Bolşevikler Sert Menşeviktir!
Zamanımızda Bolşeviklerden ve Menşeviklerden söz etmek birçok kişiye artık anlamsız gelmektedir. Radikal-devrimci akımın içinde yer alan anarşistlerin çoğu da buna dahildir. Stalinistler, bir yandan “Bolşevik” teriminin gölgesine sığınmaya devam ederken, bir yandan da tarihin küllerini karıştırmaya pek istekli değillerdir. Çünkü küller karıştırıldıkça Stalinistlerin gözüne epey kül kaçmaktadır. Tarihi sözünü ettiğim bağlamda irdelemekte en hevesli olanlar küçük Troçkist yuvarlardır ama onlar da olup bitenlere çok dar bir Troçkist-Leninist çerçeveden bakmakta, tarihteki olayları bugün anlamlandırmakta epey yetersiz kalmaktadırlar. Ulusalcılar, olaya sadece tarihteki Bolşevik-Kemalist ittifakı açısından bakmayı yeterli görmektedirler. Liberaller ise, modernist eğilimleri gereği, genellikle geçmiş olayları irdelemeyi anakronik bulmaktadırlar.
Tarihin kaybolan sayfaları arasında kaybolmayı ben de doğru bulmamakla birlikte, 1917 Devrimiyle yaşanan büyük değişimin günümüzde anlamını yitirdiği görüşüne katılamıyorum. Bu konuda, anarşist olduğum halde, anarşistlerdense Troçkistlere daha yakın bir bakış açısına sahip olduğum söylenebilir. Hâlâ Bolşevik-Menşevik sorunuyla ve Stalinizmle uğraşmama şaşıran anarşistlere cevabım şudur: Ben de size şaşırıyorum. Tarihin üstünden atlamakla nereye varacağınızı düşünüyorsunuz acaba?
Bolşevizm ve Menşevizm, farklı adlar ve biçimlenmeler halinde öz olarak hâlâ yaşamakta ve düşünsel dünyamıza etki yapmaktadırlar. Bu bakımdan Bolşevizmin ve Menşevizmin ne olup ne olmadıklarını yeniden ve yeniden gözden geçirmekte yarar var.
Bolşevizm de, Menşevizm de, bir zamanlar aynı Marksist partinin, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) içinde yer almış iki hiziptir. RSDİP’nin 2. Kongresindeki ayrılıkla ortaya çıkmışlardır. Bolşeviklerin lideri Lenin, Menşeviklerin en görünür ve bilinen lideri ise Martov’dur. Ayrılık, basit gibi görünen parti üyeliğinin biçimi üzerine kopmuştur ama temelde daha derin bir ayrılık söz konusudur.
Her iki hizip de, Marksist akidenin gereği olarak, Rusya’nın önündeki devrimci adımın “burjuva demokratik devrim” olduğu konusunda hemfikirdi. Ayrılık, burjuva demokratik devrimin sürükleyici gücünün kimler ya da hangi sınıflar olacağı noktasında kopuyordu. Lenin, İki Taktik kitabında bu ayrılığı ayrıntılarıyla anlatmıştır. Menşevikler, burjuva demokratik devrimin sürükleyici gücünün burjuvazi, özel olarak da liberal burjuvazi olduğu kanısındaydılar. RSDİP’ye düşen görev, liberal burjuvaziyi desteklemek, iktidara gelmesini sağlamak ve iktidara geldikten sonra da onu burjuva demokratik devriminin görevleri konusunda hem teşvik etmek, hem de zorlamaktı. Lenin’in tezlerini formüle ettiği Bolşevikler ise, burjuvazinin bu aşamanın görevlerini yerine getiremeyeceği, hatta Çarlıkla, monarşistlerle ve büyük toprak sahipleriyle uzlaşacağı kanısındaydılar. O halde burjuva demokratik devrimin görevlerini radikal bir şekilde yerine getirmek başka sınıflara düşüyordu: işçilere ve köylülere. Bolşeviklere göre, burjuva demokratik devrimin görevlerini bir işçi-köylü diktatörlüğü yerine getirecekti.
Bu ayrılık böylece 1917’ye kadar devam etti. 1917 Şubat devriminden sonra ortaya yeni bir durum çıktı. Lenin, Bolşeviklerin klasik işçi-köylü diktatörlüğü tezinden bir anlamda koparak Troçki’nin tezine yaklaştı. Troçki’nin tezi, devrimin burjuva demokratik devrim aşamasında durmayıp kaçınılmaz olarak sosyalist devrime dönüşeceği; bir proletarya diktatörlüğünün kaçınılmaz olduğu; iktidarı alan ve bu anlamda sosyalist devrim yapan proletaryanın hızla burjuva demokratik devrimin görevlerini yerine getirip sosyalizm yönünde ilerleyeceği yönündeydi. Buna daha sonra kesintisiz devrim de denecekti.
Lenin, somut durumları deha düzeyinde tahlil eden bir stratejist olduğundan Troçki’nin tezlerini Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmeleri için daha uygun buldu ve bu tezi savundu. Bolşevik Partisi bu tezi benimsemekte zorlandı, ancak Lenin Nisan Tezleri’yle partisini iknaya zorladı ve görüşünün 1917 Ekim’inde hayata geçmesini sağladı.
Evet, Troçki’nin ve Lenin’in dedikleri olmuş ve 1917 Ekim’inde doğrudan proletarya değilse de proletaryayı temsil ettiği farz edilen Bolşevikler iktidarı ele geçirmişlerdi. Şimdi ne yapılacaktı?
Sosyalist iktidar, hızla burjuva demokratik devrimin görevlerini yerine getirecek ve sosyalizme geçecekti. Neydi burjuva demokratik devrimin görevleri: 1. Çarlık kalıntılarını ortadan kaldırmak; 2. Köylülüğü sanayileşmenin ve büyük-makineleşmiş tarımın hizmetine sokmak; 3. Sosyalizmin temelini oluşturacak sanayileşmeyi gerçekleştirmek.
Bolşeviklerin iktidarda olduğu 1920’li yıllarda bu yönde bazı adımlar atıldıysa da istenen ölçüde ve hızda ilerlenemedi. Bunu Stalin, Bolşevikleri de yok ederek gerçekleştirdi. Bolşevikleri neden yok etmesi gerekiyordu? Çünkü Bolşevikler (Stalinist olanları da dahil) hâlâ devrimin anılarına önemli bir bağlılık içindeydiler ve Bolşeviklerin iktidarına omuz vermiş, en azından ilk başlarda muhalefet etmemiş köylülüğün toptan sanayi kölesi haline getirilmesine ve işçilerin fabrika ve üretim köleliğine mahkûm edilmesine ayak diriyorlardı. Burjuva demokratik devrimin, yani teorik adlandırmayı bir yana bırakırsak sanayileşmenin kısa sürede ve zorla yapılmasında kararlı olan Stalin ise bu tür çekinceler karşısında duraksayacak biri değildi. Ayak direyen Bolşevik partisini 1930’lardaki büyük tasfiyelerle bu yüzden ortadan kaldırdı.
