Yargının tarafsızlığına inanmam. Hele siyasi davalardan adil bir karar çıkmasını beklemek iyice safdillik olur. Dolayısıyla Balyoz davasındaki kararlar karşısında hiç şaşırmadığımı söyleyebilirim. Bu siyasi bir davaydı ve hükümler önceden kesilmişti. Kararlar, her siyasi davada olduğu gibi, kanuna uygun olduğu ölçüde adaletsizdir. Hitler’in ya da Stalin’in mahkemelerinde verilen mahkûmiyet kararları da kanuna uygundu ama suçlamalar uydurmaydı.
Balyoz davasındaki suçlamalar da uydurmadır. Ortada gerçek anlamda bir darbe teşebbüsü yoktur. Hükümet, bundan böyle kendisine karşı askeri bir girişimi peşinen önlemek için bazı kurbanlar seçmiş, “deliller” üretmiş ve bu davayı hazırlamıştır.
Bu tür davalardan beraat çıkacağını ummak gerçekten saflık olur. Dava zaten mahkûm etmek amacıyla açılmıştır. “Darbeciler” “darbe” planlarını esasen savcıdan ve iddianamesinden öğrenmişlerdir. Bazı subayların darbe yapmayı düşünmediklerini söylemek istemiyorum. Ama salt burjuva hukukuna göre bile, darbe yapmayı düşünmek diye bir suç yoktur. Nasıl ki, birisini öldürmeyi düşünmek diye bir suç yoksa. Açık açık “ben şu kişiyi öldürmeyi düşünüyorum” diyen kişiye karşı alınacak tek önlem, öldürüleceği söylenen kişinin can güvenliğini sağlamaya çalışmaktır. Öldürmekten söz eden kişiye karşı pek bir şey yapamazsınız ya da yapabileceğiniz, en fazla, onu gözetim altında tutmak, eğer silah tedarikinde bulunuyorsa bunu önlemektir. Ama onu “cinayet düşünmek” suçundan hapse atamaz, hele hele mahkûm edemezsiniz.
Tarihteki ve günümüzdeki siyasi davaların hepsi iktidarların tertibinden ibarettir. İzmir suikastı da bir tertiptir. Mahkemede “10. Yıl Marşı”nı söyleyerek ideolojik tutumlarını ortaya koyan Balyoz davası tutukluları acaba kutsadıkları dönemin bu tür, üstelik de idamla sonuçlanan tertip davaları ile kendi davaları arasında bir paralellik kurmayı hiç düşünmüşler midir? Bunun ötesinde, şu anda kendileri için üzüldüğümüz çoğunlukla subay bu arkadaşlar, bu ülkenin zindanlarında uydurma suçlamalarla hapis yatan binlerce devrimciye verilen, geçmişte kendilerinin de şu veya bu şekilde onayladıkları mahkûmiyetlerin haksızlığını artık en azından bugün teslim etmekte midirler?
Ayrıca, tarihteki bu tür davalarla kendi davaları arasında başka paralellikler de vardır. Bunu biraz açayım.
Her iktidar kendini tahkim etmek ve devrilmesine yol açabilecek kanalları büyük bir özenle tıkamak ister. Ne var ki, iktidarla rejim tam anlamıyla üst üste oturmaz. İktidarın iyice tükendiği koşullarda, rejimin yaşama güdüleri devreye girer ve adeta kalpte açılan yedek damarlara benzer bir şekilde, tıkanan kanalların (damarların) yerine yeni kanallar açarak kendisini restore eder. Eğer rejimin kendini restore etme koşulları da kalmamışsa bu sefer genel dünya sistemi devreye girer ve rejimi de değiştirerek (adeta kalp nakli gibi bir şeydir bu) sistemin o parçasını kurtarma yoluna gider.
M. K. Atatürk, kendi iktidarıyla, yine kendisinin kurduğu cumhuriyet rejimini adeta üst üste oturtmuş ve hem kendi doğrudan iktidarını değiştirecek, hem de rejimi restore edecek kanalları özenle ve tek tek kapatmıştı. Şeyh Sait isyanından sonra ilan edilen Takrir-i Sükûn kanunuyla hem iktidar hem de rejim, kanalları tek tek tıkama yoluna gitmiştir. Kürt muhalefetinin yanı sıra sol muhalefet ve eski İttihatçıların etrafında toplanan rejim içi muhalefet de baskı altına alınmış; İzmir Suikastı tertibinin ardından İttihatçı kalıntıları tasfiye edilmiş ve sindirilmiş; Serbest Fırka girişimiyle halk muhalefetinin yoğunluğu ölçülüp tek parti diktatörlüğü pekiştirilmiş; komünist tevkifatlarıyla rejim dışı tasarılara ağır darbeler indirilmiş; laiklik adı altında din, devletin ve rejimin tekeline alınmış; tekke ve zaviyeler yasaklanarak her türlü yerel halk muhalefetinin oluşumu engellenmiş; Dersim soykırımıyla, bir yandan ulus-devlet projesi hayata geçirilirken bir yandan da merkezi devlete karşı her türlü itaatsizliğin acımasızca ezileceği mesajı verilmiş; 1930’lardan itibaren faşist ve Bolşevik benzeri bir parti-devlet rejimiyle “rejimin bekçisi” elitler iktidarı garanti altına alınmış; orduya siyaset yasağı getirilerek rejimin içinden herhangi bir askeri restorasyon girişiminin önü kapatılmıştır.
Gel zaman git zaman, bütün bu önlemler, değişen dünya koşullarında yetmez hale gelmiş ve tek parti rejimi, 1940’lı yılların sonunda, dünya kapitalist sisteminin de zorlamasıyla “çok partili” bir rejime evrilerek ilk restorasyonunu yaşamıştır. Yeni iktidar sahipleri (DP) aslında eski rejimin kendine sağladığı kolaylıklara dayanarak iktidarını sürdürmüştür. Anayasa eski anayasadır. Komünizm karşıtlığı, NATO’ya girilen koşullarda daha da koyulaşmış ve komünizmi yasaklayan yasalar ağırlaştırılmıştır. Rejimin korkulu rüyası Kürt hareketi ve nüfusu üzerindeki baskı azalmadan devam etmiştir. Aslında halihazır “çoğunluk sistemi” bile Atatürk’ün tek parti diktatörlüğünü aratmayacak ölçüde tekelcidir. Atatürk zamanında da meclis vardı, bu meclisin üyeleri devletin başındakiler tarafından atanıyordu. Bu sefer tek değişiklik, 1950’lerdeki meclis üyelerinin doğrudan devletin başındakiler tarafından değil, o an iktidardaki partinin başındakiler tarafından atanmasıydı. Menderes’in dediği gibi, isteseler “odunu bile” milletvekili seçtirebilirlerdi. Keza Atatürk devrindeki “askerlere siyaset yasağı” da devam etmekteydi.
Buna rağmen, tek parti rejimine pek benzeyen bu rejimde de bir restorasyon zorunlu oldu ve bu restorasyon, Atatürk devrinde konan siyaset yasağını delen ordu tarafından gerçekleştirildi. 27 Mayıs’la birlikte rejimin “çok partili” rejime daha çok benzemesini sağlayan önlemler alındı.
Elbette rejimde ön plana çıkan her restorasyon gücü, bu restorasyondan kendisi için de bazı yararlar sağlayacaktı. 27 Mayıs’tan itibaren ordu kendini rejimin bekçisi olarak konumlandırdı ve hatta bunu anayasaya da yazdırdı. Keza ordu, 27 Mayıs’la birlikte ekonomik alana da ağırlığını koydu, kapitalist bir tekel (OYAK) halinde örgütlendi ve kendi mensuplarını toplumdan mümkün olduğu kadar soyutlayarak toplumun üzerinde imtiyazlılardan oluşan bir ur haline geldi.
Bundan sonra rejimin ihtiyaç duyduğu restorasyonlar hep ordu müdahaleleri (12 Mart, 28 Şubat) ya da darbeleriyle (12 Eylül) yapıldı. Son 28 Şubat restorasyonundan sonra iktidara gelen AKP, şu talihin cilvesine bakın ki, siyasi yelpazede Atatürkçü yönelimlere en uzak partilerin en önde gelenlerinden biri olmasına rağmen, neredeyse Atatürk’ü örnek alacak şekilde, rejimin ordu tarafından yeni bir restorasyonunu önlemek ve hem kendi iktidarını hem de halihazır rejimi kollamak üzere orduyu zapt-u rapt altına almaya girişti. Ergenekon ve Balyoz davalarının uydurma delil ve suçlamalarla açılmasının en önemli nedeni, rejimi ve iktidarı değiştirecek bütün kanalları, aynı Atatürk gibi kapama girişimidir.
