Fransa (Birgün, Gürhan Gencay)
1- 68 özgürlükçü dalgası yaşadığımız coğrafyaya hangi özgün kültürel kodlarla yansıdı ? Yaşadığımız topraklardaki politik aktivizmin Avrupa’daki karşı-kültür akımının dışında varolan pozisyonunun kar-zarar muhasebesi nasıl yapılabilir sizce?
2- Paris banliyölerindeki mülksüz göçmenlerin yıkıcı öfkesiyle öğrenci hareketinin buluşma noktaları bulamamasının nedenleri sizce nelerdir ? Bugün Fransa’yı sarsan öğrenci hareketinin sistemi toptan karşısına alabilme dinamikleri , 68’deki isyancı gelenekle ne gibi ortaklıklar ya da farklılıklar barındırıyor ?
3- Geleneksel siyasal partiler dışında Avrupa’da 68 sürecinde hegemonya oluşturabilmiş sitüasyonizm, post-yapısalcılık, yatay doğrudan eylem taraftarı örgütlenmeler ve düşünsel akımların günümüzde etkinlik alanları nelerdir, bu bağlamda bir eylemsel-örgütsel süreklilikten sözedebilir miyiz?
4- Günümüz siyasal ikliminde yerler arası ittifaklar ve ortak talepler ekseninde mücadeleler kotarmanın yeni- özgürlükçü araç ve yöntemleri neler olabilir ? Bu eksende bir eğilimin cisimleşmesi mevcut mudur?
BİR TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL UYANIŞ
HAREKETİ GEREKİYOR BUGÜN
Sorularınıza toptan yanıt vermeyi deneyeceğim.
Şöyle büyük bir dilemmayı saptayarak başlayalım: 1. Modern tarih (19. ve 20. yüzyılları kapsadığı farzedilebilir), toplumsal patlama potansiyelinin bu ölçüde biriktiği bir dönem yaşamamıştı; 2. Modern tarih, teknolojik iletişimin böylesine geliştiği günümüzde, insanlar arasındaki gerçek iletişimin bu derece kopuk hale geldiği, toplumsal değişim idealinin bu derece gözden düştüğü bir durum yaşamamıştı. İşte hepimize acı veren, günümüzün büyük dilamması budur.
Yerimin kısıtlı olanakları içinde biraz daha açmaya çalışayım. Hızlı teknik gelişme ve dizginsiz piyasa ekonomisi, bugüne kadar görülmemiş ölçüde büyük bir nüfusu, hiçbir yaşam umudu bırakmadan sistemin ve toplumun dışına sürüyor. Kapitalizm açısından bu “niteliksiz” toplumsal kesim, umutsuzluk ve öfke içinde. Bir anlamda kapitalizm, ölümüne yol açacak bir patlayıcıyı kendi elleriyle imal ediyor. Paris varoşlarındaki öfkeli patlamalar bunun göstergesidir. Ama biliyoruz ki, salt öfkeyle ya da yakıp yıkmayla ne devrim olur, ne de toplumsal değişim.
İçinde yaşadığımız sistemden umut kesilirken, yeni bir toplumsal değişim umudu yeşermelidir ki, negatif enerji, pozitif enerjiye dönüşebilsin.
20. yüzyıl böyle bir pozitif enerjiye tanık olmuştu. Ne yazık ki, dünyayı sarsan bu muazzam enerji, bizzat, devrim adına hareket ettiklerini söyleyen Bolşevikler tarafından bastırılıp, söndürülerek kapitalizme yeniden can verildi. Gözünü büyük ideallere dikerek ayağa kalkan insanlık, aynı derecede büyük bir umutsuzlukla yerine çöküverdi. Hayaller, hayal kırıklığına dönüştü.
