Soma katliamı, neredeyse unutmaya başladığımız işçi sınıfının üzerindeki ağır sömürüyü bir kere daha tüm toplumun önüne getirdi. Aşağıdaki uzun metin, hem Marx’ın hem de Lenin’in çağdaşı sayılabilecek bir dönemde yaşamış (1866-1926) Jan Waclav Makhayski’nin işçi sınıfı ve entelektüellerle ilgili görüşleri temelinde sosyalizmin aslında “bilgi kapitalistleri” denen ayrıcalıklı entelektüellerin diktatörlüğü olduğunu anlatan, belki tarihin karanlıklarında kalmış ama bugün yeniden ele alınmasında yarar olan bir değerlendirmedir. Makhayski’nin toplumun en alt tabakasında yer alan işçi sınıfına ve tüm ezilenlere bağlılığından ve bu sınıfın sırtından geçinen her türlü asalak karşısındaki uzlaşmaz tavrından bugün öğrenecek çok şey olduğunu düşünüyorum. Bu bölüm, 149 sayfalık, içinde Makhayski’nin özgün metinlerini de barındıran kitap boyutlarındaki bir çeviri dosyasından alınmış ve güncelliği nedeniyle burada yayınlanmıştır.
G.Z.
Çeviri: İ.H.
19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyıl sınırında –o dönemde Polonya ve Finlandiya’yı da kapsayan– Rusya’nın sınaî gelişmesi, –hızlı gelişimi içindeki bir işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmeye can atan– sosyalist partilerin ve örgütlerin kurulmasına yol açar. Uzun ve karmaşık kalem kavgaları [polemikler], farklı ideolojik akımları ve rus devriminin önüne koyması gereken amaçları bu yolda karşı karşıya getirir. Bu dönemde alman sosyal-demokrasisi, alman işçileri nezdinde var olan etkisi ve seçimsel başarıları sayesinde bir model hizmeti görmektedir. Öğretisel rus tartışmalarının sonuca bağlanmaları, Marx’tan, Engels’ten veya onların “mirasçısı” Kautski’den yapılan aktarmalar yardımıyla olur.[1]
Jan Waclav Makhayski’nin yazılarının ortaya çıkışları bu bağlamda olur. Bu metinlerde yazar, alman sosyal-demokrasisini devrimci-marksist bir açıdan keskin bir eleştiriye tâbi tutar; ardından bu “marksist” eleştirisini rus marksistlerine ve marksizmine ve nihayet Marx’ın kendisine ve genel olarak sosyalizme karşı çevirir. Sonuçta genel anlayışa aykırı [paradoksal] ve aşırı bir yargıya ulaşmıştı: sosyalizm, kapitalist toplum içinde –üretimin denetlenmesi ve ekonominin yönetimi yoluyla– tuttukları geçit konumlarından, aynı şekilde bilgi tekellerinden –yeni bir egemen sınıf olarak ortaya çıkmak gayesiyle– yararlanan aydınların ideolojisi olabilirdi ancak. “Bilgi kapitalistleri”nin bu yükselen sınıfı, amaçlarında geleneksel kapitalizmin çerçevesiyle sınırlanmış olacak, dolayısıyla kendi çıkarlarını gerçekleştirmek maksadıyla işçi davasından yararlanacaklardı.
Bu ilginç çözümleme, o dönemde belli bir yankı uyandırmış ve 1905–1912 yıllarının Rusya’sında –kurucusunun adına ithafen– makhayevçina (ya da yaklaşık bir karşılıkla “makhayevskicilik”) söylemi altında ihmal edilemez devrimci bir mücadele hazırlamıştı.
Sosyalizmin doğası ve rolü konusunda olduğu gibi –kapitalist ya da sosyalist– uransal bir toplumda aydınların yeri ve işlevi konularında da Makhayski tarafından ortaya koyulan sorular, zaten güncelliklerini koruyorlar ve bu yüzden yazarı ve eseriyle daha içli dışlı olmayı gerektiriyorlar.[2]
Yaşamından çizgiler…
J. W. Makhayski 15 Aralık 1866’da Rusya Polonya’sında,[3] Kiel vilayetinin küçük bir kasabası olan Pintzov’da doğdu. Küçük bir memur olan babası, Konstantin Makhayski, onun doğumundan kısa bir süre sonra ailesini yoksunluk içinde bırakarak ölmüştü. O dönemde annesi Kielce Lisesi öğrencileri için bir pansiyon işletmekteydi; Jan Waclav da –genellikle sınıf arkadaşları olan– bu genç öğrencilere ödevlerini tekrar ettirerek çok erken annesine yardım etmeye başlamıştı. Geleceğin polonyalı romancısı Stefan Zeromski’yle tanışması bu dönemde olmuştu. Orta öğrenimini başarıyla bitirdikten sonra Varşova Üniversitesi’ne yazılır: önce doğa bilimleri ardından tıp derslerini izler. Ne var ki çarlığa karşı mücadele onu derslerinden daha fazla meşgul ediyordu. Kısa bir süre sonra sosyalizme bağlayacağı leh ulusal amaçlarıyla ilgilenir. Gizlice devrimci yayınlar sokması nedeniyle ilk kez 1891’de Galiç’te [Polonya’ya yakın bir Ukrayna kenti] tutuklanmıştı.
Krakov’da dört ay hapiste tutulduktan sonra Zürih’e gitmesine izin verilir. Polonyalı sosyalistlerin güdüleri konusundaki yanılgılarından kurtulması burada olur: gerçekte çarlığa karşı mücadele etmeleri işçi sınıfını kurtarmak için değil, ama mevcut sömürüyü hiç değiştirmeksizin sadece bağımsız bir Polonya devleti kurmak maksadıyla mücadele ettiklerini fark eder. Bu ilk toplumsal dersin ardından enternasyonalist bir görüş edinir, marksist olur ve üniversiteyi giderek daha fazla bir yana bırakır. Polonyalı uransal merkez Lodz’da 1892’de gerçekleştirilen büyük bir grev sertçe bastırılır; Makhayski, Lodz işçilerinin “çara ve kapitalistler”e karşı “dostlarımız rus işçileriyle birlikte” “haftanın yedi günü” aralıksız mücadele etmeleri için bir çağrı kaleme alır ve bastırır. Bu çağrıyı bizzat oraya götürmek yola düşer, ama rus-alman sınırında yakalanır. Önce Krakov’da ardından Saint-Petersburg’ta üç yıl boyunca hapsedilir; daha sonra Sibirya’da, Yakutistan’ın kuş uçmaz kervan geçmez ücra bir köyünde, Viluysk’ta beş yıl sürgün cezasına çarptırılır.
O dönemde sürgünler, yerel polisin gözetimi altında yalıtık bölgelerde yaşıyorlardı. Devlet onlara cüzî bir yardım yapıyor ve sürgünler topluluklar hâlinde örgütleniyorlardı. Bu sürgünler için belirli bir yerde ikamet mecburiyetinin dolaylı yararı, sürekli biçimde görüşlerini karşılaştırabilme olanağından ibaretti. Makhayski 1895’te Viluysk’a geldiğinde, orada “sosyalizme giden rus yolu”, bir başka ifadeyle, avrupaî bir gelişme ile kırsal topluluk [mir] ve işçi artelleri üzerinde temellenen bir sosyalizme –burjuva devrimi aşaması olmaksızın– doğrudan geçiş arasındaki seçenek konusunda alabildiğine tartışan sosyal-demokratlar ve narodniklerle (halkçılarla) karşılaşmış ve böylelikle bir sürgün arkadaşında birçok dilde çok zengin bir kitaplık bulma şansına sahip olmuştu özellikle. Hapishanede okuma olanağından mahrum olduğundan, ele geçirdiği bu olanaktan alabildiğine yararlanır ve öteki sürgünlerle tartışarak sosyalizmin ve marksizmin önemli metinleri konusunda bilgisini de böylece mükemmelleştirir.
Düşünceleri ve yapıtları…
1898’de düşüncelerinin sonucunu, alman sosyal-demokrasisinin reformculuğunu ve fırsatçılığını [oportünizmini] sertçe eleştirdiği ve hektografi[*] yöntemiyle bizzat çoğalttığı bir kitapçık olan “Sosyal-Demokrasinin Evrimi”ni yayınlar.
Marksist kuramın iki ana direği olan amaç olarak üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve araç olarak sınıf mücadelesi, sığ yasalcılığı içindeki alman sosyal-demokrasisi tarafından seçme ve seçilme hakkının kullanılması ile mevcut burjuva kurumlarda görevine sadık bir katılıma indirgenmişlerdi. Böylelikle Liebknecht, 1895’te viyanalı işçilerin bir toplantısında şunları söyleyebiliyordu: “Sosyal-demokrasi –devrimci ırasını hiçbir zaman inkâr edememiş olduğumuz ve bunu yapmaya da çalışmadığımız için– şunu iddia edebilir: genel oy hakkı sağlamca kazanılmış olduğundan Almanya’da düzenin tek partisiyiz.”[4]
Makhayski, sosyal-demokrasi için iktidarın ele geçirilmesi temel amacının devlet çarkıyla [örgütüyle] durmadan bütünleşen ve bu nedenle mevcut sistemi benimseyen [destekleyen] bir mücadeleden başka bir şey ifade etmediğini saptar. O hâlde proletarya diktatörlüğü de devlet iktidarına bu katılmada ve proletarya tarafından “demokratik şekilde” seçilmiş sosyal-demokrat temsilcilerin aracılığıyla burjuvazinin işlerinin gidişatı yönünde yürütülen bir işbirliğinde özetlenir.
Bu tespit, şu izleyen görüngüyle doğrulanır: “Her başarıdan sonra sosyal-demokrasi beklenen sonucu elde etmez… Önüne koyduğu amaca yaklaştığı ölçüde amaç bilinçten uzaklaşır. Sosyal-demokrasi amaçlarını gerçekleştirmeye hazırlandığı ölçüde, amaçları da ilk anlayışlarına o ölçüde daha az uygun hâle gelir. Ne kadar çok güç elde ederse o ölçüde diğer toplumsal gruplara bağlanma ve onlarla işbirliği yapma ihtiyacını hisseder.”[5]
Sonuçta Makhayski’yi, sosyal-demokrasi “başlangıçtaki devrimci çabalarını, bir ihtiyarın yeni yetme döneminin atılımlarını düşündüğü kuşkuculukla düşünmeye başlar”[6] demeye götüren de bu.
Makhayski, sosyal-demokrasinin reformizmini –inançlı bir marksist olarak– köşeye sıkıştırır. Bu girişimi, henüz marksist “ortodoksluk”la bir kopuş anlamına gelmez ve o dönemde “ortodoksluğun” savunucuları tarafından yeniden ele alınacak olan eleştirilerinin yerindeliğini doğrulayacak olayın, Berstein revizyonizminin ortaya çıkışından öncedir. Ama yine de tahlillerinin gelişimi boyunca [inandığı] öğretiyi kimi “hatalar”dan temizleme, onu devrimin gerçek yoluna oturtmak amacıyla marksizmi yanılgılarından kurtarma kaygısının her hâlükârda tamamen “ütopik” bir çabadan başka bir şey olamayacağını fark eder yavaş yavaş.[7]
Makhayski, sosyal-demokrat oportünizmin kaynağını bulmak için “kurucu pirler”in metinlerine, Engels’in 1890’lı yıllara ait geç dönem yazılarına değil sadece, üstelik bizzat Marx’ın başlangıç yazılarına da dönmek zorunda kalmış ve bunu, söz konusu “hatalar”ın tohumlarını oralarda bulmaktan korkmaksızın yapmıştı: “Marksizmin yanılmazlığının ilânı, barındırdığı oportünist unsurların yanılmazlığını da kapsar. Reformculuk yok olma tehlikesiyle karşı karşıya değildi, tam tersine, tamamen önceden olduğu gibi eski devrimci cümleler maskesi altında gizliden gelişecekti.”[8]
Makhayski, bu ilk yazısı sürgünler arasında iyi karşılandığından, düşüncelerini sürdürür ve –hep hektografiyle çoğaltılmış– bir ikinci ve bir üçüncü kitapçık [defter] daha yayımlar 1899’da: bu defterlerde genel olarak sosyalizmi ve Marx’ı suçlar.