Tayyip Erdoğan iktidarı, aynı Atatürk iktidarı gibi, Kürtleri ezmekte; toplumsal muhalefetin üzerine yürümekte; dini devlet iktidarının tekeline almakta, seçime dayanan bir parti-devlet rejimine doğru yol almakta; orduya siyaseti yasaklamaktadır vb. vb. Bu anlamda Tayyip Erdoğan’ı takke giymiş bir Atatürk olarak görmek hiç de abartma olmaz.
10. Yıl Marşını söyleyen Balyoz davası tutukluları aslında 90. Yıl Marşını söylediklerinin ne kadar farkındaydılar acaba?
Gün Zileli
22 Eylül 2012
Bu yazinin da yeri burasi degil Hürriyet Gazetesi olmaliymis. Anarsizmle degil sosyalizmle bile ilgisi yok.
post hegemonist bir kemalizm devresine girmiş bulunuyoruz galiba
Sevgili Gün, daha nasıl “gerçek anlamda” bir darbe teşebbüsü olabilir ki?… Beş bavul belge ile sabit bir kurmay çalışması yapmışlar işte. Davanın siyasi olduğu ve adaletle ilgisi olmadığı çok açık. Bir tek adaletli yargılama örneği var mı siyasi tarihimizde. Üç Aliler Divanı’ndan Yassıadaya, bizim yargılandığımız askeri mahkemelere dek hepsi birer soytarılıktı.
Bu yazının anarşizm ve sosyalizmle ilgisini kuramayan arkadaşa da bir sözüm var: “Eğitim şart”
Sevgi ve dostlukla,
Sn Zileli’nin tespitlerine ilaveten, en yoğun tutuklamaların yaşandığı Deniz Kuvvetleri’nin darbeyle ve Kürt kıyımıyla nasıl bir ilgisi var diye soralım. (Tutuklananların içinde Veli Küçük, Cemal Temizöz vs. gibi faili meçhullere bulaşmış olanlar olabilir, onlar istisna edilmeli tabii ki)
post kemalizmi birak, 1789 oncesine donuyoruz…memlekette iyice adet oldu her kotuluge bir kemalizm yaftasi takmak…
http://dunya.milliyet.com.tr/kemalist-ve-hatta-maoist-/dunya/dunyayazardetay/03.05.2012/1535467/default.htm
Toplumsal barış ve eşitlik adına herşeyi eksik yapan daha doğrusu yapmış gibi yapan, halkı da aydınlatmak yerine daha da karanlığa gömerek cahilleştiren, dolayısıyla yapmadıklarını yapılmış gösteren bir “idare” “iktidar” vs kendini sandığı şey değildir.
Bunun için de onun yaptıklarını anarşi düşüncesiyle yorumlamak tam anlamıyla benzinli motoru motorinli çalıştırmaya benziyor.
Bu bağlamda erken cumhuriyet döneminin karışıklıkları ve “her kafadan” çıkan “belgesizlikle” değerlendirmeye çalışmak ve tam anlamıyla bir rejimin o zaman oluşturulduğunu söyleyebilmek de çok doğru değil.
Unutulmamalıdır ki Mustafa Kemal’in etkilendiği fikirlerden biri de sürekli devrimdir.
Sizin gibi derin bir insandan rejimin varlık sebebini irdeleyerek bir sonuca gitmeye öalışmaktansa, suçun ve cezanın bireyselliği üzerine gidip bir inceleme yapmanızı beklerdim.
Ama olsun…
O subayların içlerinde ne düşündüklerini ve siyasi duruşlarını tam bilemeyiz. Ama şunu anlayabiliyoruz ki bu subaylar kör bir iktidarın tam oluşamamış bir rejimi daldan koparmaya çalışmasının kurbanıdır.
Sevgili Akin Evren devletlerin hangisi yargilamak icin dogru belge kulandiki. Ne cokda inaniyoruz devletin basinina, savcisina,partilerine, burjuvazisine, liberalizmine.
Belgelerin oldugunu kim soyledi. Halka acik olarak bu belgeler gosterildimi? Tesebbus, evet darbe dusuncesi belgeleri, cok komik. AKP, Basin,Savcilar ve iktidar ortaklari. Sende buna inanip politik yorum yapiyorsun. pes dogrusu. Sevgili Akin devletler yalanlarla yasamlarini surdurur. Halk da bunlara inanarak yorumlar yapar ve devletle ayni sozleri sarfederler. Sana tavsiyem Devletin ve kurumlarinin sozlerine inanma.
Sen gozaltina alindikdan sonra veya DGM ye cikmadan once masanin ustune serilen komik dokumanlarla fotorafin cekildimi? gordunmu? O uyduruk dokumanlar ne sana aitdir neden abartiklari kadar suc unsurudur.
Sevgili anonim gun deniz kuvetleri darbesi kurd kiyimiyla ilgili diyebirsey yazmismi. Yoksa senmi oyle zanettin. Ya arkadas guncel politik olaylarin hicbiri birbirlerinden ayri soyut seyler degildir. Ya arkadas sizleri anlamakda zorlaniyorum bir politik olayi sadece kendi icindemi dusunup degerledirelim. Hersey kopuk ve ilgisizmi`? koyun kendi bacagindan asilir, hayvan haklarindan bahsetme, sadece bacagindan asilan koyundan bahset, bu ne mantik , bu ne politik dusencedir..
Gun arkadas tarihin ve gunumuzun birbirlerinin devami ve benzerliklerinden bahsetmis. Orneklemis. Iste olmasi gereken diyalektik ve siyasi bir yorum.
Tabiki yorumun yanlisligi ve dogrulugu tartisir.
Eylem arkadas Post most yok kemalizm bir tane. Yontemleri ve gorunumleri gesiyor sadece bu kadar.
‘hukuk iktidarların fahişesidir’diyen 160 yıl önceki özgürlükçü devrimcilerin bu gün gerisine düşen politik hayatımıza üzülmemek elde değil.yazıdan ne anlamalıyız?eski efendilerin yeni efendilerce cezalandırılmasına zileli kadar üzülelimmi?devlet-iktidar hegemonyasının söylediklerinin yalan olduğunu sadece balyozdamı aklımıza gelir?devlet-iktidarın terörist,bölücü,ırkçı,hain dedikleri özgürlüçü,devrimci,barışsever gibi devletin dediğinin tam tersi olabileceği hiçmi AKLIMIZA GELMEZ.yoksa egemen hegemonya bizide zehirledide onun söylediklerini söylediğimizi anlayamıyormuyuz.mevcut iktidarın eski iktidar sahiplerinden ne farkı var?eskisi yada yenisi bizim kaderimiz değişmeyeceğine göre kaderimizi kendi ellerimizle değiştirmeye odaklanma yerine bunları makale yapabilmek hangi anarşistin aklına gelebilir?üstelik yaşadığımız hayat bu denli yangın yerinde iken bütün hayatımızı zehirleyen asıl sorunları görmeyip bunu dert edinenin amacı ne olabilir?yoksa asıl canımızı yakıp her şeyi zehirleyen sorunda iktidar-devlet hegemonyasının zihnimizi zehirlemesinden rahatsız olmayışımızdan eften püften yazılaramı sarılıyoruz?lütfen dikkat algısı ve daha verimli yzılar lütfen
http://www.ateshirsizi.com/balyoz-karari-zam-yagmurlarini-golgede-t19325.html?s=5454badc4b5386554cb1532995a53751&p=64580
balyozdan yargılanan subaylardan biri de benim akrabamdır ama gün kadar bile üzülmedim.
çünkü:
Kanun ve dinin devlet tarafından temsil edilen, garanti altına alınan ve korunan düşünsel ya da gerçek tüm şiddetin zorunlu tahsisinden başka bir şey olmadığına inanıyor ve bunun tanığıyım.
Devletin politik azamet uğruna üzerinde, insanların gerçek özgürlüğünün ve refahının kurban edildiği bir sunak olduğunu hatırlamak da fayda var. Bu kurban ediliş ne kadar eksiksizse devletin de o kadar mükemmel olunacağını devletler tarihinden biliyoruz.
dolayısıyla günün üzülmüş olmasına anlam veremiyorum.
Her emrin özgürlüğün suratında patlayan bir tokat olduğunu unuttu mu acaba¿
Eylem,
Üzülmelisiniz. Bunu birilerinin üzerinde baskı oluşturan bir faşist oloarak söylemiyorum.
Kanunun temsilcisi evet, devlettir. Şu anda başka ne olabilir ? Herkesin eşit temsil edilmesinin erken reddedildiği o “piç” devlettir. Şiddete gelince, ona ancak şu yorumum olabilir; İnsanoğlu henüz şiddeti tamamen reddedecek kadar gelişmedi ve maalesef şiddet halen anlaşmaya girizgahın ilk cümlesi ya da narası…
Açık fikirli bir insansanız, lütfen okumaya devam edin. Ben kimseye birşey “tebliğ” etmeye çalışmıyorum, kendimce, nacizane ütopya ile yaşanan arasındaki köprüyü, haddim olmadan, kurmaya çalışıyorum.
