bilir 😉

    Bu bakimdan, bence aslolan, bunlarin farkinda olmak ve ‘Allah’ligi da ‘Iblis’ligi de militanize etmemek –ya da, luzumundan uzun veya fazla surdurmemek–, ‘daha iyi’ye yonelik taleplerimizi bir ‘din’ haline getirip onun fanatigi olmamak..

  106. Necip

    “3. Kadınların karşı tutumlar hakkında yaptığım, ama sadece ilkel ve geleneksel veya arkaik toplumlar arasında, uzun çalışmada bulduğum sonucu özetlersem, kötüden çok kötüye, iyiden çok iyiye yarı yarıya.”

    Bu paragraf ayrica ilgimi cektigi icin, munhasiran bunun uzerinde durmak istedim:

    1) ‘Kadınların karşı tutumlar hakkında’ ne demektir –bir yazim hatasi mi var; yoksa benim bilmedigim bambaska bir kavramdan mi bahsediyorsunuz?

    2) ‘sadece ilkel ve geleneksel veya arkaik toplumlar arasında’ derken, halen mevcut (var olan) bir toplumu mu kastediyorsunuz? Cok mahrem degilse hangisi oldugunu da yazabilir misiniz?

    3) ‘kötüden çok kötüye, iyiden çok iyiye yarı yarıya’ deyisinizi cozemedim. Azicik daha acar misiniz lutfen.

  107. Anonim

    yorumlara, bilgilenirim, aydınlanırım düşüncesiyle okumak isteğiyle biraz baktım. bu mümkün değil. çünkü ciddi, sorumlu, dürüst bir yönelim, burada sıfır. özellikle necip ve kim olduğu belli olmayan anonim (belki o da kendisidir) etiketli kişilerin vırt zırtları dolu. genel kanı şu olur: gereksizlik.

  108. 15 (3 Temmuz 17)

    Sayın Necip,
    İlk önce sonsuz ciddi bir itiraf: Türkçede sonsuz sevdiğim bir özdeyiş: Allah köylüyü, eşeğini kaybettirip buldurarak mutlu edermiş. Benim bilgi edinmemin nedeni iktidarın bilgiyi çalıp (ölü kurum olan) okula ve koca kitaplara koymasından, yani kaybettiğimizi tekrar bulmakta.
    Çağımızın veya modern çağın en önde gelen saplantılarından biri “zaman”. Bu bağlam içinde, bir Eskimo aralarına çalışma yapmaya gelenleri şöyle anlatır: “sorularıyla bize işkence ediyorlar.”
    Ben, iktidarın, her insana özgü olanların tümünü çalıp ölüme (ölü kuruma) çevirdiğine inanıyorum: Tanrıları tapınağa, doğayı hayvanat bahçelerine, dans ve müziği saraya soktular; beyni taş üzerinde çiziklere, seksi fuhşa, örf ve adetleri bürokrasi ve yasalara, kısıtlı zaman içinde çatışmaları yıllar süren savaşa, ekip biçmeyi ilk makineye, yani dışarıdan bir komutla harekete geçen, insan yığınlarına çevirdi. Daha sonra buna cici bici Tarım Devrimi adı takıldı. Bulduğunu yiyenleri yerine mecazi kabızlık olan biriktirme başladı. Ekip biçtiğinin bir kısmını ileride kullanmak için saklamalar yerine, iktidarın elinde, yine mecazi anlamda kabızlık olan, güç birikimi başladı.
    Ne yazık ki, sizin “normal”, doğal”, “kaçınılmaz” olduğuna inandığınız, iktidarı nedenlerini bulup ispat etmeye çalışmanız ve bunu hiç bir verilere bile dayanmadan yapmanız, bana göre, Batı saplantısı, Batı ideolojik öğretiler.
    Frans de Waal yıllarca şempanzelerin gözlemini yaptıktan sonra aralarında “politika” varlığını tespit eder. Dikkat edin, bulanık “iktidar” kavramı değil, güç kapsayan politika.
    “Chimpanzee Politics: Power and Sex among Apes”
    ” Şempanzeler arasında politika: seks ve güç”
    Politik Hayvanlar hakkında araştırmalara dayanan hayli yazı var.
    Bu yazıların önemli özellikleri,
    1. araştırmalara dayanmaları
    2. dolaylı da olsa, iktidar tanımının çok daha özel olduğuna işaret etmeleri.
    Benim araştırma yaptığımda amacım bu yalanların nerelerde ve nasıl saklandıklarını bulmak. Önceleri cahillikten kurtulma gibi geldi. Şimdi genellikle bu yalanlarla dalga geçiyor ve gülüyorum. Sevdiklerim, katıldıklarım, okuduklarım benim gibi, çoğu zaman benden çok iyi, yalanları bulanlar, eleştirenler, “hayır” diyenler. Tabii aralarından seçerim. Örneğin ben bu sitede benim anladığım anlamda “hayır” diyene rastlamadım. Aynı şeyi isteyip, “değişik yapacağız” havasına bürüyenler. Yine ne yazık ki, çoğu zaman benim dalga geçmelerimi siz ciddiye alıyorsunuz. Şaşırttığım için özür dilerim ama alaylarım son derece ciddi.
    Bir itiraf daha: Beni çok şaşırtan iki durum
    1. Doğa bilimler olsun, sosyal bilimler olsun araştırmalar ve yayınlanan eserlerin %99’u Batı’da çıkar. Osmanlılarla başlayan Atatürk ile kıvamına varan Batı’yı model almak, Batı fikirsel gıdalarla beslenmek Türkler arasında tamamıyla yayıldı. Daha sonra devreye Marks ve diğer benzerleri de girdi. Daha kısaca ifade edersem, Türkler, bilgi bilenlerin, uzmanların tekeline tamamıyla girdi.
    2. Ama ne zaman artık en dandik ansiklopedi Wikipedia’da bile bulunacak bilgilerden söz etsem sanki kişisel bir fikir ileri sürüyormuşum gibi algılanıp hemen saçma sapan yanıtlar veriliyor.
    En az 15. yüz yıldan bu yana milyarlarca Batı eserlerinde “çıplak vahşiler” adı altında gönderme yapılan toplumları duymamışlar var.
    Bedeviler, Devlet kurmayan Orta Asya göçebe toplumları, Cengiz birleştirmeden önceki Moğollar, şimdi Zomia’da yaşayanlar, Berberler, Türkiye’de son zamanlara kadar hala var olan göçebeler …; Eskimolar, Laplar, Hopiler, Cherokeeler, Senecalar, Iroquoislar …; Kunglar, bushmenler … ve binlerce diğerleri hiç duyulmamış, ne de onlara verilen adlar biliniyor. Bu sitedeki Türkler hep bir ağızdan, “Erdoğan kötü, bolluk iyi ama …” marşını söylüyor.
    Batlılar ve yamakları olan tüm dünya milletlerindekiler gibi çalışıcı/alıcılar gibi rahatlık içinde olmayan devşirici/avcı toplumların (yani ilkellerin) sayfalar alacak listesini dandik wikipedia da bulabilirsiniz.
    Bu beyin yıkama sitesi de “politically correct” salakları çoğaltmakta:İlkellere “dokunmamışlar” adını takmış.
    https://en.wikipedia.org/wiki/Uncontacted_peoples
    Bu ve buna benzer sitelerde gördüklerim bana bu siteye katılanların kim olduklarını çok iyi anlattılar. IŞİD ile ilgili gördüğüm bir filimde 14 yaşında bir çocuk bana bu siteyi hatırlattı. Çocuk aynı bu sitedekiler gibi sosyal medya, internet, medya, televizyonla büyümüş veya yaşlıysa yudumlamış. “Gerçekten ben Laden diye biri var mıydı? Kime inanacağımı bilmiyorum”, dedi.
    Araştırmaların gittikçe anlamda keskinlik, ayrıntı, eleştiri, yeni yorumlar getiren eserler de aynı ilkel, geleneksel, arkaik, modern, medeniyet gibi anlamları artık sabit sözcükler de hiç duyulmamış.
    Hatta sizinle tartıştığımız “iktidar” konusunda bile ileri sürülen, antropolojik, sosyolojik ve nihayet doğa-biyolojik teoriler hiç duyulmamış gibi.
    Wikipedia dahil en dandik siteler bile “politik antropoloji”, “sosyal antropoloji”, “politik gücün doğuşu” , “devletin başlangıcı” ve yüzlerce başlıklarla aransa bu konularda ileri sürülen teoriler bulunur.
    Son zamanlarda feminizm akımı dolayısıyla araştırmaların kadının ilkel, geleneksel, arkaik, modern toplumlardaki yerini ele alan eserler de hiç yokmuş gibi, sanki hiç duyulmamış.
    İlkellerle ilgili Güney Amerika araştırıcıların yazıları hiç duyulmamış.
    Sanki 60larla 70ler arası daha sonraki eleştirilere yön ve temel olan eleştiriler, eleştirileri eleştirerek daha da zenginleştiren yazılar hiç duyulmamış.
    Bu yazımda sadece sürekli doğan yanlış anlamaları ele alacağım.
    1. Düzeltme: “Kadınlara karşı tutumlar” demek istedim, yazım hatası.
    Çok kötü. Kadınlara karşı fiziksel şiddet kullanma. Aşağı görme. Seks ilişkilerde konusunda ikiyüzlülük, iki ölçü kullanma. İlkel toplumların çoğunda “babanı biliyorsan, şanslısın”dan tut İbn Batuta’nın bir Anadolu Türk sultanıyla söyleşi yaptığında, sultanın sorulara cevap vermeden hatununa danışmasından rahatsız olmasına kadar. Burjuva türemesiyle “ev hanımı” olan kadınlara canlarının sıkıldığında surat asma odalarına (boudoir) kadar. Ticaret dini olan Müslümanlığın şehirde yaşayan kadınları model alıp takvimi ayla ayarlamasıyla tarlalarda çalışan kadınlara da alakasız yüz örtme veya ekim ve hasat zamanı oruç tutma zorunluluğuna kadar.
    Kötü: Tarımın kadınlar tarafından başlatıldığı bilindiği halde okullarda öğretilmemesi. İlk medeniyetlerde devlet başkanlardan bazılarının kadın oldukları bilindiği halde, inkar edilmesi. Bazı erkeklerin egemen olduğu toplumlarda Avrupa mavi gözlü sarışınların gazabına uğradıktan sonra kadınları çalıştırmayla egemenliğin kadınlara geçtiğinin bilinmemesi. Gıda ve çocukları sosyalleştiren ve dolayısıyla aşiretin varlığında erkeklerden çok yararı olan kadınların egemen olmadıklarına şaşıran ama daha sonra işin sırrına varan antropolog, bence bu konunun ne kadar öyle Türk dahilikleriyle ve uydurmalarla anlaşılmayacağına örnekler.
    “Yarı yarıya” %50 kötü ve çok kötü, %50 iyi ve çok iyi, demek.
    İlkel, geleneksel ve arkaik toplumlarda iyiden çok iyiye ve arasında olanları da sıralasam yine biri saldırır diye korkuyorum.

  109. Anonim

    Dünyaya Neden Batı Hükmediyor (Şimdilik)

    Why the West Rules – for Now: The Patterns of History and What They Reveal about the Future

    (Ian Morris)

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dunyaya-neden-bati-hukmediyor-simdilik/284011.html

    https://www.amazon.co.uk/Why-West-Rules-Patterns-History/dp/1846682088/

    Düşüncenin Coğrafyası: Doğulular ile Batılılar Nasıl ve Neden Birbirinden Farklı Düşünürler?

    The Geography of Thought: How Asians and Westerners Think Differently – And Why

    (Richard E. Nisbett)

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/dusuncenin-cografyasi/67341.html

    https://www.amazon.co.uk/Geography-Thought-Asians-Westerners-Differently/dp/1857883535/

    Batı’nın İnsan Doğası Yanılsaması

    The Western Illusion of Human Nature: With Reflections on the Long History of Hierarchy, Equality and the Sublimation of Anarchy in the West, and Conceptions of the Human Condition

    (Marshall Sahlins)

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/batinin-insan-dogasi-yanilsamasi/275622.html

    https://www.amazon.co.uk/d/Books/Western-Illusion-Human-Nature-Reflections/0979405726/

    Taş Devri Ekonomisi

    Stone Age Economics

    (Marshall Sahlins)

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/tas-devri-ekonomisi/244301.html

    https://www.amazon.co.uk/Stone-Age-Economics-Routledge-Classics/dp/1138702617/

    Milletlerin Zenginliği ve Yoksulluğu: Neden Bazıları Çok Zengin, Bazıları Çok Yoksuldur?

    Wealth And Poverty Of Nations

    (David S. Landes)

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/milletlerin-zenginligi-ve-yoksullugu-amp-neden-bazilari-cok-zengin-bazilari-cok-yoksuldur-/420477.html

    https://www.amazon.co.uk/Wealth-Poverty-Nations-David-Landes/dp/0349111669/

  110. Anne mi, İktidar mı

    Sayın Necip (7 Necip 2 Temmuz)
    Bu yanıtımı yazmam için tanımınızı inceledim. Dediğinizi tekrarlamadan doğudan doğruya ne anladığıma geçeceğim.
    Tanımınız antropoloji, sosyoloji, tarih ve hatta belki en önemlisi olan kültürün toplumlardaki yerini göz önüne almamış. Saf doğa- biyolojik bir tanım. Benim bildiğim kadar ileri sürülen teoriler önce antropolojiye dayandı, o çürürlünce sosyolojiye geçildi, o da çürütülünce, hatta hayvanlar arasında da aranıp hayvanlar da dahil edilerek, biyolojide ve doğada arandı.
    Bütün bu teorilere ortak olan anlamda “iktidar” hayvanlar arasında bulunamayınca vazgeçildi. Sizin tanımınıza göre hayvanlar da dahil ama nedense hayvanlar arasında devlet, ordu, asker, bürokrasi, yasa yok.
    Siz Batı seyrinin en son vardığı durağı benimsemişsiniz. Eğer değilse ve kendiniz hiç bir araştırma yapmadan bu sonuca vardıysanız kanıtlaması imkansız oluyor. Salt mantıkla varılan bir tanım. Ve yine mantık yoksunluğu var.
    1. İktidar her yerde var = hiç bir yerde yok
    Mantık: varlık farklara dayanır aksi halde ya mitlerdeki yaratılış öncesi kaos veya bilimdeki ısı homojenliğine varmayla kaosa erişecek evren düzeni. Düşünce yasalarını birincisi a=a.

    2. Her insan, her an, hem iktidarlı hem iktidarsız. Çocuk babasına karşı iktidarsız, küçük kardeşine göre iktidarlı. Anne çalışmıyorsa ve salt korunmak için evlenmişse çocuğuna karşı iktidarlı, kocasına karşı iktidarsız. Çalışan işverene karşı iktidarsız, eve yemek alıp götürdüğünde iktidarlı. Örnekler sonsuz. O halde,
    İktidar herkeste var = kimsede yok
    3. İktidarı ele geçirmek isteyenler etraflarını saran sonsuz sayıda iktidarlardan sadece birine gözlerini dikmişler. Siz iktidar her zaman var oldu ve olacak dediğinizde, ben, belirli uzun zamandır birçok araştırmalara yol açan bir nesneden söz ediyorsunuz sandım. Böyle var/yok olan bir nesne gibi algılamadım.
    Benim bildiğim iktidar tanımını inceleyen yazılarda yer alan kavramların kısa bir listesi: şiddet, güç, politik, politik güç, devlet, asgari geçim, okuma yazma, kurumlaşmış emir veren-emir alan düzenin varlığı, verilen emrin yerine getirilmesi için kurulmuş ara güçler.
    Sizi tanımınız bir çeşit ilk anneyle ilk çocuk arasındaki ilişki ve bu ilişkinin yozlaşması. Bazı sapıkların bu iyi kalpliği idrak etmemesi.
    Sizi destekleyici bir espri:
    Ben küçükken annem ve babam çok aptaldı, ben büyüdükçe zekaları artıyor.
    Hatta tanıma ahlak (sosyal baskı) veya iyi kalpli anne iktidarını kabul edenler yoldan çıkanları yola getirirler. Cami önüne bırakılan bebek misali. Sanırım, yazdıkça, mantıkla vardığınız iktidar tanımındaki eksiklikleri kendiniz de görüp delikleri tıkamaya çalışmışsınız gibi.
    Batı dünyası benim bildiğim anlamdaki “iktidar” tanımı anlamında iktidarsız toplumlara rastladığında “iktidar” kavramını anlamaya çalıştılar. İktidarsız toplumlarda bu kavram yok bile. Ne de bu kavramı bilimsel temellere oturtma çabasına rastlanır. Her toplum kendini en üstün görür ama hiçbiri bunun Batı’da olduğu gibi bilimsel ispatı çılgınlığını yapmaz.
    Önemli olan, en azından, bu “iktidar” tanım ve arama çılgınlıklarının nedenlerini tespit etmek, eksikliklerini bulmak, bilimsellik kılıfını yırtıp altında yatan ön yargıları bulmak.
    İlk iktidarsız toplumların özelliğinin çok ünlü bir raporu: Kafiyesi çok güzel olduğundan önce Fransızca yazacağım.
    sans foi, sans loi, sans roi
    Türkçe okursanız: san fua, san lua, san rua
    İmansız (inançsız), yasasız, kralsız
    Ve işte bir antropologun şahane eşsiz esprisi:
    Bu özelliğin asıl nedeni bu toplum insanlarının dillerinde F(foi), L(loi), R(roi) harflerinin telaffuzu olmayışı.
    Sizin tanımınıza göre hayvanlıktan insanlığa geçişte eğer uyanık biri güneşin ne kadar önemli olduğunu görseydi iktidar güneşin eline geçerdi. Nitekim modern ve uyanık dincilerin ve uyanık bilimci-laik dincilerin “putperest” dedikleri güneşe tapan toplumlar oldu. Kısa bir süre önce, Kurosawa, Dersu Uzala aracılığıyla ve güneşe baktırarak Rus yüzbaşısına, ” Yüzbaşı, bu adam en önemli. O ölürse hepimiz ölürüz “dedirtir. Tabi dünyaca tanınan bir Japon’un batıl inanışlarına bizim sağcı ve solcu dahi Türkler güler geçer.
    Diğer yandan Atatürk ve dalkavukları dilde Güneş Teorisini savundular. Bütün dillerin annesi Türk diliymiş.
    Ama yine bazı sapıklar çıktı ve “hayat veren güneş aynı zamanda öldürüyor” dediler: Temmuz gibi ölüp dirilen tanrıların kaynağı bu. Nedense iyilik etmeye çalışanlar hep daha kötü ediyorlar. “Allah’ım neden hayat kısa, ölüm sonsuz uzun” dert yanışı gibi.
    Güneş ötesine de gidilebilir.
    Başlangıçta etrafta başıboş zerrecikler vardı. Birleşip atom oldular, atomlar birleşip molekül oldular, moleküller de bütün varlıkların yapısını sağladılar.
    Bildiğim kadar bu sizin anne/baba teorisine benzeyen ilk iktidara tek karşı gelen Tanrı-Din oldu ve hala kavga edip duruyorlar.
    Bu teorinin kaçınılmaz sonucu: Tanrı-Din = Devrimci-Solcu.
    Hatta eğer size karşı gelen Zileli’nin 19. yüz yılda başlayan ve 1930larda İspanya’da zirvesine varan ve artık kokusu çıkmış anarşistliğe bir yakından baksanız, aranızdaki anlaşmazlığın bir aile içi kavgası olduğunu görürsünüz.
    Hıristiyanların inandığı “İlk Günah” gibi pislikleri doğuştan getirdiğimiz inanan ünlü anarşist Chomsky için Sahlins “But, Chomsky is a honorable man!”, der. Ben de 19. yüz yıl bolluk anarşistliğini savunan Zileli için “But, Zileli sis an honorable man!”,derim.
    Belki de ilk anneler değil, bu iktidar hastalığı bize bazı Darwinsel-genetiksel değişmelerle şempanzelerden geçti.
    Eğer izin verirseniz sizin tanımınıza bazı espriler uydurmak istiyorum. İnşallah gücenmezsiniz.
    İktidarın yayılmasının nedeni ilk anne doğurduğunda camiler olmaması.
    Anneler sevilir ama iktidar sevilmez. Bunu Freud açıkladı. Erkek çocuktaki annesiyle yatma isteği sapıklığı. Haklısınız solcu-devrimciler biraz sapık.
    Babalar da sevilir ama iktidar sevilmez. Bu da kız çocuğun babasıyla yatma isteği sapıklığı. Haklısınız solcu-devrimciler biraz sapık.
    Haklısınız bu iktidarı sevip nefret eden solcu-devrimciler sapık.
    Beni üzen sevgiyi sembolleştiren annenin iktidarlığı doğurma teorisi.
    “Whatever else is unsure in this stinking dunghill of a world a mother’s love is not.”
    “Emin olmadığımız sayısız şeylerle dolu bu pis kokan b*k dünyada, anne sevgisine emin olabiliriz.”
    James Joyce
    Tabii, bu, demokratik Türkiye ve Batı’yı dolduran yalnızlar yığınları için James Joyce’ın kişisel fikri.
    Birleşmiş Milletlerde çok yüksek bir makamı olan A. Cohen’ın tamamıyla sıradan annesi ziyarete gider. Oğlunun çok büyük bir koca kelle olduğunu bildiğinden gelmeden önce İstanbul Mahmutpaşa Çarşısı’na benzeyen Tati’den aldığı elbiselerle süslenir. A. Cohen annesini kendi gibi makamlarda ki koca kelle arkadaşlarına tanıştırmaya utanır. Annesinden utandığından değil, bu sitedeki gibi meslek sahibi ilerici, laik bolluk hayranı dili çözük beyinleri çürük arkadaşlarından utandığından.
    “Geldim, şu alemi, ıslah edeyim”
    Asıl ıslah etmek isteyenler dünyayı b*k kokuya sardılar.
    “Anasız olur mu, körpe kuzular?”
    Aynı şekilde, ileriye bakan at gözlüklü sağcı-devrimci ve solcu-devrimciler anasız kuzu günlerine doğru korkmadan yürümekteler. Kuzuları internetten indirme günlerini bekliyorlar.
    Benim için “iktidar” aynı daha önce saplandığım “medeniyet” çamuru gibi. Belli bir yerde, belli bir tarihte doğdu. Gücü şiddetle dayatan, canlıların yaşattığı bir ölü.
    CANLI VARLIKLAR evrenin en temel yasası olan ENTROPİYE (dağılmaya yol almaya) HAYIR diyebildiler, iktidara HAYIR diyemiyorlar. La Boétie haklı. İnsanlar köleliği severek kabul ediyorlar.

  111. İt ürür, kervan yürür

    Sayın Çok Bilen az Konuşan 16 Anonim 3 Dalkavuk
    Çık karşıma boş beynini göreyim.
    Sen zaten bir b*k bilsen, bilgiyi beyin yıkama hamamı medyada aramazdın. Senden önce senin gibi öten çok horozlar oldu. Karşıma çıkamadılar. Cahiller aynı bu siteyi yöneten kitap esnafı gibi cahilliğini olgunlukla kapatırlar.
    Varsa sende bir cevher “Hic Rhodus!”, pala bıyıklı, ilerici, devrimci, laik, solcu , sert Türk erkeği.
    Git bu erkekliği seni köle gibi çalıştıran patronuna yap, bak nasıl k*çına tekme atarlar.

  112. Okunmayan kitaplar reklamı

    Sayın 18 Anonim
    Verin bu kitapları bilgilenmek, aydınlanmak (aradan 3 yüz yıl geçmiş herif şimdi aydınlık arıyor, geri kalmış ülkenin ileri zekalısı) isteyen ve bilgiyi sizler gibi kitap isimleri bilmek sanan “16 Anonim 3 Temmuz” zavalıya. Herif emzik arıyor zaten. Üstelik kitap satış yerinde kiap reklamcılığı yasak.

  113. Başlangıçta söz vardı

    Başlangıçta patlama vardı

  114. Anonim

    İlker Başbuğ’dan ‘adalet yürüyüşü’ yorumu

    Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, CHP’nin başlattığı ‘Adalet Yürüyüşü’nün demokratik bir hak olduğunu söyledi. Başbuğ, “Ümit ediyoruz ki yargı bağımsızlığının sağlanmasında ve toplumun adalete olan duyarlılığının artmasında önemli bir rolü olur” ifadelerini kullandı.

    http://www.hurriyet.com.tr/ilker-basbugdan-adalet-yuruyusu-yorumu-40508482

    …15 Temmuz’da çok ciddi bir olay yaşadık. Yargı elinden geleni yapıyor. (Doğu Perinçek’in ‘Yargı altın çağını yaşıyor’ sözlerinin hatırlatılması üzerine) Ben öyle bir tabir kullanmak istemem. Ama yargı elinden geleni yapıyor. Hatalar elbette vardır, yoktur diyemeyiz…

    ADALET YÜRÜYÜŞÜ İÇİN NE DİYOR?

    Yürüyüş ile ilgili bir iki şeyi ifade etmek isterim. Bir kere olaya şöyle bakmamız lazım. Ben çok kimsenin gördüğü gibi bu yürüyüş demokratik ve anayasal bir hakkın kullanılmasıdır. Ben de elbette saygı duyuyorum. Bazı hususların bazıları tarafından eleştiri konusu yapılması da doğal. Belki şunu söylememiz lazım en azından eleştiri yaptığınız kadar bu yürüyüşün hangi amaçla yapıldığını da anlamaya çalışın. Bu yürüyüş, yargı bağımsızlığının tarafsızlığının sağlanmasına en önemlisi de toplumun adalete ve yargıya olan duyarlılığının artmasında önemli rolü olur diye düşünüyorum. Şunu da söylemek gerekir. Katılanları yargılamak, onları sorgulamak ne kadar yanlış ise katılmayanları da yargılamak o derece yanlış. Kişisel bir tercih olarak bunu değerlendirmek lazım.

    Yürüyüşe neden katılmadı diye eleştiri oldu üzüldüm. Daha yürüyüş devam ediyor. Ne biliyorsunuz? Belki o ismi geçen kişilerden bu yürüyüşe katılma niyeti olanlar belki de bu çıkan haber nedeniyle bu katılma niyetlerini değiştirdiler.

  115. Anonim

    Devrimci vicdan sizlayabilir, Devrimci Adalet asla unutmamali ve acimamalidir.

  116. Anonim

    Aydinlik ideolojik bir örgütlenme degildir, Aydinlik bir karakter örgütlenmesidir, ilk okuldan baslar muzevircilikle, Dogu perincek gayet rahat isgal gunlerinde Istanbulda varolan iktidara karsi orgutlere dusman olup Vhdettinin bokunda boncuk bulabilirdi, Aydinlikcilik böyle birseydir varolan iktidara karsi olan orgutlere karsi olmak, ha anarsistce ha milliyetci ulusalci ha maoistce. aydinlikcilik böyle degerlendirilmelidir.

    Sinifin yaramaz cocuklarina karsi Temiz yuzlu Uslu iyi cocuklar:)

  117. Anonim

    Aydinlikcilik, örgüt dümasnligi yapmanin örgütüdür. Birey yada örgütlu olanlar ayni isi yaparlar. Gün Zileli hala Aydinlikcidir

  118. Anonim

    21.Yuzyilin en buyuk yalan ve basariya ulasmis manipulasyonu 11 eylul degildir. Laiklere son laik temmuz darbe girisiminin Fetö diye yutturulmasidir, ve aslinda sosyal psikoljik tahlillere ihtiyac Duyar, pek cok laik elit bu gercegi bilmekte ve söylememktedir hatta cadi avina katilmistiTemuz darbe girisimi son laik direnistir. nokta

  119. Evangile-İyi Haber

    DEVRİM: Nerede? Ne Zaman? Kim?
    Sayın devrimci arkadaşlar. Acaba bu sorulara bazı cevaplar verilebilir mi?
    Sizlerin katkılarıyla zenginleşeceği ümidiyle, fikirlerim:
    Nerede?
    New York-Kaliforniya, Paris, Londra, Barselona, Moskova-Petersburg, , Beijing, Berlin, Hong Kong, Singapore, New Delhi ve diğer dünyanın ekonomide en gelişmiş saflarındaki ülkelerin en dinamik kentlerinde olacak. İstanbul-Ankara ardından takip edecek.
    Bu devrim dünyanın her yerinde geçmişte kalmış tutucu, gerici, geleneksel, hala taş devrinde yaşayan engelleri silip süpürecek.
    Ne zaman?
    Sadece devrimin değil insanlığın öncüleri olan bu mega kentlerde yaşayan mega devrimciler devrimi yaptığı zaman! Devrim bilinçli mega devrimcilerin, bilinçlerinin bilincine vardıklar zaman!
    Kim?
    Mega kentlerde yaşayan öncü, bilinçli mega devrimciler yapacak. Ayak uydurmayanlar dökülecek. Nasıl, daha henüz Darwin doğmadan, kapitalist-burjuvalar kendi ülkelerinde ve dünyada ayak uyduramayanları cehenneme yolladıysa, Darwin’den, bu işin aslında doğa da olduğu anlaşıldı. Hatta ünlü Burjuva teorisyen Karl Marks Kapital kitabını Darwin’e adamak istedi, tabii insanların maymundan türediğini bilen Darwin, bu heyecandan hoplayıp zıplayanı maymun sanıp, reddeti. Aile içi kavgalar bir yana, aynı heyecana kapılan ünlü ilerici anarşistler de etrafı temizleme fikrine katıldılar. Çünkü asıl neden ekonomiydi, bolluktu, kolayca yapıp kolayca tüketmekti.
    Endüstriyel yiyecekler yiyenler için bir espri: rahat giren, zor çıkar! Şu an bütün dünya rahatlıkla tüketmek safhasını yaşıyor. Örneğin medyada, televizyonda, sosyal medyada bilgi arayan rahat hayata alışmış orta sınıf çocukları gibi.
    Yazıma son vermeden önce, Türkiye eski solcu devrimci-marksist-leninist-stalinist- troçkist-maoist-vs, “AH, O ESKİ GÜZEL GÜN-LER!” sitesi olan bu nostaljilerle yaşayanlar ve aynı yolu tutmuş yeni solcu ve sağcı devrimci-marksist-leninist-stalinist- troçkist-maoist- anarşist-gezi parkist- kahramanlar putperestistler geriye değil ileriye, dünyayı, ayak uyduramayanları temizlemeye azimli genç ve dinamik orta sınıf çocukların sitesine katkı beni sevindiriyor.
    Sayın devrimci arkadaşlar: Sorun ne çevre, ne hava, ne su, ne toprak kirliliği. Ne de denizler ve okyanuslar altında 2. Dünya Savaşında batan gemilerden sızan petrolün ve nükleer kalıntıların saatli bomba olmaları. Elimize geçireceğimiz teknoloji ve iyi kalpli ve bilinçli teknisyenlerle bu pislikler hemen temizlenecek. Asıl sorun, aynı çember üzerindeki bir noktaya en yakınla en uzağın aynı olması gibi, en ilerdeki kapitalistlerle en geride hala taş devrinde yaşayan, hala din gibi safsatalara inana ve geleneklerine sarılanları (riff raffs’leri) temizlemek. Burada, Avustralya’da, yaşayan aborijenler gibi. Biz devrimciler aşırıcı değiliz, orta sınıf çocukları olduğumuz için ORTACIYIZ!
    Kahrolsun kapitalizm ve geri kalmışlık! Yaşasın ilerici devrimcilik!

  120. Maoculuk vs Taoculuk

    https://demirden-kapilar.blogspot.com.tr/2013/05/din-nedir.html

  121. DP'nin ruhu

    “Ve DP bunu da söyledi. Şaştık mı? Şaşmadık”

    Şaştık kaldık afalladık! Vay canına şimdi yandık! Akıllara zarar vallah! Ruhsar gitti ruhla kaldık!

  122. Kervanlar ve sivrisinekler

    “İt ürür, kervan yürür”

    İnsan bağırır, sivrisinek ısırır

  123. Muhalefet mi, sistem-içi kavga mı?

    Yeni partileri ile ilgili açıklama yapan Ü.Özdağ gibileri sırf AKP diktatörlüğüne muhalifler diye bu iktidara karşı desteklenmeli midirler? Yoksa bunların kavgası sistem-içi kavga mı? Mesela konu ulus-devletlerinin bekası olunca nasıl da birleşiyorlar;

    Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani’nin bağımsızlık referandumu açıklamasını, AKP’li iki milletvekilinin desteklediğini hatırlatan Özdağ, şunları söyledi:
    “Acaba bu konuda Binali Yıldırım ne düşünüyor? Bu iki AKP milletvekilini disipline sevk edecek mi? Bu konuda saray ne düşüyor. Bu iki milletvekili Erdoğan’dan izin alarak mı bu açıklamayı yaptılar yoksa izinsiz mi yaptılar. Dışişleri Bakanlığının bu açıklamaya yapmış olduğu tepkinin Uganda Dışişleri Bakanlığının açıklamasından çok farkı olmadığını düşünüyorum. Erdoğan’ın ciddi bir şekilde Barzani’nin bağımsızlık açıklamasına karşı olduğunu düşünmüyorum. Eğer karşı olsaydı Türkiye bu bağımsızlık açıklamasını derhal çıktığı anda sona erdirecek bir güce Kuzey Irak üzerinde sahiptir. Bakın İran ağzını bile açmadı ama etkili adımlar attı ve kenara çekildi bekliyor. Oysa Erdoğan’dan çıt yok, ‘Ey Hollanda, Ey Almanya’ diye bağırmayı sever, Hadi bir de bakalım ‘Hey Barzani’ diye bağırsın. Üstelik propaganda broşüründe Türkiye’nin Sivas’a kadar olan bölgelerini gösterdiği halde Erdoğan’dan bu konuda ses yok”

    (“İstiklal” ikiyüzlülüğü! Türk milleti için “Ya İstiklal Ya Ölüm”, Kürt milletinin istiklali ise “bölücülük”!)

    “KKTC TÜRKİYE’NİN NAMUSUDUR”
    İsviçre’deki Kıbrıs müzakerelerinin, Türkiye’nin aleyhine geliştiğini savunan Özdağ, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun taviz verilmediği izlenimi yarattığını, bu şekilde Türk kamuoyunun yanıltıldığını ileri sürdü. Ümit Özdağ, şöyle konuştu:
    “Türkiye’nin Güvenlik ve Garanti konularını görüşmek amacıyla İsviçre’ye gitmiş olması dahi kabul edilebilir adım değildir daha başından beri bir tavizdir. Erdoğan’ın olmazsa olmaz dediği hususların oraya Mevlüt Çavuşoğlu giderek kendisi çiğnedi. Çünkü Rum tarafı bunları tartışmayı dahi açık bir şekilde reddetti. Kısa bir zaman içinde bir çerçeve anlaşmalı çıkarılması hedefleniyormuş. Ortadaki tablo Anastasiadis-Akıncı Müzakerelerinin Kıbrıs Türkünün adadaki varlığını tehlikeye atan, adayı hızlıca Rum hatta AB üyesi olması nedeniyle Yunan yerleşimine açan bir yapılanma. Böyle bir plan adayı hızla Rumlaştıracak, Türkleri yönetim bazında azınlık sınıfına sokacak ve sadece kuzeyde küçük kanton ve gettolarda yaşamaya mahkum edecektir. Türklerin masaya oturmasının yegane nedeni Kıbrıs’taki gasp edilen haklarını geri almaktı. Ancak Akıncı’nın yönetimindeki etkin katılım hakkından vazgeçtiği görüldü. Bu müzakereler sürerken hem AKP hem Akıncı’yı uyardık ancak dinlemediler ve ortaya şimdi Türklüğün Kıbrıs’tan tasfiye edilmesinin önünü açan bir yapı çıkmış durumda. Rumlar bununla yetinmeyip güvenlik ve garanti haklarını da tasfiye etmek için çalışıyorlar. Biz önümüzdeki süreçte kararlı ve sert adımlarla Kıbrıs’ta bir Türk devletinin tasfiye edilmesine karşı muhalefetimizi ortaya koyacağız. Kıbrıs’ta garantörlük haklarından vazgeçilir adil olmayan anlaşma kabul edilirse bir Türk devleti AKP ve Erdoğan eliyle yıkılacak demektir. Bir Türk bayrağı indirilecek demektir. Yapmayın, bir Türk devletini yıkmayın yapmayın indirmeyin. Artık B planının devreye sokmanın zamanı geldi. KKTC Türkiye’nin namusudur, namusa sahip çıkmazsanız biz sahip çıkacağız”

    (Başka bir ikiyüzlülük daha! “KKTC Türkiye’nin namusu” ise Kırım da Rusya’nın “namus”u. Kendilerinin namusu olan KKTC’nin tanınmaması kötü, Rusya’nın Kırım’ı ilhakının tanınmaması iyi!)

    http://www.hurriyet.com.tr/umit-ozdagdan-yeni-parti-aciklamasi-40509216

  124. Necip

    “Benim bilgi edinmemin nedeni iktidarın bilgiyi çalıp (ölü kurum olan) okula ve koca kitaplara koymasından, yani kaybettiğimizi tekrar bulmakta.”

    Burada iki sorun var:

    1) ‘Iktidar’ dediginiz seyi ‘musahhas’lastiriyorsunuz (‘somut’, concrete’). Bu (ve boyle yapmak) dogru (‘akillica’, ‘rationa’) degil, bence.

    2) ‘Bilgi edinmek’ (Fuzuli’nin deyisi ile, ‘kesb-i ilm’) takdir edilecek bir gayrettir; ama, bunu birilerine ya da birseylere ‘nispet’ olsun diye yapmak hem o gayreti bayagilastirir hem de icerdigi militanlik yuzunden kapsami topal kalir.

    “Ben, iktidarın, her insana özgü olanların tümünü çalıp ölüme (ölü kuruma) çevirdiğine inanıyorum: Tanrıları tapınağa, doğayı hayvanat bahçelerine, dans ve müziği saraya soktular; beyni taş üzerinde çiziklere, seksi fuhşa, örf ve adetleri bürokrasi ve yasalara, kısıtlı zaman içinde çatışmaları yıllar süren savaşa, ekip biçmeyi ilk makineye, yani dışarıdan bir komutla harekete geçen, insan yığınlarına çevirdi.”

    Gucenmeyin; ama, ben bu dediklerinizde, ‘anti-kapitalislerin’ totemine (‘kapitalizm’) benzer cok sey goruyorum.

    Onlar ‘kapitalizm’i her kotulugun sorumlusu tutarken, siz de ‘iktidar’i benzer bir yerde tutuyorsunuz… Iki yanlis iki yanlis olarak siritiyor.

    “Ne yazık ki, sizin ‘normal’, doğal’, ‘kaçınılmaz’ olduğuna inandığınız, iktidarı nedenlerini bulup ispat etmeye çalışmanız ve bunu hiç bir verilere bile dayanmadan yapmanız, bana göre, Batı saplantısı, Batı ideolojik öğretiler.”

    Neden ve nasil bir ‘Bati saplantisi’ olabilir ki?

    Ben, tersine, nacizane, Bati’dan gelen ve surekli analizler (parcaciklarina, bilsenlerine indirgemek) sonucunda asil hedefi kaybeden bakisa itiraz ederek, ‘butun’un kalici oldugunu ve bilesenlerine mudahale yoluyla cok da degistirelemeyecegini soyluyorum.

    Bunu da, bu olgunun ortaya cikisina yol acan temel sebeplerin/muteharriklerin (cografyanin, iklimin, fitratin, ve maddi imkanlara erisimin) kolay kolay (aksamdan sabaha) degistirilemez olusundan dolayi soyluyorum.

    Bu dediklerimin aynisini/benzerini ‘Bati’da da birileri soyluyor/soylemis diye, bunu benim kabahatim (!) saymaniz dogru/adil olmaz.

    “Politik Hayvanlar hakkında araştırmalara dayanan hayli yazı var.

    Bu yazıların önemli özellikleri,

    1. araştırmalara dayanmaları

    2. dolaylı da olsa, iktidar tanımının çok daha özel olduğuna işaret etmeleri.”

    Bir. Arastirmalara dayanmalari neden cok onemlidir. Yani, her sahada cok detayli arastirmalar mi yapilmis? Hayir.

    Ornekleme bile sayilmaacak kadar az arastirmadan genellemelere gidilmis.

    Iki. Iktidar taniminin cok daha ozel oldugunu soylemek ne demektir?

    Bu, ‘genel’ yok mu ediyor; yoksa cesitlendirmekten/zenginlestirmekten oteye gecemiyor mu?

    Uc. Ben, hicbir tekil arastirmaya cok da fazla itibar etmem. Cunku, hepsi, bir ‘yol haritasi’ ile yola cikar.

    Yani, neyi ispatlamak istedigini basindan belirtir –zimnen ya da acikca. Yani, hepsinin bir ‘gundem’i, bir ‘amac’i vardir.

    “Daha kısaca ifade edersem, Türkler, bilgi bilenlerin, uzmanların tekeline tamamıyla girdi.”

    Evet. Bu ciddi bir talihsizlik. Ama, sebepleri de var: Neredeyse butun (mevcut ve potansiyel) entellektuellerini turlu cesitli savunma savaslarinda kaybetti bu ulke.

    Geri kalanlar da, hala daha, el yordamiyla bir seyleri anlamaga calisiyor. Zaman aliyor, haliyle.

    Takdir edilecek pek bir sey olmasa da, mazur gormek lazim.

    “Çok kötü. Kadınlara karşı fiziksel şiddet kullanma.”

    Yanlis.. daha dogrusu, eksik.

    Siddet kullanimi sadece erkeklerden kadinlara yonelik degil. Bunun tersi de var. Ama, evet, yine de, erkeklerin erkeklere uyguladiklari siddet daha yaygin.

    Bir de, tabii ki, kadinlarin kadinlara (cogu zaman erkekler uzerinden) uygladiklari/uygulattiklari siddet de sozkonusu.

    BU, ilkel ya da degil, her toplumda gorulen bir durum.

    Bunlarin icinden sadece kadinlarin tarafini tutmak, bence, konuyu anlayamamak ya da anlamamak konusunda israrci olmak anlamina geliyor.

    “Kötü: Tarımın kadınlar tarafından başlatıldığı bilindiği halde okullarda öğretilmemesi.”

    Nereden biliyoruz bunu?

    Tarimin ilk baslatildigi yeri bulduk da, onun cevresinde sadece kadin cesetlerinin kalintilarini mi gorduk?

    Yok boyle bir sey. Dolayisi ile, bu tur uydurma efsanelere itibar edemeyiz.

    Sunu demek istiyorum: Kadinlara yonelik yeni imtiyazlari savunmak adina, boyle, ‘Gunes Dil teorisi’ misali sacmaliklar peydahlamak gerekli degil. Dogru da degil.

    “İlkel, geleneksel ve arkaik toplumlarda iyiden çok iyiye ve arasında olanları da sıralasam yine biri saldırır diye korkuyorum.”

    Saldirmak degil; ama, ciddiye almayacagimi simdiden soyleyebilecegimi dusunuyorm.

    Sundan dolayi: Bu tur argumanlarla ortaya cikanlar, kadinlarin tarihin bir noktasindan itibaren (bir evrim gecirmis gibi) aniden aciz hale dustugunu varsayiyorlar.

    Bu isabetli bir onerme degil bence. Yani, iki cinsiyetten birisi –bir digerine kiyasla– cok daha guclu/baskin olacak sekilde evrim gecirmis olamaz. Oyle olsaydi, kadinlarin nesli yok olurdu.

    Oyle olmamis.

    Bu durumda, (eger gercekten fark oldugu iddiasinda israr edeceksek) aradaki bu farkin –sartlarin da zorlamasiyla– bir tercih oldugunu kabul etmek zorundayiz.

    Yani, kadinlar –gordukleri luzum uzerine– siddet kullanimi konusunda geri durmus, siddeti erkeklere birakmislar. Savaslar ve diger (daha kucuk olcekli) savunmalar icin.

    Simdi, ‘zaman’ degisti: Artik oldurmek (ya da ekarte etmek) icin dogrudan fiziksel siddet cok da gerekmiyor.

    Iowa’nin bir ciftligindeki bir tesiste, kadinlar da –pekala– ‘gorev’ yapip, dunyanin oteki tarafindaki birilerini IHH’larla oldurebiliyorlar.

    Yani, artik, kadinlar da oldurmek oyununda yerlerini rahatca alabilir duruma geldi.

    Esitlik, kendiliginden, saglaniyor. Gerisi surec.

    —-

    “Tanımınız antropoloji, sosyoloji, tarih ve hatta belki en önemlisi olan kültürün toplumlardaki yerini göz önüne almamış. Saf doğa-biyolojik bir tanım.”

    Once sunu soyleyeyim: Benimki bir ‘tanim’ degil, bir ‘tasvir’ (‘narrative’) idi.

    Tipki, ‘evrim teorisi’ denen tesvir gibi.

    Benim farkim, ‘evrim teorisi’ dayatmacilarindan farkli olarak, kimseye ‘illa buna inanacaksin’ demeyisimdir 😉

    Sakasi bir yana, boyle buyuk konularda ‘tanim’ yapmaga kalkmak bence tehlikelidir. Kibir ile cehalet arasinda bir yerde bulur insan kendini.

    “Benim bildiğim kadar ileri sürülen teoriler önce antropolojiye dayandı, o çürürlünce sosyolojiye geçildi, o da çürütülünce, hatta hayvanlar arasında da aranıp hayvanlar da dahil edilerek, biyolojide ve doğada arandı.”

    Eh.. yanlis yerden baslanmis ise ben ne yapayim?

    Her ne kadar ‘doga’nin ve ‘biyoloji’nin tayin edici oldugunu dusunsem de, bu ikisini yeterince anlamadigimiz/bilmedigimiz gercegini de goz onunde tutmaliyiz.

    Yani, ‘doga boyle emrediyor’ veya ‘biyoloji boyle buyuruyor’ demek icin de yetkin degiliz. O yuzden, dediklerimiz hep kanaat, tahmin veya uydurma olmak zorunda.

    “Bütün bu teorilere ortak olan anlamda ‘iktidar’ hayvanlar arasında bulunamayınca vazgeçildi.”

    Nasil ‘bulunamayınca’?

    ‘Territorial animal’ terimini benden baska duyan olmamis mi?

    Kartalindan kurtuna, sansarindan sincabina, karincasindan maymununa kadar sayisiz hayvan turu var boyle.

    Ve, bunlarin bir kismi tek basina, cogu da suruler halinde kendilerine ait gordukleri kara parcalarini istimal ederler.

    Ve, bunlarin her biri de, bu baglamda, birer ‘iktidar’ ornegidir. Ister kendi iclerinde, isterse de disariya karsi.

    Yoksa, siz de mi, Mahzuni’nin “Parsel parsel eylemişler dünyayı” deyisini sadece insanlara mahsus saniyorsunuz?

    “Sizin tanımınıza göre hayvanlar da dahil ama nedense hayvanlar arasında devlet, ordu, asker, bürokrasi, yasa yok.”

    Bunlarin hepsi, her toplulukta aynen sizin beklediginiz sekilde olmak zorunda midir?

    “Siz Batı seyrinin en son vardığı durağı benimsemişsiniz.”

    Katilmiyorum.

    Daha dogrusu, katilmam icin, bunu neden soylediginizi daha detayli aciklamaniz lazim.

    “Eğer değilse ve kendiniz hiç bir araştırma yapmadan bu sonuca vardıysanız kanıtlaması imkansız oluyor. Salt mantıkla varılan bir tanım. Ve yine mantık yoksunluğu var.”

    Buna da katilmiyorum.

    “1. İktidar her yerde var = hiç bir yerde yok”

    Yanlis. Sizin hem yaklasiminiz hem de cikariminiz yanlis.

    Cunku, ‘iktidar her yerde var’ demek, ‘her yerde hep ayni sekil ve yogunlukla var’ anlamina gelmez. Aralarinda, yer yer ve zaman zaman farklar olabilir ve vardir da. Bu bir.

    Ikincisi, sizin temel onermeniz zaten basindan sakat: ‘Atmosfer her yerde var’ demek ne zamandan beri ‘atmosfer hicbir yerde yok’ anlamina gelir oldu?

    “İktidar herkeste var = kimsede yok”

    Bu da, ayni sekilde, sakat bir cikarim.

    Bu tur ‘binary’ (‘diodic’, yani sadece ‘var’ veya ‘yok’ uzerinden giden) mantikla bir yere varamazsiniz.

    ‘Iktidar’in herkeste hep ayni yogunlukta ve ayni tur ve sekillerde olup olmadigina bakmaniz lazim.

    “Benim bildiğim iktidar tanımını inceleyen yazılarda yer alan kavramların kısa bir listesi: şiddet, güç, politik, politik güç, devlet, asgari geçim, okuma yazma, kurumlaşmış emir veren-emir alan düzenin varlığı, verilen emrin yerine getirilmesi için kurulmuş ara güçler.”

    Bu yaklasimlar, belli bir amac icin secilmis ve daraltilmis acilarla (of acuted angles) peydahlanmis, belli bir gundeme hizmet eden yaklasimlardir bence.

    O dar acilardan bakarsaniz, insanligin butun tarihinin kotuculluk uzerine kuruldugunu varsaymis olursunuz.

    “Sizi tanımınız bir çeşit ilk anneyle ilk çocuk arasındaki ilişki ve bu ilişkinin yozlaşması. Bazı sapıkların bu iyi kalpliği idrak etmemesi.”

    Iki seyi duzelteyim:

    ‘Iyi kalplilik’ dediginiz sey fazlasiyla romantik. Oyle degil. Ortada bir zorunluluk var. Koruma kollama filan zorunlulugu.

    Ikincisi, idrak etmeyenler de ‘sapik’ degil. Onlara yanisyan kismindan hosnut olmayanlar. Bu da normal. Bunun orneklerini kendimden de verdim, bir onceki yazimda.

    Son olarak da, su siddet kullanimi konusunda size de ters gelecek bir-iki sey soyleyeyim:

    ‘Siddet’ dedigimiz sey bedava degil. Bedeli var. En azindan, enerji harcamak cinsinden bir bedeli var.

    Simdi de, buna abes bir ornek:

    Daha once bahsetmistim. Bizim evde bir duzineye yakin kedi var. Bunlar da, aradabir, hem kendilerine ya da birbirlerine yonelik, hem de bize yonelik tehlikleli seyler yapabiliyorlar.

    Bunlarin tekrarini onlemek icin de, her zaman, onlara hirlamak yeterli olmuyor.

    Bu durumda, ben, yerimden kalkip, ilgili yaramazi yakalamak ve poposuna bir-iki saplak atmak zorunda kaliyorum.

    Yani, evet, siddet uyguluyorum.

    Iyi de, ben bunu yapmak istiyor muyum? Zevk mi aliyorum?

    Tabii ki, hayir.

    Ustelik, hicbiri benim kisisel cikarim icin olmadigi halde, yerimden kalkip, ilgili yaramazi yakalamak ve poposuna iki saplak atmak icin enerji de harciyorum.

    Simdi.. sizden ricam, benim bu (alenen siddet kullanimi da iceren) ‘iktidar’imi, “şiddet, güç, politik, politik güç, devlet, asgari geçim, okuma yazma, kurumlaşmış emir veren-emir alan düzenin varlığı, verilen emrin yerine getirilmesi için kurulmuş ara güçler” cercevesinde analiz etmenizdir.

    Bakalim nereye varacagiz?

    “Benim için ‘iktidar’ aynı daha önce saplandığım ‘medeniyet’ çamuru gibi. Belli bir yerde, belli bir tarihte doğdu. Gücü şiddetle dayatan, canlıların yaşattığı bir ölü.”

    Hem kendinize hem ‘medeniyet’e hem de ‘iktidar’a haksizlik ediyorsunuz bence.

    “CANLI VARLIKLAR evrenin en temel yasası olan ENTROPİYE (dağılmaya yol almaya) HAYIR diyebildiler, iktidara HAYIR diyemiyorlar.”

    Yok, bu cikarim yanlis. ‘Iktidar’ dediginiz sey, dikkatle bakarsaniz, ‘entropy’ye ‘hayir’ demenin de bir turudur.

    “La Boétie haklı. İnsanlar köleliği severek kabul ediyorlar.”

    Tabii ki oyledir. Karsiliginda ne oldiginiza beglidir hersey. Ozgur olup ac kalmak, kisa zamanda yok olup gitmekse alternatif, kolelik cok ziyadesiyle ‘rational’ bir secimdir.

  125. Özgür

    Çok fazla yorum var, ama. DP gereğinden ve hak ettiğinden çok daha fazla ilgi buluyor.
    Neticede 0,25 oy almış bir particik. 70 yaşın üstünde bunamaya başlamış biri ve onun etrafında birkaç nostaljik, şaşkın, gürültücü, hiçbir yere ve örgüte bağlanamamış, itilmiş- katılmış insanlar topluluğu.

    DP reklamın iyisi-kötüsü yoktur misali konuşuyor.

    Birkaç not:
    1. Gün Bey, Aydınlık hareketinin destekleyici değil, baş aktörlerindendiniz.
    2. DP daima yenilen beygire yatırmıştır. Gücünü demiyorum, çünkü güç yok. Marjinal 0,25lik, kitlesiz gürültücü. Elinde sadece iyi kullandığı basın-medya imkanları var.
    70lerde Çin modeli sosyalizm, 80lerde Ordu-ANAP, 90larda Ordu-MİT, şimdi AKP. Sonu diğerleri gibi olur. Hep kayınpederler klübünde.
    3. Ordu veya AKP veya bir diğerleri DP ile hareket etmiyor. Niçin bir marjinal grupla çalışsın ki. AKP taşra il başkanı hapşırsa 0,25 oy alır. DP sadece gönüllü yandaş. Bu resmin ne kadar acı olduğunu gösteriyor.
    4. Acaba DP solun Adnan Hocası desek çok abdest olur ? Bu benzetmeden kendimi alamıyorum bir türlü. Ama yukarıdaki Vahdettin benzetmesi çok hoşuma gitti.

    Selamlar

  126. Anonim

    Necip, meşrebini titizlikle ayarlamakta usta bir ‘pozitivist’.

    Necip’le, eccentric başlıklar atarak yazışan ise, ‘Asian-quietism’i de yer yer eleştirerek, zaman konseptini ‘teknikerler’in dayattığı şekillerde kabul etMEmekte ısrarcı, geçmişte çok olduğu varsayılan ‘kadim kültürlerin mirası’nın günümüzde neden sadece müzelik muamele gördüğü konusuna kafayı takmış, ‘mistifikasyon’ ile ‘primitif anarşistlik’ arasında gidip-gelen bir kişi.

    Daha öz ifadeyle:

    Hinduların kutsal metinleri olarak bilinegelen ‘Upanishad’ları;

    Necip, bir tür edebiyat anlatısı olarak kabul eder, ne kadar önem atfetmek isterse o kadarını atfeder, ne eksik / ne fazla,

    Eccentric başlıklar atan kişi ise, bu ‘Upanishad’larda mutlaka hikmetler aranması gerektiği konusunda ısrarcıdır.

  127. Ucuz Bilgi Arayan

    Sayın 31 Kervanlar ve sivrisinekler
    Bağrı yananlar bağırır, senin gibi beyin boşluğunu internetle doldurmak isteyen karnı çok dolmuşlar kusar.

  128. Ucuz Bilgi Satan

    Sayın 35 Anonim 4 Temmuz
    Pozitivist, ‘Asian-quietism’, zaman konsepti, ‘mistifikasyon’, ‘primitif anarşistlik’, Hindular, ‘Upanishad’ Siz nereden öğrendiniz bu mubarek kelimeleri? Maşallah! maşallah!
    İnternet, medya, televizyon, sosya-medya, kültür tüketiciliği, gazeteler sizin beyninizi ne kadar geliştirmiş! Maşallah, maşallah. Aynı mükemmel bir tüccar gibi ucuza aldığınızı pahalıya satıyorsunuz.
    Evcilleşmiş Türklerin, yani uygarlaşmış Türklerin, başkalarının bilgileriyle geçindikleri kadim kayıtları tarihte. Müzelerde değil. Aşağılık duygusu olanların büyük konuşması da sizin gibiler arasında.
    Ama sizin gibi üretip tüketenlere indirgenmiş ücret köleleri arasında iş yeri dışında bilginin daha da kısaltılmış olduğundan habersizsiniz. Ah! şu geri kalmışlık! Bilgiye inek trene bakar gibi bakan size benzerler artık salt kısaltmalarla iletişiyorlar, tekniker zamanla yarıştalar, televizyonu taklit ediyorlar. Sizin gibi orta sınıf ların uluslar arası marşı: bilgi ucuz ve önemsiz, maaş önemli. Ama dünya durup sizi beklemez! Eski burjuva (=yeni orta sınıflar) fırlayalı sizlerin k*çına nışadır sürdüler, ileriye koşup duruyorsunuz. Daha da kısa ve öz anlatma modasını kaçırmışsınız. Salt size benzeyen 0’lar ve size yutturulan en büyük hapa benzeyen 1’lerle yazabilirsiniz.

  129. Çırpındıkça Türk Bataklığına Daha Çok Batıyoruma

    Yunan eserlerini çeviren Müslümanlar “soyut” sözcüğüne “çekirge” (tecrit) dediler. Zamanımız orta sınıf mahlukları gibi tükete tükete geriye bir şey bırakmazlar.
    Rational köken “ratio”, orantı kurma, kıyaslamadır. Fark olmazsa akıl yürütmek imkansız olur. Soyut ne zaman ne de mekanda var, sadece insanın hasta beyninde var.
    Size göre 1 tas zehirle 1 tas çay aynı, çünkü ikisi de 1. Yine büyük bir fetişleştirme, şeyleştirme.
    Hatta eğer büyük bir yanılgıya düşmüyorsam özünüz öznellik. Aslında, tarihte çeşitli biçimlerde ifade edilen bu kavramı somut ve belirli anlamda ciddiye almakta zarar görmem. Ama kavrama keyfi bir anlam verilince çok yaygın bir hastalık olan öznellik savunduğunuzu görüyorum. Bu öznellik özel ve somut bir öznellik ve her dediğinizde Batı taklitçiliği var. Batı’da başladı ve siz bu modası henüz geçmiş modayı benimsemişsiniz. Adı : “It is, what it is”. İktidar mutlak (veya dediğiniz gibi her yerde hazır ve nazır soyut bir nesne). Salt kendi kendiyle konuşun oldu. Herkesin aynı şeyin peşinde koştuğu, muhaliflerin bile dediğiniz gibi aynı şeyi istedikleri, herkesin sizin ve bu sitedekiler gibi bilgi dolu olduğu bir devirde eskisi gibi olanı saklayan ideolojilere gerek kalmadı.
    Siz okullar bitirmişsiniz ve diğerleriyle rekabetle seçim yapan kurumun varlığını bile Fuzuli’nin her zaman, her yerde söylenmiş olan bir lafıyla soyutlaştırıp salt benimle rekabet için kullanıyorsunuz. En basit örnek olan modern bilimin bir tanımı, sonsuza dek bilgi edinme yöntemi veya gittikçe yaklaşılan ama varılmayan olabilir. Günlük hayatta seve seve, coşku içinde kullandığınız bilim sonuçlarını bile inkar etme öznellik militanlığınız ve “nisbet’ alışkanlığınız. İş yerinde işinizle ilgili bilgi topladığınızı düşünün yeter. Eğer Batı’nın Türkiye ve benzeri yerlere attığı ve sattığı teknolojik bilgi kırıntılarına karşı aynı kıstası kullansanız partonunuz işinize son verir. Laf ucuz.
    Eğer anti-kapitalistlerin totemi kapitalizmse, sizin toteminiz Hıristiyanlığın ilk günahı: hepimiz pisliği doğuştan getirdik! Batı’nın en temel propagandasını benimsemişsiniz! Şimdi sizin gibi kendi pislikleri her yerde ve her zaman genetik alın yazısında buluyorlar ve siz tamamıyla katılmışsınız. Her dediğinize cevap vermeye kalksam yeteneğim olmadığı halde kitap yazmayı tercih ederim.
    İnsan, etrafını çeviren çeşitlerin bir bütün olduğunu en azından taş devrinden bu yana bildi ve mitlerle dile getirdi. Tabii “nasıl biliniyor” gibi ucuz kanıt beklemek marifeti hariç. O bir tarafa, Yunan felsefesinde ve dinlerde apaçık. Daha önce binlerce defa tekrarlanmış Fuzuli alıntınızla aslında sadece nisbet ettiğiniz belli: “hiçbir şey tamamıyla bilinemez, o halde senin dediklerin boş laf “. Burada acı olan sizin her değiştiğinde hala “bütün” denilebilir gibi son derece ucuz bir felsefeyle bu insanı yüz binlerce (yine, “nasıl biliniyor” nakaratı hariç) meşgul eden bir çeşitlilik/birlik konusunu nisbet etmede kullanmanız. “String” girişimi, modern fizikde bilgiyi bütünleştirme çabası, BİR’e indirgeme gayretinden doğmadı mı?
    Goethe’nin özendiği, 14. yüz yıl İranlı şair,
    Müzik, şarap varken kainatın sırlarına ermeye çalışma,
    Kimse bu sırrı felsefeyle çözemedi ve çözemeyecek.
    16-17 yüz yıl İngiliz şair,
    Yer ve gökyüzünde lafını etiğin felsefenin rüyalarına bile sığmayacak kadar şeyler var.
    Daha da ileri giden bir 13. yüz yıl Türk şair,
    Allah’ı aradım, buldum. Peki sonra?
    Şairlerle sizler arasındaki fark kendinizi çok ciddiye almanız. Şair ve iktidarı ayakların altında veya ellerinde tutanlarla ve zorbalıkla dayatıldığı için katlananlar gibi ertesi gün tersini söyleyebilirler.
    Siz yüz binlerce bütün dillerde dolaşanları daha dün bulmuş gibi heyecanlısınız. Günaydın Necip Bey!
    İşte tek bir defa olduğu için olmamışlar torbasına atılacak bir olmuş olay.
    Jesuitlerin yayınlamak istemedikleri ve sakladıkları bir kitap bulundu. Binlerce kitapta adı geçen ama sizin hiç duymadığınız çıplak vahşilerle ilgili. Çıplak vahşiler arasında bir mite göre çıplak vahşiler tanrı olmak isterler ama başaramazlar. Dolayısıyla bilginin sonlu, yaşamın mükemmel olmadığı bir dünyada yaşamayı kabullenmek zorunda kalırlar. Hiç değilse Jesuitler Türkler gibi aşağılık duygularının acılarıyla kıvranmazlar ve kıvırmazlar. Vahşi çıplakların mitinde dinin özünü, vahşi çıplakların kendi dinleri kadar gelişmiş dine sahip olduğunu görür kamudan saklarlar. Sizler bilmediklerinizin varlığını inkar ettiğiniz gibi bildiklerinizin beyinlerinize Batı ithali medya ve okullar tarafından işlendiğini bile inkar ediyorsunuz.
    Görece çok kısa bir süre önce, Tsunami felaketi esnasında, Hindistan yakınlarında, bir ada üzerinde felakete uğrayanlara yardım için dolaşan helikoptere ok atan vahşi çıplaklar görüldü. BBC, haberlerde bunları “saldırgan” insanlar diye tanımladı. Bakın size ne kadar benziyor. Yardım sever anne-baba reddedilir mi? Ben o vahşilerin “yardım”ın pahasını bildiklerini adım kadar iyi biliyorum. Üstelik “beware of Greeks bearing gifts” İngilizce çok yaygın bir özdeyiş. Bir Çinli hadım Orta Asya Türklerine hediye getiren Çinlilere karşı aynı şekilde uyardı.
    İki eşsiz alıntı:
    “when I see multitudes of ENTIRELY NAKED savages scorn European voluptuousness and endure hunger, fire, the sword, and death to preserve only their independence, I feel that it does not behoove slaves to reason about freedom.”
    J. J. Rousseau
    Savagery has become their character and nature. They enjoy it, because it means freedom from authority and no subservience to leadership. Such a natural disposition is the negation and antithesis of civilization.
    Ibn Khaldun on nomads
    George Sand 19. yüz yılda Fransızlara ” iyi yaşamak için yaşamaktan vaz geçtiniz”, der.
    Aynı George Sand gammazlık eden Karl Marks’a yalanını geri aldırttı ve özür dilettirdi.
    Siz sadece laf diziyorsunuz. Laf çok, bilgi yok gibi.
    Tabii bu üç salak, Necip bey ve bu sitedeki dahi Türklerle kıyaslanabilir mi? Olmaz efendim, olur mu?
    Batı’yı bilinçaltı tamamıyla benimsemişsiniz. Tek tek saysam kendi başına bir kitap olur. Batı’da sizin gibi konuşanlar için “Karanlıkta bütün inekler gridir.” lafını duymamış olabilirsiniz. Sizin gibi her şeyi her yerde aynı görenler için söylendi.
    Sokrat’a “Biri okumuş ama okuduklarında salt kendi totemi aynılığı görmüş”, demişler. Sokrat da “kendi kendiyle konuşmuş, kendini yanında tutmuş olmalı”, cevabını vermiş.
    Batı saplantınız neden/nasıl soyutlamada değil, sizin tanımınıza uyan iktidarın olmadığı yerlerde iktidarın nasıl/neden gibi bilimsel araştırmalara yol açmamasına işaret etmemi unutup hala iktidarı her yerde her zaman olduğunda ısrar etmenizde. Tekrar ediyorum: İktidar olmayan yerde, kimse bizler gibi çenesini olmayan bir şeyle yormaz. Henüz bilineni mitlerle anlatır. Bilimsel “nasıl/neden” aramaz. Ne de bitkinliğini “zaten kimse bilemez” gibi ucuz formüllerle ifade eder. Bu, çoktan bilinen bir gerçek! Günaydın!
    Ben psikolojiden nefret ederim ama sizin dediklerinizi zamanımıza egemen olan psikolojik saplantılar olarak görmekten kendimi alamıyorum. Batı’dan gelen doğa bilimleri ve teknolojileri seve seve kabul edip önünde vecde gelenler sizlerin aşağılık duygusundan kaytarmanın iki yolu var. Sizin gibi “ama hedef eksikliği” bulmak, diğeri sevmediğiniz anti-kapitalistlerin bu bilgileri “İNSANLIK” malı etmeleri. “Akşamdan sabaha” değiştirilmeyeceği tamamıyla banal bir gözlem. Değişenlerin önünde gece gündüz vecde gelmeniz çok vahim. Ama sanırım sizin söyledikleriniz yine Batı’nın son “evet eme başa çıkabiliriz” propagandasının “evet” kısmı. İklim değişmeleri, “doğal” kaynakların tükenmesi, nüfus üssel artışı ve benzeri olası felaketler kısmı. Bilinçaltı mesajları çok fazla benimsemişsiniz.
    Sorun aynısını söylemiş olmanızda değil.
    Avrupalılar da dahil binlerce milyonlarca insan Amerikalara gittiler, bazıları kaldı bazıları gidip gidip geldiler. Ama enayiler için Amerika’yı Kristof Kolomb “keşfetti”. Dünyanın yuvarlak olduğu, döndüğü, insanın hayvanlardan türediği çoktan ileri sürüldü. Önemli olan fikirlerin daha önce daha sonra gelmesi değil, şimdi neden beyin yıkamada kullanılması ve beyni yıkananların “neden bu, yeniden devreye girdi?” sorusunu soracağına, “ben bunu biliyorum, öğretmenim” çocukluğu yapmasında.
    Tekrar ediyorum modern bilim ve teknolojiyi tamamıyla benimsemişsiniz (burada kullanımı değil, varsayımlarını, felsefesini, gerçek ve hakikate vardırmada eşsiz bir metot olduğunu onaylamadan söz ediyorum ve dorusu laf oyunlarına karşı tedbir almam bana gına getirdi), sosyal konularda okullarınız Batı kitaplarıyla dolu, bu konularda araştırma yapanınız yok, ancak aşağılık duygusunun verdiği bir kendini büyük görme var.
    Tekerleği yeniden icat etmeniz bana tuhaf geldi. Dünyaya egemen ve özellikle başkaldıran yığınlar arasında yaygın fikirleri tekrar ediyorsunuz.
    Modern bilim ve teknoloji araştırmalara dayandığı gibi boş konuşmaktan kaçınan sosyal bilimciler de araştırma yaparlar.
    Bu konuya daha önce değindik. Allah’tan vahiyle indirilenlerle her şeyi bildiğiniz için araştırmalara önem vermemeniz doğal. Ne kadar araştırma yapılsa da sizin gibi Allah’ın ağzından inenleri bilenler için yeterli olmaz. Siz bazen gerçekten rekabet için saçmalıyorsunuz. Dediğiniz, yeteri kadar tekrarlanmamış deneyler yapılmamış, suyun 100 derecede kaynamasından yerçekimine kadar geçerli. Ama bunlar ticarette yararlı o halde doğrudur. Hatta her yere bastığımızda yerin su olup bizi boğmayacağını nasıl biliyoruz? . Batı ithali tümevarım mantığını birden unuttunuz.
    Yazdıklarınızı birine okuttuktan sonra yayınlasanız fena olmaz.
    Bir fikir ileri sürüldüğünde verilen örneğin tatmin etmemesi başka, sizin gibi örnekle ileri sürüleni karıştırmak başka. “Tekil araştırma” ünlü olanlar arasından seçtiğim biriydi. Amacım eğer okursanız size Allah’tan inen ve Allah’a benzeyen iktidar tanımınızın sonsuz geniş ve dolayısıyla anlamsız olduğunu gösterir sandım. Ama yine laf oyununa döndü.
    “Yol haritası” lafınızı da mı siz daha önce bulmuştunuz?
    Kim ne derse desin bir amaç, bir gündem bulmak için dahi olmak gerekmez. Tabii bütün bilimsel buluşlar hariç. Ticaret ticarettir. Atatürk ve Erdoğan Türkleri bu kadar mı şaşkına çevirdi?
    Lütfen biraz insaflı olun, bazen çocuk gibi konuşuyorsunuz. Zaten benim bu siteye dadanmamın tek nedeni böyle boş konuşmalar bolluğu.
    Evet, son derece detaylı araştırmalar yapılmış ama siz bilmiyorsunuz, hepsi o kadar. Bilgisini sizin gibi Allah’tan alanlar, “Allah bana söylemeyi unutmuş” deseler hiç değilse gülerdik. Ama siz çok ciddisiniz. Ben böyle bilgisizlik içinde laf sıralama oyunlarıyla kişisel terapi bulan sayısız modern ezilmiş insanlara çok rastladım. Sizin son 50-60 yıl içinde çıkan antropoloji kitaplarının milyonda birini okumadığınız sonsuz belli. Diğer alanların hiç birinde eleştirici yazı okumamışsınız. Bana geliyor ki bilginiz internetten toplamalar veya aşağılık hissinin büyüklüğe çevirisi.
    İktidar tanımınız size rahatlık ve huzur veriyorsa, bu, bilgi değil; bu, terapi.
    Batı’da dolaşan yaygın bir ideolojinin mahsulü olan bir tanım verdiniz. İdeolojinin tanımını bilseydiniz biraz daha dikkatli konuşurdunuz. İdeoloji, ideolojiyi benimseyenlere, sosyal ilişkileri normal, doğal, her yerde her zaman var olan bir nesne olduğuna inandırır.
    Tanımınızdaki iktidar her zaman her yerde olan bir nesne, o halde her hangi bir nesneden, sizin örneğiniz atmosferden, ayırt edemeyiz. Sizin mantık hatanız bu. Ve bu, çok meşhur bir mantık kuralı. Galiba beni sizin gibi laf sıralayan biri sandınız, anlamadınız, laflarla oyalanmışsınız.
    Milyarlarca arttırabilir örneklere bir model:
    – Yağmur neden yağar?
    – Allah öyle buyurmuş.
    Her şeyi izah eden hiçbir şeyi izah etmez. İşte mantık kuralı bu. Siz bunu bilmediğiniz için laf oyunuyla dahilik yapayım derken, ki bunu defalarca yaptınız, bu bilgiden yoksun olduğunuzu açığa vurdunuz.
    Geri kalanları hor görmeniz bile sizin beni anlamanızın imkansızlığını gösteriyor. Bir Eskimo’nun dediğinden ve başaramayanların şahane ve eşsiz yaratılışlarından söz etmiştim.
    Avcı/devşirici toplumlarda kadınlar devşirici olduklarından tarımı başlattılar. Daha sonra avcılık ettiklerinden hayvanları daha iyi tanıyan erkeklerin tarla sürmesini hayvanlara yaptırarak siyasal güç kazandıklarını okusanız fena olmaz. Lütfen biraz öğrenin! Bunları size Allah kolay kolay açıklamaz. Biraz arkeoloji, paleontoloji, antropoloji öğrenin! Zavallı Türkler! Bu site insan harabeleriyle dolu. Bilgi yoksunluklarını alay etme ve laf sıralamalarla kapatıyor, huzura erişiyorlar. Terapi, terapi, terapi.
    Güneş ve zerreciklerin ne kadar yararlı ve iyi kalpli ama aynı zamanda ne kadar zalim ve saymakla bitmez zararlara neden olduğunu, sizin tanımınıza benzedikleri için espri olsun diye söylemiştim. Onu bile anlamamışsınız.
    Siz o kadar hem Allahçı hem de Batılısınız ki, bunu görmeniz imkansız.
    Ben örnekler verdiğimde veya eleştirdiğimde sadece siz ve Batılılar gibi konuşanlarla alay ediyorum. Hiçbir şeyi ispat etmeye gitmedim, gitmem de.
    Kadınlar hakkında söyledikleriniz de bu konuda son derece bilgisiz, Batı düşüncelerini tekrarlama, veya her zaman imdadınız yetişen hızır (deus ex machina = kim biliyor, ispatı var mı, vs) veya Allah’ın size gönderdikleri arasında bulamıyorsunuz. Hz Ömer hikayesi: Kitap’ta yoksa yakın, Kitap’ta varsa yakın.
    “Eşitlik sağlandıktan” sonra “eşitlik kendiliğinden sağlanıyor” sizin bilginizin en derin özeti, en büyük temel taşı.
    Siz tanımla tasviri karıştırdığınız gibi teoriyle tasviri de karıştırıyorsunuz. Aşağılık duygusu çok derinlere inmiş. Yazık. İktidarlı düzenlerde yaşamanın döküntüleri olmak zor galiba. Bu da çok iyi bilinir ama siz hiç duymamışsınız. Kalabalıkların yalnızlığı, Kalabalıkların isyanı ve diğerleri.
    Dönüp dolaşıp Allah’ın işine takılıyorsunuz. Mitler ve dinler siz doğmadan yüz binlerce önce bilginin sınırlı olması üzerine oturdular. Ben sizin iktidarınız olmayan toplumlar oldu ve siz bilmiyorsunuz diyorum, siz tanımlardan bahsediyorsunuz.
    Özgür olup aç kalmayı köleliğe tercih eden çok oldu. Bilgisizliğin mazeret olmadığını öve öve bitiremediğiniz, her nazır ve hazır Allah’tan faksız iktidarın çimentosu yasalar bile kabul etmez. Yine tarih bilgisizliği. Okuma öğrenme bu yüzden dayatıldı.