Sibirya’da sürgündeyken Makhayski’den çok uzakta bulunmayan Troçki, ilk sürgün anılarında –kendisine 1900 güzünde ulaşmış olan– yazılarından söz eder ve kendisinde bıraktıkları izlenimleri belirtir: “Sosyal-demokrasinin oportünizmini eleştiriye tâbi tutan ilk defter, olayların ve aktarmaların sıralanmasıyla herkes üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Hatırladığım kadarıyla ikinci defter de aynı türden ama daha zayıftı. Buna karşın –yazarının olumlu programını açıkladığı ve kısmen devrimci sendikalizmden kısmen işçi sendikacılığından [trade-unionism’den] yana belirginleşen– üçüncüsüyse, sosyal-demokrat sürgünlerin çoğu gibi bana çok fazla yetersiz görünmüştü. Makhayski’nin Viluysk dışında pek az yandaşı vardı; eski halkçılar, –özellikle ulaştığı sonuçlarla ilgilenmeksizin– eleştirilerini ayırt etmeden sosyal-demokrasiye karşı bir silâh olarak kullanıyorlardı.”[9]
Troçki, Makhayski’yle 1902’de İrkutsk’ta karşılaşır ve bütün bir gece boyunca –Struve’e bağlı bir marksist olan– K. K. Bauer’le yürüttüğü tartışmada onu dinler. Makhayski bu tartışma sırasında habire aynı kanıtları yineler ki, bu da Bauer’i öfkeden çıldırtır. Troçki –bir moladan yararlanarak– bu tartışmaya hafiften karışmaya yeltendiğinde… iki hasım üzerine çullanıp onu susmaya zorlarlar.[10]
Anılarının daha sonraki bir kaleme alınışında Troçki, tekrar bu konuya döner: “Kuzeye doğru daha uzaktaki bir kolonide, Viluysk’ta adı (Makhayski) kısa bir süre sonra epeyce ünlenecek bir sürgün vardı. Makhayski, sosyal-demokrasi içindeki oportünizmin bir eleştirisiyle başlamış ve sürgün kolonilerimizde büyük bir başarı elde etmişti. İkinci defteri Marx’ın iktisadî sisteminin eleştirisine girişir ve şu beklenmedik sonuca ulaşır: sosyalizm, işçilerin meslekten [profesyonel] aydınlar tarafından sömürülmelerine dayanan bir yönetimdir [rejimdir]. Üçüncü defteri, bir anarko-sendikalizm anlayışı içinde siyasî mücadelenin yadsınmasını getiriyordu. Makhayski’nin bu çalışmaları, uzun aylar boyunca Lena nehri civarı sürgünlerinin büyük ilgisine mazhar olmuşlardı. Ve bu benim için, yadsımak söz konusu olduğunda pek bir atılgan olan ama canlılıktan yoksun ve kılgısal çıkarsamalarda pısırık bile olduğu görülen anarşizme karşı güçlü bir serum [aşı] olmuştu.”[11]
Anılarının bu ikinci kaleme alınışı, ikinci ve üçüncü defterlerin içeriği hakkında daha açık olmasına rağmen, Troçki boş yere “anarşizm”e karşı “aşılanır”: Makhayski, genel olarak sosyalistlerle aynı çuvala soktuğu anarşistlere karşı da hoşgörülü değildir. Şu ünlü tartışma gecesinde Makhayski’nin eleştirisinin gerçek niteliği konusunda “tek lâf olsun edememiş” olmak, Troçki’de biraz gücenmeyle birlikte muğlâk bir izlenim bırakmış olmalı. Her ne hâlse… Troçki Sibirya’dan kaçıp Londra’ya varır varmaz Lenin’i durumdan [Makhayski’nin varlığından] haberdar etmiş ve sosyal-demokrat oportünizme karşı şiddetli eleştirisiyle sürgünlerin çoğu üzerinde yarattığı güçlü etkiyi, Marx’a ve aydınlara karşı saldırısıyla yol açtığı kızgınlığı, aynı şekilde “ekonomizm” kalıntılarıyla karışık bir sendikalizm rüşeymi olduğunu söylediği olumlu programını ona bildirmişti.[12]
Gerçek eleştirileri ve düşünceleri…
Makhayski’nin bu girişimi, Troçki’nin söz konusu betimlemesinin düşünmemize izin verebileceğinden biraz daha karmaşıktı gerçekte… Makhayski, “demokratik” fransız Cumhuriyetinin Paris proletaryasının en ileri unsurlarını makineli tüfeklerle biçip katlettiğinde Marx’ın “Komünist Manifesto”sunun belirttiğinden çok daha fazla proleterlerin düşmanı olduğunu bilince çıkartmak amacıyla 1848 Haziran günlerini tarihsel başvuru noktası olarak ele alıyordu. Bu düşmanlar, üretim araçlarının sahipleriyle büyük toprak sahiplerinden oluşan kapitalistler değildi sadece, dahası güya “demokratik” ve görünüşte işçi davasından yana, ama gerçekte iyice belirli iktisadî ve tarihî çıkarları savunan bütün burjuva bölüngü de bu düşmanlara dâhildi.
Burjuvazinin bu “demokratik” bileşeni, uransal gelişime bağlı sosyo-ekonomik bir görüngüye, bu gelişmenin nitelikli ve uzman yeni bir çalışan [emekçi] tabakasının doğuşuna ve gelişmesine neden olarak ortaya çıkan yeni bir görüngüye, teknisyen, mühendis, bilim adamı, idarî ve yönetici zevat [personel] ile onlara eklenen avukat, gazeteci, profesör ve diğer kalem erbabından vs. oluşan bu insanların –sınaî, malî, askerî ve toprak sahibi bir takım erki tarafından tutulan kumanda levyelerine henüz sahip olmaksızın– toplumsal ve iktisadî yaşamı her geçen gün daha fazla denetleyip yönettikleri bir görüngüye tekabül eder Makhayski için.
Bu yeni sınıfın konumu zayıftır: kapitalist sömürüye katılıp ondan yararlandıkları hâlde, kaderleri kodamanların paşa keyfine ve azarlarına bağlıdır tümüyle; bu yüzden de proleterlere yaklaşma ve hatta davalarını –görünüşte– savunma eğilimindedir. Bu, bir yandan onların sömürülerinde oynadığı rolün kodamanların gözünde yeniden saygınlık [değer] kazanmasına, öte yandan işverenleri nezdinde –günün birinde onların yerine geçme tasarısını hiç akıldan çıkartmaksızın– hizmetlerinin daha iyi değerlendirilmesine [maaşlarının yükselmesine] elverir.
Bu sınıfa en uygun siyasî ifade, “sanayiciye karşı saldırılarında müdürün ve mühendisin “ücretleri”ne [“onca yıl dirsek çürütmelerinin bu hakkaniyetli değeri”ne] dokunmayan, “aydın emekçilerin ücretleri” vasfıyla “beyaz eller”in [nasırsız, temiz ellerin] bütün gelirlerini dokunulmaz olarak bırakan” ve beyin takımını [entellicansiyayı] –Kautski’nin sözleriyle– “sömürüye katılmayan ve de sömürüyle ilgisi olmayan” diye ilân eden sosyalizmdir. Zira “19. yüzyılın sosyalizmi, müminlerinin iddia ettikleri gibi, bütün uygar toplumlar görünümü altında yüzyıllardır var olan baskıcı yönetim biçiminin yani devletin temellerine karşı bir saldırı değildir; bu, bu yönetim biçiminin tek bir gücünün yani kapitalistlerin egemenliğinin saldırısıdır yalnızca. Bu sosyalizm, başarılı bile olsa, yüzyılların talanını ortadan kaldırmayacak, üretimin maddî araçlarının, toprakların ve fabrikaların özel mülkiyetini kaldıracaktır yalnızca; [bilinen] kapitalist sömürüyü yok edecektir sadece.”[13]
“Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, fabrikaların ve toprağın mülkiyet ve özel yönetim hakkının ortadan kaldırılmasından başka bir anlama gelmediği”ne göre, neye varmış oluyoruz?
«Kapitalist sınıfın mülksüzleştirilmesi, hiç de tüm burjuva toplumun mülksüzleştirilmesi anlamına gelmez henüz… Özel kapitalistlerin ortadan kaldırılmasıyla çağdaş köleler (modern işçi sınıfı) tüm yaşamları boyunca kol gücüyle çalışmaya mahkûm olmaya devam ederler, dolayısıyla onlar tarafından yaratılan ulusal artı-değer de yok olmaz, ama tüm burjuva toplumun, bütün soyguncuların asalak varlıklarını sürdürüp beslemenin kaynağı olarak demokratik devletin ellerine geçer. Burjuva toplum, kapitalistlerin yok edilmelerinden sonra da tamamen önceki gibi egemen bir topluluğun, kültürlü yöneticilerin ve idarî erkânın, “beyaz eller” dünyasının toplumu olarak var olmaya devam eder; bugünküyle aynı biçim altında yani “aydın çalışanlar”ın “ücretleri” olarak paylaşılan ulusal kârın [toplam artı-değerin] zilyedi olarak kalır; bu düzen daha sonra aile mülkiyeti ve yaşam tarzı sayesinde varlığını koruyup sürdürür ve kuşaklar boyu tekrar tekrar üretir kendini.»[14]
Bu, bir devlet sosyalizmi ya da –günümüzde kabul edildiği gibi– bir devlet kapitalizmi olacaktır, çünkü bu yönetim [rejim], bu sınıf için karar gücünü kontrol etmenin değil sadece, ama aynı şekilde –bu sınıfın yüksek gelirler ve maddî yararlar biçimi altında kolektif olarak sahipleneceği– üretimi aygıtının tümünden yararlanma hakkına sahip olmanın da üstünlüğünü sunacaktır.
İfadesini bu tasarıda bulan toplumsal güç, “kültürlü” ve “eğitimli” topluluktur, bilgiyi ve kültürü kendine ayıran [gasp eden] topluluktur; bu, “uygarlığın ilerlemesiyle birlikte toplumun orta tabakalarını ve kapitalist küçük mülk sahiplerini kazanan aydın emekçilerin (entellicansiyanın) gelişen ordusudur. Sermayenin ve kapitalist devletin ayrıcalıklı “paralı askerleri”nin bu ordusu, bilgilerini [iyi fiyata] satma vesilesiyle kendini sermaye ve devletle karşıtlık içinde bulur ve mücadelenin bazı uğraklarında [anlarında] anti-kapitalist ordunun [proletaryanın] bir müfrezesiymişçesine hareket eder. Ama bu, millî kârın ayrıcalıklı tüketicisi aynı zamanda uygarlığın ve kültürün sahibi sıfatıyla kol emekçilerinin hücumlarına karşı –tüm diğer mülk sahipleri gibi– mallarının savunucusu olmakta onu engellemeyecektir.”[15]
Bu sosyalizme en iyi temeli oluşturan ideoloji, Marx ve Engels tarafından hazırlanmış ve bu yükselen yeni sınıf için gerçek bir dine dönüşen bilimsel sosyalizmdir. Marksizm, –insanların iradelerinin üstünde yer alan ve de bilimsel ve teknik dolayısıyla toplumsal ilerlemeyle özdeşleşen yasalar tarafından yönlendirildikleri için– üretici güçlerin yoğun gelişimi ve kaçınılmaz sınaî gelişme kültüyle bu sınıfı cezp eder.
Ayrıca bu “bilimselci” ve “ilerici” görünüm, bilginin seçkin takımının tarihsel haklılık adına kapitalistlerin mirasını alma emellerini bir bakıma mazur gösterir (böylece sınıf çıkarlarının düpedüz açgözlülüğünü de gizler).
Bu yeni dinde cennet, sınıfsız toplumla, komünizmle temsil edilir. Diğer dinler misali bu “proleter cennet” de işçiler karşısında –onları kandırmak, onları siyasî demokratikleşme ve ekonominin ulusallaştırılması türünden çok daha somut hedeflere, [böylece] yeni sınıfın iktidara çöreklenmesine ve palazlanmasına izin veren “geçişler”e doğru sürüklemek maksadıyla– cilalanıp parlatılır alabildiğine.
Bu ülkü [ideal], komünist topluma geçişin “nesnel ve öznel” koşullarının öyle hemen bir araya gelmemiş olmaları, [bu yüzden] “gerçekçi” olma ve bu yeni tapıncın (tarihsel olunun) günün birinde bu olgunluğun gelişinin nihayet habercisi olmayı istemesini bekleme gerekliliği ölçüsünde daha da gizemlidir, efsanevidir:
«Marksizm, 19. yüzyıl sosyalizminin en iyi ifadesi olduğundan, tüm çağdaş sosyalizmle birlikte kesin vahiyler üzerine kurulu bir dine, bu vahiyde yer alan sömürülenlerin kurtuluşu tasarısının hemen gerçekleşemez olması yüzünden bir dine dönüşmeye karar verdi. Ve marksizm, bütün sömürücüler bunu ilerlemenin ve egemenliklerinin haklılanması olarak düşündükleri ve kabul ettikleri için –tıpkı İsa öğretisi zamanında olduğu gibi– çürütülemez proleter bir dinsel öğreti hâline geldi.»[16]
«Faaliyetleri sırasında sosyal-demokrasi, “proleter” bilimine sosyalist inayeti [ilâhî lütfu] sokarak işçi yığınlarına sosyalist cennetin gelişini sabırla beklemelerini ve komünist dualarıyla burjuva ilerlemeyi kutsamalarını öğretti.»[17]
Bilimsel sosyalizmin kurucusu Marx, Makhayski’ye göre, komünizme götürmesi gereken [efsanevî] bolluk boynuzu olarak düşünülen büyük üretimin daha iyi ve daha büyük gelişmesine bir fren oluşturan kapitalist kodamanları, şu eskil [arkaik] unsurları ortadan kaldıracak sınıfın, yetenekli ve bilgili bu yeni sınıfın peygamberidir.
Makhayski, daha o zaman dönemin “İncil”i hâline gelmiş olan “Kapital”i dikkatle okuyup didik didik ettikten sonra, Marx’ın karmaşık emeğin ücretini basit emeğinkine göre ayrıcalıklı kıldığı pasajlar bulur: “Ortalama toplumsal emeğe göre daha üstün ve karmaşık olarak düşünülen emek, eğitimi daha yüksek dolayısıyla oluşumu daha fazla emek zamanına mal olan ve sonuçta değeri basit emeğinkinden üstün bir emek gücünün ifadesidir. Bu gücün değeri daha yüksek olduğundan, belli ki daha üstün bir emek olarak dile getirilir, dolayısıyla aynı zaman diliminde orantılı olarak daha yüksek değerlerde somutlaşır.”[18]
Makhayski, Marx’ın bu aynı vesileyle yönetim ve gözetim işlevlerini uygulama görevlerine kıyasla ayrıcalıklı kıldığı sonucunu çıkartır. “Çok yönlü [karmaşık, basit olmayan] emek gücü”nün eğitilmesinde geçen yılların bedeli [maliyeti], bir emek gücünden daha fazla bir şey olan, bir “sermaye” olan [dolayısıyla] temettü sahipleri tarafından yüksek gelir biçimi altında ödenmesi ve verimli olması gereken bir “bilgi” birikimine tekabül eder.