Ama din… İşte kopuş ve özellikle bu davaya zemin oluşturan kararı verenlerin biat ettiği kültürü oluşturan o “din” aslında kendi adıyla anılan şey de değil…
“Din” diye anılan şey erken düşünürlerin ve inanırların uğrunda ter döktükleri bir aydınlatıcı, adaletsizliğe isyanken şimdilerde gerçekten de tam Marx’ın bahsettiği afyon diyalektiğindeki dini taciz edenin (kötüye kullananın) elindeki silah durumunda.
Sunak ve devletten bahsederken “devletlerin kardeşliği”nden de bahsedilmiş olunuyor ister istemez, öyle değil mi ? Ama aynı şekilde bizler de ister istemez bir devletin “himayesi” altında bir “vatan”da yaşıyoruz… Bu durumda bir devletin öbürüne baskın çıkması, bir devletin “tebası”ndaki halkı diğerinden elde ettiği kaynaklarla beslemesine, ya da bunun planını yapmasına ne demek, ne yapmak gerekir ?
Bu noktada, tüm saygımla, tüm düşünce akımlarına bir çağrı yapmak hepimizin ileride birbirimizin yüzüne dostça bakabilmemiz ve yanyana yaşayabilmemiz için elzemdir. O da ne kadarına güvendiğimizin, ne kadarına itibar ettiğimizin önemi olmadan bir hukukun olduğunu kabul etmemizdir ve bu hukukun akıl ve mantıktan başka birşeye dönüşmemesi için mücadele etmek gerekliliğidir. Bu hukuk herkes için aynı eşitlikte gerçeklik kazanmalıdı, şu an itibariyle konumu ne olursa, kim olursa olsun.
İşte benim ütopyam da budur.
Diğer bir ütopyam da hiçbir insanın (ve bizim aklımıza sahip olduğu düşünülmeyen diğer canlıların) aynı eşit şartlarda varolmasıdır. Buna devletin emri altında olan, kendilerinin emir altında olmalarını özgür iradeleriyle kabul eden subaylar da buna dahildir…
ister kapitalist ister sosyalist (türk ya da kürt, “gavur” ya da müslüman, kadın ya da erkek daha uzatsam mı), bütün devletler havlayan köpektir. bunu birinin söylediğini hatırlıyorum.
klişe de olsa arada bir tekrarı hoşuma gidiyor.
Gün Bey, Balyoz, Sarikiz, Ayisigi darbe planlarina inanmiyor. Kendi ifadesiyle “subay arkadaslar”in darbeyi sadece düsündügünü ama tesebbüse geçmediklerini iddia ediyor (arkadasini söyle kim oldugunu söyleyeyim). Bu kadar anlayis ve iyi niyet gözlerimizi yasartti ama herkesin bildigi gerçekler de ortada. Tabii ki darbe girisimleri oldu ve tipki öldürmeye tesebbüs gibi darbe tesebbüsü de bir suçtur. 27 Nisn muhtirasini herkez kulaklariyla duydu, bu girisim ne idi? Ayip, çok ayip. Anlasilan sen 12 Mart’ta askeri cezaevinde egitimini iyi almissin, sana yaramis, subaylarla da iyi arkadasliklar kurmussun, ajan olmasina ajansin da acaba hangi devletin. Ingiltere falan olmasin?
gün şu cümlenle ne demek istiyorsun:
”Bunun ötesinde, şu anda kendileri için üzüldüğümüz çoğunlukla subay bu arkadaşlar, bu ülkenin zindanlarında uydurma suçlamalarla hapis yatan binlerce devrimciye verilen, geçmişte kendilerinin de şu veya bu şekilde onayladıkları mahkûmiyetlerin haksızlığını artık en azından bugün teslim etmekte midirler?”
hem devletin eski temsillileri ile arkadaşlığını hem de anarşiyle ilişkini nasıl atbaşı götürebiliyorsun¿üstün yeteneklerinden taktire şayansın valla…
yoksa bundan, hala eski bağlarından kopamadığını mı anlamalıyız¿anarşist olsa da insan eski yol arkadaşlarıyla bağlarını kesip atamıyor demek.”güçlü ordu güçlü millet”kasidesiyle hala varlığını sürdürmeye çalışan bir gelenekten kopmak demek ki kolay olamıyormuş mu,diyeceğiz şimdi¿
Konya’nin Karapinar kazasindan köylü çocugu Hamit Karaçoban kogusa girer, ensesi kalin, yagli ve gobekli insanlar siraya dizilmistir. Ilk siradaki bagirir: “rütbesiz er Cetin Dogan emir ve görüslerinize hazirdir komutanim”, digerleri sirayla devam eder: “Ibrahim Firtina, burada”, “Cemal Temizöz , burada”, “Bilgin Balanli, burada”…kusura bakmayin ama bu imaj beni mutlu ediyor, Gün Zileli ve saz arkadaslarini derin üzüntülere gark etse de. Bu iste çok derin bir sinif kokusu var, sinifa karsi sinif, Gün Zileli’ye karsi Hamit Karaçoban.
Öncesinde bu sefer gerçekle hayali ayırtedicem diyerek başlayıp, ardından assasin’s creed’de pembe ejder avlayan asit tribi junkylerine benziyoruz. Tribe girmeden önce benim kafamda şunlar vardı: Son 20 yıldır Türkiye’de iktidar için çarpışan iki ayrı tarihsel blok var. İlk blok, kendisine Kemalizmi düstur almış, devletin eski sahipleri. Geçmişdeki binlerce acıdan onlar sorumlular. Diğeri ise siyasal islamcılar bloku. Bu ikinciler giderek daha da ceberrut hale geliyorlar.
Ben işinde gücünde ama bu dünyadan rahatsız bir muhalif olarak bir üçüncü taraf göremiyorum. Ama iki taraftan birisinin eksenine girecek kadar da zokayı yutmadım. İki bloktan birini tercih etmenin problemi görülüyor olmalı: Her iki taraf da gerçek özgürlük bizde, diyerek arkasına adam toplamaya uğraşıyor. Daha doğrusu AKP tarafı yakın zamana kadar uğraşıyordu. Neyse, burada ehven-i şer tercihi yapmadan bir karar alabilmem imkansız. Herkesin gerçekten karşı taraf için güçlü kanıtları var. Problem her iki tarafın da haklı olması! Dolayısıyla yapmam gereken, bu iki taraf “birbirlerini yerlerken”, benim de bu ikisini olabildiğince yemem. Birgün’de ünlenen “Birbirlerini yesinler” değil yani. Onlar birbirlerini yerlerken ben de boyum posum ölçüsünde koparabildiğimi koparayım. Yani biri diğerini Dersim’i yapmakla suçlarken, evet Dersim’i bunlar yaptı, ama bu diğerlerinin teşhirinin nedeni budur, diyebilmek. Benzer şekilde bu sefer diğerleri bunlar için Sivas’ı bunlar yaktı dedikleri zaman, onlardan daha fazla bağırıp, ama bu kemalistler de bu işlere çanak tuttular diyebilmek.
Peki bunu neden yapıyorum? Bu ikisinin kapışmasının egemen ideolojide ve devlet kurumlarında yarattığı çatlağı kullanıp, mesela Batı’daki çalışan sınıfa Kürt meselesini anlatabilmek. Ama bu yalnızca söylem düzeyi. Aslında temel amacım, Kemalistlerin ardı sıra yürüyen beyaz yakalıları, aydın tipolojiyi vs. kemalistlerden koparmak, AKPcilerin ardından yürüyen örgütsüz işçi sınıfını, kent yoksullarını da AKP’den kopartmak. Kopartıp, takılmak değil elbette, yeni bir tarihsel blok inşa etmek.
Şimdi bu Balyoz meselesiyle yine asit tribine girdik sanırım. O zaman tribe girmeden önceki formülü hatırlamalıyım. Bu cezalarla adaletin sağlanmadığı kesin. Ama bu insanların bir bölümünün darbe olsa biz uçuracakları da kesin. AKP’nin bu anı kullanıp, Kürtlerin ve bizim üstümüze geleceği de kesin. E ne yapacağız? Tabi ki gerçeği söyleyeceğiz. Yani her iki tarafı da teşhir edeceğiz. Küçük de olsa, bir iki lokma da biz koparacağız.