    Siz ve sizin anladığınız anlamdaki karşı gelinmesi imkansız iktidara karşı gelenler arasında ki farkı anlamıyorum.
    Siz ve onların temeli üç direk üzerine kurulu.
    1. Ezilenler dini ve kurtuluş vaat eden Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta dinleri. Bu ahlak dinleri haksızlığa karşılığı içerirler.
    2. Modern bilimin gelişmesiyle bu haksızlıkları bilimsel yollarla açıklaması ve katılmanız. Hatta Marks sizin gibi “haksızlık kendiliğinden ortadan” kalkacak vaazında bulundu.
    3. Hem siz hem onlar tek boyutlu ve bollukla sona erecek bir insan tarihine inanıyorsunuz.
    Bana göre şefkatli bir anne veya babanız sizi bir gün gelir barıştırabilir.
    Ben bunu idama mahkumluktan kaçan bir Türk solcusundan öğrendim. Teasdüfen tanıştığım Müslümanları solcu-devrimci ve aşağılık duygusu içinde kıvranan bu sitedekilerle kıyasladığımda Müslümanların bilgi konusunda ukalalık etmediklerine işaret ettim. Arkadaş “aman dikkatli ol, bizi bir saniyede affederler ama seni asla” dedi.
    Benim iktidar tanımım: emir verme-emir alma gücünü şiddetle dayatan.
    Bunun olmadığı toplumlar çok. Bilmiyorsanız araştırın. Ölmeyi köleliğe tercih eden çok sayıda toplumla da oldu. Bilmiyorsanız araştırın. Allah’tan beklemeyin. Eğer siz ısıramadığı eli öpmeyi bir fazilet yapmışsanız, bu bir çaresizlik olarak da görülebilir.
    Eğer çoban koyunlarını, “kendi yararları için” beslediğine inandırsa ne güzel olur, değil mi? Bu, iktidarların çok eski bir varoluş masalı. Sosyal kontrat bile aynı düşünce üzerine oturur. Benzerini, şimdi artık moda olmayan, “winning their hearts and minds” ABD sloganı kısa bir süre önce uluslar arası devreye soktu, olmadı. Siz bu ideolojik çarpıtmada “iktidar da entopiye ‘hayır’ demektir” görüyorsunuz.
    La Boétie’yi okursanız fena olmaz. Siz konuyu bilmediğiniz için tamamıyla yanlış anladınız. Yüz binlerce kişinin okuyup hayran olduğu sorusu şu: Neden insanlar isyan edip kendilerini zincire vurmuş sıfıra yakın sayıda bir azınlığı yok etmiyor? Vardığı “seve seve…” sonucu sizi köleliği doğal bulduğunuzdan, tekrar ve tekrar bilmediğinizden yanlış anladınız. Ben yine sizin bilgi noksanlığınızı gördüm.
    Ama tabii ve yine, La Boétie gibi bir salakla Necip bey gibi bir dahi kıyas edilir mi?

  130. Necip

    Öteki Sesler: Alevilikte Kadın
    Konuk: Gülfer Akkaya
    https://www.youtube.com/watch?v=IRAOXjNNl8E

  131. Necip bunlara ne der?

    “Liberallere göre kendi haline bırakılsa, piyasalar her sorunu çözer; müdahaleler ortaya çıkan krizlerin ana sebebidir; bu müdahaleleri yapanlar da işçi sendikalarıdır, devlettir. O halde sendikaların müdahale gücü ortadan kaldırılmalı, esnek ve güvencesiz çalışma yaygınlaştırılmalı, devlet işletmeleri özelleştirilmelidir. Onlara göre, acı reçeteler ve şok tedaviler uygulanmaksızın “vaat edilen refaha” ulaşılamaz. Zaten ekonomi sosyal bir mesele değil, teknik bir meseledir, işin erbabına bırakılmalıdır, devlet ekonomiye hiçbir şekilde müdahale etmemeli ve küçültülmelidir!
    Liberaller devletin küçültülmesi gerektiğini söyleyip dururlar da, yaşanan nedir? Otuz yıldır kapitalist devlet küçülüyor mu, yoksa baskı aygıtları tahkim edilip militarizm mi körükleniyor? Onların devletin küçültülmesi sloganı altında topluma yutturmaya çalıştıkları şey kârlı alanlardaki devlet yatırımlarının özel sektöre devridir. Devlet işletmelerinin özelleştirilmesi devletin ekonomiye müdahalesinin yok olduğu anlamına da gelmiyor, bir alandaki yatırımlar sona erdirilip özel sermayeye aktarılırken, kapitalist devlet, gerek altyapı yatırımlarına gerek silah sanayiine gerekse de burjuvazinin ihtiyaç duyduğu diğer alanlara yatırım yapmaya devam ediyor. Batan bankalar kurtarılıyor. Ama gerçekten de devlet bütçesinde küçülen bir şeyler var! Çok net olarak söylemek gerekir ki, küçülen devlet değil, kapitalist devletin emekçilere birer taviz olarak verdiği sosyal hizmetler ve sosyal fonlardır.
    Oysa devlet denildiğinde akla ilk gelmesi gereken, bürokrasi, ordu, polis, mahkemeler, cezaevleri ve istihbarat kurumlarıdır. Kapitalist toplumda tüm bu kurumlar, sömürücü sınıfın emekçiler üzerindeki iktisadi egemenliğini güvence altına alan, fiziksel baskı aygıtlarıdırlar, devletin özüdürler. 20. yüzyılda ileri kapitalist ülkelerde yaşanan sert sınıf mücadelesi ve Ekim Devriminin etkilerini zayıflatmak için burjuvazinin verdiği tavizler, modern burjuva devletin kimi ek kurumlarla donatılmasını beraberinde getirmişti. Halka şu ya da bu düzeyde parasız sağlık ve eğitim hizmeti sunan kurumların doğup gelişmesi; toplu konut projeleri ve toplu taşımanın örgütlenmesi; emeklilik ve sigorta sisteminin geliştirilmesi gibi adımlarla devlet kurumları çeşitlenmişti.
    Bu tip devlet kurumlarının ve hizmetlerin varlığı, devletin tüm toplumun ortak çıkarlarını temsil edip koruyan tarafsız bir aygıt olduğu iddiasını doğrulamak için tüm burjuva ideolojileri tarafından tepe tepe kullanılır. Oysa bunların devletin asli kurumları değil, 19. ve 20. yüzyılın sınıf mücadelelerinin eseri olduğu gerçeği hem tarihsel olarak ortadadır hem de günümüzdeki gelişmeler tarafından tersinden kanıtlanmaktadır. Ciddi krizlerle karşı karşıya kaldığında burjuvazinin ilk gözünü diktiği alanın parasız kamu hizmetleri olması boşuna değildir. Onlar devletin küçültülmesinden bahsettiklerinde kastettikleri, devletin baskı aygıtlarından veya ideolojik aygıtlarından değil, tam da sosyal hizmet kurumlarının oluşturduğu “yük”ten kurtulmaktır.”
    (Kapitalizm Hayatı Cehenneme Çeviriyor – Oktay Baran – 1 Temmuz 2017 – Marksist Tutum)

  132. Anonim

    The man who doesn’t beat his daughter beats his knee. (The daughter represents DP here.)

  133. The dog barks, the caravan walks

    The voters of AKP votes, the caravan walks.

  134. ürenler ve yürüyenler

    DP (ve ağababası) ürür, Adalet Yürüyüşü yürür

  135. doğal nedenler

    İktidar ve onun neden olduğu zorun, şiddetin, acıların nihai kaynağı sosyo-ekonomik yapılardan da önce doğal yapılar ve canlıların doğal ihtiyaçlarıdır. Neticede sosyo-ekonomik yapılar da bu doğal yapılarla uyum içinde olmak ve onların üzerine kurulmak zorundadır. Örneğin, tarihte Arap (İslam), Türk, Moğol istilalarında görüldüğü gibi, bozkırlar ya da çöllerde, yani kalkınmaya elverişsiz iklimlerde yaşamak gibi doğal nedenler yayılmacılıkta en büyük belirleyici olabilir. Aynı şekilde, körfez ülkelerinin doğal enerji kaynakları da bu coğrafyanın bugünkü kalkınmasında en önemli etkendir. Anadolu’nun en geri kalmış bölgesi olan güneydoğunun kalkınmasında önemli bir payı olan Batman ilinin gelişmesi de aynı nedenin ürünüdür.
    (Bu arada, bu enerji kaynaklarının işletilebilmesinin sanayi devrimi gibi sosyo-ekonomik bir devrimin sonucunda mümkün olduğu ileri sürülerek bu örneklere itiraz edilebilir. Ancak yine de doğal kaynaklar en büyük belirleyicidir. Bu kaynaklar olmadan sanayileşme de mümkün olmazdı. Dikkat edilirse, günümüzde fosil yakıtlara alternatif olarak önerilen enerji kaynakları da aynı şeyi gösteriyor.)
    Öte yandan, açlık, susuzluk, doğal afetler, iklim koşulları kaynaklı ölümler (buna aşırı sıcaklarda serinlemek için girilen doğal ya da yapay sularda boğulmalar gibi dolaylı olanları da dahildir), ya da kadınların yaşadığı cinsel şiddet ve acılar, erkeklerin karşı cinse ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumlarda çektikleri ve başkalarına çektirdikleri acılar gibi birçok şeyin doğal yapıyla ilişkisi daha dolaysızdır. Ve sosyo-ekonomik yapının bunlara etkisi daha azdır.

  136. Necip ve Bu Site

    Sayın Necip ve sitedekilere yanıt veren arkadaş.
    Türklere haksızlık ediyorsunuz. Türkler hakkında yaptığınız genelleştirme bu siteye yazanlar ve günlük medya bombardımanlarıyla şaşkına dönmüş yığınlar için fazlasıyla geçerliyse de bildiğiniz gibi Türkiye’de olduğu gibi dünyada da insanlığın içine girdiği çıkmaz gibi görünen yolu ve nedenlerini açıklamaya çalışan çok sayıda yazılar var. Bu site, Zileli de dahil, politikada yer almayı yurttaşlık bilgisi derslerinden öğrenmiş, politika hayatında yer almakla yaşamlarına renk katan, canı sıkkın eğlence arayanlarla dolu: Gazete veya internetten aktarma yapan işgüzarlar, yüzlerce kitap isimleri veren ve büyük bir ihtimalle kitapçılar için çalışanlar, az öz laflarla hayatları Debord anlamında seyircilikle geçmiş olduğunu ifşa edenler. Necip bunlardan biri. İşletmecilik dışında bilgisi internette topladığı kırıntılar ve dediğiniz gibi laf zincirlemeleri.
    Önümde okuduğum iki kitap var. Birinde kitap,dergi, gazetelerden alıntı sayısı 149, diğerinde 264.
    Eğer Necip zahmet edip G. Zileliye bir makale bile yazmak için yaptığı araştırmada başvurduğu belgeler sayısını sorsaydı size araştırma hakkında yazdıklarından utanırdı.
    Diğer yendan yerleşmiş bir teori veya bilgiyi çürütmek için bir örneğin bile yeter olduğunu bile bilmeyen biri. “Ad hoc” eklemelerle işi geçici idare etmeler hariç.
    Sosyal bilimler alanında, diğer bilimlerde olduğu gibi, bazen evrensel geçerliği yerleşmiş inançların yanlış olduğu bir tek çalışmayla kanıtlanabilir veya en azından evrenselliği inancına daha özenle bakılmaya sürükler.
    Bu siteye yazanlardan ve Necip’den bunu beklemeniz çılgınlık.
    Demokrasi adı altında bilgisiz sürüleri peşlerine takan kurnaz politikacılar ve sürüdeki utanmadan konuşanlar sadece Türkiye’de değil her yerde. Yaşadığımız Almanya’nın Türkiye’den farkı sürüyü beslemedeki ot miktarı. Necip gibi utanmadan konuşanlar burada çok. Kendilerine güveni yedikleri ot miktarıyla doğru orantılı.

  137. Kocakemalistler

    Adalet Yürüyüşü istemiyorsan sana Statüko Yürüyüşü verelim o zaman Sayın Ümit Kocakemalist

    Adalet Yürüyüşü için sert sözler: ‘Atatürk düşmanlarıyla yürümem’

    Eski İstanbul Barosu Başkanı ve akademisyen Ümit Kocasakal Adalet Yürüyüşü’ne dair eleştirilerde bulundu. ‘Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla, Cumhuriyetle ve Atatürk’le sorunu olanlarla, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapanlarla yürümem’ dedi.

    Konuşmasına katılanların geçmişteki pek çok kumpas ve tertibe destek olmuş olabileceğini söyleyerek devam eden Kocasakal, CHP’nin, partinin kurucusuna düşman kişilerle yürümeyeceğini söyledi.

    Kocasakal şu ifadeleri kullandı: Ben bu ülkenin bölünmez bütünlüğüyle sorunu olanlarla, Cumhuriyetle ve Atatürk’le sorunu olanlarla, emperyalizmin işbirlikçiliğini yapanlarla yürümem. Atatürk düşmanları ile de yürümem. Şöyledir benim kafamdaki şey; Atatürk düşmanı için onun da hakkı, adaleti elde etmesi için yürürüm ama Atatürk düşmanı ile yürümem hele ki yürüyüşü yapan CHP ise.

    Oraya gelen bir takım insanların kim olduğu, ne olduğu daha önceden Atatürk ile ilgili neler söylediğini bilmiyor muyuz? Aptal mı herkes? Bir de sen CHP isen, hem ülkenin hem partisinin kurucusunun düşmanı ile yürüyemez.

  138. Yeni Yenilenebilir Enerji Kaynağı

    Sayın Solcu-sağcı-Devrimci-İLERİCİ Yoldaşlar,
    Türkiye’de bitip tükenmez yeni bir yenilenebilir enerji bulundu. Diğer yenilenebilir enerji kaynaklarından farkı, bir açıdan bakıldığından modern zamanlara çok daha uygun olan bu enerji, ruhsal bir enerjidir.
    Şu an dünyaya en egemen olan RUHSAL sosyal ilişkiler olduğundan bir Türk olarak gururum sonsuz.
    Aynı gururu ama bu defa gözyaşları içinde, sizler gibi ulusunu seven birinin Avrupa gazetesinde çıkan beyanını okuduğumda yaşadım.
    “Throughout my whole life I have served my country, my flag, and now I have to hide my identity
    Abdullah, Former Turkish officer”
    Vatanı için canını vermeye hazır birinin politikaya kurban gitmesi çok üzücü.
    Her neyse, asıl konuya döneyim.
    Oturup bir çayla konuşma yerini RUHSAL telefon, RUHSAL kitap, RUHSAL sosyal medya aldı.
    Ziyaret edip arkadaşları görme yerini ekranlardaki RUHSAL görüntüleri aldı.
    Aynı şekilde canlı müzik yerini RUHSAL CD’lerden ve youtube’dan çıkan dalgalar aldı.
    Komşular arsında fıkra, kahve falı, espri dolu dedikodu yerine kağıtlar veya ekranlardaki RUHSAL dedikodu-haberler aldı.
    Önce ruhanilikten maddeciliğe dönüldü. Şimdi de başta Google, Amazon, Silicon Valley, Facebook, Microsoft, Apple, Yapay Zeka insanlığın tuttukları yanlış yoldan çıkaracak RUHANİLİĞİ savunmaktalar. Her zaman bütün yenilikleri cesaretle göğüsleyen siz İLERİCİ arkadaşlara ilk müjdeyi ben vermek istedim.
    Türkiye’de bulunan yeni enerji kaynağı fırıl fırıl dönen dervişlerden elde edilecek elektrik enerjisi. Erdoğan’ın emriyle Milli Eğitim Bakanlığı bu dönmelerin okulda ders olarak verilmesi kararını aldı.
    Hatta her yıl Konya’ya RUHANİLİKLERİNİ YENİLEMEK için dönmeye gelen binlerce yabancılara Türk vatandaşlığı verilecek. Bu ruhanilik avcı/devşiricileri de dönerek dervişleri takviye edecekler.
    Üzerinde ciddilikle durulan diğer bir sonsuz enerji kaynağı, özellikle bu site ve Türkiye’de çok yapılan, ve dünyanın her yerinde çok yaygın olan kıvırmalar. Bilim adamaları-kadınları, teknoloji adamları-kadınları kıvırmayı dönmeye çevirme üzerinde (İNŞALLAH!) kafa patlatmaktalar.
    ABD, AB, Japonya, Komünist Çin, Eski Komünist Rusya, Hala Komünist Kuzey Kore, Hindistan, İsrail, Singapur, Brezilya gibi başı elde tutanlar bu yenilebilir enerji kaynakları üzerinde ciddi araştırmalara başladı.
    Ne Mutlu Devrimci-Sağcı-Solcu-Marksist-Kemalist-Erdoğancı-Anarşist Türküm diyene.

  139. Yol Gösteren Körler

    Sayın Sağcı-Solcu-İlerici Arkadaşlar
    Bu sitede başkalarını hatalarını bulmak, gazete ve internet kaynakları yazılarıyla hataları ifşa etmek fena değil ama çok şüphe uyandırıcı.
    Bu site, kendi inançlarındaki devasa hataları görmemekten gelenler, son yüz yılda yaşanan felaketleri hiç duymamış gibi tavır takınanlar, kendilerini ve adına konuştuklarını mutluluğa, bolluğa, sağlığa kavuşturucu yalan ve sahte propagandalara körü körüne inananlarla dolu. Biri çıkıp bu sahtekarlık, yalancılık, cahilliğe işaret ettiğinde hemen sağcı-solcu Stalin-Napolyon köpekleri saldırıya geçiyorlar.
    Okuduğumuz salt tıp- sağlık sahtekarlığı üzerine yazılmış bir kitaptan bazı parçalarla sizleri kendinize daha yakından bakmaya davet ediyoruz.
    “Historically, humans have been at greatest risk while being improved in the best image of their possibilities, as seen by someone else.”
    Tarihin gösterdiği: insan, kişisel gelişme imkanlarını, kişinin kendisi değil, başkalarının hayallerine uyduğunda en büyük bir tehlike içine girer.
    “The scale of suffering brought upon the masses by Marxists is equalled only by the achievements of that other mass movement for the betterment of the nation’s economy and health, led by the National Socialist German Workers’ Party of the Third Reich. In both systems, ‘health’ was high on the agenda.”
    Marksistlerin insanlara çektirdikleri devasa ızdırap, ekonomik verimi yükseltme gibi benzeri ümitlerle yığınları harekete getiren NAZİ’ler tarafından gerçekleştirildi. Her ikisinde de başta gelen gündem ‘sağlık’tı.
    Bu sitede olumlu gözle bakılan “sağlık” pezevenklerinin bu felaketlerdeki rollerini bilen aşağıdakini söyler.
    ” The physician is not the servant of science, or of his race, or even of life. He is the individual servant of his individual patient, basing his decisions always on their individual interest.”
    Doktor ne bilime, ne ırka, ne de yaşama hizmet eden biridir. Kararını birey hastasının yararına uygun alan, birey hastasına hizmet eden, bir bireydir.
    “The record of the co-operation of the medical profession with the most brutal regimes throughout recent history is appalling The power vested in doctors is enormous: they make decisions about employ ability, fitness to marry and to have children, the right to have an abortion, the time a person is allowed to die, competence to enter into contracts, adopt children or rear one’s own children, or about incarceration in mental asylums. Their authoritarian judgement is sought on correct eating, sexual behaviour and the use of leisure time.”
    Doktorların yakın tarihte en gaddar rejimlerle işbirliklerinin kayda geçenler tiksindirici nicelikte. Doktorlara tanınan yetki sonsuz: iş bulma, evlenme ve çocuk yapma, çocuk düşürme, insanın ölüm zamanını seçmesi, diğer insanlarla temaslar, evlat edinme ve kendi çocuğunu yetiştirme, akıl hastanelerine mahkûm etmek. Nasıl doğru yemek yenilir, seks ve sevişme nasıl olmalı, eğlence zamanı nasıl geçirilmeli gibi konularda doktorların otoritesine, uzmanlığına başvurulur.
    Her neyse kitap bu tip kitapları okumayan, Nuh zamanından kalmış basmakalıp eleştirilerle kendini avutan, kendi hatalarını görmekten aciz Türk orta sınıflarından maaşı dolgunların huzurunu kaçırıcı bilgi ve istatistiklerle dolu.
    Başka dala atlarsak, bir bilim filozofundan alıntı.
    Fairytales
    Science, surely, was always in the forefront of the fight against authoritarianism and superstition. It is to science that we owe our increased intellectual freedom vis-a-vis religious beliefs; it is to science that we owe the liberation of mankind from ancient and rigid forms of thought. Today these forms of thought are nothing but bad dreams-and this we learned from science. Science and enlightenment are one and the same thing-even the most radical critics of society believe this. Kropotkin wants to overthrow all traditional institutions and forms of belief, with the exception of science. Ibsen criticises the most intimate ramifications of nineteenth-century bourgeois ideology, but he leaves science untouched. Levi- Strauss has made us realise that Western Thought is not the lonely peak of human achievement it was once believed to be, but he excludes science from his relativization of ideologies. Marx and Engels were convinced that science would aid the workers in their quest for mental and social liberation. Are all these people deceived? Are they all mistaken about the role of science? Are they all the victims of a chimaera?
    Bu uzun alıntının özeti: insanı özgürlüğe kavuşturacağı sanılan bilim günümüzde kendinin ne olduğunu da açıkladı: bir karabasan ve bilimle aydınlık aynı şey.
    Kropotkin, Ibsen, Levi-Strauss, Marx-Engels. Hepsi bilime gelince eleştirileri sona erenler.
    Hepsi aldanmış mı?
    Cevabımız, “EVET!” Bu site güzel bir örnek.
    Bu site, anarşistlik hoş görü kisvesi altında eski Stalinci yatırımlarının semeresini toplayan Zileli başta, faşistlik ve ırkçılık ruhlarını düşmanlarına yansıtan, kendi en derin varsayımlarını gözden geçirmekten korkan pısırıklarla dolu. Kendilerinin yaşadıkları bolluğu başkalarının isteği ederek bir çeşit şantajla geçinirler. Kim sefillik ve lağımlar içinde yaşamak ister? Kendi yaşadıkları lağımları görmeyen şantaj uzmanları, bu orta sınıflılar. Bu amaca varmak için bilim-kapitalizm vaaz vermeleri iğrendirici. Ama kapitalistler giderse kim bize eşyalar yaratıp dağıtacak? Bilim. İşte bu da bilimi bilmeden konuşan, yetiş ya hızırcı orta sınıf fırlamaların ikinci şantajı. Bu inançları yüzlerine vurulduğunda hemen saldırıya geçer bu son 30-40 yıl mantar gibi türeyen hayatından memnun, başkalarının hayatlarını kendilerine psikolojik terapiye çeviren orta sınıf çocukları.

  140. Anarşistlik ve İspanya

    Sayın İlericilikte Birleşen Yöntemde Ayrılan Sağcı-Solcu Arkadaşlar.
    İspanya’da uzun bir süre yaşadığım için İspanya-Türkiye arasındaki ilişkilerin bu sitede reklamı yapılan ilişkilerden çok daha derinlere indiğini her praksis hayranı solcu gibi “yaşayarak “öğrendim. Hatta bu sitede reklamları yapılan olaylarda yer alan hayli arkadaşlarım oldu. Çoğunun çocukları uluslar arası pazarlama, işletme, iletişim gibi dallarda uzman olup anne babalarının izlerinden ileriye doğru yol aldılar.
    Ben size bu reklamları yapılanların büyük büyük dedelerinin sizlere ne kadar benzediklerini açıklayacak ve olmuş bir olaydan söz edeceğim.
    Olay, Türk dahilere göre hiç var olmamış, milyonlarca kitapta var olan vahşi çıplaklarla bu büyük büyük dedeler arasında geçer.
    Olay, zamanımızda artık herkesin içinde yaşadığı veya yaşayacağı vaat edilen yeryüzü cennetin gökyüzünden yere inmesinden, elmanın sarışın mavi gözlü Newton’un kafasına düşmesinden, biraz önce olur. Newton kadar dünyayı etkileyen büyük denizci, amiral Kristof Kolomb, İspanya Çok Katolik pez*venk kralı ve İspanya Çok Katolik or*spu kraliçesi adına Hindistan’a ve hala yürürlükte olan gökyüzü cennetine varmak için yola çıkar.
    Kolomb zamanında yer ve gök coğrafyacılarının hesaplarına göre Allah cenneti günümüz Arap Emirlikleri yakınında bir yerde yaratmış. Biliyorum, okullarda, sizin gibi laik ve safsatalara inanmayacak kadar cin olan Türklere bu öğretilmemiştir. Olsun.
    Tahmin edeceğiniz gibi, Kolomb bir süre sonra yeni bir kıtaya eriştiğini anlar ve ardından zamanımızdaki gibi açlık, sefalet ve baskı altında yaşamış olanlar, yeni kıtaya giderek yaşadıkları hayatı gittikleri yerlerde buldukları insanlara uygularlar. Gaddarlık, kırım, kıyım sonsuz artar. Sizin durmaksızın istediğiniz bolluktan yararlananlar arasında, Las Casas hariç, hiç kimsenin sesi yükselmez.
    Tabii sizlere benzerler de var. Bunlar aydınlığa kavuşmamış çıplak vahşilere ahlak, din, okuma yazma ve benzeri çok yararlı şeyler öğretip ıslah etmeye çalışan iyi kalpli işgüzarlar. Çıplak vahşilerin gözlerini açmak, bilinçlendirmek isteyenler. Aralarında dahi Necip’e benzeyenler, bunun kendilerine iyilik etmek, düzensiz hayatlarını düzen getirmek için yapıldığını anlatanlar da çıkar. (Bakınız, The Good Shepherd Francisco Davila’s Sermon To the Indians of Peru (1646) ) Unutmayın arkadaşlar, bunlar, “Akıl Devri”nin, her türlü alçaklığı bilim ve akılla anlatmayı becerenlerin ön akıncıları. Size çok benzerler, hiç biri “bunlar şimdiye kadar bizsiz işi idare etmişler, belki biz çözüm değil, sorunuz” diye düşünmez.
    Gaddarlık haberleri or*spuyla pez*vengin kulağına varır. İşte burada daha derinler varan İslam-Türkiye-İspanya bağı satha çıkar.
    Or*spuyla pez*venk daha yeni k*çlarına tekme attıkları Müslümanlardan sizin ustalığınız temelini teşkil eden “kıvırma” taktiğini öğrenmişlerdi: Allah Rahim.
    Bazı uyarılar ve yan bilgiler.
    Lütfen bunu Arapça okuyun, aksi halde Erdoğan kulaklarınızı çeker.
    Ortada daha henüz iktidarı anne rahmine bağlayan Necip de yok.
    Dahiler ve bilgi küpleriyle dolup taşan bu sitedekiler aynı zamanda medya ve sosyal medya ve televizon iletişime gibi dobra dobra açıklamalara alışkın olduklarını, incelikleri sevmez ve anlamazlar korkusuyla konuyu bir fıkrayla açıklamak istedim.
    Her yaz “tatile” giden milyarlarca üretici-tüketici koyunlara Allah da katılır. Tavsiye için bir seyahat acentesine gider. Kendine ineklerin en çok dünyaya gittikleri, çok popüler olduğunu söylerler. Allah,”Yok, ben oraya 2 bin yıl önce gittim, bir Yahudi kızla bir numaram oldu, hala dedikodusunu yapıyorlar” der.
    Her neyse. Rahimden çıkıp asıl konuya dönelim.
    Or*spuyla pez*venk üstün beyaz ırktan olanları, yani siz Türkler gibi ama tam değillerin, vahşi çıplakların topraklarını gasp etmeden önce nedenlerini açıklamaların buyururlar. Or*spuyla pez*venk, bu davranışlarıyla diğer sıradan kalabalık yaratan İspanyollar’dan çok daha yüksek zekalı, çok daha ilerde henüz “Akıl Devri”nde olduklarını sergilerler.
    İşte okunacak metin:
    Allah dünyayı oğlu İsa’ya, İsa (TZM Peter’e benzeyen) Peter’e, Peter Kilise’ye, Kilise de or*spuyla pez*venge bırakmış. Bunu duyan daha sizler gibi aydınlanmamış, akıl ve rasyonel devrini yaşamamış, hatta okuma yazma biile bilmeyen çıplak bir vahşi, “Allah’ınız bize danışmadan toprağımızı size verdiğinde galibasarhoşmuş”
    Bakın şu Marks’ı, Bakunin’i, İspanyol Anarşistleri, Gün Zileli’yi, Necip’i, Hobbes’ı duymadan konuşan çıplak vahşinin ettiği halta.
    Akılcılıktan önce de sonra da bunu söyleyene ne yapıldığını bilmek için sizler gibi dahi olmak gerekmez. Ne de akılcılıktan önce ve sonra bolluk ve zenginlik peşinde koşanların birbirlerini boğazladığı değişti, ama olsun, sizler gibi dahilere, çıplak vahşilerin yerini alan okuma yazma bilmeyenlere yazılı akıl verme işi çoğaldı.
    Düzeni elinde tutanların en derin sırrı: keep them busy!

  141. Anonim

    ‘Sizin son 50-60 yıl içinde çıkan antropoloji kitaplarının milyonda birini okumadığınız sonsuz belli.’

    LİSTE:

    Jacques Ellul – ‘Sözün Düşüşü’ & ‘Technological Society’

    Alain Testart – ‘Le Communisme Primitif’

    Johan Huizinga – ‘Homo Ludens’

    Günther Anders – ‘The Obsolescence of Man – On the Destruction of Life in the Epoch of the Third Industrial Revolution’

    Fredy Perlman – ‘Against His-Story, Against Leviathan’

    Samuel Noah Kramer – ‘History Begins at Sumer’

    Marshall Sahlins – ‘Stone Age Economics, Age of Abundance’

    Marshall Sahlins – ‘The Western Illusion of Human Nature’

    Jacques Cauvin – ‘The Birth of the Gods and the Origins of Agriculture’

    Stanley Diamond – ‘Searching for the Primitive’

    Chuang Tzu – ‘The Complete Works’

    Pierre Clastres – ‘Society Against State’

    Pierre Clastres – ‘Archeology of the Violence’

    Tim Ingold – ‘Hunters, Pastoralists and Ranchers’

    Eduardo Viveiros de Castro – ‘Images of Nature and Society in Amazonian Ethnology’

    Michael Taussig – ‘The Devil and Commodity Fetishism in South America’

    Richard Borshay Lee & Irven DeVore – ‘Man the Hunter’

    Philippe Descola – ‘The Ecology of the Others’

    Hans Peter Duerr – ‘Dreamtime, Concerning the Boundary between Wilderness and Civilization’

    Henri Frankfort – ‘The Birth of Civilization in the Near East’

    Jean Bottero & Clarisse Herrenschmidt & Jean Pierre Vernant – ‘Ancestor of the West, Writing, Reasoning, and Religion in Mesopotamia, Elam, and Greece’

    Christopher Hill – ‘The World Turned Upside Down’

    Ernst Bloch – ‘La Philosophy de la Renaissance’

    Max Horkheimer – ‘Les Débuts de la Philosophie Bourgoise de l’Histoire’

    Crawford Brough Macpherson – ‘The Political Theory of Possessive Individualism: From Hobbes to Locke’

    Richard Henry Tawney – ‘Religion and the Rise of Capitalism’

    Karl Paul Polanyi – ‘The Great Transformation’

    Fernand Braudel – ‘Civilization and Capitalism’ & ‘La Dynamique du Capitaisme’

    Deirdre N. McCloskey – ‘The Secret Sins of Economics’

    Immanuel Wallerstein – ‘Utopistic’

    Christopher Lasch – ‘The Culture of Narcissism – American Life in an Age of Diminishing Expectations’

    Jacques Camatte – ‘The Wandering Humanity’

    Guy Louis Debord – ‘Society of the Spectacle’

    Richard T. Drinnon – ‘Metaphysics Indian Hating & Empire Building’

    Lewis Mumford – bütün kitapları

    Mircea Eliade – bütün kitapları

    Sven Lindqvist – ‘Exterminate All the Brutes’

    Norman Rufus Colin Cohn’un eski kitabı ‘The Pursuit of the Millennium: Revolutionary Millenarians and Mystical Anarchists of the Middle Ages’ ve daha yeni kitabı, ‘Cosmos, Chaos and the World to Come – The Ancient Roots of Apocalyptic Faith’

    Ivan Illich – ‘Rivers North of the Future’

    José Ortega Y Gasset – ‘The Revolt of the Masses’

    Elias Canetti – ‘Crowds and Power’

    Samuel Butler – ‘Erewhon or, Over the Range’ & ‘Erewhon Revisited Twenty Years Later, Both by the Original Discoverer of the Country and by His Son’

    John Zerzan – ‘Future Primitive and Other Essays’ & ‘Against Civilization – Readings and Reflections’

    Étienne de La Boétie – ‘The Discourse on Voluntary Servitude, or the Against-One’

    James C. Scott – ‘The Art of Not Being Governed: An Anarchist History of Upland Southeast Asia’

  142. Anonim

    http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/suriyede-savas-buyuyor-sark-kurnazligi-degil-anti-emperyalist-sark-politikasi

    “Çelişkilerle dolu Ortadoğu içinde AKP’nin izlediği “derin strateji” her geçen gün başka bir duvara tosluyor. 2011’de Arap devrimi patlak verince bir Müslüman Kardeşler (İhvan) koalisyonunun başında Sünni dünyanın önderi olma hayaline kapılan Tayyip Erdoğan’ın, 2013’te Mısır’da İhvan’ın bir darbe ile devrilmesi sonrasında Rabiacılık hattında bu yüzden ısrar ettiği biliniyor. Ama Erdoğan ve AKP 2015 başından, yani Kral Salman’ın başa geçmesinden beri, aynı zamanda Vahhabi’lerle sıkı bir ilişki kurdu. Oysa Vahhabi Suud, Erdoğan’ın Rabiacılığının çimentosunu oluşturan İhvan’a düşmandı, Mısır operasyonunda ana rol onundu. İki Sünni güç Şii İran’a karşı birlikte konumlandı. Ama gel gör ki, Sünni kampın içinde derin bir çatlak Suud ile İhvan taraftarı Katar’ı boğaz boğaza getirmiş bulunuyor. Erdoğan ve AKP stratejik olarak İhvan’a bağlandığı için seçimini Katar’dan yana yaptı. Bu ne demek? Katar krizi tatlıya bağlanmazsa, Suud ile yeniden barışmak çok güç demek. O zaman şu sonuç doğuyor: AKP, nasıl ABD-AB ikilisiyle gerilimler yaşadığı için bir ara iyice Rusya’ya sığındı, şimdi de Suud ve Mısır’a karşı muhtemelen İran’a yanaşacak. Kendi içinde bir sorun yok bunda. Yalnız insan Rabiacılığı, yani Sünni dünyanın lideri olma amacını Şii İran’da ararsa, buna nasıl bir strateji denir bilinmez!”

  143. Anonim

    Gün Bey
    Niçin gitti yorumlar?

  144. Gün Zileli

    işte onu bir bilebilsem!

  145. Necip

    Sunu anliyorum: Siz cok –ama, ziyadesiyle, cok– okumussunuz.

    Bunu bir tur iltifat seklinde soylemis olmagi gercekten isterdim; ama, diyemiyorum.

    Cunku, bunca okuma sonucunda, dimag berrakligi (clarity of mind) zedelenmesi ile malul olmussunuz, bence.

    Bunu gercekten, samimi olarak, uzucu buluyorum.

    Mesela, kadin-tarim iliskisi konusunda, o ‘uzman’ demis bu ‘hazret’ buyurmus diyerek, ‘itiraz edilemez dogrular/tespitler’ oldugunu ima ediyorsunuz.

    Halbuki, butun o ‘uzman’/’hazret’ filan –her kimse onlar–, her birinin yaptigi seyin aslinda ‘gecmise yonelik kehanet’lerde bulunmak oldugunu iskaliyorsunuz.

    Bir de, arkeoloji, paleontoloji, antropoloji filan gibi calisma alanlarini (fields of study) cok fazla onemsiyorsunuz.

    Bunlar, in the final analysis, katiplik isi gorurler: Suradan buradan elde edilen birkac ‘buluntu’nun, birkac ‘numune’nin (‘data point’in) kayitlara gecirilmesi isi..

    Yani, evet, katiplik –a glorified record keeping.

    Bu ‘buluntu’ ve ‘numune’ler birer aksiyom ya da postulat degil; uzerinde konusmak icin, ilgilisi veya meraklisi icin birer ilham kaynagidir sadece.

    Ve, evet, bu ilhamlarla, ‘uzman’lar/’hazret’ler, ‘gecmise yonelik kehanet’lerde bulunurlar.

    Bu ‘uzman’lara/’hazret’lere biat etmisseniz, dediklerini itiraz edilemez dogrular/tespitler olarak kabul edebilirsiniz.

    Bu sizin ozgurlugunuzdur; ama, benim boyle imani^ takintilarim yok malesef.

    Sozkonusu ilhamlardan ve onlarin turevlerinden faydalanabiliyorsam, amennna; ama, sadece o kadar.

    Kadin-tarim filan gibi konularda, mesela, sayisi kac olursa olsun, ‘uzman’lar/’hazret’ler ne demislerse desinler, altinda yatan (underlying) bilginin yetersizligini dikkate alir, bunlarin hepsine kisisel kanaat olarak bakarim.

    Simdi gelelim sizin su garip mantiginiza..

    Galiba sizi ve benim ‘mutlak’tan anladigimiz sey cok farkli.

    Ben, ‘iktidar her yerde vardir’ dedigim zaman, ‘iktidar’in mutlak oldugunu soylemiyorum.

    Mutlak olmasi icin, her yerde hep ayni –degismez– olmasi gerekir.

    Halbuki, bir benzetme yapacak olursam, ‘iktidar’in ‘atmosfer’ gibi oldugunu soyleyebilirim.

    Yani, dunya uzerinde, her yerde var; ama, deniz kenarinda daha kesif ve nemli, dag basinda ise daha seyreltik ve kuru. Dahasi, bu, yani, ‘atmosfer’, degisik cografyalarda da farklilik gosterir.

    Kisasi, her yerde vardir; ama, ‘mutlak’ filan degildir.

    ‘Iktidar’ kavrami da oyledir.

  146. Necip

    “Necip bunlara ne der?”

    🙂

    Ne diyecek: ‘La havle’ tabii ki.

    Birincisi, ben ‘liberal’ degilim.

    ‘Devlet kuculsun de yerine ozel mulkiyet tekelleri gecsin’ diyenlerden degilim.

    Ote yandan, ‘bedava hizmet’ konusunda da dikkatli olmak gerektigini dusunuyorum.

    Cunku, topragi bol ola, Antoine Lavoisier emmi, ‘kapali bir sistemde ne yaparsaniz yapin, kutle sabit kalir’ der. Yani, ‘hicbir sey yoktan var edilemez, varken de yok edilemez; cok olsa, baska bir forma ya da enerjiye donusur’.

    ‘Bedava hizmet’ konusuna bu acidan bakarim: Yani, ‘bedava hizmet”in bedeli baska bir yerden karsilnmak zorundadir.

    Bu zorunlulugun bir kismina itiraz etmem. Mesela, herkesin kullandigi suyun saglikli olmasi icin yapilan masraflar. Hava kirliligini gidermek icin yapilan yatirimlar vb vs.

    Ama, abartmamak lazim.

    Mesela, bayramlarda filan, toplu tasimanin bedava olmasina karsiyim. Cok cuzi bedelli ya da bedelsiz saglik (ya da egitim –temel egitim haric) hizmetine de karsiyim.

    Cunku, bunlar –bu tur seyler–, kendi taleplerini uretiyorlar ve suistimale cok acik.

  147. Necip

    Ne zaman anne-babama bir arkdasimdan bahsetsem, bana arkadasim hakkinda soru sormak yerine, onun anne-babasinin ne is yaptigini soruyorlar“..

    Buradaki bazi arkadaslarimizin, benim dediklerim yerine, beni tahlil etmekteki israrlarina baktigimda, hep bu anekdot aklima geliyor.

  148. Necip

    “Eğer Necip zahmet edip G. Zileliye bir makale bile yazmak için yaptığı araştırmada başvurduğu belgeler sayısını sorsaydı size araştırma hakkında yazdıklarından utanırdı.”

    Ben, ogrencisine odev verip, cikan sonucu –numerik sayilacak bir sekilde– bir not ile takdir eden bir ogretmen degilim.

    Emek baglaminda ‘fetisim’lerim de yok benim.

    Ortaya cikan ‘eser’i (ya da daha iyisini), ben ya da bir baskasi, daha az emekle gerceklestirebiliyorsa, sirf ‘cok emek harcanmis’ diye, kutsayanlardan degilim.

    Son olarak, ortaya cikan ‘eser’in ne ise (ve ne kadar) yaradigi sorusu var.

    Benim asil degerlendirme kriterim budur.

  149. BEN, BEN, BEN

    “5 Necip, 6 Necip, 7 Necip” Blues
    “7 Necip” ne der?
    “ben buyum”, “ben şuyum “.
    Diğer yazıları “ben buna inanıyorum”, “ben şuna inanıyorum” laflarıyla dolu. Hafızladığı dandik binlerce yıl tekrarlanmış basmakalıp fikirleri tekrar eder, fikirlerini verdiği örneklerle ispat eder. Kendine benzeyen bir sofu bana “eşcinsellik sadece domuzlarda var, o halde doğal değil”, dedi. Bu da, Müslüman “ispat”ı. İspat alanı içinde, örnekler, sadece ve sadece varlığı doğru kabul edeni çürütmede kullanılır. Aksi halde sadece anlamaya yardım eder, açıklık getirir. Örnek mi? Lavoisier amcası. Necip, lafı edilen sistemin, kapalı sistem olduğu hapını yutmuş, sadece bunu açıklar! En büyük şaşkınlığı verdiği örneğin ispat etmek istediğini varsaydığını açıklamakta. Kendisi bunu göremez. Kapanmış kalmış.
    Ama bankasındaki parayı nasıl olsa sadece el değiştiriyor, yok olmuyor diye etrafta dağıtmaz!
    Necip, tüm şaşkınlığına rağmen istkrarlı: Kapalı beynindeki aynı şey değişik laflarla dışarı çıkar, ama aslı, özü hep aynıdır. O halde, dünya düzeni de kendi beyni gibi kapalı. Q.E.D.
    Modern bilim bilgisi hakkında bilgisi sıfır. Ya yarın kapalı sistemde kütle sabit kalmazsa ne olacak? Necip, Lavoisier amcasını, kendini doğru yoldan saptırdığı için mahkemeye verecek! Fransa’dan tazminat almak için kovboy Erdoğan amcasını devreye sokacak. Erdoğan amcası daha zeki olduğundan, dünyanın kapalı sistem olduğunu, bir b*k yiyemeyeceğini bildiğinden işi, iş uzatma uzmanları bürokratlara tahvil edecek. Mavi Marmara olayında İsrail’e karşı “Bir Türk bin b*ka bedeldir” ispatını hatırlayan bürokratlar, Necip’i meşgul edip ağzına emzik koyarlar.
    Daha da kötüsü, fizikteki gelişmelerden habersiz. Kuantum fiziğinde vardan yok olma, yoktan var olmanın mümkün olduğunu bilmeyen Necip, “cahillik mutluluktur” ilahileriyle, kendini avutur, iş başı eder. Necip, Noether teoreminin korunma ilkelerinin sınırlarda geçerli olmadığından da habersiz. Ne de mutlak sandığı “korunma kanununun”, ” En Az Eylem İlkesiyle” de, yani sevdiğim ve defalarca savunulan tembellikle açıklanabileceğini duymuş. Kısacası teorilerin değişik yorumları olabileceğini bilmiyor. Necip temelde Allahçı ve mutlakçı.Kendisi nasıl fikirleriyle aynıysa, teorilerden anladıklarının mutlak olduğunu sanıyor.
    Necip her şeyi mutlaklaştırıp fetiş eder ama “emek”i solcu-devrimci-anarşist-marksist-leninist enayiler fetiş ettikleri için, o fetişi reddeder.
    “6 Necip” de isikrarlı:” Ne yersen, o olursun” atasözünü düşünün. Kendiyle fikirleri arasında fark kalmamış. Gülmeyi sevdiğim için saçmalıkları taklit etmekten kendimi alamam. Amcası ne demiş? Necip+ fikirleri kapalı bir sistem! Necip, fikirleri olur; fikirleri, Necip olur, ama bu seyri seyreden hep aynı şeyi görür.
    “7 Necip” Ben, ben, ben, ben der ama dediklerinin benlerden oluşuğunu görenlere itiraz eder. Necip “dünya böyle gelmiş böyle gidecek” der ama “dünya böyle gelmemiş olabilir, böyle gitmeyebilir” diyenlere “siz BENden sonsuz daha çok bilimsel konuşuyorsunuz” diyeceğine, işi sidik yarışması BENlik spor sahasına sokar, aynı ilahileri değişik laflarla şakırdatır.
    Gün Zileli de bir türlü bazı konularda cahillik ettiğini bir türlü kabul etmez. Zaten bu site cahil, hiçliklerini haklı olarak bir türlü (Sayın yazarçizer dilbilgisi uzmanı Zileli, “hazm edemeyen” değil!) hazmedemeyen, İSPANYOL ama anarşist olmayan Ortega y Gasset’in asi yığınları, TZM PETER müminlerin sevgilisi, Canetti’nin “Crowds and Power” kitabında tasvir ettiği sefil “BEN”lerin en mükemmel örneği bir site.
    Necip, eserlerin hangi sorulara yol açtığını bilmez, “yol açtığını” bilir. Lafla peynir gemisini yürütür. Necip bir evliya ama kapalı sisteme kapanmış, ancak dışarıdan bakan görür.

  150. Dedikoduyla Saklananlar

    Sayın Sağcı-Solcu-İlerici Arkadaşlar
    Bu sitede başkalarını hatalarını bulmak, gazete ve internet kaynakları yazılarıyla hataları ifşa etmek fena değil ama çok şüphe uyandırıcı.
    Bu site, kendi inançlarındaki devasa hataları görmemekten gelenler, son yüz yılda yaşanan felaketleri hiç duymamış gibi tavır takınanlar, kendilerini ve adına konuştuklarını mutluluğa, bolluğa, sağlığa kavuşturucu yalan ve sahte propagandalara körü körüne inananlarla dolu. Biri çıkıp bu sahtekarlık, yalancılık, cahilliğe işaret ettiğinde hemen sağcı-solcu Stalin-Napolyon köpekleri saldırıya geçiyorlar.
    Okuduğumuz salt tıp-sağlık sahtekarlığı üzerine yazılmış bir kitaptan bazı parçalarla sizleri kendinize daha yakından bakmanız için aktarıyorum.
    “Historically, humans have been at greatest risk while being improved in the best image of their possibilities, as seen by someone else.”
    Tarihin gösterdiği: insan, kişisel gelişme imkanlarını, kişinin kendi kendisine değil, başkalarının hayallerine uyduğunda en büyük bir tehlike içine girer.
    “The scale of suffering brought upon the masses by Marxists is equalled only by the achievements of that other mass movement for the betterment of the nation’s economy and health, led by the National Socialist German Workers’ Party of the Third Reich. In both systems, ‘health’ was high on the agenda.”
    Marksistlerin insanlara çektirdikleri devasa ızdırap, ekonomik verimi yükseltme gibi benzeri ümitlerle yığınları harekete getiren NAZİ’ler tarafından gerçekleştirildi. Her ikisinde de başta gelen gündem ‘sağlık’tı.
    Bu sitede olumlu gözle bakılan “sağlık” pez*venklerinin bu felaketlerdeki rollerini bilen aşağıdakini söyler.
    ” The physician is not the servant of science, or of his race, or even of life. He is the individual servant of his individual patient, basing his decisions always on their individual interest.”
    Doktor ne bilime, ne ırka, ne de yaşama hizmet eden biridir. Kararını birey hastasının yararına uygun alan, birey hastasına hizmet eden, bir bireydir.
    “The record of the co-operation of the medical profession with the most brutal regimes throughout recent history is appalling The power vested in doctors is enormous: they make decisions about employ ability, fitness to marry and to have children, the right to have an abortion, the time a person is allowed to die, competence to enter into contracts, adopt children or rear one’s own children, or about incarceration in mental asylums. Their authoritarian judgement is sought on correct eating, sexual behaviour and the use of leisure time.”
    Doktorların yakın tarihte en gaddar rejimlerle işbirliklerinin kayda geçenler tiksindirici nicelikte. Doktorlara tanınan yetki sonsuz: iş bulma, evlenme ve çocuk yapma, çocuk düşürme, insanın ölüm zamanını seçmesi, diğer insanlarla temaslar, evlat edinme ve kendi çocuğunu yetiştirme, akıl hastanelerine mahkûm etmek. Nasıl doğru yemek yenilir, seks ve sevişme nasıl olmalı, eğlence zamanı nasıl geçirilmeli gibi konularda doktorların otoritesine, uzmanlığına başvurulur.
    Her neyse kitap bu tip kitapları okumayan, Nuh zamanından kalmış basmakalıp eleştirilerle kendini avutan, kendi hatalarını görmekten aciz Türk orta sınıflarından maaşı dolgunların huzurunu kaçırıcı bilgi ve istatistiklerle dolu.
    Not: Yazan doktor.
    Başka dala atlarsak, bir bilim filozofundan alıntı.
    “Fairytales
    Science, surely, was always in the forefront of the fight against authoritarianism and superstition. It is to science that we owe our increased intellectual freedom vis-a-vis religious beliefs; it is to science that we owe the liberation of mankind from ancient and rigid forms of thought. Today these forms of thought are nothing but bad dreams-and this we learned from science. Science and enlightenment are one and the same thing-even the most radical critics of society believe this. Kropotkin wants to overthrow all traditional institutions and forms of belief, with the exception of science. Ibsen criticises the most intimate ramifications of nineteenth-century bourgeois ideology, but he leaves science untouched. Levi- Strauss has made us realise that Western Thought is not the lonely peak of human achievement it was once believed to be, but he excludes science from his relativization of ideologies. Marx and Engels were convinced that science would aid the workers in their quest for mental and social liberation. Are all these people deceived? Are they all mistaken about the role of science? Are they all the victims of a chimaera?”
    Bu uzun alıntının özeti: insanı özgürlüğe kavuşturacağı sanılan bilimin ne olduğu günümüzde açığa çıktı: karabasan ve bilimle aydınlık aynı şey.
    Kropotkin, Ibsen, Levi-Strauss, Marx-Engels. Hepsi bilime gelince eleştirileri sona erenler. Allah’a karşı çıkılmaz.
    Hepsi aldanmış mı?
    Cevabımız, “EVET!” Bu site güzel bir örnek.
    Bu site, anarşistlik hoş görü kisvesi altında eski Stalinci yatırımlarının semeresini toplayan Zileli başta, faşistlik ve ırkçılık ruhlarını düşmanlarına yansıtan, kendi en derin varsayımlarını gözden geçirmekten korkan pısırıklarla dolu. Kendilerinin yaşadıkları bolluğu başkalarının istediği yarsayarlar. Ama neden istemek zorunda kaldıklarına değnmezler. Saldırana şantaj yaparak huzura varırlar. Kim sefillik ve lağımlar içinde yaşamak ister? Bunlar, kendi yaşadıkları lağımları görmeyen şantaj uzmanı orta sınıflılar. Bu amaca varmak için bilim eksi kapitalizm vaazleri iğrendirici. Ama kapitalistler giderse kim bize b*k üretip yaratıp dağıtacak? Bilim. İşte bu da bilimi bilmeden konuşan, yetiş ya hızırcı orta sınıf fırlamaların ikinci şantajı. Bu inançları yüzlerine vurulduğunda hemen saldırıya geçer bu son 30-40 yıl mantar gibi türeyen hayatından memnun, başkalarının hayatlarını kendilerine psikolojik terapiye çeviren orta sınıf çocukları.

  151. Aşağılık Duygusu Ve Dahilik

    Sözcükler, Tanımlar, İspatlar Saplantısı
    Vereceğim örneğin en güzeline Afrika’da rastladım. Bir benzin istasyonundaki levhada “kapalı olduğumuz için, kapalıyız”, yazılıydı.
    Bunu, bu sitedeki Batı’lı olmak için k*çlarını yırtan G. Zileli, Necip, TZM müminleri ve diğer ırkçılar görse ne derler?
    “Afrikalı, efendim, ilkel çıplak vahşilikten daha dün çıkmışlardan başka ne beklenir ki!”
    Yok, ama ‘ The Principia Mathematica’ eserini yazan Alfred North Whitehead ve Bertrand Russell görse ne derler?
    “bunu yazan matematik ve mantığın özünü anlamış” derler.
    Örneğim:
    1. Evren nokta ve doğrulardan oluşmuştur.
    2. Sadece ve sadece 3 kırmızı ve 3 beyaz noktalar vardır.
    3. Doğrular sadece ve sadece aynı renkten olan noktaların birleşmesiyle olur (büyük dahi Necip’in büyük lafı “yerçekimi” gibi bir kuvvetten dolayı).
    4. Kırmızı noktaları birleştiren doğrulara “kırmızı doğru”, beyaz noktaları birleştiren doğrulara “beyaz doğru” denilir.
    Be evrendeki her kırmızı doğru, bütün beyaz doğrulara paraleldir.
    Böyle buyurdu Necip.
    Sanırım Necip’te bunu anlayacak zeka yok ama, olsun.
    Necip, iktidarı anne rahmi ve doğuş, yetmeyince de, daha henüz insanların çocuk doğmasında erkeklerin rolünü bilmedikleri zamanlardaki, babayı katar.
    Günter Grass bir romanında bu devirde erkeklerin kafaları G. Zileli ve Necip gibi şişmesin diye kadınların bu gerçeği erkeklerden sakladıklarını ileri sürer.
    İnşallah Necip Grass’ın esprisini anlar.
    İktidar’ın bu tanımından yola çıkan Necip, doğal olarak, çocuk doğmayan toplum olmadığından, iktidarını her zaman, her yerde görür. Biraz sonra, bu ilk çocuk bakımı iyiliğini eline geçiren her canlı varlık iktidar olur. Kendine gülmek için uydurduğum her doğuma neden olan güneş ve her varlığa neden olan “big bang”le evlenen zerrelerin iktidarının kendine daha yaralı olacağına işaret ettiğimde esprimi anlamaz. Ne de dar ve kısıtlı görüşünü genişlettiğim için teşekkür eder.
    Necip en azından Kuhn’u okumuş olsaydı, doğal bilimlerle sosyal bilimler arasındaki farkı bilirdi. Necip, “a priori” bilgilerle “a posteriori” bilgiler arasındaki farkı bilmeyen bir dahi. Necip, “Analytic–synthetic” öneriler arasındaki farklı bilmeyen bir dahi. Necip, “Rationalism vs. Empiricism” kafa şişirmeleri bile bilmeyen bir dahi. Necip doğa bilimleriye mantık ve matematik bilgiler arasındaki farkı bilmeyen bir dahi. Dahilik kolay olmamalı.
    Ticarette kazanan, sosyal bilgiler tartışmasını kaybedermiş.

  152. Necip

    “Ticarette kazanan, sosyal bilgiler tartışmasını kaybedermiş.”

    Bunun sonuclarinin ne kadar korkunc oldugunu gormek icin, ‘ticarette kazan’digi halde, ‘sosyal bilgiler tartışmasını kaybe’ttiginden dolayi, omur boyu sefalete mahkum olmus milyonlarca insana bakmak yeterlidir.

  153. Anonim

    Gökten indirildigi söylenen kitaplara göre dunyayi duzenlemeye Fundemantalizm yada dincilik deniyorsa, gökten indirildigi söylenen bir kitabta yazan mirasa dayanarak baskalarinin ulkesi uzerinde Devlet kuran israil i , yikmak her sekuler laik in ilk gorevi olmalidir.Dunyanin en kapsamli laiklik sekulerlik mucadelesi bu olmalidir.

  154. Anonim

    Fikirlerle (ve fikirlerin de gerisinde o fikirleri ortaya çıkaran koşullarla) değil kişilerle uğraşan ruh hastası (/hastaları) nın fikirleri yanlış. (Buna da neden olan koşullar düşünüldüğünde bu da son derece doğal. Ruh hastalığı yerine koşulların neden olduğu bir hastalık demek daha doğru olur.)

    Şimdi buna da “Sen şöylesin, Necip böyle, falan öyle, bu sitedekilerin %99’u, dünyadakilerin yüzde bilmem kaçı böyle…” diye cevap verecek(ler) kesin.

    İkinci Dünya Savaşının sonunda Nazileri yenip Almanya’ya giren ABD’liler “Yahudileri öldürdünüz” deyince onlar da “Siz de Kızılderilileri öldürdünüz” demiş.

  155. jet hafiye

    necip, görüntü olarak nasıldır?
    bir kere şişmandır. kısa boylu, kel kafalı, gözlüklü, küçücük elleri ve ayakları olan biridir.
    kışın, boz takım elbiseler giyer, yaz gelince kot pantolonunu, penye tişörtünü tercih eder. sevdiği renkler, sarı, mavi ve gridir.
    böyle birini görürseniz bana haber verin.

  156. Necip

    “Necip en azından Kuhn’u okumuş olsaydı,”

    Yahu, o muydu?

    Gecen gun kapiya birisi geldi: ‘Abi, senin nefesin kuvvetliymis; beni bi okur musun’ dediydi..

    Ben de, meczubun birisi diyerek; gonderdim..

    Ayip olmus.

    Okusa miydim; ne? 😉

    “doğal bilimlerle sosyal bilimler arasındaki farkı bilirdi. Necip, “a priori” bilgilerle “a posteriori” bilgiler arasındaki farkı bilmeyen bir dahi. Necip, “Analytic–synthetic” öneriler arasındaki farklı bilmeyen bir dahi. Necip, “Rationalism vs. Empiricism” kafa şişirmeleri bile bilmeyen bir dahi. Necip doğa bilimleriye mantık ve matematik bilgiler arasındaki farkı bilmeyen bir dahi. Dahilik kolay olmamalı.”