Marx’ın değişmeyen ve değişen sermaye ulamlarını tanımlamak için kapitalist üretimi bütünlüğü içinde değil de sadece yalıtık bir işletmeyi dikkate aldığını tespit ederek “Kapital” eleştirisini sürdürür. Marx, “aydın emekçiler”in ücretlerini, özellikle de üretkenlik artışıyla elde edilen kârlardan gelen tüketimlerini ve kültürel bir seçkin azınlığın kuşaktan kuşağa tekrar üretilmesine ayrılan payı yeniden sabit sermayeye yatırılacak olan kullanılmış, ölü emek sayesinde gizlemekle suçlanır Makhayski tarafından…
«Kapitalist toplum, özel bir yatırım ödeneğini kendisi için vazgeçilmez olan anlıksal [entelektüel] güçlerin eğitiminde kullanır; “ulusun safi geliri”, millî artı-değerin toplam miktarı, burjuva toplumun “net geliri” –miras yoluyla aktarılabilir özel mülkiyet biçimi altında– burjuva ailelerin ellerinde bulunmaktadır. Ayrıcalıklı ücretlerin, “entellicansiya”nın her kuşağı, artı-değerin bir bölümünü yutar. “Son derece nitelikli” ve “üstün nitelikte” bir emek gücü hâline gelmeleri işte böyle olur. Bu demektir ki, artı-değerin bir bölümünü yutmuş olmaları, –talan mantığına uygun olarak– başkasının emeğinin, proleterin çalışmasının ödenmemiş ürününü, edinilmiş eğitimin karşılığı olarak ayrılan bir ücret biçimi altında daha sonra alma hakkını elde etmeleri tam da bu yüzdendir.
Daha sonra tüm bunların bireysel yeteneklerine bağlı olarak verilmiş ücreti temsil ettiği söylenir bir de! Burjuva toplum, artı-değerin “daha üstün”, “üstün nitelikte” bir emeğe uygun ücret biçimi altında kitabına uydurulan bir bölümünü döl-döşüne aktarır ve böylece insanlığın en büyük zenginliği (bilgi), ayrıcalıklı bir azınlığa kuşaktan kuşağa aktarılan tekeli hâline gelir. (…) Yetenekliler, düşünürler, mucitler ancak bu ortamda çıkabilir. Bu sonuncuların “bilgilerini ve özel bireysel yeteneklerini” “hakkaniyetli” biçimde gerçekleştirebilmeleri, uygulayabilmeleri maksadıyla, proletarya yüzyıllardır süregelen kalıtından [bir parça toprağından, birkaç parçalık edevatından, bazı becerilerinden] zorla mahrum edilmemişti yalnızca, üstelik doğal organını yani beynini olağan biçimde kullanma yeteneğinden de yoksun kılınmıştı aynı şekilde.»[19]
Böylece Makhayski için “marksizmin ilk görevi, büyük sanayinin gelişmesi sırasında ekinli [kültürlü] topluluğun sınıf çıkarını yani ayrıcalıklı paralı askerlerin, şu aydın emekçi takımının kapitalist devlet içindeki sınıf çıkarını gizlemektir, maskelemektir.[20]
Onun büyük özgünlüğü, üretim ilişkileri üzerine yerleştirilen uzlaşmazlıktan [çelişkiden] daha derinde yer alan toplumsal bir uzlaşmazlığı yani işlerin yönetimi ve onların gerçekleştirilmesi arasındaki toplumsal bölünmede var olan uzlaşmazlığı ininden dışarı uğratmasıdır; ayrıca –gerçekleştirici emek üzerinden alınan– yönetme çalışması için ödenen yüksek ücretin bu durumda artı-değerin el koyulmuş bir parçası olacağını göstermesiydi.
Bu, o dönemde böylesi bir ideolojinin ona sağlayacağı yararların iyice bilincinde olan rus entellicansiyasının marksizm için duyduğu hayranlığı açıklar. Rus marksistleri, önce burjuvaziye kendilerini sözünün eri yardımcılar olarak kabul ettirme, ardından bir süre sonra patlayacak olan toplumsal çatışmada kendi çıkarlarını düzenleme amaçlarıyla kapitalizmin ekmeğine yağ sürerler:
«Rus devrimcisi, sosyal-demokrasinin şiddetli işçi devriminin bir hasmı ve bir burjuva ilerleme partisi sıfatıyla bütün anayasal devletlerde bir “düzen partisi” olduğunun alman bakanlar ve savcılar için bile açık hâle geldiği dönemde, ancak bu dönemde bir sosyal-demokrat olmuştu.»[21]
«Marksistlerin “proleter” ve yanılmaz bilimiyle aydınlanan devrimci sosyalizmin, burjuvazinin en emin ve en sadık hizmetkârı olduğunu artık bütün Rusya biliyor.»[22]
Makhayski, proletarya için kurtarıcı bir çare olarak “nasırlı eller”in vahşi [sivil, uygar yani burjuva karşıtı] ve doğrudan isyanını, bir çeşit katı ve gayri-siyasî “ekonomizm”i[*] salık verir. İşçiler, taleplerini karşılamak için yaygın elbirlikleri örgütlemek zorundadır:
«Geçen yüzyılın [19. yüzyılın] sosyal-demokrat veya anarşist sosyalizm formüllerine karşın, dünya çapındaki genel grevler aracılığıyla yasalarını devlet iktidarına dayatan yeni bir mücadele dönemi, yeni bir uluslararası işçisel elbirliği dönemi geliyor işçi sınıfının önüne.
Salt kol emekçilerinin talepleri (tümüyle iktisadî talepler) için yürütülen bu yeni mücadele döneminde işçiler, elbirliklerini ve ayaklanmalarını genişleterek, sadece kapitalistlerin değil dahası tüm şu kültürlenmiş topluluğun, bir işçinin gelirini aşan tüm şu gelir tüketicilerinin de mülksüzleştirilmelerini gerçekleştirecekler.
Bugünkü aile mülkiyeti yerine herkes için eşit doğmak, eğitim ve kültürde aynı eşit haklara sahip olmak olanağını kazanacaklar.»[23]
Makhayski’nin –ilk yazılarında açıklandığı kadarıyla– düşüncesinin başlıca eleştiri noktaları işte böyle.
Sibirya sonrası…
Beş yıl süren Sibirya sürgününden sonra Makhayski’nin Avrupa Rusya’sına dönmesine izin verilmişti. Ne var ki bir polis kontrolü sırasında –kısa bir süre önce kaçmış olan– Yuri Stieklov’la[24] karıştırılıp yeniden tutuklanır. Durumu açığa çıkarsa da, tutuklanması sırasında üzerinde çıkan onlarca yazısı yüzünden suçlanıp yeniden hapsedilir. Diğer devrimcilerin dayanışmasıyla toplanan yüklü bir kefalet ödenmesi sonucu[25] serbest bırakılır, ama İrkutsk’ta mecburî ikamete tâbi tutulur.
Çevresinde küçük bir militan işçi grubu toplanır ve grup 1 Mayıs 1902 vesilesiyle kaleme alınan bir bildiri yoluyla kendini tanıtır. Bildirinin metni, çarlığa olduğu kadar “işçi hareketini dikkatle izleyerek onu kendi amaçları için araç olarak kullananlara, mutlakıyet yönetimi altında egemenliklerine tümüyle ulaşamayan, iktidarın [devletin] yüksek mevkilerinin tümüne kavuşamayan, (…) devasa rus devletinde rahat ve çıkar sağlayan küçük mevkileri kapamayan ekinli topluluğun bu tabakalarına” da şiddetle saldırır.
Söz konusu bildiri 1 Mayıs gününü, o güne kadar siyasî nitelikli bir bayram olmuş olan bu günü, günlük çalışma süresinin kısaltılması için, işçi ücretlerinin arttırılması için bir somut talepler gününe, bir iktisadî mücadele gününe, uzun lâfın kısası, şu “bilgili çevrenin hizmetindeki” kol emekçilerinin payına düşen kadere karşı, “daha doğmadan mahkûm edildikleri [ücretli] köleliğe” karşı bir öfke hareketine dönüştürmeye çağırıyordu.[26] Bu çağrı, bölgenin sosyalist aydınları tarafından değişik biçimlerde, o civardaki çok sayıda işçi tarafından da olumlu biçimde karşılanmıştı kuşkusuz. Bu etkinlik yöre polis yetkililerinin de dikkatinden kaçmamıştı… Makhayski yeniden tutuklanır ve üç yandaşıyla birlikte Sibirya’nın kuş uçmaz kervan geçmez ücra köşelerinden birinde, Kolima civarında bir yerlerde idarî tedbir olarak bir kez daha yedi yıl sürgün cezasına çarptırılır. İrkutsk yakınlarındaki bir aktarma hapishanesindeki geçici ikametinden, –bir sosyal-demokratın, Piotr Garvi’nin yardımı sayesinde– önce Avrupa Rusya’sına ardından İsviçre’ye gitmek üzere kaçmak için yararlanır.
Garvi, anılarında Makhayski’nin kişiliğini epeyce sempatiyle betimler: “Bağnaz [fanatik] polonyalı gözleriyle [? (soru işareti Skirda’ya ait)], seyrek bir çember sakalın çevrelediği etkili yüzüyle orta boylu, sıkı yapılı dış görünümüyle son derece çekici biriydi; canlılığıyla dikkat çekiyordu. Son derece insancıl, dikkatli ve sıcakkanlıydı.” Aynı zamanda “tartışmalarda sert, bağnaz, pes etmek bilmeyen ve alaycı” biriydi; kişisel görüşleri konusunda hiçbir biçimde pes etmezdi. Ortak yaşamda “her türlü çocukça oyuna ve şakaya hazır ender görülen neşeli” bir insandı; aynı şekilde “yaman bir satranç oyuncusu, harika biçimde mazurka ve vals yapabilen aşırı bir dans heveslisiydi” de.
Tek zayıf yanı, alkoldü; saf [derişik] alkol içerdi. Bir gün tıbbî amaçlı epeyce alkol yürütmüş ve hepsini cezaevi kolonisinin diğer “horozları”yla birlikte içmişti.
Makhayski ve taraftarları, “özellikle tehlikeli” dolayısıyla “yakından ve özel biçimde izlenmeleri gereken” unsurlar olarak tanıtılmışlardı yerel jandarmaya. Garvi’ye göre Makhayski, sürgündeki aydınlar arasında işçilerden daha fazla yandaş kazanıyordu ve bunu çoğu durumda aydınların ayrıcalıklı toplumsal kökenlerini daha o günden affettirmek zorunda olduklarını düşünmeleriyle, “işçi davasına olan sadakatlerinin saflığı” konusunda kuşku duyulmasından korkmalarıyla açıklar.
Garvi, aşağıdaki inanç açıklamasını ona atfeder:
«Sosyal-demokrasi, proletaryanın en büyük aldanması, burjuvazinin de en habis kurnazlığıdır. (…) İşçiler, daha önceleri sınıf sezilerine uyarak ara sıra ayaklanıyor, kışla-fabrikalarını yıkıyor, onları açlığa ve köleliğe mahkûm eden makineleri öfkeyle kırıp yok ediyor, kanlarını emenleri de öldürüyorlardı. Onların bu isyanlarını ezip bastırmak maksadıyla burjuvazinin polise, jandarmaya ve orduya ihtiyacı vardı. İşte tam bu sırada sosyal-demokrasi çıkageldi ve burjuvaziyi bir toplumsal devrim korkusundan kurtardı. Bundan böyle polis, ordu ve ceza yağdıran baskı mahkemeleri aktık neye yarar? İşçiler sömürücülerine karşı ayaklanır ayaklanmaz… sosyal-demokratlar onları tutar: “Aman dikkat! Kışkırtma var!”; “Disipline tastamam uymanız gerek!”; “Fabrikaların ve makinelerin tahribi, bir sınıf bilinçsizliğinin ve olgunlaşmamışlığının belirtisidir.” Burjuvazi, bundan böyle mallarının (onların en zayıf yanı) sosyal-demokrasi tarafından jandarmalardan daha iyi korunacaklarını artık bilmekte.»
Garvi, işçi sınıfını burjuvazinin siyasî etkisinden ilk kez alman sosyal-demokrasisinin kurtardığı ve böylece işçi sınıfının öncüsü hâline gelip sınıf mücadelesini örgütlediği, “hem zaten Bebel’in kendisi de bir işçi değil miydi?” itirazını yöneltir ona. Makhayski de, Bebel’in “aydın işçiler”le birlikte karşı safa geçtiğini ve sözde işçi partileri yöneticilerinin yalnızca aydınlar, hemen tümüyle aydınlar, o aynı burjuvazinin oğulları olduklarını, ne var ki –“burjuva yönetimi tepkilere ve direnişlere yol açan kaba güç araçlarıyla değil ama sosyalist aldatmacayla kurtardıkları” için– kapitalist babalarından daha akıllı ve becerikli oğulları oldukları şeklinde yanıtlar Garvi’yi.
Garvi yine de sosyal-demokrasinin burjuva egemenliğinin yıkılmasını, toplumsal devrimi ve kapitalizmin yerine sosyalizmin geçirilmesini hedef olarak önüne koyduğu itirazında bulunur. Makhayski de onu sertçe yanıtlar: “Nedir sosyalizm? Tamam, kapitalistler olmayacak, ama yerlerine aydın işçiler, üretimin düzenleyicileri [örgütleyicileri], mühendisler, teknisyenler, serbest mesleklerden insanlar oturacak. Artı-değeri ceplerine atacak olanlar onlar; şu sosyalist toplumunuzda egemen olacaklar da onlar ve bu insanlar yeni sınıfı oluşturacaklar.”[27]
Lenin “Yağmalanmış her şeyi yağmalayın!”, “Burjuvazinin tasfiye edilmesi ve beyin takımının ezilmesi!” sloganlarını öne sürdüğünde, Garvi 1917’deki bolşeviklerle Makhayski arasında bir benzerlik olduğunu düşünür ilk anda; buna karşın “bolşevik parti diktatörlüğünün, burjuvazinin –sosyalizm maskesi altında– “aydın emekçiler”in (mühendislerin, teknisyenlerin, ekonominin envai türlü örgütleyicilerinin) iktidarı tarafından ikame edileceği tehlikesi konusunda Makhayski’nin dile getirdiği kehanetleri doğruladığı”nı düşünür [daha sonra].[28]
Cenevre günleri…
Makhayski 1903 güzünde genç eşi Vera (Rosa Levin) ile birlikte gelip Cenevre’ye yerleşir. 1905’te eşinin bir ahbabı ve düşüncelerinin taraftarı Janine Berson’un malî yardımı sayesinde “Aydın Emekçi”nin –yeniden gözden geçirilmiş ve daha önce bulunmayan bir önsöz ile sonuç bölümünün eklendiği– yeni bir baskısını yayınlar. Kısa bir süre sonra isimsiz iki kitapçık daha yayımlar: “19. Yüzyıl Sosyalizminin İflâsı” ve “Burjuva Devrim ve İşçi Davası”.