1968, kapitalist değerlerin yanı sıra, klasik Bolşevizmi de sorgulayan, kültürel rönesans öğesi güçlü yeni bir ayağa kalkıştı (en azından Fransa’da ve Avrupa’da). Ne var ki, bu ayağa kalkışın da, diğer olumsuz etken ve iç zaafları görmezden gelmeyelim ama, esas olarak klasik komünist ve sosyal demokrat partiler ve onların güdümündeki sendikalar tarafından bastırıldığını söyleyebiliriz. Böylece toplumsal devrim ideali ikinci kez büyük bir yara aldı. O günden sonra da bu idealin insanlığa mal olabildiği bir durum yaşanamadı bir daha. Bu koşullarda, ezilen insanların toplumsal değişim ideallerine ve projelerine bilinçli olarak kulaklarını kapatıp, var olan sistem içinde kısmi ve bireysel kurtuluş yolları aramaya girişmeleri son derece anlaşılır bir şeydir. Sütten ağızları fena halde yanmıştı çünkü.
Ne var ki, kapitalist sistem içinde bireysel kurtuluşun imkansızlıkla eşdeğer olduğunu görmek için fazla zeki olmaya gerek yok. Daha doğrusu bu, lotaryada büyük ikramiyeyi tutturmak gibi bir şey. Kapitalizm, ezmeye, dışlamaya ve hiçlemeye dayanan bir sistem. Bu, artık ne kadar kaçınırlarsa kaçınsınlar, ne kadar isteksiz olurlarsa olsunlar, insanların eninde sonunda yeniden toplumsal mücadele alanına inmek zorunda kalacakları anlamına geliyor.
Bununla birlikte, eğer toplumsal kurtuluş umudu yoksa, toplumsal mücadelenin kısır bir döngüye gireceğini tahmin etmek zor değildir. Bugünkü Fransa’da olduğu gibi, sistemin güçleriyle en şiddetli çatışmalar yaşansa bile, acil taleplerle sınırlı bir mücadelenin, kapitalist sistemin dikenli tellerine takılıp kalması ya da geçtiğimiz aylarda Paris’in varoşlarında yaşandığı gibi, yarını bile göremeyecek kör bir öfkenin, tam da sistemin egemenlerinin istediği biçimde, toplumsal mücadeleye olumlu yaklaşacak kesimleri bile sistemin koruyuculuğuna sığınmaya itmesi işten bile değil. Birbirleriyle çok farklı yönelimler içindeymiş gibi görünen bu iki kesimin mücadelesinin birleşememesinin nedeni aynıdır aslında: her ikisinin de toplumsal değişim ve kurtuluş idealinden yoksun olmaları. Yoksa çoktan el ele vermiş olurlardı.
Bir toplumsal ve kültürel rönesans ya da uyanış hareketi gerekiyor bugün. Bu hareketin ilk işlevi, Fransa’daki gibi toplumsal altüst oluşların, olur a, belki de kendi bürokratik diktatörlüklerini kurabilmek için, talihin bir kere daha kendilerine gülmesi anlamına geldiğini düşünerek (buna bile takatleri kalmamıştır ya!)iştahları yeniden kabarmaya başlayanları; hem bugünkü sınıf işbirliği politikaları, hem de gelecekteki iktidarları için vazgeçilmez olan müzmin milliyetçiliklerini “enternasyonalizm” kılıfına saklama çabasındaki (toplantılarda Venezüela, Küba, Türk ulusal bayraklarını bir arada sallamakla enternasyonalist mi olunur, yoksa karma milliyetçi mi?) “öncü” parti ve örgütleri, ne yazık ki hâlâ fuzuli yere ve bir anlamda sanal olarak işgal etmekte oldukları toplumsal kurtuluş alanından sürüp atmak olmalı. Bunu başaran ve Bloch’un ‘umut ilkesi’ni yeniden hayata geçiren bir toplumsal ve kültürel uyanış hareketi, Fransız devrimine gönderme yaparak söyleyecek olursak, “Enragé”lerle (Öfkeliler) ve “Sankülot”larla (Baldırıçıplaklar) bağ kurabildiği, onların toplumsal dönüşümün gerçek özneleri haline gelmelerini sağlayabildiği an, gerçek bir toplumsal devrimin koşulları da doğmuş olacaktır. Tabii ki, çok farklı bir dünyada, çok farklı insanlarla ve geçmiş deneyimlerin derslerinden süzülmüş çok farklı anlayışlarla.
Gün Zileli
28 Mart 2006