    Once su temel tespitleri yapmak lazim: Ziraatte ve sanayide, isler mekan kadar genisler. Burokraside ve akademiyada ise, zaman kadar genisler.

    ‘Bos eller seytana calisir’ derler ya: Sosyal bilimcilerde bu, yeni kategoriler bulmak, alt kategoriler peydahlamak seklinde tezahur eder.

    Bu bihude faaliyetleri ciddiye almanin en buyuk tehlikesi kafayi siyirmaktir.

    Budur, ‘her kim ki olur bu sirra mazhar’ dedikleri:

    Emr-i bil akil; nehy-i anil sosyal/doga bilimler.

  157. Gün Ağabeyimiz Önünde, Biz Arkasındayız

    15 Anonim 8 Temmuz’un Arkasındayız!
    Biz Türkler sadece “Sen şöylesin, Necip böyle, falan öyle, bu sitedekilerin %99’u, dünyadakilerin yüzde bilmem kaçı böyle…” demekle kalmayız.
    Derinler iner koşulları buluruz. Dünyadaki derinlere inen, derin koşulları bulan Türk sayısını bilmeyenler seslerini kesse fena olmaz.
    Gün ağabey, sen sık sık derinlere inen biri olarak bu ukalaya bir derinlik dersi versen hiç fena olmaz. Marks’dan bu yana biz bütün Türkler koşulların ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Marks çok derinlere indi, koşulları buldu ve bu sayede Bolşevikler Dünyanın En Büyük Devrimin’i yaptılar. Gerçi b*ku çıktı ama olsun. Biz, orta sınıf genç dinamik askerleriz. Hak yolundan şaşmayız. Hak yolu dincileri gibi en derin yerlerde (siz benden iyi bilirsiniz, Murky’nin hocası Hergele’ye göre en derin yer = en yüksek yer = gökyüzü) boğulmadan yüzeceğiz.
    Bakın, “15 Anonim 8 Temmuz” derin düşünür arkadaş derinlere inmiş ve derin buluşlar yapmış:
    En azından, ABD’liler “Yahudileri öldürdünüz; Almanlar “Siz de Kızılderilileri öldürdünüz” satıhsal kalan laflarla yetinmemiş. Derinler inmiş bu köpek havlamalarının köpeklerin doğal öz varlığından geldiğini; doğal, materyal, biyolojik, genetik, sosyolojik, tarihsel, ekonomik, arkeolojik, ırkçılık, türklerdeki aşağılık, avrupa-amerikalılarda yükseklik neden-koşul derin kuyulara inmiş. Bu sivri kelle indiği derinlikten çıkamazsa, Türkiye ve Türkler için araştırma alanında büyük bir kayıp olacak. Zaten 0’a yakın sayı eksi olmaya başlayacak. Fakat gazete, televizyon, medya derin araştırmaları yüzde yüzü geçecek.
    Keep busy boys!

  158. koşullar da neymiş

    Her şey bir nedeni olmadan, durduk yere ortaya çıkabilir. Bilim denilen şey palavradır. Her şey mümkündür. Örneğin, Necip’in “Modern bilim bilgisi hakkında bilgisi sıfır. Ya yarın kapalı sistemde kütle sabit kalmazsa ne olacak?”
    Ya yarın su 100 derecede kaynamazsa? Ya yarın yerçekimi denilen şey yalan çıksa ve atılan bir taş yere düşmeden havada kalsa? Ya yarın uzay boşluğunda nefes almak, hatta hiç nefes almadan yaşamak mümkün olsa?
    Mümkün olmadığını kim söylüyor? Bilim mi? Bilim dediğiniz şey bu sitedekilerin %99’unu oluşturan medeniyet yalakalarının inandığı bir hurafedir canım.

  159. Anonim

    Necip sıkışmış, (Necip bey, şanslısınız bunu sizin klavyeyle yazmadık)
    Erdoğan’la Kuran’a sığınmış,
    Eski klişelerini eski dillerle tekrarlamış.
    DÂNÂ-İ BÎ-MÜDANÎ NECEB
    BÎ-ΗΟD NECEB HÂB-I CÂVİD
    BÎ-HUDE ERDOĞAN’DAN, KURAN’DAN MEDED
    NECEB’E EMR-İ Bİ’L, DESATİR-İ ÂLİYENİ
    İDAHA, İNKIYAD, İNTIYA’, VAHİYÂT, VAHL,
    VÂKIF-I ESRAR, VAHİY
    NECEB’E NEHY-İ ANİL VAZ’-I HAML, VÂKIFANE
    YAZIN AVRATLARA, KIŞIN OĞLANLARA
    SABAH AKŞAM TAZARRUN
    EBBED-ALLAH, EBBED- CAHİL-İ ANÛD, EBBED- NÂDANLAR, EBBED-ESRAR

  160. İktidar Doğal

    Sayın Dahiler Dahisi 46 doğal nedenler 6 Temmuz 17
    Sayın Zileli,
    Sitenize bir dahi (46 doğal nedenler 6 Temmuz 17) daha çıktı veya katıldı. Maşallah, siz ve sitenize katılanların birleştiği yargıya göre ben hariç, her katılan bir dahi.
    Yargınız çok yerinde ve ben sonsuz memnunum.
    Groucho Marx’ın dediği gibi, benim gibi birini aralarına kabul edenlere tabii katılmam!
    İktidar düşüncelerde zıtlar birbirlerini çekerler. Galiba siz sessiz bir anarşist devrimle iktidarı baş aşağı etmişsiniz ve sizinle aynı olanları, dahileri cezp ediyorsunuz.
    TARİHTE, iktidar / doğal ihtiyaçlar 4 biçimde bir araya gelebilir.
    1. İktidar yok / doğal ihtiyaç yok.
    2. İktidar yok / doğal ihtiyaç var.
    3. İktidar var / doğal ihtiyaç yok.
    4. İktidar var / doğal ihtiyaç var.
    Bu dahinin sivri kellesindeki doğal beyni ışık hızıyla çalıştığından, her şey tarih dışı veya zaman dışı olmuş. Doğal ihtiyaçsız bir varlık olmadığından, sivri kelle hakikati ışık hızıyla görmüş ve 4 kombinasyondan dördüncüyü, İKTİDAR VAR / DOĞAL İHTİYAÇ VAR, seçmiş ve Arşimet gibi soluğu sizin sitede almış. Yani, bir yerinde bulduğu boncuğu kralına sunmak istemiş.
    Bu sivri kelle bitkiler arasında, hayvanlar arasında bulduğu iktidarı bizden saklıyor, sayın Zileli. Sivri kelle gözünü Nobel ödülüne dikmiş. Bitkiler ve hayvanlar arasında bulduğu iktidarları sizin diplomanızı aldığınız İngiltere’nin “Nature” dergisinde yayınlayacak.
    Eski bir Marksist-Engelist müminliği günlerinizi düşünün. Zavallı materyalist felsefe yandaşı Engels, Devlet’in kökeni yerine beynini iktidarda odaklasaydı, eminim bu sivri kelle dahi ve diğer sivri kelle dahi Necip gibi doğada bulurdu. Böylece Engels mevlasını bulur ve sizler de belanızı bulmaktan kurtulurdunuz. Engel’sin ne kadar salak olduğunu hemen görürdünüz. BELKİ, BELKİ, BELKİ.
    İşte size bir espri: bu iki sivri kelleden sonsuz daha ince düşünebilen Marks sık sık “en son tahlilde” lafıyla temel olan materyal koşulları hatırlatırdı. Benim gibi enayilere gülmekten başka bir çare bulamayan bir arkadaşım, “yahu, Marks’ın dediği en son tahlil değil, en başta gelen tahlil” dedi.
    Bu sivri kellenin (46 doğal nedenler 6 Temmuz 17) yazısı incelense bir mizah kitabı yazmak çocuk oyuncağı olur. Sivri kelle, kullandığı kavramların kendilerinin sosyal-ekonomik kavramlar, sosyal-ekonomik kavramın bir ideoloji mahsulü, tarihte doğmuş ve tarihte sonu gelebilecek bir düşünce biçimi olduğundan bihaber. Aynı siz, Sayın Yazarçizer Zileli, ve diğer site dahileri gibi taş rahat uykusunda.
    Sitede yorum yapanların %99’una benzeyen bu sivri kelle dahi, bir zamanlar yeniçerilik, ahilik, hadımlık gibi kurumlardan doğal, ebedi, her yerde hazır ve nazır kavram veya kurumlar gibi söz eden bir dahiye benziyor.
    Bazı çok derin düşünürler, bu sivri kelle dahi ve sitenizdeki diğer insan harabelerini görüp, nedenini yığınları hoplatıp zıplatan sözüm ona boşuna demokraside bulmadılar. Ve faşistliği, totaliterliği, diktatörlüğü seçip bu sivri kelleden daha da alçaklara düştüler!

  161. İktidar Doğal 2

    Sayın Dahiler Dahisi 46 doğal nedenler 6 Temmuz 17
    Sayın Zileli,
    Sitenize bir dahi (46 doğal nedenler 6 Temmuz 17) daha çıktı veya katıldı. Maşallah, siz ve sitenize katılanların birleştiği yargıya göre ben hariç, her katılan bir dahi.
    Yargınız çok yerinde ve ben sonsuz memnunum.
    Groucho Marx’ın dediği gibi, benim gibi birini aralarına kabul edenlere tabii katılmam!
    İktidar düşüncelerde zıtlar birbirlerini çekerler. Galiba siz sessiz bir anarşist devrimle iktidarı baş aşağı etmişsiniz ve sizinle aynı olanları, dahileri cezp ediyorsunuz.
    TARİHTE, iktidar / doğal ihtiyaçlar 4 biçimde bir araya gelebilir.
    1. İktidar yok / doğal ihtiyaç yok.
    2. İktidar yok / doğal ihtiyaç var.
    3. İktidar var / doğal ihtiyaç yok.
    4. İktidar var / doğal ihtiyaç var.
    Bu dahinin sivri kellesindeki doğal beyni ışık hızıyla çalıştığından, her şey tarih dışı veya zaman dışı olmuş. Doğal ihtiyaçsız bir varlık olmadığından, sivri kelle hakikati ışık hızıyla görmüş ve 4 kombinasyondan dördüncüyü, İKTİDAR VAR / DOĞAL İHTİYAÇ VAR, seçmiş ve Arşimet gibi soluğu sizin sitede almış. Yani, bir yerinde bulduğu boncuğu kralına sunmak istemiş.
    Bu sivri kelle bitkiler ve hayvanlar arasında bulduğu iktidarı bizden saklıyor, sayın Zileli. Sivri kelle gözünü Nobel ödülüne dikmiş. Bitkiler ve hayvanlar arasında bulduğu iktidarları sizin diplomanızı aldığınız İngiltere’nin “Nature” dergisinde yayınlayacak.
    Eski bir Marksist-Engelist müminliği günlerinizi düşünün. Zavallı materyalist felsefe yandaşı Engels, Devlet’in kökeni yerine, beynini iktidarda odaklasaydı, eminim bu sivri kelle dahi ve diğer sivri kelle dahi Necip gibi doğada bulurdu. Böylece Engels mevlasını bulur ve sizler de belanızı bulmaktan kurtulurdunuz. Engel’sin ne kadar salak olduğunu hemen görürdünüz. BELKİ, BELKİ, BELKİ.
    İşte size bir espri: bu iki sivri kelleden sonsuz daha ince düşünebilen Marks sık sık “en son tahlilde” lafıyla temel olan materyal koşulları hatırlatırdı. Benim gibi enayilere gülmekten başka bir çare bulamayan bir arkadaşım, “yahu, Marks’ın dediği en son tahlil değil, en başta gelen tahlil” dedi.
    Bu sivri kellenin (46 doğal nedenler 6 Temmuz 17) yazısı incelense bir mizah kitabı yazmak çocuk oyuncağı olur. Sivri kelle, kullandığı kavramların kendilerinin sosyal-ekonomik kavramlar, sosyal-ekonomik kavramın bir ideoloji mahsulü, tarihte doğmuş ve tarihte sonu gelebilecek bir düşünce biçimi olduğundan bihaber. Aynı siz, Sayın Yazarçizer Zileli, ve diğer site dahileri gibi taş rahat uykusunda.
    Sitede yorum yapanların %99’una benzeyen bu sivri kelle dahi, bir zamanlar yeniçerilik, ahilik, hadımlık gibi kurumlardan doğal, ebedi, her yerde hazır ve nazır kavram veya kurumlar gibi söz eden bir dahiye benziyor.
    Bazı çok derin düşünürler, bu sivri kelle dahi ve sitenizdeki diğer insan harabelerini gördüler. Nedenini yığınları hoplatıp zıplatan, sözüm ona demokraside bulmaları boşuna değildi. Ne yazık ki, etraı temizlemek için asıl kaynağın yarattığı faşistliği, totaliterliği, diktatörlüğü seçip bu sivri kelleden daha da alçaldılar!

  162. Necip

    ‘Ben ticarette kazandım ama milyonlarca sefillerden biri değilim, çünkü bilgiliyim.”

    Yok. Ikisi de dogru degil.

    Daha once yazmistim: Ben, baska pek kimsenin talip olmayacagi isleri ustlendim hep. Oyle olunca da, bildigimiz anlamda ne ticaret ne de pazarlama yapmak zorunda kaldim.

    Kimine gore sans, kimine gore de degil. Ben, pek de sikayetci degilim. Bir hayatti; yasandi. Saglamasi yok ki.

    Bilgili olmak konusuna gelince. O da yanlis.

    Ben bilgili oldugumu hic dusunmedim, hic de iddia etmedim. Sadece, gerekli olan, ya da ilginc buldugum seyleri ogrenmek icin efor sarfettim.

    Yeterli mi?

    Degil tabii ki.

    Fakat, herkes kabi kadar doldurmaz mi zaten?

    “Karşısındaki bilgiyi nasıl değerledirdiğini defalarca söyledi, bilgisinin dünyadaki sefillerin için yapılan beyin yıkamaları olduğunu defalarca yüzüne vurdu ama Necip çekmecesindeki diplomasına bakıp yuttuğu uyku haplarını bilgi sanmakla af diliyor.”

    Sahi, diploma filan da vardi, degil mi?

    Garip gelebilir. Ben, en sonUNCU diplomami, askerlik icin, denklik belgesi almak amaciyla Ankara’ya YOK’e gittigimde gordum.

    [Bu noktada, TSK’nin hakkini da vermem lazim:

    Diplomalarimi gorur gormez benin Genel Kurmay Baskani olarak atadilar.

    Da.. ben, ‘ayip olur, bunca yillik gelenegi benim icin bozmayin simdi; astegmenlik de serefli bir rutbedir’ diye diretince vazgectiler. 😉 ]

    O gun bugundur –birakin cekmeceyi acip bakmagi– nerede olduklarini dahi bilmiyorum. Ne kimse sordu, ne de ben merak ettim.

    Baska sektorlerden biraz farklidir sanayi. Sanayide diploma, cok olsa, ilk defa ise girerken gerekli olur.

    Ondan sonra.. eger cozmenin gereken bir problemi cozemiyorsaniz, diplomaniz olmus ne olmamis ne. Ayinesi istir kisinin.

    Sizin, mesela, ikide bir bir keferenin ismini zikredip onun bir lafini filan vecz (‘quote’) etmenizi yadirgiyorum. Bu, bana, konustugunuz konunun hala daha hakimi olamadiginizi, dublaj (‘elin cukuyle gerdege girmek’ de diyebiliriz) ihtiyaci duydugunuzu dusundurtuyor.

    Konusuna hakim olan dipnotlara gerek duymaz. Ona, baskalari, dipnotlar filanla atifta bulunur; onu referans gosterirler.

  163. Necip

    “böyle birini görürseniz bana haber verin.”

    Bana da.. 😉

  164. G20, Almanya, Türkiye

    Almanya’da G20 zirvesi ve protestocularla ilgili olayların Türk basınında ve politikada aktif tutum takınan sitelerdeki tepki ve yansıları merak ettim.
    Üniversitede bilim tarih ve felsefesi dersleri verdiğim için bir politika sitesinde, “Necip en azından Kuhn’u okumuş olsaydı,” cümlesi görmek “tuhafıma” gitti.
    Kuhn, bir sosyal bilimciler konferansında, katılanlar arasında temel varsayım ve yorumlar konusunda sayısız farkları görüp “şaşırır.”
    Fizik ve genel olarak doğa bilimlerinde metafizik, teori, metotlar gibi temel varsayımlarda herkesin anlaştığını bilen fizikçi Kuhn, farkı anlamak için bilim tarihini inceler. Gerisi biraz akademik.
    Karşılık veren Necip, konuyu akıl almaz boyutlara taşımış, insanlık kadar eskiden bilinen, bilginin sınırsızlığı bağlamına kaydırarak son derece belirli bir konu muğlaklaşmış.
    İstemeyerek, “en azından Grek Pyrrhon’u tanısaydı, şüpheciliğin bilim ve bilgide belirli yerini bilirdi.” demek içimden geçti. Ama biraz daha okuyunca Kuhn’dan bahseden arkadaşın benzeri şeyleri söylediğini gördüm. Aklıma, G20 ve protestocular; zengin uşakları ve ezilenlerin sesi; yobazlar ve yüzlerce çeşitli belirli felaketlere işaret edenler; anlamak istemeyenler ve bunu bildikleri halde özgürlük alevinin sönmesini istemeyenler, geldi.

  165. Necip

    “Karşılık veren Necip, konuyu akıl almaz boyutlara taşımış, insanlık kadar eskiden bilinen, bilginin sınırsızlığı bağlamına kaydırarak son derece belirli bir konu muğlaklaşmış.”

    Bilinen bir darb-i meseldir; her kulturde de bir versiyonu vardir; ben kisaca ozetleyip ne demek istedigime gececegim:

    Alimler, ayaktakiminin pek de anlayamayacagi –anlasa da tepki koyabilcegi– derin mevzulari tartismak icin, herkesten uzak bir yerde, bir magarada toplanmislar. Tartisa tartisa konu, bir atin agzindaki dislerin sayisina gelmis. Saatlerce tartismislar ve bir yere varacagi da yok. Iclerinden gencce olan bir comez, ‘yahu, bunu niye tartisiyoruz; disarida atlar bekliyor zaten; cikip bir saysak ya’ demis. Demez olaymis. Cunku, aksakallilar tarafindan meclisten kovulmus…

    Hikayenin beni ilgilendiren anafikri/temasi surasi:

    Bir konuyu konusurken, tamam, onun icigini cicigini desmek, konusmak gerekir; ama, tartismanin ‘euphoria’sina (orgazmik/vecdi^ hazzina) kapilmamak lazim.

    Cunku, bunu yaparsak, konuyu degil de, ‘o /azam/ bunu demis, bu /hazret/ bunu buyurmus’larla bezeli, ‘benim babam senin babani dover’leri ihsas eden, malumatfurus lafazanliklardan oteye gecemeyiz.

    ‘Iktidar’ ne menem bir seydir; heryerde hep ayni ve mutlak midir gibi son derece yalin bir soruya cevap vermek icin dunya felsefe tarihinde ‘comprehensive literature survey’ (‘kapsamli kaynak taramasi’) yapmak ve butun dipnotlariyla hepsini hatim etmek gerekmiyor herhalde.

    Gerekiyorsa, isimiz kotu: Yukaridaki anekdotta bahsi gecen sentetik allameden birisi olmus cikmisiz demektir…

    Magaranin girisini birisi duvar orse, insanlik hicbirsey kaybetmis olmaz.

  166. Anonim

    ‘Gecen gun kapiya birisi geldi ‘Abi, senin nefesin kuvvetliymis; beni bi okur musun’ dediydi..

    Ben de, meczubun birisi diyerek; gonderdim..

    Ayip olmus.

    Okusa miydim; ne?’

    ‘Sizin, mesela, ikide bir bir keferenin ismini zikredip onun bir lafini filan vecz (‘quote’) etmenizi yadirgiyorum. Bu, bana, konustugunuz konunun hala daha hakimi olamadiginizi, dublaj (‘elin cukuyle gerdege girmek’ de diyebiliriz) ihtiyaci duydugunuzu dusundurtuyor.

    Konusuna hakim olan dipnotlara gerek duymaz. Ona, baskalari, dipnotlar filanla atifta bulunur; onu referans gosterirler.’

    ‘Magaranin girisini birisi duvar orse, insanlik hicbirsey kaybetmis olmaz.’

    Alev Alatlı’nın, Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden ayrılmayan bir ‘aydın-ımsı’ olduğu ortada.

    Alatlı, bir kitabında şöyle yazmış:

    Türkiye’de aydın geçinenler, daha çok ‘entelektüel’ tabirini münasip görürler kendilerine; ‘münevver’ tabiri ise artık tamamen ‘ancien régime’de kaldı, küflendiklerini zannettikleri pek çok şeyi bugünkü dilde kullanmak birer tabu. Tabir yabancı, ama özellikle ‘Yabancı Batı’ tandanslı olduğundan, kendilerini ‘dolu dolu’ ve ‘nadir’ gösterdiklerine inanırlar. İşte Türkiye’deki bu ‘aydın-ımsı’ ve-ya ‘entelektüel-imsi’ler, masaya oturup, önüne geleceği yemeği sabırsızlıkla beklerler; mutfağa asla girmez, üstü-başı yağlanmaz, elleri ılık sudan soğuk suya değmez, ama iştahı daima kabarıktır. ‘Şu tabaklar bir bir önümüze gelsin de hele; hem her birinden kaşık kaşık tadıp midemize ziyafet çektiririz, hem de eleştiri malzemesi toplarız. Masadan kalkarken de, yemeklerin hiç güzel olmadığını söyler; böylece ‘aydın-ımsı’lık ve-ya ‘entelektüel-imsi’lik vazifemizi bir kez daha yerine getiririz.’ diye bekleşip dururlar, bu toprakların entelektüel gurmeleri.

    Şu ‘Necip’ takma adı ile yazan, Alev Alatlı’nın çırağı. Ve Necip’in, Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden ayrılmayan bir kişi olduğu ortada.

  167. Mağarada Emprisizm

    ‘orgazmik/vecdi^ hazzina’ , yanlış; ‘orgazmik/vecdî hazzına’, doğru.
    En güzel seksin bedava, karşılıklı rızayla olduğu söylenir.
    Necip mağaradaki alimler gibi beyninden fışkıran bir iktidar tanımını yapar. Dışarıdaki dünyada araştırmalar yapanların tamamıyla farklı ve çeşitli sonuçlara vardıklarına işaret edilir. Dahiler dahisi Necip, bu sitede tekrar ve tekrar ağzına aldığını tekrar ağzına alır ve bir türlü varamadığı orgazmik/vecdî hazzına sanal, ruhsal erişir.
    Dahi Necip’in ruhani orgazmik/vecdî hazzı ne?
    “Bilgi sonsuz, ne mağaradakiler ne de dışarıdakiler TAM bilebilir!” O halde benim kara cahilliğim normal!
    Peki, bu dibi olmayan kuyuya nasıl düşer?
    Necip, sanayi ve ticaretle, yani parayla, orgazmik/vecdî hazzına varmak ister, çuvallayınca hazzını (= kendi kendini kandırmayı) başka yerlerde arar. Boyunu aşan emprisizmde bulduğunu sanar. Boyundan büyük konuşan Necip, tekrar çuvallar! Bu defa arkasına Erdoğan’ı almaz. Eleştirdiği devrimcilerin bastıkları faka basar. Sanayi ve ticaret başlayalı her iktidarın pompaladığı GENÇLİK.
    Her neyse genellikle düşmüşler kaldırılır ve defalarca denedim ama bu kara cahilin düştüğü kuyu çok derin.
    Necip, empirisimzle eskiden sömürülen Allah’tan daha da güçlü yeni bir Allah bulunduğunu bilmez. Son 4-5 yüz yıldır yeni Allah olan doğanın ırzına geçtikleri halde hala orgazmik/vecdî hazzına varmayan pez*venklerle or*spulardan oluşan G20 müjdelerini verenleri taklit etmek ister. Eğer tümevarım mantığını kullanırsak, Necip ilk taklit edenlerin aynısı. G20 gibi işi becerenlerin dikizciliğiyle orgazmik/vecdî hazzına varamayan varanlar. Bunlar ampirik dünyamızdaki beyin yıkama makineleri okullar sayesinde mikroplar gibi üssel arttılar.
    Her neyse. Bakalım Necip’in ağzına almakla orgazmik/vecdî hazzına varacağını sandığı gencin becerisine ve bir türlü orgazmik/vecdî hazzına varamayan Necip’e.
    EĞER ATLARIN DİŞLERİ SAYILSAYDI OLSA OLSA BİR ORTALAMA ÖLÇÜ BULUNACAKTI.
    Yine ağzına almakla “ampirik” gerçekten orgazmik/vecdî hazzına varacağını sanan mağaradaki Necip “bilgi sonsuzdur” nakaratına başlayacak:
    “Şimdiye kadar ölmüş atların dişlerini saymadınız,
    Bundan sonra doğacak atların dişlerini saymadınız,
    Dünyanın daha henüz bulunmayan kıtalardaki atların dişlerini saymadınız,
    Diğer gezegenlerdeki atların dişlerini saymadınız”
    Şakırdatarak, sanayi/ticaret parasından kazandığı ampirik parayla varamadığı orgazmik/vecdî hazzına, sesi çıkmayan, uslu, pısırık, enayi okumuş kara cahil Türkler dolu bu sitede sanal hazza (kendi kendini kandırmaya) varacaktı.
    Aslında Necip aşağılık duygusu içinde kıvranan cahil Türklerin ve özellikle bu sitedekilerin çoğunun mükemmel bir örneği. Bilmediği konularda fikir yürütüp, mağara masalı gibi, aslını bilmedikleri kavramları süpermarketlerde harcadıkları para kolaylığıyla kullanan, kendi kendilerine terapi yapan, bilgi-kültür endüstrisinin tüketicileri, mağdurları orta sınıf okuryazar, yazarçizer kara cahiller.
    Sanki modern çağlarda her iktidarın güç kaynağı olan okumuş kara cahiller yığını bu sitede mücessem olmuş.
    İktidara karşı enayilerin milli marşı:
    “iktidar kötü, bilim-teknik çok iyi.”
    İktidarı ağzına alıp orgazmik/vecdî hazzına varmayı ümit eden Necip ve birkaç benzerinin milli marşı:
    “iktidar çok iyi, bilim-teknik çok iyi”
    Bu herif Avrupa, Amerika ve diğer zengin ülkelerin orta sınıflarında devasa yaygın bir hastalık olan “gibi görünmek”le geçiniyor.
    Zaten boşluğunu, bilginin ve gücün tekele alındığını, bunun kişilerde açtığı derin yaraları kabul edip nedenlerini aramaktansa, artık kokmuş basmakalıp laflarla enayilere leblebi dağıtma şarlatanlığı bu sitenin en temel özelliği.
    Bu orta sınıfların diğer bir özelliği de, yüzüne tükürsen yağmur yağıyor diye serinlemeleri. Çoğu işi antidepresanlarla, meditasyonla, jimnastik salonlarıyla, her yaz tatil yerlerini gezmekle (life is always elsewhere) idare ediyorlar.
    Sanırım, bu sitede, başta serinissimo Zileli, çoğunun beni terbiyesiz, ağzı bozuk bulmasının asıl nedeni orta sınıf süt çocukları olduğundan. Bastırılmış cinsel dürtüler ve diğer hüsranlarını şiddetle dışa vurmak için yeni bir Hitler bekleyen, orta sınıflar.
    Biri “bu sitedekilerin hepsi yalaka” dedi. Eğer yanılmıyorsam “yalaka” yalayan demek. Ne kadar doğru!

  168. Anonim

    Mağarada Emprisizm
    Sizin hayatınız yurt dışında geçtiğinden dışarıda bol sayıda sıradan, karaktersiz mideleri dolu beyinleri boş orta sınıfları iyi tanıdığınız belli.
    Necip’i paçavraya çevirdiniz halde hala hiç utanmadan devam etmesinin bir nedeni var. Necip, hayatı yaltakçılıkla geçmiş, vardığı makama k*ç yalamayla varmış bir kişi. Sık sık Arapça, Farsça, Osmanlıca kelimeler kullandığına dikkat etmiştiniz ama ardında yatan amacı düşündünüz mü?
    Bizim tezimiz şu:
    Necip, bu sitenin politik bir site olduğunu biliyor. Erdoğan’ın adamlarının böyle siteleri taradığını da biliyor. Dediğiniz gibi ampirik yaşamında bir türlü hazzını almadığı orgazmik/vecdî hazzına, bu sitede keşfedilmekle varmak ümidiyle dadanmış. Her şakşakçı gibi gözü yukarılarda. Hazzına Erdoğan’ıyla varacak. Erdoğan’ının önünde diz çökmekle varacak. Necip’in kovaladığınız Marxist Argümandan farkı politika yatırımlarını değişik ülkelerde, Türkiye ve Almanya’da, yapmaları.

  169. Necip

    Hadi, beni tartisalim.

    Belli ki, baska konu kalmadi.

    “Şu ‘Necip’ takma adı ile yazan, Alev Alatlı’nın çırağı.”

    Alev hanim takdir ettigim bir entellektueldir (ya da, munevverdir).

    Hem yaslandigi icin, hem de Nevsehir’deki o okul vaktinin cogunu aldigi icin (oyle saniyorum), malesef, dusunce hayatimiza katkilari giderek azaldi. Belki de bikti; bilemem.

    Ciragi miyim?

    Pek de degilim; ama, oyle algilaniyorsam da gucenmem.

    “Ve Necip’in, Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden ayrılmayan bir kişi olduğu ortada.”

    RTE konusunda sunu soylemem lazim:

    Daha once de, baska baglamda, yazmistim. Ben elitistim.

    Ister mafya mensubu olsun, ister din adami, isterse de fikir/sanat insani; ben, iclerinde en iyi olani hep takdir ederim.

    Bunu, meraklisi, isterse, benim ‘survival of the fittest’ten ilham alisima da baglayabilir. Yuksunmem.

    RTE, bu baglamda, uzun zamandir, siyaset sahnesindeki esitler arasinda (acik farkla) birinci olabilmek becerisini sergileyen birisi.

    Bu bakimdan, evet, takdir ederim.

    Destekler miyim?

    Evet, dogru/faydali buldugum, isime gelen siyasetlerini desteklerim.

  170. Necip

    Hadi, beni tartisalim.

    Belli ki, baska konu kalmadi.

    “‘orgazmik/vecdi^ hazzina’ , yanlış; ‘orgazmik/vecdî hazzına’, doğru.”

    Ben oyle yazmamis olsam, baska nasil size duzeltecek bir sey cikacakti?

    “En güzel seksin bedava, karşılıklı rızayla olduğu söylenir.”

    Yine mi ‘ikinci el’ bilgi? 😉

    “‘Bilgi sonsuz, ne mağaradakiler ne de dışarıdakiler TAM bilebilir!’ O halde benim kara cahilliğim normal!”

    Itiraziniz neyedir?

    Ikisi de ‘dogru/isabetli’ degil mi?

    “Peki, bu dibi olmayan kuyuya nasıl düşer?”

    Tersine, ‘dibi olmayan kuyu’ya dusen ben degilim.

    Bilgiyi sonlu, ve –ustelik– o sonlu bilginin tamamini da kendileri (ya da, atadiklari bir kisi/grup) sananlar/sayanlar bence ‘dibi olmayan kuyu’ya dusmus fakat farkinda bile olmayanlardir.

    “EĞER ATLARIN DİŞLERİ SAYILSAYDI OLSA OLSA BİR ORTALAMA ÖLÇÜ BULUNACAKTI.”

    Hic bir sey bulmamak icin bitmez tukenmez tartismalardan daha anlamli degil midir bu?

    Illa mutlak bir sayi bulmak ve bunun icin de sonsuz zaman harcamak yerine, tespitinizin altina, “eldeki ‘sample’dan hareketle bulunan sayi budur; degismez oldugu iddiasi yoktur” yazar yola devam edersiniz.

    Boylece, ileride, birisi baska bir rakam bulursa, bir tabu ile cebellesmek zorunda kalmak yerine, buldugu rakami oraciga ekler.

    “Aslında Necip aşağılık duygusu içinde kıvranan cahil Türklerin ve özellikle bu sitedekilerin çoğunun mükemmel bir örneği.”

    Bunu nasil belirlediniz?

    Benim ‘aşağılık duygu’larimin sizinkilerden daha ‘aşağı’ oldugunu mu dusunuyorsunuz?

    “Zaten boşluğunu, bilginin ve gücün tekele alındığını, bunun kişilerde açtığı derin yaraları kabul edip nedenlerini aramaktansa, artık kokmuş basmakalıp laflarla enayilere leblebi dağıtma şarlatanlığı bu sitenin en temel özelliği.”

    Sizi de aramizda gormek ne mutluluk 😉

    “Biri ‘bu sitedekilerin hepsi yalaka’ dedi. Eğer yanılmıyorsam ‘yalaka’ yalayan demek. Ne kadar doğru!”

    Turkcede fiil kokune ‘ka’ takisi ekleyerek bir isim/sifat uretmenin benim bildigim baska bir ornegi yok. Dolayisi ile, bu kelime, dilin turetme mekanigine ait degil bence.

    Onun yerine, bence, Rumca ‘malaka’ kelimesinin zaman icinde degismesi oldugunu dusunuyorum. [‘Malaka’nin Turkcedeki en isabetli karsiliginin ‘enayi’ ya da ‘andaval’ oldugunu dusunuyorum.]

    Benzer ornegi, hepimiz biliriz, ‘seve seve ya da siyga siyga’ deyisinde de gorulebilir. Ikinci yarisindaki ‘siyga’ kelimesi Rumcadir; ‘siyga siyga’ demek ‘usul usul’ ya da ‘rahat rahat’ anlamina gelir. Asker ocaginda, bu, olmasi gerektigi sekle burundurulmustur 😉

  171. Necip Mal Mülk İktidar Bilgi

    Bilgi ve Hırs Sonsuzluğu Üzerine,
    Çok evvel zaman içinde,Turco-American Necip ve alış veriş arkadaşlarını görenler olmuş. Hem de görenler, benim tanıdıklarıma benziyorlarsa, en az 8-10 diplomalı Indo-Americanlar’ın bittikleri topraklarda.
    Önce iktidara dualar:
    The Chandogya describes a procession of dogs chanting “Om! Let us eat. Om! Let us drink . . .”
    Erdoğan, Modi ve köpeklerinin dini töreni esnasında yolun kenarında bana benzer bazıları Turco-Americanla Indo-Americanların dualarını işitirler. “Ekmek ver, su ver …”
    Şimdi de bilgi sonluğu/sonsuzluğu:
    X. approaches his father V. with the request for instruction about the nature of B. V. gives his son a formula which is indicative of the general nature of reality, and asks him to discover for himself the truth through austere enquiry …” X. enters upon the quest after the real. The first discovery that he makes is that food ( matter) is essential for existence. But soon he realizes that food is only the outer shell of what animates it, viz. life. Even this knowledge does not satisfy him; for upon further enquiry he finds that mind is the substratum of life. Subsequent analysis reveals to X. that mind too is a product and cannot answer to the definition of B. He now thinks that intellectual awareness is the final reality. Just as materialism, vitalism and mentalism were found wanting on closer scrutiny, intellectualism too is seen to be inadequate. etc., etc., etc.”
    Çeviri:
    Hakikati arayan sırayla maddede, canda, akılda, fark-ında olmada bulur. Ama hiç biri tam değil.
    Kapı komşu İran’da bir şair
    “ma zı aghaz o zı anjam- ı-jahan bı-khabar-ım
    awwal-o-akhır-ı-ın kuhna kıtab uftad ast.”
    der.
    Çeviri:
    Evren ilk ve son sayfası kayıp bir kitap.
    Diğer bir İranlı şair,
    rahrawan ra khastagı- ye-rah nıst
    ıshq ham rah ast-u-ham khud-manzıl ast
    Çeviri:
    Bu yolunu tutanlar yorulmazlar:
    Çünkü yol ve amaç aynı.
    Not: Bak Necip ben de senin gibi Er-Doğan’a yaltakçı oldum!
    Siz ve Indo-American arkadaşlarınız boşuna asıl isteğinizi, mal mülk toplamayı, ampirizm, bilgi sonsuzluğu, iktidarın doğuşu, kanser gibi hepimize bulaşması, genler, doğa falan filan ve benzeri,cilalı cici bici maskeler, giyerek saklıyorsunuz.
    Artık bunlar, en azından, Batı’da gizlenmiyor. Daha doğrusu, herkes biliyor ama bilmez kisvesine bürünmüş. Sanırım sizin utangaçlığınız Hz Eyüp gibi mal mülke daha yeni erişmenizden kaynaklanıyor.
    Ben elektriksiz susuz evde büyüdüm, Amerika’ya gittim ve öğrenciliğimde bile en az 3-4 odalı, mutfaklı, banyolu ve hatta bahçeli evlerde yaşadım. Sizi anlıyorum. Görmemişin oğlu olmuş çeke çeke çük*nü koparmış.
    1920lerde Moskova’da bir duvar yazısı:
    “İktidarda olanlar, ‘komünistmişiz’ gibi davranıyorlar; biz de inanıyormuş gibi davranıyoruz!”
    Türk kahraman solcuları 1920lerde bilinene 70-80 yıl sonra uyandı.
    Boynuzlu gibi, gerçeği, en son Türk solcuları, Sovyetler yıkılıp para akması durunca, öğrendiler. Ama olsun. Yine de ölen ve kalan kahramanların satışı randımanlı.

  172. Anonim

    “Batı’da İslamofobinin 1990’dan başlayarak yükselişe geçmesi bir tesadüf değil. Zira 1990’da Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte, dünya, yeni ve şiddetli bir kaos ve altüst oluş dönemine girdi. Sovyetler’in tarih sahnesinden ayrılması yalnızca o güne kadar var olan siyasal dengeleri ve ittifakları ortadan kaldırmadı, aynı zamanda, bu dönemdeki ideolojik söylemleri de geçersizleştirdi. Bir tarafta kapitalist, öte tarafta ise güya sosyalist kampın olduğu konjonktürde, Batılı emperyalist güçler emekçi kitlelerin bilincini yıkıma uğratmak amacıyla SSCB’yi ve onun varlığında komünizmi şeytanlaştırmış, onu bir korku ve emekçileri düzen politikalarına razı etmenin aracına dönüştürmüşlerdi. Sovyetler’in yıkılmasıyla, yaratılan algının temeli de ortadan kalktı ve bir boşluk oluştu. Oysa egemen sınıf için kitlelerin zihnini teslim alacak yeni bir sahte bilince ihtiyaç vardı. Zira dünya fırtınalı bir emperyalist paylaşım sürecine giriyordu ve toplumu sahte algılarla oyalamak düzenin selameti açısından kaçınılmazdı. İşte bu süreçte medeniyetler çatışması safsatası sahneye sürüldü.
    Bu safsatanın, Sovyetler’in yıkılmasıyla kapitalizmin mutlak zafer kazandığı, tarihin sonunun geldiği ve sınıf savaşının bittiği uydurmasıyla aynı anda dile getirilmesi dikkat çekicidir. Aslında burjuva ideologlar, yeni dönemde, kapitalizm altında gerçek çelişkilerin ve çatışmaların toplumun farklı sınıflara bölünmüş olmasından değil, farklı dinlere ve medeniyetlere bölünmüş olmasından kaynaklandığını ileri sürüyorlardı. Dinsel ve kültürel çatışmanın kaçınılmaz olduğu propaganda edilerek Batılı işçi-emekçi kitleler, sorunların asıl kaynağından uzak tutulmak isteniyordu. Buna göre, diğer dinler ve medeniyetler ileri medeniyeti temsil eden Batı değerlerine saldıracak, onunla çatışma halinde olacak veya yok etmek isteyeceklerdi. Burjuva ideologların Batı değerleri dedikleri ise şunlardı: Piyasa ekonomisi, burjuva demokrasisi ve kapitalist üretim tarzı temelinde örgütlenmiş toplumsal ilişki ve yaşam biçimleri. Yani bir taraftan din ve medeniyetler çatışması safsatasıyla emperyalist savaş meşrulaştırılırken, öte taraftan emekçi kitleler “Batı değerleri” adı altında kapitalist sistemi savunmaya çağrılıyorlardı.
    Bu dinler ya da medeniyetler savaşı safsatasının pratikte nasıl bir görünüm alacağı 11 Eylül saldırıları sonrasında netleştirildi: Terörizm ya da uluslararası terörizm! Emperyalist savaş Müslüman coğrafyasında yoğunlaştığından dolayı, bu savaşın bir aracı olarak kullanılan “terörizm”, doğal olarak İslami kılıklara bürünüyor. Lakin Batı’da gerçekleşen saldırılar, emperyalist savaşın bir görünümü olarak değil, medeniyetler ya da kültürler savaşının bir sonucu olarak sunuluyor. Emperyalist mahfillerde üretilen bu sahte bilinç, bir manipülasyon aracı olarak, Batılı egemen sınıfın tüm kesimleri tarafından etkin bir biçimde kullanılıyor. Günlük toplumsal hayatta ve medyada bu tema şu ya da bu biçimde işleniyor ve kitlelerin bilinci derinden derine oluşturuluyor. Örneğin, geçtiğimiz haftalarda Manchester’daki saldırının ardından bir açıklama yapan İngiltere Başbakanı May’in “teröristler, aşırıcılar değerlerimize saldırıyorlar, buna asla izin vermeyeceğiz” biçiminde konuşması, söz konusu ideolojik manipülasyonun bir devamıdır. Çünkü May, kitlelerin, İngiltere’nin Ortadoğu’yu ve Libya’yı yakıp yıkan emperyalist savaşta başı çeken güçlerden biri olduğunu ve terörizm denen şeyin de bu savaşın bir parçası olarak içeriye yansıdığı gerçeğini düşünmesini değil de, Batı’nın değerlerine düşman birtakım şeytanlar veya karanlık güçler olduğunu düşünmesini istiyor.”

  173. Zeitgeist Yusuf Hurafelik

    Koşullar da Neymiş,
    Bir zır deli modern bilimi ve medeniyeti saçma ve gülünç laflarla alaya almış diye sitedekiler adına ona katılmanızı doğru bulmuyoruz.
    Türkiye din hurafelerine inananlarla dolu diye dine hurafe demek doğru değil.
    Hitler Almanya’sı ırkçılık hurafesine inananlarla doluydu diye ırkçılığa hurafe demek doğru değil.
    192lerden 1990lara kadar Türk solcuları ve hatta dünya solcuları Rusya’da Marksist bir komünizm yaşandığına inandığı için “Marksist komünizmine hurafelik, anarşistlik hurafelik değil” demek doğru değil.
    MS 3. yüz yıldan 16. yüz yıla Avrupa halkının %100’ü Hıristiyanlığa inandığı için Hıristiyanlığa hurafelik demek doğru değil.
    MS 7. yüz yıldan 20. yüz yıla kadar Müslüman ülkelerdeki halkın %100’ü İslam’a inandığı için İslam’a hurafelik demek doğru değil.
    İtalya halkının %90’u faşistliğe inandığı için faşistliğe hurafelik demek doğru değil.
    Canlı ve cansız bütün varlıkların medeni olduğuna inananlar olduğu için medeniliğe hurafelik demek doğru değil.
    Şimdi dünya nüfusunun %32 Hıristiyan, %23 Müslüman, %15 Hindu, %7 Budist diye, bu dinlere hurafelik demek doğru değil.
    17. yüz yıla kadar Avrupalılar taş yere Mecnun Leyla’sına döndüğü için düştüğüne inandıkları için sekse hurafelik demek doğru değil.
    Örnekler sonsuza dek arttırılabilir.
    Fakat devrimcilik, sosyal medya, televizyon, para, üretim-tüketim, anarşistlik gibi hakiki ve gerçek inançlara inanmak dururken,
    ” Ya yarın su 100 derecede kaynamazsa? Ya yarın yerçekimi denilen şey yalan çıksa ve atılan bir taş yere düşmeden havada kalsa? Ya yarın uzay boşluğunda nefes almak, hatta hiç nefes almadan yaşamak mümkün olsa?”
    gibi saçmalıkları düşünmek bile hurafelik.
    Zeitgeist videosuyla peşine milyonları takan medya artisti TZM “chairman”ı, İsa’nın babası Yusuf ne demiş:
    Sizi hurafelere inanmayla kandırıyorlar!
    Ardına milyonlarca kerizi takmış!
    Zamanından önce medya artisti Marks ne demiş:
    Din insanların afyonudur!
    Ardına milyonlarca kerizi takmış!
    Zileli abiniz ve bakirelik saplantısı içinde bunalmışlar ne demiş:
    Maymunlukta en önde gelen Türk vatandaşlarımıza iyi bir haberimiz var: “Türk vatandaşları istediğiniz şey olun, hoşt görün, Gün-ünüzü Gün edin, ANARŞİST olun!
    Artlarına siz ve size benzer bolluktan bunamış orta sınıf kerizlerin kerizleri bir azınlığı takmış! Geri kalanların hepsi hurafelik olmayan Erdoğan ve diğer hurafelere inanırlar.
    Bunlar bir bakıma sizin klonlarınız, ayakları yerde gerçekçiler. Okumadığınız Canetti’nin ‘Crowds and Power’ kitabındaki sizler!
    Siz ne diyorsunuz:
    Maddecilik, medenicilik, bilimcilik bizim afyonumuzdur!
    Arkanızdaki çaresiz kalmış bütün dünya sizleri alkışlamış!
    Hitler ne demiş:
    Dünyanın en üstün ırkı Avrupalı Almanlar!
    Ardına sadece Almanya değil dünyanın en ünlü filozof, yazar, düşünür, şair, sanatçıları bile takmış!
    Okuyup yazanların zift kara cahilliği mi? Bu benim inandığım bir hurafedir canım!
    Hepinize ortak ne?
    İnancınızın hurafelik olmadığı!
    Hurafeliğe asla inanmayanlar hurafeliğe inanır mı, canım?
    Bu site birbirini yiyen, lafla gemi yütüten Neciplerle dolu gibi.

  174. Necip İtiraflara Devam Ediyor

    32, 33 Necip Blues
    Nihayet tamamıyla çaresiz kalan Necip işi itirafla halletmiş.
    Evet, ben, merdivenin üst basamağında olanların k*çlarından ağzıma akıttıklarını çok seviyorum!
    Evet, ben, orgazmik/vecdî hazzına sadece ve sadece merdivenin üst basamağında olanların ağzıma koyduklarıyla varıyorum!
    Evet, ben, yüzüme tükürülünce hemen basamakları nasıl atladığımı hatırlayıp, dalkavukluğumu bilimselleştirip ‘survival of the fittest’ olarak görmekle rahatlıyorum.
    Evet, ben, her iş adamı gibi ha çocukları fahişeliğe satmışım, ha gıda satmışım, fark olmadığına inanıyorum.
    Evet, ben, ticaretin matematik olduğuna inanıyorum. Ekonomiye ahlak unsurunu sokanlar, ekonomi tanımının iktiadar tanımı gibi ben dersem odur olduğuna inanmayanlar. Eğer biri çıkar da yalanımı yüzüme vurursa, “bilgi sonsuzdur” ilahileriyle Erdoğan’ı arkama alır, varacağım orgazmik/vecdî hazzını hayal ederim!
    Evet, ben “istatistiklerle nasıl yalan söylendiğini” hiç duymadım. Duymadığım şey de “vahşi çıplaklar” gibi yoktur.
    Evet, ben, istatistikte “eldeki ‘sample’dan sadece ve sadece benim gibi k*ç yalayanların çıkardıkları TEK bir sonuca inanıyorum. (Ulan, insan bu kadar odun olur, be!)
    Evet, ben, yüzüme tükürenlerin tükürükleriyle beslendiğim için, tükürenleri aramızda görmem beni sevindiriyor. Erdoğan, eninde sonunda, benim kendine benzediğimi görecek! İnanıyorum!
    Evet, ben, ” Turkcede fiil kokune ‘ka’ takisi ekleyerek bir isim/sifat uretmenin benim bildigim baska bir ornegi yok.” gibi mutlak bir sayı vermektense, “eldeki ‘sample’dan Türkçe’de BİR YALAKA kelimesi var demeyi daha uygun buluyorum. Aynı zamanda yüzüme tükürene karşı cephe almakla Erdoğan’a yalancılıkta ne kadar usta olduğumu göstermek istiyorum.
    Evet, ben, “‘Malaka’nin Turkcedeki en isabetli karsiliginin ‘enayi’ ya da ‘andaval’ oldugunu dusunuyorum. O halde enayiyim, andavalım!
    Evet, ben, Erdoğan polislerinin bu sitede benim Erdoğan yalakacılığını (siyga siyga değil siga-siga be odun!) seve seve ve siga-siga tadını getirerek yapacağımı önder şefimiz O’na bildireceğine inanıyorum.

  175. Necip

    “Evet, ben, her iş adamı gibi ha çocukları fahişeliğe satmışım, ha gıda satmışım, fark olmadığına inanıyorum.
    Evet, ben, ticaretin matematik olduğuna inanıyorum. Ekonomiye ahlak unsurunu sokanlar, ekonomi tanımının iktiadar tanımı gibi ben dersem odur olduğuna inanmayanlar. Eğer biri çıkar da yalanımı yüzüme vurursa, ‘bilgi sonsuzdur’ ilahileriyle Erdoğan’ı arkama alır, varacağım orgazmik/vecdî hazzını hayal ederim!”

    Kuzum siz saka misiniz?

    Essek sakasi, yani?

    Baskalarini boyle iblislestirerek, kotulukluklerin timsali portresi cizerek, karikaturlestirerek, kendi hayatinizi kendinize temize mi cikarmaga calisiyorsunuz?

    Bu kadar mi berbattir hayatiniz?

  176. Anonim

    https://demirden-kapilar.blogspot.com/2017/07/adalet-yuruyusu-ve-mitinginin-ardndan.html

    1) Biz Türkiye’de temel sorunun, kapitalizm değil, tabiri caiz ise, Türkiye’nin kapitalizme uygun bir devlet yapısı olmadığını, tabiri caiz ise yeterince kapitalist olamamak olduğunu söylemişizdir. Yani 60’ların teorik plandaki strateji tartışmalarının kavram sistemiyle ifade edersek, Türkiye’de “feodalizm” veya “geçmişin kamburu” merkezi bürokratik devlet yapısı ve varlığı bu yapıya ve onun modernleşmesine bağlı olan modernist Askeri Bürokratik Oligarşi; Kıvılcımlı’nın deyimiyle “Sünuf-u Devlet” veya “Devlet Sınıfları”dır. Yani paradoks odur ki, modern ve modernist devlet ve devlet sınıfları aslında Türkiye’nin “feodalizmi”dir. Öz görünür, genellikle, kendi zıttı biçiminde. Öz, yani geçmişin yadigârı üstyapı ve devlet, kendi zıddı biçiminde, yani modern ve modernist bir biçimde görünmektedir. Bu paradoksu anlayacak Marksist metodolojik temeli bulunmayanların, modernleşmeyi demokrasi ve ilerleme diye niteleyerek, bu devletin ve devlet sınıflarının yedeği olması kaçınılmazdır.
    2) Bu merkezi ve bürokratik devletin ve devlet sınıflarının esnekliği ve kendini yenileme kabiliyeti hiçbir şekilde küçümsenmemelidir. Bu yapı ta Sümerlerden beri gelmektedir. Bizans iken, Osmanlı olmayı; Osmanlı iken Üçüncü Selimler, İkinci Mahmutlar, Abdülhamitler, İttihat Terakkiler, Mustafa Kemaller, İsmet İnönüler, Ecevitler ve Erdal İnönü’ler ve belki de şimdi Kılıçdaroğulları çıkararak bir şekilde kendini yenileyerek var olmayı; aynı kalabilmek için değişmeyi başarmıştır.
    3) Bu merkezi bürokratik devlet yapısını parçalamayı hedeflemeyen hiçbir program, strateji ve hareket herhangi bir şekilde demokrasiye ulaşamaz.
    4) Bu merkezi bürokratik devlet ve askeri bürokratik oligarşi ise ancak en geniş kitlelerin, milyonlarca insanın aktif eylemi ve katılımıyla parçalanabilir ve onun yerine halkın üzerinde yükselmeyen ve ona hizmet edecek, onun iradesinin bir aracı olacak bir devlet kurulabilir.
    5) Bu merkezi bürokratik cihaz ile onun biyolojik ırkçı bir Türklükle tanımlanması ayrılmaz bir bütündür. Ulusun ya da politik olanın herhangi bir dille, dinle, etniyle, kültürle vs. tanımlanmasına son verilmeden; ulus böyle tanımlanmalara karşı tanımlanmadan bu merkezi bürokratik yapı hem parçalanamaz, yani onu parçalayabilecek bir güç birleşimi sağlanamaz; hem de parçalandığında, parçalanma her bir aşiretin, dilin, dinin, kültürün politik bir birim olduğu bir Lübnanlaşmayla son bulur. Kürt hareketinin programı olan bu Lübnanlaşma açmazı, bu merkezi ve bürokratik cihazın varlığını sürdürmesinin ve muhtemelen kendini tekrar yenileyebilecek olmasının en esaslı nedenlerindin biridir.
    6) Kürt Ulusal Hareketi, Kürtlüğün “tanınması” ve “statü”sü hedefinden, yani dile, dine göre tanımlanmış bir ulusal hareket olmaktan; Türklüğün de tanınmaması hedefine yönelmedikçe; yani bir demokratik ulus hareketine; demokratik bir sosyal harekete dönüşmedikçe; Türkiye’nin diğer demokratik özlemli kesimleriyle bir ittifak kuramaz. Kürt hareketinin sorunu, program sorunudur. “Kürt Meselesi”ni değil, Türk Meselesi’ni çözecek bir program olmadan Kürtlerin üzerindeki ulusal baskı son bulamaz.
    7) Türkiye’de demokratik bir hareket olmamasının ve var olanın da cılızlığının nedeni böyle bir programı olan bir hareket olmamasından kaynaklanmaktadır. Devlet sınıfları ve liberaller, var olan merkezi bürokratik ve Türklükle tanımlanmış devleti parçalamak değil; reforme etmek; yani Türklükle tanımlanmış olmasını korumak ama bugünkü inkârcılığın yerine, Avrupa’daki gibi, Kürtlüğün birey hukuku çerçevesinde tanınmasını savunmakta; buna karşılık Kürt Hareketi de yapının merkezi ve bürokratik karakterini hiçbir şekilde sorgulamadan (çünkü kendisi de benzer bir yapının tohumudur aynı zamanda) Kürtlüğün politik olarak tanınmasını talep etmektedir. Bu iki yol da çıkmazdır ve her biri varlığını diğerinin varlığına borçludur. Bu açmazdan kurtulamadığı takdirde bir iç savaş ve parçalanma kaçınılmazdır.
    8) Buradan tek çıkış, devletin veya ulusun Türklükle veya Kürtlükle (yani bir dille, dinle, soyla, tarihle, ırkla, kültürle) tanımlanmasına son vermektir.
    9) Politik olanı, yani ulusu bunların biriyle tanımlamak, demokratik bir ulus ve devlet ile bir arada bulunamaz. Türklüğün ve Kürtlüğün Demokrasi ile; Türklük veya Kürtlükle tanımlanmış politik birimler veya uluslarla, Demokratik bir Ulus veya Cumhuriyet ile bir arada bulunamaz.
    Bunlar yıllardır tekrarlaya tekrarlaya dilimizde tüy bitmiş, bütün yazılarımıza dağılmış, her birinde çeşitli yönlerden ele alınmış önermelerdir.
    Bu önermelerle hesaplaşmadan, bunlarla yüzleşmeden bir demokratik muhalefet oluşamaz ve bir adım bile ileri gidilemez.

  177. Anonim

    ‘Ben elitistim. Ister mafya mensubu olsun, ister din adami, isterse de fikir-sanat insani; ben, iclerinde en iyi olani hep takdir ederim. Bunu, meraklisi, isterse, benim ‘survival of the fittest’ten ilham alisima da baglayabilir. Yuksunmem. RTE, bu baglamda, uzun zamandir, siyaset sahnesindeki esitler arasinda (acik farkla) birinci olabilmek becerisini sergileyen birisi. Bu bakimdan, evet, takdir ederim. Destekler miyim? Evet, dogru-faydali buldugum, isime gelen siyasetlerini desteklerim.’

    ‘Elitist’mişsin. Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı hep takdir edermişsin, desteklermişsin, senin işine gelen siyasetlerini desteklermişsin.

    ‘Elitist’mişsin. Diktatör Stalin’i de hep takdir ediyor musun? Destekliyor musun? Senin işine gelen siyasetlerini destekliyor musun Necip?

    ‘Elitist’mişsin. Diktatör Hitler’i de hep takdir ediyor musun? Destekliyor musun? Senin işine gelen siyasetlerini destekliyor musun Necip?

  178. Anonim

    Faşist anarşizm (!)

    “AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Mahir Ünal, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Adalet Mitingi’ne ilişkin “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, sokağı ve isyanı teşvik etmektedir. Siz demokrasiyi, parlamentoyu, seçilmiş hükümeti yok sayıyorsanız ve sokağı adres gösteriyorsanız bunun adı faşizmdir. Sandığı ve seçimi yok sayan, isyan çağrısı yapan Kılıçdaroğlu, maalesef topluma anarşizm sunmaktadır. Bundan vazgeçmesini tavsiye ediyoruz” dedi.”

  179. Necip

    “‘Elitist’mişsin. Diktatör Stalin’i de hep takdir ediyor musun? Destekliyor musun? Senin işine gelen siyasetlerini destekliyor musun Necip?”

    Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: Stalin sag degil. Oleli cok oldu.

    Birakin benim isime gelecek olani, herhangi bir sekilde siyaset yapmasi sozkonusu degil.

    Dolayisi ile, destekleyecek bir sey yok.

    “‘Elitist’mişsin. Diktatör Hitler’i de hep takdir ediyor musun? Destekliyor musun? Senin işine gelen siyasetlerini destekliyor musun Necip?”

    Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: Hitler sag degil. Oleli cok oldu.

    Birakin benim isime gelecek olani, herhangi bir sekilde siyaset yapmasi sozkonusu degil.

    Dolayisi ile, destekleyecek bir sey yok.

  180. Demokrasi nedir?

    “Siz demokrasiyi, parlamentoyu, seçilmiş hükümeti yok sayıyorsanız ve sokağı adres gösteriyorsanız bunun adı faşizmdir.”
    (AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Mahir Ünal)

    “Siz” İç Anadolu seçmeninin çoğunluğu tarafından “seçilmiş hükümeti”n büyükşehirler, sahil bölgeleri ve Güneydoğu Anadolu’da kendisini istemeyen çoğunluğu yönetme hakkını “yok sayıyorsanız ve sokağı adres gösteriyorsanız bunun adı” gerçek demokrasidir.

  181. Elitist

    I’m A Slave 4 RTE

  182. Elitist

    This song is dedicated to you, RTE
    https://www.youtube.com/watch?v=Mzybwwf2HoQ

  183. Anonim

    Ergenekon davalarının hakim ve savcılarına 600 yıl hapis istenmiş.

    Ergenekon davalarında uydurma suçlamalarla mağdur edilenlerin haklarını savunan sn. Zileli onları mağdur eden ama şimdi mağdur edilen hakim ve savcıların haklarını da savunur mu?

    “Ergenekon” diye hayali bir örgüt uydurulması hukuk dışıdır da Ergenekon davalarının hakim ve savcılarının yargılanması hukuki midir?

  184. Gün Zileli

    değildir. Onları da savunurum. Benim işim bu.

  185. Anonim

    Yıllar önce, Alev Alatlı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden Beştepe’deki merasimde ödül aldığında, Alatlı hakkındaki görüşlerini öğrenmek için Zileli’ye soru sormuştum.

    Önce yazılarını önerdi:

    http://www.gunzileli.com/1993/12/12/orda-neler-var-neler-1/

    http://www.gunzileli.com/1994/02/01/orada-neler-var-neler-2/

    http://www.gunzileli.com/2011/11/02/muhafazakar-modernist-proje%E2%80%A6/

    http://www.gunzileli.com/2012/02/07/milliyetci-muhafazakar-alev-alatli%E2%80%99ya-bir-tablet-kitap/

    Sonra kısaca (kelimesi kelimesine hatırlamadığım) şuna benzer bir şeyi ifade etmişti Zileli:

    Alatlı, 1980’lerin ikinci yarısında Turgut Özal’ın danışmanları arasındaydı. Şimdi de Erdoğan’ın yanında. Alatlı gibi davrananları iyi tanırım; otoriterliğe karşı tutum takındıklarını dile getirirler ama daima otoriterlerin yanında pozisyon alırlar. Alatlı, her ne kadar ‘Stalin karşıtı’ bir izlenim bıraksa da; Stalin’in ve onun gibilerin sadık takipçileri arasındadır. Otorite neredeyse, Alatlı oradadır. Alatlı gibilerin huyu böyledir; ‘sinsi’dirler.

    Eğer Zileli, ne yazdığını net hatırlıyorsa, daha açık aktarabilir. Yukarıda hatam varsa, düzeltebilir.

    Şimdi:

    ‘Sizi sasirtacak bir sey (bir kucuk nuans) var. Stalin (ve Hitler) sag degil. Oleli cok oldu. Birakin benim isime gelecek olani, herhangi bir sekilde siyaset yapmasi sozkonusu degil. Dolayisi ile, destekleyecek bir sey yok.’

    Ortada şaşırılacak bir vaziyet yok. ‘Küçük-Orta-Büyük’ nüans da yok.

    Necip, sen; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı, Diktatör Stalin’i, Diktatör Hitler’i hep takdir edersin, desteklersin, senin işine gelen siyasetlerini desteklersin.

    Gerçek bu.

    Necip, Alev Alatlı’nın çırağıdır. Necip, diktatörlerin yanındadır.

  186. Evrim Teorisi ve Elit Necip

    “Ister mafya mensubu olsun, ister din adami, isterse de fikir/sanat insani; ben, iclerinde en iyi olani hep takdir ederim.”
    Çeviri:
    Benden üstün olanları yalaya yalaya, alkışlaya alkışlaya makamımı elde ettim.
    Nasıl biliyoruz?
    “… benim ‘survival of the fittest’ten ilham alisima da baglayabilir. “, der.
    Bu elit değil, el-öp Necip, sözlüklere bakmak hariç her konuda olduğu gibi, evrim teorisinde de ne kadar bilgisiz olduğunu apaçık gösterir. Paçavraya döndürüldüğünden ihtiyat maskesini takmayı unutur ve bilimde bir ortaokul öğrencisinin yapmayacağı hatayı yapar: “fittest” sözcüğüyle “en iyi” anladığını alık salık açığa vurur. Zavallı kara cahil. Elit olmak kolay değil. Normal insanların zevk vereni çarşafa dolaşır, bu yüksekten atma meraklısı el-itin beyni çarşafa dolaşır.
    Neyse ben onu bağışlarım ama daha büyük bir hata yaptı. Yasaklanan evrim teorisinin temelinde yatan bir kavramı ağzına aldı. Er-doğan duyarsa sadece kulaklarını çekmekle kalmaz. Necip’in patronuna bir telefon yeter. “fittist” Necip patronundan “stiffest”, “biggest” tekme yer ve bu orgazmik/vecdî hazzına ağzıyla varan elit “gleet” olur.

  187. Necip

    “Eğer Zileli, ne yazdığını net hatırlıyorsa, daha açık aktarabilir. Yukarıda hatam varsa, düzeltebilir.”

    Sizin, kolay kolay duzeltemeyecegimiz, hataniz su:

    Siz, Zileli’ye ‘azam’/’hazret’ muamelesi cekiyorsunuz. Sanki, Zileli, bir kutb-ul kanaatmis gibi, onun ne demis oldugunu/olabilcegini yaziyorsunuz.

    Zileli’nin ya da sizin –veya bir baskasinin– kanaatini(zi), merak saikiyle, ogrenmek isteyebilirim; ama, o kadar. Benim kanaatlerimi belirlemek icin yatin edici degildir(ler).

    “Necip, sen; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı, Diktatör Stalin’i, Diktatör Hitler’i hep takdir edersin, desteklersin, senin işine gelen siyasetlerini desteklersin.”

    Bu kucucuk, cocuksu, kelime oyunlarina bayilirim.

    Bayilirim da, bu tufa fazlasiyla cocuksu.

    Daha once tartismistik:

    Hitler ve Stalin, isbasina geldikten sonra hic secime gitmedi. Dolayisi ile, bu ikisi icin, ‘diktator’ sifati yanlis degil.

    Peki, RTE kac defa secime/referanduma gitti?

    8? 10?

    Sonuc: Siz, ne dediginizi bilmiyorsunuz.

    Yine de, cocuksu/basit/ucuz kelime oyunlari yapmaga yeltenmekten geri durmuyorsunuz.

    Yiyen vardir muhakkak.

    Ben onlardan birisi degilim.

    Uzgunum.

  188. Necip

    “Yasaklanan evrim teorisinin temelinde yatan bir kavramı ağzına aldı.”

    Gercekten?

    Bulup bulabildiginiz arguman bu mudur?

    Kim yasaklamis, ne zaman yasaklamis?

    Nerede olmus bu?

    Yok boyle bir sey.. bir peri suret gorunmus; bir hayal olmus zat-i alinize..

    Sizin atifta bulundugunuz ‘Evrim Teorisi’ (TM), teori filan degil, upuzun bir hikayedir. Gecmise yonelik kehanetlerden ibaret bir ‘narrative’dir. Bilimsel filan da degildir.

    Ben o dinden degilim.

  189. Necip

    http://odatv.com/harita-muhendisleri-odasi-bilimsel-hesabi-yapti-1007171200.html

    TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası bir açıklama yayınlayarak mitinge en az 1.5 milyon kişinin katıldığını bilimsel verilerle ortaya koydu.

    Bakalim, ne kadar ‘bilimsel’mis..

    Maltepe’de yapılan Adalet Mitingi’ne katılımla ilgili tartışmalar devam ederken, TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, mitinge en az 1.5 milyon kişinin katıldığını bilimsel olarak açıkladı.

    ‘En az’ ne demektir?

    ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’ oturdugu yerden boyle sallayacaksa, lafin arasina ‘bilimsel’ sokusturmanin ne anlami var?

    Tepemizde bir suru uydu var –Turkiye’nin de var.