Gün Zileli’nin metninde birçoğumuzun girdiği bu tripten eser yok. Onunkisi, daha eski bir trip. İşler karıştığı zaman vicdanına başvur tribi. Onu anarşizme götüren düşünce tarzı tam da bu. Hayır Gün abi, sevinmeyi üzülmeyi boşvermeliyiz. Adalet duygumuzu kırıldığı durumlarda vicdanımızın sesini dinlemeyi de boşvermeliyiz. Bu ayartıya kapılmamalıyız. Çünkü başka şeyleri yaşayanların vicdanları başka bir şey söylüyor. Bu bir ayartı. Aklımıza güvenmeden aklımızı kullanmayı tercih etmeyi öğrenmemiz gerekiyor.
Demirel’den Balyoz yorumu!
‘Dünyanın sonu değil’
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Balyoz planı davası kararına ilişkin, ”Köprülerin altından daha çok su akar, dünyanın sonu değil” dedi.
Demirel, daha önce geçirdiği gribal enfeksiyon tedavisi kapsamında bazı tetkik ve tahlillerin yapılması için dün akşam saatlerinde yattığı Güven Hastanesi’nden taburcu edildi.
Hastane çıkışında, gazetecilere iyi olduğunu söyleyen Demirel, gösterilen ilgi için teşekkür etti. Demirel, ”Tedavi oldum, eve gidiyorum. Şikayetim gribal enfeksiyondur. Durup durduğun yerde bir enfeksiyon olur bir yerinde, böyle bir şeydir. Bunlar olabilen şeyler. Geldim ve tedavim yapıldı. Hastanede gördüğüm ilgiye ve hekimlerimize teşekkür ederim. Sizlerin ve kamuoyunun gösterdiği alakaya da ayrıca teşekkür ederim. İyiyim, merak edilmesin” diye konuştu.
Balyoz Planı davası kararına ilişkin değerlendirmesinin sorulması üzerine de Demirel, ”Köprülerin altından daha çok su akar, dünyanın sonu değil” dedi.
Ben böyle birsey görmedim, darbecilerin avukatligini yapmanin vicdanla bagdasir bir yani yok. “Subay arkadaslar” seklinde ifadeler kullanarak birilerine zarf atmanin hiçbir izahi yok. Darbecilerin yargilanmasi istemek için AKP’li olmak da sart degil, generallerin darbe yapmaya tesebbus ettiklerini bilmek için de AKP’li olmak sart degil, AKP’nin marjinal solcu kiytirik 3-5 kisinin oyuna da ihtiyaci yok zaten.
AKP’nin kıytırık 3-5 marjinal solcuya ihtiyacı vardı geçmişte. Çünkü AKP’nin kendisi bugüne kadar bizi tribe sokan bu argümanları üretebilir değildi. Kullandıkları tüm “sol” argümanlar, Dersim’den 1980 darbesi ağlayışlarına, demokrasi söylemlerinden Kürt sorunundaki Açılım hikayelerine, hepsi sol literatürden aşırılmaydı açık ki. Reha Çamuroğlu’ndan tüm liberal yazarlara, herkes AKP’nin kulağına suflesini söyledi. Ki o liberal yazarların hemen hemen hepsinin serinde “eski solculuk” vardır.
Ama konu bu değil. Konu, bu darbecileri yargılayan mahkemelerin geçmişte bizi inim inim inleten mahkemeler olması. Gelecekte yine bizi inim inim inletecekleri. Hatta o bile değil. Bir insanı bir başka insanın yargılamasına karşı duyulan güvensizlik. “Darbeciler yargılansın!” güzel laf. Ama kim yargılıyor? Biz bastırdık, o sebeple yargılanıyorlar sözü gerçekçi değil. Hiç bir şeyde bastıramayıp, bi bunda bastırıyorsak, burada bi numara vardır, akıntı bizi götürüyordur, bizse kulaç atıp “suda ne güzel yüzüyoruz” diyoruzdur.
Burada oh be darbeciler yargılandı denilemez. AKP bastırdı, darbeciler ceza aldılar, bu bir cepheyi daha da zayıflatırken AKPyi daha da güçlendirdi, denir. Ve bu durumda, adaletle ilgili vicdan yapıyorsanız, Gün Zileli’nin konumunda olmanız işten bile değil.
M aliSer devletlerle, kopekleri ayni kefeye koyamasin. turculuk yapmakla hicde ozgur dusunceye kavusamasin.
27 nisan nei di ya arkadas sen hala ayni yerdesin. ajan felan sozler. bu sozlerle insana bikinlik veriyorsun. Gun ajan ise git kafasina bir kursun sik ve eski gelenegi surdur. Sonra da otoban kenarinda TV kutusuna kopyarsin. Piyasada ajan temizledim diye gezip kariyerini yukseltirler. Sacmaliyorsunuz, biktiriyorsunuz, cahil cahil yaziyorsun.Kardesin idolojik ve politik tartis olurmu?
Merakli biri sende cok seksist sin. Pic gibi sozlerle sende utopyana varamasin. Ya kardesin maco kulturunu siyasi atmosvere tasimayin.
Bu konuyla ilgili yazan bazi arkadaslar demeki devleti hala tanimiyorlar. yasa n, yargidan bahsediyorlar. Devlet de iktidarda, darbecilerde ayni duzeni korumaya calisiyorlar. Aralarindaki farkli dusuncelerden ve gelir paylasimindan dogan celiskilerden , dolayi bir birlerini tasfiye ediyorlar. Devletin yargisindan medet ummak hala devlete guvenin surdugunu gosteriyor. Desene bizim toplumsal donusum dusuncemize hala cok uzagiz. Ya bu devet ne imis bunca zaman yaptiklari karsisinda hala ona inanan insanlar var.
Darbe temizligi evet 12 eylul darbesinde su an AKP partisinde bir cok siyasetci bulunmaktadir.
Arkadaslar devletin her kesmi, her kurumu, sahtekardir.
devletin guncel kendi politiklarinin icine girmeyelim.
“hitler,stalin,atatürk,tayyip vb vb hepsi aynı”
G.Zileli ve A.Evren-in görüşleri bunlar.
Bu anlayışa “eğitim de yetersiz.”
Anarşizmin teslimiyet bayrağı olduğu ve gericiliğe teslim ideolojisi olduğu apaçık belli.
28 Şubat sürecinde Batı Çalışma Grubu (BÇG) eliyle yürüttüğü çalışmalar arasından post modern darbeye destek veren sivillerin isimleri de belirlendi. Soruşturma kapsamında savcılığa ulaşan 108 sayfalık gizli belgeler arasında sürece yardım edenlerin listesi yeralıyor. Listelerde bu isimlerin; mesleği, dini, mezhebi, iş yerleri, askerlik durumu, siyasi tutumu, güvenirliliği ve bu kişiler hakkındaki kanaatlar yer alıyor.
Gazeteci de var, züccaciyeci de
BÇG, post modern darbeye yardım eden ve süreçte yararlanılacak isimleri tespit ederken, bu kişilerden “personel” diye söz ediliyor. Formlarda “Personelin Kimliği”, “Personelin Şahsi Durumu”, “Personel Hakkında Tespit Edilen Diğer Hususlar” ve “Personel İle Temas Notları” gibi unsurlar bulunuyor. Personelin Kimliği, bölümü kullanılan şahsın kimlik bilgilerinin yanı sıra ‘etnik kökeni’ ve ‘mezhebi’ ile ilgili kısımlardan oluşuyor. BÇG’ye hizmet edecek olan şahısların meslekleri ise şöyle: Gazeteci, avukat, memur, kaymakam, inşaat mühendisi, otobüs işletmecisi, ithalatçı, emekli subay, gazeteci, otel işletmecisi, Milli Eğitim Müdürlüğü personeli, kuyumcu, matbaacı, demirci, sigorta acenta işletmecisi, züccaciye, restaurant işletmecisi, galerici, taşeron, fuarcılık, doktor, …
28 Şubat soruşturmasını yürüten
Savcı Mustafa Bilgili’ye ulaşan belgeler arasında dernek, vakıf fişlemeleri de yer aldı. Belgelere göre BÇG koordinesinde jandarmanın ülke genelinde 4 bin 93 adet vakıf, dernek, yurt, dershane ve okulları fişlediği ortaya çıktı.
Savcılığın elinde bulunan isim listesindeki örnek formlardan Ümit Zileli hakkında olana STAR ulaştı. BÇG’nin ‘faydalanılabilir eleman’ formuna göre gazeteci Zileli’nin İşçi Partili olması ve Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Göngör Özden’le yakın ilişki içinde olması BÇG’ye hizmeti için önemli olabileceği vurgulanıyor. Zileli’nin ülke yararı açısından elinden gelen bütün gayreti göstereceği belirtilirken sağlıklı ve somut bilgiler verdiğine yer veriliyor. Makam ve mevki hırsının olduğu dikkat çekilirken İrticai ve misyoner faaliyetlerinde kullanılabileceği aktarılıyor.
Ne kadar cemaatçı dezenformasyon memuru varsa yine görev başında…
23 numaradaki polis beyefendiyi zaman makinesine koyup Ortaçağ’a göndermek lazım. Orada engizisyon mahkemelerine çok büyük yararlar sağlar.