İlgi çekicidir ki, Menşeviklerin önde gelen kadroları daha baştan yok edilir ya da ülkeden kaçmak zorunda kalırken, tabanları SBKP’ye katıldı, Menşevikler SBKP’nin üst ve orta derecelerinde önemli görevler aldılar. Bunların en belirgin temsilcisi, büyük temizliklerin ünlü savcısı Vişinski’dir. Vişinski, 1920’lerin başlarına kadar kararlı bir Menşevikti ve Bolşevik muhalifiydi. NEP dönemiyle birlikte SBKP’ye katıldı ve ömrü boyunca, Menşevik geçmişi bahane edilerek NKVD tarafından yok edileceği korkusuyla yaşadı. Temizliklerdeki gayretkeşliğini bir ölçüde açıklayan bir noktadır bu.
Peki sonuçta ne olmuştur? Rusya, Stalin’in 1930’lardaki zorla kolektifleştirme ve hızlı sanayileşme hamlesiyle, “geri” bir tarım ülkesiyken “ileri” bir sanayi ülkesine dönüşmüştür. Yani Bolşeviklerin ve Menşeviklerin öngördüğü “burjuva demokratik devrim” aşaması, Menşeviklerin ve Bolşeviklerin önemli bir kısmını ortadan kaldıran, bir kısmını da kendi programına tabi kılan Stalin tarafından gerçekleştirilmiştir. Stalin’in Çin’deki ve dünyanın başka yerlerindeki tezlerine hiç girmeyeyim. Bu tezler, tamamen orijinal Menşevik tezlerdir.
Bugün baktığımız zaman gördüğümüz şudur: Menşevik tezler (yani burjuva demokrasisi aşamasının burjuvazi eliyle gerçekleştirilmesi tezi) daha çok sol-liberal adını taktığımız kesimler tarafından savunulmaktadır. Sol liberallerin dışında kalan sol kesimlerin (bir kısım ulusalcı ya da ulusalcılığa yakın sol kesim de dahil) tezlerinin Bolşeviklere yakın olduğunu söyleyebiliriz. Yani onlar, “demokratik” aşamayı doğrudan iktidara gelerek gerçekleştireceklerini düşünmektedirler. Eğer şu sırada uzak görünen bu olasılık gerçekleşirse, iktidara geldiklerinde, şu veya bu sert önlemlerle ve devletçilik yoluyla ülkeyi “ilerletmeyi” tasarlamaktadırlar.
Esas sorun, görüldüğü gibi Menşevik-Bolşevik ayrımı değil, bu “ilerleme” takıntısıdır. Bu yazıda bu konuya girmem mümkün değil ama şu kadarını belirteyim ki, “ilerlemecilik” söz konusuysa eğer, Bolşevik-Menşevik ayrılığı sadece taktiksel bir ayrılık olarak kalmaktadır. Menşevikler de Bolşevikler de, Marksizmin temel akidesine bağlı olarak üretici güçlerin geliştirilmesinden, “ilerlemeden”, sanayileşmeden yanadırlar. Daha net söylersek, Bolşevikler, Menşeviklerin daha sert, zorlayıcı versiyonudurlar.
Ama tarih bize şunu öğretmiştir: Bolşevikler örneğinde görüldüğü gibi, zorlayıcılığın hayata geçmesi, zorlayıcıların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilmektedir.
Gün Zileli
6 Haziran 2011
Peki sonuçta ne olmuştur? Rusya, Stalin’in 1930’lardaki zorla kolektifleştirme ve hızlı sanayileşme hamlesiyle, “geri” bir tarım ülkesiyken “ileri” bir sanayi ülkesine dönüşmüştür. Yani Bolşeviklerin ve Menşeviklerin öngördüğü “burjuva demokratik devrim” aşaması, Menşeviklerin ve Bolşeviklerin önemli bir kısmını ortadan kaldıran, bir kısmını da kendi programına tabi kılan Stalin tarafından gerçekleştirilmiştir.
Burjuva demokratik devrim aşamasının ülkeyi sanayileştirmekten fazlası olduğunu düşünürüz. Örneğin bu “ileri” aşamada “demokrasi” kavramıyla ilgili hiçbir fark yok mu?. Basın özgürlüğü, serbest seçimler, anayasacılık, hukukun üstünlüğü, örgütlenme özgürlüğü gibi konular yok muydu? Avrupa tipi siyasi özgürlükleri savunmakta bu “ilerleme” söyleminin bir parçası değil miydi?
Örneğin Menşevikler, avrupalı sosyal demokrat partiler gibi bütün emekçi sınıfların katılımına açık, demokratik işleyişe sahip bir marksist partiyi savunmuşlar. Lenine bağlı profesyonel devrimcilerce idare edilen bir zor aygıtını değil. saray baskınıyla demokratik konsensün bozularak iktidara zor yoluyla el konulmasına, muhalif gazetelerin kapatılmasına, muhalif parti ve derneklerin yasaklanmasına, Kızıl Teröre, ÇEKA’ya karşı çıkmışlar. Tasfiye sırası, başlarda kendilerine karşı bolşeviklerle birlikte hareket eden sosyal devrimcilere geldiğinde onlara uygulanan terörü de eleştirmişler.
Bunlar önemsiz farklar mı?
Şunu sormak isterim ki; eğer Sovyetler Stalin’le beraber “ileri” bir sanayi ülkesine dönüşmeseydi Hİtler’i yenebilir miydi? Bu söylediklerinize katılıyorum ama zamanın ruhu içinde izlenen o politikaların bir “zorunluluğundan” bahsedebilir miyiz?
Bunun cevabı evet ise, o zaman bu dünya asla değişmeyecek diyebiliriz. Eğer cevabı hayır ise, Hitler gibi faşist orduları kim durduracaktı diye sormalıyız ve o zaman da yine devrimin başarısızlığına varırız. Eğer Stalin’in kalkınmacılığı ve militaristliği olmasaydı, Sovyet devrimi zaten Hitler çizmesinin altında kalacaktı. Almanların bir gün Moskova’ya gireceği 1930’ların başında biliniyordu.
1 nolu yoruma: Bence çok önemli bir fark değil. Menşeviklerin devamı olan Alman sosyal demokratları Rosa Luxemburg’un katilidir. Daha 1919 yılında. Bugün de sosyal demokrasi kapitalizmin dayanağıdır ve öyle olduğu içindir ki demokrasi söylemlerinin bir değeri yoktur.
2 nolu yoruma: 1930’larda Sovyet devrimi çoktan ezilmişti. Kanımca Stalinist diktatörlük Hitler’den bile daha baskıcı bir diktatörlüğe dönüşmüştü. Hitler’in Stalin tarafından yenilmesi bu bakımdan devrimin zafer hanesine yazılamaz. Bir baskıcı diktatörlmüğün başka bir baskıcı diktatörlüğe karşı savaşı sadece bir yurt savunmasıdır ve devrimciler bence her iki diktatörlüğün yıkılması için savaşırlar.