Özgürlükten mahrum edildiği on bir yılın izlerini taşıyordu hâlâ… 1905 yılının büyük karışıklıklarına katılmak üzere hemen Rusya’ya dönmemiş olmasını açıklayan da belki bu. Max Nomad onunla bu sırada tanışır ve –henüz kırkında bile olmadığı hâlde ellisinde göstermesi nedeniyle– çok erken yaşlanmış olduğunu düşünür.
Bu dönemde Odessa’da onun fikirleri temelinde kendiliğinden bir işçi grubu doğmuştu 1904’te. 1905 hareketi [devrimci atılımı], tavırlarına [anlayışlarına] yaygınlık kazandırdı ve Ekaterinoslav, Vilnius, Bielestock, Varşova ve Saint-Petersburg’ta başka gruplar da oluştu. Kendisi de 1906’da Rusya’ya geri dönüp Saint-Petersburg’daki Elbirliği grubuna katıldı. “Aydın Emekçi”nin ilk iki bölümünü orada resmen yeniden bastırmayı ve Marx’ın “Kutsal Aile”de yer alan –henüz rusça yayımlanmamış– metinlerinin bir tercümesini açıklayıcı notlarla birlikte yayımlamayı başardı.
Makhayski, Cenevre’de ve Saint-Petersburg’da yayınlanan yeni yazılarında daha önce “Aydın Emekçi”de açıklamış olduğu konuları kâh olduğu gibi kâh daha derli toplu biçimde yeniden ele alır genel olarak. Konuya ilişkin birkaç ek açıklamayla sosyalizm ve aydınlar eleştirisinin ana çatısını açıklığa kavuşturup sağlamlaştırır. Aydınlardan kaynaklanan ve toplumsal devrimi hiç de doğrudan bir amaç olarak değil ama sadece kendi mücadelelerinin nihaî sonucu olarak ele alıp inceleyen ideolojiler ve kuramlar konusunda duyulması gereken kuşkuyu yeniden dile getirir: “İşçiler ömür boyu kölece bir kol işine mahkûm edilmiş olarak kalırlarken, aydınlar, devleti yönetmek hakkını elde ettikleri andan itibaren isyan etmeye hemen son verirler ve onları yöneticiler ve egemenler sıfatıyla onaylayan düzeni korumaya çalışırlar yalnızca.” [29]
İşçi yığınlarını aldatmanın yeni aracı “toplumcu” [sosyalist] ya da “toplumsal bilim”e, bu yığınlar için ulaşılmaz olarak kalan ve bu “bilimleri”nin ince ayrıntılarını çekip çevirmede sırf kendileri yetenekli olan aydınların üstünlüklerini yalnızca somut olarak güvenceye almaya yarayan bu “bilim”e saldırır.
Özellikle de ezilenlerin çıkarlarını –kölelerin ve efendilerin işbirliği yoluyla– ezenlerin çıkarlarıyla özdeşleştirdiğinde, çıkarların herkes için ortak olacağını söyleyen bir toplumun (burjuva toplum örneğinde sivil toplumun) kuruluşu maksadıyla geçmişin “işbirliği”ni çağrıştırdığında da… tarihsel materyalizm anlayışına çatar:
«Marx’ın asla yapmadığına karar vermek gerekiyor: proletaryayla birlikte, felsefeye bulaşmış tüm düşünceleri cehennemin dibine yollamak; tarihte mutlak ilerlemenin –Marx tarafından 1844–47 arasında koyulmuş– nesnel temelin tümünü reddetmek gerek. Bütün geçmiş dönemleri tarihsel olarak, nesnel olarak ve iktisadî olarak –hegelci felsefeyle ilişkisi içinde– haklılamaya [doğrulamaya] yönelen tüm icatları reddetmek gerek.
(…) Toplumun üretici ihtiyaçları, insanlığın üretici ihtiyaçları konusundaki marksist öğreti, bakış açısı [görüşü] işçi yığınlarının gerçek sınıf anlayışını değil ama daha ziyade ütopik tek bir toplum, tek bir insanlık eski bakış açısını temsil ettiği için, hiç de iktisadî materyalizmin ilkelerini kapsamadığını kabul etmek gerekir.
Toplumun temeli olarak üretici ihtiyaçların bu nesnelci marksist kuramı, tümüyle düşünceci [idealist] bir zemin üzerine kurulmuştur; bu kuram, uygarlaşmış toplumun, herkesin katılacağı birleşik sözde iktisadî elbirliği, irade dışı bir işbirliği olacağını iddia eden salt düşünceci kurgulardan ve öncüllerden gelir. Marksizmin –sadece gerekliliğin, bilinçsiz ve kaçınılmaz olayların gücüyle varılacak olan– bu elbirliğine atfettiği hafifletici neden, bu sorunda hiçbir şeyi değiştirmez ve bu anlayışı tarihsel bir kayracılık düzeyine taşımaktan başka bir şey yapmaz.»[30]
Makhayski, alman felsefesini işçi hareketine bağlamayı isteyen (felsefe bu ilişkinin beyni, işçi sınıfı da yüreği olacaktı) genç Marx’ın bu anlayışına [tavrına] şiddetle saldırır ve “insanların iradelerinden bağımsız olarak” devinen yasaların, “kör” tarihsel güçlerin kaderci kavramına [anlayışına] karşı çıkar. Bazı sınıfların, örneğin burjuvazinin mücadelesini “ilerici” etkileri bahanesi altında “devrimci” diye adlandırmayı reddeder. Ona göre tarihsel gelişmenin muharriki, üretici güçlerin ve toplumsal ilişkilerin gelişmeleri arasında kurulan diyalektik çelişki değil, ama bilgi ve güç, yönetenler ve ifa edenler, aydınlar ve kol gücüyle çalışanlar, –ölçütü ne olursa olsun– seçkinler ve yığınlar arasında kurulmuş olan bu ilişkidir. Ona göre bütün sınıflar mücadelesinin belirtisi olanlar, işte bu uzlaşmaz çelişkilerdir.
Bu tavırları, her ne kadar kendini savunup reddetse de, onu açıkça anarşist düşüncelere sahip olmakla suçlar. “Devletin yıkılıp yok edilmesi, yüzyılların yağmasına son vermeye götürür”[31] ve gerici veya ilerici, burjuva ya da sosyalist bir [hükümet] karşısında bulunmak, eğer durumları yine de değişmiyorsa, işçiler için fark etmez diye açıklar özellikle.
Marx için köylülük “toplumsal ve tarihsel bir olmayan-kişilik” olduğu hâlde, Makhayski için –genellikle üstü kapalı biçimde ve kimi ender pasajlarda açıkça– proletarya tanımının içinde yer alır. Ayrıca bu tanıma –öylesine gözden düşmüş, öylesine saygınlığını yitirmiş– lümpen proletaryayı da ekler ve tanımını, saflarını terk edip barikatın diğer yanına (ayrıcalıklı ücretlilerin ve aydınların özelliği) özöğrenimli işçilere kadar uzatır.
Bu arada düşünceleri belli bir başarı kazanır ve SSCB’deki resmî vakanüvisi Syrkin bu düşüncelerin, onları savunan grupların öneminin inanabileceğinden daha etkili ve yaygın olduğunu yazar.[32] 1906–1908 yıllarının baskıcı dalgasıyla yok edilmelerinden ya da bu karanlık yıllarla birlikte hareketin geri çekilişine maruz kalmalarından önceki dönemde var olan bu gruplar hakkında pek az bilgi sahibiyiz ve mücadelelerinin sık sık anarşistlerle bir işbirliğine vardığını, çarlığa ve maşalarına karşı –diğer devrimcilerin çoğu gibi– doğrudan savaşımlara atıldıklarını biliyoruz yalnızca.
Bir gazete yazarı olan sosyalist-devrimci Evgeni Lozinski, onun aydınlara karşı olan eleştirilerini –dolaysız çizgisini bilmeksizin– daha saldırgan ve “bilimsel” bir üslûpla birçok kitapta ve dergide yeniden ele aldığında, Makhayski’nin tezleri bu aynı yıllarda daha büyük bir yaygınlık kazanmıştı.
La Conspiration Ouvrière ve sonrası…
Makhayski, baskılardan kaçınmak amacıyla 1907’de Rusya’yı terk eder ve önce İsviçre’ye ardından Polonya’ya (Krakov’a) döner.
Cenevre’de, 1908’de, neredeyse tamamını tek başına kaleme aldığı bir derginin, La Conspiration Ouvrière’in ilk ve tek sayısını yayınlar. Bu dergide Rusya’daki son olayların derslerini çıkartır… Sosyal-demokratlar tarafından övülen bir burjuva devrim ereğine yönelik sert uyarılarının [eleştirilerinin] isabetliliği ve sosyal-demokratların davranışlarının [anlayışlarının] değerlendirilmesinin üstün vasfı, olaylar tarafından doğrulandı. “Kendilerinin de söyledikleri gibi, daha ateşli ve yaygaracı olmalarına karşın” onun gözünde “diğerlerine benzer sosyalistler” olan “sendikalistler ve anarşistler”le arasına bir çizgi çeker.[33] Aynı zamanda işsizlerin ve lümpen proletarya “holiganları”nın özlerinde taşıdıkları köktenci gizil gücü de gösterir.
«Sosyalistler özellikle de sosyal-demokratlar (ayrıca bütün burjuva toplumla ortak olarak), düzenle en iyi bütünleşmiş işçiler nezdinde yersiz yurtsuz gezgin garibanlara, en yoksullara, “lümpen proleterler”e yönelik hor görüyü [küçümsemeyi] kışkırtmaya çalışırlar. Sosyalistler, bu maksatla işçiler nezdinde sömürü düzeninin en acımasız içgüdülerini beseleyip büyütmekten de kaçınmazlar.
Burjuva yaşamın gelişmesiyle, sendikaların gelişmesiyle birlikte en iyi ücret ödenen işçilerle en yoksul işçi tabakaları arasında derin hendekler kazılır. (…) Bu sonuncular, belli ki asla tatmin olmamış ve hep isyan eğilimlidirler; düzenle daha iyi bütünleşen işçiler, diğerlerinin bu tavırlarını anlamazlar ve kendilerine sağlanan nispeten tatminkâr yaşamlarından memnundurlar; bundan ötürü ellerindekini kaybetmekten korkarlar ve bu yüzden burjuvaziye gerekli olanı yani devletin sükûnetini garanti ederler.»[34]
Ve şunu belirtir: “İşçisel devrim, holiganların hiçbir yeniden eğitimini dayatmaz. Tam tersine, aç yığınların duyguları ve özlemleri (ki, burjuvazi buna holiganizm der), bu duyguların ve özlemlerin tek bir istekte birleşmeleri için işçi nüfusun bütün tabakalarına yayılmaları gerekir. İşçilerin burjuvaziden siyasî haklar değil, tumturaklı fikirler değil, ama –holiganların yaptığı gibi– iyice gerçek para istemeleri, yalnızca maddî yaşam araçları istemeleri gerekir, “akıl” değil.”[35]
Yeni dönem…
Makhayski, 1909–1911 arası yıllarını Polonya-Avusturya sınırında, Tatra dağlarındaki küçük bir dağ köyünde, Zakopan’da geçirir. Bu köyde geçimini, –çocukluk arkadaşı romancı Zeromski’nin[36] nüfuzu sayesinde elde ettiği– özel dersler vererek sağlar.
Yetkililerle yaşadığı yeni güçlüklerden sonra Fransa’ya gelir. Paris’te küçük bir banka memuruyken patlayıveren 1917 Şubat devrimi onu hazırlıksız yakalayıp şaşırtır. Ama koşulları elverir vermez “Her zaman ve her yerde kahrolsun vatan!” açıklamasını yaparak[37] diğer göçmenlerle birlikte Rusya’ya döner. Burada şaşırtıcı olan, iki halk arasındaki [polonyalılar ve ruslar arasındaki] geleneksel düşmanlığa rağmen, “kendi” ülkesinden çok Rusya’da yaşamayı tercih etmiş olmasıdır.
Ekim 1917 bolşevik devlet darbesini, pek çok köktenci devrimci gibi o da olumlu karşılar. Ama yine de yeni iktidarın burjuvaziyi toptan mülksüzleştirmede ortaya koyduğu ikircimliğe karşı, işçi sınıfını susturmasına karşı tepki göstermekte gecikmez… Yine tümüyle kendisi tarafından kaleme alınan ve daha önce Nisan-Mayıs aylarında hazırlandığı hâlde ancak Temmuz 1918’de çıkan derginin, İşçi Devrimi’nin (Raboçaya Revolintsia’nın) ilk ve tek sayısında dile getirdiği de bu tepkiydi.