Ortaçag’i asmis, çagdaslasmis, ilerlemis, aydinlanmis tam bir GPU, KGB veya ergenekon ajani. Bir kere senin insanlari ortacag’a falan layik görmenden Kemalist cumok kafali zavalli bir “aydinlanmaci” karanlikçi oldugun görülmekte, ama iyi bir ajansin bunda kusku yok.
Neden durup dururken Hüsamettin Cindoruk için “doruk insan” seklinde övgülerde bulundun onu söyle ajan beyefendi, burada sorulari artik biz soruyoruz (!) ona göre.
Bir arkadas anlatti gecenlerde. Onun bir arkadasi guneyde bir sayfiye yerinde eski solcu bir bar sahibi ile muhabbet ediyormus. Adam diyor ki Uras ajandi. Bizim arkadas itiraz ediyor biraz, abi yapma etme felan diye. Kapatiyorlar konuyu. Biraz sonra adam diyor ki, Kurkcu ajandi. Bizim arkadas yine itiraz ediyor, abi degildir nerden cikti bu diye. Yine biraz tartisip konuyu kapatiyorlar. Az sonra adam bu Sureyya da ajan diyor. Bizimkisi yine itiraz ederken adam sinirleniyor. Diyor ki “E sende” diyor “O ajan degil, bu ajan degil, kim ajan?!”
Yenilerde iyice unlenen bir buyugumuzun dedigi gibi “Gercekten takip edilmeniz, paranoyak olmadiginiz anlamina gelmez!” Biraz daha akli kullansak diyorum. Tamam farkindayim aydinlanma yasamamis topraklarda, kulturlerde takiliyoruz, oyle ki rasyonalizm elestirileri bile antik cag fikirlerini kutsamaya yariyor, o sebeple rasyonel olmak gayet zor ama belki birazcik zorlayabilirsiniz. Cok mu zor sizin icin?
polis efendilerine hizmette kusur etmiyor.devlet-iktidar ne yaparsa onaylayıp savunduğun halde eski efendilerin fişlemeleri ve listeleriyle masa bilgilerini burda tekrarlayacağına eski efendiler bu fişlemeleri kime yapardı?tabiki devlet ve iktidara eeee senin efendilerin bu fişlemeleri imhamı ediyor yoksa yeni efendi olarak ve devlet olarak yararlanıp siyasi çıkarları için kullanıyormu? değişen nedir eskileride yenileride yaladığın devlete hizmet ettiğine göre insanları ajan diye suçlaman niye?yoksa polis masasına yeterli bilgi veremediğinden kendin gibi yalaka arayışındamısın?senin eski efendilerden farkın nedir ırkçi faşist kaç kez önünden ye diye uyardık bu sitede işin ne devlet-iktidar-sermaye hegemonyası hemen hemen bütün medya ve iletişimin tamamına hakim olup senin savunduğun yalanları pompalıyor bir avuç özgürlükçü insanın sitesinemi işin düştü iktidar-devlet-akp yalakası yettin artık
senin de eski hizmetlerin var, devletine karsi bu kadar nankör olma, aldigin maas ve primler gözüne dizine dursun, iki yanli da çalisma ahlakin bozulur.
Polis beyefendi, reisleri arasından en çok Baransu’ya özeniyor bu aralar. Önüme gelen herkese ajan dersem, belki tutar da bir-iki ajan ben de yakalatırım herhalde, diye düşünmüş anlaşılan 🙂
Belki de her geçen gün derinleşen “AKP versus Cemaat” çelişmesi, emniyetteki şakirdlerin paranoyaklığını da derinleştirmiş, “acaba biz de mi takip ediliyoruz” korkusunu yaymış da olabilir…
Zaman makinesine ne gerek var. Günümüzde Ortaçağ kalıntısı Suudi Krallığı, Körfez emirlikleri gibi rejimler hala var. Onlara yardımcı olabilir. Bu Ortaçağ artığı rejimler, Suriye’ye “demokratik reformlar” yapması için çağrıda bulunarak iyi bir iş yapıyorlar ne de olsa.
Bir de onların yanısıra, neoliberalizmin tüm dünya emekçilerine dayattığı, “pop kültürü + mutasyona uğratılmış din + piyasacı eğitim” formülüyle ,insanın bütün yaratıcı potansiyelini ve aklını körelten “Postmodern Ortaçağ” vardır.
Mehyanecinin sahidi çiraci sen onu meyhanecinin “subay arkadaslari”na sor, onlar sana ortaçagi da, yeni çagi da, kislayi da, meyhaneyi de, Büyük kulubü de anlatir.
Polis sen bu yorumlarını komedi sitelerine yazsana. Çok prim toplarsın
ahlaksız yalaka bizide kendingibi devletten geçinenmi zannettin ne maaşı ne pirimi devletin özgürlükçülerin cebinden vergi sırtından jop karakolda işkence siyasetine mahpusaneden başka yaptığımı var haklısın bunlara katlanmaktansa kendince ajan polisliği tercih edebilirsinde bu sitede ne işin var yoksa hizmet ettiğin sistemin ve efendilerinin iktidarının sona yaklaştığını görüp biz HDK ve geleceğin başarı siyasetine kuyrukmu sallıyorsun?
CAN ÇIKAR, HUY ÇIKMAZMIŞ…
Adini bile sasirdi garip.Birden suçüstü yakalaninca panik oldu, çift tarafli ajanligi ortaya çikti, ama bordrolar ortada, KCK’nin eline geçince sana ne diyecekler merak ediyoruz. Iste ajanlarin ve sol maskeli postalcilarin huyu böyledir.
Açıkçası şuana kadar yazılmış en iyi analiz yazısıdır bu ve otoritenin devlet geleneğinin kendi içlerinde birbirne dokununca günah, devlet ve sisteme karşı çıkanlar içinse hep kıyım olmuştur…
olayın adaletsizliği başka bir konudur …zaten tarihsel bir adaletsizliğin olduğu ülkede askerleri koruyan bir taraftan basmaksa tamamen ulusalcı bir tavırdan başka bir şey değildir…
büyük ozanı saygıyla anıyoruz
Anarsistlerin sloganlari: Avrupa bizi simartmali, Alman çalismali biz harcamaliyiz. Hint-Avrupa üstün irk uygarliginin temeli Yunan uygarligi, o nedenle Avrupa bizi beslemeli. Biz Avrupa için tehlikeli olan, barbar-cüce Türklere karsi üstün, yakisikli, sari saçli-mavi gözlü Avrupa uygarligini savunmaktayiz, onun için bizim 4000 euro emekli paramiz olmali vs. vs. vs; Kisacasi anarsist-fasist-nasyonal-sosyalist-Stalinist farketmez, hepsi hedefte birlesmekte….Kapitalizmin sonu=komünizmin sonu=anarsizmin sonu=solun sonu=Judeo-Chirstian-Indo-European uygarligin sonu.
Polis bey, Yunanistan’daki meslektaşları (ve onların ağababaları) için üzülmekte 😀
Polis-enternasyonalizmine ilk kez tanık oluyorum 😀
polis yalakanın asıl fesatlandığı türklere karşı üstünlük cümlesi olmasın?bizim bildiğimiz anarşi üstünlük tartışması yapmaz eşitlik özgürlük insanlığın özgürlükçü ortak değerini savunur kendi ırkçı,faşist,şöven üstünlükçü her şey türk olsun ırkçı milliyetçiliğinden bu yorumu yapmışa benziyor.ırkçılığına hizmet için yünanistan egemen efendilerini savunmayı gönüllü olabilir ne de olsa bizdeki efendilerine hizmet alışkanlığından yunan efendilere isyana fesatlanmasıda çok normal normal olmayan bu sitede ne işi var?egemen hegemonya bütün iletişime hakim bir avuç özgürlükçünün sitesinemi işin düştü git amirlerinin çöplüğünde havla
o kadar saçma ki söylediklerin, Altin Safak örgütüne özenen üstün irkçilardan hiç farkin yok, malum siz üstün irkçilar, uyduruk hint-avrupa güzelleri, ari-aryen-zerdüst-nietzsche-hitler-kava-ergenekon-irani-pontus pislikleri, 19’uncu yüzyil sömürgeciliginin icadi aslinda var olmayan ama sömürgeci Bati Avrupa’nin çikarlari için tasarlanmis seytan figürlerisiniz, yok olun, olacaksiniz.
http://www.asimalpturk.com/index.php?option=com_content&view=article&id=235:balyoz-kararlari-darbey-oenlemez&catid=46:yavuz-alogan&Itemid=64
Bu yazıda her türden politik iktidar merkezini sınıfsal içeriklerinden soyutlayarak eşitleyen anakronik bir yaklasım söz konusu.Anarsizmin her türden politik iktidar merkezini ”lekeli”olarak gören ve aynı sepetin içine atıp değerlendiren ”romantik ultra sol”yaklasımı bu yazının ana omurgasını olusturmuş.Kemalist devrimi gerçeklestirenlerin burjuva-modernleşmeci sınıfsal karakteriyle ,Bop esbaşkanlığı rejimini kuranların ”politik tutumunu”esitlemek ve Türkiye de sistemin 100 yıllık zaman dilimi içindeki yasadığı kesinti ve kopusları göz ardı ederek değrlendirme yapmak bilim dısı bir tutum olmuş…
China Today, Turkuvaz Medya ile Türkiye’de!