Savaşırlar da, şunu soruyorum; o derece büyük bir sanayileşme, askeri açıdan büyük ilerlemeler, büyük bir bürokrasi, sonuçta “yenilmez” Alman ordularına karşı savaştı. Devrimin ne zaman bitip bitmediğinden bağımsız konuşuyorum. Bu “yenilmez” orduları yenmek ancak bu yolla mümkün olabilirdi.
Mesela Stalinist Ustünov Alman ordusu Leningrad’a geldiğinde 1500 tane fabrikayı yerinden söküp, Urallara taşımayı başarmıştı. Akıl almaz bir organizasyondan bahsediyoruz. 1500 dev fabrikanın vidalarına kadar sökülüp bin km. ilerde birleştirilmesi. Veya o zamanın en yüksek kaliteli çeliği icat edip Sovyet tanklarında kullanılmasını sağlayan bilim adamını…
Stalin’i temize çıkarmaya çalışmadığımı anlamışsınızdır. Yukarda bahsettiğim mesele dahilinde düşününüz.
Dimitri Ustinov Afganistan istilasini hazirlayan alçaktir. Milyonlarin katili ve bugünkü ABD isgalinin de öncüsüdür. Güce ve çelige tapan birilerinin sandiginin aksine müslüman Afgan halkinin tasi ve sopasi Ustinov alçagina yetmis ve asagilik totaliter rejimin de yikilmasina vesile olmustur. Anarsist oldugunu iddia eden bir sitede Afgan isgalcilerine övgüler okumak cidden çok ilginç, zaten Stalin avukatlarinin Hitler’e ve bu ikisinin avukatlarinin da Dimitri Ustinov’a hayran olmamalari mümkün degil. Beyefendi, Dersimi bombalayan çelik kuslara da hayran oldun her halde.
Anarşist olduğunu iddia eden bir sitede bunların savunulmasında tuhaf olan bir şey yok. anarşistler kendileri söyleyip kendileri oynayan tipler olmaladırlar. Burası, iddia ediyorum ki, Türkiye’nin en özgürlükçü platformudur. isteyen istediği fikri savunabilir ve her şey tartışılabilir. Bu, gerçek anarşizmin özelliğidir.
Ertan’ın yazdıklarına gelince. Yurt savunması bağlamında gerçekten hayran olunacak şeyler yapılmıştır. Ama çok korkunç şeyler de yapılmıştır. örneğin, Ginzburg’da okuduğunuz gibi, Alman olduğu düşünülen mahkumlar kasıtlı olarak ölüme sürülmüştür. Alman halkına düşmanlıkla anti-faşistlik birbirine karıştırılmıştır. Faşizme karşı savaşmaya gönüllü milyonlarca mahkum bile bile ölüme sürüldüğü gibi, Almanlara esir düşen askerler, otomatikman alman casusu sayılıp Nazi toplama kamplarından Sovyet toplama kamlarına nakledilmişlerdir. Yakında yayımlanacak Margeret Buber-Neumann’ın anılarından okuyacağımız gibi, Sovyetler Birliği’ne sığınan anti-faşistler ve komünistler, Hitler-Stalin paktı henüz yürürlükteyken Gestapo’ya teslim edilmişlerdir. Savaş Rusların yurtseverce direnişiyle kazanılmıştır. Elbette burada ulusal bir diktatörün çelik elinin rolünü inkar edecek değilim ama bu diktatörlüğün götürdükleri getirdiklerinden çok çok fazladır.
Yahu bu diktatörün aynı zamanda devrimin de katili olduğunda hemfikiriz artık, bunu tartışmıyoruz! Söylediğim şey ise şu; o bahsettiğim örnekler ancak çok merkezi, bürokratik örgütlenmelerle mümkün olurdu. Büyük sermaye birikimi, büyük teknik ilerlemeler demektir. Ve bunun o zaman ve mekandaki karşılığı Stalin’dir. Stalin fordizmin kralıdır, o kadar büyük sermayeye al koymasaydı o teknik de olmayacaktı. Bunlar çok güzel doğru şeyler diye söylemiyorum (objektif olunuz) ama o dönemde böylesi büyük bir kalkınmayı, askeri ilerlemeyi, böylesine merkezi bir otoriteyi reddetseydi devrim, Hitler karşısında ne gibi bir şansı olabilirdi ki…Afganistan’ın “taş ve sopayla” SSCB’yi yendiğini sanan arkadaş da Afgan işgali hakkında bir şey bilmiyor.
Neyse, hangi özyönetim, hangi adem-i merkezi eğilimler Hitler’in çelikten, “yenilmez” ordusuyla başedebilirdi ki?
Başedemeyecek diye ona benzemesi gerkir miydi?diye de düşünmek gerekmez mi?
O nedenle ilk yorumda şöyle yazdım:
“Bunun cevabı evet ise, o zaman bu dünya asla değişmeyecek diyebiliriz. Eğer cevabı hayır ise, Hitler gibi faşist orduları kim durduracaktı diye sormalıyız ve o zaman da yine devrimin başarısızlığına varırız.”
Bir anlatamadım ki derdimi…
sorduğun soru zor, devrime bakışa göre değişecektir. MArkosun dediği gibi “mücadele bir çember gibidir, her noktasında başlar ama asla bitmez.”
Senin de belirttiğin gibi küçük ya da ülke çapındaki özyönetimler, dün hitlere bugünde küresel kapitalizme karşı nasıl direnecek, o saldırıya nasıl olan ve olacak saldırıya nasıl göğüs gerecek?
ütopik gözükecek ya da yazacakların seninde malumun ama olsun…
spinozanın conatusundaki gibi öncelikle insalar kendileri için bir şeyler yapacaklar ve küresel dayanışmayla birbirlerine sahip çıkacaklar, bu komünternin yaptığı gibi “sahip çıktım, durun anlaşma yaptım geri çekiliyorum ” mantığındaki gibi değil, vietnam savaşındaki amerikadaki savaşkarşıtlarının dayanışması gibi, Kürtlerin özgürlük taleplerine kavuşması için mücadele eden Türklerin v.b. yaptığı gibi olacak. kapitalistlerin barbarca yokediciliğini ancak küresel dayanışmayla göğüs gerilir…bir saldırıyı durduracak en önemli şey saldırıanların ülkesindeki devrimcilerdir. saldırılanlar direnebilirler…
eğer bir özyönetim ya da sosyalist ülke kapitalizmle güç olarak mücadele edebilirm derse kalkınmacılık, silaha yatırım falan başgösterecek(rusyadaki gibi) buda sovyetlerdeki gibi yolun devrimden sapmasına yol açacaktır.
selamlar
Peki o zaman ertan ben de sana şunu söyleyeyim: Hitler’i esasen Kızıl ordu değil, partizan savaşları yenmiş ve tüketmiştir. Moskova önlerinde hitler’in ordularını durduran kızıl ordu değil, çekiçleriyle sokağa fırlayan işçilerdir.