    Bunlardan birisinden, parasini verip, meydanin en kalabalik halinin goruntusunu alabilir ve oradan kelle sayisini cikarabilirlerdi.

    Ama, yok. ‘Bilimsel’ sallama kolay oluyor. Hele de, arkasina, anli sanli bir de ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’ titrini takarsaniz.

    Oda, açıklamasında İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) çeşitli rakamlar açıkladığını belirterek bir toprak parçasının sınırlandırılması ve yüzölçümünün belirlenmesinin teknik bir konu olduğunu, harita ve kadastro mühendislerinin de görev alanına girdiğini aktardı.

    Taabi, tabi.. ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’ bu tur ‘teknik’ isler icin kurulmus kutsal bir locadir. Onlarin gorev sahasina girer, son sozu de onlar buyurur.

    Fakat, galiba bu kelli felli hanimlar beyler ‘Google Earth Pro’ diye birseyden pek de haberdar degil. Google bunu bedava dagitiyor. [ https://www.google.com/earth/desktop/ ]

    Onu indiriyor ve kuruyorsunuz. Ondan sonra, ilgili meydani bulup, etrafina bir poligon cizdiriyorsunuz ve sakkadanak size oranin alanini filan veriyor. Hayli de hassas.

    Bu basit islemi yaparsaniz, Maltepe Meydaninin alaninin 265,000 m2 oldugunu bulursunuz.

    https://www.google.com/maps/@40.9979104,28.9455656,16.33z

    Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

    “Konuşmaların gerçekleştiği Maltepe Sahil Miting alanı yaklaşık 275.000 m2‘dir. Ayrıca miting için trafiğe kapatılmış ve katılımcıların yer aldığı alan da yaklaşık 100.000 m2 dolayındadır. Toplamda 375.000 m2 alanda yurttaşlarımız mitinge katılım sağlamışlardır. Katılımcı sayısının hesaplanmasında teknik olarak genelde m2’ye 3 ile 6 arasında insanın yer aldığı kabul edilmektedir. Dolayısıyla ‘Adalet Mitingine’ en az 1.500.000 kişinin katıldığı ifade edilebilir.”

    Uydu resmi olmadigi icin, alanin hangi yogunlukta doldugunu bilmiyoruz. Yine, uydu resmi olmadigi icin, hangi sokak ve caddelerin ne kadar dolu oldugunu da bilmiyoruz.

    Ama, ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’, kafadan 100,000 m2 bagislamis. Toplami da, 375,000 m2 yapmis.

    Eh, ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’ni kiracagim?

    Diyelim ki dogru.

    Dogru da, “m2’ye 3 ile 6 arasında insanın yer aldığı kabul edilmektedir” diyor.. Yani, ortalama 4.5 kisi/m2.

    Ya da, daha bir rakamsal bakacaksak: kisi basina 47cm x 47cm. Hadi, yuvarlak hesap, 50cm x 50cm.

    Iste, bu noktada zurna detone oluyor.

    Oluyor, cunku, tavuk kumeslerinde bile m2’ye 4 tavuk hesaplanir; daha fazlasi insani bulunmaz.

    Bu kadarcik kusuru da yadirgamamak lazim.

    ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’nin tavukculuk/kumes tasarimi filandan anlamasini bekleyemeyiz.

    Hesap yapmak yerine, sallamalarini da, ‘canim, o kadarcik kusur kadi kizinda bile olur’ der geceriz.

    Sonucta, universitelerin en dusuk puanlarla girilen bir muhendislik dalindan mezun olmuslar.

    Saygi duymak gerekir.

    Taabi tabi.

  190. Necip

    Uydu goruntusu filandan bahsettim; ama, aslinda, ona bile gerek yok.

    Meydanin, miting sirasinda cekilmis, resmi asagidaki linkte var:

    https://img-s1.onedio.com/id-596351d46b4a4ac41311361a/rev-0/w-500/s-cbbdf1552843719b1f182da7fc313b77d87aa842.jpg

    [Podyumun uzerindeki brandadaki ‘adalet’ yazisi baska bir zaman veya meydanla karistirilmasini da engelliyor.]

    Buradan da gorebildigimiz uzere, hic de oyle dag-tas insan kayniyor degil.

    Oradaki dikdortgen alanin icinde toplanmislar. Dikdortgenin disina tasma olmadigi gibi, arkalarda da bos yer bile var.

    O dikdortgen alani tarayicinizda gormek isterseniz, su linki tiklayabilirsiniz.

    https://www.google.com/maps/@40.920446,29.124147,2533m/data=!3m1!1e3

    ‘Google Earth Pro’ ile alanini hesaplarsaniz, 30,000 m2 oldugunu bulursunuz.

    ‘Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası’nin (kumeslere bile reva gorulmeyen) 4.5 kisi/m2 rakamini kullanacak olursaniz, 135,000 kisi cikar.

    [Arkalardaki bos yerleri de dolu saydik, bu arada.]

    30 donumluk bir alani bile tam dolduramamisken, insanlarin sokak ve caddelere tastigini iddia etmek ne kadar anlamlidir; bilemem.

    Benim icin onemli olan o degil.

    Alenen yalan soylenmesi.

    Bunu kimin yaptigi onemli degil.

    Ister AKP yapsin, isterse de CHP. Farketmez.

    Yalan yalandir.

    CHP acisindan, bence, bir baska mahsuru daha var.

    CHP’ye gonul vermis insanlari bu abartilmis yalanlara inandirip, rehavete kapilmalarina yol aciyorlar; ardindan da, cok ciddi hayal kirikliklari, husranlar yasatiyorlar.

    Belki de AKP’in istedigi tam da budur (cunku, bu sekilde kendi secmenini konsolide edebiliyor); ama, bizzat CHP’nin CHP’ye gonul vermis insanlari bu sekilde kandirmasi, bence, reva degil.

  191. Gün Zileli

    ben oradaydım ve bu yazdıklarınız külliyen yalan. insanlar maltepe mnibüs yolundan aşağı inemediler kalabalıktan. insan bir şeyi nasıl görmek isterse öyle görür.

  192. Bigiç Necip Hikayesi

    Bilgiç Necip Soytarılığına Devam Ediyor
    1. Asıl konu senin “fittist” sözcüğünü anlamamış dolayısıyla evrim teorisi cahilliğindi.
    2. Türkiye’de evrim teorisin okullarda yasaklandığını duymamışsın galiba. Her neyse, şimdi ileri sürülen yasaklama nedenlerini anlıyorum: Senin gibi anlamadan konuşan şapşallar üretiyor.
    3. Her salak her teoriye hikaye diyebilir. Seni paçavraya çevirdim, ne dediğini bilmez oldun. Her teori, her hikaye, her okkalı sözcüğün “narrative” geçmişe yöneliktir. Bu, matematik ve mantık gibi bilgiler dışında bütün bilgilere ortaktır. Hatta dinlerde bile tehlike dolu dünyada başına geleceklerden korkmama aşılanmaya çalışılır. Hepsinde ileriyi etkilemek amacı bulunur veya bulunabilir. Sen sonsuz sayıda k*ç yalamışsın, ne zaman ağzını açsan b*k çıkıyor, bilgiçliğini teşhir ediyorsun. Senin maşukun tümevarımı da, evrim teorisini anlamadığın gibi, anamamışısın. Tümevarımda geleceğin geçmişteki gibi “uniform” olacağı varsayılır, be hödük!
    4. İş hayatındaki lağım fareleri yarışmasında öğrendiğin sidik yarışması bana karşı sökmüyor. Kabul et ve doğduğundan beri alıştığın gibi benim de k*çımı yala! Bilmediğin konularda ezan okuma! Ticaretten başka bir b*k bilmediğini kabul et!
    Sende zerre kadar onur olsa “fittist” kelimesini yanlış bildiğini kabul eder, her zaman yaptığın gibi, konuyu değişirmezdin. Üstelik, çırpındıkça b*k içine daha çok batıyorsun: yasaklığı duymadığn gibi. Aynı şeyi burnunu ağzından çıkan b*klara her sürttüğümde yaptın.

  193. Necip

    “ben oradaydım ve bu yazdıklarınız külliyen yalan.”

    Resime bakin.

    https://img-s1.onedio.com/id-596351d46b4a4ac41311361a/rev-0/w-500/s-cbbdf1552843719b1f182da7fc313b77d87aa842.jpg

    Bu resmi ben cekmedim.

    Daha kalabalik halini gosteren bir resim bulursaniz, paylasin lutfen.

    “insanlar maltepe mnibüs yolundan aşağı inemediler kalabalıktan.”

    Insanlar..

    Kac kisi?

    Siz, yol seviyesinden baktiginiz zaman kac kisiyi gorebilirsiniz?

    “insan bir şeyi nasıl görmek isterse öyle görür.”

    Dogru.

  194. Necip

    Bu da, CHP TV’nin ‘Büyük Maltepe Adalet Mitingi / 09 Temmuz 2017’ basligiyla yayinladigi video.

    Videonun tanitim resminde ‘3 milyona yaklasti’ diyor.

    Bakalim dogru muymus?

    https://www.youtube.com/watch?v=5duq-saHs8A

    Simdi.. Buyrun size zaman koordinatlari:

    02:37 – Meydan bos sayilir. Insanlar yeni yeni geliyor.

    06:02 – Kilicdaroglu sahneye cikiyor. Arkalar bos

    20:14 – Kilicdaroglu konusuyor. Arkalar bos.

    28:44 – Kilicdaroglu konusuyor. Yandaki agaclarin arkasinda tek tuk birkac kisi var. Geriye kalani dikdortgenin icinde.

    36:32 – Kilicdaroglu konusuyor. Yandaki agaclarin arkasinda tek tuk birkac kisi var. Geriye kalani dikdortgenin icinde.

    36:32 – Kilicdaroglu konusuyor. Metrekarede 4-5 kisi filan yok.

    42:38 – Kilicdaroglu konusuyor. Yandaki agaclarin arkasinda pek kimse yok. Herkes kalani dikdortgenin icinde.

    46:37 – Kilicdaroglu konusuyor. Arkalar ne kadar dolu cok iyi secilmiyor ama herkes dikdortgenin icinde.

    56:17 – Kilicdaroglu konusuyor. Sahneden uzaklasildikca, ozellikle de sag taraf, hayli seyrek.

    58:52 – Kilicdaroglu konusuyor. Arkalar ne kadar dolu cok iyi secilmiyor ama herkes dikdortgenin icinde.

    58:55 – Kilicdaroglu konusuyor. Meydanin ne denli hinca hinc (!) doldugu gorulebiliyor.

    01:01:25 – Kilicdaroglu konusuyor. Dikdortgenin disinda kimsenin olmadigini gosteren uzunca bir cekim.

    01:02:59 – Kilicdaroglu konusuyor. Dikdortgenin arkalarinin bos oldugu iyice secilebiliyor.

    01:03:48 – Kilicdaroglu konusuyor. Dikdortgenin arkalarinin bos oldugu iyice secilebiliyor.

    01:04:44 – Kilicdaroglu konusmayi bitirdi. Dikdortgenin arkalarinin bos oldugu goruluyor.

    Bu arada, CHP TV’nin CHP liderinin en onemli mitinginde yaptigi cekimde ses koymamasi –bu kadarcik bir seyi dahi becerememesi– uzucu.

    Yukaridaki cekimde, arka taraflarin dolu olduguna, dikdortgen alanin disinda birilerinin daha olduguna dair bir sey goremedim.

    Siz, gorebiliyorsaniz, zaman koordinatlarini verin beraber bakalim. [ Pardon, tabii ki, siz odev yapmazsiniz. Fetva ve ferman buyururusunuz. Biz de alir bastaci yapariz. Taabi tabi. ]

  195. Anonim

    Emekçiler adalet istiyor, CHP patronlara mektup yazıyor!

    Gerçek
    Temmuz 6, 2017

    CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak, partisi adına bir mektup yazarak patron örgütleri TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği), TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) ve MÜSİAD’ı (Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği) adalet yürüyüşüne davet etti. Mektupta büyük patronlar şu ifadelerle yürüyüşe çağrıldı: “Bugün keyfi uygulamalar ve hukuksuz yargılamalar nedeniyle mülkün temeli çökmüş durumdadır. Ülkemizin bu tablo ile geleceğe yürümesi mümkün değildir. Adaletin olmadığı yerde can ve mal güvenliği, yatırım, üretim, iş, aş ve huzur olmaz. Bunu en yakından bilenler sizlersiniz. Adalet ve demokrasi mücadelesine verilen her türlü destek, çok değerli ve iyi bir gelecek için çok önemlidir. İş dünyamızın, ülkemizin can alıcı sorunlarına kayıtsız kalamayacağına inanıyorum. Bu çerçevede, 9 Temmuz 2017 saat 18.00’de İstanbul Maltepe’de düzenlenecek miting ile sona erecek olan Adalet Yürüyüşü’nün, herhangi bir aşamasında parçası olmanız, daha özgür, daha güvenli bir Türkiye için önemli bir katkı olacaktır.”

    2017’nin ilk çeyreğinde Koç Holding, 22,3 milyar lira gelir ve yüzde 118 kâr artışı açıklarken, Türkiye’nin en büyük 500 şirketi ortalama yüzde 25 büyümüşken, net kârları yüzde 48,5 artarak 42,5 milyar liraya ulaşmışken, Türkiye’de 10 milyar liranın üzerinde satış geliri olan şirket sayısı 17’den 20’ye çıkmışken, CHP’nin mektubu sayesinde “mülkün temeli”nin çökmüş olduğunu ve bunu en iyi bilenin de patronlar olduğunu öğreniyoruz.

    Halbuki gerçeğe baktığımızda mülkün temeli çökmek bir yana patronların, Erdoğan’ın deyimiyle “önlerini açan” OHAL sayesinde mülklerine kat üstüne kat çıktığını görüyoruz. Bunu da en iyi bilenler Türkiye’nin büyük patronları.

    Patronlar OHAL’de kârlarına kâr katarken, asgari ücret ise hala açlık sınırının altında. İşten çıkarmalar tam hızla devam ediyor. Taşeron işçileri OHAL’den önce de OHAL sırasında da kendi lehlerine olan mahkeme kararlarının uygulanmasını istiyor. Tabii belediyelerinde örgütlenmek isteyen taşeron işçilerini işten atan, belediye şirketlerini özelleştirerek işçilerin toplu sözleşme haklarını baltalamaya çalışan, üstelik bu işçi düşmanı uygulamalara “adalet yürüyüşü” sırasında bile devam etmekten imtina etmeyin CHP’nin işçilerle değil de patronlarla gönül birliği yapmasında, patronlarla kol kola yürümek istemesinde şaşılacak bir şey yok.

    Sınıf bilincini tümden yitirimiş solcularımız adalet yürüyüşünü bir halk yürüyüşüne çevirmeyi hayal ederken, CHP halkın haklı taleplerle katıldığı yürüyüşü emperyalizmin ve patronların peşine takıyor. CHP liderliğinin bu çabaları halkın haklı adalet talebine gölge düşürmez. Ancak yaşananlar bu talebin emperyalizmin ve patronların peşinden giderek değil emperyalizme ve patronlara karşı yükseltilmesi gerektiğini göstermektedir. Çünkü adaletsizliği en iyi Koç’lar değil Koç’ların işten attığı, OHAL’in grevlerini yasakladığı binlerce işçi biliyor. Emekçi milyonlar emperyalizme bir kurtarıcı olarak değil düşmanca ve öfkeyle bakıyor. Adalet için patronlara mektup yazanlarla değil patronlara karşı fabrikalarda işyerlerinde direnen işçilerle birlikte yürümek gerekiyor. Bir kez daha görüyoruz ki bu ikisi birlikte olmuyor.

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/emekciler-adalet-istiyor-chp-patronlara-mektup-yaziyor

  196. Anonim

    Altan Tan’dan AK Partili vekilli savunma

    HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, ‘Terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandığı davada savunma yaptı. İddianamede, öldürülen bir PKK’lı teröristin cenazesine katılmakla suçlanan Altan Tan, “Cenazeye binlerce insan katıldı. Hatta AKP milletvekilleri de katılmıştır” dedi.

    HDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan’ın, 2011 yılında öldürülen PKK’lı teröristin cenazesine katıldığı ve yaptığı bir konuşma nedeniyle ‘Terör örgütü propagandası yaptığı’ iddiasıyla yargılanmasına devam edildi. Diyarbakır 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuksuz sanık Altan Tan ve avukatı hazır bulundu. Duruşmada savunması alınan Altan Tan, katıldığı cenaze törenlerinde ve taziyelerde toplumu sakinleştirdiğini belirterek şöyle dedi:

    “Tutanaklarda taziye duası okuduğum ve eylemleri durdurarak kitleyi dağıttığım yazılıdır. Cenazeye tarih itibariyle binlerce insan katılmıştır. Hatta AKP milletvekilleri de katılmıştır. Bunun örgüt propagandası ile bir alakası yoktur. Hayatım boyunca örgüt propagandası yapmadım. Ben toplumu sakinleştirdim ve taziye olduğundan dolayı herkesi sükunete davet ettim.”

    ‘KÜRT SİYASETİNDE DE ŞİDDETE KARŞI OLDUM’

    Siyasetçi olarak Kürt meselesini savunduğunu belirten Altan Tan sözlerini şöyle sürdürdü:

    “Kürt siyaseti ile ilgili devletin ve hükümetin politikasını yanlış buluyorum. Düşüncelerimi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Abdullah Gül’e açıkladım. Uygulanan politikaların yanlış olduğunu, bu işin ancak demokrasi ile çözülebileceğini yüzlerine söyledim. Benim hiçbir dönem hiçbir örgüt ile bağlantım olmadı. Hiçbir zaman silahlı örgütleri savunmadım. Devletin de dönem dönem uyguladığı yasadışı çetelerin uygulamalarına karşı çıktığım gibi, Kürt siyasetinde de şiddete karşı oldum.”

    Mahkeme eksiklerin tamamlanması için duruşmayı erteledi.

  197. Anonim

    “Survival of the fittest” mı, doğal seleksiyon mu? İkincisi bunu daha iyi ifade ediyor sanki.

  198. Anonim

    ‘Sizin, kolay kolay duzeltemeyecegimiz, hataniz su. Siz, Zileli’ye ‘azam’ – ‘hazret’ muamelesi cekiyorsunuz. Sanki, Zileli, bir kutb-ul kanaatmis gibi, onun ne demis oldugunu-olabilcegini yaziyorsunuz. Zileli’nin ya da sizin [veya bir baskasinin] kanaatini(zi), merak saikiyle, ogrenmek isteyebilirim; ama, o kadar. Benim kanaatlerimi belirlemek icin yatin edici degildir(ler).’

    Ortada, hata-mata yok. Hata olmadığı için, düzeltilmesi gereken herhangi bir vaziyet de yok.

    Zileli’ye kimse (en azından, bu sayfada ben) ‘azam’ ve-ya ‘hazret’ muamelesi çekmiyor(um). Bu, senin uydurman.

    Zileli’nin yaptığı tespitin de (yani, Alev Alatlı’nın, diktatörlerin yanında pozisyonlanması gibi; senin de, diktatörlerin yanında pozisyonlanman) gerçekliğini ve doğruluğunu senin suratına çarpmak için hatırlattım. Bu gerçekliği hatırlatan, bu doğru tespitleri yapan kişiler; otomatikman, ‘azam’ ve-ya ‘hazret’ kategorisinde olmak zorunda değil. Necip kendi beyninde biriktirdiğin diktatörlük yanlısı görüşlerini yaymak için laf çarpıtma.

    ‘Bu kucucuk, cocuksu, kelime oyunlarina bayilirim. Bayilirim da, bu tufa fazlasiyla cocuksu. Daha once tartismistik. Hitler ve Stalin, isbasina geldikten sonra hic secime gitmedi. Dolayisi ile, bu ikisi icin, ‘diktator’ sifati yanlis degil. Peki, RTE kac defa secime-referanduma gitti? 8? 10? Sonuc; siz, ne dediginizi bilmiyorsunuz. Yine de, cocuksu-basit-ucuz kelime oyunlari yapmaga yeltenmekten geri durmuyorsunuz. Yiyen vardir muhakkak. Ben onlardan birisi degilim. Uzgunum.’

    Ortada; ‘küçük-orta-büyük’, ‘bebeksi-çocuksu-ergen-yetişkin-ihtiyar’ kelime oyunları yok. Tamamen, senin laf çarpıtmaların var Necip.

    İster ye, ister yeme; ister üzül, ister sevin, ister nötr kal; umrumda değil.

    Hitler de, ‘sandık’la, ‘seçim’le iktidara gelmiş idi; sonrasında neler olduğunu acıyla tecrübe ettik!

    İster 1 seçim-referandum olsun, ister 1111 seçim-referandum olsun; Stalin’in hegemonyasında, Hitler’in hegemonyasında, Recep Tayyip Erdoğan’ın hegemonyasında, kısacası ‘diktatörlerin hegemonyası’nda yaşanan hiçbir seçim-referandum meşru değildir!

    Necip, sen; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı, Diktatör Stalin’i, Diktatör Hitler’i hep takdir edersin, desteklersin, senin işine gelen siyasetlerini desteklersin.

    Gerçek bu.

    Necip, Alev Alatlı’nın çırağıdır. Necip, diktatörlerin yanındadır.

  199. Gün Zileli

    Ben ahmet Tan’ın buraya alınan sözlerinde AKP vekiline ilişkin bir övgü görmedim.

  200. Gün Zileli

    Ben, patronlara katılma çağrısı yapılmasında bir yanlışlık görmüyorum.

  201. Gün Zileli

    niye bu kadar gayretkeşlik anlayamıyorum. Ben oradaydım ve alanı bırakın minibüs yoluna kadar her taraf insan kaynıyordu.

  202. Gün Zileli

    daha kalabalık çekilemez, çünkü kadraj almaz.

  203. Gün Zileli

    ayrıca seni neden bu kadar rahatsız etti bu kalabalık?

  204. Evrim Teorisi Satıhta bir Teori

    Sayın Gün Zileli’ye bir not: Sizlerin dine karşı olduğunuzu biliyoruz ve saygımız var. Ama lütfen Necip hocamızın okumasını istediğimiz bu yazıyı silmeyin.
    =====================================
    Sayın Necip Hocamız,
    Haklısınız, evrim teorisi bir hikayeden ibarettir.
    Kuran farklı bir hakikat ihtiva eder. Sizin gibi çok daha derinlere inerek evrimi, inorganik maddeden organik maddeye geçişiyle anlatır.
    “Âdem çamurdan yaratılmıştır.” (İsra, 17/61; A’raf, 7/12; Sad, 38/76; Secde, 32/7),
    “Âdem cıvık çamurdan yaratılmıştır.” (Saffat, 37/11)
    “Âdem çamurdan süzülmüş bir hulâsadan yaratılmıştır.” (Mü’minun, 23/12)
    “Âdem kuru çamurdan suretlenmiş balçıktan yaratılmıştır.” (Hicr, 15/27; Rahman, 55/4). (3).
    Allah bütün canlıları sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. (Nur, 24/45 )
    Fakat bununla da kalmaz.
    Yerçekimi ve yörünge hareketi:
    “Gezegenler ortadan kaybolur, saklanarak yörüngelerini takip ederler” (81:15-16)
    Yörüngeler ve döner evren:
    “Gökyüzü ve döngüsel sistemleri” (86:11), ve
    “Evrenin salınması, titremesi.” (51:7)
    Güneş merkezli (heliosentrik) astronomi:
    “gece gündüz, gündüz gece etrafını sarar, güneş ve ay kendilerine öz yolda hareket eder” (Surat az-Zumar, 5)
    “Güneş ayı, ay güneşi yakalayp geçemez. Her ikisi evrende yüzerler.” (Surah Ya Sin, 38-40)
    Atomaltı parçacıklar:
    “Atom kadar küçük bir parçacık bile Allah’ın gözünden kaçmaz. O görülmeyen atomaltı parçacıkları görür.” (34:3 ve 10:61)
    Genlerimizdeki program:
    “İnsanı, erkek spermi damlasıyla ölçüden yarattı.” (80:18-20)

  205. Anonim

    Benim oyum Tayyip’e

    Çakma muhalefet partisinin lideri İstanbul’da on maddelik seçim bildirgesi yayınlamış.

    Okuyoruz:

    1- 15 Temmuz darbe girişimini lanetliyoruz. 245 şehidimizin aziz hatırası, gaziler vb.
    Tercümesi: Cumhurbaşkanımızın meşruiyetine inancımız tamdır. İndirmeye kalkanları kınıyoruz. İstibdadını meşrulaştırmak ve pekiştirmek için kullandığı absürt söylemi aynen benimsiyoruz.

    2- 20 Temmuz’da getirilen OHAL ile yasama yürütme ve yargı tek elde toplanmıştır; bir an önce kaldırılmalıdır.
    Tercümesi: 20 Temmuzdan önce fena değildi, bari ona dönelim, şekil düzelsin.

    3- Kolektif suç gibi insan haklarına aykırı uygulamalardan vazgeçilmelidir.
    Tercümesi: Tamam bildiğin gibi yönet, ama o kadar ileri gitmesen? Sivrilikleri düzelt yeter.

    4- OHAL mağdurlarının yargıya ulaşım ve sosyal güvenlik haklarını kısıtlayan uygulamalara son verilmelidir.
    Tercümesi: İşten çıkar peki, ama bari adamcağızın emekli maaşını, primini vb. elleme; bırak mahkemeye başvursun, oyalansın.

    5- FETÖ ile hiçbir ilişkisi ile bulunmayan ama sırf hükümete muhalif olduğu için görevlerinden alınan akademisyenler görevlerine dönmeli ve tutuklu milletvekilleri serbest bırakılmalıdır.
    Tercümesi: FETÖ ile az ilişkisi bulunan ve çok belirgin bir şey yapmamış birkaç kişiyi görevine iade et, biz de bir işe yaramış görünelim. Figen Yüksekdağ’ı filan tutabilirsin ama birkaç vekil sal da bari benim suç ortaklığım çok belli olmasın.

    6- Mesleklerini yaptıkları için tutuklu bulunan gazeteciler serbest bırakılmalıdır.
    Tercümesi: Öbürleri tutuklu kalabilir.

    7- OHAL ortamında ve yapılan anayasa değişikliği gayrimeşrudur. Türkiye bu anayasa ile yönetilemez, yönetilmemelidir.
    Tercümesi: Daha birkaç madde değiştirmek lazım. Gel onu beraber yapalım, büsbütün aciz görünmeyelim.

    Gerisi klasik seçim bildirgesi tıraşları: parlamenter sistem üzerindeki her türlü vesayet, eğitimde laiklik ilkesi, yoksulluk, terör, kadın hakları vs. Yıllardır tekrarlana tekrarlana tiridi çıkmış bir sürü boş laf.

    Ben itiraf ediyorum. Eğer seçenek buysa ben oyumu Tayyip’e veririm. Adam müstebit, yasa tanımaz falan filan, peki, ama hiç olmazsa düz ve dobra. Yaya Kemal Bey gibi kaypak ve aciz değil.

    Sevan Nişanyan
    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/07/benim-oyum-tayyipe.html

  206. Necip İyice Sıpıttı

    Sayın Gün Zileli Şunu Yazmış,
    “Gün Zileli
    Temmuz 11th, 2017 at 17:21
    niye bu kadar gayretkeşlik anlayamıyorum. Ben oradaydım ve alanı bırakın minibüs yoluna kadar her taraf insan kaynıyordu.”
    Necip, çok iyi tanıdığımız, adı yasak biri tarafından darmadağın edildi, tutulacak tarafı kalmadı ve bunu çok iyi biliyor.
    Necip, saymanlık, ölçme biçme, google map, önünde kök almış bilgisayar, internet, parti adları, youtube, koordinatlar gibi tek bildiği banal konularda gayretkeşliğini göstererek yüzüne çok fena vurulan cahilliğinden çocukça hilelerle kurtulmak istiyor. Zavallının yarası çok derin. Sizi meşgul etmekle içine düştüğü rezilliği unutmaya çalışıyor.

  207. Gangnam Style Teorisi

    gangnam style’ın allah’tan daha popüler olması

    https://eksisozluk.com/gangnam-stylein-allahtan-daha-populer-olmasi–3604382

  208. Necip

    Topluluklarin hareketi sozkonusu oldugunda, icinde yer alan bireylerin gozlemlerine itibar etmiyorum. Asiri derecede subjektif olabiliyor.

    Insan, kalbaligin icindeyken, en cok etrafindaki 10-20 kisiyi gorebilir. Ondan otesi de ‘umman’ olur.

    Bosuna midir, tarihteki butun meydan savaslarinda, komutanlarin yakindaki bir tepeden savasi gozlemlemesi? Veya, komuta-kontrol merkezlerinin cephenin gerisinde olmasi?

    Kalabaligin ve hengamenin icinde degil, uzaktan ve objektif bir gozlem gerekiyor cunku.

    Bugun, en objektif gozlemlerden birini de ‘objective’ verebiliyor. Yani, kamera.

    Kamerayi kontrol eden kisi, tabii ki, subjektif davranip, bazi yerleri hic gostermeyebilir; ama, konumuzla ilgili bakarsak:

    Ben, CHP tarafindan cekilen bir filmin, CHP’nin isine yarayacak bir seyi gosterMEyecegini pek dusunemiyorum.

    “niye bu kadar gayretkeşlik anlayamıyorum.”

    ‘Gayretkeşlik’ kelimesini ikimiz farkli yorumluyoruz.

    Ben, eldeki objektif/kamera kayitlarina bakip, cikarsadiklarimi yaziyorum.

    Bunu yapmak icin de, en cok, 10 dakikami ayirdim. Oraya gitmek icin gunumu veya saatlerimi harcamis degilim.

    Yani, ‘gayretkeşlik’ sergileyen ben degilim.

    [Ustelik, neyi ne ile ve nasil yaptigimi da acik acik yaziyorum ki, beni yanlislamak isteyen herhangi birisi de, bunu, kolayca yapabilsin. ]

    Siz, ya da baskalari ise, kalabalik icinde ne hissettiginizi veya neler gozlemlediginizi yaziyorsunuz.

    Anekdotal ve subjektif.

    “Ben oradaydım ve alanı bırakın minibüs yoluna kadar her taraf insan kaynıyordu.”

    Bir. Meydani yok sayamayiz. Asil onemli olan Meydandir. Orada kac kisi oldugudur. Otekiler detaydir.

    Elimizde, sizin subjektif gozlemlerinizden oteye, Meydana ait kamera kayitlari var.

    Ikincisi, “her taraf insan kaynıyordu” demenin, CHP acisindan, bir propoganda degeri oldugunu unutmamak gerekir.

    Eger gercekten “her taraf insan kaynıyordu” ise, bunu tartisilmaz kilmak icin, CHP’nin insan kaynayan ‘her taraf’in da kamera kayitlarini gostermesi beklenir.

    Ustelik, bunu yapmak, bugun, hic de zor degil.

    Havadan cekim yapmak icin bir det ‘drone’ yeter de artar bile.

    Fakat, nedense (!), boyle bir kayit mevcut degil.

    Var olan (yayinlanan) kayit, dikdortgen meydanin bos olan kisimlarini gostermemek icin gayret sarfediyor.

    [Normaldir. O kayidin amaci bosluklari sergilemek degil, kalabaligi buyuk gostermektir cunku.]

    Simdi… “minibüs yoluna kadar her taraf insan kaynıyor” idiyse, bu insanlarin –Kilicdaroglu’nun konusmasi bitinceye kadar– akin akin (dalga dalga) meydana gelmeleri gerekmiyor muydu?

    Ama, kayitta boyle bir sey yok. Meydana ulasan yollarda kimse gorunmuyor.

    Ne oldu bu insanlara?

    Polis mi engelledi?

    Yoksa yollarini mi kaybettiler?

  209. Necip

    “İster 1 seçim-referandum olsun, ister 1111 seçim-referandum olsun; Stalin’in hegemonyasında, Hitler’in hegemonyasında, Recep Tayyip Erdoğan’ın hegemonyasında, kısacası ‘diktatörlerin hegemonyası’nda yaşanan hiçbir seçim-referandum meşru değildir!”

    Bos konusuyorsunuz, bos.

    Dunya tarihinde, secimle TEKRAR isbasina gelmis bir diktator yoktur.

    Dikatorlerin ilk yaptigi is, secimleri kaldirmaktir.

    Turkiye’de boyle bir sey olmamistir.

    Mesru olup olmadigina da siz karar vermiyorsunuz.

    Her secimde yuzde 80’lerin uzerinde katilim oluyorsa, ki oluyor, sizin kisisel kanaatinizin kimse tarafindan umursanmadigini gorebilmeniz lazim.

    Ama, goremiyorsunuz. Gormek de istemiyorsunuz.

    Budur, sizin, diktatorluk ozlemleri ile yanip tutustugunuza isaret eden.

    Gerisi laf u guzaf.

    Yani, bos konusuyorsunuz.

  210. Necip

    “Haklısınız, evrim teorisi bir hikayeden ibarettir.”

    Evet.

    Tipki, ‘Gilgamis Destani’, ‘Mem u Zin’, ‘Egenekon Destani’, ‘Nuh Tufani’, ‘Tanrilarin Arabalari’ vb gibi..

    Yuzeyi 510 milyon km2 olan ve 4.5 milyar yasindaki dunyamizin hikayesini, sagda solda bulunmus birkac fosil ile anlatmaga calismak, evet, tam olarak odur: Hikaye.

    Ama, benim ‘Evrim Teorisi’ (TM) ile olan sorunum onun ‘hikaye’ olmasi degil..

    Sorun su: Bu ‘hikaye’nin butun gercegi temsil ettigini iddia etmeleri.

    Bu mumkun degil.

    Ikincisi de, bu ‘hikaye’nin adina ‘teori’ kelimesini eklemeleri.

    Bu, ona, ‘bilimsel’ bir hava vermek icin kullaniliyor.

    Halbuki, hepimiz –ya da bilenlerimiz–, ‘teori’nin ne oldugunu biliriz:

    Wikipedia’da alinti yapiyorum:

    In modern science, the term “theory” refers to scientific theories, a well-confirmed type of explanation of nature, made in a way consistent with scientific method, and fulfilling the criteria required by modern science.

    Such theories are described in such a way that any scientist in the field is in a position to understand and either provide empirical support (“verify”) or empirically contradict (“falsify”) it.

    Scientific theories are the most reliable, rigorous, and comprehensive form of scientific knowledge, in contrast to more common uses of the word “theory” that imply that something is unproven or speculative (which is better characterized by the word ‘hypothesis’).

    Scientific theories are distinguished from hypotheses, which are individual empirically testable conjectures, and from scientific laws, which are descriptive accounts of how nature behaves under certain conditions.

    Buradan da gorebilcegimiz uzere, ‘icinde ‘bilimsel’lik havasi olan ‘Evrim Teorisi’ denen hikayenin kendisi, cok olsa, bir ‘hipotez’ olabilir.

    Aslinda, o bile degil, cunku ‘hipotez’in dahi ciddiye alinmak icin tasimasi gereken ozellikler/sartlar var.

    ‘Evrim Teorisi’nde bunlar yok. Dayatma var. ‘Dogrudur; ve bunu sen de kabul edeceksin’ turunden bir dayatma.

    Ben bu dayatmayi kabul etmiyorum.

    O yuzden, ‘Evrim Teorisi’ yazdiktan sonra –genellikle– yanina bir de ‘(TM)’ eklerim. Yani ‘Trade Mark’ (‘Ticari Marka’).

    Bu dediklerime itiraziniz varsa, onlari konusalim.

    Kuran’dan ya da baska dinlerden/efsanelerden kaynakli aktardigini teferruatlarla ilgilenmiyorum.

  211. Gün Zileli

    çağımızın yeni tür diktatörleri seçimlere dayanıyor. Örnekleri çok. En barizi Yeltsin.

  212. Necip

    “çağımızın yeni tür diktatörleri seçimlere dayanıyor.”

    Bu dediginizi de, eminim, sirf siz boyle buyurdunuz diye kabul etmek zorundayiz.

    O bir yana, eger insanlar baslarina gecsin diye bir diktator seciyorlar ise, siz kimi kime sikayet ediyorsunuz?

    “Örnekleri çok. En barizi Yeltsin.”

    6 Kasim 1991 ila 15 Haziran 1992 arasinda (6 ay filan) iktidar yuzu gormus bir sarhosu ‘en bariz’ ornek sayacaginiz aklimin ucundan bile gecmezdi..

  213. Gün Zileli

    Pardon yanlış yazmışım. Yeltsin değil PuTİN OLACAKTI.

  214. İsyan

    Necip;

    O gün meydanda olan biri olarak söyleyebilirim ki kurgulamaya çalıştığın matematikle orada bulunmuş insanları kandırma şansın yok. Orada çok büyük, kalabalık bir kitle vardı ve sende keşke orada olabilecek kadar gayret gösterebilseydin. Gerçekleri bilgisayar ekranından değil çıplak gözlerinle görebilirdin.

    En azından adalet gibi herkesin sahiplenebileceği bir kavram temelinde düzenlenmiş böyle bir mitingi, senin gibi sosyal ağmaların dahi tespit edebileceği bu kadar ağır-sarih hukuk ihlallerinin olduğu böyle bir dönemde küçük göstermeye çalışmanın kimseye, sana bile faydası yok inan.

    Sen google üzerinden yaptığın sanal mitinglerinle mutlu olmaya devam et o gün alanda ve o bölgede olan her insan kendi tespitini, gözlemini yaptı zaten. Kaldı ki halihazırda tutuklamaların asıl olmasından başlayarak en temel hukuk kavramlarının yok edildiği böyle bir ortamda sen bile “yaşasın ne kadar az insan adalet için sokağa çıktı” diyecek kadar küçülmemelisin bence.

    Orada olan insanlardan ve kalabalık olmalarından mutlu ol necip. Adalet bireysel veya herhangi bir zümreye ait bir kavram değildir.Ama çok mutlu olacaksan Kılıçdaroğlu dragostan maltepeye bir kişi yürüdü. Bilgisayar programından onunda resmini tespit et ve ülkede adalet konulu bir miting için sadece bir kişi yürüdü diye kahkahalara gark ol.

    Senin gibi çok bilimsel datalarla, milli gelir ve enflasyon tespitleri yapan arkadaşların, ultra bilimsel tespitleri nasıl çarşı-pazara gidildiğinde veya maaşı bankamatikten çekerken yerle bir oluyorsa o gün orada bulunanlar içinde senin saçmalıklarının somut bir karşılığı yok.

    Sen adalet temalı mitinglerin insan sayısına takılma necip, biat temalı mitinglerin taşınma kalabalıklarının sayılarını çok göster orada sana daha çok ekmek ve rant var.

  215. Uydu Yok, O halde Necip Yok

    Engizisyon devrinde cin çıkaran rahipler çıkardıkları cinleri tespit etmek için yanlarında resimli, tasvirli el kitapları bulundururlardı. Kitapta 3 bini aşan çeşitli cinler tanımlanmıştı. Necip gibi el-it rahipler zavallılardan çıkan cinleri sayar ve kitaba bakarak tespit ederlerdi.
    Zamanınız uyanık laik bilimsel, solcu, sağcı, devrimci, marksçı, anarşistçi, atatürkçü, erdoğancı elitler bu saçmalığı görüp aydınlık devrinde yaşadıklarına şükür ederler.
    Aynı devlet- medeniyet- kapitalizm gibi üçte bir -birde üç salt inançlarla var olan cinler, maddi olmadıklarından, ölmezler.
    Nasıl eski allah yerine yeni allah doğa-güç-para geçtiyse, cinler tebdili kıyafet yapıp aydınlığa kavuşanların beyinlerine medya-okul-televizyon-google-uydu-gördüğüne inanma gibi 3 bini bile aşan cinler girer.
    Gelelim Çok Bilgiç El-it Temeshurât Dolup Taşan Engizisyon Rahiplerin Tenasühü Necip’e:
    “Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: Stalin sag degil.”
    Necip terakusa geçer. (Aman Erdoğan & Co. duymasın.)
    1. “Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: Muhammet sag degil.”
    Temeshurât devam eder.

    “Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: Atatürk sag degil.”
    “Sizi sasirtacak bir sey –bir kucuk nuans– var: X,Y,Z … sag degil.”
    2. “Bakalim dogru muymus?
    https://www.youtube.com/watch?v=5duq-saHs8A
    Simdi.. Buyrun size zaman koordinatlari:”
    Tehafut sözcüğünü unutan Necip, inandığı GEÇMİŞTE OLMUŞ ŞİMDİ OLMAYAN olayları alık salık sıralar.
    Salt gördüklerine, önünde diz çöktüğü alış-verişe, paraya, daha el-it el-itlere inanan bu kukla,
    “Uydu resmi olmadigi icin, alanin hangi yogunlukta doldugunu bilmiyoruz. Yine, uydu resmi olmadigi icin, hangi sokak ve caddelerin ne kadar dolu oldugunu da bilmiyoruz.”
    VEYA, yine inşallah kendinden daha el-it olan EL-İT ERDOĞAN duymasın,
    “Uydu resmi olmadigi icin, Muhammet’in var olmuş olduğunu bilmiyoruz. Yine, uydu resmi olmadigi icin, Muhammet’in ilk karısının Hatice oldugunu da bilmiyoruz.”
    TEK BİLDİĞİMİZ: UYDU VARSA VAR, YOKSA YOK!
    Fakat el-it MUBAREK BİGİÇ NECİP BEY , bak Arapça-Farsça-Osmanlıca lügat ne demiş:
    Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler, hem gayrdır, ayn değil. Hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zihayat yalnız sensin, ötekiler ölüdürler. Hayat hassaları onlarda yoktur.
    Maddi nuraninin akisleridir. Şu akis ayn değil. Fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor. Fakat o nuraninin ekser hasiyetlerine mâliktir. Onun gibi hayy sayılıyor. Meselâ: Şems dünyaya girdi. Herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin her birinde, Güneş’in hassaları hükmünde olan ziya ve ziyadaki elvan-ı seb’a bulunuyor. Eğer, faraza, Güneş zişuur olsa idi, (harareti, ayn-ı kudreti; ziyası, ayn-ı ilmi; elvan-ı seb’ası, sıfat-ı seb’ası olsa idi) o vakit o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirini kendine bir arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle âyinemiz vasıtasiyle görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.
    Nurani ruhların aksidir. Şu akis, hem haydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsül-emriyesini tamamen tutmuyor. Meselâ: Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Dıhye suretinde Huzur-u Nebevide bulunduğu bir anda Huzur-u İlâhide haşmetli kanatlariyle Arş-ı A’zamın önünde secdeye gider. Hem o anda hesapsız yerlerde bulunur. Evamir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. İşte şu sırdandır ki mahiyeti nur ve hüviyeti nurâniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ evliyâdan, ziyade nuraniyet kesbeden ve abdâl denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş. Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misâlin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ve seyahat suretine geçerler ve o ruhaniler, hayal sür’atiyle o merâya-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler. Madem Güneş gibi âciz ve musahhar mahluklar ve ruhani gibi madde ile mukayyed nim-nurani masnu’lar, nuraniyet sırriyle bir yerde iken, pekçok yerlerde bulunabilirler. Mukayyed bir cüz’î iken, mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz’î bir ihtiyar ile pek çok işleri yapabilirler.Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayd ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberra; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat, O’nun envar-ı kudsiye-i esmasının bir keşif zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misâl, nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhita; ve şuunatı külliye olan bir Zât-ı Akdes’in irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki Teveccüh-ü Ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahsiyet, külliyet kesbetmeden ona yanaşabilir?
    Bak ben senden çok şey öğrendim ama sen öğrenmiyorsun. Erdoğan ne demiş:
    ‘İLİM VE FÜZE Çin’de de olsa gidip alınız’

  216. Anonim

    ‘Bos konusuyorsunuz, bos.’

    Boş konuşmuyorum; gerçekleri suratına çarpıyorum.

    Necip, sen; dolu konuştuğunu zannediyorsun.

    ‘Dunya tarihinde, secimle TEKRAR isbasina gelmis bir diktator yoktur. Dikatorlerin ilk yaptigi is, secimleri kaldirmaktir. Turkiye’de boyle bir sey olmamistir.’

    Diktatörlerin, seçim(ler)i dizayn ettiğini, sen de gayet net bildiğin hâlde; bilmezliğe, anlamazlığa vuruyorsun, laf çarpıtmaya uğraşıyorsun.

    Diktatörler, hegemonya kurdukları coğrafyalarda, ‘Ne kadar da demokratik! Ne kadar da özgürlükçü!’ bir ‘yönetim iklimi yalanı’ tesis ettiklerini dünyaya göstermek için, 1111 tane ‘seçim-referandum’ da yapsa; anlamı yok. Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru değildir; sen, anlamazlığa vursan da!

    ‘Mesru olup olmadigina da siz karar vermiyorsunuz.’

    Necip, sen de karar vermiyorsun; diktatörler karar veriyor!

    Diktatörler, eğer, seçimlerin meşru olmadığına inanırlarsa, senin gibi ‘AKP-TROLL’leri internete salıp, propaganda yaptırıyorlar.

    ‘7 Haziran 2015’ten memnun olmayıp; ‘1 Kasım 2015’ten memnun olan, senin komutanın; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’dır Necip.

    ‘Her secimde yuzde 80’lerin uzerinde katilim oluyorsa, ki oluyor, sizin kisisel kanaatinizin kimse tarafindan umursanmadigini gorebilmeniz lazim.’

    İsterse, %100 katılım oranı olsun. Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru değildir! ‘Diktatörlerin hegemonyalarına ve onların seçim kumpaslarına karşı mücadele etmek’ sadece benim kanaatim değil.

    ‘Ama, goremiyorsunuz. Gormek de istemiyorsunuz.’

    Görüyorum Necip, görüyorum. Diktatörlerin hegemonyasını ve ‘seçim’leri nasıl dizayn ettiklerini görüyorum, gayet net.

    Necip, sen ise; görmezden geliyorsun. Çünkü sen; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı, Diktatör Stalin’i, Diktatör Hitler’i hep takdir edersin, desteklersin, senin işine gelen siyasetlerini desteklersin.

    ‘Budur, sizin, diktatorluk ozlemleri ile yanip tutustugunuza isaret eden.’

    Yine, laf çarpıtıyorsun.

    Ben; diktatörlere ve diktatörlüklere karşı mücadele ediyorum.

    Necip, sen; Alev Alatlı’nın çırağısın.

    Necip, sen; diktatörlerin yanındasın.

    ‘Gerisi laf u guzaf. Yani, bos konusuyorsunuz.’

    Necip, sen; kendi yazdıklarının dolu olduğunu zannediyorsun.

  217. Necip

    “Engizisyon devrinde cin çıkaran rahipler çıkardıkları cinleri tespit etmek için yanlarında resimli, tasvirli el kitapları bulundururlardı.”

    Bu cumleyi de okumadim ama onu buraya buradan sonrasini okumadim demek icin alintiladim.

  218. Necip

    “Diktatörlerin, seçim(ler)i dizayn ettiğini, sen de gayet net bildiğin hâlde; bilmezliğe, anlamazlığa vuruyorsun, laf çarpıtmaya uğraşıyorsun.”

    Bakiniz benim masum Anadolu’mun mahur safaginin mahmur atarli ergen cocugu muhatabim:

    Amerikancada soyle bir deyis vardir:

    If you’ve been in a poker game for more than 15 minutes and you haven’t still figured out who the putsy is; it is you.

    Meal veriyorum; estaguzibillah:

    Eger 15 dakikadir poker oynuyor ve hala daha yolunan kazin kim oldugunu cikaramadiysaniz, o sizsiniz..

    Simdi buradan suraya gelecegim:

    Hangi ulkede yasiyor olursaniz olun, belli bir yasa gelmis ve hala daha secimlerin manipule edildigini anlayamamissaniz, sizde kimsenin avret yerine surulecek kadar bile akil olmadigini kabul etmek zorundasiniz.

    Manipulasyon her yerde olur. Hep de olur.

    Bazan basin yayin uzerinden, bazan ‘sivil toplum orgut’leri uzerinden, bazan hukuk sistemi uzerinden olur. Cogu zaman da hepsi kullanilir.

    [En son ornegini, cok demokratik (!) Fransa’da Macron’un secilisi surecine bakarak gorebilirsiniz. Tam bir derin devlet operasyonudur.]

    Dolayisi ile, secim sisteminin manipulasyonu gibi yaveleri –eger atarli bir ergen degilseniz– konusmak, evet, bos konusmaktir.

    Siz, marifetin manipulasyon yapMAmak degil de, karsi tarafin manipulasyonlarini etkisiz cikaracak manipulasyonlar yapabilmek oldugunu ogrendiginizde tekrar konusalim –o zaman olgunlasmaga yaklastiginiza hukmedip, konusmaga deger bulabilirim; ama, simdi degil.

    Dikatorler, bu pahali ve ugrastirici dolayli yollari bypass eder ve ‘secim-mecim yok, kardesim’ derler.

    Bu bakimdan, hem daha durust hem de daha verimli olduklarini soyleyebiliriz.

    “Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru değildir; sen, anlamazlığa vursan da!”

    Sizin bu yavelerinizin de hic hukmu yok.

    Siyaset bir sahnedir ve oradaki oyuncularin belli roleri ustlenmesi beklenir.

    Bu roller, onlara, onceden verilir ve halkin onune –onceden ve kimin hazirladigini pek de bilmedigi– bir menu konulur.

    Halk da, o menuden –o kisitli listeden– birilerini secer –sectigini zanneder.

    Boylece, bir ise yaramis oldugu hissiyle, mesut/mutlu/bahtiyar olur

    Aslolan ahalinin kendini daha mesut/mutlu/bahtiyar hissettigidir.

    Bu oyunu mesru kilan budur.

    Kisisel olarak sizin ne dusundugunuz kimsenin umurunda degildir.

    Bunlar aci relitedir; bunlari ogrenin artik.

    “sen de karar vermiyorsun; diktatörler karar veriyor!”

    Hayir. Diktatorler degil; muesses nizam verir o karari. Kimin diktator olacagina da; kimin ta adaylik surecinin baslarinda ekarte olacagina da; kimin adaymis gibi gorunup baska birisine basrolu hediye edecegine de..

    “İsterse, %100 katılım oranı olsun. Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru değildir! ‘Diktatörlerin hegemonyalarına ve onların seçim kumpaslarına karşı mücadele etmek’ sadece benim kanaatim değil.”

    Bir omur boyu havanda su dover, bir yere varamazsiniz.

    Sizin kisisel kanaatiniz de, mucadele edip etmediginiz de kimsenin umurunda degil. Hic olmadi, hic de olmayacak.

    Yazdiklarinizin gerisi laf u guzaf.

  219. Abdullah Gülen ve Fethullah Gül

    Abdullah Gül’den Gülen açıklaması

    Eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül, terör örgütü FETÖ’nün lideri Fetullah Gülen’le hiçbir zaman görüşmediğini açıkladı.

    FETÖ lideri Gülen, Reuters ve bir Alman radyosuna verdiği demeçte Abdullah Gül’ün kendisini ziyaret ettiğini söylemişti. Gülen’in açıklamalarına 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den yanıt geldi.

    11. Cumhurbaşkanlığı Ofisi Twitter hesabından yapılan açıklama şöyle:

    “11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün bugün bir medya organında hakkında çıkan asılsız haberler ile ilgili açıklamalarıdır:

    Düşünce, din ve siyaset anlayışım açısından hayatımın hiçbir döneminde yakınlık duymadığım bu örgüt lideri ile; Başbakanlığım, Dışişleri Bakanlığım ve Cumhurbaşkanlığı görevlerim süresinde kesinlikle bir görüşmem olmamıştır. Kamuoyunun bilgisine.”

    http://www.hurriyet.com.tr/abdullah-gul-guleni-yalanladi-40517868

  220. Boş laflar

    Necip, diktatörlüğü-miktatörlüğü bırakalım da (çünkü bu tartışma bir yere varamayacak anlaşılan) yalan-dolan, alavere-dalavere, ikiyüzlülük, sahtekarlık, hile, düzenbazlık, utanmazlık, yüzsüzlük, inkarcılık, dün yaptığını bugün inkar etme (siyaset bunlardan ibaret gördüğümüz üzere) gibi şeylere gelelim.

    Diğer örnekler bir yana, sadece FETÖ ve Ergenekon konusundaki mide bulandırıcı olmaktan öte kusturucu yalanlara, inkarcılığa ve ikiyüzlülüğe gelelim mesela.

    Diktatörlük-miktatörlük, seçimler-meçimler derken bu iğrençliklere sıra gelmiyor, bunları kanıksıyoruz neredeyse.

  221. Devrimciye hitabe

    Memleketin dahilinde sermayeye ve devlete sahip olanlar diktatörlük içerisinde bulunabilirler.

    Ey devrimci işçi sınıfının evladı! Bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, diktatörlük rejimini yıkmaktır. Muhtaç olduğun kudret, sınıf bilincinde mevcuttur.

  222. Necip

    “Diğer örnekler bir yana, sadece FETÖ ve Ergenekon konusundaki mide bulandırıcı olmaktan öte kusturucu yalanlara, inkarcılığa ve ikiyüzlülüğe gelelim mesela.”

    Kimdi, simdi hatirlayamadim, {mealen} ‘1 kisiyi oldurmek cinayet, 1,000 kisiyi oldurmek katliam, 10,000 kisiyi oldurmek istatistiktir’ turunden bir laf etmisti..

    Simdi.. sizin uzerinde konusmak istediginiz konular da, bence, tam olarak boyle.. ve, olcek itibariyle, ‘suc’tan maada ‘istatistik’ mertebesine erismis seyler.

    Taraftar ve karsit sayisi cok fazla oldugu icin, ne elle tutulabilir, ne de rakamsal bir yargiya varmanin mumkun olabildigi konularda konusmak, bence, zaman ve enerji israfindan oteye gecmez.

    Dolayisi ile, gel olursa, gelmeyelim.

    “Diktatörlük-miktatörlük, seçimler-meçimler derken bu iğrençliklere sıra gelmiyor, bunları kanıksıyoruz neredeyse.”

    Uzerinde konusmak da pek bir seyi kokunden cozmuyor; sadece, konusa konusa kaniksiyoruz.

    Galiba, aslolan –mukadder olan–, kaniksamak..

  223. Uzun ve Skıcı bir Yazı

    Wacky-pedia Bilgiçliği Üzerine
    Bilmediğin bilimin etrafı dikendir hardır, bu da gelir bu da geçer ağlama.
    “22 Necip 12 Temmuz
    “Haklısınız, evrim teorisi bir hikayeden ibarettir.”
    Evet.” ile başlar ve ” Bu dediklerime itiraziniz varsa, onlari konusalim.”, bitirir.
    Her gün banyosunu yapan uslu, temiz orta sınıf sonradan görmüşü tıfıl, sıfır eleştiriyle kendine yakışır uslu, temiz ve bilgiden çok beyin yıkama ansiklopedisi “wikipedia”dan aldığı, bilgiden çok sorunlarla dolu, tanımla yetinir. Bizi yağlı güreşe davet eder.
    Ne var ki güreşe kendinden başka kim hakemlik yapacak?
    20. yüz yıl bilim filozofları Popper, Lakotas, Feyerabend, Kuhn okumamış; kısa bir süre önce “fittist” kelimesini yanlış anladığı yüzüne vuruldu, cevabını veremedi. 5 yüz yıldır “vahşi çıplak”lardan söz edildi, duymamış. İktidarı çocukça tanımladı, mağara dışına çıkıp araştırma yapanların konunun çok daha karmaşık olduğuna dikkat çektiklerini yazdık,”bilgi sonsuzdur” ilahiler devam etti. Yıllarca ve üç nesil ailece Afrika’da araştırma yapan paleontologlardan biri Leakey’den bir alıntı yazdık, işte bu aşağılık duygusu içinde kıvranan kara cahilin yanıtı:
    “Verdiginiz metinde de ilginc bir sey yok zaten. Adamin biri, ya da ikisi, kendi gozlemlerini yazmislar. O kadar”
    Kuhn’u okusa “doğa bilimleri” ile sosyal bilimler arasındaki farkı, hatta doğa bilimlerinin bile modaya uyduğunu öğrenir çenesini kapatır zannettik, ucube:
    “Necip en azından Kuhn’u okumuş olsaydı,
    Yahu, o muydu?Gecen gun kapiya birisi geldi” diyerek aşağılık duygusunu sergileme zirvesine vardı.
    Çok daha örnek var ama sıkıcı bir uzatma olacak.
    Aynı dalkavuk,
    “Bugun, en objektif gozlemlerden birini de ‘objective’ verebiliyor. Yani, kamera.”
    Bu dalkavuğun hayatı ısıramadığı elleri öpmekle geçtiğinden, ısırmayanlar görünce, yani G. Zileli, hemen sidik yarışına geçer. Hayatında hiçbir zaman yapamadığını bu sanal, kıçına tekme atmayanlardan oluşan sitede yapar. Herif terapi peşinde, zavallı sıradan insan harabesi!
    Bu şapşal modern bilimin çıkışı hakkında sıfır bilgili. Benim de “wikipedia” kadar alçalmaya hiç niyetim yok. Yazdıkları tanım, eksiklik ve sorunlarla dolu.
    Kavramın temizlenmiş, arınmış, güzel ambalajlara sarılmış, orta sınıf uslu, terbiyeli anasının sütüyle büyümüşlere uygun, cici bici edilmiş tanımıyla başlamış. Tartışma tanımla başlamaz. Tartışmayla geçici bir tanıma varılır.
    Eleştirici, ön yargılar, farkında olmadan kabul edilen felsefi varsayımlar, toplumdaki son modalar, sosyal ortam, ekonomik ve politika etkileri ve diğer gizli saklı varsayımları arar, çıkarır.
    Bu herif “what you see is, what you göt”lerden. Sadece alay edilecek bir ucube.
    Modern bilim çıkışındaki iki filozof: Aristoteles ve Plato. Kabaca Aristoteles için bilim Necip’in ‘objective’ dünyasından yola çıkıp genelleşmelerle olur. Plato ‘objective’dünyanın gerçek olmadığını, ardında yatan ideal bir dünyanın gerçek olduğunu savunur.
    Bakalım ilk modern bilimciler kimi seçtiler: cahil Necip’in‘objective’ kamerası değil, Plato’nun hurafeler dünyası!
    İşte sana kara cahil bilgiç Necip!
    Seeing is believing = Yobaz Necip’in bağıl itikadı
    “Empiricism and positivism share the common view that scientific knowledge should in some way be derived from the facts arrived at by observation.”
    Modern bilimin batıl itikadı olan empirisizmin babası Berkeley ne demiş?
    “Duyularla algıladıklarımız şekil, ses, dokunma, koku, tat. Madde nereden çıktı? Eğer Necip gibi tüccarlıkla göz boyamak, her şeyi alış-verişe indirgemek istediğiniz için var diyorsanız aslında ben de Necip gibi bir kapıkuluyum, boyun eğer eyvallah” derim.
    Bu beş duygunun nasıl birleştirildiği bile henüz bilinmez ama bizim tüccar bilir.
    Modern bilim filozofu N. R. Hanson: ‘there is more to seeing than meets the eyeball’
    Parçacık detektörü bulut odasında yıllarca gördüklerini görmeyen bilim adamlar, (ruhsal bilim) teorik matematiksel buluşla bir parçacığın varlığı ileri sürüler ve bilim adamları körlükten kurtulup hem eski hem de yeni “fotoğraflarda” zerreciği görmeye başlarlar.
    Daha geçenlerde çok yoğun bir ormanda yaşayan “çıplak vahşi” bir dağ başından aşağıdaki insanlara baktığında sorar: bu karıncalar ne yapıyor?
    Tıp öğrencisi bir röntgene baktığında ıvır zıvır görür. Ama ancak teoriyi öğrendikten sonra cahillerin savunduğu “objective” görüntüleri görür. (Michael Polanyi)
    Çok moda olan kafa yemişliğin hastalıklara neden olması benim başıma bela oldu. Testler mide ağrıma klasik nedenleri bulamayınca, Necip gibi tüccar-doktorlar nedeni kafamda buldular. Hatta bilim bilmediklerini suratlarına tükürdüğümde aynı Necip gibi uslu, süt çocuğu orta sınıf pezevenkler bana “bak, sen çok sinirlisin”, dediler. Daha sonra helikobakter tespit edildi ve testler “gösterdi”. Ama bu ara tam 18 yıl Necip gibi hava (s)atan tüccarlar, Necip gibi, ilahiler okudular.
    Necip gibi hödükler “ayda dağ ve oyuk” gördüklerinden mi “objective” olguya inanırlar, yoksa “ayda dağ ve oyuk var” önerisinin “olgulara” dayanmasından mı?
    Bakalım tüccar Necip ve bu siteyi dolduran, önündekini değil, görmesi gerektiğini görmeye alışmış kölelerin daha az olduğu bir zamana. O zaman etkilenmenin ancak temasla olduğuna inanılırdı. Aydınlığa Yunan meşalesiyle daha henüz yeni varan, Türklerin Efendileri, Avrupalı dedeleri, Newton “Güneş dünyayı çektiği için, dünya dönüyor” dediğinde, ne demişler?
    “Ulan daha dün Allah, şeytan, melek, cin gibi varlıklardan kurtulduk. Doğayı olduğu gibi görmeye başladık. Şimdi Newton güneş üstüne oturmuş görünmeyen cinler görünmeyen bir iple dünyayı çekiyor diyerek ön kapıdan kovduklarımız arka kapıdan geri içeri soktu!” Bu Necip o kadar cahil ki, eklemek zorunda kaldım: Newton bunu biliyordu ama çaresizdi.
    Daha da ileri gidenler oldu:
    Zamanımızda dünyanın en salak ve çok olan tüccar bilim adamları yetiştiren okullar daha henüz mantar gibi bitmemişti. Hala düşünebilirler vardı. Üstelik kapitalizm tam hızını almış olmadığından, etraf alış-verişten, atıp-tutmaktan başka bir b*k bilmeyenlerle dolmamıştı.
    Ünlü formülde (G*m1*m2/mesafe karesi) zaman yok!
    Bunu görenler ne dediler:
    “İlk defa zaman dışı bir olay olmakta. Yine zamanelik (seküler, laik) aydınlıktan çıkıp hurafe ruhani ebedilik allah-şeytan-melek-cin –necip-ontolojisine döndük!”
    Ben böyle kara cahiller karşısında sonsuz üzülüyor, sonsuz nefret tiksiniyor, insanın düştüğü alçaklığı tekrar görüp halimize acıyorum.
    150-200 yıldır çok daha katı bir uzmanlık devrine girdik ve hala yaşıyoruz. Bu Necip o kadar silik ki kendini elit sanmadan utanacağına gurur duyuyor. Ticaret ve dalkavukluk uzmanlığı, alış-veriş, atıp-tutma ve (medya) dedi-kodusunu üstün olmayla karıştırıyor.
    Kendinden sonsuz daha ileride olan bilim adamları ve eleştirici yazılardan çok az alıntılar.
    “A high regard for science is seen as a modern religion, playing a similar role to that played by Christianity in Europe in earlier eras.”
    “Modern dünyanın en sıradan adamı bilim adamıdır. Cahilliğiyle iftihar eder.”
    “Ben belirsizlik ilkesini tartışan bilim adamlarının toplantısında ağzımı açmaktan utanırdım. Ama onların felsefe konuşmalarını dinleyeli hiç utancım kalmadı.”
    Pozitivistlerin coşku içinde davet ettiklerinde onlara sırtını dönüp Tagore şiirlerini okuyan filozof, 20. yüz yılda kitabıyla bilimin sınırları tespit eder. Kitabını, bu sınırlar dışına çıkıldığında susulması gerektiği uyarısıyla bitirir. Kitabını okuyanlara da, “bitirdiğinizde içine tükürün, çünkü asıl önemli sorular, sınır dışındaki sorular” der.
    Pozitivistler aynı coşkunlukla kuantum fizik babası Niels Bohr’u da davet ederler. Kapıdan çıkarken “iyi ki bazıları anlıyor, çünkü ben kuantum fizikden hiçbir şey anlamadım” der.
    Pour un observateur superficiel, la vérité scientifique est hors des atteintes du doute ; la logique de la science est infaillible et si les savants se trompent quelquefois, c’est pour en avoir méconnu les règles.
    Au premier abord il nous semble que les théories ne durent qu’un jour et que les ruines s’accumulent sur les ruines. Un jour elles naissent, le lendemain elles sont à la mode, le surlendemain elles sont classiques, le troisième jour elles sont surannées et le quatrième elles sont oubliées.
    Kafamda ve önümde modern bilim hakkında okuduğum sayısız kitaptan sıfır kadar az eleştiriler seçtim. Modern bilimin kökeninin aslında kapitalizme dayandığını çok iyi biliyorum ama Necip gibi cahillerin beyinlerine yaptığı hasarları, Devlet-Kapital-Endüstri kutsal üçte bir Allah’ın köpekleri bilim adamları, modern bilim süt ineklerini ve modern bilimi yakından inceledim. Asla beğendiğimden değil.
    Genelde, Necip gibi bilim, felsefe, insan, iktidar, politik-ekonomi bilmeyen bir tüccarın bilmediği konulara burnunu sokması bir bakıma hoşuma gidiyor. Aşağılığını kabul etmemesi, her eli öpen birinin bile içinde, derinlerde yatan bir isyancılık olması bana ümit veriyor.

  224. Anonim

    ‘Bakiniz benim masum Anadolu’mun mahur safaginin mahmur atarli ergen cocugu muhatabim’

    Herhangi ‘atarlı bebek – atarlı çocuk – atarlı ergen – atarlı yetişkin – atarlı ihtiyar’ kategorisinde değilim. Diktatör Recep Tayyip Erdoğan destekçiliğini meşru göstermek için; yine, laf çarpıtmaktaki ustalığını sergilemekten vazgeç, sünepelik müsabakalarında zirveye oynamanı sürekli sergilemekten vazgeç Necip.

    ‘Amerikancada soyle bir deyis vardir. If you’ve been in a poker game for more than 15 minutes and you haven’t still figured out who the putsy is; it is you. Meal veriyorum; estaguzibillah. Eger 15 dakikadir poker oynuyor ve hala daha yolunan kazin kim oldugunu cikaramadiysaniz, o sizsiniz..’

    Anlamazlığa vurduğun husus şu; Necip, sen, poker masasının, sandalyelerin, masaya ışığı çarpan AKP ampulunun, senin de eline tutuşturulan poker kartlarının; bizzat Diktatör Recep Tayyip Erdoğan tarafından hazırlandığını; AKP-TROLL olman sebebiyle anlamazlığa vuruyorsun. Halkı, ‘yolunacak kaz’ olarak gören, bunun için kumpaslar tezgâhlayan kişi Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’dır. Sen, Erdoğan’ın yanındasın. ‘Yolunacak kaz’ olarak gördüğünüz ‘halk’ı yolan kişilerden biri de; sensin Necip.