Çalık Holding iştiraki olan Turkuvaz Medya; Çin’in en çok okunan dergilerinden China Today’i okurlarla buluşturmak üzere önemli bir işbirliğine imza attı.
China Today’in Türkiye’de Turkuvaz Medya bünyesinde yayınlanması için, Çalık Holding ve CIPG (Çin Ulusal Yayın Grubu) arasında protokol anlaşması imzalandı.
Turkuvaz Medya, Çin’in en çok okunan dergilerinden China Today’i okurlarla buluşturmak üzere önemli bir işbirliğine imza attı. 27 Eylül 2012 tarihinde, Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng ve Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık’ın katılımıyla, Çalık Holding binasında imza töreni düzenlendi. Turkuvaz Dergi Grubu Genel Müdürü Levent Tayla ile China Today Başkanı Hu Baomin’in protokol anlaşmasını imzaladığı törene, China Today Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Fu Zhibin ile Çin Büyükelçiliğinden temsilciler de katıldı. Çin ve Türkiye’nin iki güçlü medya grubunu bir araya getiren işbirliğinin ön protokolü CIPG Başkanı Zhou Mingwei ve Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık tarafından geçtiğimiz Nisan ayında Çin’de imzalanmıştı.
1 YIL ÖNCE BAŞLADI
Törende konuşan Çin Büyükelçisi Gong Xiaosheng “Türkiye’de bulunduğum 3 yıl boyunca yaptığım gözlemler 2 ülke arasındaki ilişkilerin ve kültürel bağların daha fazla gelişme olanağı olduğunu gösteriyor. Geçtiğimiz yıl yurtdışına çıkan Çin vatandaşı sayısı 70 milyon iken bunun sadece 100 bin kadarı Türkiye’ye gelmiştir. İki ülke arasında 2000 sene önce İpek Yolu ile başlayan ilişkiler bugün 21. yüzyılda daha fazla gelişmeli ve pekişmeli. China Today ve Turkuvaz Medya arasında 1 yıl önce başlayan çalışmalar bugün meyvesini verdi. China Today’in Türkçe yayımlanması iki ülke arasındaki işbirliğinin gelişimine katkı sağlayacak. Gelecek yıllarda diğer Çin dergilerinin de Türkiye’de yayınlanmasını umuyorum. İki ülke arasındaki ilişkileri ve halkların dostluğunu geliştirmek anlamında bir mihenk taşı olacak bu işbirliğinde başta Ahmet Çalık olmak üzere Turkuvaz Medya Grubu yetkililerine ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” dedi.
GÜZEL İŞBİRLİĞİ
Çalık Holding Yönetim Kurulu Ahmet Çalık ise imza töreninde yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Bugün Türkiye ile Çin arasındaki güzel ilişkilerin ve verimli işbirliklerinin ortaya çıkardığı dergiyi görüyoruz. Turkuvaz Medya ve China Today arasında yapılan bu işbirliği, iki ülke arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkilere katkı sağlayacak. China Today dergisi ile Türk iş dünyası ve Türk halkı Çin’i çok daha yakından tanıma fırsatı bulacak. China Today dergisine yayın hayatında başarılar diliyor, iki dost ülke arasında yapılan bu güzel işbirliğinde başta Çin Büyükelçisi sayın Gong Xiaosheng ve China Today Başkanı Sayın Hu Baomin olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”
Geçtiğimiz yıl başladığımız çalışmalar sonucunda bugün derginin Türkçe basılmasına şahit olmaktan dolayı çok sevinçli olduğunu belirten China Today Başkanı Hu Baomin ise, “Nisan ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte ülkemizi ziyarete gelen Ahmet Çalık’la bu ilişkilerin temeli atıldı. Arapça, Rusça, İngilizce, İspanyolca, Çince ve son olarak Türkçe yayımlanmaya başlayacak olan dergimiz dünya çapında daha etkili bir hale geldi. Bu işbirliğiyle birlikte iki ülke arasında hem ekonomik, hem kültürel anlamda birçok yeniliğin bizi beklediğine inanıyorum. China Today dergisinin karşılıklı ilişkileri pekiştirmek anlamında çok önemli bir rolü olacaktır. Emeği geçen herkese teşekkür ederim” diye konuştu.
ÖZVERİLİ ÇALIŞMA
Turkuvaz Dergi Grubu Genel Müdürü Levent Tayla ise konuyla ilgili şunları söyledi: “Türkçe’de dergi derlemek, toplayıp bir araya getirmek anlamında gelir. Biz bir yıl önce yaptığımız ilk toplantıdan itibaren derleme faaliyetine başlamıştık. Sürekli yaptığımız çalışmalar sonucu bugün dergimizi masada görüyoruz. Bu, iki büyük dergi grubunun özverili çalışmalarının bir yansımasıdır. China Today ile bir anlaşma yapmanın yanı sıra arkadaşlığımızı dostluğumuzu derledik. Bu süreçte tanıdığımız Hu ve Fu bizim dostumuz oldu. Böyle bir dostluğa sahip olmak beni dergi kadar mutlu etti. İnşallah ilerde daha büyük projelere imza atacağız.”
150 ülkede farklı dillerde yayınlanıyor
China Today, ekonomi, kültür, iş dünyası, turizm bölümleri, özel dosya ve röportajlarıyla 60 yıldır Çin’i en iyi tanıtan bir başvuru kaynağı olarak tanınıyor. Dergi günümüzde 150 ülkede Çince, İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Arapça, Almanca ve Türkçe olarak yayınlanıyor ayrıca 6 dilde dijital bir sürümü de bulunuyor. Çin ve Türkiye arasındaki kültür alışverişine katkıda bulunmayı amaçlayan China Today Türkiye’yi, ekonomi dergiciliği konusunda yılların deneyim ve bilgi birikimine sahip bir ekip yayına hazırlıyor.
1952′den bu yana Çin’i tanıtıyor
China Today, Çin Cumhuriyetinin kurucusu sayılan ve Çin’in bağımsızlığı için mücadele eden siyaset adamı Sun Yat Sen’in de eşi olan Soong Ching Ling tarafından 1952 yılında kuruldu. Çin’in iki ayda bir piyasaya çıkan ilk İngilizce dergisi, önce China Reconstructs (Yeniden Yapılandırılan Çin) adıyla çıktı. 1990 yılında adı China Today (Bugünkü Çin) olarak değiştirildi. China Today, Çin Halk Cumhuriyeti’ni dünyaya tanıtmak amacıyla 1949 yılında kurulan CIPG (Çin Uluslararası Yayın Grubu) bünyesindeki 30′u aşkın gazete ve dergiden birisi. China Today’ın ana yayıncısı CIPG yabancı uzman editörlerinden 7′si, Çin Hükümetinin dağıttığı Dostluk Ödülü’nü kazandı.
Yani insaf Gün Abi Bir insanı öldüreceğini düşünen ve bunu söyleyen kişi nasıl suçlanmaz, bu resmen bir tehdittir, tehdit suçudur. Karşıdakini korkutur, üzer, paniğe kaptırır, gerginliğe sokar, belki de normal yaşayamaz hale bile getirebilirsin. Bu suç değilmidir. Kaldı ki balyozcular sadece düşünmekle kalmamışlarki: toplanmışlar, örgütlenmişler, evraklar planlar hazırlamışlar. Yani suç için, darbe yapıp, ülkeyi kan gölüne çevirmelerimi gerekiyor. Zaten teşebbüsten yargılandılar, belki de eksik teşebbüsten ceza aldılar. Neden darbecilerin bu kadar az ceza almalarına bile karşısınız. Sizki darbelerden, ordudan, devletten bu kadar zarar görmüş, eziyet çekmiş birisiniz. Yargımızın, adaletimizin, kanunlarımızın kötü olması, darbecilerin çok çok kötülüğünü bağışlatırmı?