Arkadaşlar bir kitap salık vermek istiyorum. “Kendi Belgeleriyle RUS DEVRİMİNDE MENŞEVİKLER” Metis Yayınları. eğer Leninizm merkezli Rus Devrimine kaynak arıyorsanız tam okunacak kitap. 1902 den 1989 a kadar geçen sürede yaşananların ilk nedenlerini aramak istiyorsanız başucu kitabınız olacağını sanıyorum. Çünkü sorun GÜN Bey’in yukarıda izah ettiği kadar dar değil, demokrasiden, sanayileşmeye, işçilerin kendilerini örgütlemelerinden, reformların önemine kadar pek çok konu bu kitap da açığa çıkıyor.
hatta şöylede denir(ne derece gerçek bilmiyorum) naziler rusyaya girip ilerlerken buna stalini uzun süre inandıramamışlar, anlaşma yaptığı için beklemiyormuş.
Gün Hocamın belirttiği gibi, insanlar kendileri için bir şeyler yapıyorsa tank,tüfek vız gelir.
1 nolu yoruma: Bence çok önemli bir fark değil. Menşeviklerin devamı olan Alman sosyal demokratları Rosa Luxemburg’un katilidir. Daha 1919 yılında. Bugün de sosyal demokrasi kapitalizmin dayanağıdır ve öyle olduğu içindir ki demokrasi söylemlerinin bir değeri yoktur.
Tuhaf bir bir cevap bu.
Menşeviklerin bolşeviklerin devrimci terörüne tutarlı bir biçimde karşı çıkmış olmalarından bahsediyoruz, siz bana alman sosyal demokratlarının tutuklattıkları luxemburg’un öldürülmüş olmasını örnek veriyorsunuz? Menşeviklerin suç hanesinde bu olayın ne işi var?
Sosyal demokrasi tabi ki kapitalizmin dayanağıdır. En az sovyetler birliği ve Çin’in dünya kapitalist sisteminin birer parçası olmuş olmaları gibi. Değildir diyen oldu mu?
Fark sizce önemli olmayabilir ama işte o fark yüzünden milyonlarca komünist ve emekçi katledildi. Stalinizmin katlettiği milyonlarca devrimcinin akibetine bu kadar duyarlı bir yazarın, bu meseleyi bu kadar kolay kestirip atabilmesini anlamak güç.
Gün bey ve hayloo, Hitler’in Stalingrad’a kadar yenilmediğini bilmiyorsunuz galiba. Veya Batılı ülkelerin, özellikle ABD’nin Hitler’in ortadan kaldırılmasında çok önemli olduğunu. Hitler dünyayı ele geçirmeye çalışırken yok edilmeseydi, akla ziyan her imparatorluk gibi bir gün ortadan kalkacaktı. Bunda şüphe yok. Çelik sizi bir yere kadar götürebilirdi. Ama somut düşünürsek, eğer Sovyet devrimi Hitler çizmesi altında kalsaydı, o topraklar ABD tarafından “özgürleştirildi”.
Partizanların verdiği mücadele önemli ama Sovyet orduları yanında devede kulak. Yapmayın.
Bir de bu konuda diretmemin sebebi şu; madem Stalin’le bugün arasında kuracağımız analoji bize hala çok şey öğretir ki doğrudur, doğrudan devrim düşmanı, faşist Hitler’in o zamanki rolüyle bugün arasında bir analoji kurabiliriz ve yararlıdır.
Günümüzün Stalin’lerini eleştiriyoruz da günümüzün Hitler’leri neden düşünmüyoruz?
Stalin’le bugün arasinda kurulabilecek bir analoji ile Hitler’le bugün arasinda kurulabilecek bir analoji arasinda hiçbir fark oktur ve olamaz. Bu sag/sol ayrimlari 1945’de fiilen bitti, soguk savas ile suni teneffüsle haatta tutuldu, 1990’da artik tamamen bitti. 2011’de ille de bir Hitler aranacaksa ben Netanyahu derim. Benzerlikler: 1. Soykirim: Filistinli soykirimi (Filistinlilerin sonradan Islami ve kismen Hiristiyanligi seçmis yahudiler oldugu düsünüldügünde resmen Yahudi Katliami).
2. Irk ayrimi (Yahudi/Arap) 3. Varsova Gettosu/Gazze 4.Savas, dünyada savas kiskirticiligi 5. Anti semitizm- Islamofobya
Hani yani, neredeyse “Rus emekçileri, fransız, alman, italyan yoldaşları gibi kapitalist düzenin sömürü çarkları altında hergün ezileceklerine, GULAG’larda birkez ölmüşler, ne farkeder” gibi bir sonuç çıkacak bu karşılaştırmadan.
anti kapitalist, anarşist duruş bozulmasın diye, liberal kapitalist demokrasilerle stalinist diktatörlük arasında pek bir fark yok demek samimi bir tutum değil gün bey.
Gün Bey kusura bakmayın ama yazınınız ikna edici olmayı bırakın, açıklayıcı dahi olmamış bizce…Bir kere NEP Lenin döneminde başladı, Lenin köylülük ile ittifak kurulamaz ise devrimin yaşayamayacağını ve NEP döneminin sanılandan uzun sürebileceğini söyledi siz ustalıkla pas geçmişsiniz. Bunun yerine Troçki’nin emeğin askerileştirilmesi tarzında fikirler size daha uygun herhalde. Temel problem bir devrim oldu, yaşatılmalıydı. Batı ülkelerinden devrim beklendi, olmadı. Kendi başına ayakta kalabilecek bir sistem kurulmaya çalışıldı. Stalin iktidar mücadelesini kazandı (ki normali onun kazanmasıydı, çünkü güçlüydü-örneğin Troçki’yi Kamenev-Zinoviev-Buharin-Stalin beraber tasfiye ediyor fakat ne hikmetse kimsenin Kamenev ya da Buharin ile ilgili problemi yok), bu vesile ile insanların “kişisel” problemlerini dahil Stalin’e “sallamak” çözüyor! Hitler’in ordusunu Kızıl Ordu’nun değil, işçilerin yendiğini söylemişsiniz. Siz inanabiliyor musunuz bu söylediğinize? Son olarak; Bolşevikler Bolşeviktir. Zorlamayınız…
Ben de Bolşeviklerin Bolşevik olduğunu söyledim zaten. Zorlamacı ilerlemeciydiler. en büyük zorlamacı tarafından ortadan kaldırıldılar. Ben baskı altına alınan ve direnen Menşeviklere (diğerlerine olduğu gibi) her zaman saygı duydum ama bu, Menşeviklerin tezlerine saygı duymam gerektiği sonucunu getirmez. Sonuç olarak, Bolşevikler Menşeviklerin temel amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmış, Stalin ise her ikisini birden ortadan kaldırarak en temel amaca ulaşmıştır: Zorla kolektifleştirme ve Hızla sanayileşme. Milyonlarca emekçinin kanı pahasına ve devrimin yok edilmesi pahasına. Menşeviklerin de Bolşeviklerin de bundan çıkartması gereken çok ders var.