    ‘Hangi ulkede yasiyor olursaniz olun, belli bir yasa gelmis ve hala daha secimlerin manipule edildigini anlayamamissaniz, sizde kimsenin avret yerine surulecek kadar bile akil olmadigini kabul etmek zorundasiniz.’

    Anlamazlığa vurduğun husus şu; Necip, diktatörlerin hegemonyasında yapılan hiçbir seçim meşru değildir. Bu tespiti yapmak için; ‘hazret’ ve-ya ‘ulu’ olmak şartı olmadığı gibi, ‘M.E.N.S.A.’ üyesi olmak şartı da yoktur. Diktatörler, ‘avret yerlerinin keyfine göre’ hareket ederken, ve sen de, bu diktatörlerin (Stalin, Hitler, Erdoğan…) yanında yer alıyorken, aklın nerelerde kullanılıp nerelerde kullanılmayacağı hususunda ahkâm kesemezsin; çünkü, sen, zaten, aklını, Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın amaçları yolunda kiraya vermişsin Necip; sana para ödeyip ödemedikleri mühim değil.

    ‘Manipulasyon her yerde olur. Hep de olur.’

    Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın manipülasyonlarını meşru göstermek, ve hâttâ masum göstermek amacınla; genelleştirme yoluna gitmen, AKP-TROLL olduğunun kanıtlarından biri Necip.

    ‘Bazan basin yayin uzerinden, bazan ‘sivil toplum orgut’leri uzerinden, bazan hukuk sistemi uzerinden olur. Cogu zaman da hepsi kullanilir.’

    Diktatör Recep Tayyip Erdoğan, özgürlükçü gazetecilerin çoğunu hapse attırarak, ortalıkta, ‘medya & basın’ mecrasında koşuşturması için; Erdoğan & AKP yandaşlarının sürekli ötmesini sağlıyor.

    Necip;
    Erdoğan, ‘sivil toplum orgut’leri üzerinde hegemonya kurdu.
    Erdoğan, ‘hukuk sistemi’ üzerinde hegemonya kurdu.
    Erdoğan, ‘hepsi’ üzerinde hegemonya kurdu.

    Sen de; ‘Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın hegemonyasının meşruluğu iddianı’ ispat uğruna, burada, AKP-TROLL’lük yapıyorsun Necip.

    ‘[En son ornegini, cok demokratik (!) Fransa’da Macron’un secilisi surecine bakarak gorebilirsiniz. Tam bir derin devlet operasyonudur.]’

    Şu ‘derin devlet’ dediğin şey, Diktatör Recep Tayyip Erdoğan ve onun gibilerin hegemonyasına karşı mücadele etMEmek için bir gerekçe değil.

    Şu ‘derin devlet’ dediğin şeyi, ne kadar kullanışlı bir hamur ki; ‘her sıkışan iktidar destekçisi’, yeri gelir Kemalistler, yeri gelir Necip gibi AKP-TROLL’ler, pişirip pişirip korku yayar. Sırf, senin Erdoğan’a verdiğin desteği meşru göstermek amacınla; ‘derin devlet’ dediğin şeyin arkasına, sütre niyetine, saklanma Necip.

    Fransa’da, ‘Le Pen’in propagandalarında birleşmiş ‘diktatörlük hevesi’ne karşı mücadele etmek için; Le Pen’in önüne geçecek, Le Pen’in hızını azaltacak siyasi oluşumlara destek verilir. Bu mücadelenin isimleşmiş hâli ‘Macron’ diye birisi olsa bile, ve senin iddia ettiğin üzre ‘derin devlet’ dediğin şeyin Macron’a destek vermiş olması ihtimali var olsa bile; ‘Le Pen’ gibi diktatörlere karşı mücadele etmek için, ‘Macron’ gibi kişilere destek verilir. Diktatörlük heveslisi siyasi figürlere karşı mücadele etmek; önceliktir. Eğer, ‘Macron’ isimli şahıs da diktatörleşme emareleri gösterirse; ‘Macron’ isimli şahısa ve onun yandaşlarına karşı da mücadele edilir. ‘Hiçbir iktidar meşru olmadığına göre’, ‘Macron’ isimli şahıs diktatörlük emareleri gösterse de göstermese de, onun politikalarına karşı da mücadele edilir; ama hemen değil, sonra, Le Pen ve benzeri ‘diktatörlük kurma heveslileri’ne karşı mücadeleden sonra. Senin, bütün bu mücadeleleri kabul etmeni ummuyorum; çünkü, sen, Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın yanındasın. Fransa’da ise, ‘Le Pen’in yanındasın Necip; tıpkı, Stalin ve Hitler’in yanında olduğun gibi. ‘Bütün dünya, bize karşı! Her yerde düşman görüyorum! Bizi, bütün düşmanlarımızdan kurtaracak tek kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır, bu nedenle, Erdoğan’ın yanındayım! Bu nedenle, 7 gün 24 saat nöbetteyim!’ paranoyasının bu sitedeki temsilcisi sensin Necip.

    ‘secim sisteminin manipulasyonu gibi yaveleri (eger atarli bir ergen degilseniz) konusmak, evet, bos konusmaktir.’

    Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında olan Necip gibi AKP-TROLL’lerin konuşması; evet, boş konuşmaktır.

    ‘Siz, marifetin manipulasyon yapMAmak degil de, karsi tarafin manipulasyonlarini etkisiz cikaracak manipulasyonlar yapabilmek oldugunu ogrendiginizde tekrar konusalim –o zaman olgunlasmaga yaklastiginiza hukmedip, konusmaga deger bulabilirim; ama, simdi degil.’

    Bu yazımın başında; senin ‘poker’ örneğin ile ilgili yazdıklarımı tekrar oku. Senin gibi diktatörlük yanlısı AKP-TROLL’ler, ‘konuşma özgürlüğü’nü yasaklamaya bile hevesli Necip. Bir de, utanmadan, ‘özgürlük dağıtan’ olduğunu sanıyorsun. Pardon, sen, zaten ‘utanmazsın’; çünkü, aklını, Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın amaçları yolunda kiraya vermişsin Necip; sana para ödeyip ödemedikleri mühim değil.

    ‘Dikatorler, bu pahali ve ugrastirici dolayli yollari bypass eder ve ‘secim-mecim yok, kardesim’ derler.’

    Sen de, ‘güncel diktatörler’in ve ‘güncel diktatörlük uygulamaları’nın neler olduğunu gayet net gözlemlediğin hâlde; sırf, mevcut diktatörlük uygulamalarını meşru ve masum göstermek için çırpınıp duruyorsun Necip. Unuttuysan, hatırlatayım; diktatörler, hegemonya kurdukları coğrafyalarda, ‘Ne kadar da demokratik! Ne kadar da özgürlükçü!’ bir ‘yönetim iklimi yalanı’ tesis ettiklerini dünyaya göstermek için, 1111 tane ‘seçim-referandum’ da yapsa; anlamı yok. Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru değildir; sen, anlamazlığa vursan da Necip.

    ‘hem daha durust hem de daha verimli olduklarini soyleyebiliriz.’

    Diktatör Recep Tayyip Erdoğan, ‘durust’ değildir; fakat, ‘diktatörlük uygulamaları’ yönünden epey verimlidir Necip.

    ‘Sizin bu yavelerinizin de hic hukmu yok. Siyaset bir sahnedir ve oradaki oyuncularin belli roleri ustlenmesi beklenir. Bu roller, onlara, onceden verilir ve halkin onune (onceden ve kimin hazirladigini pek de bilmedigi) bir menu konulur. Halk da, o menuden (o kisitli listeden) birilerini secer –sectigini zanneder. Boylece, bir ise yaramis oldugu hissiyle, mesut-mutlu-bahtiyar olur. Aslolan ahalinin kendini daha mesut-mutlu-bahtiyar hissettigidir. Bu oyunu mesru kilan budur. Kisisel olarak sizin ne dusundugunuz kimsenin umurunda degildir. Bunlar aci relitedir; bunlari ogrenin artik.’

    Diktatörlerin hegemonyasındaki hiçbir seçim meşru olMAdığı için; bu yazdıklarının hiçbiri doğru değil Necip.

    Bu yazımın başında, senin ‘poker’ örneğin ile ilgili yazdıklarımı, ve, ‘Le Pen’ ile ilgili yazdıklarımı tekrar oku Necip.

    ‘Hayir. Diktatorler degil; muesses nizam verir o karari. Kimin diktator olacagina da; kimin ta adaylik surecinin baslarinda ekarte olacagina da; kimin adaymis gibi gorunup baska birisine basrolu hediye edecegine de..’

    ‘Muesses nizam’, bak bak bak, ne kadar da tumturaklı kelimeler topluluğu; fakat Necip’in Erdoğan takipçiliğini meşru ve masum göstermek çabasına hiçbir tesiri yok. Sırf, Alev Alatlı’nın çırağı olmaklığını ve Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçisi olmaklığını meşru ve masum göstermek için; ‘muesses nizam’ dediğin şeyi de kendi propagandana mühimmat niyetine kullanıyorsun Necip. Senin gibi, diktatörlerin peşinden ayrılmayan ‘troll’lerin ‘sinsi’ taktiklerini net bilirim, en ‘güncel’ örnekler; Alatlı bir, sen iki.

    ‘Bir omur boyu havanda su dover, bir yere varamazsiniz. Sizin kisisel kanaatiniz de, mucadele edip etmediginiz de kimsenin umurunda degil. Hic olmadi, hic de olmayacak. Yazdiklarinizin gerisi laf u guzaf.’

    Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın destekçisi Necip; kendi yazdıklarının ‘laf u guzaf olMAdigi’nı zannediyor.

    Bu yazımın başında, senin ‘poker’ örneğin ile ilgili yazdıklarımı, ‘Le Pen’ ile ilgili yazdıklarımı, ve, ‘muesses nizam’ dediğin şey ile ilgili yazdıklarımı tekrar oku Necip.

    ‘7 Haziran 2015 seçim sonuçları’ndan memnun kalmayan Diktatör Recep Tayyip Erdoğan, ‘sandık’ı & ‘seçim’i yeniden dizayn ederek, ülkeyi, bir kez daha seçim yapmaya mahkûm etti. 7 Haziran 2015’den 1 Kasım 2015’e giden yol; bizzat Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinin neticesidir; ‘halkın tercihi’ neticesi değil. Diktatör Recep Tayyip Erdoğan; korku tohumları yayarak, şantajlarla, tehditlerle, 1 Kasım 2015’de diktatörlüğünü perçinledi. Nedense, bu konuda gıkın çıkmıyor Necip. Sizler, yani ‘AKP-TROLL’ler, kendi aranızda, bu konuda gıkınızı çıkarMAmak için, o meşhur yemin ‘omerta’yı mı uyguluyorsunuz..

    Necip, senin gıkının çıkMAmasının sebepleri şunlar:

    Necip, sen; Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ı, Diktatör Stalin’i, Diktatör Hitler’i hep takdir edersin, desteklersin, senin işine gelen siyasetlerini desteklersin.

    Gerçek bu.

    Necip, Alev Alatlı’nın çırağıdır. Necip, diktatörlerin yanındadır.

  225. Anonim

    Rize, Osmaniye ve Dersimli üç şahıs ile Selanikli bir şahıs Ankara’ya, Söğüt ve Domaniç ile Romalı bazı şahıslar İstanbul’a, Mekkeli bazı şahıslar Şam’a ve Bağdat’a, Makedonyalı bir şahıs İskenderiye’ye, Tikritli ve Kavalalı iki şahıs Kahire’ye, Hollandalı ve Britanyalı bazı şahıslar da New Amsterdam / New York’a gelmeselermiş – hatta bunlardan bazıları bu şehirleri kurmasalarmış – bugün dünya daha iyi bir yer mi olurmuş acaba?

    Eğer öyle değilse boşuna üzülmeyelim. Ama öyleyse yandık! Ne kadar ağıt yaksak az!

  226. Necip

    “Çok daha örnek var ama sıkıcı bir uzatma olacak.”

    Yazinizin yarilarinda farkettiginizde zaten cok gec kalmistiniz…

    Yine de, aliskanliginiz baskin cikmis ve ‘more of the same shit’ ile devam etmissiniz.

    Size, tekrar bir helikobakter testi yaptirmanizi oneriyorum. Nuksetmis olmali.

    Yazdiklarinizdaki anlamsizligi ve darmadaginikligi baska sebeplere dayandirarak da aciklayabiliriz, tabii ki; ama duygularinizi incitecek seyler soylemenin bir faydasi olacagini dusunmuyorum.

  227. Necip

    “Necip, Alev Alatlı’nın çırağıdır. Necip, diktatörlerin yanındadır.”

    Eksik yazmissiniz.

    Necip, ayni zamanda,

    — Chuck Norris’in gercek dunyada cisim bulmus halidir.
    — Global isinmaya yol acan ve durduracak iktidari olan tek kisidir.
    — Ortadoguda barisi saglamayisinin sebebi, insanlarin aci ve zulum cekmesini gormekten hoslanmasidir.
    — Onceki hayatlarindan birisinde, Arsduk Franz Ferdinand’a suikast emrini veren heyetin basiydi. Lenin’i de Rusya’ya gonderen Necip’ti.
    — Hic aciklanmamis olsa da, Ay’a giden ilk ekibin de basindaydi.

    Daha cok var; ama, bu kadari simdilik yeter.

  228. Anonim

    ‘Eksik yazmissiniz. Necip, ayni zamanda, Chuck Norris’in gercek dunyada cisim bulmus halidir. Global isinmaya yol acan ve durduracak iktidari olan tek kisidir. Ortadoguda barisi saglamayisinin sebebi, insanlarin aci ve zulum cekmesini gormekten hoslanmasidir. Onceki hayatlarindan birisinde, Arsduk Franz Ferdinand’a suikast emrini veren heyetin basiydi. Lenin’i de Rusya’ya gonderen Necip’ti. Hic aciklanmamis olsa da, Ay’a giden ilk ekibin de basindaydi. Daha cok var; ama, bu kadari simdilik yeter.’

    Ortada apaçık bir soru var. Bu soruya cevap yazmayı deneyeceğine; yine, kof nüktedanlık yaparak geçiştirmeye çırpınıyorsun, yine, laf çarpıtmaya uğraşıyorsun.

    ‘7 Haziran 2015 seçim sonuçları’ndan memnun kalmayan Diktatör Recep Tayyip Erdoğan, ‘sandık’ı & ‘seçim’i yeniden dizayn ederek, ülkeyi, bir kez daha seçim yapmaya mahkûm etti. 7 Haziran 2015’den 1 Kasım 2015’e giden yol; bizzat Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinin neticesidir; ‘halkın tercihi’ neticesi değil. Diktatör Recep Tayyip Erdoğan; korku tohumları yayarak, şantajlarla, tehditlerle, 1 Kasım 2015’de diktatörlüğünü perçinledi. Nedense, bu konuda gıkın çıkmıyor Necip. Sizler, yani ‘AKP-TROLL’ler, kendi aranızda, bu konuda gıkınızı çıkarMAmak için, o meşhur yemin ‘omerta’yı mı uyguluyorsunuz..

  229. Soru

    28 Necip 12 Temmuz
    Wikipedia alıntılarınızda aydınlatıcı bilimsel teori, hipotez, bilimsel yasa ve zan = hipotez (=conjecture) farkları göz önüne alındığında aşağıdaki öneriniz:
    “Manipulasyon her yerde olur. Hep de olur.”
    Bilimsel teori mi? Hipotez mi? Bilimsel yasa mı? Zan = Hipotez mi?
    Eğer bu öneri kişisel kanaatinizse, bu defada ikinci öneriniz,
    “Sizin kisisel kanaatiniz de, mucadele edip etmediginiz de kimsenin umurunda degil. Hic olmadi, hic de olmayacak.”
    Hipotez mi? Bilimsel yasa mı? Zan = Hipotez mi?
    Bu ikinci öneriniz doğruysa, kişisel kanaatlerle kanaatler olmayanları nasıl ayırt edebiliriz?

  230. Necip

    Onca laf salatasini sirf su soruyu sormak icin mi yazip byte ziyanina yol actiniz?

    “o meşhur yemin ‘omerta’yı mı uyguluyorsunuz..”

    El cevap: Hayir.

    Su yaziyi da okumak isteyebilirsiniz.

    https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/riza-zelyut/2017-temmuz/kilicdaroglu-kime-adalet-ariyor

  231. Dost Uyarısı

    Sayın Necip Hoca,
    “33 Uzun ve Skıcı bir Yazı” arkadaşı iyi tanıyor, adı yasaklandığı için ağzımıza almıyoruz. Siz de bir zaaf bulmuş sizinle dalga geçiyor, oyun oynuyor. Huizinga’nın “Homo Luden” ustası.
    Daha önce bizimle de hayli oynadı ve nihayet bize Einstein’den bir alıntı gönderince dalga geçtiğini anladık. Sizi Wikipedia’ya o yönlendirdi ve ardından sizinle alay etti. Sizi zivaneden çıkarabilir. Ciddiye almayın.
    Einstein alıntısı:
    ” If you wish to learn from the theoretical physicist anything about the methods which he uses, I would give you the following piece of advice: Don’t listen to his words, examine his achievements.”
    Wikipedia’yı dinlemekle onun tuzağına düştünüz.
    Einstein devam eder:
    ” For to the discoverer in that field, the constructions of his imagination appear so necessary and so natural that he is apt to treat them not as the creations of his thoughts but as given realities.”
    Bilimsel konular açısından bakıldığında, kişisel kanaatler üzerindeki yorumunuzla çok acele edip zaafınıza zaaf katmışınız. Sizinle tekrar alay edecek, bilesiniz.

  232. Kahramanlar

    “Hero” yazılı tişörtle mahkemeye gelen kahraman askeri tebrik ederim.
    Başarısız olmuş olsalar da onlar kahramandırlar.

  233. Anonim

    ‘Su yaziyi da okumak isteyebilirsiniz.

    (https://www.aydinlik.com.tr/kose-yazilari/riza-zelyut/2017-temmuz/kilicdaroglu-kime-adalet-ariyor)’

    ‘Rıza Zelyut’ isimli kişi; ‘adalet’ ismini vererek Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Recep Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük uygulamalarına karşı protesto yürüyüşünü kadük göstermek için, yakın tarihe kısa bir yolculuk yaparak kendi meşrebince birkaç paragraf yazmış, bu kadar. ‘Rıza Zelyut’un yorumları gibi onlarca yazıyı da okumak istersen; linklerini gönderirim.

    ‘Onca laf salatasini sirf su soruyu sormak icin mi yazip byte ziyanina yol actiniz?’

    Ortada salata-malata yok. Yine, laf çarpıtma Necip.

    Sorduğum soruya soruya cevap yazmayı deneyeceğine, 1000 dereden su getiriyorsun, türlü-çeşitli bahaneler üretiyorsun.

    ‘7 Haziran 2015 seçim sonuçları’ndan memnun kalmayan Diktatör Recep Tayyip Erdoğan, ‘sandık’ı & ‘seçim’i yeniden dizayn ederek, ülkeyi, bir kez daha seçim yapmaya mahkûm etti. 7 Haziran 2015’den 1 Kasım 2015’e giden yol; bizzat Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinin neticesidir; ‘halkın tercihi’ neticesi değil. Diktatör Recep Tayyip Erdoğan; korku tohumları yayarak, şantajlarla, tehditlerle, 1 Kasım 2015’de diktatörlüğünü perçinledi. Nedense, bu konuda gıkın çıkmıyor Necip. Sizler, yani ‘AKP-TROLL’ler, kendi aranızda, bu konuda gıkınızı çıkarMAmak için, o meşhur yemin ‘omerta’yı mı uyguluyorsunuz..

  234. Gün Zileli

    demek Necip, Rıza Zelyut adlı faşistin yazısını okumamızı önermiş. İyice gözümden düştü.

  235. Gün Zileli

    büyük bir özveri gösterip Zelyut’un yazısını okudum. Faşist olduğunu biliyordum ama böylesi komplo teorileri ileri sürecek kadar geri zekâlı olduğunu bilmiyordum doğrusu.

  236. Anonim

    Yapma bunu Abdullah Gül yapma
    Ahmet Hakan

    ESKİ bir video…
    Epey eski bir video…
    Konuşan Abdullah Gül.
    *
    Şöyle diyor Abdullah Gül:
    “Fetullah Gülen hepimizin hocasıdır.”
    *
    Ayrıca şöyle de diyor Abdullah Gül:
    “Fetullah Gülen çok değerli bir ilim adamıdır.”
    *
    Aynı Abdullah Gül, dün yaptığı yazılı açıklamada ise…
    Şöyle demiş:
    “Düşünce, din ve siyaset anlayışım açısından hayatımın hiçbir döneminde yakınlık duymadığım örgüt lideri Fetullah Gülen…”
    *
    Size bir şey söyleyeyim mi?
    – “Kandırıldım” demek..
    – “Aldatıldım” demek…
    – “Eskiden ben bu adamı değerli bir ilim adamı sanırdım” demek…
    – “Hayatımın bir döneminde buna hocam derdim” demek…
    – “Yahu amma da safmışız” demek…
    Bana çok daha delikanlıca bir tutum gibi geliyor.

  237. Anonim

    Zelyut’un yazısında

  238. Türk Think Tank

    39 Soru’nun Yanılgıları,
    Necip hocamız şimdiye kadar bu sitede hiç bir bilimsel öneri ileri sürmedi. O halde,
    “Necip hoca bilimsel öneride bulunmaz.”
    Siz inançlarla bilimsel önerileri karıştıryorsunuz. Bilimsel öneriler kendi başlarına doğru ve yanlış olamazlar. Hocamızın dedikleri, hocamızın Wiki-Wacky’de buldukları doğayı izah eden bilimsel teori, hipotez, doğa yasası, zan gibi doğal gerçekler ve hakikatler değil. Necip hocamızın bu sitede ileri sürdükleri, kişisellik kanaatler önerisi de dahil, kendi kişisel inançları. Bu inançlar ebedi gerçek ve hakiketlerdir.
    Eğer Amerika’da “think tank” varsa, bizim Türkiyemiz’de de Arapça, Farsça, Osmanlıca, İngilizce, Fransızca bilen “tiki- taki” Necip hocamız var ve gurur duyarız. Türkiye Küçük Amerika oldu artık ve tiki-taki Necip hocamız bunun kanıtı.

  239. İhtimaller

    – “AKP + TSK yönetimi + Burjuvazi + Cemaat” iktidarı Ergenekon operasyonları ile “TSK’nın bir hizbi + Ulusalcıların bir hizbi” (kısaca “Ergenekon”) muhalefetini tasfiye etti.

    – “AKP + TSK yönetimi + Burjuvazi + Ergenekon” iktidarı FETÖ operasyonları ile “TSK ve Emniyet’in bir hizbi + Cemaat” (kısaca “FETÖ”) muhalefetini tasfiye etti.

    Bundan sonra olabilecekler:

    – “AKP + TSK yönetimi + Burjuvazi” iktidarı Ergenekon’a ihtiyaç duymayarak tasfiye eder.
    – “CHP / MHP / yeni merkez parti + TSK yönetimi + Burjuvazi (/ + Ergenekon)” iktidarı AKP’yi tasfiye eder.
    – “CHP / MHP / yeni merkez parti + TSK yönetimi + Burjuvazi” iktidarı “AKP + Ergenekon” muhalefetini tasfiye eder.
    – AKP kapatılır, kadrolarının ve seçmen tabanının çoğunluğu MHP’ye ve eski MHP’li muhaliflerin başını çektiği yeni merkez partiye, bir bölümü SP ve BBP’ye, küçük bir bölümü de HDP ve CHP’ye dağılır.

  240. Komplo komployu görenin gözünde

    ” demek Necip, Rıza Zelyut adlı faşistin yazısını okumamızı önermiş. İyice gözümden düştü.”
    ” … Faşist olduğunu biliyordum ama böylesi komplo teorileri ileri sürecek kadar geri zekâlı olduğunu bilmiyordum doğrusu.”
    Zileli böyle buyurmuş diye pek yapmadığım bir şeyi yaptım. Yazıyı sonuna okudum. Bir sürü yerel medya vızıltısı kelimelerin ve kısaltmaların anlamlarını arayıp bulmam hayli zamanımı aldı. Ne yazık ki Zileli ve bu sitede yorum yazanlarla Rıza Zelyut arasındaki farkı pek kapamadım. Çok benziyorlar.
    Medyada çıkan yazılar aktarılır ve yazıların “altında” yatan gerçekler satha çıkarılıp ifşa edilir.
    Diğer bir benzerlik daha da vahim.
    “Komplo” kelimesinin etimolojisi bilinmez ama eşanlamda olan ” conspire ” = “con” + “inspire” = aynı havayı beraber teneffüs etmek anlamına gelir.
    Uzun yıllardır eleştiriciler Zileli, Necip benzerlerinin aslında aynı medya havalarıyla beslendiklerinden, aynı şeyleri farklı ambalajlarla söylediklerini gördüler.
    Örneğin Japonya’da dünya ülkelerinin çoğunun katıldığı sanat eserleri sergisini izleyen Le Monde gazetesi farkında olmadan bütün eserlerin birbirlerine benzediğini ağzından kaçırdı.
    Kapitalist-burjuva muhabbet tellalları aydın aydıncılar evrensellik vaat ettiler, tellallığını ettikleri kapitalist-burjuvalar eşbiçimlilik yarattılar. Bu site buna eşsiz bir örnek.

  241. Anonim

    Sayın Arkadaşlar,
    Bu sitedeki yorumlarda en fazla kullanılan kelimelerden yola çıkarak yorum yapan bütün arkadaşlara bir soru yöneltmek istedim.
    Fransız devrimi, tarihte başlayan bir sürecin kıvamına, zirvesine ulaşmasının semboli ve simgesi sayılır. Bu devrimle kapitalist-burjuva sosyal sınıfı, bazı zikzaklar olsa da, nihayet düzeni tamamıyla ele geçirip dünyayı kendilerinin kopyasına çevirirler ve bu anlam bağlamında, yani dünya insanlarını kendilerine benzetmeleri anlamında, tarihi kendileri yazarlar.
    Sorum şu:
    Tarihte, dünyanın başka bir yerinde, bir sosyal sınıf düzeni diğer bir sosyal sınıfın elinden aldı mı? Nerede? Ne zaman?

  242. Necip

    “Zileli böyle buyurmuş diye pek yapmadığım bir şeyi yaptım.”

    Galiba, Zileli de, pek yapmadigi bir seyi yapti: Benim cevabim begenilmemis olsa gerek.

  243. Necip

    “Bilimsel teori mi? Hipotez mi? Bilimsel yasa mı? Zan = Hipotez mi?”

    O kadar dallandirip budaklandirmadan once, yazdiklarimin icinde ‘bilimsel’ olduguna dair bir beyanimim, bir iddiamin, olup olmadigina baksaydiniz keske.

    “Bu ikinci öneriniz doğruysa, kişisel kanaatlerle kanaatler olmayanları nasıl ayırt edebiliriz?”

    Dedim ya, soylediklerimin icinde ‘bu bilimsel bir teoridir ya da hipotezdir’ gecmiyorsa, kisisel fikrimdir/kanaatimdir.

    Umarim muskulunuzu giderebilmisimdir. If not, please do not hesitate to write back with even more trivia.

  244. Necip

    “Siz de bir zaaf bulmuş sizinle dalga geçiyor, oyun oynuyor.”

    Huyum kurusun, hep duserim bu tur tufalara.

    Uyardiginiz icin, tabii ki, mutesekkirim.

    Yine de, tedbir olarak, kendimi cezalandirmaga karar verdim:

    Yok, yok, harakiri yapmayacagim bu sefer –kuru temizleme masraflari cok tutuyor.

    Bir defaligina bir ay boyunca sabahtan aksama kadar (bol bol vitamin ve sivi takviyeli) bir aclik grevine gidecegim.

    Ha bu baga ders olsun.

  245. Necip

    “Tarihte, dünyanın başka bir yerinde, bir sosyal sınıf düzeni diğer bir sosyal sınıfın elinden aldı mı?”

    Tanimi geregi (by definition) bu mumkun degil.

  246. Anonim

    Değişimin önünde engel olanlar ortadan kaldırılmalıdır. Ve tarih tarafından da ortadan kaldırılmışlardır.

    630’da Mekke oligarşisi, 1453’te Bizans imparatoru, 1789’da Fransa kralı, 1917’de Rus çarı, 1922’de Osmanlı padişahı, 1924’te Osmanlı halifesi, 1958’de Irak kralı, 1960’ta Türkiye başbakanı, 2003’te Irak, 2011’de Tunus, Libya ve Yemen, 2011 ve 2013’te Mısır cumhurbaşkanları değişimin önünde engeldiler.

    Bugünün Türkiye’sinde de değişimin önüne engel dikilenler gitmelidir ve de gideceklerdir.
    2011’de istifa eden Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları gibi, gönüllü bir şekilde olursa, onlar açısından da hayırlı olur. Aksi takdirde, geçen yıl olanlara benzer olaylar olur ve bu kez kurtulamazlar ise, kendi taraftarları kadar kalabalık bir kitlenin bunu sevinçle karşılayacağını unutmamalıdırlar.

  247. Anonim

    H. Berktay’dan;

    “İlkel komünal toplumun yaslandığı üretici güçler düzeyi, doğaya fazla yakın, adeta göbek kordonuyla bağlı kıldığı insanın düşüncesini kısıtlar, onu ağır koşullar altında ezer ve eblehleştirir aynı zamanda. Kaba kuvvet, çapul hırsı, çakal kurnazlığı, at hırsızlığı, korsanlık, yol kesicilik, kervan vurmak, oba basıp adam kesmek, kadınlara savaş meydanında tecavüz etmek, çocukları köleleştirmek çağdaş Türkiye’ye nasıl ışık tutabilir? Unutmayalım ki, Odysseus’un da sık geçen bazı sıfat ve ünvanları, «sığır hırsızı», «kentler kundakçısı», «Knossos’u basan», «Truva yağmacısı»dır alt tarafı. «Kahramanlık yaldızlarını çekip aldığımızda, sonsuz enerjileri dışında, pek bir şey yoktur bu kişilerde hayran olacağımız» diyor Aka’lar için George Thomson. «Altın çağ» tanımayan tarih nehrinin durmak bilmez akışı, bütün halkların askeri demokrasisinin böyle özelliklerinden geriye, «titreyip dönülecek» bir şey bırakmıyor.”

  248. Komplo Gayri Komplo

    Komplo/Gayri komplo Blues
    Sözüm ona bilinçaltı akışlarını dile getiren roman yazarların en ünlülerinden biri olan James Joyce’a sorulur:
    – Bilinçaltı sırları hakkında ne düşünüyorsunuz?
    – Ya bilincin sırları?
    Ben Freud’la Necip hazretlerinin çok bildiği teori (here is that word again) olan ve Türkiye’de politika dilinin tekeli altına giren “bilinç” yerine “farkında olma” deyimini tercih ederim ama artık geç.
    Bir yanda komplo, görünen dünyayı kontrol eden gizli devasa güçler; diğer yanda devlet, kapital-banka-para-mülkiyet-özel mülkiyet, okul, medya, reklamlar, ideolojiler, dinler gibi apaçık devasa güçler.
    Edebiyat, sanat, resim, sinema, politik ideolojilerde sonsuz faaliyetler yaratan bilinç/bilinçaltı ikiliğe güldürücü bir ek: vücudumuzda veya iç organlarımızda, çekinmeden sonsuz sıfatı eklenecek, bilincinde olmadığımız olup bitenler belki de bilinçaltında olanlara kıyasla sonsuz daha önemli, ama olsun. İşgüzarlık yararlıdır. İşleyen demir pas tutmaz.
    Bir ara Viet Nam savaşı esnasında BBC için röportaj yapan biri dünyayı gezdiğinden savaşı medyada izleyenlerin, Viet Nam’ın nerede olduğunu bile bilmeyenlerden daha cahilce konuştuğunu tespit ettiğini yazdım.
    Hemen burjuva propagandası bilgi anlamını bilinçaltına yerleştirmiş olan Zileli hazretleri haşmetli ağzından bir dil sürçmesiyle “ne demek istiyorsunuz? Cahillik daha mı iyi?” dedi.
    Aynı şekilde fikirlerine katılmadıklarım kişilere cevaplarımı politik ideologların bilinçaltına yapışmış çıkmayan “bilinçlendirme” adını koyarak aklı sıra alay etti.
    Bu sitede yazı ekleyenlerin hepsinde gördüğüm bilinçaltı kapitalist-burjuva değerleri, bunun asıl ve ilk kaynağı Avrupa’ya karşı eziklik. En güzel örnek hazreti Necip. Salt ABD-AVRUPA fikirleri dile getirir ama bilinçaltına, kaynaklarını teşkil eden ABD-AVRUPA araştırmalardan ve ileri sürülen fikirlerden seçtiklerini, çiviyle yazmış. Aynı Freud’un dediği gibi “bilinç üstünde”, bilinçaltını veren anneyi iğfal etme peşinde koşan, aşk/nefret içinde bocalayan, terapi arayan, kendini elit aynasında gören bir zavallı olmuş.
    Bir süre ince bu bilinçaltı eziklerden biri AMER-İKA’DA PROFESÖRSE doğrudur zekasıyla herifin komplo hakkında yazdığı bir yazıyı kesip bu siteye yapıştırmıştı.
    Ben hemen “bilinçlendirmeye” geçtim. Herifin kendisinin gözle görülen, yıllarca en keskin eleştirilerle yerle bir edilen, insan adiliğini açık açık kabul edip insanı “mükafat ver/cezalandır tekniklerle şekillendirme” teorisi (here is that word again) içinde büyümüş ve kabullenmiş bir adi davranış psikolojisi profesörü olduğunu yazdım. Üstelik bu psikoloji hapishane, kışla, okul, hastane, fabrika gibi kurumları yönetenlerin elinde bir araç olduğunu da ekledim. Cahillerle dolu, medya dedikodusunun altında yatan gizemleri politik-ideolojik kalburdan geçiren alimlerden bir gık bile çıkmadı.
    Vance Packard bu davranış psikolojisi müritlerinin becerilerini ve becermek istediklerini çok güzel anlatanlardan, pardon narrativini edenlerden, biri.
    1990lara kadar ve hala peşinde koşulan totaliter düşünüş komünistliğe inanlar nedense bunu görenlerin yazılarını hiç okumadılar. Hepsi dağlara çıkıp pala bıyıklı ve sakallı kahraman Guevara olmak peşinde koştu.
    1960larda bu yıllarca komünist göz boyaması kazazedeleri “bilinçlendirmek” isteyen tarihçilere her zaman hazır ve nazır banalleştirme veya komplo-gayri komployla “revisionist” yaftası takıldı. Bu tarihçiler Hazreti Necip’in post modern tabiriyle salt “narrative” yapanlar oldular. Her neyse. Ben ne Zileli ne de Necip gibi elitim, devam edeyim. Bu tarihçiler ABD ve USSR’ın, kendi halklarını ve dünyayı hizada tutmak için, birbirlerini kullandıklarını gösterdiler.
    Kusura bakmayın ama aşağıdaki aktaracağım çoktan beri yaygın bilinen alıntıları çevirmeyeceğim. Bilinçlenmek istemeyenin bilinçlendirilmeyeceğini kendi kendinden saklayan politikologlar, çevirinin bir işe yaramayacağını “bilinçaltında” benden iyi bilirler. Bu site bu bilgileri çoktan aşmış, meta-bilgiler içinde yüzenlerle dolu.
    Bertrand Russell, in a prescient essay, Scylla and Charybdis, written in the 1930s, warned against the ‘manipulator’s fallacy’, based on the belief that societies are inanimate machines which can be manipulated towards preconceived uses and functions.
    Bilgiç Aziz Hazreti Necip kutsal ağzından ne çıkarmış:
    “Manipulasyon her yerde olur. Hep de olur.”
    Acaba bir komplo kurbanı mı?
    Not: amer-ikano turco profesör de insanı makine görenlerin hapını yutan alçaklardan biri.
    Eski ve yeni komünistler için:
    Communist medicine was first outlined in Voyage en Icarie by Etienne Cabet (1788-1856), a French revolutionary and a follower of Babeuf. Hausheer has provided an excellent and exhaustive analysis of Cabet’s thoughts on medicine in communism. In Icaria, the ideal communist state, the doctor did not have to depend on private practice as he was a salaried member of the community and medical service was free for all. The title of ‘doctor’ was abolished as a remnant of the artificial hierarchy of the past, and new medical graduates were called ‘national physicians’ or ‘national surgeons’. All dead bodies had to be dissected for the advancement of science. A healthy lifestyle was the key to the health of the nation. Intemperate drinking and eating, lack of exercise, sexual overindulgence or tobacco smoking (about which Cabet had particularly strong feelings) were not tolerated. The goal of medical science was to prevent diseases from occurring. Only those individuals who had desirable mental and physical qualities were allowed to have children. None of this required imposition from above, as it was supported by a national democratic consensus.
    Komünist ülkelerde yaşamış olan arkadaşlarım bu önseziyi olağanüstü buldular.
    1960’da Rusya’yı ziyaret eden İngiliz doktorlar Sovyetleri sağlık teşvikine hayran olurlar.
    1970lerde başı-kan Nixon’a katılan Amerikan doktorlar Maoist Çin’de akupunkturla anestezisiz ameliyatı olağanüstü bulurlar.
    Bu doktorlar bu sitedeki meta-bilgi alimlarine benzerler. Dünyanın dürt bucağında ve özellikle, şimdi Avrupa içinde sulh / dışında silah sat kasap Necip gibilerle dolu Avrupa’da, binlerce ameliyatın anestezisiz yapıldığı ve ameliyat edilenlerin acı çekmedikleri belgelerinin “bilincine” varmayanlar.

  249. Türk tiki-taki Necip

    “Bir defaligina bir ay boyunca sabahtan aksama kadar (bol bol vitamin ve sivi takviyeli) bir aclik grevine gidecegim.”
    Dikkat et bilim dolu Necip, bu diyet kabızlık yapar. Hepsini ağzından çıkarırsın.
    “Tanimi geregi (by definition) bu mumkun degil.”
    Bu ağızdan ishallik fırsatını kaçırma. Yalaya yalaya alıştığın için tat seni rahatsız etmez. Alıştığın gibi bir tanım uydur gitsin. İnternette ara. Sana bir ipucu vereyim: “tripartite Dumézil” ara, sosyal sınıftan daha geniş bir kavramla işe başlarsın.
    Bilmemek ayıp değil, bir TÜRK tiki-takinin cahilliğini itiraf etmesi çok ayıp. Erdoğan duymasın!
    =================================
    ” O kadar dallandirip budaklandirmadan once, yazdiklarimin icinde ‘bilimsel’ olduguna dair bir beyanimim, bir iddiamin, olup olmadigina baksaydiniz keske.”
    Doğru. Beynin çok yıkanmış, tertemiz ve bomboş. Ama yine de sana uzaktan telepatiyle iletilenleri, seni korkudan altına ettirenlerin, yaladıklarının kulaklarına fısıldadıklarını çok az bir listesini yapayım:
    İktidar tanımı ve ebediliği,
    Ama, ote yandan da, neredeyse bir kanunmus gibi, binlerce yillik gozlemlerimiz sonucunda, bunun boyle olageldigini de(istisnalarinin nerdeyse hic olmadigini da) bilmek ve soylemek gerekir,
    ‘iktidar’ denen sey, dogrudan dogruya genetic bir dayatma olmamakla beraber,
    Manipulasyon ebediliği,
    Kamera nesnelliği ve görülene inanma şapşallığın,
    ‘evrim teorisi’ denen tasvir,
    ‘Evrim Teorisi’ denen hikayenin kendisi, cok olsa, bir ‘hipotez’ olabilir,
    ‘hipotez’in dahi ciddiye alinmak icin tasimasi gereken ozellikler/sartlar var,
    ‘Evrim Teorisi’nde bunlar yok. Dayatma var.
    Onunuze bir formul konur ve ona iman etmeniz beklenir,
    Ben elitistim,
    Yukarıdaki bildirme kipiyle yazılanlar,
    “Bilimsel teori mi? Hipotez mi? Bilimsel yasa mı? Zan = Hipotez mi?”
    Bu muallakta sallanan öneriler dayatma mı? Sana dayatılanlar mı? Yaladıklarını kusman mı?
    ========================
    Gelelim salakça sergilediğin cahilliklere:
    “Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri mumkundu. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken”
    Ulan ibiş, “homo sapienler ” bile Afrika’dan en az 100 000 yıl önce çıktılar. Yine ağzından ishallik akmış. İşte sen bu işte el-itsin, yalamaya alışmamış biri bu ağzından çıkarmalara dayanamaz.
    “Bunu, meraklisi, isterse, benim ‘survival of the fittest’ten ilham alisima da baglayabilir. ”
    İbiş evrim teorisini bilmez ama o teorinin bir hikaye olduğunu bilir. MUCİZE!
    “Yasaklanan evrim teorisinin temelinde yatan bir kavramı ağzına aldı. Kim yasaklamis, ne zaman yasaklamis?”
    Ulan insan bu kadar alçalır. Bütün dünya duymuş bu zamanını bilgisayar önünde emir beklemeyle geçiren hödük duymamış.
    “Sunun icin yok: ‘Yeteri kadar’ diyebilen kisi, ‘maksimum’un ne oldugunu da biliyor demektir”
    Sana bu söylediğinin ne kadar aptalca olduğunu yazdım. Bir daha yazayım.
    Matematik hocası daha henüz yalamakla çok diplomalı olmayan Necip’e,
    – Ulan oğlum, bu ikinci derece denklemi çözmeye YETER bilgin var. Ne bekliyorsun?
    Necip cevap verir,
    – Evet yeter bilgim var ama cebirin ‘maksimum’unu bilmiyorum, dön yalayayım hocam.
    ” ‘kapali bir sistemde ne yaparsaniz yapin, kutle sabit kalir’”
    Buna da cevap verdim. Ara ineternette “vardan yok olan”, “yoktan var olan” parçacıkları. İhsali durdu yalayanın. Bak Necip, senin derdine çare bende. Ben gerçekten çok fakirim. Gel sana ağzından akan ishalini durdurucu devayı sık sık satayım, hem sen hem de ben mesut oluruz.
    “Son olarak, ortaya cikan ‘eser’in ne ise (ve ne kadar) yaradigi sorusu var. Benim asil degerlendirme kriterim budur.”
    Bu sadece yalamasına yararlı olanları yutan bir adi tüccarın lafı.

  250. Necip'in Çekilmez Hafifliği

    Müslüman-Türk- Tiki-Taki Necip’in Dayanılmaz Hafif Meşrepliği
    “Kisacasi, benim ‘ontology’im (‘var olus felsefem’) ‘omur boyu muhaliflik’ de degil; kayitsiz sartsiz (ve sonsuza dek surecek) sadakat de. Galiba bu kontrast yuzunden sizinle anlasamiyoruz.”
    1. Bu ibişe göre Eleştirici= Muhalif.
    Haydi olsun. Var mı tarihte ömür boyu muhalefet olan bir kişi?
    Eleştiricilerin hepsi belli bir fikre sadakatlerinden yola çıkarlar. Müslüman-Türk düzenin süt ineği Necip, muhalifliği dininde ve her dinde olduğu gibi zaman dışına çıkarır, varoluşsal öz olur:
    Dörtkenarlı üçgen = omur boyu muhalif
    Benim saçmalıklarımı yutmayanlar, iktidarın zaman dışı değil, tarihte bir varlık olduğuna inananlar = omur boyu muhalif
    O halde, olmaz olur, Necip de marifetinin horozluğuyla aynaya bakar, pis pis sırıtır, hayatı boyu tek isteği huzura kavuşur. Modern insanlarda bu huzur sapıklığını tespit eden Freud, bu gözlemini teorisine (here is that word again) “ölüm içgüdüsü” olarak tam Necip ve benzerlerine münasip ifade eder ve hatta inandırır.
    Bakalım bu Erdoğan cambazı daha hangi yalamalar peşinde.
    2. kayitsiz sartsiz (ve sonsuza dek surecek) sadakat
    Eğer, her üstününün dalkavukluğunu yapan, her zaman değişebilen Necip,
    “Kisacasi, benim ‘ontology’im (‘var olus felsefem’) ‘omur boyu muhaliflik’ de degil; kayitsiz sartsiz (ve sonsuza dek surecek) sadakat de.”
    dediğinde, bu evren kadar büyük lafla, kayitsiz sartsiz (ve sonsuza dek surecek) sadakatini dile getiriyor. Yani, kendi b*kunu kendi yiyor!
    Karşımıza yine dalkavuklukla mantığı karıştıran zavallı Necip çıktı! Her k*çı değişik dille yalayan dalkavuk bilgiç, mantıkta çoktan bilinen en ilk öğrenilen bir kuralı bilmiyor. Buna defalarca değindim, her defasında ishal akan ağzı kapandı! Tabii kuralın ne olduğunu bulmayı medya hastası Necip’e bırakıyorum.
    Ama diğer bir şapşallığı daha var: ” zaman icinde geldigim yerin aslinda ‘relativism’ oldugunu soylemistim.”. Bu kaz, her an relativist olup elden uçabilir.
    Her mübarek ağzını açtığında tekrarladığı “X …dir/dır.” peygamber vari maniler yumurtlar ama sıkışınca sakladığı jokeri her an çıkarabilir: relativizm.
    Bu dalkavuk, relativizmin absolutizm, her kendine benzeyen cahilin can kurtarma simidi olduğunu bilmemezlikten gelir. Aksi halde “C’est la vie..” lafının anlamı ne?
    Bu kara cahil relativizmin felsefe tarihinde, doğuda ve batıda, son iki – iki bin beş yüz yıl, defalarca çürütüldüğünü bile bilmediği için, dalkavukluğuyla karıştırıp faziletmiş gibi kullanır. Dalkavuk, relativizmi, eleştiricilere (=muhaliflere), kendinin inandığı mutlaklığı reddedenlere karşı kullanır. Relativizmi, düzene itaat eden Necip’in tam tersi biçimde kullanan ünlü örneklerden biri Montaigne. Montaigne ile bu dalkavuk arasındaki mesafe ışık yıllarıyla bile ölçülmeyecek kadar büyük!
    Çok kuru ve sivri kellelerin sevdiği çürütme şöyle:
    Eğer her kendisi gibi mübarek ağzını açan relative haklıysa, relativizme inanmayan da haklı.
    Orwell ne der:
    Bu bilgiç el-it olduğunu itiraf ettiğinde, “herkes haklı ama ben daha haklıyım” demiş!
    Analaşamadığım ama dalkavuk olmayanlardan özür diliyorum:
    Ben mantığa önem verdiğimden değil, bu adamı çekilmez cambazlıklarının tamamıyla dalkavukluğundan geldiğine inandığım için bu sıkıcı eleştiriyi yaptım.
    Sözlerin anlamı bu dalkavuk gibi her an keyfi değişirse zaten mantık ortadan kalkar.
    Benim inandığım mantık bu adamın dalkavukluk mantığı:
    “Önemli olan, kim emir veriyor”
    Şimdi de bir benzetmeyle bilgiç Necip’in bir dediğini alıntılayacağım:
    “Sizin bu dediginiz, ancak 30 bin sene filan onceleri mumkundu. Savannah’ta, herkes tek basina avci-toplayici halinde yasarken…”
    Sadece Neandertal ve Homo sapien konusunu çok, çok az kurcalasaydı bu kadar cahilce bir laf etmezdi. En son bilinenlere göre Homo sapienler Afrika’dan 60-100 bin yıl önce çıktılar. Ve hala “avcı-devşiriciler “var!
    İnsan bu cahilin ‘savannah”sında yaklaşık 2 milyon yıl önce yaşadı. Herif sanki Erdoğan ile konuşuyor. Asıl önemli olan emir almayı bekliyor. Bu sitedekiler da dolaylı hakaret ediyor:
    Bu sitedekilerin “homo sapienler” , akıllı insan, değil “homo necipus”, yani “homo ignarus” yani cahil insan olduklarını sanıyor.
    Ama gerçekten haksız mı?
    Bu siteye yazanların büyük bir çoğunluğu dünyaya egemen olan gaddar güçlere karşı olanlar.
    Aynı hisle yazılan ve düzene karşı gelenlere can ve ateş kaynağı olan ütopya edebiyatına bakalım. Ütopya hiç bir yerde olmayan demektir.
    Bu sitedekilerin hepsinin medeniyet eleştirime yanıtları aynı bu dalkavuk Necip ve diğer düzeni savunanlarınkine, yani ütopya sözlük anlamına benzer: “eğer ütopya hiçbir yerde yoksa buna varmaya çalışmaya ancak cahiller inanır! Biz ve Necip gibi akıllılar, asla inanmayız!”
    İşte size gün gibi ortada bir mantıksızlık! İşte size Necip gibi düzen savunması! İşte size eleştiriyi aynı Necip gibi laf cambazlığıyla etkisizleştirme!
    Bana “git o zaman ilkeller arsında yaşa” diyen sizlerle, “iktidarsız toplumlar belki bundan 30 bin sene, yani 2 milyon sene, önce vardı” diyen dalkavuk arasındaki farkı bulmayı size bırakıyorum.

  251. Necip Tarzan Olmuş

    Kelimeler cangılından hemen çık Necip Efendi, cangılda yaşayan çıplak vahşi avcı/devşiriciler aynı zamanda yamyam. Hala hayvanlar gibi yaşıyorlar, senin alıştığın yalamayla paçanı kurtaramazsın. Bunlar gece gündüz gıda ararlar. Senin gibi yağlı birini 5 dakikada yerler.
    Tahmin ederim hazım güç olur. Bu çıplak vahşiler daha henüz sizin gibi süpermarket dolaşıcı/alıcılık yapanları yememişler. Hayatınız boyunca yediğiniz kimyasal maddelerle pis etiniz zavallıların midelerini bozar.
    Atalarınız ne demiş? Sinek bir şey değil ama mide bozar.
    Siz ne demişsiniz?
    “Kelimenin anlami sizin sandiginiz gibi her yerde kullanilmaga musait degil.
    demagogue or demagog
    Kişisel seçilen bir sözlüğün kişisel tanımlar1 & 2.
    Ben, halkin duygularini veya onyargilarini sahlandirarak guc veya popularite kazanan birisi degilim.
    Burasi da, benim soyledigim turden seyleri soyleyerek popularite kazanilacak bir yer degil zaten.”
    Diğer bir sözlüğe baksaydınız hem Zileli’nin tam demek istediğine hem de size çok uygun ve müsait anlamı bulurdunuz, sayın relativist Necip Bey.
    Biraz yardımcı olayım.
    1. (pejorative) A political orator or leader who gains favor by PANDERING to or exciting the passions and prejudices of the audience rather than by using rational argument.
    2. (historical) A leader of the people.
    panderer
    1. a person who furnishes clients for a prostitute or supplies persons for illicit sexual intercourse; procurer; PIMP.
    2. a go-between in amorous intrigues
    Zileli’nin sözcüğü “pejorative ” kullandığını inkar edecek değilsiniz. O halde siz büyük harflerle tasvir edilen, pardon narrativi yapılansınız!
    Eğer eşanlamlar sözlüğüne baksaydınız farkında olmadan karşı çıktıklarınızla aynı olduğunuzu da görüp, Erdoğan duyar diye altınıza ederdiniz.
    Burada da yardımcı olayım.
    Synonyms of Demagogue:
    rabble-rouser, political agitator, agitator, FIREBRAND
    Belki büyük harfle yazdığım bilmeyebilirsiniz diye ve sizi korkutmak için tanımını vereceğim.
    Synonyms of (political) FIREBRAND:
    radical, revolutionary, troublemaker, agitator, rabble-rouser, demagogue, subversive.
    Vallahi Erdoğan bunu duyarsa onun neyini yalarsan yala seni affetmez.
    Siz sözcükler arasında kaybolmuşsunuz. Bence bunun sadece ve sadece bir yorumu var: hayatınız uygun sözcükleri bulmayla geçmiş, yani dalkavukla.
    But, Always Look on the Bright Side of Life.

  252. Necip Haklı Olabilir

    Necip düzeni savunmakta haksız mı?
    Veya
    Necip bu sitede durmadan vızıldayan muhaliflerden farklı mı?
    Veya
    Necip’in en derinde yatan varsayımları ve önyargıları bu sitedeki gördüğüm (doğru ki hepsini okudum diyemem) yazılar ve satılık kitapları yazanlardan gerçekten farklı mı?
    Bu soruları akademik anlamda veya “benim fikrim”, “senin fikrim” sıradan yığınlar demokrasisi küresel ortamda tartışmak bile çılgınlık.
    Doğa bilimlerinde ve hatta aynı kısıtlı dalda çalışan iki bilim adamı-kadını bile birbirini anlamıyor.
    Tarihte olmuş bir olayın yüz binlerce değişik yorumları var.
    Marksizm, liberalizm, sosyalizm, hristiyanlık, islam gibi kokmuş, çürümüş, tarihleri yalanlar, kırımlar, şiddet ve kanla yazılmış deli gömleklerinin yeni köpekleri “ama X,Y,Z doğrusu olan değildi” gibi akıl almaz bir adilikle hala piyasaya sürenler var. Aynı adilik kapitalist-burjuva devrimin en temel varsayımını “insan, üretme-tüketme makinesidir” yutan ve aynı yukarıdaki ideolojilerde olduğu gibi makyajlarla cici bici satan anarşistlerde de görülür.
    Tek fark, anarşizmin hala bakire olması. Daha henüz Necip’in “ebedi varlık”, Max Weber’in “şiddet tekeli”, Nietzsche’nin “soğuk kanlı canavarların en soğuk kanlısı” dedikleri iktidarı ele geçirmemiş olması.
    Tabii bunlar arasında ve yine tek ibiş, Necip. Kendinden 40-50 yıl önce, kendinden ışık yılları ilerde, 20. yüz yılın en büyük tarihçilerinden biri,
    “Son 5 bin yıl insanlar Allah sanıp İktidara taptılar”
    Bu site dedi kodu uzmanlarıyla dolu olduğu için eklemek gereğini hissettim: genelde salt Allah, tanımıyla, ebedidir.
    Her neyse. Karınca kaderince. 15 Temmuz şenlikleri bana hem Nazi Almanya’yı hem de bu siteyi hatırlattı.
    Şenliklerde zevkten mest olanları anlamak mümkün mü? Bazı ülkelerin üstünlüğünü kabul etmelerinin kaçınılmaz sonucu olan derinlerinde yatan aşağılıklarının duygusal boşaltması, katarsizi olabilir mi? Bu bakımdan IŞİD’den farklı mı? Bu insanları “biz de onlar gibi olacağız” ümidiyle galeyana getiren demagog sanal bir gelecek mi vaat ediyor yoksa ve komünist Mao Çini’nin gerçek şimdisini mi? Lenin’in mirası günümüz Rusya’sını mı?
    Gelelim bu sitedeki devrimci solcu falan filanlara. Bu falan filanlar, nicelik farkı hariç aynı vaatlerin demagogluğunu, muhabbet tellallığını yaparlar. Cici bicilik makyajlarında ta başlangıçta kapitalist-burjuva vaatlerini en güzel dile getiren ünlü tam burjuva Marks sabah balık yakalar, öğleden sonra şiir yazar, akşam felsefe kitabı yazar.
    Sayın devrimci solcu yoldaşlar, kapitalist-burjuva düzeni, nicelik farkı hariç, bu cici biciliğin binlerce mislini başarmakla kalmadı, şimdi bu cici biciliğin allahını sizlere genetik manipülasyonlarla, for a little fee, doğuştan verecek. Hepiniz sarışın mavi gözlü, dahi, güzel veya yakışıklı, yazar, ressam, filozof, yapay zekacı, müzisyen, dansöz, futbolcu, gezegenler arası turist süper erkek-kadın olacaksınız.
    Etrafınıza bakın. Rusya, Çin, Doğu Avrupa ülkeleri.
    1990larda Avrupa’yı dolaştığımda bazı yüksek makam tutanlar, çok daha iyi bir eğitimden geçtikleri için eski komünist ülkelerden iş bulmaya gelenleri Afrika ve Orta Doğu gibi bölgelerden gelenlere tercih ettiklerini açık açık söylediler.
    Belki Marksizm’le psikanalizi birleştirenlerin sezgileri doğru.
    Bastırılan istekler şiddetle dışa vurulur ki tarihte binlerce örnekler var ve benim en çok sevdiğim kızılderilileri kırımdan geçiren beyazların akıncı püritenlerinin tasviri:
    “Jollity and gloom were contending for an empire.”
    Kazananlar sağ ve solun (little fee hariç) idolü oldu.
    Kırımdan geçirenler aynı zamanda solcu devrimciler gibi cici bici bir gelecek vaat ettiler.

  253. Hatırlayalım mı?

    William of Ockham kimdi?

    ‘Occam’ın usturası’ neydi?

    Thomas Aquinas kimdi?

    ‘Lex Parsimoniae’ ne demekti?

    ‘Entia non sunt multiplicanda praeter necessitatem.’ ne demekti?

  254. Berk-Toy ve Berk-Yaruk

    “Berk-Toy”ların bilgisini kıskanan toy cahiller kıskançlıktan çatlasın.

    “Berk-Toy”larla uğraşacaklarına “Berk-Yaruk”ların (Büyük Selçuklu hükümdarı, 1092-1104) zamanına dönüp ilkel komünal yaşamı savunan göçebe Oğuz t(b)oylarının ayaklanmalarına katılsınlar.

    Hatta Gök-Türk veya Moğol kağanlarının “toy”larına (kurultay) katılıp yeni kağan seçilsinler. Mete Han’ların, Cengiz Han’ların yerine onlar geçsin.

  255. Anonim

    FETÖ karşıtlığı temelinde, açıkça ya da utangaçça AKP iktidarının yandaşlığını yapan, ve çeşitli yönlere mensup (örneğin, “sol”dan Perinçekgiller, “sağ”dan Bahçeligiller, “orta”dan Necipgiller) kişilerin okuması gereken bir yazı:

    FETÖ ne zaman kuruldu?

    Gerçek
    Ekim 27, 2016

    Cumhurbaşkanı, hükümet ve yargının sözcüleri, Fethullah Gülen cemaatinin bir terör örgütü olduğunu ısrarla ifade ediyorlar. “FETÖ” kısaltması tam da bunu ifade ediyor. Madem bu böyle o zaman biz de soruyoruz: FETÖ ne zaman kuruldu?

    Örgüt, tanım gereği, bir ortak amaç uğruna birlikte çalışan insanların bilinçli olarak kurdukları bir yapıdır. Kendiliğinden, mantar gibi çıkmaz ortaya. Terör örgütü, hem yasadışı olduğu, hem de silah, istihbarat, kadro, büyük para vb. gerektirdiği için bilinçli karara ve planlamaya daha da çok ihtiyaç duyar. Öyleyse soruyoruz: FETÖ’yü kuran bilinçli karar ne zaman verilmiştir?

    Bu konuda AKP hükümeti şaşkın ve çelişik açıklamalar yapıp duruyor. En son AKP’nin Afyonkarahisar’da topladığı kampta yaptığı konuşmada Başbakan Binali Yıldırım bu çelişkilerin en ileri biçimini ortaya koydu.

    Yıldırım önce kesin bir dille şöyle diyor: “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), AK Parti döneminde doğmamıştır…” Tam da bizim sorduğumuz soruya cevap vermiş Yıldırım. O zaman soralım: Ne zaman doğmuştur?

    Yıldırım bu cümlenin devamında FETÖ’nün AKP döneminden çok önce kurulduğunu iddia ediyor: “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), AK Parti döneminde doğmamıştır, FETÖ, AK Parti döneminde palazlanmamıştır. Bu terör örgütünün sanki AK Parti döneminde kurulmuş, güçlenmiş gibi gösterme gayreti içinde olanlar var. Bunlar kendi kusurlarını, yanlışlarını örtmenin telaşı içindeler. Bu kanlı örgütün geçmişi ta 1960 yılların sonlarına kadar gider.”

    Buradan bir tek şey anlaşılabilir. FETÖ 1960’lı yılların sonunda kurulmuştur. O zaman cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi AKP cemaate destek olmakla, “Ne istediniz de vermedik?” diye sorulacak bir ilişki içinde olmakla, bilerek ya da bilmeyerek bir terör örgütüne destek olmuş olmaktadır!

    Ama aynı konuşmada Yıldırım FETÖ’nün kuruluşu için bir de bambaşka bir tarih daha veriyor: 17-25 Aralık. Bakın ne diyor: “Bizim için kırmızı çizgi, terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralıktır.”

    “Siz” kimsiniz? Yargı adına mı konuşuyorsunuz? Yoksa yargının sizin talimatlarınızla çalışmakta olduğunu itiraf ediyor olabilir misiniz?

    Ama bundan daha da önemlisi şu: 17 Aralık 2013 “AKP dönemi” değil midir? Demek ki FETÖ aslında AKP döneminde kurulmuş!

    Yıldırım diyecektir ki, “biz o aşamadan itibaren işbirliği yapmadık”. O zaman soralım: Neden 17-25 Aralık kuruluş tarihi? Elcevap: “Bu örgüt ilk defa devletle bilek güreşine 17 Aralık’ta başlamıştır.”

    Şimdi çoluk çocuk bile bilir ki, bir terör örgütü ilk eylemine girdiği gün kurulmaz. O eylemi yapmak için daha önce teşkilat, gizlilik, kadrolar, sızma, istihbarat, gibi hazırlıkları yapması gerekir. FETÖ dört bakanın ve oğullarının yolsuzluk dosyalarını istihareye yatarak mı elde etti? Öyleyse binlerce yargıç, savcı ve polis şefini neden hemen bu olayların ardından görevlerinden aldınız? Demek ki örgütlenme daha önce başlamış! Yani kaçış yok: FETÖ AKP döneminin en azından bir bölümünde, AKP onunla işbirliği yaparken terör örgütü imiş.

    Bir örgütün kuruluş tarihini hem 1960’lı yılların sonu, hem de 2013 diye vermek epey marifet. Ama bu AKP’yi kurtarmıyor.

    Yıldırım “AKP döneminde kurulmadı tezini neye dayandırıyordu? Yukarıdaki alıntıdan okuyalım: Bu terör örgütünün sanki AK Parti döneminde kurulmuş, güçlenmiş gibi gösterme gayreti içinde olanlar var. Bunlar kendi kusurlarını, yanlışlarını örtmenin telaşı içindeler. Bu kanlı örgütün geçmişi ta 1960 yılların sonlarına kadar gider.”

    Ama aynı konuşmada Yıldırım Meclis’te Darbeleri Araştırma Komisyonu’na verdiği ifadede AKP’yi suçlayan eski Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’e de verip veriştiriyor:

    “Eski bir Genelkurmay başkanı çıkıp diyor ki ‘Biz 2004’te uyardık.’ Ne uyardınız kardeşim, karara bakıyoruz, ‘Nur cemaati ve hizmet hareketi izlenmelidir.’ Ne zamandan beri cemaatler terör örgütü oldu? Bizim için kırmızı çizgi, terör faaliyetinin başladığı gündür, o da 17 Aralıktır.”

    Ee, madem 17 Aralık 2013 tarihinden önce FETÖ sadece bir cemaatti, daha önceki iktidarların sözcüleri neden “kendi kusurlarını, yanlışlarını örtmenin telaşı içindeler”? Cemaat suç değilse, 17 Aralık’tan önce terör örgütü yoksa onların da “kusuru, yanlışı” olmaz ki telaşlansınlar!

    Cümle sayısından daha çok çelişki! Tesadüf mü dersiniz?

    Biz sormaya devam edeceğiz: FETÖ tam olarak ne zaman kuruldu?

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/feto-ne-zaman-kuruldu
    http://gercekgazetesi.net/sites/default/files/main/articles/0841302031320.jpg

  256. Necip

    “Biz sormaya devam edeceğiz: FETÖ tam olarak ne zaman kuruldu?”

    Bu soru, akademik masturbasyondan da beter; abes bir sorudur.

    ‘Kotuluk’un tarihcesini aramak, ilk ne zaman ortaya ciktigini tespit etmege ugrasmak kadar abestir.

    Cok mu onemli, kimin iktidarinda ilk belirtilerinin gorulmus olmasi; ya da kimin iktidari sirasinda ilk suphelerin olusmaga baslamis olmasi?

    Boyle bir sorunun herkesce kabul edilebilir bir cevabini bulsak bile –ki, pek mumkun degil–, bugunun problemini cozmege bir katkisi yoktur.

    Cocuk cani ruhlu ve katil cikti diye, ailesini, yetistigi mahallenin insanlarini, gittigi okullardaki ogretmenlerini, sira arkadasini mi sucluyoruz?

    Hayir. Cunku, bu akilci degl.

    Cani ruhlularin cikmasini onleyemeyiz. Yok boyle bir imkanimiz.

    Tek yapabilecegimiz, bunlarin verebilecegi zararlari olabildigince aza indirgemek, bu konuda tedbirli/caydirici olmaga calismaktir.

    ‘Cemaat’ diye yola cikan yapinin bugun ‘FETO’ya donusecegini cikip birisi soyleseydi bile (ki, eminim soyleyenler olmustur), bunun hicbir kiyemt-i harbiyesi yoktur. Olamazdi da.

    Cunku, suc islenmeden ceza veremiyoruz.

    Simdi, bugun, bence, sorulmasi gereken sorular sunlardir:

    — Suc islenmis midir?

    — Suc islenmis ise, cezasi ne olmalidir?

    — Suc islenmis ise, bu sucu isleyenleri –hala daha– (aktif ya da pasif) destekleyenler varsa, bunlarin cezasi ne olmalidir?

    Bu sorularin cevaplarini verdikten sonra, daha sonra, bu tur bir sucu islemege egilimli olmak ihtimali olan/olabilecek yapilar hakkinda ne gibi tedbirlerin alinacagina sira gelebilir; ama, simdi degil. Sonra.