İlk yanılgılarının ardından yeni yöneticilerin siyasetinin, sosyal-demokratlar ve marksizm hakkında yaptığı eski eleştirileri sürekli olarak doğruladığı görülür: “Sosyalistler, burjuvaziyi devirerek işçileri hemen kurtarmayı [özgürleştirmeyi] değil de, onları sadece gelecek yönetim [düzen, rejim] için “hazırlamak”, her yerde ve her zaman bitip tükenmezcesine hep “hazırlamak” zorunda olduklarına inanıyorlar dinsel öğretilerine uygun olarak. Bu arada beyin takımı [entellicansiya, aydınlar] ve küçük-burjuva katmanlar, onlar kendilerini kurtarıyorlar. Böylece sosyalistler, çarcı mutlakıyeti, işçilerin demokratik özgürlüklerden yararlanarak kendi kendilerini eğitebilmeleri, örgütleyebilmeleri ve sosyalizm için hazırlanabilmeleri için yıkmış olduklarını iddia ediyorlar. Beyin takımı da hükümet etme gücünü, devletin kasasını ve de –çarcı jandarmaların, generallerin ve bürokratların zamanında kendileri için erişilmez olarak kalmış olan– şu çok sayıda küçük makamı hemen avuçlarının arasında buluverdiler.”[38]
Proletarya diktatörlüğünün kurulmasına [ilân edilmesine] rağmen bolşevikler, işçi sınıfının kendi işlerini kendi eline alması için “hazırlanması” geleneksel anlayışlarında hiçbir değişiklik yapmazlar; “burjuva iktidarı üzerinde kazanılmış zaferden sonra bile, hâlâ sadece günlük köle paylarını alan ve kol işçiliklerine kölece bağlı kalan, yarısı okuma-yazma bilmez işçi yığınlarına kendilerine katılarak devleti idare etme ve üretimi yönetme sanatını öğrenme”ye çağırırlar.[39]
“Özerk ve kendiliğinden eylem” için yapılan tüm bu “çağrılar”ın sonucu… “halkçı” yeni bir bürokrasinin doğuşu oldu. Devleti yönetmeye girişmiş olanlar, cehalete ve kol işçiliğine mahkûm edilmiş yığınlar değildi kuşkusuz, ama Ekim devlet darbesinin ardından devlet memurlarına dönüşmüş olan aydınlar ve yarı-aydın işçilerdi, daha önceleri devrimci “öncü” ve militan olanlardı. Yığınlar da bu yeni bürokrasiye halk komiserleri, işçi mebusları vs. türünden halkçı “resmî” yaftalarla hitap edebilmişlerdi ancak.[40]
Sol komünistler “bu ana dek Lenin’in “her aşçıya yönetmeyi öğretmek” türünden “harika” şiarlarıyla coşup esriyorlardı. Lenin parlak sloganlarıyla yığınları devrime çekiyor, ama Ekim’den çok önce “özerk demokratik mücadele görevinin, eski bürokrasinin yerine halkçı ve işçici bir bürokrasinin geçirilmesi olacağı”nı açıklıyordu yine de. Böylece Lenin, farklı “somut” anlarda kâh “bireysel inisiyatif”i göklere çıkartmayı kâh bu inisiyatifi cezalandırmayı bilen sosyal-demokrasinin cambazlık sanatında pişip olgunlaşmamış partili yoldaşlarının şu “sol çocuklukları”na kızma hakkına artık tamamen sahipti.”[41]
«Burjuvazinin mülksüzleştirilmesi, fabrikalara ve işliklere işçilerin kendileri tarafından el koyulması bakımından değil de, sadece ve sadece devlet tarafından yürütülen yalıtık [yığınların inisiyatifinin dışında] ve de kısmî ulusallaştırmalar biçimi altında düşünülmüş olabilir marksistler tarafından. Lenin, kendi kafasında “gerçek iktisadî alan”a sımsıkı bağlı kalarak bir an olsun nesnelci marksist olmaktan vazgeçmez. Bu koşullarda bolşeviklerin şu “doğrudan sosyalizm”i ne anlama geliyor öyleyse? Burjuvazinin hemen ortadan kaldırılmasına ve onun toptan mülksüzleştirilmesine benzeyeceği düşünülen bir şey mi olacak? Elbette hayır! O hâlde bu, “sosyalizmi yoktan” yaratmak gerekiyor anlamına gelmeli. Burjuva ekonomisi henüz bu noktada değil ve günün birinde buraya varacağı da çok kuşkulu. Lenin, kendi “sosyalist kuruluş”unda, “kültürel bakımdan ileri” ülkelerdeki burjuva ekonomisinin daha önce yarattığını gerçekleştirmeye çalışıyor yalnızca.»[42]
Makhayski, inandığı ilke üzerinde ısrar ederek bitirir: “Sosyalist uyutuculara rağmen işçi yığınlarının devrimlerini kendilerinin yönetmeleri gerekir. İşçisel devrim, tüm sosyalist plânlardan ve sorunlardan daha öteye gidecektir. İşçilerin kurtuluşu ve maruz kaldıkları baskıların yıkılması… bunlar, sosyalizminkilerden çok daha sağlam nedenlerdir. Sosyalizm sadece [bilinen] kapitalizmin devrilmesi için gereken güçleri bir araya toplar, ama daha sonra –kol emekçileri sınıfını ve onların çol çocuğunu tümüyle [ücretli] kölelik içinde tutarak– kapitalistlerin yerine şu kalıtsal “beyaz yakalılar” sınıfını geçirmeyi ister.”[43]
Makhayski, işçi sınıfı için kaygılandırıcı biçimde ve yeni iktidar sanki hiç yokmuşçasına sayıları durmadan artan işsizler sorununu ele alır ve çalışan işçilerle aynı hakları elde etmek için mücadele edecek bir işsizler örgütünün kurulmasını önerir söz konusu derginin ekinde.
Ölümü ve yankıları…
Bu sert eleştiriler belli ki yeni yöneticiler tarafından kötü gözle görülmüş ve dergi yayınını durdurmak zorunda kalmıştı. Makhayski bundan böyle artık konuşmadı: sağlık durumu kötüleşmişti; resmî bir dergide, Halkçı Ekonomi’de (ki, kısa bir sonra adı Sosyalist Ekonomi olarak değişecekti) küçük bir tashihçi işi bularak[44] zorla yaşamaya çalışmaktan başka bir şey yapamadı. Onu 1930’lu yılların “temizlik haraketleri”nden büyük olasılıkla esirgemiş olan bir kalp krizi sonucu 19 Şubat 1926’da öldü.
İzvestia ve Pravda’da ölümü nedeniyle makaleler çıktı. Eski bir hapishane ve sürgün arkadaşı, Çetlik adında biri, İzvestia’nın 24 Şubat 1926 tarihli sayısında çıkan kısa ve saygılı makalesini ona ayırmıştı; Pravda’da da N. Baturin (N. Zamyatin) tarafından kaleme alınmış iki sütunluk uzun bir diğer makaleyse, özellikle makhayskici tezleri çürütmeye özen gösterir. Makhayskici tezler, bu makalede söylenenlere bakılacak olursa, “hâlâ yarı-köylü ve en geriler” arasında yer alan işçileri ilgilendiriyordu; nitelikli işçiler de Makhayski tarafından “ayrıcalıklı” olarak gösterilmişlerdi, dolayısıyla “işsizlere, yersiz yurtsuz gezginlere hatta holiganlara” dayanması gerekmişti. “Makhayevcilik”, büyük işçisel merkezlerde yine de belli bir saygınlık hatta “kısa ömürlü bir başarı”dan bile yararlanmış söz konusu makaleye göre. Bu makalenin yazarı, “makhayevçinaya ve başarılarına ilişkin bu canlılığın, gelip geçici olduğu hâlde, sonuç itibariyle böylesine uzun yaşamış [aynen böyle! (A. Skirda’nın notu)] olmasının” sırrının neyde yer etmiş olabileceğini sorar kendine ve ona göre bu hareketin başarısının “kap kaççı” niteliğinin daha o dönemde belirtisi olan özellikle devrim öncesi yıllarda, gericiliğin en gaddar döneminde (1908–1912) geliştiğini açıklıyordu. Yazar her şeye rağmen “makhayevçinaya hakkını iade etmek gerektiğini yani gizli örgütlerimizin en hassas yanına –halkçı bir lâf salatasıyla– dokunmayı bildiğini, ayrıca sosyalist entellicansiyayı teşhirinde, örneğin genellikle çok “gizli çalışan” aydın merkezle çevresinde yer alan işçiler arasında düzgüsüz [anormal] ilişkileri son derece iyi kullanmayı becerdiğini” de ekler. O kadar ki, Baturin’e göre bolşevik parti içinde hatalar bile olmuşmuş ve bu konuda Lenin tarafından “komitarlar”a yöneltilen eleştiriyi örnek gösterir. Makale, makhayevci “korkunçluklar”la menşevik “korkunçluklar” arasında kurulan acayip ve anlaşılmaz bir harmanlamayla bitiyordu!
Bir diğer görüş de, Paris’te sürgündeki rus anarşistlerinin dergisi[45] tarafından yayımlanan bir makalede sesini duyurmuştu. Derginin asıl yazı sorumlusu –1905’ten beri liberter– işçi ve militan Piotr [Peter] Arşinov, Makhayski’nin anısını sempatiyle selâmlamıştı: “Rus özgürlük hareketinin şafağından beri (1900–1905’ten beri) demokrasiye yönelik inanca karşı, sözde “halk iktidarı”na karşı, tüm bu sloganların arkasında kol emeği kölelerinin özgürlüğüne ve bağımsızlığına kast etmeye çalışan yeni egemen bir grubun saldırısının gizlendiğini ilân ederek rus işçilerini uyarmış ve onları kendi sınıf çıkarları için mücadeleye çağırmıştı.” Arşinov, makhayevskici düşüncelerin “işçi sınıfı saflarındaki en küçük tezahürüne karşı bütün güçleriyle savaşan sosyalist partiler nezdinde yol açtıkları” yaygın düşmanlık yüzünden o dönemde yeterince gelişemediklerini söylüyor ve anarşizm ile Makhayski arasındaki farkları ortaya koyuyordu. Makhayski, sosyal-demokrasiye karşı olan mücadelesinde ilk düşünsel esinlerini, nereden bakarsanız bakın, anarşizmden almış ve anarşizm –sermayeye karşı yürüttüğü her günkü mücadelesinden çıkarttığı– kendi ideolojisini, devrimci-toplumcu ideolojisini sahiplenirken, o, bütün ideolojileri reddetmeye varmıştı. Ama bolşevik tecrübe, çağdaş devlet sosyalizminin egemen ve sömürücü ırası üzerine olan kuramını yine de doğrulamıştı. Onun asıl “değeri, proletaryanın sınıf mücadelesinin ilkelerini son derece keskinleştirmiş, onlar uğruna ateşli bir dürüstlüğe sarılmış ve daha sonra emekçilerle ilgili yalanları içeren her şeyi acımasızca eleştirip ortaya koymuş olmasıdır.”
Arşinov’a göre makhayevçina, bu yönleriyle anarşist devrim hareketine sıkı sıkıya bağlıydı.
Dönemin koşulları…
Makhayski’nin yaşamı ve yapıtları üzerine olan bu kısa başlangıç açıklamasından sonra tezlerini onları çevreleyen tarihsel ortamda yerine oturtmak, ardından geleceklerini incelemek önemlidir…
Okumuş takımı, bir bütün olarak her zaman egemen gücün düşünsel dayanağını oluşturdu; mensuplarının hepsi, her zaman ve aynı zamanda günün güçlerinin gayretkeş soytarıları, fedakâr savunucuları [hesapçıları] ve sadık kalem efendileri oldular. Düşüncenin gücü konusunda Bacon’ın söylediklerini anımsatalım: “Bilgi, güçtür.” Bilgiye bağlı egemen seçkinler kavramı yeni değil, kapalı [ezoterik, içrek] ve dinsel topluluklarla birlikte çok eski zamanlara uzanır. Buna karşın uransal gelişmeye bağlı bir seçkinler anlayışı, 19. yüzyıl sosyalizminin kökenlerine, daha tam bir ifadeyle, sınaî sosyalizmin kurucu piri Saint-Simon’a kadar uzanır. Napolyon savaşlarının yıkıcı dönemine karşı, aynı şekilde –özellikle Adam Smith tarafından temsil edilen– liberal ekonominin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” düsturuna karşı davranmak isteyen Saint-Simon, toplumsal anlaşmazlıkların menfi muharriki ve “her şeyi yozlaştırarak ahlâksızlık yoluyla felâket üreten bileşkeyi”, bu gücü baş tacı eden savaşın yerine toplumun genel refahına yönelik gelişim unsuru sanayiye dayanan yeni bir etkinliği geçirmeyi önermişti. Yapıtlarında, yönetme emretmenin yerini alır, hiyerarşi artık soy-sopa bakarak değil ama sadece daha iyi üretme yeteneği gereği kurulur; toplumsal yaratıcılık ölçütü bir yasadır, zira “bugün toplumsal düzen, insanoğlunun şeyler üzerindeki faaliyetini biricik, dolaysız ve sürekli amaç olarak almak zorundadır.”[46]
Bunun sonucu bu yeni gücün –özellikle “sanatçılara, bilgelere ve yararlı idarî faaliyetin unsurları olan olumlu yeteneklerin yegâne sahipleri sıfatıyla sorumlulara emanet edilmiş– düşünsel bir güç[47] ve –“günlük çalışmalarında halka kumanda eden halkın gerçek şefleri” olan sanayinin başları tarafından uygulanan– cismanî [fiilî, somut] bir güç[48] hâlinde ikiye bölünmesi gerekir. Bu yeni sorumlular, –rolü bilgilerin ve toplumun örgütlenmesinin ilerlemesiyle uyum içinde olması istenen– yeni bir sınıf oluşturmak üzere eski ayrıcalıklıların (asilzadelerin, ruhban takımının, askerlerin ve hukukçuların) yerini almak zorunda.