Menşevik tezlere, Alman sosyal demokratlarından örnek getirilmesine niye bu kadar itiraz ediliyor ki. Şimdiden ne söylesek spekülasyon ama büyük olasılıkla SB’de de aynısının olması ihtimali yüksekti.
Geçmişe dönük spekülasyonla bunu tartışmak çok gerçekçi değil. Faydalı da değil bence. Yani “Bolşeviklerin tezleri değil, Menşeviklerin tezleri olsaydı, şu olurdu bu olurdu…” gibi bir spekülasyonun faydası yok. Olabilecek olmuş durumda zaten. Ne olurdu spekülasyonundan çok, bugün de değişik adlar altında süren Menşevik-Bolşevik görüşleri tartışmak en doğrusu.
Bazı arkadaşlar Menşevik ya da sosyal demokrat tezleri adeta “kendinde şey” gibi addediyorlar. Bunlar her türlü değişkenin etkisinden azade şeylermiş gibi bir durum yaratmışlar. Yani “Menşevikler, Bolşeviklerden farklı olarak Avrupa demokrasilerindeki bir takım şeyleri de hayata geçirmeyi düşünüyorlardı; o yüzden de Bolşeviklerden başka bir yere varırlardı” diye düşünmek fazlasıyla öznelci bir yaklaşım. Burada yapıyı tamamen gözardı etmek bence bu yanılgıya yol açıyor.
Ama bu düzeyde yapılan bir değelendirmede yapının belirleyici etkisinin daha fazla olduğu kanısındayım. Kişilerin bu sisteme etkisi, yapının örüldüğü her aşamada müdahaleler ile mümkün. Bunun mekanizmasını kurduğunuzda da o zaten devlet olmuyor. Dolayısıyla, bu tartışmanın bugünkü burjuva demokrasisine yönelik tartışmada yapılabilecek değerlendirmelerden çok farklı bir yönü yok. Devlet aygıtı yerinde dururken sarkacın diktatörlüğe doğru salınması ile liberalizme doğru salınmasında öznel iradenin radikal bir etkisi yok.
Kapitalist rejimin (kapitalistli ya da kapitalistsiz) “olağan hali”, liberalizm ve sosyal demokrasiyse, faşizm ve asker-polis diktatörlüğü de “olağan-üstü” halleri. Sarkaç buralarda dönenir durur. Bunlar arasındaki sınır da sanıldığı kadar belirgin değildir, bence birinden diğerine geçiş her an mümkündür. Hem de aynı kişiler, aynı partiler iş başındayken de. Devlet bu.
Bu meselenin bir diğer boyutu ise, devlet aygıtının, yapısını da biçimlendiren, işleyişindeki mantık. İşte, “ilerlemecilik-kalkınmacılık” diye yukarıda değinilmiş. (Buna itiraz edenler olacaktır, bu indirgeme hiç yanlış değildir. Ayrıca tartışırız) Bu hedefe ulaşmakta seçtikleri yol açısından Bolşevikler daha tutarlı, onu da teslim etmek lazım. Baskı ve zorbalık olmadan “ilerleme-kalkınma” olmaz. Demokrasiyle bunlar gerçekleştirilemez. Menşeviklerinki, bugünkü liberal demokratların durumunun aynısı. Hem “kalkınmacı-ilerlemeci” olup, hem serbestiyetçi olunmaz.
Gün abi isabetli bir şekilde bu “kalkınmacı-ilerlemeci” paradigmanın tehlikesine ve devrimle bağdaşmazlığına işaret ediyor. Bu “ilerlemeciliğin” kökeni de (yorum yazan birisi Gün Zileli’yi, Lenin’i eleştiriden muaf tutmak suçlamış) bırakın Lenin’i, Marx’a kadar gider. Gün abinin bu konuda hatırladığım kadarıyla “Üretici Güçler Teorisi”yle ilgili yaptığı eleştiriler var. O yüzden bu Lenin’i kayırmak meselesi haklı değil bence.
Yani devrim ve kalkınmacılık-ilerlemecilik bir arada oluyor. Biri diğerini öldürüyor. Bu yüzden Bolşevikler de devrimi öldürdüler. Bir diğer deyişle ne Menşevikler ne de Bolşeviklerin seçtiği yol devriminki değildi.
1930’larda devrimden geriye bir şey kalmamış olabilir ama devrimin boğazı daha 1920’lerin başında sıkılmaya başlandı. Hatta (çok sayılır mı bilmem ama) eski bir Menşevik olan Trotsky tarafından. Kronstadtların katli, Mahno’nun ordusunun imhası bunun açık kanıtıdır. Bolşevikler, işçi ve köylülerin öz yönetimine, dolayısıyla da devrime her zaman karşı oldular.
şahsi bir komplo teorisi…
Marxın yanılıp devrimin bir sanayii ülkesinde olmamasından kaynaklanıp duruyor tüm bu tarihsel geyikler… herşeyi sıraya koyup, tarihe de kanun manun yüklemenin derin bir maliyetidir bu…
ama beri yandan neyse ki Dersim’de solcuların doğru dürüst türkçe bilmeyen köylülere anlattıkları sanayii sonrası toplum örnekleri gibi bir sürü komik hikayeye de kaynaklık etmiştir…
lakin ben bu mevzudan değil, tcde yaşamanın bir sorumluluğu olarak Zileli’ye bir komplo kurmak, çamur atmak ya da ne bileyim ithamlarda bulunmak istiyorum… şöyle ki; Ertan denen bir karakterin olmadığına inanıyorum. Evet Ertan’ı Zileli yazıyor, o müstear ismi yani… tartışma çıkarmak, konuya tam karşıdan çakmak için..