Yalçın, tehditle düşünmek aynı şeyler değildir. Ben şu adamı öldürmeyi düşünüyorum demek tehdide girmez. Tehdit, örneğin bir kişiye ben seni öldüreceğim diye mesaj yollamaktır. ikisinin arasında önemli fark vardır. İkincisi, sana siyasi davaların hiçbirine inanmamanı tavsiye ederim. Örneğin darbeciler darbe yapıp diyelim ki, Tayyip’i ihanet-i vataniyeden yargılasalardı ona da karşı çıkardım. Sözünü ettiğin belgelerin çoğu sahte, sahte olmayanlar da ordunun normal harp oyunlarının bir parçası. Devlet birini yargılamaya karar verdiği zaman, bir dönem ona görev olarak verdiği şeyleri anında suç haline getirebilmektedir. bunun binlerce örneği vardır.
Tayyip yargilansa sen 27 Mayis’da yaptigin gibi sokaklara çikar destek mitingleri organize edersin. Ordunun harp oyunlarinin “iç düsman”a ve “seçimle gelmis hükümete” karsi düzenlenmesini “normal” karsilamandan belli. Senin hakkinda söylenecek hiçbir söz , tek bir kelime dahi yok. Ordunun iç düsmana karsi düzenledigi harp oyunlarini “normal” bulan bir anarsist, bir demokrat, bir insan, bir adam…allah, allah neler oluyor bu dünyada.
ben tayibin yargılanmasına karşı çıkmam hatta gelecekte özgürlükçü demokratik hukuk içinde yapıp yapmadıklarıyla yargılanmalıdır.1.özgür siyaseti engellemekten ihaleye fesat karıştırmak gibi siyasetede fesat karıştırıp 8 bin siyasetçiynin siyaset yapmasını engellemekten yargılanmalıdır.2.oslo masasını kürtler devirdi diye son bir yıldır bütün medyadan her kesime bunu söyletti yalan söylemek masada konuşulanları kürtler onaylamış reddedenin iktidar olduğu açığa çıktı o günden buyana oluşan savaş ve ölümlerden sorumlu olarak savaşta ısrar etmekten yargılanmalı 3.olarak 10 yıllık siyasetle kendi yada akrabalarının mal varlığında önemli bir artış olup karun olduysada siyasi etik gereğide yargılanmalıdır.siyasetçinin sadece yaptıklarından değil yapmadıklarındanda sorumluluğu olduğunu gösteren gerçek özgürlükçü demokratik hukuğu işletmek hattan bütün halkın iradesinden geçirerek bunları yapabilen halklar özgürleşebilirler
Kimi “ordunun normal savas oyunu” seklinde ifadelerde bulunup uzmanligini konusturur, askeri konularda uzman bir anarsist, baska hangi konularda uzman ?
Yargılamaya pek hevesli olanlar yargılanmayı da sineye çekmek zorundadırlar.
Ben ordunun bütünüyle ilga edilmesinden yanayım, ya sen?
Ordunun, özellikle komsu ülkelerin, büyük ülkelerin ve özellikle nükleer silahi olan ülkelerin ordulariyla birlikte es zamanli ilgasi gerekli olup , cuntalarin, terörist gruplarin, çetelerin, provokatör grupçuklarin, mafyanin, örgüt gibi görünmemeye çalisan anarsist örgütlerin, özellikle her boydan ve soydan “sol” fraksiyon liderlerinin ilgasi da el hak vaciptir.
Polis beyefendinin ne darbecilikle ne de militarizmle bir derdi var. Onun ve amirlerinin arzusu NATO’dan, büyük sermayeden, ABD-İsrail emperyalizminden en ufak bir “sapma” dahi göstermeyecek; emekçilerin, Kürtlerin, diğer muhaliflerin ve Ortadoğu halklarının üzerine kolaylıkla sürülebilecek azgın neoliberal-muhafazakar bir ordu yaratmak. Gerisi hikaye…
Militerler içerde, militarizm zirvede – Kadir Cangızbay
29 EYLÜL 2012
Tek bir adamın sınırsız iktidar hırsı yüzünden bütün bir ülke kanıyor; üstelik sadece çatışmalarda, baskınlarda, mayınlı tuzaklarda değil. Öldürülen, bıçaklanan, dövülen, hakarete uğrayan öğretmenler, doktorlar, kadınlar; polisin sokak ortasında, herkesin gözü önünde kurşunla gazla öldürdükleri, yaraladıkları, sakat bıraktıkları: Bunların hiç biri, Başbakanın ve ondan aldıkları cesaretle her gün biraz daha pervasızlaşan adamlarının, öğretmeni, doktoru, okumuş yazmış, okuyan yazan herkesi aşağılayan, horlayan söz, tavır ve davranışlarından bağlantısız değil.
Alevîler de hedef gösterilenler arasında; tabiî –ne kadar varlarsa- Zerdüştîler ve bilumum gayri Müslimler de: “Bizim için, affedersiniz, Rum bile dediler”. Ve yine de gidiyor Başbakan, Neşet Ertaş’ın cenazesine; üstelik, bir de konuşma yapıyor, hem de Kırşehir’de: Oysa, “biliyorsunuz, kendisi Alevîdir”; yani yuhalanmayı hak edenlerden, muhtemelen de günün baş düşmanı ‘Esed’ yandaşlarından, dolayısıyla Kılıçdaroğlu gibi ‘hain’lerden; Kırşehir ise, ‘demokrasi şehidi’ müteveffa diktatör Adnan Menderes’in, önce partisini kapatıp sonra da kendisini hapse attırtacağı rahmetli Bölükbaşı’ya oy verdi diye ‘anormal’ ilân ederek il iken ilçe yaptığı yer. Ama olsun; başbakan, kendisi söylemişti, alıcısı varsa, her şeyi yapar; daha doğrusu neyi yapıp neyi yapmayacağını alıcısı olup olmadığına göre belirler: “Aksırana tıksırana kadar içiyorlar” diyerek yine birilerine hakaret edip hedef göstermişti; sonra da “biraz ağır kaçtı galiba; ama,olsun, bu lâfın da bir alıcısı vardır” mealinde bir şeyler söylemişti.
Devr-i AKP’de her şey pazar için: Piyasa toplumu, hükümet programında sayılan hedeflerin başında geliyor. Usta’nın cenazesini bile reklam/halkla ilişkiler faaliyetine dönüştürüyorlar: Tabutlar AKP’li belediyeden. Afyon valisi de tabiî aynı soydan: 25 çocuğun ölümünü bile ticarî tanıtım fırsatı olarak değerlendiriyor. Bunlar aslında için için şuna da sevinmişlerdir: Hani, dedesi ‘bedelli tezkere al” dediği hâlde, onu dinlemeyip askere giden bir çocuk vardı ya kurbanlar arasında ve de bunlar en az yüzelli bin tezkere satıp onüç milyar kazanırız derken bu hedefin yarısına bile yaklaşamamışlardı; işte bu, AKP tezkeresine müşteri olmayan gafil işgüzarlara ders olur, ilerideki kampanyalarda tezkere piyasasının önünü açardı.
Evet her şey, pazar için; tek ölçüt para; başbakan demiyor muydu ki Uludere kurban yakınları için, “işte paralarını da verdik, ne istiyor bu insanlar hâlâ?”. Adalet Bakanı ise bir müjde verdi yine paraya endeksli: Hakim ve savcılara ucuz silah satacaklardı, piyasa fiyatının üçte birine. Bu arada, stajyer kaymakamından öğretmen, asker ve polisine onlarca vatandaşı kaçırılmış bir devlet, bunlar için hiçbir şey yapmadığı gibi, kendi memurlarının maaşını da donduruyor veya kesiyordu, PKK’nın elindeyken görev yerlerine gitmiyorlar diye.
Maaşlar kesilirken zamlar da geliyordu; zira, Akşam’dan Çiğdem Toker hesabını çıkardı, cephane ve mühimmat alım giderleri son iki ayda, geçen yıla oranla tam sekiz buçuk katı artmıştı; ancak Erdoğan yönetiminin bunun hakkını vermediğini söyleyemezdik. Daha geçen hafta, başbakan, kendisi açıkladı, büyük bir iftiharla: Tamam ‘şehit’ sayısı bir ‘nebze’ artmıştı son zamanlarda, ama ‘biz’ de tam yüz yirmi üç ‘terorist’ öldürmüştük sadece son on gün içinde. Hele bir de Cobra’lar gelsin; ikinci el ve eski model; ama Kürd’e o bile fazla; işte asıl siz asıl o zaman görün bizim ne katliamlara imza atacak yenilmez cengaverler olduğumuzu, tabiî, ‘reis’likten ‘beyfendi’liğe terfi eden başbakanımızın başkomutanlığında.
Şöyle bitirelim, siyaseti asker-sivil karşıtlığı üzerinden okuyan tosuncuklara ithafen: Militerler içeride, militarizm zirvede.
( http://www.birgun.net )
ona “militarizm” demezler, o ordunun normal harp oyunlari sadece, istersen Gün Zileli’ye sor, o bu konunun uzmani, kendisi söylüyor.