  257. 20 ve 21 dahi yorumlarına fısıltı

    Prens kitap okur, marangoz prensin Occam’ın usturasının küçültemediği devasa evinde çalışır.
    Marangoz sorar,
    – Ne okuyorsun?
    – Çok büyük bir alimin, örneğin bu sitede satılan, kitabını okuyorum.
    – Alim yaşıyor mu?
    – Hayır,
    – O zaman at gitsin, bir şeye yaramaz.
    – Eğer sen hayatta kalmak istiyorsan, anlat bu ne demek.
    – Çekici çiviye çok şiddetle vurursam çok derine girer, çok hafif vurursam tam girmez. Tam vurmayı ustandan öğreneceksin.
    Tabii bu altın çağ safsatası. Asıl altın çağın bolluk olduğuna inananlar böyle bir dalavereyi yutar mı? Okul var efendim, kitap var efendim, hatta sarışın mavi gözlüler robotla yapıyorlar efendim, biz altın çağın içindeyiz efendim ilahilerine başlarlar.
    Not: Kıskanılan altın inek H. Berktay, Hesiod ve daha öncelere bile metasız yaşama çağına Altın Çağ diyenlerin halihazırda altının güzellikten çıkıp alış veriç metası olduğuna bile dikkat etmez. İşte sana bu sitedikilere bila istisna örnek hindi gibi kabaran Türk dahisi!
    Bak Arap Emirlikleri ‘ne. Her yerde kullanılan “kölenin karnını doyur ve eğlendir geri kalan boş laf” felsefesi ustaları. Dünya tarihinde salt bir defa olan bir olayı evrene yansıtan kölelerin işi ele geçireceği felsefesini yumurtlayan gavur Hegel’i okuyup çok farklı ama çok daha doğru bir sonuca varmışlar. Bu site yeteneklerini ve diplomalarıyla köleliği seve seve üstlenenlerin acı içinde kıvrandıkları bir terapi salonu.
    Occam’ın usturasını (daha önce değinenler oldu ama Altın Çağlarda olduğu için es geçeceğim) ilk defa 1138–1204 arasında yaşayan bir maymunun oğlu kullanır. Aynı maymun oğlu kütüphane dolduracak kadar kitaplar yazar.
    Zavallı nereden bilecek bir Türk dahisin yıllar sonra Occam’ın usturasını “sadede gelelim” e çevirip dalalata düşeceğini, hatta bilgisizliğini büyük lafklarla kapatacağını.
    Aynı maymun oğlu,
    “Marangoz üç saat (altın çağ mı, ne?) marangozluk yapar, dokuz saat kendini geliştirir.” demiş.
    Bak şu “Occam’ın usturası” ve “Altın Çağ’da yaşayan” iki Türk dahileri ve dünyayı üretim fabrikasına çevirecek Avrupalı dahi Marks’ı kahve falında görmeyen maymun oğluna!
    Bak şu daha henüz ilkellerin günde en fazla 3-4 saat çalıştığını duymamış iki Türk oğlu/kızı, sert Türk erkek/ hassas Türk kadını dahilere!

  258. En iysi unutmak ve susmak

    Bu yazıyı daha önce yazmıştım ama yayınlanmadı.
    =====================================
    Sayın Hatırlayalım (20 Hatırlayalım mı?)
    Hatırlarsınız belki, Occam zamanında ticaret ve ticaretten servet çoktan büyük artışlar yapmıştı. Hatta tüccarlar çocukları için dünyevi bilimler öğreten okullar açmaya başlamışlardı. Kilise çoktan tefecilikle para biriktirmiş, mal mülk sahibi olmuştu.
    William of Ockham usturasını Thomas Aquinas’dan aldı ve gereksiz fazlalıkları kesip atmada yarar var dedi.
    Tüccarlar, Kilise, hatta daha sonra kendi ülkesi İngiltere kolonilerini arttırdıkça arttırdı. Zamanımızda insanlar yedikçe daha fazla istiyorlar, şişmanladıkça daha çok yemek istiyorlar. Occam’ın usturasındaki bu mesajı sevmeyenler işi modern bilim felsefesine uydurdular. Ama bunda da okullar ve bilgi dalları tavşanlar gibi üssel arttılar. En basit bir baş ağrısının bile yüzlerce çeşidi var. Bazı çok çok büyük bilim adamları tek sanılan evren sayısını bile arttırdılar. 8 kişi dünya insanlarının yarısı kadar para toplamış.
    Çok daha önce İsa’da bu yer yer doymaz tefecileri tapınaktan kovalamıştı. Aynı dinden rahipler William of Ockham ve Thomas Aquinas daha akıllı davrandılar ve zamane cennetle ebedi cenneti uzlaştırmak istediler. Türkiye’ye son geldiğimde çok duyduğum bir deyiş: “… ama Allah bize akıl da vermiş!” afı az çok aynı. Aslında ibn Rüşd aynı şeyi İspanya’da daha önce yapmak istedi ve hatta kitapları yasaklandığı için Avrupa diğer ülkelere gizli sokulurdu.
    Aquinas ile ilgili bir fıkra:
    Manastırda pencereden dışarı bakan bir rahip şaka olsun diye, “Bak bahçedeki eşek Latince konuşuyor, aynı siz hatırlatan gibi, az ama öz konuşuyor” der.
    Aquinas yemek masasından zıplar pencereye koşar. Rahip ve diğer rahipler kahkahalara boğulurlar.
    Aquinas “eşeğin Latince konuştuğuna inanmak bir rahibin yalan söyleyeceğine inanmaktan daha kolay” der.
    Neyse kısa keseyim. Atalarınız ne demiş:
    Konuşmak altın, az ve öz konuşmak bilgiçliktir.

  259. Ağzından Altın Yumurtlama

    Alim, bilgiç, çenesi düşük, dalkavuk askerden bilimsel hipotezler:
    1.‘Kotuluk’un tarihcesini aramak, ilk ne zaman ortaya ciktigini tespit etmege ugrasmak kadar abestir.
    2. Cok mu onemli, kimin iktidarinda ilk belirtilerinin gorulmus olmasi; ya da kimin iktidari sirasinda ilk suphelerin olusmaga baslamis olmasi?
    3. Boyle bir sorunun herkesce kabul edilebilir bir cevabini bulsak bile –ki, pek mumkun degil–, bugunun problemini cozmege bir katkisi yoktur.
    Kanıtlar:
    1
    Kötülük iktidar gibi her zaman vardı, var olacaktır. O halde, başlangıcı olamaz. Aramak nafile.
    Dalkavukluk her zaman vardı ve var olacaktır. O halde benim ne zaman dalkavuk olduğumu aramak abestir.
    İktidar her zaman vardı, var olacaktır. O halde iktidarda olanları yalamamın başlangıcını aramak abestir.
    Bu bilimsel mi, tümdengelim mi, peygamber ağzından çıkan aziz laf mı? Siz karar verin okuyucular.
    2
    İktidar her zaman vardı, var olacaktır. O halde, başlangıç belirtisi anlamsız. O halde, şüphe etmek yok olabilir demektir ve anlamsızdır.
    Bu bilimsel mi, tümdengelim mi, peygamber ağzından çıkan aziz laf mı? Siz karar verin okuyucular.
    Not : Where the idea comes from that men hold despotism in detestation, I do not know. My view is that they delight in it.
    (Bertrand de Jouvenel)
    Despotluktan nefret etmenin ne zaman başladığını bilmiyorum ama insanlar bundan zevk alıyorlar.
    Zavallı Necip aynı zevki laf masturbasyonundan, despotları yalamadan alıyor.
    Daha önce bu dalkavuğa yazmıştım.
    “Savagery has become their character and nature. They enjoy it, because it means freedom from authority and no subservience to leadership. Such a natural disposition is the negation and antithesis of civilization.
    Ibn Khaldun on nomads”
    Yanıt vermedi. Ama hiç değilse iktidara karşı olan adi alçaklar gibi bana “git onların arasında yaşa”, daha henüz, demedi.
    3.
    “ki mümkün değil”
    O halde mümkün olmayanın bize ne yararı olacak.
    Benim varlığım bunun kanıtı. Bulsak da bulmasak da ben dalkavukluk ve yalama nesnesinin ebediliğini yukarıda söylemiştim. Hayatta tek zevkimin de dalkavuk ve yalama olduğunu yine yukarıda belirledim. O halde, bana bir yararı olmaz ve dolayısıyla kimseye bir yararı olmaz.
    Bu bilimsel mi, tümdengelim mi, peygamber ağzından çıkan aziz laf mı? Siz karar verin okuyucular.
    Bu kadar saçmalayan, bu kadar mantıksız, bu kadar ispata varsaydığıyla varan, tek bildiği aylık maaşı olan birinin ciddiye alınması çok tuhaf. Olsa olsa Necip gibi bol maaşlı orta sınıf klonları arası terapi seansları!

  260. Anonim

    İnsanlığın tarih boyunca inandığı tanrıların çoğu, bugün düşünüldüğü gibi, elle tutulup gözle görülemeyen cinsten değil, doğada gördüğümüz varlıklardan oluşmaktaydı. Birer doğa varlığı olan tanrıların sırlarının çözülmesi, hiç şüphesiz, bu tanrılara dayanarak hükmünü yürüten egemenlerin aleyhine bir gelişmeydi.

    Buna karşı hakim sınıf boş durmadı. Toplumun uyanışını durdurmak için, sırrı çözülemeyecek bir totem-tanrı yaratma arayışı içine girdi. Öyle bir tanrı yaratılmalıydı ki, elle tutulup gözle görülememeliydi. Yani insanoğlu ona hiçbir zaman ulaşamamalıydı. Bu senaryo çok ustaca yazıldı. Bu senaryoya göre istenilen bir tanrı bulundu. Öyle bir tanrı yaratıldı ki, hem kullarına şahdamarından daha yakın, hem de kulları istedikleri zaman onu arayıp bulamayacakları kadar uzaktı. Egemenler, yarattıkları tanrıyı kuş misali uçurup yedi kat gökyüzüne gönderdiler.

    Niçin yapıldı bunlar?

    Yedi kat yukarıdaki göklere çıkıp, oralarda tanrıyı arayıp bulmanın olanağı yoktur. Ancak ulaşılamayan tanrıdan, kendini oraya gönderenlere vahiyler gelecekti. Kime gelecekti bu vahiyler? Tabii ki herkese değil! Hakim sınıfın istemi doğrultusunda çalışıp, halkı veresiye cennet vaadiyle kandırarak, susturup, hakim sınıfın kurduğu yönetim şekline boyun eğdirecek, mevcut düzenin yaşanmasını sağlayacak, uzman kişiye, yani bu vasıflara uyan peygamberlere gelecekti. Onun için koca Roma imparatorluğu Hıristiyanlığı keyif için devlet dini olarak seçmedi. Koskoca Osmanlı imparatorluğu Müslümanlığı keyif olsun diye devlet dini yapmadı. Hıristiyanlık ve İslam işte bu nedenle birer imparatorluk dini olup kılıç zoruyla yayılmıştır.

  261. Anonim

    – FETÖ bir terör örgütüdür.

    – AKP rejimi iktidarının büyük bölümünde FETÖ teröristlerini desteklemiş ve onları ortak muhaliflerine karşı kullanarak bizzat devlet kadrolarına yerleştirmiştir.

    – Dolayısıyla AKP rejimi terör örgütlerini kullanan, teröristleri devlet kadrolarına yerleştiren bir terör rejimi olup meşru değildir ve devrilmelidir.

  262. Gün Zileli

    egemenlerin söylemlerini benimseyerek (örneğin “terör örgütü” gibi) egemenlere karşı mücadele edilemez.

  263. Şifre Çözüldü!

    Sayın site müdavimleri, çözülmesini beklediğim şifre nihayet çözüldü!
    Başkanınızın boks maçı yaptığı bir ülkede yaşıyorum. Başkan ve başkanın etrafındaki bütün yüksek seviyedeki şifreli telefon konuşmaları, sms’ler ve emailler burada çözülmekte. Aralarına nasıl kaydıysa, aralarında benim gibi her iktidardan nefret eden bir arkadaşım var.
    Ona, yüksek dalkavuklarla etrafa yaydıkları alçak dalkavuklar arasında Müslümanlıkla ilgili bir yazıya rastlarsa, bana haber vermesini rica etmiştim. Allem etmiş kullem etmiş Müslüman bilginlerle ilgili verilen emirleri önceliğe koymuş ve nihayet Necip ve benzerleri alt seviyede olanlara verilen yönergeyi bulmuş.
    Verilen emir koşulsuz. Böyle konularda, hangi yazıya ne yanıt vereceklerini yüksek makamlara arz etmeden ağızlarını açmamaları, duyamazlıktan, görmemezlikten gelmeleri emri verilmiş.
    İşte Necip, bu nedenden, ibn Khaldun’dan alıntıya her zaman açtığı mübarek ağzını açmamış.
    Ben elimden geldiği kadar binleri rahat aşacak sayıda, tarihte ve hatta şimdi iktidarsız yaşayan toplumlar olduğunu ibn Khaldun kadar etkileyici ve şiddetli dille ifade eden gavur bilginlerden alıntıları yazmadım.
    Hemen “onlar nasıl biliyormuş?” enayi dümbeleği çalmaya başlar diye sayılarını az tuttum.
    Üstelik çoğu için iktidarla medeniyet arasındaki fark enayileri uyutmak için ninni. Böyle bir şeyi duyan site müdavimlerin hepsi başıma çullanırdı.
    İşte, Necip’in duymakla bile eteklerini tutuşturacak bir gerçek.
    Muhammet etrafındakiler “bedevilere dikkat edin, inanır gibi görünürler ama inanmazlar” dedi
    7 yüz yıl sonra ibn Khaldun bedevileri de içeren tüm bedavaya turistlik edenlerin iktidardan nefret ettiklerin yazar.
    Emevi ve Abbasi saray şairleri her özgürlükten söz ettiklerinde bedevi imgesi kullandılar.
    Bak şu eski dalkavukların dürüstlüğüne, bak şu yeni dalkavukların adiliğine. Karar sizin sayın seyirciler.
    Yaşasın klonlar arasındaki demokrasi!
    Yaşasın güzel sanat eserlerini müzeden başka yerde görünce şapşal şapşal bakan solcu devrimciler.
    Koca kellelerden kesin yapıştırın veya dalkavukluk yapın.

  264. Anonim

    “egemenlerin söylemlerini benimseyerek (örneğin “terör örgütü” gibi) egemenlere karşı mücadele edilemez.”

    Egemenlerin “terör örgütü” gibi söylemlerini benimsemeden mücadele ettiğimizde bir şey değişiyor mu peki?
    Çıkarları için kullandıkları “terör” demagojisini onların suratına çarparsak başarısız oluruz, bunu yapmadan mücadele edersek de başarırız mı demek istiyorsunuz mesela?
    Ayrıca bu egemenler ve onların uşakları terörist değil midirler yani? Örneğin ülkü ocakları faşist bir terör örgütü değil midir?

  265. Gün Zileli

    “terör” sözcüğünü her zaman ve kökten sorunlu bulurum ve hiç kullanmam, mecburen kullandığımda da tırnak içinde bulurum. Egemenlerin ürettiği bir kelimidir, kendilerini kamufle etmek için.

  266. Necip

    “Yanıt vermedi. Ama hiç değilse iktidara karşı olan adi alçaklar gibi bana ‘git onların arasında yaşa’, daha henüz, demedi.”

    Simdi biraz fazla ‘caustic’ takiliyorsunuz. Biraz durulmanizi bekliyorum. O dem geldiginde, cok daha lezzetli sohbetler edebilecegimizi umut ediyorum.

  267. Samimi bir Eleştiri

    Gün Zileli = Necip
    Laf, laf, laf, ucuz laf!
    En bariz örnek:
    “egemenlerin söylemlerini benimseyerek (örneğin “terör örgütü” gibi) egemenlere karşı mücadele edilemez.”
    Egemenlerin sadece söylemlerini değil özünü benimsemeyen egemenlere karşı mücadele edemez.
    Avrupa’nın kırımda geçirdikleri toplumlar hakkında zerre kadar bilgisi olan, ok yayla ateşli silahlara kaşı savaş edildiğinde daha başlangıçtan oy yaydan çıkmışa uğrayanları bilmeyenler aslında egemenlerin dilini, safsata dolu solcu, devrimci, ilerici, endüstrici, teknolojikçi, bilimci dillerini konuşmaz mı Sayın Gün Zileli?
    Ezici, işgalci, kolonistlere karşı birleşmek isteyenlerin hiç bilmedikleri zengin/fakir, emir veren/emir alan, eşitlik/eşitsizlik gibi kavramlardan yoksun insanların birleşmesinde ne kadar zorluk çektiklerini anlatan sayısız kitaplar var. Oku ve aynı dinci yobazlar gibi dinselleştirdiğin solcu-devrimci hurafeden kurtul.
    Avrupa kıskacından, gaddarlığından, mengenesinden, pençesinden, sizin gibi Avrupa dili konuşan komünist rejimlerden kurtulmak isteyenlerin en büyük sorunlarından biri sizin gibi egemenlerin dilini bülbül gibi ötenlerin dillerini bilmediklerinden halklarını bir türlü birleştiremediler. Şu an aynı durumu yaşayan toplumlar için tek bir yol var: ezenlere katılmak. Sen bunu Mao için söyleyip aslında başka bir yol olmadığını işine gelmediği için saklıyorsun. Aksi halde anarşistliğin de senin gözlerini açmadığını kabul etmek zorunda kalacaksın. Bu bağlamda sana acıyorum ama aynı zamanda çok dürüst, döneklik yapmayan cesur bir kişi olduğunu da biliyor ve saygı duyuyorum. Bir Cizvit rahip “bana bir çocuğu 5 – 7 yaşına kadar bırak, o benimdir” demiş ve birçok antropologlarla kültür araştırıcılar aynı fikirdeler. Sen 50-60 yaşına kadar Türkiye’yi bir Avrupa ülkesi yapmak, ilerlemek, Marksistlik düşünceleri içinde beslendin. Bunlardan kurtulman o kadar kolay değil.
    Bu ve benzeri düşünmeden veya düşünerek ettiğin laflarda, birçok konularda son derece cahil olduğunu defalarca sergiledin. Ama egemenlerin dilini çok iyi bildiğin ve sattığın için sana benzeyen enayiler sadece yutmakla kalmamışlar seni pompalayarak ne dediğini bilmeyen bir megaloman yapmışlar. İstiyorsan sana kaybolduğun küflü konulardan dışarı çıkıp temiz bir hava alman için çok sayıda kitaplar ismi verebilirim.
    Daha az bariz bir örnek:
    Sen Lenin ve Stalin gibi kasap cambazların peşinde koşarken ben eğer Rusya Bolşevik darbesine uğramasaydı, ekonomide çok daha güçlü olacaktı tezini savunan son derece ciddi düşünürleri okuyordum. Eğer bu tezlere Necip gibi gavur işi desen bile günümüzdeki Rusya’nın darbede önceki Rusya’ya dönüşü yeter. İNŞALLAH!!!
    “Mao zedung, 1930-1949 yılları arasında bu stratejiyi esasen doğru ve başarılı bir şekilde uygulamış ve sonunda kadim Çin devletiyle birlikte bu devletin aktüel temsilcisi Guomintang partisini yıkmıştır. BUNLARIN YIKILMASINDA YANLIŞ BİR ŞEY YOKTU. Yanlış olan, bir devlet ve iktidarı yıkarken yerine bir başka devlet ve iktidar kurmaktı.”
    Aynı şey Çin için fazlasıyla geçerli. Günümüz Çin’i, Singapur, Tayvan, Hong Kong, Güney Kore hala seni bu egemene karşı egemen dilinin derin taş uykusundan uyandıramıyor.
    Hatta aynı şeyi fetiş ettiğin İspanya için bile söylerim.
    Kör köre yol gösteriyor. Kafan tamamıyla sıradan, basmakalıp solcu devrimci safsatalarıyla dolmuş, belki uyanman artık çok geç.

  268. Anonim

    CHP “anayasaya aykırı ama” demişti şimdi de “temel hak ve özgürlüklere aykırı ama” demeye hazırlanıyor

    Gerçek
    Temmuz 18, 2017

    “Türkiye büyük bir devlettir, güçlü bir devlettir. Konumu, durumu, pozisyonu ne olursa olsun kimsenin devlete meydan okumaya hakkı ve haddi yoktur. ” Bu ifadeler Erdoğan’a, yerli yersiz “mehter veren” bir zurnacıya ya da CNN Türk’ün iktidar yandaşı kadrolu yorumcularından birine ait değil. Bu sözleri söyleyen, henüz “adalet yürüyüşü” yapmış ve her gün diktatörlükten, otoriterlikten, faşizmden yakınan CHP’nin, Genel Başkan Yardımcısı Engin Altay. Söyleme gerekçesi ise bugünlerde Erdoğan’ın bir darbe sanığının giydiği tişörtte İngilizce “kahraman” anlamına gelen “hero” sözcüğünün yer almasını gerekçe göstererek tek tip elbise giyilmesini istemesi.

    Erdoğan’ın açıklamasının ardından ilk harekete geçenler ihale avcısı yandaş tekstilciler olmuş, tasarımlarını kamuoyu ile paylaşmışlardı. Hemen ardından ses veren ise CHP oldu. Engin Altay “Teklif geldiğinde bakarız, şu anda neyi getireceklerini bilmediğimiz için bir şey söyleyemem. İnsan hakları, temel hak özgürlükler önemli ve önceliklidir. Ama devletin bekası büyük devlet olmanın özelliğini de dikkate alarak yapılacak uygulamalar önümüze geldiğinde değerlendiririz” diyerek tek tip elbiseye yeşil ışık yaktı.

    Daha önce de Gezi ile başlayan halk isyanına hakaretler eden Engin Altay daha sonra kıvırmıştı. Tepki gelirse bu tavrında da belirli bir kıvırma payı bıraktığı anlaşılıyor. “Bakarız” diyor. Temel hak ve özgürlükler önemli diyor. Ama değerlendirme kriterleri perşembenin gelişini çarşambadan belli eden cinsten. “Devletin bekası ve büyük devlet olmanın özelliği!”

    Mahpusların tek tip elbise giymesi bir 12 Eylül uygulamasıdır ve işkence amacıyla kullanılmıştır. ABD’de uygulanıyor olması CHP için anlamlı bir referans olabilir ama bizim referansımız, ABD’nin iyi çocuklarının darbesinde bu uygulamaya karşı direnen yeri geldiğinde iç çamaşırlarıyla mahkemelere çıkan devrimci anti-emperyalistlerin mücadelesidir. İşkence ve kötü muameleye tavır kime yapıldığına bakarak alınmaz. CHP, kendisine yapılan “FETÖ”cü suçlamalarının ağırlığı ile bu tavırlara girmektedir ki bu da bizi hiç ama hiç bağlamaz.

    Daha önce HDP’li vekilleri hedef alan dokunulmazlıkların kaldırılması teklifine “anayasaya aykırı” olduğunu bilerek “evet” diyen CHP, kendi milletvekilleri Enis Berberoğlu’nun da casusluk suçlamasıyla tutuklanmasının yolunu açmıştı. Bunun için CHP’yi HDP’nin yanında gösterecek bir kaç açıklama, televizyon programlarında bir kaç defa bu konunun işlenmesi ve CHP tabanına Sözcü ve Aydınlık gazeteleriyle yapılan bir kaç sondaj yetmişti.

    Temel hak ve özgürlükler ya önemli ve önceliklidir ya da değildir. Aynı Anayasa gibi… Dolayısıyla CHP saflarından gelen temel hak ve özgürlüklere dair ifadelerin de zerre kadar inandırıcılığı yok. Tek tip elbisenin sadece cemaatçiler için getirilmesinin hukuken mümkün olmadığı en yüksek ihtimalle terör, darbe ve “casusluk” gibi suçlar için öngörüleceği düşünülürse CHP’liler ve onun arkasına dizilenler Enis Berberoğlu’nu da ilk mahkemede turuncu elbiseyle görmeye hazırlansınlar.

    İşkenceye ve kötü muameleye hayır diyenler, temel hak ve özgürlükleri savunanlar ise CHP’yi bırakıp, bu toprakların devrimci, sosyalist ve anti-emperyalist siyaset ve mücadele geleneğine dönüş yapmalılar.

    Hayır biz böyle bir tasarıya oy vermeyiz diyecek CHP’liler. İstediğiniz kadar vermeyin. Erdoğan’a bir işkence uygulamasını yasalaştırmak için kendisini meşrulaştıracak araçları ona çoktan verdiniz bile: Devletin bekası ve büyük devlet olma!

    http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/chp-anayasaya-aykiri-ama-demisti-simdi-de-temel-hak-ve-ozgurluklere-aykiri-ama-demeye

  269. Anonim

    Türkiye Cumhuriyeti şeyhler dervişler müritler memleketi olamazMIŞ gibi çek panpa
    https://pbs.twimg.com/media/CgPEbQcUYAAhqUx.jpg

  270. En İyisi Beklememek

    Hiç Bekleme Sayın Necip Bey,
    Gönül isterdi ki sizin, benim beraber büyüdüğüm kimselerle temas kurmanızı ve sormanızı sağlayabilseydim.
    Ben iktidardan ve emir verenlerden çocukluğumdan beri evrenin bile bir damla olacağı okyanus kadar nefret ettim.
    Şimdiye kadar okuduklarım hislerimi sadece pekiştirdi.
    İktidara saldırmayanlardan iktidardan daha çok nefret ederim.
    Laf kıvırmasına başlamayın. Beraber yaşamak için boyun eğilmesi gereken kurallar şart. Bilenin bilmeyene yardımcı olmasında ben iktidar değil sevgi görüyorum. Aksi, yani sizin gibilerin beynini yıkama propagandası, beni tiksindiriyor. Eğer toplum, kuralları zaman içinde kendi geliştirmişse dışarıdan bakıp YARGI yapan kendi toplumunun ideolojisi köküne kadar yutmuş adi bir varlıktır.
    Ne var ki eğer Allah yere inse ve senin beni anlayabileceğini söylese, “ulan, sende mi pezevenkliğe başladın?”, derim.
    Şu an bilginin en ucuz bir meta olduğu bir devirde yaşıyoruz.
    Diğer yandan, sizi çok, ama çok iyi anlıyorum, insan medeniyeti kadar uuzun zamandır, 5-7 bin yıldır tekrarlanan basmakalıp ilahiler. Bazı özel konularda sonsuz bilgisiz olduğunuzu defalarca gördüm.
    Üstelik sizde zerre kadar satır arası okuma, eleştirici ruhu yok. Son zamanlarda sizin savunduğunuz insanların neden merdiven basamaklarında olduğunu biyolojide aramaya başladılar. Tabi bu da doğal olarak genetiğe yol açtı, aynı davranış veya evrimsel psikolojileri gibi, genetik zorbalığına dönüştü. Siz bu ayvayı yemişsiniz. Eğer doğruysa, üstelik son 5-7 bin yıl bu merdiven gittikçe daha sağlam olduğu da apaçık, neden acaba şimdi merdivenin oturduğu temeller biyolojide aranıyor sorusunu bile sormayacak kadar satıhsalsınız. Sadece bu bahaneyle neden olunan çok sayıda insana işkence, haksızlık ve zalimlik saymakla bitmez. Sizin çok kibar olduğunuzu bildiğim için kan dondurucu ayrıntıları geçeceğim. Size bu işkencecilerin bol maaşlı alçak akıl babalarının dedikleri ve onlardan nefret edenlerden alıntılar aktaracağım.
    1. The new neuro-Calvinists maintain that ‘free will is merely a rationalisation, artifact or epiphenomenon of biochemical and genetic predestination …
    2. What the Nazis enforced through a plan from above could become true through a truly selective process from below, driven by the forces of the market.
    3. In 1992, the Director of the National Institute of Mental Health, compared inner-city blacks to hyperaggressive, hypersexual monkeys and proposed launching a nationwide campaign to screen children for biochemical and genetic ‘predisposition’ to crime and violence.
    4. The head of cell biology at Manchester University has predicted that within 20-50 years, genetic ‘passports’ will be as familiar as driving licences.
    Daha eskiye dönersek, sizin karşı çıktıklarınızla farkınız olmadığını gösteren bir örnek vereyim:
    “… phrenology was accepted as a science by such eminent minds as Augustine Comte, Karl Marx, Goethe.”
    Bence aranızdaki en büyük benzerlik başkalarının işine burnunuzu sokmanız.
    Siz bazı muhafazakar düşünürler gibi “aman dokunma daha da bok edersin” der gibi bir sinema yapıyorsunuz. Bu benim, eğer hala “ben” demekten utanmayanlar kalmışsa, inandığım en yüce ilke. Ne var ki içinde bulunduğumuz düzen Allah’tan zembille inmedi: BAŞKALARININ İŞİNE BURNUNU SOKANLARIN ESERİ. İşte siz bunu saklamaya çalışıyorsunuz.
    Sözüm ona devrimciler de, eve Allah’ı şaşmış dönüp televizyon önünde geviş getirenleri, okuma yazma bilmeyenleri veya okusa da anlamayanları, uyandırmak, bilinçlendirmek masallarıyla diğerlerini işlerine burunlarını sokanlar. Franco öldükten sonra İspanya’ya dönen anarşist sendikacılar bana “eskisi gitmiş, şimdi işçiler araba, sahilde tatil evi, daha büyük televizyon istiyorlar” dediler. Ben “iki mavi gözlü sarışın çocukları olsun istediklerini unuttunuz” ekleyince, hiç değilse güldüler. Bu sitedeki devrimciler istediklerinin kapitalistler tarafından çok daha etkili üretildiğini ve kapitalistlerin dünya cennetini ta başlangıçtan kendileri gibi vaat ettiklerini bir türlü görmek istemiyorlar.
    Türkiye dışı medyada bunu güzel gösteriyor. Salt kurulu partiler muhalefet olarak ciddiye alınıyor.
    Artık solcuların “bekle eşeğim yaz gelsin” ninnisine kendilerinden başka kimse inanmıyor.
    Hepiniz bana ilkellerin inanışlarını ve bu inanışlar üzerine kurulan teoriler inceleyen bir antropologu hatırlatıyorsunuz.
    Kısacası ilkellerin bilimsel, mantıksal, ampirik gözlem yeteneklerinden yoksun büyü, hurafe, batıl inançlar içinde yaşadıklarına inançlarına inanan sizler gibi beyni yıkanmışlar hakkında bir deyişi.
    Antropolog “New York, Londra – ben ekleyim İstanbul ve bu sitede – akıl almaz şeylere inanmak sadece mümkün değil çok yaygın ama Amazon cangılında böyle saçmalıklara inanan bir gün bile hayatta kalamaz!” der.
    Ve işte relativist değil kuşkucudan bir alıntı:
    As with all half-truths, neither genetic nor environmental explanations are wholly wrong, yet, even when combined in various proportions, they still fail to ‘explain’ the human predicament, our fears and desires, loves and hates, egoism and self-sacrifice.
    Tabii bu, sizin kırıntılarıyla yaşadığınız gavurlardan birinden bir alıntı, mutlaka yanlıştır.
    Müslüman-Türklerin araştırmalarını beklemek, devrimcilerin kendilerinden uyanık halkın uyanmasını beklemek kadar uzun sürebilir. O zamana kadar salt ticarette dediklerine inanmak kâfi.

  271. Necip

    “Bilenin bilmeyene yardımcı olmasında ben iktidar değil sevgi görüyorum.

    Aksi, yani sizin gibilerin beynini yıkama propagandası, beni tiksindiriyor.”

    Nefret ve tiksintileriniz kabul de, bunlar her zaman –muhataplarinca– sizin goruldugunuz sekilde gorulmek zorunda degil. Bunu da biliyorsunuzdur, eminim.

    Bir baska nokta da, siz, ’emir’, ‘iktidar’ gibi seylerin bazi kimselere ilahi bir kudretle bahşedildigini dusunuyor gibisiniz.

    Benim itirazim buna: ‘Iktidar’ dediginiz sey, birilerinin sorumluluk ustlenmesidir.

    Ayni sekilde, ’emir’ de, yapilacak is –her ne ise– onun sorumlulugunu ustlenmektir.

    “Şu an bilginin en ucuz bir meta olduğu bir devirde yaşıyoruz.”

    Kismen yaniliyorsunuz. Galiba, bunun sebebi de, Turkcede bazi kelimelerin eksik olmasi.

    Sizin ‘ucuz meta’ haline geldigini soylediginiz sey (‘knowledge’ anlaminda) ‘bilgi’ degil, ‘data’ ya da ‘information’ anlamindaki ‘bilgi’dir.

    Son ikisi, evet, muthis ucuzladi –erisim kolaylasti, maliyeti azaldi vs.

    Fakat, ‘knowledge’ anlamindaki ‘bilgi’ hala daha hic de ucuz degil –belki de hicbir zaman olmayacak.

    Cunku, o, bircok onsart tasiyor: Kisinin belli bir kapasitesi olacak (‘faculty’); belli bir ufku olacak (‘persective’); tecrubesi olacak.. vs.

    Bunlar hala daha herkesin herhangi bir anda kolayca erisecegi (‘to attain’ anlaminda soyluyorum) melekeler degil.

    “Bazı özel konularda sonsuz bilgisiz olduğunuzu defalarca gördüm.”

    Baskalarini bilemem; ama, bu benim icin bir sir degil. Yani, bir sirrimi ifsa etmis degilsiniz.

    Herseyi bildigim iddiasini aklimdan bile gecirmedim; ‘omniscient’ olmak iddiasinin ne kadar ahmakca oldugunu bilecek kadar aklim kesiyor oldugunu dusunuyorum cunku.

    Belki sunu ilginc bulacaksiniz: Benim burada yazmaga baslayisimin sebebi de, esasen, buydu: Bilmedigim, anlamadigim konularla muhatap olmak ve onlari anlamaga calismak. Yani, ogrenmek.

    Garip olan su: Ben bunu soyledigim zaman, benim ‘ajan’ olabilcegimi sandi hazirundan birkac kisi..

    Kimisi ‘polis’, kimisi de ‘teskilat’ mensubu olabilcegimi ima etti –ya da acikca yazdi.

    Siz de, aslinda, bunlarin arasinda sayilabilirsiniz: Beni, hayatimda herhangi bir partiye oy vermedigim halde, AKP taraftari/yalakasi filan sayiyorsunuz aradabir.

    “Üstelik sizde zerre kadar satır arası okuma, eleştirici ruhu yok.”

    Bunu soylemenize gerekce olan seyin ne oldugunu merak ettim simdi.

    “Son zamanlarda sizin savunduğunuz insanların neden merdiven basamaklarında olduğunu biyolojide aramaya başladılar.”

    Bu yeni bir sey degil. Her devirde, piramidin tepesinde olanlar, orada olus sebeplerini, orada kalici olmalarini saglayacak ‘hikmet’lerle aciklamak istemis; bu argumanlarin kabul edilmesini saglamak icin de turlu cesitli cambazliklar yapmislardir.

    ‘Tanri-Kral’dan tutun, ‘Allahin yeryuzundeki golgesi’ olmak, ‘genetic supremacy’ (see ‘eugenics’, ‘scientific racism’ vs) mensubu olmak, statik katmancilik (bkz. Paretocu Elitism) filan gibi turlu cesitli tezgahlar denenmistir –denenmektedir ve, eminim, daha da denenecek.

    “Siz bu ayvayı yemişsiniz.”

    Hayir. Bu, sizin onyargilarinizin, dusman yaratmak gayretinizin bir urunu. Benim sorunum degil.

    “Bence aranızdaki en büyük benzerlik başkalarının işine burnunuzu sokmanız.”

    Farkimiz, galiba, benzerliklerimizden fazla: Ben, sizin gibi, birilerini (hayal alemimde) dusman bellemiyorum.

    “Ve işte relativist değil kuşkucudan bir alıntı:
    As with all half-truths, neither genetic nor environmental explanations are wholly wrong, yet, even when combined in various proportions, they still fail to ‘explain’ the human predicament, our fears and desires, loves and hates, egoism and self-sacrifice.

    Tabii bu, sizin kırıntılarıyla yaşadığınız gavurlardan birinden bir alıntı, mutlaka yanlıştır.”

    Guzel bir ornek. Aslinda, benim bunca zamandir yazdiklarimi –bir bakima– ozetliyor.

    Buradaki ‘irony’ su: Siz, benim yazdiklarim icinden (ya da disindan) bir seyleri kapip kendi hinclariniza yakit yapiyorsunuz.

    Anormal ya da gorulmedik bir sey degil; ama, bunu *hep* yapinca –ki, yapiyorsunuz– biktirici oluyor.

  272. İnşallah Böyle Yazanlar Artar

    “27 Anonim 18 Temmuz 17” Arkadaş,
    Yazınız benim bu siteye saldırdığımda kullandığım “tümü”,”bütünü”, “hepsi” ve benzeri nicelik sözcükleri kullandığıma pişman ettirdi.
    Zamanımızda özgür düşünme ne kadar azsa; bilgiçlerin esiri olma, dünyanın en salak insanları olan uzmanlara inanma, “politically correct” olma, devrimci-solcu basmakalıp sözcükler kullanma o kadar çok.
    Bu sitede yazılanların hepsini okudum, elekten geçirdim diyememem ama sizin kadar hayran olunacak bir bağımsız sentez yapana rastlamadım.
    Hemen hemen “hepsi” başkan ne zaman tıraş olmuş; lenin sabahları ne yermiş; marks ingiltere’de mi yoksa fransa’da mı evrenin AVRUPA etrafında döndüğünü görmüş; Bakunin günde kaç defa kahvaltı yaparmış, kapitalist X, Y, Z nerede ne yapmış; FTU, KTR, TRZ, BMV arasında gizli toplantılar ne zaman nerede olmuş ve halkımız için ne anlama gelir; 2. enternasyonal mı önce yoksa 3. enternasyonal mı önce oldu ve binlerce benzeri saçmalıkları, medya dedikodularını aktarma, anal-izini yapmalarla çevre gürültü kirliliğine elektronik gürültü katkısında bulunuyorlar. Bunlar medyayı aktaracaklarına, kendileri de dahil, tüm dünyanın A’dan Z’ye kadar Amerikalı olmak için kıçlarını yırttıklarını görmemezlikten gelmeyle bürokratlar gibi kendilerine iş yaratan işgüzarlar.
    Ben 1970lerde daha hala Mao’nun hortlağı etrafta gezerken, Çin’in parlak zekalıları Amerika’ya gönderdiği Çinli öğrencilerle tanışmıştım. Bu ibişler Türkleri duymuşlar ne Türklerin bir ara kapı komşu olduklarını. Türk solcuları gibi merdivenin üstünden kendilerine dışkılarını akıtanlara karşı aşk/nefret hastaları. Şu an hepsi, özellikle gençler, genetik mühendisliği sayesinde sarışın mavi gözlü amer-ikan olmuşlar.
    Yazınıza döneyim ve bin yılcılardan bir örnek vereyim.
    Kilise bazı insanların şeytanlarla ilişki içinde olduğunu, köklerini kazılmasının gerektiğini ilan eder.
    Bir binyılcı cevap verir.
    Evet, doğru,”Şeytan Kilise’yi eline geçirmiş biz de Şeytan’ı esir almak istiyoruz”, der. Bazı baston yutmuş zamanımız bilgin bilgiçleri 17. – 19. yüz yıllar arası kargaşalık edenlerin, iktidardan nefret edenlerin fikirlerini araştırmasız, kaynaksız, disiplinsiz uslu ve terbiyeli bir biçimde ifade etmediklerini, her şeyi birbirine karıştırdıklarını ileri sürerler. Büyük, hatta marksist, bir tarihçi “onlar bizim gibi akademik safsataların esiri değillerdi, etrafta yaygın fikirleri istedikleri gibi bir araya getirip, istedikleri gibi bir sentez yaparlardı” dedi.
    Not: bir arkadaşımın dediği gibi marksistlerle anarşistler arasındaki tek fark anarşistlerin çok daha cahil olmaları.
    Hatta tarihte ilk defa dipnotlarla yazan bir tarihçi, kitabını değerlendirmeleri için diğer tarihçilere verir. Diğer tarihçiler,
    “Güzel ama neden okul çocuğu gibi kaynaklarını eklemişsin?” derler.
    Bir örnek daha: Bir ara gerilla savaşı yaygındı. Sanırım uslu, terbiyeli devlet koruyucu köpeklere karşı kargaşalığın sağlıklı cevabıydı.
    Uslu terbiyeli Roma ordusu bir ara ticaret yolunu ele geçirme çılgınlığıyla Arabistan yarım adasına 100 binleri aşan bir orduyla girerler. Roma ordusu, daha henüz Muhammet’in uslu terbiyeli katiller etmediği vahşi, “cahiliyya” devrinde yaşayan Arapların yarım adasının öbür ucuna vardıklarında sayıları iki elle sayılacak kadar az.
    Ben kendimi kargaşalık yapan biri olarak gördüğümden sadece bir eleştiri yapacağım.
    Allah ve Din çok ama çok kaypak bir şey. Adı ve vasıfları değişir ama kendi değişmez.
    Zamanımızda üçte bir, birde üç Allah-Din-Rahip gizeminin yerini, birde bin, binde bir Kapital-Bilim ve teknoloji-Endüstri-Laiklik-Para-Banka-Okul-Mavi güzlü sarışın olma-Amerikalılara benzeme- bine kadar uzayıp gider. Vahiy inenler deler kıç yalayan bilim-teknik adam-kadınları. Hatta hepsinden daha yüce ve aynı sizin dediğiniz gibi ” Öyle bir tanrı yaratıldı ki, hem kullarına şahdamarından daha yakın, hem de kulları istedikleri zaman onu arayıp bulamayacakları kadar uzaktı” tek ve tek bir TANRI yaratıldı: MUTLULUK!
    Bu şahane bir buluştu. Her şahane yalan gibi buna ulaşmak insan hakkı oldu ve ABD anayasana yazıldı. Aynı ilk günah gibi etrafa bakmayla doğru olduğunu görmek yeterdi: herkes birbirinin boğazlıyor! Şimdi aynısı, bak ama ne güzel: otobüs, uçak, bilgisayar, atom bombası, elektrik, smart telefon-zombi kullanan, tatil köyleri, sahtekar hastane ve doktorlar, her gün çıkan yenisi vs. vs. vs

  273. Anonim

    Düşünüyorum, öyleyse vurun!

  274. Diktatörlük muhalifleri (!)

    Buyurun, diktatörlüğe karşı desteklediğiniz adamlar:
    (Bir soru: AKP diktatörlüğü mü, 90 senedir aralıksız süren üniter, tekçi TC diktatörlüğü mü?)

    Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP’li vekili arayıp teşekkür etti

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, dün TBMM’de Tunceli’de PKK’lı teröristler tarafından kaçırılıp şehit edilen öğretmen Necmettin Yılmaz ile ilgili konuşma yapan CHP Tunceli Milletvekili Gürsel Erol’u telefonla arayarak konuşmasından dolayı teşekkür ettiği belirtildi.

    CHP Tunceli Milletvekili Gürsel Erol, DHA muhabirine yaptığı açıklamada, dün TBMM’de, Tunceli’de PKK’lı teröristler tarafından katledilen öğretmen Necmettin Yılmaz ile ilgili bir konuşma yaptığını, konuşmasında Türkiye’nin terörden çektiği sıkıntıları ve güvenlik güçlerinin içinde bulunduğu sıkıntıları anlattığını belirtti. Erol, bu konuşmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini telefonla arayıp teşekkür ettiğini söyledi.

    Erol, “Konuşmamdan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan beni cep telefonumdan arayarak teşekkür etti . Sayın Cumhurbaşkanımız bana, ’Ülkemizin birlik ve beraberliği için önemli bir konuşmaydı, devletimiz ve milletimiz adına sana teşekkür ediyorum. Ülkemizin birlik ve beraberliği için çok önemli bir konuşmaydı, önemli ve yerinde bir konuşmaydı’ dedi.

    Cumhurbaşkanı ile görüştükten sonra Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu’nu telefon ile arayarak bilgi verdim. Sayın Genel Başkanımız da konuşmanın çok yerinde ve doğru bir konuşma olduğunu belirterek beni kutladı.

    CHP’li Erol, konuşmasında polislerin özlük haklarının iyileştirilmesi konusunda da var olan sıkıntıları anlattığını hatırlattı.

    Bu arada, CHP kaynaklarından edinilen bilgilere göre bugün yapılan CHP MYK toplantısında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Tunceli Milletvekili Gürsel Erol’u aramasının da gündeme geldiği, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun MYK üyelerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Tunceli Milletvekili Gürsel Erol’u arayarak konuşmasından dolayı teşekkür ettiğini aktardığı öğrenildi.

    CHP CUMA GÜNÜ YÜRÜYÜŞ DÜZENLEYECEK

    CHP, Tunceli’de, öğretmen Necmettin Yılmaz’ın PKK’lı teröristler tarafından kaçırılıp şehit edilmesi anısına terörü protosto yürüyüşü düzenleyecek. CHP Tunceli İl Başkanlığı 21 Temmuz Cuma günü yapılacak yürüyüş için hazırlıklara başladı.

    CHP Tunceli il Başkanlığı, öğretmen Necmettin Yılmaz’ın PKK tarafından katledilmesini protesto etmek ve ’Teröre Hayır’ demek için büyük bir yürüyüşün hazırlığına başladı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun memleketindeki yürüyüşe Grup Başkanvekili Levent Gök, Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Trabzon Milletvekili Haluk Pekşen’in de aralarında bulunduğu çok sayıda milletvekili ve parti yöneticisinin de katılması bekleniyor. 21 Temmuz Cuma günü yapılacak yürüyüş, Tunceli Milletvekili Gürsel Erol tarafından organize edilecek. Gürsel Erol dün yaptığı açıklamada şu bilgileri vermişti:

    “’Teröre hayır’ yürüyüşünü, Necmettin Yılmaz öğretmenimizin katledilmeden önce kullandığı Tunceli-Elazığ karayolundaki Atatürk Mahallesi girişinde, 15 Temmuz Şehitler Caddesi’nde başlatacağız. Yaklaşık 5 kilometre yürüdükten sonra yine Necmettin Yılmaz Öğretmenimiz’in kaçırılarak katledildikten sonra cansız bedeninin bulunduğu Tunceli-Erzincan karayoluna giderek, burada Pülümür Çayı’na karanfil bıraktıktan sonra il merkezine dönüp, Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenecek mitingde konuşmalar yapılacak. Tunceli’deki ’Teröre hayır mitinginde’, CHP bayrak ve flamaları olmayacak.Sadece PKK tarafından katledilen öğretmen Necmettin Yılmaz’ın resimlerinin yeraldığı dövizler ve her katılımcının elinde barış, dostluk, sevginin sembolü olan karanfiller olacak. ’Teröre hayır’ mitinginde hiçbir parti ayrımı yapmayacağız. Meclis’te temsil edilen bütün siyasi parti milletvekillerini yürüyüşümüze davet ettik. Zaman kısa olduğu için milletvekillerimize mesaj çekerek, teröre hayır yürüyüşüne hepsini davet ettik.”

  275. Gün Zileli

    öğretmen katletmek faşistçe bir eylemdir.

  276. Anonim

    “öğretmen katletmek faşistçe bir eylemdir.”

    Evet öyledir. Bu tür eylemlerin ve onları yapan örgütlerin ortadan kalkması için de mücadele edilmelidir. Tıpkı devlet terörünün ortadan kalkması için devletin ortadan kaldırılması gerektiği gibi.

  277. 36 Necip'e Yanıt

    Sayın Gün Zileli, çok uzun oldu, özür dilerim
    ==================================
    Sayın Necip Bey Türkçe hata çok olabilir, affedin.
    =====================================
    “Bilenin bilmeyene”; “Nefret ve tiksintileriniz kabul de,” …”
    Kıvırmaktan bir türlü vazgeçmiyorsunuz. Çok ayıp ve gına getirici.
    Gönderme yaptığınız alıntıda “Aksi, yani sizin gibilerin beynini yıkama propagandası” kişisel bir fikir değil, uzun zamandır enayilere yutturulmaya çalışılan, her türlü ilişkide üst-alt, emir-veren-emir, hayvanlar arasında da dahil, bulan sizin efendileri çok iyi tanıyorum. Kişisel fikir gibi algılamanız ya cahilliğiniz ya da kıvırmak. Bu propagandanın asıl sırrı başka: Neden herkesin bildiği, herkesin birbirlerine köpek muamelesi yaptığı bir dünya da bu propagandaya gerek duyuluyor? Belki de hala insanın insana sevgisi tam silinmemiş, hala insanların tümü sizler gibi emir al-emir ver köleleri olmamış. Ama sona ermesi çok yakın gibi, onun için siz rahatsınız. Yukarıdan aşağıya arınarak süzülüp sızılan versiyonunu kişisel fikriniz ve tiksintimi de kişisel tiksintim algılamanızın nedeni bu. Siz de varsayımlarınızı incelememe iyice gelişmiş.
    Biyoloji ve genetiklerle açıklanan ideolojik temel doktrinler sıradanlar arasında “ilham”, “sağduyu”,( herkesin eşit bazılarının daha eşit olduğu) yalnızlar kalabalığında daha eşitlere “vahiy” olur. Hayatta en zor şey kendi kendini aldatmamak.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkışmış.
    “Bir baska nokta da…”
    “18 Necip 27 Haziran 17 / 12am:
    Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”
    Bu mu ilahi kudretle bahşedifiğini savunan yoksa, iktidar tarihte doğmuş, dünyanın dört bucağında araştırmaların yapıldığı, her yerde olmayan, tanımı çok daha karmaşık olduğunu ileri süren ben mi? Sizler gibi bilmeden konuşanlara daha henüz 19. yüz yılda “koltuk filozofları” adı takıldı.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkışmış.
    İktidar ebedidir, evrim teorisi, vahşi çıplaklar ve benzeri sayısız kesin konularda cahil olduğunuzu söyledim. Cevap vereceğinize hep laf oyunlarıyla siz ebedileştirerek ve soyutlaştırarak kıvırdınız. Kesin ve belirli konu yerine kelimelerle oyuna sokmakla sadece soyutlama değil, kaçamaklık ettiniz.
    Şimdi de ebedi iktidara sorumluluk eklenmiş. Yine dikkati başka yere toplama peşine takılmışsınız.
    İyi, haydi, ilkokul yurttaşlık bilgisi oynayalım.
    Peki, en azından klasik iktidarlarda, sorumluk, anayasayla kısıtlanıp belirlenmiyor mu?
    İktidar denetlenmesi iktidarı tanımına ve varlığına eklendi. Oyuna devam edelim.
    Peki, anayasa sorumluluğunu veya anayasaya itaat etmeyi kim üstlendi?
    Çoğunluk, değil mi, Necip bey?
    Sizin kendi zeka dolu kişisel beyninizden fışkırdığını sandığınız ” İktidarlar (yonetimler) yikilmaz.” anayasalarda yazılı değil mi, sayın Necip bey?
    Azınlıkları kırımdan geçirmekle ve iktidar istemeyenleri hapislere atma ve idam etmeyle iktidar sizler gibi çoğunluğun iradesi icra etmiyor mu, Necip bey? Bak ne güzel, efendilerimiz sorumluluk omuzlamışlar.
    Yemin ederim, yeteneğim olsa sizin fasa fisolarınızı didik didik edip 5-6 yüz sayfalı bir kitap yazabilirim. Ama çabama değmez.
    Daha başlangıçta liberal iktidarların azınlıklar ve uyumsuz kişiler karşı çaresizliği, tutarsızlığı, hatta gaddarlığına işaret edildi. Günaydın, sayın Necip Bey!
    Siz kişisel değil artık ilkokul çocuklarının beynine sokulan kaşarlanmış derviş huları çekiyorsunuz, farkında olmadan evliya olmuşsunuz, gaipten sesler işitiyorsunuz.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkışmış.
    ” Sizin ‘ucuz meta’ haline geldigini …”
    Bilgi tekele alındığından beri değerini kaybetti. Sizin lafını ettiğiniz bilgi para getiren bilgi. Sağcı ve solcuların taptığı Bacon tarafından söylenen ve büyük kütüphaneler girişinde yazılı “bilgi güçtür” ile ilan edilen bilgi. Köpeklere kemik arttırma bilgisi.
    Bilginin veriler ve enformasyona indirgenmesi ve bunun hoplayıp zıplayıp tartışmasını yapanlar sizler gibi medya uyku hapları yutanlar. Son 40-50 yıldır bu çevik maymunlar ha coşkunlukla ha hüzünle tartışıp dururlar. Hatta it ürür, kervan yürür, buna çok uygun. Aynı çılgınlığa “robot insanın yerini alamaz” savunan dünyanın en salakları arasında görürüz. Bunların tek faydası iş ve işçi bulma kurumlarındaki okullarda genç ve dinamiklere emzik dağıtmak.
    Hatta bilginin yazılarla kitaplara çevrilmesi, bilgiye boşalma pezevenkliği, ağız sulandırma pornografiği çekiciliği kazandırdı.
    Bilgi artıyor diyenleri dinle. Bankada para sayan gişeciler de zengin diyorlar ama ot yiyen inekler duymuyor bile.
    Unutmayın Necip Bey, kuran ıq’ra, oku, kelimesinden türer. Müslümanlar okumayı fetişleştirerek farkında olmadan tam sizler gibilerin anladığı şekle cuk diye oturttular. Tabii, kitapsızları kırımdan geçirmeleri de, bu sizin bilgi dediğinizin aslında ne anlama geldiğini çok güzel sergiler.
    Benim için bilgi nesilden nesle olduğu aktarılan bilgidir.
    Not: Laf oyununa başlarsınız diye değişmelerle birlikte demek istedim, aslında siz insanı bu kadar bıktırıyorsunuz!
    Aksi halde ve yine, banka gişesinde para sayan zengin sayılır.
    Aramızdaki uçurum çok derin. Bu bilgi safsatası bağlamında olmuş bir olayı anlatayım.
    Amerikalılar ilk defa aya ayak bastığında sizin hayalleriyle büyüdüğünüz bilgisi göklere varan ülkenin bir mavi gözlü sarışı çocuk coşkunluk içinde bir Eskimo çocuğa bu dünyayı sarsan haberi verir. Eskimo çocuk pek aldırmaz. Sizler gibi asıl bilgiye sahip çocuk tekrarlar, tekrarlar ve nihayet kızar,
    – Anlamıyor musun Ay’a gerçekten gittiler?
    Eskimo çocuk cevap verir.
    – Anladım, anladım, dedem oraya sık sık gidip gelir.
    Dedesi şaman, gezegenler arası bedava seyahat eden kozmik turist. Tabii sizin gibi salt gördüğüne, örneğin atomlar, inanan cin Türkler böyle bir saçmalığa inanır mı? Bana gelince, benim için en önemlisi anlamak. İkincisi dedenin bana ve insanlara bir zararı yok, hatta güzel hikayeler anlatıp sosyal bağları sağlamlaştırır. Bu GERÇEKTEN aya gitmenin bedeli milyonlarca çocuğun kafalarını matematik, fizik, vs. vs ile doldurmak. Bir de bu aya gerçekten gitmeye inanan salaklar salağı utanmadan dünyanın istenildiği gibi olması için çıplak vahşilerin, ki zaten bu “half-truth”, insanları kurban ettiklerini birbirlerine anlatıp birbirlerinin sırtlarını sıvazlarlar.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkıştı.
    “benim icin bir sir degil”
    Sizin çok kesin ve özel konularda atıp tutmalarınızı alaylarla, espri vari mantık yoksunurluğuyla, düzeltmelerle, size hatırlattım. Neden o zaman bu kesin kes, mantık, fizik, modern bilim, paleontoloji, hatta şempanzeler üzerinde iktidar konusunu yazan ve bu alanda yıllarını vermiş bir insanı küstahlık ve ukalalık ederek hiçe saydınız. İlgilinizi çeken bir konuda bile bilmeden konuşmanız bana sadece sık sık rastladığım yobaz kara cahilleri hatırlattı. İşi hemen sidik yarışmasına döktünüz. Şimdi de ” Benim burada yazmaga baslayisimin sebebi de”diyorsunuz. Sizin gerçekten öğrenmek istediğinize inansam, en azından son 40-50 yıldır araştırıcı antropologların yazdıkları kitapları sıralardım. Ama adım gibi biliyorum siz de medya kazazedesi olmuşunuz ve “you can’ teach new tricks to an old dog” duvarına kafamı vurmuş olacağım.
    Siz anlamak istediğinizi söylüyorsunuz. İşte bir antropologun bu konuda söylediği çok güzel bir fark:
    Fizikçi bildiği bir olaydan başlar, araştırmayla anlar.
    (Laf oyunu yapmamanız için sevdiğiniz “yer çekimi” güzel bir örnek. Fizikçi herkesin bildiği, bırakılan nesne düşüyordan başlar)
    Antropolog görüp anlamadığı bir olgudan yola çıkar.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkıştı.

    4
    Bir ara not:
    ” Kimisi ‘polis’, kimisi de … Siz de, aslinda, bunlarin arasinda sayilabilirsiniz”
    Gerçekten ve içten gelerek özür dilerim. Belki mazaretim suçumdan büyük olacak ama suçumun asıl nedeni yaşadığımız 1984’ü bile saf bulacak kadar yalanlar dünyasını taklit etmemde. Bu sitede komployla gayri komployu ayırt etme cakasıyla da benzeri alay etmiştim. Kitabının çıkışından 40-50 yıl sonra Huxley’e ne düşündüğünü sordular:
    -Beni gelecekten söz ettiğimi sanmıştım, meğersem içindeymişiz!
    Her halükarda, çok özür dilerim
    Ben hatta daha ileri giderek 16-17. yüz yıldan beri insanlığın bir avuç azınlığın rüyasında yaşadığına bütün varlığımla inanıyorum.
    Hayatta kalmak için hayattan vazgeçenlersiniz.
    Bence siz boyun eğme mecburiyetini, verdiğiniz ödünü fazilet etmişsiniz. “Dışardan bakma”, “olanları olduğu gibi, nesnel görme” gibi bilim çıkalı başımıza bela olan hakikatle gerçek dünyayı karıştırıyorsunuz.
    Benim büyüdüğüm mahallede oğlan çocukları ölenlerin yaptığıyla gerçekçi yobazların bunu nasıl yorumladıklarını anlatayım.
    Not: ne yazık ki reality/truth ayırım nüansını, her ikisine aynı anlam veren Türkçede aktarmak imkansız.
    Anne-babalar 6-7 yaşına kadar erkek çocuklarına entari giydirir, saçlarını kesmezlerdi. 6-7 yaşında kurban kesilir şenlik yapılırdı. Gerçek Müslüman yobazlara göre bunlar Allah’ı kandırmaya çalışıyorlardı. Bu zavallılarsa Allah’a “ulan hıyarlık etme, ne istediğimizi biliyorsun, yap şu işi, biz de sana kurban keseriz!” diyorlardı.
    Babil astrolojisinde gök yüzü olacakların haberini verirdi ama her zaman bir pazarlık payı vardı. Yunanlılara geçince sizin “ontology” oldu. Yani b*ku yedin, alnına yazılmış, olacak, olacak “bilimsel” şarlatanlığı olur.
    Yine kıvırma ben doğru/yanlış hastası değilim ben iktidar oyunlarını iyi bilen biriyim. Bilim, en otoriter, en büyük diktatör ve üstelik ezenlerin en büyük balyozu!
    “Bu yeni bir sey degil” konu bunun yeniliği eskiliği değildi. Konuyu yine kelime oyununa çevirdiniz.
    Bir daha bakın veya ya beyninizi ya da gözlerinize bir şarlatan şirket pez*vengi doktora baktırın.
    “üstelik son 5-7 bin yıl bu merdiven gittikçe daha sağlam olduğu da apaçık”
    Yukarıdakini ben ekledim, Necip bey.
    Bakın bilgi zamanımızda son derece ucuz. Sizin gibi biri hala anlamadığı konularda çene düşüklüğü yapabiliyor.
    Necip: “yetiş ya Hızır = relativizm/sözlük”
    Koro: Necip yine sıkıştı.
    5
    “Bu yeni bir sey degil. Her devirde … Tanri-Kral”
    Ama burada da konuyu pek bilmediğiniz, çok önemli farkları görmemeniz sizde çok yükseklerden atma alışkanlığı yaratmış. Genelleştirme zorundayız, kaçınılmaz. Dilin kendisi genelleştirmeden imkansızlaşır. Bütün ağaçlar ağaç demek gibi. Ama ayrıntılar da çok önemli olabilir. Tabii modern bilimle bunun da cıvığı çıktı: nominalizm veya salt özeller vardır masalı.
    En başta, zamanımızı evrenselleştirme ve içinde yaşadığımız rezilliği her yerde ve her zaman görme tehlikeli ve hafife alınmamalı. Bu çok karmaşık bir konu, sayfalar tutabilir.
    Geleyim bir önemli ayrıntıya:
    İmparatorun Papa tarafından Allah’ın hüsnüyle imparator olması, bu işin içinde bir pislik olduğunun gizli saklı kabulü. Bu herifte olağanüstü bir özellik var! İsa, Musa, Cyrus, Buda vs. gibi. Gizli saklı eşitlik olduğu kabul ediliyor. Ne var ki (hakikat değil) gerçek bu deniliyor.
    Bu tip ayırt etme toplumun değer yargılarıyla bazı kişilerin ayrıcalığı görmek başka, onların kıçlarını yalamak başka. Onlara emir verme imtiyazı vermek başka. Orta Çağ’da bile “bir bülbül bir lağım faresinden iyidir ama bir bülbülle bir lağım faresi iki bülbülden iyidir” denirdi. Kaos ve entropiden söz etmiştik, konuyu dağıtmak istemiyorum.
    Zamanımızda, laikliğe şükür, her pezevengin başkan olabileceği kabul edilir. Sinema yıldızı, şarkıcı, parası bol veya başkanınız gibi arkasını zengin iş adamlarına ve Müslümanlar dayamış, g*t yalayan, yalan söyleme ustası, arkadaşlarını arkadan bıçaklayan, büyük şehirde ve daha önceki başı-kanlara yakın doğanvs. vs. vs. Bu sapıklığı açıklamak için ne Allah gerekir, ne de sır. Herif koca maslahatı elinde “var mı lan aranızda benimki kadar büyük olan, varsa çıksın karşıma” der. Tabii son zamanlarda kadınlar da katıldı ve aslında aynı jestle aynı şeyi söylerler. Ama unutmayalım eğer iktidar ve başı-kanlılar sınırları şiddet ve silahlarla korumasa, 1-2 günde Avrupa bankalarında para kalmaz. Herifin maslahatı boşlukta kalır.
    Yine “para” lafıyla oyuna girişme. Ben paranın tanımının “elektronik gürültü” olduğunu çoktan biliyorum.
    Görüyorsunuz, asıl sizin bu çocukça laf oyunlarınız bıktırıcı.
    ” hinclariniza yakit”
    Bu sitede defalarca yapıldı. Yaşadığım bütün ülkelerde sonsuz yaygın, cahilliğin ve televizyonun yarattığı, sürekli stresten söz eden mutlu ve serin olma hastalarının milli marşını siz de okuyorsunuz: “kişisel görüşler”, “kişisel hisler”, “kişisel hınçlar”, “kişisel saldırganlıklar”, “kötümserlik”. İnsanlar her şeyi psikolojiyle anlama hastası olmuşlar ve sizde bile bunun nedenini anlayacak kapasite yok. Sayısız defa denedim ve sizin meşhur tümevarım safsatasıyla kanıtladım.
    Ne zaman sizin gibi ilahilerle yaftalar takılsa, konuyu değiştirip aradan bir zaman geçtikten sonra, bütün varlığımla inandığım “hayat eşsiz güzel” desem, bu ikiyüzlüler hemen bana, aynı sizin gibi, hayatın boktan olduğunu söyleyip benim ne kadar cahil ve saf olduğumu “gördüler”.
    İşte en büyük örnek:
    “18 Necip 27 Haziran 17 / 12am:
    Iktidarlar (yonetimler) yikilmaz. Iktidardakiler (yonetimdekiler) degisir. Yerine baskalari gelir.”
    Bunu anacak ve ancak içindeki boktan hayatı kişisel çarelerle yaşanır kılmak için konuyu psikolojik algılayan ve psikolojiye indirgeyen ikiyüzlüler söylerler.
    Bu tutum zamanımızın en başta gelen SİMGESİDİR: MUTLULUK.
    Bir Hindistanlı filozof Batı’da (ve şimdi belli ki Türkiye’de de) çok yaygın Budizm’le benim gibi alay etmek için,
    Hinduizm Batı düşüncesine daha uygun, neden acaba Budizm çılgınlığı içindeler. Çünkü Budizm,
    “La cause fondamentale de la souffrance est l’ignorance, der.
    Ve filozof ekler:
    L’Occident est l’ignorance par excellence”
    Alaydaki asıl nüans: Hinduizm’de ayinlere katılmak var. Batılılar tüketim peşinde koştukları, “Europe est un grand bazar de bien-être” olduğundan, “fast food”ı tercih ederler.
    Aynı filozof,
    L’Orient s’est incliné devant l’Occident
    Avec un patient et profond dédain.
    alıntısın aktarır.
    “Guzel bir ornek. Aslinda, benim bunca zamandir yazdiklarimi –bir bakima– ozetliyor.”
    Size tamamıyla inanıyorum. Ve çok daha önce gördüm. Farkımız çok daha başka bir yerde.
    Benim için dünyayla veya yaşamla aramıza sayısız pezevenkler girmiş. Siz pezevenkleri incelemeler peşindesiniz. İnsan yaşamının, eğer sizin gibi zekilerin insan olduğunu sayarsam yüzde 90’ı pezavenksiz geçmiş. Eğer zeka fışkıran mavi gözlü sarışın olma havası leş kokan Türklerin arasından çıkıp bu konuda araştırma yapanların hesaplarına bakarsam insan hayatının yüzde 99,95’i pezevenksiz geçmiş. Eski insanların belleklerinin biz kitaplarla büyüyenlere kıyasla akıl almaz daha güçlü olduğu düşünülürse, Allah’ın insanı cennette yarattığı pek öyle sıradan ve önemsiz bir ayrıntı olmayabilir.

  278. fetih ve petrol

    Niçin İslamcı “cihadçı”lar – hatta İslamofobik Batılı çevrelerde neredeyse bütün müslümanlar – günümüzde “terörist” olarak görülüyor da geçmişte böyle görülmüyordu?
    Çünkü o cihadçı fatihlerin fetih çağı kapandı. Artık güçleri bu kadar büyük çaplı eylemlere yetmediğinden yaptıkları “cihad”a “fetih” değil “terör” deniyor.
    Zaten başlarındaki egemenler de petrol gelirleri sayesinde fetihe ihtiyaç duymuyor. Gerçi duysalardı da bir şey değişmezdi. Çünkü çağ ile birlikte çağın efendileri de değişti.