bu gerçekliğe nasıl ulaştığımı da hemen izah edeyim; bu siteyi iki yıldır takip ediyorum, iki yıldır her yazılana her ne hikmetse neredeyse her seferinde ilk “Ertan” karşılık veriyor… klasik bir stalinist neden bu siteyi takip etsin ki? bana gerçekten çok saçma geliyor.. hadi diyelim merak ediyor -!-? neden her söylenen illa da stalinist bir yaklaşım sergilesin ki? inatla ve ısrarla bıkmıyor usanmıyor… o kadar çok şey yazıyor çiziyor.. neden?… zileli de dahil karşı taraftan çoğu kişiyi ikna etti mi? hatırladığım kadarıyla hayır… zileli’nin gerçek sol tarihi bilmediğini mi düşünüyor? değil… zileli’nin yazısını okuyanların direkt anarşist olmalarını önlemek için mi? hayır…
zileli’yi çok sevdiğinden mi? görebildiğimiz kadarıyla hayır…
kendimden örnekler vereyim; misal karşı oldğum bir sürü düşünce falan var… ırkçılar, yaratılışçılar, liberalller falan filan.. sitelerine girip birden fazla yorum yazdığımı hatırlamıyorum. zira biliyorum; ne ben onları ikna edecem ne de onlar… ben de onlara birşey öğretemeyeceğim, onlar da bana farklı şeyler öğretemeyecek… en ufak bir kuşku kıvılcımı çaktırmak bile neredeyse imkansız… böyle forum vs. yerlere gelenler inandıklarını pekiştirmek için geliyorlar, değiştirmek içiin değil… en azından benim görebilidğim kadarıyla gerçekler böyle…
gerçekten Ertan diye biri varsa kendisinden özür diliyorum…
kendimden örnekler vereyim; misal karşı oldğum bir sürü düşünce falan var… ırkçılar, yaratılışçılar, liberalller falan filan.. sitelerine girip birden fazla yorum yazdığımı hatırlamıyorum. zira biliyorum; ne ben onları ikna edecem ne de onlar… ben de onlara birşey öğretemeyeceğim, onlar da bana farklı şeyler öğretemeyecek… en ufak bir kuşku kıvılcımı çaktırmak bile neredeyse imkansız… böyle forum vs. yerlere gelenler inandıklarını pekiştirmek için geliyorlar, değiştirmek içiin değil… en azından benim görebilidğim kadarıyla gerçekler böyle…
Kendilerini birşeylerle kavga ederek, sürekli takacak, tartışacak birilerini bularak ifade edebilen insanlar vardır. Ancak böyle yaşadıklarının farkına varırlar. bu saplantılara, negativistik obzesyonlar diyorlar amcalar.
Elinde hiçbir somut veri olmadan komplolar üretip sonuna da yanılıyorsam özür dilerim demenin hiçbir anlamı yok. Bence benim dürüstçe, tek mahlas kullanarak gösterdiğim ilgiyi sorgulayacağına, ara ara oturduğu yerden bu gibi tahliller yapmanın hastalıklı bir şey olduğunu farketmen gerekir.
Bu siteye ne Gün Zileli’yi ikna etmek için ne de başkalarını Stalinist yapmak için giriyorum. İşim gereği zaten bilgisayar başında olduğumdan fırsat buldukça yaptığım yorumların tek ve ulvi olmayan bir nedeni var, o da merak. Ayrıca aylarca yazmadığım zamanlar da oldu, (ben bu sitede mahlas değiştirmeyen ender insanlardanım, o nedenle dikkat çekiyorum galiba). Tek mahlas kullanmam nedeniyle size bu garip ya da hastalıklı geliyorsa, sözlüklerde, sosyal medyada dünyayı kurtaran bu memleketin yarısı psikolojik açıdan sorunludur! İnternetin verdiği bir olanak bu, bunu kullanmanın nesi garip? Ekstrem durumlar hariç kimseye saygısızlık da etmedim bunca yıldır. Ettiysem de özür dilemişimdir. Burada dürüstçe yapılan yorumların altından, komplolar, başka şeyler vb. arayacağınıza okuduğunuzu anlayın yeter.
Bu siteyi görüp de o zamandan bugüne fikirlerini değiştiren biri varsa o da benim (tabi sadece Zileli’nin etkisi değil bu). Yukarda yazdıklarımdan hala Stalinist olduğum sonucu çıkıyor ve sırf didişmek için burada olduğumu düşünüyorsanız (ya da Gün Zileli’nin böyle bir şey yaptığını) akli melakelerinizden şüphe ederim.
Gerçekten hayret ettim Demanu’nun yorumuna ve böyle bir sonuca varmasının sebepleri neler olabilir diye düşündüm. Bu sitede zaman zaman farklı adlarla yazdığım oldu ama hiçbir zaman fikrimin karşıtı bir fikri savunan bir tutumum ollmadı. Bunu beceremem bile zaten. öte yandan, Ertan arkadaş, bir stalinist değildir kanımca. Sorunlar üzerinde ciddiyetle düyünen ilkeli bir insandır. Zaman zaman sertliğe bile varan tartışmalarımız oldu iki yıl içinde. Ama onun fikir namusundan hiçbir zaman kuşkum olmadı. Stalinistlerde asla olmayan bir şeydir bu. Bu siteyi başka sitelerle karşılaştırmayın. Burada en farklı fikirlerden insanlar olabilir ama zor da olsa özgürlük ortamı iknanın yolunu açabilir. Ben şahsen ertan7dan da başka tartışmacı arkadaşlardan da çok şey öğrendim. Birçok noktada da onların argümanlarına ikna oldum. Bunu demanu arkadaşa da öneririm.
Ben de site kurulduğundan beri yazıyorum, Fikrimce idim bi zamanlar, ne oldu hatırlamıyorum ama akapolisti galiba küstürdü-kızdırdı Fikrimce olan ‘ben’i .) ve Fikrimce çekildi sahneden, Zikrimce olarak döndü(m) ve o günden beri de farklı bir mahlas kullanmıyorum. Dolayısıyla Ertan’ın da takipçisiyim, Zileli’nin yanında. Ertan’ın bana göre de en büyük melekesi ‘merak’… ve bu çok kıymetli bir kişisel özellik.. Özellikle, yabancılaşmayı beceremeyen bireylerin, iktidarlara inat kendilerini, özelliklerini koruyabilmeleri çok önemli. Sistem tam karşıtını istiyor çünkü; İtaat ve kabul’u.. Demanu’ya da şimdi sallamak istemiyorum ama bu kategoriye yaklaşmış gibi görüyorum. Zileli gibi üretken birisi Ertan gibi ‘sağlam’ argümanlarla -bazen- karşı fikir üreten biri olabiliyorsa yani hem üretkenliğini sürdürüp hem böyle -Ertanmış gibi- fikir geliştirip yorum yazmayı aynı anda sürdürebiliyorsa, helal olsun ona.
Ertan’ın fikir alış-verişleri neticesinde bir zaman savunduğunu, bir zaman sonra farklı bir söylemle ortaya koyması, fikirsel değişimini olgunlukla ortaya koyması gerçekten hayranlık uyandırıcı. Bir de tabii hiç bir zaman -hepimizde olduğu gibi, bazı eski refleksleri saymazsak- savunduğu-söylediği ‘yeni’ fikre sıkı sıkı sarılmaması, hep ve daima ‘araması’ çok çok önemli. Hepimiz arıyoruz… Hayat el yordamıyla oynadığımız, keşfettiğimiz bir alan diye de bir teyatral ahkamla son lafımı edeyim.. Keşke Zikrimce için de, Zileli’nin kendisi yazıyor deseniz, ah bi deseniz bir hoş sada kalırdı kendi gökkubbemde : )
pardon ama sitenin girişinde sinir bozucu bir müzik var onu nereden kapatabilirim?