Sen-simoncu tilmizler, ustalarının öğretisini yeniden ele alıp genişletecek ve başka şeylerin yanı sıra kapitalizmin gelişmesine katılacaklardı. “Topraklar, işlikler, sermayeler vs. tek bir koşulla, üretimde sağlanacak en büyük faydayla kullanılmış olabilirler sadece; bu koşul, bu unsurların üretimden yarar elde etmede en becerikli ellere ya da bir başka deyişle sınaî yeteneklere teslim edilmeleridir.”[49]
Sen-simoncuların bu ülküsünün sosyalizmin kapsamını ne ölçüde etkileyebilmiş olduğunu daha iyi anlamak, aşağıdaki satırlarda mümkün:
«Yeni bir dünyada [toplumda] olduğumuzu düşünelim… Bu dünyada girişimlerin [işletmelerin] seçimini, emekçilerin kaderini belirleyenler, görenekleri nedeniyle sınaî çalışmalara yabancı ve yalıtık toprak sahipleri ve kapitalistler değil artık. Bugün böylesine kötü ifa edilen bu görevler, [yeni dünyada] toplumsal bir kuruma verilmiştir: bu kurum, üretimin bütün araçlarını elinde tutmaktadır; dolayısıyla uransal faaliyetin bütün kesimlerini aynı anda görmeye elveren bir yerde, bütünlüğün daha iyi görülebildiği bir yerde bulunur; ayrıldığı çeşitli kollar sayesinde bütün ortamlarla, bütün sınaî dallarla, tüm çalışanlarla temas hâlindedir; genel ve bireysel yeni gereksinimlerin farkına varabilir, ihtiyaç hissedilen yerlere çalışacak yeni kollar ve araçlar taşıyabilir… kısacası üretimi yönetebilir, onu tüketimle uyumlu hâle sokabilir ve –dur durak bilmeksizin yeteneklerini keşfetmeye çalışmak ve onları geliştirmek amacıyla en iyi yerde bulunduğundan– en lâyık işleyimcilere [sanayicilere] emanet eder.
(…) Tek kelimeyle imalât örgütlenmiş, her şey öngörülmüş ve her şey birbirini izlemekte: emeğin bölünmesi [işbölümü] mükemmelleşmiş ve çabaların birleştirilmesi [böylece] her geçen gün daha da güçlü hâle gelir.»[50]
“Girişimlerin seçimini ve emekçilerin kaderini düzenleyenler”, “görevleri herkese –onun ve diğerleri açısından– kendisi için daha önemli işi göstermek olan yüce gönüllü insanlar”dır.[51] Bu “ehliyetli şefler”, umumi görüş açısında yer alan ve uzmanlığın yükümlülüklerinden kurtarılmış üstün yetenekli” kişilerdir. Bu yetenek, sadece bu liyakate bağlı olacak ve bu, “aktarılabilir, ama sadece bilginin aktarılması gibi aktarılabilir yeni bir mülkiyet hakkı” olacaktır.[52]
Sen-simoncu fikirlerin yayıcıları ve belli başlı tilmizleri olan Bazard ve Enfantin, “insanların doğal eşitsizlikleri”ne inanıyor, hatta bunu “toplumsal düzenin vazgeçilmez” koşulu olarak düşünüyorlardı[53]; “gelecekte her bireyin yeteneğine göre bir işe yerleştirilmesini ve ortaya koyduğu işin karşılığı bir ücret ödenmesini öğütlemeleri de bu cümleden… ve bu söylem, daha sonraki sosyalizmin mihenk taşı olacaktı.
Bu sosyalizm, “giderek artan yoksulluğu” [“poperizmi”], zorunluluğun hükümranlığını, maddî [fizikî] işlere bağlı köleliği tasfiye etmenin pırıl pırıl mutluluk düşleri içinde yüzdü her zaman. Bu, başarısının asıl nedeniydi, hâlâ da öyle. Ve iktisadî yabancılaşmadan kurtuluş (yani –sosyalist ilkelere göre– toptan kurtuluş), proletaryayı betimlemek üzere Saint-Simon tarafından kullanılan formülle, “en kalabalık ve en yoksul sınıf”ın “yetkili” temsilcileri eliyle gerçekleşmek zorunda kuşkusuz.
Bu uransal üreticilik anlayışı [kavramı], Marx’ta tümüyle yeniden görülür ve onun “bilimsel sosyalizm” anlayışını kesin biçimde etkilemişti. Makhayski’nin söz konusu eleştirileri döneminde “marksizm”in ne anlama geldiğini burada belirtmek önemli… Bu terim [marksizm], Marx’ın hayattayken yayınlanan eserleri tarafından sağlanan öğretiye, aynı şekilde 1848–1850 arası dönemde alman örgütleri içinde ve daha sonra Birinci Enternasyonal çerçevesinde yaşadığı deneyimlere ilişkindi. Bu öğretinin ana yapısını oluşturan buydu ve çok sayıda “marksist” için hâlâ öyle. O zamandan bu yana Marx’ın yayımlanmamış bazı metinleri, bugüne kadar kabul edilen görünümüyle sık sık çelişen bir düşünceyi ortaya koyarak [ancak yıllar sonra] yayımlandılar.[54] Marx’ın gerçek kişiliğine daha yakın olarak gösterilen bu “marksçı” görünümün, –yazarının o zaman kamuoyunun bilgisine sunmayı gerekli görmediği, ama kuşkusuz resmî dogmayı hayli değiştirecek– elyazmaları veya taslaklarla, yalnızca bunlarla ortaya koyulmuş olması yine de üzücü. Bu durum, ölümünden sonra yayımlanan eserlerinin (her hâlükârda ancak “resmî bir vasiyet” oluşturabilecek eserlerinin) erimini adamakıllı sınırlar.
Geçmişte onun adını kullanmış “marksizmler”in belirsizliklerinin isim babalığını Marx’ın sırtına yüklemenin zorluğunu da görmek gerekir aynı zamanda.[55]
Marksizm böylece genellikle egemen eğilimli bir ideolojiye dönüşmüşse eğer, bu, kaçınılmaz körü körüne hayranlık [fanatiklik] ve sapkınlık alaylarıyla birlikte ondan gerçek dünyevî bir din oluşturan son erek ırası [“cennet” vaadi] sayesinde mümkün olmuştu. Marksizmin iç çelişkilerine eklenen bu görünüm, çeşitli mirasçılarına hem ortak köklerinin hem de karşılıklı kinlerinin nedenlerini onda bulmalarına elvermişti.
Bu anlamda marksizm, istisnaî olarak durgun tarihsel bir uğraktı ve hâlâ öyle. Marx, Heine’nin eğretilemesini tam sırasında üstlenebiliyordu: “Talihsizliğim, ejderhalar ekmiş ama ancak pireler biçmiş olmaktı.”
Marx’ın kendisini ilgilendirene gelince… Onun “marksizm”le olan ilişkisinin belirsizliği, kendi zamanının muğlâklığını yansıtıyormuş gibi geliyor bize (tahlilleri sadece basit inceleme varsayımları ve “yönlendirici ipucu” muydu yoksa ebedî gerçekler ve değişmez yasalar mıydı?).
Marksizmin bu çerçevede tanımlanabileceği veya istenebileceği varsayılırsa, kabul ettiği başka düşünürlerin çok sayıda etkileri de dikkate alındığında, bu, –“ütopik” ve “bilimsel” karışık– genel olarak kabul gören 19. yüzyıl sosyalistleriyle sıkı ilişki içinde olmak zorundadır.[56]
Makhayski döneminde marksizm, aşağıda kısaca açıklanan ana hatlara dayanıyordu her hâlükârda:
─ insanoğlunun iktisadî yabancılaşmasına, bütün eşitsizliklerin bu kaynağına çare olarak bir son amacı, komünist toplumu öneriyordu;
─ bu amacın toplumsal kanıtları [nedenleri], toplumsal üretim ilişkilerini dönüştüren üretici güçlerin artan gelişmesini denetlemede kapitalist toplumun kaçınılmaz iflâsıyla sağlanıyordu;
─ proletarya bu gelişmeyi iyi bir sonuca ulaştırmaya muktedir tek sınıftı; bütün toplumu kurtarma görevi için yaratılmış sınıf, proletaryaydı;
─ saptanan araçlar da, kapitalizmin kendi çelişkilerinin kurbanı olacağı noktaya kadar bu gelişmeye yardım etmeye ve [kapitalist sınıfın] yerini almaya çağrılan sınıfın –önce demokrasinin, ardından iktidarın [devletin] fethiyle– siyasî bakımdan eğitilmesiydi.
Bunlar bir kez koyulduktan sonra bütün sorun, proletaryanın bu önemli tarihsel görevini tek başına göze alacak [üstlenecek] güçte olup olmadığını bilmekten ibaretti… yani kapitalist üretimle olan ilişkisinde kendi olanaklarıyla kendi kendini eğitebilir, uygun bir anda dümeni ele geçirmek için yeterli bir olgunluğu kazanabilir ve kendi egemenliğini, sınıf hâkimiyetini uygulayabilir miydi?
Zaten Marx da dikkatleri “işçi partilerinin en kararlı bölümü”, “her zaman önde giden bölümü”, özellikle de “kuramsal bakış açısından” “işçi hareketinin koşullarını, gidişatını ve genel sonuçlarını anlamada proletarya kitlesinin geri kalanına göre” üstünlüğe sahip olan komünistlerin rolü üzerine çekmekteydi.[57] Üstelik Marx’a göre “burjuvazinin önemli bir kesimi, özellikle de tarihin genel gelişimini [hareketini] kavramsal açıdan anlama düzeyine yükselmiş olan burjuva ideolog kesimi proletaryadan yana geçmekteydi.” Yani proletarya bu hassas görevinde iyice desteklenmiş durumdaydı.[58]
Marksizmin kapitalist üretim tarzının savunulması ve açıklaması olarak değil sadece, üstelik –gelecek bir can çekişmenin boğucu sıkıntılarına aday– burjuva toplumun devamını elde etmesinden önce gelişmesinde uyumlu biçimde yer alacak yenilikçi bir ideoloji olarak da ortaya çıkması işte bu koşullarda olur.
Proletarya davası için Marx tarafından düşünülen bu “destek”, onun döneminde üzerinde hemfikir olmaktan çok uzaktı… Söz gelimi Birinci Enternasyonal’in Cenevre Kongresi sırasında (3–8 Eylül 1866), başkalarının yanı sıra Malon, Varlin ve Fribourg’dan da oluşan fransız delegasyonu, –birliğin [Enternasyonal’in] amacına yabancı kendi amaçları için onu bir araç hâline getirmeyi isteyecek parti adamları ve muhterisler tarafından istilâ edilmeye bırakmak zorunda kalınması tehlikesinden kaçınmak üzere– “düşünce işçileri”nin Enternasyonal’den çıkartılmalarını ve proleter sıfatını kol emekçileriyle sınırlamayı önermişti. Alman temsilciler de, –sanki işçi ona yaraşır değilmişçesine yahut onu takdir etmeyi bilmiyormuşçasına– bunun bir bakıma “bilimin mahkûm edilmesi” olacağını söyleyerek söz konusu öneriye karşı çıkmışlardı.
Sonuç olarak fransız önerisi kabul edilmedi. Bu durumda Fransızlar [fransız delegeler], liberal mesleklere bağlı insanların veya kapitalistlerin bile kongrelerde işçi sınıfının çıkarlarına aykırı düşünceleri baskın çıkartabilecekleri korkusuyla, hep bu kaygıyla emekçilerin uluslararası Birliği (UEB) kongrelerine delege seçilebilme olanağının en azından işçilere mahsus olmasını isteyerek bir başka öneride bulunmuşlardı. Hatta Tolain, bu kongrede, ayrıcalıklı sınıflardan gelen üyeleri ya sermaye adına ya da diplomalı sıfatıyla hasım olarak bile görmüştü.[59]
1872’deki La Haye Kongresi’nden kısa bir süre sonra UEB’nin [İsviçre’nin fransızca konuşulan bölgesindeki] Cenevre romand komitesi, Britanya federal konseyine yazdığı bir mektupta Londra eski Genel Konseyi’ni şiddetle eleştirmiş, hatta “sözde düşünce emekçileri”nin çıkartılmalarını ısrarla isteyerek, Marx’a göre (bkz. Sorge’a yazdığı 27 Eylül 1873 tarihli mektup) “Juralılardan daha öteye” bile gitmişti.
“Emekçilerin kurtuluşu, emekçilerin kendilerinin eseri olacaktır” şiarının UEB’nin düsturu olmuş olduğunu da hatırlatmak isteriz bu noktada.