  279. Necip Öğrenmek İstiyor

    Sayın Necip Bey (36 Necip 19 Temmuz 17)
    Öğrenmek istediğinize inanmak imkansız değilse bile sonsuz güç. Bu bilimsel sonuca, allahın özenle yarattığı “ne mutlu cahilim ve cahil kalacağım” sarışın mavi gözlü Türkler sitesinde tümevarımla çoktan vardım. Kendini anarşist diye tanıtan Gün Zileli bile bir defa olsun bu sitedeki yobaz, bağnaz şantajcı neo-faşistlere sadede gelmelerini söyleyememesin asıl nedeni aynı hissi ve fikri paylaşması olabilir: diğerleri gibi sarışın mavi gözlülük hastalığından, yani faşist ırkçı merdiven teorisinin kazazedesi olmaktan bir türlü kurtulamadığını sergileyebilir. Siz de insan tarihini son 4-5 yüz yıla indirgeyen ırkçı tarihinden başka bir şey bilmiyorsunuz ve öğrenmeniz için çok geç. Size bugün yazılan bir haberin başlığını gönderiyorum.
    Gerçi kişisel gavurları, kişisel araştırmalarının, kişisel gözlemleri, ama olsun.
    Siz “savanalarda 30 bin yıl önce” dediniz ve ben sizin zifiri karanlıkta yaşayan, Avrupa ırkçılığının kurduğu merdiveni alt sıradanlar yığınına yutturdukları ayvayı yutmuş birini gördüm. Komplocular buna “white noise” derler. Ben insanın düştüğü alçaklığın, salt seyirciliğe indirgendiğinin doğal bir sonucunun apaçık bir örneği derim. Bu sitenin güzel bir özeti derim.
    Yazılarınız benzeri çılgınlıklarla dolu ve eğer gerçekten öğrenmek istiyorsanız Hindistanlı Amerikan arkadaşlarınıza sorun “yoga” ne demek.
    Bendeki “hınç” psikolojik değil. Toplumlar tarihinde çeşitli adları var: “enragés”, “ranters”, “yellow turbans”, “mazdak” “şeyh bedrettin”, “qarmats”, “zenci isyanı”,”millenerians” ilk hirıstiyanlar, “taosists” , bütün Güney ve Kuzey Amer-ika vahşi çıplak veya ayıbını örtenler, Avustralya, Afrika ve yüzlerce adını saymakla bitmez yerlerde siz ve bu sitedekilerin taptığı süper ırkların gazabına uğrayanlar ve karşı gelenler.
    Her neyse haber kısa, kişisel, “personalized”, özel mülkiyetim, beni ben eden, beni bu sitedeki koyunlardan ayırt eden, hatta bütün varlıklardan ayırt eden (never mind that the first law of reason is a=a) medya ayvaları yemediğim için bir türlü serin olma terapi tekniğiğyle saklayamadığım girişteki hıncım çok uzun oldu.
    “ARCHAEOLOGISTS HAVE FOUND THE FIRST EVİDENCE TO SUGGEST THAT ABORIGINAL PEOPLE HAVE BEEN IN AUSTRALIA FOR AT LEAST 65,000 YEARS.”
    “Here is that ‘gavurun kişisel’ fikri again!”
    Diğer bir gavur ve dolayısıyla inanılmaz bir kaynağa göre, aborijenler “bulunduklarında” vahşi çıplak kıta turistliği yaparlardı, çok affedersiniz bilgiç Türkler, avcı/devşirici hayatı yaşarlardı – bak, böyle tanımlayınca ne kadar güzel oldu, aynı bizim süpermarkette dolaşıcı/alıcı olmamız gibi- ve hala öyle yaşayanlar var.
    Bakın “Walk About” filmine ve farkında olmadan hepinizin yediği ırkçılık ayvasını görün.
    Bu aborijenler o kadar geri kalmış ki mavi gözlü sarışınların en mavi gözlü sarışını, dahi ırkların en dahisi, endüstride süperliğiyle dahi Marks ve yamakları anarşistlere evrenin Avrupa etrafında döndüğüne uyandıran İngitere’nin İngilizlerini bile şaşırtan salaklıklara inanırlar. Örneğin sınırlar medenilerin fetişi gözle görülen parayla alınan, okullarda cici bici “coğrafya” yani sizin iktidar-ananın deseni adıyla kafalara tıka basa sokulan, Blake’in dediği gibi “sizin mantıksal” biçimde değil, türkülerle, yani lagalugalarla belirlenir.
    Çocuğun “nasıl” doğduğunu çocuklar bilir ama yetişkinler bilmezler. Yetişkinler “neden” doğduğunu “bilirler”.
    Zavallılar daha henüz yüksek ırklar ıvır zıvır üretimi enstrümantalist düşünce merdiveninde en aşağıdalar.
    Ok ve yay, etlerini dumanlama veya tuzlamayı bile reddeti bu vahşi çıplaklar.
    Allah Müslüman-Türklerimizi böyle bir gaflete düşmeden korusun!
    Allah Solcu-Devrimci-Sağcı-Aydınlıkçı-İlerici-Bilim ve Teknolojici-Akılcı- falan filancıları, Kemalist-Marksist-Leninist-Anarşist-Bakunist falan filancıları böyle bir gaflete düşmeden korusun!
    AMİN!!!

  280. Teşekkür

    Sayın Gün Zileli,
    Uzun ve sıkıcı yazımı yayınladığınız için teşekkür ederim.

  281. Sosyal Medya Taklidi

    Sayın Necip bey,
    Öğrenmek istemiştiniz. İlk ders.
    Haber:
    “L’Allemagne à bout de patience avec la Turquie”
    Benim gördüğüm:
    “L’Allemagne à bout de patience avec la Turquie” =
    “La Turquie à bout de patience avec L’Allemagne”
    Aklıma gelen:
    Yiyin birbirinizi köpekler! İt ürür, kervan yürür! İneklere televizyon görüntü ve haberler türer!
    Not: Sayın Zileli, emin olun ben sizin kadar köpekleri severim. Varsa başka bir türlü söylemesi, değiştirmeye hazırım.
    Bu sitede aynı haber nasıl görülür ve incelenir;
    Erdoğan KPZ beyanından sonra HRT’de bir açıklama yaptı. Merkel Fransa başkanı Maquereau ile birlikte GBTR televizyon kanalında … (ad infinitum) nihayetsiz kısaltmalar, gazete isimleri, internet adresleri, kapitalizm, emparyalizm ilahileri sonsuza dek devam eder.
    İşte benim sevdiğim haber:
    Aslında haber değil, Amer-ikanın her 1-2 yılda Afganistan’da başarıslığa uğrayan generalleri değiştirmesiyle ilgili filimde bir sahne. Bu filimdeki general bana Türk devrimci-solcularını hatırlattı. İyi kalpli, iyi disiplinli, cehennem yolunu iyi niyetlerle döşeyen bir salak ama elindeki güçten dolayı korkulacak bir salak.
    “Halkla” tanışıp dertlerini dinlemek ister. Halktan biri,
    – Sizin askerler bize hep mother f*cker diyorlar, sir. Bizim kültürde biz annelerimizi s*kmeyiz.
    İşte, Necip Bey, bu, ilk dersiniz.
    Amerikalılar iktidara, annelerine, karşı olanlar. Sizin karşı çıktığınız iktidara karşı çıkanlara benziyorlar.
    Afganistanlılar size benziyorlar. Aman yapmayın, diyenler.
    Aslında bu durmadan takla atanların diyalektik mantığının ilk dersi: a = ~a (not a)
    Bunu size iltifat olsun diye yazdım.

  282. Necip

    “Öğrenmek istemiştiniz. İlk ders.”

    ‘Incoherency’nin basa cikilmasi zor bir illet oldugunu biliyordum; ama, orneklerle sergilemis olmaniz faydali oldu, tabii ki.

    “Bunu size iltifat olsun diye yazdım.”

    Ben de.

  283. Necip

    “İslamofobik Batılı çevrelerde neredeyse bütün müslümanlar – günümüzde “terörist” olarak görülüyor da geçmişte böyle görülmüyordu?”

    Garibin karnina yumruk atmislar.. garip, ‘ah arkam!’ diye bagirmis.

  284. Öğrenci Öğrenmek İstemiyor

    Sayın Öğrenci Necip Bey,
    Ben bilgin, yazar, düşünür, marksist, anarşist, diplomalı akademik profesör, her ağzını açtığında ağzından “professorial” ilan-ı ilim fışkıran “ne mutlu Türk” değilim.
    Her kelimenizle benim kafam karman çorman oluyor, binlerce tilki cirit atmaya başlıyor.
    Sizin yüz binleri aşan alim hikmetleri Grek tüccarlar, pardon Grek atomlar, gibi vızıldayan beynimde halihazırda olan sonsuz kargaşalığı daha da büyük sonsuzluğa sürüklüyor. Sizler gibi işletmeciler arasında modada yaratıcılığa yol açan BEYİN FIRTINASI bende beyin bulaması yapıyor. Burjuvaların modern insanların kıçlarına sürdükleri nışadırın koşturması, bu sürekli arama, bu sürekli yeni ve daha iyisini bulma, yaratıcılık, mutlu olmak için mutsuz olma, ilericilik, vs. vs. vs., kısacası hasta = sağlıklı diyalektiği, bende çok STRES yaratıyor. Ben aşırı tutucu (reactionary ) olduğumdan en yakın geçmişten medetime yetişen kahve ve sigarayla bu “brave new world”den kurtulup kafamı buluyorum. Yaşımdan dolayı eskiden kullandığım söylemesi ayıpları ağzıma almayacağımdan almıyorum
    Asıl söylemek istediğim şu: Amerika’da gece gündüz kazık yiyen “riffraff”ler (ayak takımı) arasında başta Avrupa ve tüm diğer Amerika maymunlarının nedense aha henüz ve hemen kopyasını yapmadıkları şahaneler şahanesi iki söz var:
    “This is a learning planet!” =”Bu, öğrenim gezegeni”
    “Haven’t you read the small print?” =”Küçük yazıları okumadın mı?”
    Tabii bu laflar cin gibi Avrupalılar, cin gibi Türkler, cin gibi Çinliler için geçerli değil. Siz ve bu sitedekiler bu hikmetin kusursuzluk örneklerisiniz. Bilmediğini hiçbir şey yok, MAŞALLAH! ve İNŞALLAH!
    Örneğin ben sizden paha biçilmez bir şey öğrendim:
    İktidar = Anne = Big Bang
    Big Bang evreni doğurur. “Yaramazlık etme!” emrini verir. Böylece evren hiyerarşik bir düzene kavuşur: galaksiler, kümeler, süper kümeler, 4 temel kuvvetler.
    Ne var ki ufacık bir yerde, sarışın mavi gözlü Kopernik’in hiçbir zaman merkez olmayan merkezi bilimsel marjinalleştirir. Bundan habersiz insanların yaşadığı bu gezegende, burjuva yaratıkları dünya insanlarının %99,999’u market merkezinde yaşamaya, psikolojik beyinleri b*kunda boncuk bulanlar evrenin merkezi olmaya devam ederler.
    Tabii ilk (geography, geo/gea) annenin doğurmasından sonra doğurma işini ahlaksızlığa döken ve doğurmaya devam eden sürekli seks manyaklığına nasıl son verildiğini anlatan Grek mitine benzer ama olsun. Biri mit, yani uydurma, diğeri mavi gözlü sarışın bilimsel.
    Zeus sonunda ahlaksız babasının maslahatını keser ve ondan beri maslahat hakkı hep bir TEK’de mücessem olur. Lugaller, sargonlar, cyruslar, vs. vs. vs, İskenderler, sultanlar, şahlar, vs.vs.vs., Napolyonlar, Leninler, Hitlerler, Stalinler, Maolar, Atatürkler, Reaganla, Erdoğanlar, Merkeller, Mayler, Putinler, Xi Jinpingler, kısacası milyonda biri birde milyon klonlar maslahatlı olma telif hakkına sahip olurlar. Medenilerin en temel ilkesi: TEK. Klonluk hindi gibi kabaranların dedikleri kadar yeni bir şey değil.
    Not: Zeus’un sürekli ırzına geçtiği kadınlar aslında Greklerin kırımdan geçirdikleri toplumlardaki tanrıçalar. Nasıl mavi gözlü sarışınların sizleri yiyip kusması çok eski. Bakın H. Berktay ibişin yazısını iftiharla kopya/yapıştıran sizlere çok benzeyen tipik Türk andavala.
    Necip Bey, bakın sizin alık alık ebedi rahatlık içinde yapmacık gülümsemeyle ileri sürdüğünü hipotez/teori/ inanç/kişisel özel saf size mahsus fikir/ zan/ orijinal fikriniz kaç tilkini cirit atmasına neden oldu.
    Görüyorsunuz ben boş konuşmayı severim. Ama “boş”a boş deyip geçmeyin. Boş olmasa siz Türklerin taptığı doğa bilim-teknoloji dininin rahipleri Galileo, Newton, Descartes, vs.vs. vs. Einstein olmazdı. Allahınız madde sıkışıp kalırdı. Ne pazarda, ne evrende bulunurdu.
    Görüyorsunuz ben sizin gibi bilgi aşığı değilim. Tek bilgim bilgiçlerle dalga geçmek.
    Bu olmuş olayı bu sitede daha önce anlattım.
    Fransız arkadaşlar yaptıkları elinde Rus bayrağı sallayan Yeltsin, altında “Dünya Bankacıları Birleşin!” yazılı afişi bize gönderdiler. Biz de kapımızın iç tarafına astık.
    Birleşmiş Milletlerde çalışan, sürekli dünyayı gezen, başkanlarla el sıkışan ve ayda benimle karımın 3-4 yılda kazandığımızı kazanan bu zeki, bilgili, siz ve Hindistanlı Amerikalılar gibi yüzlerce diplomalı kadın afişi gördü, bize döndü,” Ha, siz de Yeltsin’i seviyorsunuz!” dedi. Karım sordu:”aşağıdaki yazıyı gördünüz mü?” Karı inek trene bakar gibi baktı.
    Solcu-devrimciler bunu görmek istemeyenler. Daha doğrusu kendilerini aynada görmek istemeyenler.

  285. Necip Susmaya Hazırlanıyor

    Kızma Necip Bey, Gülmek Sağlığa iyi gelir.
    Daha önce cahilliğinizi laf kalabalığı yapma ve sözlükte Arapça, Osmanlıca, Farsça kelimer bulmakla, lügat tanımları arasında kaybolmakla hallederdiniz. Mantıksızlığınızı yüzünüze defalarca vurdum, cevap veremediniz. Bilgiziliğinizi yüzünüze defalarca vurdum cevap veremediniz. Avustralya’da bulunanı yüzünüze tükürdüm cevap veremediniz.
    Ama kısa kaseyim.
    Bu site size çok güzel bir kaytırma taktiği öğretmiş! İbişliğini diğerleri gib az ve öz konuşmayla kapatmayı öğrenmişsin. Sanırım yavaş yavaş “olgunluk” dersini de öğrenip sesini keseceksin. İNŞALLAH!

  286. Anonim

    Nereye gitti?

  287. Anonim

    Necip’i daha önce uyardık ama bizi ciddiye almıyor.
    Adı yasak olan sizinle kedi fareyle oynar gibi oynuyor. Bu adamadan tek kurtulma çaresi Türkiye’de olup bitenler üzerinde fikir yürütmekle yetinmeniz. Aksi halde sizi maskaraya çevirip duracak.
    Teorik konularda sizden çok daha bilgili ve tecrübeli olduğunu görmemeniz akıl alacak bir şey değil. Teorik konularda bilgi noksanlığınızla alay edip duruyor.

  288. Necip

    “Teorik konularda sizden çok daha bilgili”

    Iktisatcilar icin soylenir: ‘Herseyin fiyatini bilir; hicbirseyin kiymetini bilmez’..

    Sizin isaret ettiginiz ‘bilgi’ –benim baktigim yerden– bu tur bir sey… rastgele (random), daginik (dispersed), tutarsiz (incoherent) ve guya muhalif.

    Okudukca uzuluyorum.

  289. Necip

    “Öğrenmek istediğinize inanmak imkansız değilse bile sonsuz güç.”

    Size neresinin ‘guc’ geldigini tahmin edebiliyorum galiba.

    Yok, yok, benim ‘ogrenmek’ten kasdim, bir kutuphaneye gidip oradaki memura ‘su konularda hangi kitaplar var?’ sorusunun cevabini ‘ogrenmek’ degil.

    Onun, eskiden, bir kiyemti vardi tabii ki. Ama, simdi –daha once yazdigim gibi– bu tur ‘data’ ve ‘information’a erismek ‘bedava’ mertebesinde ucuzladi.

    Benim ‘ogrenmek’ten kasdim, ‘knowledge’ (‘hikmet’?) edinmek; yani, ‘data’yi ve/ya ‘information’u ozumseyip islemis ve sonuclarini daha yukaridaki bir platformda degerlendirmis olandan istifade etmek..

    Amac bu olunca da, malesef, sizden pek de istifade edemiyorum.

    Internet-oncesi bir donemde, halbuki, paha bicilmez bir kiymetiniz olurdu.

  290. Anonim

    Aşağıdakileri yazan Uğur Mumcu da Necip gibi bir düzen savunucusu ve “yalakası” mıydı? Necip de bir yorumunda aynı şeyleri söylemişti de. Üstelik daha detaylı ve açıklayıcı bir şekilde. (Yanlış hatırlamıyorsam, hem “egemen”, hem de “ezilen” sınıfların katmanlara ayrıldığını, onların kendi içlerinde de “pecking order” olduğunu söylemişti.)

    “Kaldı ki, bugünün Batı dünyasında insanları, ‘burjuva’ ve ‘proleter’ diye iki kalın çerçeve içine oturtmaya olanak yoktur. Bu iki ‘ana sınıf’ dışında, ‘ara tabakalar’ oluşmuş; farklı sosyal eğilimler, yaşam biçimleri belirmiştir.”

  291. Anonim

    [Ulus-devlet yarattığı ideoloji aracılığıyla insanları işte böyle kandırarak beyinlerini yıkıyor. Orduya, hükümete, devlet egemenlerine gönüllü olarak boyun eğen “vatandaş”lar yetiştirmek istiyor ve bunda da büyük ölçüde başarılı oluyor ne yazık ki. “Vatanseverlik” insanın doğup büyüdüğü yere duyduğu sevgiyi devlete aktarma cambazlığından başka nedir ki? Doğup büyüdüğü yeri (“vatan”, “memleket”) sevmek neden askerliği, devleti, hükümeti sevmeyi gerektirsin?]

    Tek hayali askere gidebilmekti… Yürek burkan hikaye

    İZMİR’de kullandığı motosikletten düşünce arkadan gelen kamyonetin altında kalıp yaşamını yitiren 26 yaşındaki Arda İnellioğlu’ndan geriye yürek burkan hikayesi kaldı. Aşırı kilolu olan İnellioğlu’nun, askere gidebilmek için mide küçültme ameliyatı olup zayıfladığı, önümüzdeki celp döneminde de silah altına alınacağı belirtildi.

    İzmir- Çeşme karayolunun Barbaros Mahallesi, Tepe Kahve mevkisinde meydana gelen kazada, Arda İnellioğlu, kullandığı plakasız motosikletten düştü. Yolda sürüklenen İnellioğlu’na arkasından gelen kamyonet çarptı. Ağır yaralanan İnellioğlu, ambulansla kaldırıldığı Urla Devlet Hastanesi’nde müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi.

    KONTROL ŞARTIYLA SERBEST

    Uzunkuyu Jandarma Komutanlığı ekipleri, olay yeri ve yakınlarındaki kamera kayıtlarının incelenmesi sonucu motosikletliye çarpan kamyoneti Çeşme’de buldu. Kamyonet sürücüsü 61 yaşındaki R.K. ile yanındaki 50 yaşındaki Ş.D. gözaltına alındı. İşlemlerin tamamlanmasından sonra adliyeye sevk edilen şüpheliler, tutuksuz yargılanmak üzere adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.

    ASKERE GİDEBİLMEK İÇİN MİDESİNİ KÜÇÜLTTÜRMÜŞ

    Arda İnellioğlu’ndan geriye yürek burkan hikayesi kaldı. Talihsiz gencin askere gitmek için midesini küçültme ameliyatıyla kilo verdiği, bu celp döneminde silah altına alınacağı, önümüzdeki günlerde Narlıdere’deki birliğine teslim olmayı beklediği belirtildi.

  292. Necip

    “Ulus-devlet yarattığı ideoloji aracılığıyla insanları işte böyle kandırarak beyinlerini yıkıyor.”

    ‘Anthromorphism’in de yeri var; ama, abartmamak lazim…

    Sizin bahsettiginiz ve ‘ulus-devlet’ dediginiz sey yepisyeni bir icattir. Daha dunku cocuk sayilir.

    Halkin/ahalinin/insanlarin zihinlerini sizin ima ettiginiz sekilde yogurmak/formatlamak icin ‘ulus-devlet’in o kadar zamani olmadi demek istiyorum.

    Daha eskilere, daha derinlere bakmak lazim; bence.

    Simdi size bir iki anekdot aktaracagim. Anekdot olduklarini pesinen soyluyorum; herhangi bir teorinin ispati olduklari sanilmasin diye.

    Anekdot 1:

    Diyar-i kuffarda bir zat-i muhterem tanimistim. Hos sohbet birisi idi. Bizim kultur dairemizden.

    Laf lafi acti. Meger, bu zat-i muhterem, Albay Kaddafi’nin koruma ekibindeymis, vakt-i zamaninda –emekli olmadan once.

    Bir gun, Kaddafi, Devrim’in 10nc yilinda, daha torenler henuz baslamadan once, ulkenin cesitli yerlerini ziyaret etmege karar vermis. Bunlardan birisi de, Libya’nin Guneyinde, en Guneyinde, Cad (Chad) sinirindaki onemli bir kabile imis. Bolgenin hakimi sayilan, onemli bir siyasi grup.

    Bu zat-i muhterem de, Kaddafi ile giden ekipte. Gitmisler, kabilenin reisi ile gorusmusler. Hayli iyi de agirlanmislar.

    Ziyaret bitip de ayrilmak vakti geldiginde, Kaddafi, Reis’e, bir isteklerinin olup olmadigini sormus.

    Aldigi cevap: “Allah, Devlet-i Al-i Osman’a zeval vermesin” olmus…

    Bunu duydugumda, ben kahkahayi patlatmistim.. Adama, ‘yahu Reis bunak filan miydi?’ diye ozellikle sorduydum. Cevap, ‘hayir, hem bunak degildi, hem de bunayacak kadar yasli degildi; Kaddafi’den cok olsa birkac sene daha yasliydi; ne dedigini biliyordu’ demisti..

    Anekdot 2:

    Simdi de kisa bir askerlik hatirasi.

    Ben Astegmen ogrenciligimi Tuzla Piyade okulunda yaptim. ‘Bitli Piyade’yim yani.

    Not: ‘Ben askere gitmeden once askerlik kalkar’ diye cok umitlenmistim; ama, olmadi. Daha sonra da, yaklasik 70 dikis atilmis, ciddi bir ameliyatim oldugu icin, beni ‘sakat’a ayirirlar muhakkak diye dusunuyordum. Ama, o da sokmedi. Askere aldiklari yetmezmis gibi, ustelik de Piyade oldum.

    Neyse.

    Askeriz; koguslarda yatiyoruz. Her kogusta 40 kisi. Iki katli ranzalarda.

    Daha bir hafta olmus olmamis, gece saat 02’lerde bir ses duyduk. Kut diye. Milletin cogu uyuyor. Herhalde birisi ust ranzalardan dustu diye kalktik bakindik. Evet, oyle olmustu; birisi ust ranzalardan birinden dusmustu.

    Dusmustu; ama, dusunce uyanir kalkar diye beklerken, tersine, uyanmadigi bir yana, agzinda kopuk de cikiyordu.

    Ben o gune kadar oyle bir sey gormus degilim; diger cocuklardan birisi ‘sara’ (‘epilepsy’) oldugunu soyledi. Nasil uyandirilmasi gerektigini de biliyordu. Nitekim, biz de onun talimatlari cercevesinde yardim ettik, ve ayildi.

    Onu yatagina yatirdik, biz de gittik uyuduk.

    Ertesi gun, bu cocuk bizi buldu ve hepimize en nazik en samimi dille yalvardi –‘komutana soylemeyin’ diye–, sebeplerini de anlatti fakat onlari simdi degil de yazinin devaminda soyleyecegim.

    Isin dogrusu, oyle bir niyetimiz de yoktu zaten. Dahasi, neden soyleyecektik ki. Sonucta, birisi ranzadan dusmus, sonra da yerine donmustu.

    Soz verdik.

    O gittikten sonra, sara/epilepsi konusunda bilgisi olan o arkadasimiz, ordunun (butun odularin) sara konusunda cok titiz oldugunu; bu illete ducar olan birisinin askerligini derhal sonlandirdiklarini anlatmisti.

    Ben de, ‘vay be, adamin askerlikten yurtmak icin ‘altin bilet’i var ve bunu kullanmak bir yana, bize yalvariyor soylemeyin diye’ dusunmustum..

    [Cunku, ben, ameliyet meselesinin yanisira, bir de ‘duztaban’ oldugumu ispatlamaga calismistim. Adamlar dinlememisti bile. O cok eskidendi; simdi artik onemsemiyoruz diyerek.]

    Neyse, cok daha uzatmayayim..

    Bu arkadasimiz, birer hafta arayla ayni sekilde ranzadan dusunce, artik sozumuzde duramayacagimiza karar verdik ve komutana soyledik. Cocugu da alip gittiler. Askerligi bitmisti.

    Simdi.. neden bize yalvarmisti, biliyor musunuz?

    Onun dogdugu bolgede (Guney Dogu), askerligini yap(a)mamis insanlara muteber gozle bakilmazmis. Adamdan sayilmak icin, hangi rutbe ile oldugu onemli degil, ama askerligini yapmasi sartmis. Yapmayanlara kiz bile verilmiyormus.

    O zamanlar bile inanilir gibi gelmemisti bana, ama yalvarirken bize anlattiklari bunlardi.. her halinden, tavrindan da samimi oldugu belliydi. Benim yirtmak icin yirtindigim askerligi yapmagi, baska birisi neden bu kadar istesindi ki zaten.

    Simdi..

    Yaukarida aktardigim anekdotlarin birbirinden kopuk ve bagimsiz iki ornek oldugunun farkindayim.

    Asagida sordugunuz soruya cevap vermek icin uzun uzadiya bir seyler yazmanin cok da anlamli olmayacagini dusunuyorum. Sadece kisa birkac paragrafla yetinecegim.

    “Orduya, hükümete, devlet egemenlerine gönüllü olarak boyun eğen ‘vatandaş’lar yetiştirmek istiyor ve bunda da büyük ölçüde başarılı oluyor ne yazık ki. ‘Vatanseverlik’ insanın doğup büyüdüğü yere duyduğu sevgiyi devlete aktarma cambazlığından başka nedir ki? Doğup büyüdüğü yeri (‘vatan’, ‘memleket’) sevmek neden askerliği, devleti, hükümeti sevmeyi gerektirsin?”

    Cevabini bilmiyorum. Ama, baska bir zaman, baska bir yerde de yazdigim uzere:

    Benim temas ettigim kulturler icinde, bu ‘topraklar’ haric, hicbir yerde ‘Allah, devlete millete zeval vermesin’ cinsinden bir lafla karsilasmadim.

    Bu lafi ‘ulus-devlet’in yerlestimedigini bilecek kadar eski nesillerle hasir nesir olmus birisiyim. Hic de yeni bir laf degil.

    Lafin bizzatihi kendisinin bir ‘anomali’ olup olmadigi, bence, uzerinde dusunulecek bir seydir.

    Degilse, gerekceleri ne olabilir?

  293. Anonim

    “Benim temas ettigim kulturler icinde, bu ‘topraklar’ haric, hicbir yerde ‘Allah, devlete millete zeval vermesin’ cinsinden bir lafla karsilasmadim.
    Bu lafi ‘ulus-devlet’in yerlestimedigini bilecek kadar eski nesillerle hasir nesir olmus birisiyim. Hic de yeni bir laf degil.
    Lafin bizzatihi kendisinin bir ‘anomali’ olup olmadigi, bence, uzerinde dusunulecek bir seydir.
    Degilse, gerekceleri ne olabilir?”

    Bunun nedeni Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi, veya adına ne dersek diyelim (önemli olan bunun kendisi, adı değil) olabilir mi?

    Öte yandan bu despotizmin “Doğu”ya özgü olmadığı da eklenmeli. Mesela Roma da böyle değil miydi? (“Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.”) Üstelik bazı kadim doğu medeniyetleri, örneğin Çin, Hindistan, İran, bugün de büyük güçlerdendir. Bunlar günümüze – üstelik güçlerinden kaybetmeden – gelebildiği halde “Batılı” sayılabilecek Roma çökmüştür mesela.
    Bunun nedeni de Roma’nın sadece fetihlere – yani fethedilen yerlerin vergilendirilmesine, ganimetçiliğe, köleciliğe vb – dayanması, yani kendini yeniden üretecek bir yapıdan yoksun olması değil mi?
    (Benzer bir örnek Afganistan’dan verilebilir. Bugün ne hale geldiğini görüyoruz. Bu ülkede hüküm sürmüş Gazneliler, Timur gibileri de bu açıdan Roma’ya benzemiyor mu?)

    Bu arada, yine bu doğu medeniyetleri kadar eski olan ama “Batılı” sayılabilecek bir diğeri, yani eski Yunan da, Çin, Hindistan, İran gibi günümüze gelebilmiştir.
    Demek oluyor ki, Yunan medeniyeti Roma gibilerinde eksik olan bazı şeylere sahip.
    Avrupa veya modern batının (ve o dönemde de Roma’nın) Yunan medeniyetinden aldığı şeyler gibi mesela.
    “Demokrasi”, şehir devletlerinin adem-i merkeziyetçi yapısı (“federalizm”), antik Yunan’da gelişen felsefe, bilim, sanat, eğitim (örn; Akademia > Akademi, Lykeion > Lycée > Lise vb), yani kısaca “sivil toplum”.

  294. Necip

    “Bunun nedeni Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi, veya adına ne dersek diyelim (önemli olan bunun kendisi, adı değil) olabilir mi?”

    ATUT’un ne oldugunu tam olarak bilmiyorum. Bilen var mi, emin degilim.

    Marx’in ‘cok da iyi bildigim bir konu degil; galiba birseyler bizdekinden farkli, o zaman, adini birsey koyalim ve gecelim’ mealindeki tasnifinin bir sonucu olmasi, onun anlamli oldugu anlamina gelmiyor.

    Tersine, durduk yerde, adamin cehaletine bunca itibar etmekle, bir anomali olusturmus oluyoruz.

    ‘Despotizm’ de biraz oyle. Ne demektir ‘despotizm’ ve neden hep Dogu icin kullanildiginda anlamli oldugunu dusunmek icin sartlanmisiz?

    “Öte yandan bu despotizmin ‘Doğu’ya özgü olmadığı da eklenmeli.”

    Ditto.

    “Mesela Roma da böyle değil miydi? (‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.’)”

    Simdi.. benim Roma’ya bakisim biraz farkli sanki. Benzer bir baglama Cengiz Imparatorlugunu da oturtabilecegimi dusunuyorum.

    Yani, en kucuk, en cekirdek halinde, kollektif/katilimci bir hareket/olusumdan bahsediyoruz.

    Katilimcilarinin, hem bireysel hem de hep beraber, cikarlarini gozeten bir olusum (basarili olmak icin zaten oyle olmak zorunda degil midir).

    Cok kati ve keskin kriterleri var. Cok.

    Insan oldurmek, eger faydasiz bulunuyorsa, hasim sayiliyorsa, hicbir sekilde bir sorun degil.

    Hem Roma’nin hem de Cengiz Imparatorlugunun –benim baktigim yerden– sosyolojik yapisal anlamda en buyuk ortak noktasi, kural koyan bir dinlerinin olmayisi –putperestlik cinsi muglak bir inanc modeli ‘kural koyan bir din’ sayilmiyor cunku.

    Cengiz Imparatorlugunun sonunu getiren seyin tam olarak bu oldugunu soyleyemem (o aniden asiri buyudu, kendi agirligi altinda coktu gibi gorunuyor); ama, Roma’nin sonunu Hiristiyanlik getirmistir bence.

    ‘Denklem’in icine ‘merhamet’ girdigi anda paradigma degisir ve eski yapi devam edemez hale gelir.

    [Not: Oyle anlasilabilcegini bildigim icin, hemen ekleyeyim. Bu bir ‘din’ reklami degildir; ama, olabildigince objektif bakip hakkini vermek gayretidir.]

    Simdi.. gelelim ‘despotizm’ kelimesine..

    Ben, sanildiginin aksine, fetihlerle genislemis/peydahlanmis devletlerin ‘despotist’ (boyle bir kelime var mi?) olabilecegini kanaatinde degilim.

    Sebebi de cok basit: Ister ganimet pesinde olunsun, isterse de bir felaketten kacarken siginmak amaciyla olsun, ‘yurt’ edinilen yerlerde, ‘futuhat’ icin herkesin cok temel katkilari vardir.

    Herkes, neredeyse, bunun gerceklesmesi yolunda can verenlerin birinci derece kan baglisidir –varisleridir.

    Yani, herkes, elde edilenin hic de oyle tek basina kiralin/sultanin (ya da, kurumlasmis profosyonel bir ordunun) marifeti olmadigini bilir.

    Bunu, kiral da, sultan da pekala bilir.

    [Osmanli’da, Sultan’in kendisine ‘Magrurlanma Padisahim; senden buyuk Allah var’ dedirtmesi, bu gelenegi devam ettirmek zorunda kalmasi, bence, buna bir isarettir.]

    Nitekim, Osman Bey’in bir sarayinin olmayisi; dahasi, her sene ‘ev’ini halka acip isteyenin itedigi seyi almasina imkan tanimasi da, sembolik de olsa, ‘ben de sizden biriyim’ anlamina gelir.

    Uzattim. Farkindayim.

    Sunu soylemek istiyorum: Tamam, hersey zamanla tavsar, gevser ve/ya bozunuma ugrar. Bu, entropidir. Yapacak cok sey de yoktur.

    Ama, her yapinin ortaya cikisindaki ‘initial conditions’ (baslangic sartlari) sonraki serencaminda ziyadesiyle etkilidir, tayin edicidir –her ne kadar bozunuma ugramasi mukadder ise de.

    Ve, bu ‘initial conditions’in (cok onemli) bir bileseni de, kurulustaki katilimciliktir.

    Bunu gozardi edip, Dogu’yu ‘despotizm’ etiketiyle tukaka etmek, aynen odur: Tukaka etmek.

    Bati, kendi asagilik duygularini bastirmak icin buna ihtiyac duyuyor olabilirdi –nitekim, bence oyledir–; ama, bizim o sablonu aynen almak gibi bir mecburiyetimiz yoktur.

  295. Anonim

    -Tektanrılı (monoteist) dinler ömrünü tamamlamıştır. Bunu söylemeye cesaret etmeliyiz. Örneğin tektanrılı dinler ile tektanrılı dinler öncesi (premonotheisme) dinleri ele alacak olursak… Dikkat ederseniz ‘‘paganizm’’ demiyorum, ‘‘tektanrılı dinler öncesi (premonotheisme)’’ diyorum. Premonoteist toplumun uygarlık, kültür, şiir, felsefe ve mimarisi monoteist toplumun uygarlık, kültür, şiir, felsefe ve mimarisini fersah fersah aşar. Monoteist uygarlık sadece savaş, milliyetçilik, ırkçılık ve diktatörlükler yarattı. Evet monoteizm bilimi ve tekniği yarattı. Ama kültür adına ne varsa premonoteizm yarattı. Firavunlar Mısır’ının sanatını, Sümerleri, Grekleri hangi moneteist uygarlık aşabildi? Platon, Aristoteles ve Herakleitos’u geçemedik. Hiçbir şiir Gılgamış’ı, Homeros’u geçemedi. Monoteistler bunu düşünmeye cesaret etmeli, söyleyebilmeli. Hatta monoteizmin insanlığın göçüşünün başlangıcı olduğunu da söyleyebiliriz.
    http://www.hurriyet.com.tr/burada-soylediklerimi-bir-arap-gazetesinde-soyleyemem-178091

  296. Hero tişörtü

    “There are heroes on both sides. Evil is everywhere.”
    https://www.youtube.com/watch?v=I32I9u1dxSI

  297. İsrail'de kadınlık

    İsrail’de askerliğini yapmayan kadına kadın olarak bakmıyorlarmış. Hatta erkek bile vermiyorlarmış.

  298. Anonim

    Kemalist Antropomorfizm

    “Antropomorfizm” demişken.

    Tarihçi Ahmet Yaşar Ocak şöyle diyor;

    “Atatürk’ün tarihi şahsiyeti, özellikle tek parti döneminde dayatmacı bir zihniyetle topluma yeni din olarak sunulan Kemalizmden ayrılmalı, Atatürk antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.”

  299. Anonim

    Klon orduları ile droid ordularının savaştığı Star Wars galaksisinde zorunlu askerlik yok. Eğer klonlama ve robot teknolojileri geliştirilip dünyada da yaygınlaşırsa zorunlu askerlik her yerde kalkabilir.

    Orada kapitalizm olsa bile sınıf savaşları da yok anlaşılan. Örneğin Klon Savaşları sınıf mücadelelerinin ürünü değildi. İki tarafı da kontrol eden şansölyenin imparatorluğunu ilan etmek için kullandığı bir komploydu.

  300. Anonim

    Ahmet Yaşar Ocak’ın yukarıdaki cümleleri önemlidir çünkü sadece Atatürk ve Kemalizm hakkında değil benzer tarihi kişilik ve olaylar için de söylenebilir. Örneğin;

    “Marx’ın tarihi şahsiyeti yeni din olarak sunulan Marksizmden ayrılmalı / Lenin ve Troçki’nin tarihi şahsiyetleri yeni din olarak sunulan Bolşevizmden ayrılmalı / Muhammed’in tarihi şahsiyeti yeni din olarak sunulan İslamiyetten ayrılmalı / Ali’nin tarihi şahsiyeti yeni din olarak sunulan Şiilikten ayrılmalı ve bu kişiler antropomorfizm konusu olmaktan çıkartılmalıdır.”

  301. Necip Bilgiden Vazgeçmiş, Hikmet Peşinde

    Paha biçilmez “8 Necip 21 Temmuz”:
    “7 Anonim 21 Temmuz “: Çok ayıp etmişsiniz! Iktisatcilar bile bu dalkavuğa paha biçemez!
    Örnek mi? 9 Necip 21 Temmuz
    Atıp tutmalarını yakalayana verdiği cevap: Necip bilgi aramıyor, hikmet arıyormuş! Herif, daha yukarılara çıkmak daha derinlere inmek peşinde.
    Örnek mi? 12 Necip 25 Temmuz
    Ulus-devlet dünkü çocuk. Necip gibi çok derinlere, çok eskilere gitmek gerekir. “Anne=İktidar” teorisi gibi. Herif kendini doğurana kadar geri gitmiş, maşallah!
    Bak bu dalkavuk, “Anekdot 1″i, beyninde iktidarlık kuran iktidar saplantısıyla nasıl yorumlamış.
    Flaubert, benzeri bir ‘anekdot’ı şöyle yorumlar:
    “Keşke ben de hangi pezevengin iktidarda olduğunu bileceğime, ‘fark etmez, b*k aynı b*k, sinek değişmiş’ diyebilseydim”
    Hele “Anekdot 2”:
    Herif iki telde bir cambaz ama yine de saplandığı cahilliği ifşa ettiğinin farkında değil.
    Dünyanın her yerinde rastlanan yaşam safhalarını geçişini simgeleyen bir inanışın özel anlamını kendi gibi okumuş yazmış ama hala cahil kalmışların aldıkları diplomaya benzediğinden bile habersiz bir ibiş-el-it!
    Bu da yetmez gibi her konuda olduğu gibi çok derine inmiş, boğulmuş,
    Benim çocukken bildiğim, etrafta bilinen ve içinde yaşadığım bir iktidar köpeklerinin yaptıkları:
    Güney Doğu’da alçak askeri şube başkanları, her genç çocuğu, askerlik zamanı gelmiş iddiasıyla askere almak için jandarma gönderirdi. Çocuklarına ihtiyacı olanlar rüşvet verip işi geçici hallederlerdi. Ama dürüst başkan tam zamanı gelince “hayır artık olmaz” vatanseverliğiyle gençleri askere alırdı. Bu çok, çok okumuş ama bir şey anlamamış Necip, hiç değilse Güney Doğulu bir arkadaşa kulak verseydi böyle ırkçılı da kokan ağzını açmazdı.
    Cahilliğini örtmek için yine kafasını Arapça, Osmanlıca, Farsça lügat-ı kebirinin içine sokmuş ama k*çı açıkta.
    Örnek mi? 14 Necip 25 Temmuz
    Araştırıcılar, “Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi” düşüncesini iktidar nasıl doğdu sorusuna cevap için ileri sürdüler. Necip’in hikmeti uzun ama belleği kısa: Necip dünyayı sarsan ama daha henüz hissedilmeyen “iktidar her zaman vardı” mutfak felsefesini unutmuş.
    “Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi”ne inek trene bakar gibi bakmış, lügat-kebirini açmış kelimeler arasında kaybolmuş.
    Bu herifi iyi dinleyin arkadaşlar. Dünya gittikçe totaliter iktidarlarla doluyor. Bu herif yalama ustası. “İKTİDAR = ANNE” teorisi yalama tecrübelerinin büyük mahsulü, edindiği HİKMET’İN asıl kaynağı. İktidar, yalarsan anne gibi sever, yalamaz da itaatsizlik ederse, cezalandırır. Bunda büyük bir dalkavukluk hikmeti var. Herif iktidarı her yerde, her zaman bulması boş konuşma değil, dalkavuğun hayat tecrübeleri özeti.
    Bak hikmet fışkıran beyninden yeni bir teori daha fırlamış: ‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.’
    Bu soru üzerine eğilen zavallı bilim filozofları yıllarca bu hikmetin sırrına varamadılar. İnsan insan olalı bu ibişin bildiğini bilirdi. Her yayını çektiğinde okunun yaydan çıkacağını bildiği gibi. Bizim alim kafasını lügat-ı kebirine sokmuş, kelimeler arasında kaybolmuş, k*çı açıkta ama dünyayı sarsan bir buluşa varmış: ‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.’ HER ZAMAN VARDI VE VAR OLACAK!
    Bu herif ne zaman mubarek ağzını açsa, daha yeni, daha yüce teoriler fışkırıyor.
    Hıristiyanlık Roma imparatorluğunu sona erdirir, Hıristiyanlık Roma imparatorluğunu doğuda 1453’e kadar ayakta tutar, Batı’da ancak asıl yıkanları Necip gibi evcilleştirdikten sonra aşağı yukarı MS 800 yıllarında yeniden diriltir.
    ‘Holy Roman Empire’i de mi hiç duymadın, be hödük?
    Böyle zaman içinde olmuş olayları konuşup kendini rezil edeceğine, zaman dışı ilahier okumak sana daha çok yakışıyor.
    Hikmetiyle ünlü bir filozof “kendini tanı” demiş. Öğrencisi “devleti tanımıyorsan, kendini tanıyamazsın” demiş.
    Hikmet dolu Necip ne demiş?
    1. Devlet her zaman vardı ve var olacak.
    2. Ben devlete her zaman dalkavuluk yapacağım.
    3. O halde, ben de her zaman var olacağım.
    İNŞALLAH!

  302. Necip

    ‘Holy Roman Empire’i de mi hiç duymadın, be hödük?

    Tabii ki, duydum.

    Fakat, ‘hoduk’ oldugumdan mi, ne; ben oyle kulaktan dolam seylere pek itibar etmiyorum.

    ‘Roman Empire’in ‘Holy Roman Empire’ ile karisitirirlmamasini –baksaydiniz– surada ilk satirda gorebilirdiniz.

    https://en.wikipedia.org/wiki/Holy_Roman_Empire

    “Holy Roman Empire

    Not to be confused with Roman Empire.”

    Fakat, alakasiz seylerle sallamaksa maksat, bilmege ne gerek var ki –di mi?

    Sahi, sizce, Romanya, roman yazmak en uygun ulke midir?

  303. Kulak Dolgunluğu, Beyin Boşluğu

    Roma’nin sonunu Hiristiyanlik getirmistir bence. Unuttun mu yoksa?
    “Holy” “Hiristiyanlik”a gönderme yapar! Yine cahilliğin ortaya çıktı. Ama yalaya yalaya kulağına dolanları değil ağzına dolanları seviyorsun. Ama bunu çoktan biliyorduk.
    800 yıla ne oldu ,hödük? Cevap yok.
    “Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi” de mi kulağına dolma? Cevap yok.
    Ağzından kaçırdığın Güney Doğu pis ırkçılığın, küçük görmen el-itliğine ne oldu? Cevap yok.
    Güney Doğu’da rüşvet verme işine cevabın yok.
    Anlattığın Kaddafi masalının senin özünü ifşa eder. Flaubert alçak gönüllülğüyle sonradan görme kara cahil bir Türk ibişi Necip’in yorumunun kıyasına ne oldu? Cevap yok.
    1453’e ne oldu? Cevap yok.
    Bazı kaynaklara göre Rönesans’ yol açan 1453 senin kulak dolgunluğu mu? Kara cahilliğin mi?
    Sen sadece k*ç yalaya değil, yüzüne tükürmelere de alışmışsın.

  304. Necip

    “‘Holy’ ‘Hiristiyanlik’a gönderme yapar!”

    Gonderme yapsa ne, yapmasa ne?

    Siz haric, baska herkes, ‘Roma Imparatorlugu’ ile ‘Kutsal Roma Imparatorlugu’ arasinda isim benzerliginden baska bir iliski olmadigini bilir.

    Boyle basit seyleri bilmemegi ben cahillik saymiyorum, bilirmis gibi yapip alakasiz yerlerde ornekler vermek ise, evet, andavalliliktir.

    “[…] Cevap yok.”
    “[…] Cevap yok.”
    “[…] Cevap yok.”
    “[…] Cevap yok.”

    Cevap vermege degmez buldugumu hala da daha anlamayisinizi da cahilliginize vermiyorum; andavalliliginizdan kaynaklaniyor cunku.

  305. bitmiş gezegen

    ‘Uzaylılar mesaj gönderirse cevap vermeyin’

    “Stephen Hawking’in Favori Yerleri” (Stephen Hawking’s Favorite Places) isimli yeni bir belgeselden alınan açıklamalarında dünyaca ünlü fizikçi Stephen Hawking, uzaydaki Dünya dışı yaşamla ilgili korkutan ifadeler kullandı. Hawking, uzaylıların dünyaya mesaj göndermesi durumunda buna cevap verilmemesi gerektiğini söyledi.

    Gliese 832c isimli gezegendeki yaşam ihtimalinden bahseden Hawking, ‘Bir gün böyle bir yerden sinyaller almaya başlayabiliriz’ şeklinde konuştu.
    Ünlü astrofizikçi, böyle bir durumda Dünya’nın cevap vermesinin ‘çok akıllıca olmayacağı’ görüşünde.

    Hawking, daha gelişmiş bir uygarlıkla tanışmayı Amerikan yerlilerinin Batı medeniyetiyle karşılaşması ile kıyasladı ve ‘sonucun iyi olmayacağı’ yorumunda bulundu.

    Hawking, uzayda seyahat edecek kadar gelişmiş bir uygarlığın Dünya’ya geliş amacının ‘barışçıl’ olmayacağının da altını çiziyor.

    Hawking, geçtiğimiz aylarda katıldığı bir konferansta, önümüzdeki 10 yıl içinde Mars’a gidilmesinin, 30 yıl içinde de Ay’a bir uzay üssü kurulmasının hedeflenmesi çağrısını da yaptı.

    http://www.hurriyet.com.tr/uzaylilar-mesaj-gonderirse-cevap-vermeyin-40531586

    Haberin altındaki bir yorum:

    uzaylılar bitmiş bir gezegeni ne yapsın kardeşim

  306. bitmiş gezegen

    Yukarıdaki habere bir de şöyle bir yorum yapılmış:

    Uzaylıların zahmet etmesine bile gerek yok ki. 100 veya 150 yıla kalmaz insanlık kendi kendini yok eder zaten. İnsandan kurtulduktan sonrada Doğa Ana 100 senede gezegeni onarır.

  307. Necip

    “Uzaylılar mesaj gönderirse cevap vermeyin”

    Ben, daha da iyisini yaptim: Blokladim keratalari; dogrudan siliniyorlar.

  308. Anonim

    Uzaylı bir medeniyet başka yıldız sistemlerine seyahat edebilecek kadar gelişmiş ise mesajlarına cevap vermemek ne işe yarar? Bu durumda onlar da neden mesaj göndermekle yetinsinler ki?

    Yok eğer teknolojileri bizimki kadar gelişmiş ise, yani sadece radyoteleskop mesajları ve insansız araçlar göndermeye yetiyorsa mesaj göndermekte bir tehlike olmaz.

    Bundan söz etmişken, NASA’nın yıldızlararası uzaya gönderdiği araçlara (Voyager 1, Voyager 2, Pioneer 10, Pioneer 11) gelecekte ne olacak, uzaylı bir medeniyetle karşılaşmasalar bile ne mesafelere varacaklar, düşününce ilginç değil mi?

  309. Necip

    “13 Anonim 25 Temmuz” Necip Ne Buyurmuş?
    ‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.'”

    Hemen yukaridaki bir yorumu bile dogru durust okumadan, yazmis da yazmissiniz.

    ‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.’ ifadesi bana ait degil; yani ben ‘buyur’madim.

    O, o yorumu yazan arkadasimizin, konu daha iyi anlasilsin diye, parantez icine ekledigi bir ozetleme idi.

    Bu kadarcik yalin fakat onemli detaylari bile ayirdedemiyor, karistiriyorsunuz.

    Bu bir.

    “Ama hepimiz Necip gibi elit değiliz.”

    Ben, hicbir zaman ‘elit’ oldugumu soylemedim.

    ‘Elitist’ olmakla ‘elit olmak’ ayni seyler degildir.

    Bu kadarcik yalin fakat onemli detaylari bile ayirdedemiyor, karistiriyorsunuz.

    Bu iki.

    Konuyla alakasi olmadigi halde, bilmemkimden bir pasaj aktarip, bir de bunu tercume etmenizden benim anladigim, siz, tercumanlik konusundaki yeteneklerinizi sergilemek, ve bir ‘job’ teklifi almak istiyorsunuz.

    Olabilir. Normaldir; hatta daha da ileri gidip, ‘commendable’ bir gayret oldugunu dahi soyleyebilirim.

    Fakat, benim bir mutercim ihtiyacim yok; baska birisinin olur umarim. Boylece, faydali bir is yapmak firsati ele gecirirsiniz.

  310. Bütün uzaylılar birleşin!

    Hepimiz uzaylıyız. Ya da hiçbirimiz uzaylı değiliz çünkü “uzay”lı diye bir şey yok; “Dünya”lı, “X”li, “Y”li, “Z”liler var. Fakat hepimiz “evren”liyiz.

  311. Çin ve Komünist Çin

    Ne mutlu mutlu cahiller arasında cahilim diyene
    Siz haric, baska herkes, ‘Roma Imparatorlugu’ ile ‘Kutsal Roma Imparatorlugu’ arasinda isim benzerliginden baska bir iliski olmadigini bilir.
    Düzeltme:
    Aşağılık duyguları içinde doğmuş büyümüş, Batı bilgileriyle beslenmiş, Batı yasalarıyla yaşayan, Batı devlet sistemini benimsemiş, Batı teknolojisini ve bilimini havada kapmış ve köküne kadar yutmuş, bilgileri Batı araştırma sonuçlarının kırıntılarıyla geçinmiş, her şeyde Batı takilitçiliği yapmış, alçaklığı ancak kendimizi yüksekte görme aynasına bakarak avunmuş biz cahil Türkler haric, baska herkes, ‘Roma Imparatorlugu’ ile ‘Kutsal Roma Imparatorlugu’ arasinda isim benzerliginden baska bir iliski olmadigini bilir.
    Örneğin Necip ne demiş?
    Dünyanın en zengin ülke üniversitelerinde büyük para yardımlarıyla Konfüçyüs öğretisi aşılamak isteyen günümüz komünist Çin Halk Cuhuriyeti ile 1948 öncesi Çin arasındaki tek benzerlik “Çin” kelimesi.
    Necip yine kelimeler içinde kayboldu.

  312. Fiyatı Maaşı, Değerini Arıyor

    Necip ve kelimeler Ormanı
    Fiyatın aylık maaşın, değerini kaybetmişsin, arıyorsun.
    “Daha once de, baska baglamda, yazmistim. Ben elitistim.
    Ister mafya mensubu olsun, ister din adami, isterse de fikir/sanat insani; ben, iclerinde en iyi olani hep takdir ederim.”
    Bu defa kelime farkı kendini çamurdan sıyıracağına daha derine soktu: Doğru, Necip elit değil, elitlerin dalkavuğu. Ama sanırım aralarına girmek hevesi de inkar edilemez. “Gibi görünmek” devrinde yaşıyorsak da, Allah Necip’e elitleri ayırt edebilecek gücü vermiş. Sapıtsa da hemen “relativist” olduğunu hatırlar, hatırlatır, yan çizer.
    “Onun dogdugu bolgede (Guney Dogu), askerligini yap(a)mamis insanlara muteber gozle bakilmazmis. Adamdan sayilmak icin, hangi rutbe ile oldugu onemli degil, ama askerligini yapmasi sartmis. Yapmayanlara kiz bile verilmiyormus.
    O zamanlar bile inanilir gibi gelmemisti bana, …”
    Necip diplomasızların adam sayılmadığı Kuzey Batı ile askere gitmeyenlerin adam sayılmadığı Güney Doğu konusunda “relativist” şapkasını çıkarır, “elitist” şapkasını takar. Öğrenmekten vaz geçer, hikmetini sergiler. Hatta farkında olmadan ağzından Türkiye’de yaygın “Doğu” ırkçılığını kaçırır. Bununla da kalmaz, saçmaladığı hatırlatılırsa hemen taklidini güç bela edebildiği post modernciler “gibi görünür” ve tekrar “relativist” olur. Hatta “önemli olan kelimeler değil, ne oldukları şarlatanlık külahını takıverir.
    ” Bunun nedeni Asya üretim tarzı, ya da doğu despotizmi veya adına ne dersek diyelim (önemli olan bunun kendisi, adı değil)”
    Konusunda cahilliğini yine külah değiştirmeyle başarır.
    “Bunu gozardi edip, Dogu’yu ‘despotizm’ etiketiyle tukaka etmek, aynen odur: Tukaka etmek.”
    İsimlerden meta-isimlere geçer. Sanki herkes kendisi gibi kavramları sözlüklere bakarak anlıyor!
    Elitist olduğundan kendi dil çabukluğuna hayran olur. Narkissos aynaya bakar, Necip lügata. Bu sapık elitist, Hiroşima’ya atılan atom bombada katliamın “en iyisini” görür. İktidarlara da hayranlığı, iktidarların tanrılar gibi ölümsüz – hikmet dolu Necip’in “iktidar her zaman var, var olacak” ilahisi – olmaya başarmaları bu sapığın ağzını sulandırır.
    İşte bu külah değiştirme elit olma heveslisinin diğer bir külahı:
    Önce yazılandan bir alıntı aktarır:
    [ “Öte yandan bu despotizmin ‘Doğu’ya özgü olmadığı da eklenmeli.”
    Ditto.
    “Mesela Roma da böyle değil miydi? (‘Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır.’)”]
    Benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır. Kendi gibi bir salağın saçmalığını kabul eder.
    Örneğin dünyanın her yerinde:
    Dünyanın her yerinde, çölde yaşayanlar, aynı kültürü geliştirirler.
    İşte sana iki Türk dahi!
    Ama Necip sadece dahi değil hikmet dolu. Varılan “sonuçta” horozluk eder, sidik yarışına girer: “ama, Roma’nin sonunu Hiristiyanlik getirmistir bence.”
    Bu defa da büyük daha derin bir çamura saplanır. Bu ibiş tarihte “barbarlar” diye adlandırılan Gothlar (Germanlar), Hunlar’ı bile duymamış. Ne de Batı Roma / Doğu Roma ayırımı yapacak kadar kulak dolgunluğu bile var. Batı Roma son yıllarındaki imparatorlar ve generallere bir göz atsaydı cahillik/hikmet uykusundan belki uyanırdı. Necip, Ayasofya’ya inek trene bakar gibi bakmış, Arşimet olmuş, ” Roma’nin sonunu Hiristiyanlik getirmistir!” diye bağırmış.
    Zavallı salt alış veriş bildiğinden, tefeciye bankacı, gammazlayana gazeteci, şişkolara kral adı takıldığı gibi kendisi gibi fiyatlardan başka bir şey bilmeyen adi bir tezgahçıya verilen işletmeci veya tecnician veya alış veriş şirketinde memur adlarını ciddiye alır, aynaya bakar ‘Herseyin fiyatini bilir; hicbirseyin kiymetini bilmez’ kendini görür.

  313. Anonim

    ““Devlet dini” acele bir deyim olmuş, düzeltmem gerek.
    Evrensellik iddiasına yaklaşan ilk din, belki Ahemenişler zamanından beri İrandaydı. (Mısır’da Akhenaton istisna olabilir, ama etkisi ve süresi kısıtlı.) Devlet gücüyle din yayma adeti, ilk Sasanilerde çıkmış görünüyor.
    Daha önceki dinler Devletin tanrılarına saygı talep etmişler, ama hükmettikleri halkların ilahlarını da kolayca pantheon’a dahil etmişler. Sasaniler ilk kez gelişmiş bir teolojisi, tek veya sınırlı sayıda ilahı ve bağımsız ruhban sınıfı olan bir dini tüm uyruklarına kabul ettirmeye çalışmışlar. Romalıların imparator kültüne saygı göstermeyeni yakması ile İranlıların ahaliyi cebren din değiştirmeye zorlaması arasında cins farkı var sanıyorum.
    Mezopotamya ve Ermeniye’de 250 yıllarını izleyen kargaşalık bunun eseridir. Roma İmparatorluğu’nun da 285’ten itibaren zorla dini birlik sağlamaya çalışması ve bu tutmayınca 320’lerden itibaren yeni bir devlet dini (Hıristiyanlık) benimsemesi Sasani modeli üzerinedir derler.
    Arapların politeizmden monoteizme meyletmesinde hep Hıristiyan/Yahudi geleneğinin etkisi üzerinde durulur. Oysa devlet dini ve cihad kavramlarında belki İran etkisi de aranmalıdır.”
    (Kelimebaz – Sevan Nişanyan)

    “Haçlı savaşlarının nedenlerini Hıristiyanlığın yayılmasında, Kudüs’ün kurtarılmasında aramak yüzeysel bir düşüncedir. Bu savaşların başlıca nedeni o çağın Avrupa’sında geçim sıkıntılarının çoğalması, büyük açlar sürüsünün dört yana saldırması gibi üretim-tüketim dengesizliğinden gelen bunalımdır. Nitekim din adına savaşanlara katıldıkları söylenenlerin, başta İstanbul olmak üzere, gittikleri bütün illeri soyup soğana çevirdikleri, kadın-kız ne olursa saldırdıkları bilinen bir olaydır. Bu olayın ayrıntılarını da yine Avrupa tarihçilerinin yapıtlarından öğreniyoruz. İslam ordularının İran’a, Hindistan’a, Asya içlerine değin saldırmalarında dini yaymak düşüncesinin ne denli boşlukta kaldığı, tanrı adına savaşanların bu ülkeleri soymalarından anlaşılmıştır. Çöllerde aç dolaşan Arap sürüleri, ulaşım-iletişim olanaklarının gelişmesiyle yeni bilgiler edinmişler, hangi ülke bolluk içindeyse oraya saldırmada gecikmemişlerdir. Bu tür olayları yaratan nedenleri görebilmek için yüzeye vurana değil, tabanda yatana bakmayı becermek gerekir, bu da bilimsel bir yöntemle, sağlıklı bir bakış açısı edinmekle olabilir.”
    (İsmet Zeki Eyüboğlu – Sömürülen Alevilik s. 118)

  314. Anonim

    “Cumhuriyet ideolojisi, Türk ulusuna yeni bir kimlik ve uygarlık modeli keşfetmek için tarihe baktığında, Timur ve Cengiz’den, Attila ve Oğuz’dan başkasını görebilecek bir ufka sahip olmamıştır. İstila ve yağma dışında bir etkinlikleri ciddi tarihçilerin dikkatini çekmemiş olan bu zatların yanında, Yunus Emre, Hacı Bektaş gibi bir-iki minör edip ve filozofun keşfi ulusal gururun taşkın tezahürlerine konu olmuş; bu da yetmeyince tarihi olgular zorlanarak Celaleddin Rumi’ler, İbni Sina’lar Orta Asya Türklüğüne maledilmeye çalışılmıştır.
    Oysa Türkiye tarihi, bu tür zorlamalara gerek duymayacak kadar zengindir. Tarihin ilk filozofu Thales, coğrafya ilminin kurucusu Miletli Hekataios, Hıristiyan dininin asıl kurucusu olan Tarsuslu Paul Anadolu’ludur. Bergama kralları antik çağın ikinci büyük kütüphanesini burada kurmuşlardır. Binbeşyüz yıl boyunca Doğu ve Batı tıbbının dayanak noktası olan Galenus, insanlık tarihinin en önemli kentlerinden birini kuran Konstantin, Batı hukukunun temel metinlerini derleyen İstanbullu Tribonianus, mimarlık tarihinin en cüretkâr kubbesini tasarlayan Aydınlı Anthemios Türkiyelidir. Şavşat’ta yetişen destan şairi Rustaveli, antik Yunan felsefesini Rönesans İtalyasına aktaran Trabzonlu Bessarion, Musevi dininin en büyük reformcularından biriyken İslamiyeti kabul eden İzmirli Sabetay Zvi, orkestra zilini icat eden Zilciyan, ilk Türkçe matbaayı kuran Macar Müteferrika, Türkçe ilk romanı yazan Vartanyan Paşa bu toprakların evladıdır, ve bugünkü Türk halkıyla kan ve soy bağları herhalde Cengiz ile Attila’nınkinden bir hayli daha yakın olsa gerekir. Buna rağmen Cumhuriyet devrinde, görünürde İslamiyet engeli de aşılmış olduğu halde, bu kişilerin torunları olmakla “övünen” Türklere pek rastlanmaz.
    Eğer Türkiye uygar ve Batılı bir ulus olma iddiasında ise, bu iddianın tarihi dayanaklarını, çarpıtmalara başvurmadan, Hunlara ve Hurrilere hayali uygarlıklar atfetmeden, bu ülkenin topraklarında ve bu halkın ataları arasında keşfetmek zor değildir.
    Bu keşfe engel olan şey, olgular değildir; çünkü olgular, Türk ulusunun Orta Asya’dan çok Anadolu ve Rumeli kökenli olduğunu gösterir.
    Bu keşfe engel olan şey İslamiyet de değildir: çünkü İslamiyetin, Türklerin kavimsel kökeni hakkında bir iddiası yoktur. Tıpkı Hıristiyan Avrupa’nın Rönesans’tan sonra kendi pagan geçmişiyle barışması gibi, İslamiyetin de, hidayetten önceki Anadolulu atalarının olumlu yönlerini keşfetmesi teorik olarak pekala mümkündür.
    Bu keşfin önündeki esas engel, sanırız Türk siyasi elitinin 1910 ve 1930’lardan itibaren saplandığı ilkel ve dayanaksız Orta Asya ırkçılığında aranmalıdır.”
    (Yanlış Cumhuriyet – Sevan Nişanyan)

  315. Anonim

    “AKP diktatörlüğü”nün tek nedeni AKP oyları, onun da tek nedeni ANAP, DYP, hatta Genç Parti, DSP gibi partilerin ortadan kalkması ve buradan gelen oyların AKP’ye gitmesi değil mi?

  316. Gün Zileli

    evet, merkez sağ oy deposudur bu. Fakat artık bugün faşizmin oy deposu oldu.

  317. Anonim

    Asya üretim tarzı / Doğu despotizmi ve hatta günümüz Doğu kapitalizmi ile Batı kapitalizmi ve öncülü Batı feodalizmi arasındaki temel farklar aşağıdaki şekillerde açıklanamaz mı?

    – Doğu despotlukları ve bugünkü Doğu devletlerinin çoğunda, Batı’daki benzerlerinden farklı olarak, egemenliklerini başka soylularla, burjuvaziyle ve yerel egemenlerle paylaşmayan (bugünkü biçimi: federalizm ve otonomi/özerklik kabul etmeyen üniter yapı) katı merkeziyetçi sultanlık, krallık, emirlik ve hatta başkanlık hanedanları (Osmanlı, Suudi, Körfez emirlikleri, Esad’lar vb)

    – Batı’nın köklü, yerleşmiş parlamenter sistemlerinden farklı olarak:
    Parlamenter rejimin ya hiç kurulamadığı (Suudi vb),
    Ya da İran’daki gibi molla oligarşisi veya darbeler, askeri vesayet, otoriter tek parti iktidarları (CHP, DP, AKP, Esad, Mübarek, Sisi vb) gibi güçlerin müdahale, baskı ve vesayetleri sonucu sık sık kesintiye uğraması ve zayıflaması

    – Yine Batı’nın aksine laik ya da seküler bir rejim ve kültürün kökleşmemesi:
    Bazılarında, İran’da görüldüğü gibi teokratik (ruhban sınıfının idaresinde) denebilecek bir rejim,
    [İran’da Sasani döneminin Mecusi/Zerdüşt ruhban sınıfı ile İslami dönemin Şii ruhban sınıfı aynı koşulların bir sonucu değil midir?]
    Bazılarında teokrasi olmasa da dini bir resmi ideoloji olması (Suudi vb),
    Türkiye gibi Batılılaşma ve modernizmin en güçlü olduğu bir diğerinde bile: 1) Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun gücü, 2) Alevi, Yezidi, Bahai gibi inançların hukuken tanınmaması, 3) Zorunlu din dersleri ile bir din ve mezhebin başka inanç mensuplarına ve inançsızlara dayatılması, 4) İktidarın lider ve sözcülerinin Ateizm, Alevilik ve Zerdüştlük gibi inanç mensuplarını açıkça hedef alan beyanları gibi Batı ülkelerinin çoğunda görülmeyen veya istisnai olan durumlar

  318. Anonim

    Necip’in Erdoğan ve AKP hakkında genel bağlamdaki (yani ülke geneli ve siyaseti açısından) görüşleri biliniyor.
    Belki bunlarla ilgisiz ve kişisel / siyaset dışı diyebileceği, fakat Erdoğan ile yakın ilgisi nedeniyle böyle sayılamayacak (ve ülkedeki çoğu kişinin ne yazık ki unutmak bir yana hiç duymadığı) bir olay ile ilgili düşüncesini sormak isterim. Bu tür olaylar normalde istifa nedeni olması gerekirken ancak otoriter rejimlerde örtbas edilebiliyor.

    http://serbestsiyasa.com/?p=1014

    1 Mayıs 1998’de İstanbul’da (Şişli Abide-i Hürriyet Caddesi’nde) saat 11:45 sularında ölümlü bir trafik kazası meydana geldi. 34 ABR 93 plakalı Opel marka aracın çarptığı yaya, Türk Sanat Müziği sanatçısı Sevim Tanürek (d. 1934) ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı, altı gün sonra Alman Hastanesi’nde vefat etti. Tanürek’e çarpan aracın sürücüsü Ahmet Burak Erdoğan, o zaman İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğluydu. Sürücünün14 Kasım 1997’de 42485 sicil numarasıyla Kağıthane İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden B sınıfı ehliyet aldığı bildirilse de, bunun geçmişe dönük ve sahte olarak düzenlendiği savlandı. Sevim Tanürek’in eşi, Ahmet Burak Erdoğan’ın sürücü belgesi olmadığının kendisine kazanın ardından gittiği karakolda söylendiğini belirtti. Kazanın ardından Erdoğan hakkında “Dikkatsizlik ve Tedbirsizlik ile Hayati Tehlike Teşkil Edecek Derecede Yaralamaya Sebebiyet Vermek” suçundan Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK 459/2 maddesi uyarınca 3 aydan 20 aya kadar hapis istemiyle dava açıldı. Erdoğan’ın, trafik raporunda “dalgın olarak araç kullandığı için tali kusurlu” olduğu, Tanürek’in, duran taşıtların önünden yola çıktığı için hatalı olduğu ifade edildi. Erdoğan’ın kusur oranı, 3/8 olarak belirlendi. Tanürek’in hastanede vefatı üzerine oğul Erdoğan hakkında ek iddianame düzenlendi ve istenen ceza 2 yıldan 5 yıla kadar hapis olarak yükseltildi.