Haklısınız ama ben de bilmiyorum nasıl kapatılacağını. ilgili teknik arkadaşa sormam lazım.
yaa benim pcde de bi süre sonra kendiliğinden kapanıyor. Benim için de nasıl durmadan bu müziği duyabilirim, kendiliğinden devam etsin ben pc başında değilken de sorar mısınız çok güzel bir müzik
Zİleli ve Fikrimce’ye teşekkür ederim.
Güzel bir tartışma olmuş. Gün hocamızın yazısından da tartışmadan da faydalandım.İnsanların kendi fikirlerini savunmaktan başka gayesi olmadığına da inanmıyorum. Eğer meraklı kişiler ise tartışmalardan muhakkak faydalanırlar. Değişim bir anda olmaz, zaman içinde olur…
Stalinin Hitler ordularını durdurmaları meselesine gelince….Tarih olumsallıklar ile dolu.Hitleri durduran sosyalizm değildi, Stalinin ayağa diktiği emekçilerin sırtını ikiye büken endüstri ve savaş makinesiydi.Talih bu iki diktatöryel gücün karşı karşıya gelmesine ve birisinin yenilmesine yol açtı. Hitler kazansaydı tarih sona ermeyecek başka mecralardan akmaya devam edecekti. Hiç bir zafer nihai sona işaret etmez.
İlerleme fikrine ben de inanmıyorum. Bu konuyu enine boyuna tartışmak, alternatif çözümler üzerinde düşünmek lazım diye düşünüyorum. İlerleme olmasın , peki ama düşünmemiz gereken şey bu durumda şu oluyor: O zaman yerine “ne olsun”..Sürdürülebilir büyüme denilen türde “liberal” bir şey mi…İlerlemenin, “ne olursa olsun ilerleme” mantığının dışında bir tür büyüme yani. Öte yandan büyüme düşüncesinden tamamen vaz geçebilir miyiz diye sormak isterim? Geçersek farzı mahal devam eden dev tıbbi sorunlar ile olan mücadele ne olacak… Transplantasyon , kök hücre, devamlı bir yenisi çıkan mikrobik salgınlar vb konular mesela…Keşiflere, gelişmeye ihtiyacımız yok diyebilir miyiz?
Wikipedia’da yapılan derlemeye göre, ikinci dünya savaşında Sovyetler Birliği’nin insani kaybı 23,400,000, toplam nüfusa oranı 13.88… Almanya’nın kaybı ise 6,630,000 ila 8,680,000 arası hesaplanıyor, toplam nüfusa oranı 7.9 ila 10.0..
Ölüm oranlarına bakıldığında her 1 almana karşı 4 sovyet vatandaşı hayatını kaybetmiş. Stalin’in ayağa diktiği endüstri ve savaş makinası düşünülürse oldukça başarısız bir tablo.. Rakamlar, daha ziyade sovyet halkının nazilerin modern savaş aygıtı karşısında kendisini milyonlarla feda edişine işaret ediyor gibi. Bu konuda Gün bey haklı görünüyor.
http://en.wikipedia.org/wiki/World_War_II_casualties
Sitedeki müzik, konuk görsellerdeki çalışmanın müziği.
12 Haziran’a kadar ‘katlanmak’ ya da bilgisayarın sesini kapatmak/kısmak gerekecek.
2.Dünya Savaşı sırasında Stalinin politikalarının savaşın sonucuna etki ve katkısı konusunda bana göre ciddi eksiklikler var.Öncelikle Alman Savaş makinasının temel ve biricik ilkesi Bismarck tarafından ortaya konulmuş ve iki Dünya Savaşı dışında bu teze sıkı sıkıya bağlı kalınmıştır. Alman Ulusu asla iki cephede savaşmamalıdır: Buna ne insan kaynakları ve de hammadde kaynakları yeterli değildir. Wermacht ( Alman Genel Kurmayı) belgeleri incelendiğinde, gerek Barbarossa (Rusya İstilası) Harekatı öncesi gerekse Rusya Savaşı sırasında Wermacht en sert ve net direnişini göstermiştir Hitler’e. Hitler, İngiltere’nin yenildiğini ilan etmeden önce İngiliz Savaş makinesi hakkında geniş raporlar hazırlatmış ve bunları Wermacht’ın önüne koymuştur. Tüm bunlara rağmen, Wermacht’ın ikna edilmesi yine de zaman almıştır. Hazırlıkların en büyük dayanağı ise, Ribbentropp-Molotov anlaşmasıdır. Rus Çeliğinin yanında büyük miktarda savaş için gereksinim duyulan hammadde ithali Rusya’dan yapılmıştır. Bu da gösteriyor ki, Stalin asla bir Alman saldırısı beklemiyordu. O kadar ki, Alman Orduları sınırı aştığında, RUs trenleri hâlâ hammadde yüklü olarak sınırı geçmekteydi. Almanları yenen Stalinin Merkezileşme ve kankınmacı ( zora dayalı) politikaları ile ileri sanayileşme değildir. Öncelikle Rusya Anadır. Yanında da kocası, General Kış ile birlikte. Rusyanın toprak derinliğini hiç düşündünüz mü? Böylesi bir derinliğe sahip bir ülkenin yenilmesinin ancak Rus Ordularının büyük kısmının kuşatılıp imha edilmesi ile mümkün olduğunu? Burada da, Alman GenelKurmayının iki büyük hatası öne çıkmaktadır. Öncelikle, İtalyanların Yunanistan ve Arnavutluk savaşlarını ortağından habersiz başlatması ve bu savaşalrda hezimete uğrama noktasına gelmesi sonucu, Alman Ordularının manevraları için gereksinim duyduğu 2 aylık zamanı Bakanlarda heba etmesi daha sonra da, Hitlerin başlayan Rusya Savaşı sırasında aldığı raporları yine yanlış değerlendirerek ordularını son sürat Rus Ordularının toplanma noktası olan Moskova önüne süreceğine, Ukrayna ve Kafkas İstilasına kalkışması. Yani tek yumruk halinde ilerlemsi gereken Alman orduları bir anda üç kola ayrılmıştır. Bir yorumda, Alman Ordularının Rusya Savaşında ilk yenilgiyi Stalingrad savunması sırasında aldığını söylemektedir. Büyük yanlış! Stalingrad öncesinde Moskova’ya ulaşan Alman Ordu Grubu, şehrin 40 km dışında durdurulduğunda, henüz Stalingrad kuşatması başlamamıştı. Ve ALman Ordularının tüm cephelerde ilerlemeleri durma noktasına gelmek üzereydi. Stalingrad Savaşı, Alman Ordularının en büyük hatasıdır. Savaşmak yerine geri çekilmesi