Böylece Makhayski’nin söz konusu girişimi, “kol emekçiliğinden yana” eğilimle olan tam devamlılığı içinde tüm belirginliğini kazanır. Ayrıca ve özellikle Sibirya’da geçirdiği günler boyunca Bakunin’in yazılarıyla da içli dışlı olmuş olmalıydı. Marksizm ve sosyal-demokrasi eleştirileri, Bakunin’in eleştirilerine de dayanır kuşkusuz. Bu yüzden, burada bakuninci eleştiriler üzerinde durmak uygun olacaktır…
Bakunin’in eleştirileri…
Bakunin, Marx’ın siyasî kavramlarına yani asıl olarak “emekçi sınıfların büyük görevi” ve “proletaryanın büyük ödevi” olarak yüceltilen siyasî iktidarın ele geçirilmesi amacına[60] ve proletaryanın –Bakunin’e göre– bütün üretim araçlarını gerçekte “ulema” bir azınlık tarafından denetlenen devletin ellerinde merkezileştirmeye yol açan egemen bir sınıf hâlinde oluşumu ilkesine çatar her şeyden önce:
«Bay Marx’ın halkçı devletinde ayrıcalıklı hiçbir sınıf olmayacaktır deniliyor bize: sadece siyasî ve hukukî açılardan değil, dahası iktisadî açıdan da herkes eşit olacak. En azından bize vaat edilen bu… her ne kadar yapılış biçimiyle ve izlenmek istenen yolda bu sözün asla tutulamayacağından enikonu kuşku duyuyor olsam da. Orada artık sınıf olmayacak ama bir hükümet [yönetim] olacak ve bunun –bugünkü hükümetlerin hepsinin yaptığı gibi– yığınları siyasî olarak yönetmek ve idare etmekle yetinmeyecek üstelik zenginliklerin adil bölüşümünü ve üretimi, toprakların ekilip biçilmesini, ticaretin örgütlenip yönetilmesini ve nihayet tek bankacı olan devlet tarafından üretimde sermaye kullanılmasını ellerinde toplayarak yığınları iktisadî olarak da yönetecek aşırı derecede karmaşık bir yönetim olacağına dikkatinizi çekmek isterim. Tüm bunlar, çok büyük bir ilim ile bu hükümette yer alacak koca beyinli kafalar gerektirecektir. Bu, bütün yönetimlerin en zadegân havalı, en kibirli, en küstah ve başkalarını alabildiğine küçümseyen bilimsel aklın hükümranlığı olacaktır. Burada yeni bir sınıf, hem gerçek hem asılsız yeni bir ulema hiyerarşisi olacak ve bu dünya [bu toplum], biri bilim adına egemen bir azınlık diğeri de cahil çoğunluk hâlinde ikiye bölünmüş olacak. Bölünmüş bölünmemiş, ne hâlse… cahiller her zaman tehlikeli kalacaktır!
Böylesi bir yönetim, bu yığında çok ciddî hoşnutsuzluklara yol açmaktan da geri kalmayacak ve Bay Marx’ın zihinleri aydınlatan kurtarıcı yönetiminin bu hoşnutsuzlukları bastırmak üzere –ötekilerden daha az sert olmayan– silâhlı bir güce de ihtiyacı olacaktır.»[61]
Önsezisel bu görüş Bakunin’in yazılarının yalıtık bir parçasında dile getirilmiş değil sadece; bu görüş, bu rus devrimcisinin temel yapıtı “Devletçilik ve Anarşi”de [“Devlet ve Anarşi” değil!] yoğun biçimde açıklanan tavırlarının mihenk taşını oluşturur:
«Günümüzde bu ada lâyık bir devlet, tek bir sağlam temele yani askerî ve bürokratik merkezileşme temeline sahip olabilir ancak. Mutlakıyet [monarşi] ve en demokratik cumhuriyet arasında tek bir fark vardır yalnızca: birincide bürokrat takımı, mülk sahibi ve ayrıcalıklı sınıfların tam yararı için, aynı şekilde kendi çıkarı için de kral adına halkı ezer ve onları canlarından bezdirir; bu aynı takım, cumhuriyet idaresinde yine aynı cepler ve aynı sınıflar için ve aynı biçimde, ama bu kez halkın iradesi adına halkı ezer ve canından bezdirir. Cumhuriyet idaresinde güya devlet tarafından temsil edilen sözde ulus [yani] yasal ülke, yaşayan ve gerçek halkı boğup bunaltıyor ve boğup bunaltmaya devam edecek. Ama sırtına vurulacak sopanın sıfatı halkçı olduğunda, halkın yaşamı yine de daha kolay olmayacak.
(…) Böylece –biçimleri ne kadar demokratik olursa olsun, hatta halkın temsilcisi diye bilinen şu mutlak yalan anlamında en kızıl en halkçı cumhuriyet de olsa– hiçbir devlet, halkın ihtiyacı olanı yani –vesayet veya zorlama biçimi altında müdahale olmaksızın– kendi çıkarlarını aşağıdan yukarıya serbestçe düzenlemesini [örgütlemesini] verecek güçte [nitelikte] değildir… zira devletin tümü, en cumhuriyetçi ve demokratik olanı bile, hatta Bay Marx tarafından düşünüldüğü gibi sözde halkçı olanı bile –halkın gerçek çıkarlarını halkın kendisinden güya daha iyi bilen– ulema dolayısıyla ayrıcalıklı bir azınlık tarafından yığınların yukarıdan aşağıya doğru yönetilmelerinden başka bir şey değildir özünde.»[62]
“Halkın gerçek çıkarlarını halkın kendisinden” güya daha iyi bilen “allâme bir azınlığın” egemenliği altındaki devletin, hatta “işçisel”, olabildiğince “kızıl” devletin bu tahlilinin doğruluğunu tarihsel tecrübenin ışığında görebiliriz.
En ilginci, Marx’ın “Devletçilik ve Anarşi”nin önemli bir bölümüne yönelik notlar biçimindeki elyazmalarını okuyarak öğrenebilmemizin kısa bir süre önce olanaklı olmuş olmasıdır. Marx’ın Rusya için büyük bir ilgi gösterdiği ve rusça belgelerden daha iyi faydalanabilmek amacıyla rusça öğrendiği bilinir. Söz konusu notlar, Birinci Enternasyonal içindeki ünlü bölünmeden sonra 1874-75’e doğru yazılmışlardı. Marx, bu dönemde, Bakunin konusunda pek az sıcakkanlıydı sanki (bu yüzden bazı görüşlerini abartacak derecede daha az samimi).
Bakunin’in “Eğer proletarya egemen sınıf hâline gelirse, “kime egemen olacak” diye sorulacaktır; bu, bu yeni egemen sınıfa, bu yeni egemen devlete tâbi bir sınıf, hâlâ bir sınıf kalacak demektir öyleyse”[63] şeklindeki sorusuna [itirazına] Marx şu yanıtı verir:
«Bu, diğer sınıflar özellikle de kapitalistler sınıfı var oldukça, –proletaryanın iktidara gelişiyle düşmanları ve toplumun eski örgütlenmesi henüz ortadan kalkmamış olacakları için– proletarya kapitalistler sınıfına karşı mücadele ettiği sürece, zor önlemlerinin dolayısıyla hükümet [yönetim] önlemlerinin kullanılmaları gerekir demektir: kendisi hâlâ bir sınıf olarak duruyorsa, sınıf mücadelelerinin ve sınıfların varlığının dayandığı iktisadî koşullar henüz ortadan kalkmamışlarsa, bu koşulların zor yoluyla tasfiye edilmeleri ya da değiştirilmeleri gerekir ve bu değişim süreci zor aracılığıyla hızlandırılmalıdır.»[64]
Marx’ın düşündüğü bu “zor önlemleri, hükümet önlemleri” nelerdi? “İktisadî koşullar”ı tasfiye etmek veya dönüştürmek, bu dönüşüm sürecini hızlandırmak zorunda olan bu zor neyin nesiydi?
Bu sözleri, “iktisadî gelişmenin belli tarihsel koşulları”na bağlanması gereken toplumsal bir devrim, “bu koşulların öncüllerini oluşturdukları” toplumsal bir devrim anlayışla dengelenir: “O hâlde bu devrim, kapitalist üretimin –halk yığını içinde en azından önemli bir yer tutan– sınaî bir proletaryayla buluştuğu yerde olanaklıdır ancak.” Bu anlayış, –iktisadî durum ne olursa olsun yeter ki “proleter” parti tarafından ele geçirilmiş olsun– iktidarın ele geçirilmesi ve iktidarın korunması leninci anlayışına ters düşer, hatta itibarını beş para eder.
Bakunin devam eder: “Devletten söz eden, kaçınılmaz olarak egemenlikten dolayısıyla kölelikten söz eder; [zira] ister kabul edilmiş ister gizlenmiş olsun, baskı uygulamayan bir devlet, anlamsız bir saçmalıktır. Devletin düşmanları olmamız, işte bu yüzden.”
Bakunin sorar: “Egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya ne demek? Bu, proletarya tümüyle kamu işlerinin başında olacak demek mi acaba?” Marx’ın bu sorular karşısındaki eleştirel yorumu pek bir öğreticidir doğrusu: “Bir sendikanın yürütme komitesi, bu sendikayı tek başına mı oluşturmaktadır? Bir fabrikadaki bütün işbölümü, bu bölünmeden kaynaklanan çeşitli işlevlerle birlikte ortadan kaldırılabilir mi? Ve Bakunin’in şu “aşağıdan yukarıya” şemasına göre, aşağıda hiçbir şey [hiç kimse] yokken her şey [herkes] “yukarıya” oturtulabilir mi?”
Bir sendikanın hele hele “proleter” bir partinin “yürütme komitesi”nin herkesin üstünde ve her şey için onlar adına kararlar alarak tüm üyelerini temsil edebilmesinden bu yana değil yalnızca, üstelik “yukarı”nın onu tek başına oluşturan “çok değerli” tek bir üyenin şahsında toplanabilmesinden beri de “aşağı”nın elinden artık bir şey gelmediği görüldü.
Devletin bağrındaki –bürokratik ve sosyalist– bir azınlığın oynayacağı bu ayırıcı işlev konusunda Marx’ın kavramazlığını [körlüğünü] saptamak, doğrusu şaşırtıcı. Bu kavramazlık, Bakunin’in izleyen satırları konusunda daha bir aşikâr:
«Halk yığınlarının çok büyük çoğunluğunun ayrıcalıklı bir azınlık tarafından yönetilmesi… Ama bu azınlık, der marksistler, işçilerden oluşacak. Evet, kuşkusuz, ama halkın yöneticileri ve temsilcileri durumuna gelir gelmez işçi olmaktan çıkışıp [emirlerine amade] proleter dünyaya devletin tepesinden bakmaya başlayacaklar ve artık halkı temsil etmeyecekler, fakat bizzat kendilerini ve yönetme tutkularını temsil edecekler. Bundan kuşku duyan, insan doğasını tanımayandır. Buna karşın bu seçilmişler, inançlı sosyalistler, dahası allâmeler[65] olacaklar.»
Marx, şakayla karışık bir yanıt verir ona: “bugün bir fabrikatör belediye meclisi üyesi olması yüzünden ne denli kapitalist olmaktan çıkışıyorsa” [yönetici] işçiler de o ölçüde işçi olmaktan çıkışacaktır.
Ardından, hep aynı satırlarla ilgili olarak şunları ekler: “Şayet Bay Bakunin, işçi kooperatifi imalâthanesindeki bir yöneticinin durumunu bilmiş olsaydı, beyzadelere yaraşır tüm şu malihulya da cehennemin dibini boylardı. Olanağını bulabilseydi, –madem böyle adlandırmaktan hoşlanıyor– şu işçi devletindeki idarî işlevlerin hangi biçimleri alacaklarını kendi kendine sorardı.”
Bakunin “allâmelerin egemenlik yönetimi”ni “olabilecek en kırıcı ve küçümseyici, en ağır” sözlerle suçladığında Marx, [ayraç içinde] şunu not eder: “Amma da sayıklama ha!” “Duymazlıktan” gelmekte ısrar ettiği ve “proleter” veya “sosyalist” sorumlular bakımından ya da onlar adına konuşan veya işçi kooperatiflerinde siyasî görevleri ellerinde tutan bir azınlık bakımından –daha da fazla– bürokratik ve zorba [diktatörce] bozulmanın en ufak olanağını kabul etmeyi reddettiği görülüyor. İktidar sayesinde bu bozulma, ona bir yanılgı [gerçeği görmeme] ve “beyzadelere yaraşır bir malihulya” gibi görünüyor. Ne demeli, tuhaf.
Marx, Bakunin “allâmelerin bu egemenlik yönetimi”nin olası geçici ırası üzerinde kendi kendini sorguladığında da bu sağır monologunu sürdürür: “Hayır dostum! Eski dünyanın direnen tabakaları üzerinde işçilerin sınıf egemenliği, sınıfların varlığının iktisadî temelleri ortadan kaldırılmış olmadıkları sürece devam edebilir.” Eleştirel yorumunu Bakunin’in “işçi yığınlarının aşağıdan yukarıya özgür örgütlenmeleri” konusunda en belirsizlerinden bir sözcük yani “budalalık” sıfatıyla bitirdiği için, tüm istismarcı yorumlara kapıyı açık bırakan ve şu “sınıf egemenliği”nin doğası hakkında yanlış anlamaları koruyup sürdüren de bu.
Bu “marksist” tavır, “proletarya” diktatörlüğünün sınıf doğası ve süresi konusunda olduğu gibi, “işçi” devletinin daha sonraki bir bozulma olasılığı konusunda da en büyük kuşkulara yol açabilir ancak.
Marx’ın proleter sınıfa son verme nihaî arzusu inkâr edilemez, ama –ideolojisini kendi hesabına kullanacak üçüncü bir toplumsal gücü düşünmeyi başarmaksızın– şu kapitalist/işçi çiftinin esiri olup olmadığını sorma meşru hakkına da sahibiz. Veya Marx, ola ki tamamen basitçe kendisinden önceki ütopik sosyalistlerin mesihçiliğini[*] iyice benimsemiş ve “bilenler”in yönetici rolü de (ki Bakunin buna –Marx’ın kendisini düşünerek– “bilimsel akıl” diyordu), onun için açıktı… yani bilimsel sosyalizmi anlamaya muktedir olanlar, sadece onlar proletaryayı ve tüm insanlığı komünizm yoluna sokacak “yeteneğe” sahip olabilirlerdi. Devlet gibi egemen rolleri de, kafa emeği ile kol emeği arasındaki farklılıkların ortadan kalkacakları gün, ancak belirsiz bir gelecekte “bozulma”ya mahkûmdu. Marx’ın “geleceğin kazanları için aş tarifleri” vermeyi neden reddettiğini anlayabiliriz bu durumda.