Şartlı ilga olmaz. Lenin, tek taraflı barış ilan etmişti. Onlar barıştan yana mı bakalım, o zaman biz de barış ilan ederiz dememişti. Sen orduyu ilga edersin, bütün dünyaya da örnek olursun. ama niyetin bu değil zaten. Çıracı doğru söylüyor.
Her bireyinin mücadeleye gönüllü oldugu bir toplumun orduya ihtiyaci olmaz, bu toplumun da hangi toplum oldugunu söylemye hacet yok herhalde.Siddet, devlet ve dikta yanlisi Leninciler bunu anlayamaz.
46.yorumu özgürlükçü ismini kullanarak akp yalaması polis yapmış gerçek özgürlükçü ile ilgisi olmayıp o yorumla özgürlükçüye pislikler,yok olacaksınız gibi ırkçı ve hakaret içeren yorum olmuş şimdi farkkettim.akp yalaması polisin bu sitede bu cümleleri kurabilmesinin amacı sağlıklı tartışmaları engellemek olup dikkate almasak daha iyi olacak
Hakaret nedeniyle kaldırıldı. Admin
Ne oldu, arazi oldun, gerçi sen kim arazi kim o da ayri ya, sen ancak Izmit’de pismaniye yersin, her iki senede bir özelestiri yapanlara psimaniye iyi gelir, agabeyin Zileli ile beraber bol bol pismaniye yiyin.
Sevgili Gün Abi, cevabını okudum ama hala inanamıyorum. Senin gibi 27 mayıs, 9 mart, 12 mart, 12 eylül, 28 şubat, 27 nisan gibi darbe yada girişimlerini bizzat yaşamış, içerde ve dışarda çok acı çekmiş, zarar görmüş birinin bunları yazabilmesini anlayamıyorum. Bu herhalde, eskiden yaptığımız gibi, teorinin pratiğin yerine geçirilmesi, olayların gerçek oluşunu değilde, teoride düşüncemizin, olan şeyin yerine ikame edilmesi olarak anlaşabilir ancak.
Düşünce elbette suç değildir. Bir general hayatı boyunca, bu konuda hiç adım atmazsa, fiiliyatta eyleme geçirmezse, elbette darbe aşığı olabilir, buna inanabilir. Hatta yatak odasında, eşine çok güzel darbe şiirleri bile okuyabilir yada çok özel arkadaş toplantılarında kafayı çekip, darbesever konuşmalar yapabilir. Bu bile suç olmaz.
Ancak senin harboyunu dediğin, resmi yapılan ve tüm ast,üstlerin katıldığı, gerçek plan ve projelerin konuşılduğu toplantılarda yapılanlar, söylenilenler artık düşünce planını aşmış ve eyleme geçmiş demektir. Tamamen gerçek isimlere dayalı yapılan, miili birlik hükümetlerinin nasıl oluşturulacağının, hükümetin ne kadar kötü ve yıkılması gerektiğinin, İstanbulun-halkın üzerine nasıl çöküleceğinin konuşulduğu, planlamasının ve örgütlenmesinin yapıldığı, gerçek isimlerle organizasyonunun ve görevlendirme şemalarının yapıldığı bir toplantı, harpoyunu olabilirmi? Olsa olsa ancak, darbeoyunu olabilir. Biz, buna inanacak kadar saf olabilirmiyiz? Hele hele, senin gibi bu kadar badireden geçmiş, tecrübesi olan bir insan, harpoyunu aldatmacasına inanacak kadar saf olabilirmi?
Toplantının başındaki komutan, zaten konuşma kasetlerini inkar etmiyorki: Ankaraya gidip hükümetin şöyle şöyle yapmasını söyleyeceğim, oradaki komutanlar şöyle şöyle yapsınlar diyor. Bir diğeri ben İstanbulda şunları yapacağım, İstanbulun üzerine şöyle çökeceğim diyor. Bu ses kayıtlarını inkar etmiyorlar.
Senin harpoyunu dediğin toplantının yapılmamasını, hem kuvvet komutanı istiyor, hem genelkurmay başkanı. Ama buna rağmen, bu emir ve talimatlara rağmen, İstanbul daki komutan, hiç kimseye aldırmadan, büyük bir fütursuzlukla, bunu icra ediyor.
Sahte dedikleri CD lerin aynısı, Gölcükte, donanmanın kalbinde, gizli bir odanın döşemesinin altında bulunuyor.
Yani artık bu kadar, kör gözüm parmağına delil olacak, biz hala, söylenenler uydurma, yapılanlar basit bir harpoyunu diyeceğiz.
Bunu sadece iki nedenle yapabiliriz:
1- Bu darbecileri sevdiğimiz için, onları kurtarmak istediğimiz için, ya da
2- Teoriyi, düşünceyi, kafamızda oluşturduğumuz hayalleri, olayların-olguların yerine koyup, öyle oluyormuş gibi görmek istediğimiz için yapabiliriz.
Ben tabiiki senin, ikinci şıktaki gibi yaptığına inanıyorum. Herhalde senin gibi birisi; darbecileri sevemez, darbe yapılmasını asla istemez, onları kurtarmak diye bir derdi asla olamaz. Senin eski arkadaşın Doğu gibi, darbe istemek, darbecileri desteklemek gibi bir düşüncen asla olamaz.Sende demekki, eski hastalık, düşünceyi olanın yerine koymak, öyleymiş gibi düşünmek hastalığı devam ediyor diye düşünüyorum.
Bu da herhalde şundan kaynaklıyor: şimdi sol cenahta moda olan “yesinler birbirlerini”, “din devleti kurmak isyenle, darbe yapmak isteyenlerin kavgasına neden karışalım” düşüncesi, siyaseti etkili olmuş, onun etkisiyle, seninde böyle gözlerin kamaşmış,
AKP’ nin din devleti kurma planları varsa, elbette buna karşı çıkalım, ama seçimle, meşru bir yöntemle seçilmiş, yönetime gelmiş, hükümet olmuş partilerin, kişilerin; silahla, kanla, zorbalıkla, tehditle yönetimden alaşağı edilmesine de karşı duralım. Karşı durmuyorsak bile, mademki yakalanmışlar, yargılanıyorlar, ceza almışlar, hiç değilse buna ses çıkarmayalım. Desteklemiyorsak bile sessiz kalalım, onları aklamaya, temize çıkarmaya, darbe planı yok sadece hapoyunu yaptılar, görevlerini yaptılar demeyelim. Bunu yapmak, AKP’ yi desteklemek değil, halkın hiç değilse seçimde gösterdiği iradesine saygı duymak anlamına gelir.
Bunu avukatları, darbeseverler, ne yapacaklarını şaşırmış sol cenah, darbe çağrısı yapan Doğu gibi eski arkadaşların yapabilirler ama sana bence hiç yakışmıyor. Sana yakışan, darbeye, darbecilere, zorbalığa karşı durmaktır. Nacizane, seni seven bir kişi olarak göüşüm budur.
Sağ ol Yalçın. Eleştirilerinden yararlanacağım. Ama ben siyasi davaların iktidarların tertibi olduğuna inanırım. Öte yandan, kim içerdeyse onu savunurum. Kısacası hiçbir yargılamanın ve hükmün yanında yer almam. sevgiler. Nürnberg yargılamaları da buna dahildir.
http://www.yarinlar.net/guncel-yazilar/balyoz-kararina-sevinmek-ve-demokrasi-hayali-ugur-erozkan.html
AKP-diktatörlüğünün davaları hakkında yeniden güncel birkaç yazı:
http://www.yarinlar.net/sayi-31-kasim-2011/yeni-rejim-in-zor-aygitlari.html
http://www.yarinlar.net/sayi-31-kasim-2011/tablonun-tamamini-gormek.html
http://www.yarinlar.net/sayi-31-kasim-2011/ozel-yetkili-savcilar-davalari-nasil-kurguluyor.html
“ben siyasi davaların iktidarların tertibi olduğuna inanırım. Öte yandan, kim içerdeyse onu savunurum. Kısacası hiçbir yargılamanın ve hükmün yanında yer almam.” Demek, ben gercek olsa da hic bir belgeye, bilgiye inanmak demekle es anlamlidir. Bunca veriden sonra, bu ordunun darbeyle ilgili sicili belli iken, askerin bu ülkede yapip ettikleri ayan beyan ortadayken israrla ben inanmam demek keyfi bir tercih olabilir. Ama dogru degildir. Her belgenin, bilginin, cikan her kararin adil oldugunu iddia edemeyiz belki ama bu; Ergenekon denen pisligi görmemize de engel olunmamalidir. Yargilanmasi gerekenlerin sadece bir kismi yargilanmistir. Yargilanan, ceza alanlarin bir kisminin ise sucsuz oldugu dogrudur.. (Ahmet Sik vs..)