gereken ordular, Hitler’in geri çekilen her komutan öldürülecektir.Geri çekilme izni ancak ve ancak doğrudan benim onayıma bağlıdır emrinin bir sonucudur. Rus Orduları, Stalingrada kadar ciddi kayıplar vermiştir. Savaş gücü hesaplanandan fazla olmasına rağmen çok çok iyi idare edildikleri asla söylenemez. Partizanların etkisi büyüktür ama savaşı kazandıran Partizanlar değildir. Ama aynı zamanda, Stalinin kalkınma politikalarının bir sonucu olan zora dayalı ilerleme hiç değildir. Almanya, iki cephede girdiği savaşı ne olursa olsun kaybederdi. Sadece zamanı uzardı. Amerika Birlieşik Devletleri savaşa girdiği anda Almanyanın idam fermanı da imzalanmış oldu. Kaldı ki benzer senaryo, 1. Savaşta da yaşanmıştı. Üstelik ÇArlık rusya, savaştan çekilmiş olmasına rağmen. Stalinin aptalca körlüğü ve gangster tutumu sonucu, tam tersi Almanya ile savaş uzamıştır. Polonya Savaşı başladığında, Almanlarla anlaşmak yerine doğrudan Almanya üzerine ordularını sürse, Alman ordusu dayanamazdı. ALmanya, ancak POlonya Savaşı sona erdiğinde, elindeki kıuvvetleri Batı Cephesine kaydırmıştır. O ana kadar Batı Cephesinde ilk savaşa benzer bir oyalama ve iper mücadeleleri oluyordu. Ardennes Manevrası da Alman Genel KUrmayının bir başarısı, Müttefiklerin ise aymazlığıdır. Lafı uzattığımın farkındayım ama savaş stratejileri ve gelişimi konusunda çok da ideolojik bakmaya gerek olmadığı kanısındayım. Bu konudaki en sağlıklı kaynak, William Shirer’in Nazi İmparatorluğu isimli üç ciltlik kitabıdır. Kendisi savaş süresince Berlinde görev yapan bir gazeteci olduğu gibi avaş onrası NAzi Arşivlerine en geniş kapsamlı ulaşan kişidir.
YİNE NEREYE ZİLELİ ?
Bu kez yolculuk nereye ?
Artık sığınılacak liman da kalmadı.
Eğer kaldıysa salt vicdanınız kaldı.
*********** **************************
Gün Zileli yine ikircimlenmeye başlamış.
Eskiden Menşevik tezleri savunucusuydu.
Bolşevikler iktidarı terketmeliydi.vb vb
Bu yazısında görece menşevizme,görece Troçkizme göz kıpıyor.
Haydi hayırlısı !
göz kırpmak başkadır, bir değerlendirme yaparken hakkını teslim etmek başkadır. mesela ben baranas hakkında değerlendirme yapacak olursam, bu sitedeki akpyi savunan arkadaşın bile onun kadar saçmalayamadığını mutlaka belirtir, hakkını teslim ederim. çünkü akpli bile bir şey söylerken kendince bir takım açıklamalar ve ye referanslar gösteriyor, bu mübarek sallıyor eskiden menşevik ise nereden anladın, şimdi göz kırpıyorsa ,göz kırparken ççekilen fotoğraf var mı?
Aziz Piyer zulümden kaçmak için Roma’yi terkederken Appiya yolunda Hz. Isa Aleyhisselam’i görür ve ona sorar: Quo Vadis Seigneur? Hz. Isa Aleyhisselam ona cevap verir: “Ego Romam Iterum cricifigi” Ikinci kez çarmiha gerilmek (sehit olmak) için Roma’ya “. Bu cevabin manasini anlayan Aziz Piyer, mücadeleden kaçmamak gerektigini anlar, Roma’ya geri döner, burada en sonunda yakalaninca kendisinin de çarmiha gerilmesini ister (efendisini örnek almak için) ama ona benzememek için bas asagi olarak. Bu bakimdan birilerine Quo Vadis diye soranlarin alacaklari cevabi iyi düsünmeleri gerekir hele ismi Barabbas’a benziyenlerin: Ego Socialismus Iterum excommunicare
baranas çok saçma şeyler yazmışsın. veya direk söyleyeyim aptalca.
Türkiye Kemali’i çöpe atti. ötekisinin heykellerine de atacak.
Kamer Genç demis ki: “Biz Kürt- mürt degiliz kardesim, Kürtler Safi olur, biz Safi miyiz? Ayrica Kürt sorunu falan da yok” Iste Dersim, iste Stockholm kompleksi. Aslinda Kamer Genç denen zat Kenan Evren’le birlikte yargilanmali.
Türkiye’de anarşist de yok.
Zileli’nin yazısı da bunun kanıtı.
Zileli bile anarşist olamamış,hala Troçkizmle düşünce ve gönül bağı var.
Zileli,ülkemiz solunda menşevik tezlerin en has ve en sağlam savunucusudur.
“İktidarı burjuvaziye terketme” gibi büyük tezler ortaya atmıştır.
“1917’de Bolşeviklerin İktidarı burjuvaziye vermesi gerekirdi.” gibi büyük tezlerin savunucusu olmuştur.
“Bizim dilde ‘Kürt’ kelimesinin olmadığını biliyorsun. Biz Kürtlere ‘Khurr’ deriz. ‘Kürt’ kelimesini Dersim’e 1970’li yıllarda radikal Türk solu getirdi. Daha doğrusu cahil ve Stalinist Türk solu Osmanlı ve Türk’ün doğuda yaşayan herkese ‘Kürt’ demesini esas aldı. Baytar Nuri’nin incilerinden daha düne kadar kimsenin haberi yoktu. Kendi kendine Seyit Rıza’yı ‘Kürdistan generali’ ilan etmiş. Kaldı ki burada adı geçen ‘Kürdistan’ Kızılbaş bir Kürdistan’dır. Bu tek kişilik manifestoda anti-Türk ve anti-İslam vurgu en önemli unsurdur. Bunun Şafi Kürd’ün veya PKK’nın Kürdistanı ile hiçbir alakası yoktur.” http://mamikiye.blogspot.com/2006/09/ap-imam-wunin-yoldaiyim-sonsuz.html
Sadece meraktan soruyorum: Dersimliler Müslüman degil mi? Degilse ne? Ateistler mi? Peki Dedeler ne ? Pirler ne? Ali kültü ne? Ali, Muhammed, Allah üçlemesi ne?
Haklısınız, bence de Alevilik İslam’ın içindedir. Fakat aynı tezi, Kürtçü İsmal Beşikçi ve Kürt milliyetçileri de savunuyor bilmem farkında mısınız? Ben Dersim’in Kırmanç halkının Kürt olmadığını belirtmek için paylaştığım yazarın bu fikrine katılmıyorum.
Ben CHP’ye de karşıyım. Diğer bölgelerde bağımsızları destekliyorum. Fakat Dersimin durumu farklıdır