    Kazaya ilişkin yargılama süreci 16 Ekim 1998’de, yani kazadan tam beş ay sonra Şişli 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başladı. Daha sonra Kemal Kerinçsiz’in de avukatlığını yapacak olan Avukat Kadir Kartal, müvekkili (olay tarihinde savcı Süha Babacan tarafından tutuksuz yargılanması istenen) Ahmet Burak Erdoğan’ın ¨İngiltere’de dil eğitimi¨ gördüğü için mahkemeye katılmadığını belirtti. 20 Eylül 1999’da görülen, Erdoğan’ın yine katılmadığı duruşmada Adli Tıp İhtisas Dairesi’nin kazayla ilgili raporu açıklandı. Buna göre Ahmet Burak Erdoğan tamamen suçsuz bulunurken, kazanın kusuru bütünüyle (8/8) Sevim Tanürek’e yüklendi. Bu rapor aynı daire tarafından 20 Ocak 2000’de teyit edildi. Bu rapor hazırlanırken Eyüp Çakmak ilgili ihtisas dairesinin başındaki kişiydi. Mahkemenin 2 Haziran 2000 tarihli duruşmasında, Ahmet Burak Erdoğan’ın beraatine karar verildi.

    Kaza olduğunda ehliyetini aldığı belirtilen tarihin üzerinden henüz altı ay bile geçmemiş olan Ahmet Burak Erdoğan’ın suçsuz bulunması Türkiye’deki trafik istatistiklerine biraz aykırı bir durumdu. 2005 yılında Ankara odaklı bir istatistiğe göre şehir içi trafik kazalarının %44’ü yayaya çarpma şeklinde gerçekleşmektedir 1. 1998 yılında Türkiye’de toplam 551,211 trafik kazası meydana gelmiş, bu kazaların yalnızca %2.72’sinde yayalar kusurlu bulunmuştur, sürücü kusur oranı ise %95.96’dır.

    17 Haziran 2001’de Hürriyet’te çıkan bir köşeyazısında Tanürek’in eşi Ahmet Tanürek’in şu sözleri yer aldı:

    “Tayyip’in oğlu kırmızı ışıkta hızla geçiyor. Peşine siren çalarak ekip takılıyor. Kaçarken, yaya geçidine 5 metre kala eşime çarpıyor. 30 metre sürüklüyor. Eşim 6 gün sonra vefat etti. Yakalandığında polislere Tayyip’in oğlu olduğunu söylüyor. Zaten o andan itibaren her şey değişti. Karakola gittik, çocuğun ehliyetini sormuyorlar. Polislere bunu hatırlattığımızda ‘Siz ukalalık etmeyin, biz ne yapacağımızı biliriz’ dediler. Kazadan hemen sonra caddemize belediye arazözleri geldi. Tarihte ilk kez, caddemiz baştan aşağı yıkandı. 35 metre fren izi vardı ve her şeyi bir anda yok ettiler. Çocuğun ehliyeti yoktu. Kazadan sonra, üç ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlediler. Mahkeme başladı, çocuk bir kez olsun gelmedi. Babası tarafından yurtdışına gönderilmişti! Ama Tayyip’in adamları hep oradaydı. Karımın hakkını ararken bir şey söylediğimizde dirsek yedik, tehdit edildik, tacize uğradık. Hákime çocuğun ehliyeti olmadığını, kazadan sonra babasının forsuyla düzmece ehliyet verildiğini söylediğimizde ‘Ne demek yani, siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz’ diye azar işittik. Sakin bir insanımdır ama o anda elimde bir şey olsaydı, kafasına fırlatırdım. Olayın oluşunu gören tanıkların hepsi tehdit edildi ve korkutuldu. Buna bir yakınımız dahildir. Sadece bir tek genç kız tanıklık yapmakta direndi. Fakat işin rengi değişmişti. Başına iş gelmemesi için ona da tanıklık yaptırmadık. Şişli karakolunda çocuğun ehliyetini sormayan polislerin ve sahte ehliyet veren trafikçilerin aileleri dava görülürken defalarca gelip yalvardılar, işin üzerine gidersek kocalarının görevine son verileceğini, aç kalacaklarını söylediler. Onlardan da şikáyetçi olmadık! Kapımızda her gün belediye araçları durur, Tayyip’in adamları önümüze çıkardı. Tanıklara olduğu gibi, bize de, uğraşmayalım diye en az 20 ‘ricacı’ geldi. Tayyip belediye başkanıydı. O zaman anladık ki, karşımızda bir ‘dev’ vardır ve onunla baş etmek mümkün olmayacaktır. Biz bu durumda aile meclisi olarak toplandık ve işin ucunu bırakmaya karar verdik… Çünkü bir sonuç çıkmayacaktı. Onlar çok güçlüydü. Sonuçta efendim, mahkeme kararını verdi! 8’de 4 kusurlu olan çocuk 3 ay hapis cezası aldı. Bu da paraya çevrildi. 1998 yılının parasıyla toplam 540 bin lira ceza ödediler. Bugünün parasıyla yaklaşık 2 milyon eder.” 2

  319. Gün Zileli

    son cümledeki rakamlarda sanırım bir yanlışlık var. tersi olmalı.

  320. Geri Kalmanın Taban/Üst Ruh bozuklukları

    35 Anonim 28 veya “Sömürülen Alevilik” kısmı
    “Kes, yapıştır” ne kadar tuhafsa cevap vermek o kadar delilik, ama olsun, her şeyde bir HAYIR vardır.
    1. “Sömürülen Alevilik” yazısına “tabanda yatana bakma” ve “bilimsel bir yöntemle, sağlıklı bir bakış açısı edinmekle” bakarsak, bir yandan, bu bakışların tamamıyla sosyal – veya daha aydınlar diliyle ekonomi-politik – kökenlere hatta modalara dayandığı defalarca kanıtlandığı halde hala saf, tarafsız, bakire, kız oğlan kız “taban” ve “bilimsel yöntem” peşinde koşanların olduğunu görüyoruz.
    En basit birkaç örnek: Taban coğrafyayla coğrafi bölgelerde yaşayan insanları ayrı alan eski görüş açısı çoktan çürütüldü. Çevre kirliğinden her şeyin nedenini anlatan son moda iklim değişikliğine; bütün hayvan ve bitkileri günde akıl almayacak kadar sayıda yok eden şehirleşme ve endüstriyel-teknolojik cambazlıklara kadar. En bakire sanılan fizikte bile gözlemciyle gözlenen ayırt edilemiyor. Hastalıkların %90’ını hala tam anlaşılmayan “placebo” tedavi ediyor.
    Meğer bu sitede rastladığım Türk cahilliği ile geç taklitçilik çok daha yaygınmış. Daha önce, kendi içinde bulunduğu komployu görmeyen bir bilgiç şişe şişe komployu ayırt edebilme hakkında imam vaazı vermişti. Hatta site bilgiç dolu.
    Diğer yandan aynı yazı “materyalist” – veya bilgiçlerin dilinde “diyalektik materyalizm” – kokuyor. Bu görüşün en coşkun savunucusu bile “devrin egemen düşünceleri, egemen güçlerin düşünceleridir” diyerek kendi düşüncelerine karşı kuşkusunu belirledi.
    Bu yazıda kullanılan son derece çirkin sıfatlarla, farkında olmadan zamanımıza egemen güçlerin egemen ideolojilerinin papağanlığını incelemek daha da uzun bir konu. Ama böyle tatsız yazılar çok üzüyor!
    Hareketin sırrına varmak isteyen ilk filozoflardan biri hareketin neden başladığını anladığını ama başladıktan sonra hala neden devam ettiğini anlamadığını söyler. Bütün bilimsel cambazlıklara rağmen, hareket incelendiğinde, hareketin duranlardan oluştuğu çelişkisi hala tatmin edici bir şekilde sona ermedi. Sinemada gördükleriniz fotoğraflar dizisi.
    Daha somut olarak, neden tiksindirici zenginliğe kavuşmuş bireyler ve ülkeler hala daha da zengin olmak istiyorlar? Bu zavallılar altlarındaki tabana bakmıyorlar. Bunu eleştirerek inceleyen binlerce yazı ve ileri sürülen fikirler var. Burada tam tersi düşünceler arasından bir tane aktaracağım: Einstein’in “çok hızlı gitme, yok olursun” uyarsına bile uyanmayan bu ucubeler, egemen güçlerin altlarına sürdükleri nışadırın acısıyla tek bildikleri ve tek gösterilen yolda gittikçe daha hızlı koşmaktalar. Modadaki adı tüketicilik. 19. yüz yılda “News from Nowhere” (Hiçbiryerden Haberler) ülkesinde yaşayan ve hallerinden memnun olanları tembel ve disiplinsiz bulan egemen güçler bilerek o mahallelerdeki yaşam maliyetini üssel artırıp k*çlarına nışadır sürdüler.
    Bu yazıyı yazan bilgiç hiç değilse sadece Muhammet öldükten sonra Mekkelilerin cambazlıklarına “bilimsel bir yöntemle, sağlıklı bir bakış” açılarından birkaçına baksaydı; egemen tarih yerine “alttan tarih” kitapları okusaydı veya tarihi kazananlar tarafından yazıldığını bilseydi belki, belki, belki bilgiçlilik taş uykusundan uyanırdı. Mekkeliler Muhammet doğmadan 100 yıl önce Bizans’ın peyki olmak istemişlerdi. Yani bu bilgiçin diliyle sürü olmaktan çıkıp günümüz Türkler ve Alavileri gibi “sürü ama sürü değil” veya çobanlı sürü olmak istemişlerdi.
    Not: Diğer kısımlara vaktim olursa değineceğim, şimdilik basit uyarılar.
    1
    “34 Anonim 28” İran Zerdüştlük dininin Yahudilik ve Hıristyanlık dinlerine etkisi çoktan biliniyor. Hatta 19. yüz yılda kök alan ve 20. yüz yılda tamamıyla meyve veren ve hatta şimdi yeni bir kıyafetle yayılan totaliter rejimlerin İran dininden Yahudiliğe ve sonra Hırıstiyanlığa geçerek her ikisini de etkileyerek, yani dünyanın “temizlenmesinin” mümkün olduğu düşüncesini içerdiklerini ileri sürenler var. Bence bu iddialarda eksiklik “umut umutsuzlar içindir” deyişini bilmemeleri.
    Üstelik “kesip-yapıştıran” iki yazı arasındaki hemen göze çarpan çelişkiyi bile görmemiş.
    2
    “35 Anonim 28” süpermarket alıcı/yiyici bir bilgiç. Batılı ve zengin olmayı, bilim-teknikte, felsefede, ekonomi biliminde, sosyolojide, vs. vs. vs. katkıda bulunmayı Orta Asya’da bulamadıysak, Anadolu’da arayalım. Aşağılık duygusunun, hep taklitçi maymunlar olmanın yarattığı pek de “tabanda” aramaya benzemeyen bir bilgiç itirafı.

  321. Necip

    “Necip’in Erdoğan ve AKP hakkında genel bağlamdaki (yani ülke geneli ve siyaseti açısından) görüşleri biliniyor.”

    Yok. ‘Biliniyor’ degil, ‘tahmin ediliyor’ demek daha dogru olur.

    “Belki bunlarla ilgisiz ve kişisel / siyaset dışı diyebileceği,”

    Evet. Tam olarak oyledir. Siyaset ile alakasi, konuya bir siyasetcinin dahil olmasindan ibarettir.

    “fakat Erdoğan ile yakın ilgisi nedeniyle böyle sayılamayacak (ve ülkedeki çoğu kişinin ne yazık ki unutmak bir yana hiç duymadığı) bir olay ile ilgili düşüncesini sormak isterim.”

    OK.

    “Bu tür olaylar normalde istifa nedeni olması gerekirken ancak otoriter rejimlerde örtbas edilebiliyor.”

    Burada ‘otoriter rejim’ derken tam olarak ne demek istediginiz, hangilerini dahil ettiginiz, hangilerini de kapsam disi biraktiginiz acik degil.

    Zannedersem, bu tur seylerin olmadigini dusundugunuz rejimler ‘otoriter rejim’ sayilmiyor.

    Bu acindan bakinca, acaba ABD bir ‘otoriter rejim’ midir diye sorasim geliyor.

    Oyle ya, ulkede, turlu cesitli secim surecleri sonrasinda, isbasina gelmis 500 binden fazla insan var. [ https://en.wikipedia.org/wiki/Elections_in_the_United_States ]

    Peki, de, mesela, Kennedy ailesi, Bush ailesi, hatta –daha yeni olmakla birlikte– Clinton ailesi ile ilgili turlu cesitli iddiaya ne diyecegiz?

    Bunlar arasinda, cok daha az bilineni, bir siyasetci aile degil de, ABD’nin ‘kurucu zengin’ ailelerinden birisi olan Vanderbilt’ler [ https://en.wikipedia.org/wiki/Vanderbilt_family ] ile ilgili anlatilan bir hikayedir.

    Bu aileden birisi, birisini oldurur. Alenen, herkesin gozunun onunde. Mahkemeler, ellerinden eleni yaparlar ama cok da kiviracak imkan yoktur. Ugrasa didine indirirler; ama, 20 sene filan gibi bir mahkumiyet cezasi verirler. [Bu hikayeyi oldukca uzun bir zaman once dinledim; rakamlarda yanilabilirim.]

    Bunun uzerine ne yapilir; biliyor musunuz?

    Malum, ABD’de cezaevi isletmeciligi ozel sektorce de yapilabiliyor. Onlar da, Vanderbilt ailesine ait, devasa bir arazide kurulu bir malikaneyi cezaevine donusturuyolar [the mansion and the ranch gets designated as a prison]. Gardiyanlari da, daha once orada calisan personel; usaklar filan.

    Adam, cezasini orada ‘cekiyor’; istedigini orada agirliyor, partiler resepsiyonlar girla..

    Bu hikaye, tabii ki, medayada hicbir sekilde yer almaz.

    Ve, ‘medayada hicbir sekilde yer almaz’ ise, olmamistir.

    Benzer sekilde, ‘otoriter rejim’ saymadigimiz Birlesik Krallik’la ilgili anlatilanlar vardir.

    Mesela, Margaret Thatcher’in oglu Mark Thatcher hakkinda (bilhassa Guney Afrika’da yapip ettikleri baglaminda) anlatilanlar.

    Ya da, hepimizin bildigi, Prenses Diana (‘Lady Di’ ya da, daha uygun olarak ‘Lady Die’)..

    Almanya’da, Thyssen ailesinden birisini oldurerek sonun baslangicini yasayan Kizil Ordu Faksiyonunun liderlerinin hapishanede (ayri ayri hucrelerde) aniden ‘toplu intihar’lari..

    Bati’da, ABD ve Avrupa’da, ‘otoriter rejim’ olmayan bir cok ulkeden –eminim– meraklisi hayli genis bir ontoloji cikarabilir.

    Cikarabilir ve boylece konunun ‘otoriter rejim’ olmadigini goruruz.

    Mesele, ‘kudretli insanlar’ meselesidir.

    Bunlarin siyasi olmasi, ya da Karun kadar zengin olmalari da gerekmiyor.

    Bkz. Urfa Kapalicarsisinda, adamin birini bir ‘bitirin’ lafiyla katlettirip, sonra da uc kurus ‘kan parasi’ vererek siyiran Ibrahim Tatlises.

    Ya da, Hurriyet gazetesi ve Ayse Arman’in da katilimiyla perdelenen Asli Bas cinayeti..

    [Daha, Simavi’lerin ne haltlar yedigini okuyup ogrenmek firsatimiz olmadi; cunku ‘suc ortaklari’ cok genis bir cevre olusturuyor.]

    Butun bunlari RTE savunmasi olsun diye yazmadim. O konu da, yukaridakilerden birisidir.

    Benim ilgimi ceken kismi, sizin ‘otoriter rejim’ nitelemeniz idi.

    Ben, bu tur davranis bicimlerinin ‘otoriter rejim’ ile alakali olmadigini dusunuyorum.

    Gerci, ‘otoriter rejim’ oldugunda (bazilari icin) daha kolay olabiliyordur belki; ama, baska rejimlerde de baska ‘bazilari’ icin yeterince kolay oluyor.

  322. Necip

    Metindeki ‘bugünün parasıyla’ ifadesinin dipnotunda ‘Söz konusu tutarlar paradan altı sıfır atılmasından öncesine aittir’ yaziyor.

  323. Necip

    “Asya üretim tarzı / Doğu despotizmi ve hatta günümüz Doğu kapitalizmi ile Batı kapitalizmi ve öncülü Batı feodalizmi arasındaki temel farklar aşağıdaki şekillerde açıklanamaz mı?”

    Hem aciklanabilir, hem de itiraz edilebilir.

    Benim asil merak ettigim sey su: Madem cok da hos/matah bir sey degil, o ‘rejim’lerde yasayan insanlar neden buna razi oluyorlar?

    Bunu, cok dar bir kesitten bakarak, ‘kultur’ filan gibi daha da muglak kavrmalara aciklamak sozkonusu olabilir, tabii ki.

    Fakat, ‘kultur’ filan da fanusta (‘in vacuum’) olusmuyor ki. Onu da olusturan sebepler, sartlar ve/ya muharrikler var.

    O yuzden, etiket basip gecmek yerine, olusturan sartlara bakmagi ben daha dogru bulurum.

  324. Bilgiçlerde Miyopluk

    Sayın “37 Anonim 28 Temmuz 17” veya Asya üretim tarzı / Doğu despotizmi
    Batı’da devletle kapitalizmi birbirinden ayırt etmek imkansız, tamamıyla iç içeler.
    Bir telif hakkından tut, savaşla kapitalist yatırım veya sömürülerini korumasına kadar. Binlerce daha örnek vermeye gerek yok, son olaylardan dolayı Suriye’den kaçanları devlet sınırları engelledi. Benzeri çok. Devlet sınırları korunmasa dünya fakirlerinin, zenginlik içinde boğulmuş ve şimdi bataklıklarından turistlikten tut binlerce şarlatanlık terapilerle ruhi zenginlikle kurtulmak isteyenlerin ülkelerini istilası yanında, çekirge istilası çocuk oyuncağı olur. Tarihte de örnekler çok. Eve yakınlardan birkaç tane: Türk ve diğer halklardan oluşan köleler Memluk Devlet’ini kurdular. Türkler Abbasilerin kiralık askerleriydi. Cengiz Han diğer bir kaba örnek. “Sea People”, Antik Yunan ve Hititler, Akkadlar vs.
    Eğer merakınızı tatmin etmese de devlet-tüccar aşksız evliliğe benzer.
    Batı tüccarları (burjuva diyebilirsiniz) her alanda (sosyal, eğitim, sınıflar, devlet, yasalar, ekonomi, bilim-teknik, enerji, üretim, ekonomi, politika, kültür, ahlak, felsefe, teoloji ve hatta Allah’ın ölüşü, evlilik, …) kökten değişmeler yaptı ve evvelden beri rakibi sevgilisi devletle aşksız bir evliliğe mecbur oldu.
    Dünyanın her yerinde dizgini elinde tutanlar veya Batı kolonilerde dizgini Batı biçimi elde tutmayı öğrenenler, “ya Batı gibi ol, ya da geber!” mesajını kapıp ülkelerinde uyguladılar. Tabii bir sürü pürüzler çıktı. Yaşlı bir Cezayirli kadın “Fransızları atmak için bir sürü kan akıttık ama şimdi bütün Cezayirliler Fransa’ya gitmek istiyorlar, bu tuhaf değil mi?” sorar.
    Daha güzel ve göz kamaştırıcı örnekler burjuva yenilikleri uygulamadan başka bir şey olmayan sözüm ona Rusya ve Çin ve diğer komünist devrimleri.
    Batı’da akıl almaz gaddarlıklar, despotluklar, her alanda engelleri temizlemeler çok uzun yıllara içine yayılmış olduğundan yoğunluğu görülmüyor ve günümüzde köpeklerine attığı kemik bolluğundan Batı tarihi imrenenler arasında çok prizmalardan geçiyor. İngiltere’de fakirler sefalete sürükleyen Thatcher’in lakabı “Demir Karı””. Son 20-30 yıl içinde dünyanın üçte ikisi kadar insanın gelirini ellerinde tutanların sayısı onlarla sayılacak kadar azaldı.
    Diğer bir sorun da devletin kökeni, örneğin nehir/sulama işinin ilk makineler olan insan yığınlarını harekete getirecek bir komut gereği ortaya çıkışını araştırmalarda ileri sürülen Asya üretim tarzı / Doğu despotizmi tezi, yukarıda adını ettiğim burjuva kökten değişmeler gözlüğünü takanlar tarafından çarpıtılarak alakasız bir konu olmuş. Kısacası akıl almaz “ya/ya da” mantığıyla bakanlar Dünya tarihini “ya Batı/ya da Batı değil” tiksindirici basitlikle tiksindirici insan harabelerine sunarlar.
    Batı sadece ve sadece Mezopotamya’nın bir mirası. Geri kalan ilkokul tarihi, beyin yıkaması. Aynı ilk seleflerden olan Mısır, Hindistan ve Çin gibi.
    Anlaşılmayacağı veya yanlış anlaşılacağı pahasına da olsa. Eğer bu çirkin görüşü özetlersem: Tarihe ulusal-devlet gözlüğüyle bakma.
    İnsanlar Dünyanın dört köşesinde değişik güdü, yarar, cinsiyet, dil ve benzeri nedenlerle toplum yaşamayı becerdiler. Eşitlik, haklar, kurallar veya modern dilde yaslar uyma, demokrasi, özgürlük salt Batı ve yamaklarının tekeli değil.
    Kazananlar tarihiyle gözleri kamaşmışları çok basit ruhlu insanlar olarak görüyorum.

  325. Anonim

    Kendinden başkasını beğenmeyen alimimizi kendisiyle başbaşa bırakabiliriz. Çalıp oynaması için.

    Ama o zaman da canı çok sıkılabilir, sinirleri alt üst olup her yere küfürler yağdırabilir. Uzun süre kendi çalıp oynamaktan bu hale gelmiş belli ki.

  326. Anonim

    Süper-bilgiç ve küfürbaz malum kişi de Doğu despotluğunun bir ürünü değil mi?

    Bizde tartışma kültürünün Batı’ya kıyasla ne kadar geliştiği (veya “gelişmediği”) ortada değil mi?

  327. Necip Köleliği Sever ama nedenini Bilmez

    42 Necip 29 Temmuz
    “Benim asil merak ettigim sey su: Madem cok da hos/matah bir sey degil, o ‘rejim’lerde yasayan insanlar neden buna razi oluyorlar?”
    Neden sen b*k içinde yaşıyorsun ve seviyorsun? Belki onlar da senin gibi b*k içinde yaşmayı, senin gibi köle olmayı severlerdi.
    Bunu inceleyen binlerce kitaplar var ama senin gibi ırkçı bir pez*venk relativist olur, maaşını kazanmak için aldığı diplomasını, öğrendiği ve severek yediği Batı b*kunu unutur, köleliğini ve dalkavukluğunu yüzüne vuran Batılıları beğenmez. Ulan sen münafıklığın zirvesine ulaşmış bir şarlatan olmuşsun. Hala seni keşfedip Erdoğan rejiminde daha yüksekte bir çamurdaki makama oturtacaklarını ümit ediyorsun. Hasretini bu sitede ağlayıp göğsüne vurarak teşhir ediyorsun, bir çeşit son zamanlarda çok yaygın olan medya pornografisi olmuşsun.

  328. Zavallı Kara Cahiller

    44 ve 45
    Kibar efendilerin Batı safsatalarıyla Batı’da çok yaygın üstü kapalı hakaretler. Ulan bunda bile taklitçi maymun olmaktan kurtulamamışsınız. Batı’nın tarihte görülmemiş totaliterliğine işaret eden Marcuse bunu yutanları çoktan uyardı.
    Gocunduğunu ne kadar belli. Kara cahilliğinizi köpeklere atılan Batı demokrasisiyle örtmek istiyorsunuz.
    Benim sonsuz beğendiğim yüzlerce düşünür var ve eminim birini bile duymamışsınız. Tek amacınız sarışın zengin olmak. Özünüz, özetiniz bu.
    Batı’nın bütününü taklit eden Çin bile sizi uyandırmıyor.
    Tartışman için bilgili olman lazım. Konuyu bile anlamaşsın. Kara cahil yobaz yeni din müminleriyle tartışmakla eski din cahil yobaz müminleriyle tarışmaktan farklı olamaz.
    Okul+Televizyon+Medya sizi iyice bellemiş.

  329. Siteden Öte-lenmesi Gereken Nazi'ler

    Öte-Nazi yapalım da öte-leyelim şu Nazi’yi.

  330. Necip

    “Hala seni keşfedip Erdoğan rejiminde daha yüksekte bir çamurdaki makama oturtacaklarını ümit ediyorsun.”

    ‘Kul, kulu kendi gibi bilir’ derler.. cogu zaman isabetlidir bu.

    Benim oyle ozlemlerim yok. Siz, kendi ozlemlerinizi yansitiyorsunuz.

    Sizin gibi surekli cemkirmekten baska bir sey bilmeyen zibidilerin siyasi muhatabi olmanin benim acimdan cazibesi sifir. Maasi, ozluk haklari filan ne olursa olsun.

    Projem olsa, onu gerceklestirmek icin yanip tutusuyor olsam bile; bir seyler yapmak isteyeni pacalarindan kemirmek, asagi cekmekten baska bir sey bilmeyen sizin gibiler buna degmezsiniz.

    Cok yasayan 100’e kadar yasiyor; ve, o omru, sizin gibiler icin ziyan etmek anlamsiz.

    O yuzden, hicbir zaman siyaset –hatta, kamu hizmeti– benim icin bir anlam ifade etmedi. Etmeyecek de.

  331. Necip

    “Bunu inceleyen binlerce kitaplar var”

    Vardir muhakkak.

    Bir meslekdasi okusun, ve o da bir serh yazsin diye yazilmis kitaplar…

    Hicbir faydasi olmadigi asikar olan, yazilmis olmak icin yazilmis kitaplar.

    Gecin onlari.

    Kutuphane memuru lazim degil –biteviye kitap isimleri, referanslari veren.

    Okumus iseniz, anlamli bir seylere ozumsemisseniz onlari, yazin da bakalim bir ise yaramak ihtimaliniz var mi?

    Yoksa, boyle, kitap isimleri arasinda debelenir, baskalarinin cahil oldugunu tekrarlayarak tuketirsiniz omrunuzu.

  332. Doğu/Batı Cahilleri

    Kafayı “Asya üretim tarzı / Doğu despotizmi” safsatasıyla yemiş geri kalmış ülke orta sınıf harebeleri dolu bu sitedekiler insanı sonsuz tiksinidiyor.
    Gazetecilik yapmakla ve Erdoğanın ve benzerlerin becerilerini seyirle boşalan zavallılar.
    Şu kitabı okuyun ve pis ağzınızı kapatmayı öğrenin. Özellikle şu sizin gibi orta sınıf andavallara ders verecek bir tarihçi, bakın, ne demiş.
    “… the sixteenth and seventeenth centuries, European travelers found much to admire in the societies, economies, and cultural traditions of China, India, and other lands. By the eighteenth and nineteenth centuries, however, after the Enlightenment and the development of modern science, followed by the tapping of new energy sources that fueled a massive technological transformation, Europeans increasingly viewed other peoples as intellectually and morally inferior while dismissing their societies as sinks of stagnation.”
    Michael Adas, Machines as the Measure of Men: Science, Technology, and Ideologies of Western Dominance (Ithaca, N.Y.: Cornell University Press, 1989).
    Yüzlerce daha var ama sizler gibi para dininin yobaz sofularına bu yüze tükürme fazlasıyla yeter. Aranızda Atatürk’den bu yana bir adım atmış kişi yok.
    Turistler “Türkiye’de kaybolmak imkansız, Atatürk heykeli hep Batı’ya dönük” derler.

  333. Anonim

    Eğer yeni bir darbe ve ardından gelecek olan hükümetler başarılı olursa çok kötü olabilir. Çünkü diktatörlüğün yerine gelecek olan burjuva demokrasisi düzeni çökme tehlikesinden belki ilelebet kurtarabilir. Oysa eğer ikinci bir başarısız darbe girişimi olursa yeni bir iç çatışmayı kaldıramayabilecek olan devlet imamesiz kalmış bir tesbih gibi dağılabilir.

  334. Bir Ahmet Hakan Klasiği

    Bu adam hepimizle kafa bulup alay ediyor
    Ahmet Hakan – Hürriyet – 30 Temmuz 2017

    HÜSEYİN Gülerce dün sosyal medyada şu cümleyi yazmış:
    “48 yıldır millet düşmanlarıyla mücadele ediyorum”.
    *
    Bu adam hayatının tam 33 yılını…
    FETÖ sözcüsü, FETÖ yalaması, FETÖ şakirdi, FETÖ uşağı, FETÖ adamı olarak geçirdi.
    *
    Ve şimdi kalkmış…

    FETÖ’nün saflarında yalın kılıç savaştığı 33 yılı da hepimize “Millet düşmanlarıyla mücadele yılları” olarak yutturmaya çalışıyor.
    *
    Size bir şey söyleyeyim mi?
    Bu Hüseyin Gülerce’yi FETÖ’den falan değil, asıl “bu milletin aklıyla, zekâsıyla alay etmekten ve bu milleti aşağılamaktan” yargılamak şart.
    Ama tutuksuz olarak!

    – – – –

    Ahmet Hakan sağ gösterip sol vurarak “bu milletin aklıyla, zekâsıyla alay etmekten ve bu milleti aşağılamaktan” yargılanması gereken kişilerin en başında kimin geldiğini gizlemek istiyor. Hüseyin Gülerce’ye kadar gitmeye ne hacet?

  335. Perinçek hayranı İslamcı Kemalist

    Ben Atatürk ilkelerine bağlı laik bir şeriatçıyım

  336. Necip Yine Kızmış

    2 Necip 29
    Gazete -Televizyon – Medya Ucubesi Necip
    “Okumus iseniz, anlamli bir seylere ozumsemisseniz onlari, yazin da bakalim bir ise yaramak ihtimaliniz var mi?”
    Şimdiye kadar anladıkların seni rahatsız etti, hemen unuttun. Anlamadıklarını, okumadıklarını, bilmediğin konuları modern çağların yetiştirdiği hayatı ücret köleliğiyle geçen, bütün bildiklerini kitaplardan öğrendiği halde bunu bile inkar edecek kadar alçalan, dünyada sayıları en yoğun orta sınıf insan harebelerinin tipik tepkisinde bulundun: “o, onun fikri; bu, senin fikrin, yaşasın demokrasi, yaşasın relativizm, yaşasın ibişlik, yaşasın köleliğini sevmek!”
    Okulda alış-veriş, robotların çok daha iyi yapabilecekleri Batı kırıntı bilgileriyle “technician” olmuşsun. Çaylak olduğun konularda bilgiçlik özentisi içinde kıvranıp duruyorsun. Okuduklarımın bir sentezini yapsam hiçbir şey anlamaz, lügatlarda kaybolursun. Daha önce yaptım, yalan bile söylecek kadar alçalıyorsun.
    Sen kara cahil modern yobazsın, hepsi o kadar.
    En aşağı 10-15 konuda kara cahiilliğini yüzüne vurdum, hemen konuyu unutuverdin. Şimdi de sana kitap falan filan yazmamı istyorsun.
    Ama ön kararını vermişsin.
    ” Bir meslekdasi okusun, ve o da bir serh yazsin diye yazilmis kitaplar…”
    Senin istediğin bu sitede sana benzer salakların gazete ve televizyon, medya safsatalarını aktarıp sorumlu inek vatandaş gibi “seyirci toplumu” adı verilen zavallılarla başkalarının asıl becerilerini tartışıp sanal cinsel boşalmalar.
    Hepiniz Atatürk’ün ithal ettiği kapitalist-burjuva düzeninin kurbanları orta sınıf, maaşı iyi, gününün en büyük bir kısmını ücret köleliğiyle geçirip geri kalanını seyircilikle geçiren bilgi-kültür tüketicilerisiniz.

  337. Sitenin Özünü Ele Veren

    “48 Siteden Öte-lenmesi Gereken Nazi’ler 29 Temmuz 17 / 6pm
    Öte-Nazi yapalım da öte-leyelim şu Nazi’yi.”
    Nazi kim?
    Bizce “öte-leyelim şu Nazi’yi” diyen.
    Hem de farkında olmadan kendini ele veren bir Nazi.
    1. Bütün site adına konuşuyor. Çoğunluğa sığınmak isteyen korkak bir silik.Wilhelm Reich’in ” Listen, Little Man!” kitabını hatırlatıyor.
    2. (aslında, 1. maddeyi pekiştirir.) Uzun bir süredir, özellikle medyadan nedenleşen, okuma bilen ama anlamayanlara yeni bir ad bile verildi: “functionally illiterate”. Bu site böyleleriyle dolu. Herif bu biyolojik-kültürel mutasyonla hastaned fırlayan bu site orta sınıf hilkat garibelerinden biri. “öte-leyelim”in çevirisi “BİZ öteliyelim”. İnsan ancak bu kadar faşist ruhlu olur. Bu site en fazla çiğnenen sakızın Erdoğan oluşu da aynı nedene dayanır: Buna, psikolojide aşk-nefret ruh hastalığı denir.
    Bu sitenin öz ruhunu, uzun zamandır bin bir şekilde açık açık söylediğimi, ima ettiğimi bu herif eşsiz dile getirmiş. Bütün site adına totaliterliğin, faşistliğin en temel ruhunu ifşa etmiş: “B*ku temizleyelim!
    Zavallı iki şey bilmiyor:
    1. “Shit happens” = “B*k çıkacak”
    2. B*k temizleme vaatleri peşinde koşanların, örneğin devlet ve kapitalist-burjuvalar, yüzünden b*k içinde yüzüyoruz.
    NE MUTLU YOBAZ NEO-NAZİ TÜRKÜM DİYENE!

  338. Anonim

    Bu sitenin talihsizliği bu tiplerden kurtulamaması. AKP/polis masası gitti bu adam geldi.

  339. Anonim

    ‘Part Time Hero’ tişörtüne gözaltı iddiası…

    İHA’nın haberine göre Çanakkale’nin Lapseki ilçesinde, üzerinde ‘Part time hero’ yazılı tişört olan kişi gözaltına alındı.

    Lapseki ilçesine bağlı Şevketiye köyünde bir kişinin ‘Hero’ yazılı tişörtle dolaştığı ihbarını alan jandarma ekipleri, tahkikat başlattı.

    Üniversite öğrencisi olan ve çalışmak için Şevketiye köyüne geldiği öğrenilen U.A., üzerinde ‘Part time hero’ yazılı tişörtle görüldü.

    U.A., Lapseki Cumhuriyet Savcılığının talimatı ile tahkikat için gözaltına alındı.

    http://www.hurriyet.com.tr/part-time-hero-tisortune-gozalti-iddiasi-40535322

  340. Anonim

    Hero tişörtleri de yargının altın devrini yaşadığının kanıtlarından mıdır? Perinçek’e sormak lazım.

  341. Durduk yere (!) despotluğa takanlar

    Bazı insanlar Asya despotluklarına takmışlarsa bunlardan illallah dedikleri içindir.

    CHP tabanı AKP despotluğundan, AKP tabanı CHP despotluğundan, Kürt halkı TC-Suriye-Irak-İran despotluklarından, İran halkı Molla ve Şah despotluklarından, Aleviler Osmanlı despotluğundan, Şiiler Emevi-Abbasi-Vehhabi-Suudi despotluklarından, Maniheist ve Mazdekistler Sasani despotluğundan…

    Bunların zulümlerini yaşayanlar için “kapitalist burjuva demokrasisi” bu despotluklara kıyasla “komünist/anarşist/medeniyetsiz cennet” (var mı öyle bir cennet?) gibi sayılır.

  342. Anonim

    http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=020110&idno2=c020104#2

    AHMED b. NASR el-HUZÂÎ

    Ebû Abdillâh Ahmed b. Nasr b. Mâlik el-Huzâî (ö. 231/846)

    Mihne* olayında Halife Vâsik tarafından öldürülen muhaddis.

    …Dedesi Mâlik, Abbâsîler’in kuruluş yıllarında devletin yönetim kadrosunda önemli görevler almıştır. Daha sonra da babası Nasr’ın benzeri görevleri üstlendiği ve hatta Bağdat’taki bir çarşının (Süveykatünnasr) onun adıyla anıldığı dikkate alınacak olursa Ahmed b. Nasr’ın tanınmış bir aileye mensup olduğu anlaşılır…
    Halife Me’mûn ve Mu‘tasım devirlerinde şiddetini biraz kaybederek devam eden mihne olayı, Vâsik devrinde (842-847) yeniden alevlenince, Bağdat halkı tekrar Ahmed b. Nasr’ın etrafında toplandı. İhtilâl hazırlıkları kısa zamanda tamamlanıp isyan günü kararlaştırıldı. Durumu haber alan Bağdat Valisi İshak b. İbrâhim, başta Ahmed b. Nasr olmak üzere bu hareketin öncülerini yakalayarak Sâmerrâ’da bulunan halifeye gönderdi. Vâsik, Ahmed b. Nasr’dan, önce Kur’ân-ı Kerîm hakkındaki kanaatini söylemesini istedi. Onun Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu belirtmesi üzerine âhirette Allah’ın görülüp görülmeyeceğini sordu. Ahmed b. Nasr bu konudaki hadislerin onun görüleceği doğrultusunda olduğunu misaller vererek açıkladı. Halife ise gözle görülebilen ve mekânda yer tutan mücessem bir varlığı ilâh olarak kabul edemeyeceğini belirtti. Sonra da huzurunda bulunan fakihlerin görüşüne uyarak onu ölüme mahkûm etti. Vâsik, Ahmed b. Nasr’ın bunamış bir ihtiyar olduğunu ileri sürerek ölümünün geciktirilmesini arzu eder görünen Ahmed b. Ebû Duâd’ın isteğini kabul etmedi; böyle bir kâfirin vücudunu ortadan kaldırmak suretiyle ilâhî mükâfata nâil olmayı umduğunu söyledi ve cellâdın yardımıyla onu öldürdü (Şâban 231/Nisan 846). Halife, Ahmed b. Nasr’ın naaşını Sâmerrâ’da, başını da Bağdat’ın doğu ve batı kesimlerinde teşhir ettirdi. Kulağına taktığı idam fermanında, Kur’an’ın mahlûk olduğunu kabul etmediği, Allah’ı mahlûkata benzettiği, üstelik bu günahlarından tövbe etmeye yanaşmadığı için onun kanını heder ettiğini ilân ediyordu.

  343. Klasiklere Devam

    Düzen savunuculuğuna tam gaz devam:

    —-

    Bu adam ya idraksiz ya ahlaksız ya da kuduruk
    Ahmet Hakan – Hürriyet – 31 Temmuz 2017

    ŞANLIURFA Siverek’te sarıklı şalvarlı adamın teki, eline almış tuhaf kesici bir alet ve Atatürk büstüne saldırmaya başlamış.

    Saldırırken de…

    “Dinimizde putperestlik yoktur” falan diye bağırmış.

    İddia ediyorum:
    Bu adam…
    Ya idraksizdir ya ahlaksızdır ya da kuduruktur.
    Başka seçenek yok.
    İmkânı yok.
    *
    İDRAKSİZDİR…
    Çünkü…
    Atatürk heykeli ile putperestlik arasında herhangi bir bağlantı, iltisak, bir örüntü kurulamayacağını idrakten yoksundur.
    *
    AHLAKSIZDIR…
    Çünkü…
    Bu tür adamlar, mesela çocuklara tecavüz gibi ürkünç bir olay karşısında kıllarını kıpırdatmazlar ama Atatürk heykeline işte böyle saldırırlar.
    *
    KUDURUKTUR…
    Çünkü…
    Biraz galeyan, hezeyan, biraz sıcak geçmesi, titreme gelmesi, biraz da motoru kaynatması nedeniyle kuduruk olmuştur.

    —-

    İDRAKSİZLİK
    Atatürk heykeli ile putperestlik arasında herhangi bir bağlantı, iltisak, bir örüntü kurulamayacağını zannedecek kadar idrakten yoksunluk.
    *
    AHLAKSIZLIK
    Çocuklara tecavüz gibi ürkünç olaylar çok da umurlarında olmayan sermaye medyası patronları bu olayları Atatürk heykellerini dayatan düzeni savunmak için işte böyle kullanırlar.
    *
    KUDURUKLUK
    Efendilerinin düzenini sorgulatan her olay karşısında kuduran sermaye medyasının kudurukluğu.

  344. Necip

    “CHP tabanı AKP despotluğundan, AKP tabanı CHP despotluğundan, Kürt halkı TC-Suriye-Irak-İran despotluklarından, İran halkı Molla ve Şah despotluklarından, Aleviler Osmanlı despotluğundan, Şiiler Emevi-Abbasi-Vehhabi-Suudi despotluklarından, Maniheist ve Mazdekistler Sasani despotluğundan…”

    Kim okurdu kim yazardı
    Bu düğümü kim çözerdi
    Koyun kurt ile gezerdi
    Fikir başka başk’olmasa

    Aşık Veysel Şatıroğlu

  345. Necip

    “Neden sen b*k içinde yaşıyorsun ve seviyorsun? Belki onlar da senin gibi b*k içinde yaşmayı, senin gibi köle olmayı severlerdi.”

    ‘Sevmek’ de nereden cikti.

    Ben ‘riza’dan bahsediyorum; ya da ‘razi olmak’tan..

    ‘Razi olmak’ eldeki alternatiflerin icinden, elde edilebilir olani tercih etmek (zorunda kalmak) anlamina gelir.

    Utopyaci idealist hayalperestler bunu anlamakta zorlanabilirler, tabii ki; derdi sartlari anlamak olmayan, kendi kafasina gore elaleme kader bicenlerden bahsediyorum.

    Hani, su, Nazim Hikmet’in “Onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar; korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar” dedigi.. ki, onlari, Nazim Hikmet’in dahi anladigi kanaatinde degilim –romantizmi haric.

    The meek shall inherit the earth. Not you. Nor your imaginary minions.

  346. Anonim

    Günde beş kere megafonla aşağıdaki cümleleri bağırma fikrine ne dersiniz? (Tabii eğer bunlara inanmayanların inançlarına saygısızlık olarak kabul etmezseniz)

    AKP rejimi diktatörlüktür
    RTE diktatördür
    Haydin diktatörlükle mücadeleye
    Haydin kurtuluşa
    Diktatörlükle mücadele uykudan hayırlıdır (Bu cümle sabah vakitlerinde söylenecek)

  347. Anonim

    Aşağıdakiler “benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır”a örnek verilebilir mi?

    – Gezi direnişinde, 60-80 arası solda (hatta bundan biraz önce DP’ye muhalefette) ve Abdülhamit rejimine karşı Jön Türk / İttihat-Terakki muhalefetinde başı çekenlerden olan öğrenci gençlik ile Osmanlı’nın duraklamaya başladığı dönemde, Celali isyanlarıyla yaklaşık aynı yıllardaki suhte (softa / medrese öğrencileri) isyanları

    – Her iki dönemdeki (Celali ve suhte isyanları ile günümüz) aşırı nüfus artışının da bir sonucu olarak, köylerden kentlere, özellikle İstanbul’a büyük göçlerin yaşanması, medreseler ile bugünkü okullar ve üniversitelerdeki aşırı yığılmalar ve buralardan mezun olanların önemli bir bölümünün iş bulamamaları

  348. Necip

    Kisisel kanaatlerim:..

    “Aşağıdakiler ‘benzer şartlar benzer sonuçlar yaratır’a örnek verilebilir mi?”

    Sartlarin yeterince ‘benzer’ olduguna emin degilim.

    “– Gezi direnişinde, 60-80 arası solda (hatta bundan biraz önce DP’ye muhalefette) ve Abdülhamit rejimine karşı Jön Türk / İttihat-Terakki muhalefetinde başı çekenlerden olan öğrenci gençlik ile Osmanlı’nın duraklamaya başladığı dönemde, Celali isyanlarıyla yaklaşık aynı yıllardaki suhte (softa / medrese öğrencileri) isyanları”

    Dogrusu, Celali/Suhte isyanlari ile, diger saydiklariniz arasinda –temel dinamikler acisindan– pek bir benzerlik goremiyorum.

    Cunku, malum, Celali isyanlari –kuraklik yuzunden– ac kalan baldiriciplaklara, daha sonra –devlet kapisinda is bulamayan– mekteplilerin (‘Suhte’nin) katilmasi idi.

    Ne Gezi, ne 660-80 ogrenci olaylari, ne de JonTurk taifesi icin benzer bir temel dinamikten bahsedemiyoruz. Bunlar, Celali/Suhte isyanlarindan farkli olarak, (neredeyse sadece) ideolojik saiklerle sokaga dokulmelerdir.

    Bu bakimdan, (neredeyse sadece) ideolojik saiklerle sokaga dokulmeler olduklarindan; yani, arkasindaki temel dinamiklerin kuraklik kaynakli acliktan neset etmeyisinden dolayi, kisa omurlu olmuslardir.

    “– Her iki dönemdeki (Celali ve suhte isyanları ile günümüz) aşırı nüfus artışının da bir sonucu olarak, köylerden kentlere, özellikle İstanbul’a büyük göçlerin yaşanması, medreseler ile bugünkü okullar ve üniversitelerdeki aşırı yığılmalar ve buralardan mezun olanların önemli bir bölümünün iş bulamamaları”

    Bugunku nufusumuzun o gunlere kiyasla cok daha yuksek oldugu bir gercektir; ama, bugunku imkanlarla bu nufusumuzu besleyeMEyecegimizi soylemek cok da isabetli olmaz bence.

    Devlet aygiti gecmisten cok ciddi dersler almis gibi gorunuyor. Kuraklik ihtimaline karsi, uzun yillardir devam eden hummali bir barajlar yapmak sureci yasadik. Henuz tamamlanmis olmasa da, gidecek yol olsa da, hem kontrollu sulama, hem de enerji elde etmek acisindan, oldukca basarili olunmus gibi gorunuyor. [Bu, herhangi bir munferit ‘Hukumet’in marifeti degil; hukumetler-ustu bir faaliyet olageldi.]

    Benzer sekilde, orman koylusune karsi bazan acimasiz da olsa, ‘Orman Kanunu’ var. Ormanlik alanlarin korunmasi kadar, yeni agaclandirma faaliyeti de durmaksizin/artarak devam ediyor. Sessiz sedasiz yapildigi icin, cogumuz farkinda bile degiliz.

    [Sehirli yavrucaklar da bunun farkinda olmadiklari icin, 2-3 agacin kesilmesini cok onemsiyor olabililir; ama, Turkiye genelinde, belki bin senelik tarihte hic olmadigi kadar ormanlastirma sozkonusu.]

    Butun bu altyapi calisalarina, bir de, gerek ulasim imkanlarini, gerekse de zirai uretim imkanlarindaki teknolojik gelismeleri (ve gunes enerjisinden elektrik elde etmegi) eklersek, ulke capinda bir kuraklik/kitlik/aclik ihtimalini ben pek de ihtimal dairesinde gormuyorum.

    Kisacasi, ‘benzer sartlar’ pek de sozkonusu degil.

  349. Anonim

    Nerede?

  350. Necip Öğreniyor, Maşallah

    “19 Necip 1 Ağustos”
    Aferin Necip, bak öğrenmeye başlamışsın. Diğer kabak gibi laboratuar deneylerinde kılavuz olan ve ancak istatistiksel neden ve istatistiksel bir sonuca varmada kullanılan ilkeyi gerçekten varmış gibi, kavramları şeyleştirme hatasına düşmemeyi öğrendin.
    Necip için önemli bir adım. Himalaya zirvesine erişmek ilk adımla başlar.
    “16 Necip 31 Temmuz”
    Yine medeti lügatte aramışsın. Eski alışkanlıklardan kurtulmak zor. Razı olmak sevmek değil. Belki beğenmek.
    Necip “iktidar her zaman vardı, var olacak” buyurmadı mı?
    Ebedi bir varlık olmayı becermiş bir nesneyi elitist Necip Bey beğenmezse, başka bir kelime ararız.
    Bu konu senin kuluçkandaki son ve en taze yumurta değil. Çoktan beri senin gibi ama çok daha bilgili kimselerin kafasını kurcaladı.
    Hepinize ortak aynaya kendinize bakmak. Atatürk aynayı ithal etti, ardından gelenler okul-televizyon endüstrisiyle solcu ve sağcıların ÜRETİM TANRISI ile ucuza etrafa dağıtıldı.
    Ünlü örnekler:

    Gottfried Leibniz’i tanımaman; “The Great Chain of Being” kavramını duymamış olman; “Arthur O. Lovejoy: The Great Chain of Being: A Study of the History of an Idea”dan habersiz olman beni şaşırtmadı.
    TEMA:Varsa, varolan “EN İYİSİ” olmalı.
    Aydınlar aydını kendisi karanlıkta Voltaire’in ‘Candide’ kitabıyla Leibniz ile alayını da mı okumadın?
    Voltaire, “EN İYİSİ” olamaz, çünkü elitist Necip’in beğendikleri ve kendine meslek edindiği ticaretçilik “DAHA DA İYİSİ VAR ümidi veriyor” dedi.
    Aldous Huxley’in ‘Brave New World” de bu en iyi, yani sizin beğendiğiniz, “EN İYİ DÜNYA” ile ilgili.
    Hepsine ortak tema düzenin “en iyi” olup olmaması.
    Eğer insan var olana razı olsaydı doğayı ve çevresini değiştirmezdi. Değiştirmesi akıldışı içtepi. Günlük hayatımızın hemen hemen tümü bu akıldışı içtepinin yarattığı nesneler arasında geçer. Özetlersem, insanı insan eden: HAYIR diyebilmek.
    İktidarı sevmeyenlere kaşı geliyorsunuz ve tek nedeniniz insan yaşamının sadece (sonsuz cahilliğinizden dolayı bilmediğiniz) son %0,05’inin “her zaman vardı, var olacak” mantıksal şapşallığınız.
    Bir elitist olduğunuzdan iki seçeneğimiz kalıyor.
    1. Siz var olanın köleliğini beğeniyorsunuz.
    2. Siz insan değil, evcilleşmiş ev hayvanısınz. Size kemik atanlara HAYIR diyemiyorsunuz. Bunu bin dereden su getirerek ve akıl almaz bir cahillikle savunarak kendinizi maskara ediyorsunuz.
    Daha önce sizin gibi cahiller, kafamı sizin gibi saçmalıklarla, her yerde her zaman “MEDENİYET” görerek şişirdiler. Nihayet hiç sevmediğim bir şey yaptım ve İnternet’te wiki wacky, youpoop gibi evrenin en dandik yerlerine baktım. Bu dandik siteler bile tek medeniyetin hangisi olduğunu açık açık söylerler. Pis ağızlarını kapattılar, belki. Bir şey değişeceğini sanmıyorum ama isterseniz ÇIPLAK VAHŞİLERDEN TUT İKTİDARSIZ SAYISIZ TOPLUMLARIN GÜNÜMÜZDE bile sizler gibi faşist kıyımcıların daha henüz gazabına uğramadıklarını bulup çıkarır suratınıza vururum. Ama sizlerde utanma kalmamış. Hala Batı kırıntılarıyla hayatta kaldığınızı, hayatınıza verdiğini anlamın Batı da yeşerip biçimlendiğini, Batı bilgileriyle boş beyinlerinizi doldurduğunuzu, başka da bir seçenek olmadığını kabul edip bu 7 -10 bin yıllık kâbustan kurtulmak istemiyorsunuz. Tek nedeni bu b*ku beğenmeniz, sevmeniz, razı olmanız falan filan. Bu razı olma salt sizler özgü değil, dünyanın her yerinde evcilleşmiş orta sınıflarda rastlanan bir özellik. Gelenek gitmiş yerine çıplak, market ve tüekim dışında hiç bir yerde birey olmayan, maske üstüne maske takmış, korku içinde titreyen, zavallı insan harabeleri kalmış. Bu zavallı orta sınıfların en büyük özelliği kafayı kelimelerle bozmaları, hemen sidik yarışına girip herkesin bildiğini tekrarlamaları: “B*k içinde doğduk, b*k içinde büyüdük, o halde b*ktan başka hiçbir şey olamaz” Sen bunları tekrarlamalarla ne kadar sıradan, bıkkın bir orta sınıf mahluku olduğunu çoktan sergiledin.
    Lügat-ı Kebire: beğenmek ≠ sevmek.

  351. Perinçek'e

    RTE is using you for your power. When he gets what he wants, he’ll crush you. You know it’s true.

  352. Anonim

    “En az dört bin yıldan beri medeniyet bu topraklara hep dışarıdan gelmiş. Hititler medeniyet hakkında ne biliyorlarsa Mezopotamya’dan ithal etmişler. Sonra İskender’le beraber batıdan Greko-Romen uygarlığı gelmiş. Peşinden Hıristiyanlık gelmiş. Peşinden İslam gelmiş. Peşinden iki yüz yıllık Batılılaşma-Avrupalılaşma macerası yaşanmış. Her seferinde memleket biraz canlanır gibi olmuş, sonra kadim bataklığına geri dönmüş. Aldıklarını çürütmüş ve tüketmiş.

    “Uygarlıkların beşiği Anadolu” derler ya, inanmayın. Uygarlıkların mezarlığı Anadolu, daha doğru bir tanım.”

    http://nisanyan1.blogspot.com.tr/2017/07/koku-dsarda-aydn-muhabbeti.html

  353. Hitler Öldü, Yaşasın Hitler!

    Sayın Gün Zileli,
    “9 Anonim 30 Temmuz 17 / 3pm”e bir türlü yayınlamadığınız yanıtımı sizlerin oluşturduğu orta sınıf çoğunluğun adabı muaşeretine uygun yeniledim. Ümit ederim yayınlarsınız. Dünyanın durumuna ağlamak, gülmek veya sizler gibi işgüzar olmak kalıyor. Ben gülücülüğü seviyorum.
    ==============================================
    “9 Anonim 30 Temmuz 17 / 3pm
    Bu sitenin talihsizliği bu tiplerden kurtulamaması. AKP/polis masası gitti bu adam geldi.”
    Bunu yazan politika piyasasında “yeni ve daha iyi” yeniliğinde anarşistleri bile aşmış. Biyolojik mutasyonla türemiş yeni bir devrimci-solcu. Zaten her şey alnımıza, pardon genlerimize yazılı!
    Eskiler, polisin peşlerinde olmasından gurur duyardı. Çoğu, polis sayesinde kendilerini süt ve bal diyarı Avrupa’ya attılar. Erdoğan ekonomide büyük bir gelişme sağlamış. Bu sitenin hemen hemen tümünü teşkil eden iyi meslekli, iyi maaşlı, iyi diplomalı, sanal salon devrimci solcuların rahatını artık polis bile bozmak istemiyor. Atatürk ile başlayan işi Erdoğan iyice kıvamına getirmiş: devasa bir orta sınıf oluşmuş. Kissinger devrim tehlikesine karşı en iyi panzehirin, iyi meslekli, iyi maaşlı, diplomalı, sağlık sigortalı, kaza sigortalı, seyahat sigortalı, sizler gibi günde 8-12 saat çalıştıktan sonra medya politikasında seyirci olan orta sınıf yaratma olduğu tezini savunmuştu. Sanki bu tez Türkiye’de tecessüm etmiş.
    Bir örnekle somutlaştırıyım: sizlere çok benzeyen birini radyoda işitmiştim.
    Özür dilerim, ben eski kafalıyım, gericiyim, tutucuyum, hepinizin her dediğinde tam tersinin doğru olduğuna inandığımı söylesem tefrit etmiş olurum. Hala kitap okurum ve genellikle arada sırada büyük bir olay olunca radyo dinlerim.
    Sizler gibi orta sınıflı her türlü gelenekten kopmuş, sizlere benzerlerin mantar gibi çoğaldığı bir ülkede, sizler gibi genç, ilerici, demokrasi hayranı, bolluğa tapan, mavi gözlü sarışın olmak için devrime hazır biri radyoda, “bankadan paramızı çekmek için bile rüşvet vermemiz gerekiyor” dedi.
    Diğer bir somut örnek.
    Sizlere benzer turist Türklere ıvır zıvır alma için tercümanlık yaptım. Onlar da nereye baksalar “bak ne güzel, bak ne temiz” diyerek sürekli kafamı ütülediler.
    Her iki örnek sizlerin özünüzü özetler: “paramız var ama alt ve üst yapı tam değil”
    Dostlar ve klonlar arası sanal salon devrimci-ilerici-solcu-bollukçu- falan filancıların tatlı sohbetlerinize devam ettikçe, yaralarınıza tuz, arkanıza nışadır sürüp size canlılık kazandırmak, derin taş uykusndan uyandırmaya çalışmak hoşuma gidiyor.
    Dünyada tek bir devrim oldu. Kapitalist-burjuvalar tıpkı Robin Hood gibi zengin doğadan alıp sizin gibilere dağıttılar. Ama hep daha fazla istiyorsunuz. Politikacı, medya artisti, yazar, bilim adamı, technician, nobel kazanan, icatçı, yaratıcı, futbolcu, şarkıcı, jurnalcı falan filanlardan biri olup yalnızlar kalabalığında “ben de buradayım” diye bağırıyorsunuz. İsetemezsen, eksik değildir. Ama sizin tüketim isteğiniz yanında okyanuslar bir damla. Zavallı Erdoğan, sizi nasıl tatmin edebilir? Hatta siz özgürlük ve demokrasi bile istiyorsunuz! Say what?
    Artık devrim yok. Kendinizi kandırmaktan vazgeçin. Sizin için tek seçenek “Sivil Toplum Kuruluşu” falan filan.
    İşte sizin ruhunuz:
    Pompaladığınız Aleviler derneğinde para içinde yüzenler bana birkaç kuruş karşılığı bilgisayar ağı kurdurdular. Sonra da yemeğe davet ettiler. Duvarlarda sizin dediklerinize benzer yazılar arasında en göze çarpıcı “Benim Kabem İnsandır” afişiydi. Daha sonra aynı sizin gibi kendilerine ele verdiler. Meclisteki bütün hoş görücü Aleviler biri “Canım, Afrikalılar da çocuk yapabilir ama çocuk yetiştirmek çok daha başka bir şey” dediğinde hep birlikte katıldılar.
    Irkçılı ve faşistlik Hitler ile sona ermedi. Bu site tıpkı Alavi derneği.

  354. Süper zekalı doğalcılara

    Yapmanız gereken şey o kadar basit ki hala tartışmanız gereksiz.

    Önce süper zekanızı kullanarak aptal çoğunluğu doğal hayata ikna edeceksiniz (süper zekalılar için çocuk oyuncağı olsa gerek), ardından bütün dünya nüfusunu uçaklara ve gemilere doldurup dünyanın en doğal ortamlarına bırakacaksınız, sonra da o uçakları, gemileri, dünyadaki bütün teknolojiyi ve şehirleri ortadan kaldıracaksınız. Böylece insanlık dönüşü olmayan bir şekilde ilelebet doğal hayata mahkum olacak. Bu kadar basit.

  355. Cahil ilkellerin doğa olaylarına tepkileri

    “Şimşek tanrısı kızdı!”

  356. Necip

    “Roma’nı yıkılmasının nedeninin Hrıstiyanlık olduğu fikrinizi son derece ilginç bulduk. Daha genişletir misiniz?”

    Bana ait, orjinal ya da telif hakki bende olan, bir fikir degil. Simdi hatirlamadigim birkac kaynaktan okumustum.

    “Hrıstiyanlıkla rekabet içinde olan son derece yaygın Mithraism, Gnosticism ve hatta daha sonra Maniheizm Roma’nın yıkılmasında neden Hrıstiyanlık kadar etkili olamadı?”

    Mithraism, Gnosticism, Maniheizm vd.nin ‘susu eksikti, busu fazlaydi’ turunden uzun uzun bir seyler yazilabilir; eminim de yazilmistir. Ardindan da, bu teorilerin ‘susu eksik, busu fazla’ cinsinden, yine uzun, tartismalar yapilabilir.

    Yapilabilir de, gunun sosyolojisini yeterince detayli bilemedigimiz icin, soylenenlerin isabetliligini degerlendirmek imkanindan mahrumuz.

    O yuzden, ben, ‘Hatice’ye degil de, neticeye bakmak’ tercihinde bulunup, durumu ‘inanc modelleri arasindaki rekabetin yol actigi evrim’ seklinde degerlendirmek taraftariyim.

    Yani, birkac ‘inanc modeli’ mucadele etmis, iclerinden birisi –tarismasiz olarak– galip cikmistir.

    Galip cikmak surecinde digerlerinden bir seyler almis, ithal etmis, etkilenmis olsa da, bu, ne sonucu ne de hukmu degistiriyor.

    Ilginc olan bir baska sey de, Roma’da ‘Hiristiyanlik’in yol actigi degisikligin bir benzerinin de, Maniheizm’i benimsemek sonrasi, Uygurlarda gorulmesidir: Savasci ozelliklerinin torpulenmesi ve kaybedilmesi..

    Sanki –hem Doguda hem de Batida–, genis insan topluluklari, ‘savas savas da nereye kadar; bu hal izmihlal, eski din muhal’ demis ve cok daha pasifist birer inanc modelini benimsemis gibi gorunuyorlar.

    Bu degisiklik talebinin derunundaki sosyolojik sebeleri ben de cok merak ediyorum.

    Bunun etraflica (comprehensive) cevabini bilsem, (yani, ‘how to write a best-seller’ cinsinden metodize edebilsem) emin olun, oturur –pazarin hazir oldugu ve kabul edecegi– bir ‘inanc modelini’ de ben peydahlardim.

    Tarihe, peygamber/resul/haberci vs cinsinden gecmenin en kestirme ve en zahmetsiz yoludur bu. 🙂

    “Üstelik bazı Gothlar Hrıstiyanlık’ın dalaleti (sapkın) inançları benimsemişlerdi.”

    Burayi anlamadim.

    “Bu büyük bir karışıklık içinde sadece Hrıstiyanlık’ı neden seçtiğinizi etraflı yazar mısınız?”

    Ben secmedim. Roma Imparatorlugunun ahalisi secti. 😉

    “Bu enterasan tezinizin ayrıntılarını merakla bekliyoruz.”

    Ustamin adi Hidir; elimden gelen budur 😉

  357. Anonim

    Necip ve Demir Küçükaydın belki de dünyadaki en büyük düşünürlerdendir. Çünkü çok az kişinin farkında olduğu bazı gerçeklere dikkat çekmekteler.

    Biri (Necip), bir yanlışı (kapitalizm/antikapitalizm, sınıflı/sınıfsız veya iktidarlı/iktidarsız toplum tartışmalarını) gösterirken, diğeri (Küçükaydın) ise doğrusunu (sorunun uluslar ve ulus-devletler olduğunu, bunların ortadan kaldırılması gerektiğini) gösteriyor.

  358. Necip

    [Bir yerlede kaybolmus gorunuyor. Yeniden deniyorum.]

    Bir ismi var mi, bilmiyorum; ama, bir dinin havarisi havalarinda yazadurdugunuz vaazlarinizin ozunde hep ayni mugalata ve laf salatasi oldugundan, onlari geciyorum.

    “Eğer insan var olana razı olsaydı doğayı ve çevresini değiştirmezdi.”

    Haybeye ufuruyorsunuz.

    Tarihte, ‘var olana razi olmayan’ insan mi hic olmadi; yoksa, onlar razi olmadiklari an intihar mi ettiler?

    Var mi, boyle, toplu intihar vakalari?

    Sallamayin.

    Bugun, en basit ornek, trafik tikanikligini dusunun… kimse memnun degil; herkes sikayetci.

    Hadi, ‘var olana razı ol’mayan ‘insan’lik adina, degistirin bunu.

    Hemen simdi.

    Yok, yapamiyorsaniz, SS kurali geregi, ‘razi olacaksiniz’; ‘elle gelen dugun bayram’ diyerek, yasamaga gayret edeceksiniz.

    O filozof ne demis, bu ‘azam’, su ‘hazret’ ne buyurmus.. butun o lagalugalar kimsenin umurunda degil.

    ‘Insan’in dogayi ve cevreyi degistirmek sonucunda ortaya cikmis olan ‘trafik problemi’ni dahi cozemiyorsaniz, orada biter sizin kibriniz ve ukalaliginizin menzili.