Bakunin Marx’ın bu eleştirisinin “özlü maddesi”ni sağlamıştı; Makhayski’nin buna zımnen başvurmuş olması olasıdan da öte. Makhayski’nin aynı şekilde Kropotkin’in özellikle “Ekmeği Kazanma”da (1892) içerilen eleştirilerini okuyup öğrenmiş olması da kuvvetle muhtemel…
«Sermayenin hâlihazırdaki zilyetleri, bu düzeni (ücretliliği) korumak maksadıyla bazı ödünler vermeye hazırlar: örneğin kârlarının bir bölümünü emekçilerle bölüşmek ya da kazanç arttığında ücretleri de arttırmaya zorlayan bir ücretler cetveli hazırlamak… uzun lâfın kısası, yeter ki sanayii yönetme ve böylece elde edilen kârları alma hakkı hep onlara bırakılmış olsun, bazı özverilere rıza gösterirler.
Kolektivizm [marksizm (A. Skirda’nın notu)], bilindiği gibi, bu sisteme [ücretlilik düzenine] önemli değişiklikler getirir… yine de ücretliliği koruyarak. Tek başına devlet yani –ulusal veya beldesel– yönetim patronun yerini alır. Bu kişiler, ulusun veya beldenin temsilcileri ile onların –sanayinin yöneticileri hâline gelen– delegeleri ve memurlarıdır. Üretimin sağladığı artı-değeri herkesin çıkarı içinde kullanma hakkını kendilerine ayıranlar da onlar. Ayrıca bu sistemde el emekçisinin işiyle, daha önce öğrenim görmüş kişinin emeği arasında çok ince ama ağır sonuçları olan bir ayrım düşlenir: el emekçisinin işi [emeği], kolektivistin [marksistin] gözünde sadece basit bir emektir; öte yandan sorumlu, mühendis, âlim vesair de, Marx’ın karmaşık emek dediğini gerçekleştirirler ve daha yüksek bir ücret alma hakkına sahiptirler. Fakat herkes devletin “ücretlisi”dir, herkes “memur”dur… hapı kolayca yutturmak için böyle denilmekte şu son günlerde.»
Daha sonra Kropotkin, kuşkusuz basit ama maalesef tümüyle gündemde olan bir gerçeği hatırlatıyordu: “Madem öyle, gelecek devrimin insanlığa verebileceği en büyük hizmet, ücretliliğin içinde imkânsız ve uygulanamaz hâle geleceği ve ücretliliğin olumsuzlanmasının [yani] komünizmin kabul edilebilir tek çözüm olarak kendini dayatacağı bir durum [bir toplum] yaratmak olacaktır.”[66]
Böylece Makhayski’nin eleştirisinin öyle pek yeni olmadığını görüyoruz; ama bunu Marx’ın yetkinlik alanında, iktisat alanında derinleştirme liyakatine sahipti yine de. Ayrıca o dönemin bazı marksistleri de, öyle pek ufak tefekleri değil, ustaca kurulmuş bu büyük yapının [marksist iktisat kuramının] kimi gediklerini tıkamaya çalışmışlardı: “Sermaye Birikimi”nde Rosa Luxembourg’un sergilediği katkı, bu bakımdan en ilginciymiş gibi geliyor bize… özellikle de alışılmış yolları terk ettiği ve biriktirilebilir artı-değerin gerçekleştirilmesi sorunun ücretliler/kapitalistler çiftinin dışında ortaya koyduğu zaman. Ama bu gözü pekliği açıktır ki bu noktada kalır ve “üçüncü yolu” onu dünya pazarının kapitalist olmayan kesimlerine ve de kapitalizmin emperyalist stratejisinin keşfine götürür yalnızca.
O dönemden bu yana bu konuda çok yazılıp çizildi… yine de sorunun çözümünü gerçekten ilerletmeksizin. Bu konuda hatırlatmak isteriz ki, basit el emeğinin ve karmaşık kafa emeğinin ücretleri arasındaki farka ilişkin Marx tarafından yapılan tahlil, düpedüz 19. yüzyıl sosyalizminin ortak varlığının bir parçasını oluşturur. Gerçekte –yararlı, gerekli, hoşlanılan, nitelikli veya değil, daha düşük ya da daha yüksek vs.– ortalama emeğin ölçülmesi Owen’da, Fourier’de, Rodbertus’ta ve o dönemin diğer düşünürlerinde değişmez bir ilgi konusuydu. Nitel ve nicel ölçü kıstasları çok çeşitliydi. O gündür bu gündür bu alanın pek kaygan, her türlü yoruma açık olduğu ve Louis Blanc’ın “çalışma hakkı”ndan taylorcu parça başına ücretlere ya da şu stalinci ünlü stakhanovizm değişkesine, bu karikatürümsü değişkesine çabucak kayılabileceği [geçilebileceği] görüldü. Ve tüm bunlar, işçinin iktisadî yabancılaşmadan kurtarılmasının [özgürleştirilmesinin] karşıt kutbunda yer alırlar.
Emek gücünün değerinin “onu ortaya koyan kişi için gerekli geçim [var oluş] araçlarının tam değeridir” şeklinde Marx tarafından verilen tanımı,[67] daha o zaman derecelendirilmiş [hiyerarşik bir düzene sokulmuş] ücretleri haklılamaya, dolayısıyla Makhayski’nin savını doğrulamaya izin veriyordu. “Bilimsel” sosyalistler için hep bir nakarat olmaya yaramış olan sen-simoncu formül yani “herkese yeteneğine göre, herkese yaptığı iş kadar” [68] söylemi de her türlü yoruma açıktır ve en açık eşitsizlikleri meşrulaştırabilir.
Sorunun tümü, M. Rubel’in anlaşmazlık noktalarını saydığı “Marx tartışması” karmaşıklığının bir parçasını oluşturur. Söz konusu anlaşmazlık noktaları şöyle: 1) emek-değer kuramı 2) toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı kavramı 3) karmaşık emeğin ortalama ve basit emeğe indirgenmesi [ortalama ve basit emek “cinsinden” ifade edilmesi] 4) iktisadî ulamların tarihsel niteliği 5) metanın ve paranın “fetişizmi” 6) insanın şeyleşmesi 7) emtia fiyatları yoluyla parasal dolaşım olanaklarının belirlenmesi ve 8) artı-değer kuramı.[69]
Makhayski’nin soruna katkısı…
Makhayski bu tartışmaya belirleyici bir katkıda, maalesef uzun yıllar bilinmeden kalan bir katkıda bulunmuştu. Önemli olan, hatalı ve aşılmış ya da tartışmalı iktisadî kavramların kılı kırk yaran bitip tükenmez yorumları üzerinde durmak değil. Marx’ın yanılmış olması bugün pek az önemli aslında, zira söz konusu olan sadece o değil. Makhayskici katkının gerçek özgünlüğü, sınaîleşmiş ve sınaîleşme yolundaki bir toplum çerçevesinde sosyalizmin tanımı ve bizzat erekliği üzerinde toplanmış olmasıdır. Bu sosyalizm, egemen yükselen yeni bir sınıfın yani “bilgi kapitalistleri”nin çıkarlarını daha iyi temsil eden ideoloji hâline gelecekti.
Karl Kautski (1854–1938), kendi zamanında bu görüngünün iyice bilincindeydi. Ne var ki kılı kırk yaran içeriksiz [skolâstik] kavramlarına saplanıp kaldığından bu görüngünün sınıf doğasını ayırt edememişti. Ünlü bir metninde, ayrıca Makhayski için de karşıt [çelişik] esin kaynağı olmuş olan bir metninde Kautski, entellicansiya [aydınlar] sorununu ve onun işçi hareketiyle olan ilişkileri konusunu koyar ortaya. Ve Marx’ın “tarihsel hareketin bütünlüğü içinde kuramsal anlayışına varmış burjuva ideologlar” konusundaki sözlerine, aynı şekilde burjuva aydınların sosyalist demokrasi içindeki varlıklarının meşruluğunu öne sürmek maksadıyla bilimsel sosyalizmin kurucularının (Marx, Engels ve Lassalle) bu sınıfın üyeleri oldukları olgusuna başvurur. Ona göre “ücretlilerin (emekçilerin) davasının yalnızca ücretliler tarafından iyi şekilde temsil edilebileceği düşüncesi”, sadece proletaryanın en geri kesimi[70] veya kendileri de entellicansiyadan gelen ve “elleri nasırlı proletarya”ya çağrıda bulunma ihtiyacını duyan bazı hoşnutsuzlar tarafından savunulmuştu. Daha sonraki satırlarında “partinin hizmetindeki aydın emekçilerin proleter yaşama değil ama gösterişsiz burjuva bir yaşama uygun düşen” bir duruma sahip olmaları için “partinin aklı başında insanları”nın hemfikir olduklarını yazar.
Anlıksal [entelektüel] emeğin her zaman ayrıcalılıkların işi olmuş olduğunu, fakat bir değişikliğin gerçekleşmekte olduğunu hatırlatır: genel olarak kapitalist sömürüyle doğrudan ilgili olmayan (doğası gereği zorunlu olarak ilgili olmayan) belirli bir sınıfın çok özel görevi hâline geliyor, bilgilerini ve özel yeteneklerini değerlendirerek yaşayan sözde aydın sınıfa dönüşüyor.
Ortaya çıkışı basit meta üretimiyle düşümdeşen bu sınıf, bugüne kadar sömürücülerin kendilerine ayırdıkları anlıksal çalışmaları hep daha fazla ona aktaran ve her geçen gün ona yeni faaliyet alanları yaratan kapitalist üretimde hızla yükselmekte.[71]
Kapitalizm [eski] mesleklerin yerine sanayii geçirir ve ona bağlı çok sayıda iş [meslek] yaratır: mühendisler, müteşebbisler, kimyagerler vs. Devlet görevleri de bürokrasinin hızla büyümesine yol açarak gelişirler. Gazetecilerin, avukatların ve sanatçıların sayısıyla birlikte toplumsal yaşamın büyüdüğü görülür. Bu sınıfı tümüyle proletarya davasına kazanmak söz konusu olmayacak, ama onlara “proletaryanın amacının tarihsel haklılığını ve başarısının kaçınılmazlığını kavratarak” ancak bazı yalıtık üyeleri kazanılabilecektir. Bu, en “büyük anlıksal kesinliğin gerçeği keşfetmede, yansız düşünce alanında, kaçınılmaz olarak daha büyük bir güç [kapasite] anlamına geldiği”nden daha fazla düşünülebilecektir. Kautski, “anlağın, sınıfların değişen çıkarlarına göre gerçeği gizleme ve başkalarını aldatma gücünün gerçeği keşfeden ve yayanınki kadar büyük olabileceği”ni önceden bildirme önlemini aldığı için… kendi çelişkileri içinde kendi diliyle yakalanır ve Makhayski de bundan azamî şekilde yararlanır. Yani “yansız gerçeği keşfetmek” için “aydınlar, kapitalist sınıfa karşı kendilerini proletaryaya bağlı bulurlar. Bu insanlar proletaryanın çıkarlarına bağlı değil, ama kapitalist sömürüde de doğrudan çıkarları yoktur.”[72]
Anlayabilene aşk olsun! Entellicansiya, sınıf mücadelesinden uzakta, “gerçek”in şu biricik esirimsi havasında yüzmek zorundaymış! Kararsızlık, her şeye rağmen Kautski’yi biraz daha fazla gerçekçiliğe götürür: “gerçekte entellicansiyanın pek çok üyesinin kapitalist sömürüyü savunmak gibi bir işlevi olduğu”nu ve “görevinin tam da mevcut durumu savunmak ve aklamak olduğu”nu kabul eder: “Onlara bunun için para ödenmektedir.” Bunun da ötesinde, “ayrıcalıklı bir sınıf sıfatıyla entellicansiyanın –tüm ayrıcalıkların düşmanı– proletarya için bir sevmezliğe [düşmanlık duygusuna] sahip olması gerektiğini” ve böylece “entellicansiya kitlesinin proletarya ve mülk sahibi sınıflar arasındaki mücadelede yansız kalması gerektiğini, yine de mülk sahibi sınıfa eğilimli olduğunu” tam zamanında hatırlar.[73] Ama bu kitle, gene de “mücadelenin daha az devrimci ve yıkıcı olduğu biçimlerle sınırlı ve bu biçimlerde içerilen sömürü”ye uygundur ve “hem bugünkü toplumu kurtarmanın hem de proletaryanın başarısını engellemenin” yegâne aracını görür bu noktada. Niyet anlaşılıyor: uygarlığın [mevcut toplumun] çıkarları çerçevesinde ve mülk sahibi sınıfların kendi güvenlikleri için proletaryanın en acil istemlerinin karşılamasının gerekliliğinin giderek daha açık olması gibi “elleri nasırlı” proletarya tehlikesi karşısında “toplumun, bu aynı burjuva toplumun kapitalizmin kadiri mutlaklığını sınırlaması” giderek zorunlu hâle gelmekte. Proletarya giderek daha da güçlenmekte ve istediği her şeyi hatta en ılımlı olanlarını bile reddetmek, durmadan daha tehlikeli hâle geliyor.[74] Bu “barbar” tehlike karşısında Kautski, harika bir savuşturma yolu bulur: “İşçiler için bir şeyler yapmak lâzım.”[75] Bu bir şeyler, “sermayeyi suçlamak ve proletarya için sempatisini açıklamak”tan ibaret olacak ve o dönemde “Şimdi biz hepimiz sosyalistiz”[76] diye ilân etmek “moda” hâline gelecekti. Açık kapatılmıştır. “Bilimsel sosyalizm”in kurucu pirlerinin mirasçısı sıfatıyla tüm bir kuşağın bütün sosyal-demokrat hareketini ve Lenin’i besleyen ataları Kautski’nin bu sorunu açıkça sergilemeyi bildiğini unutmayalım. Ayrıcalıkları tehdit altında olan ve kapitalist sömürüden pay alan entellicansiya mensuplarının [aydınların], toplumsal bir patlamaya karşı önlemlerini almada ve “sosyalist demokrasi”ye katılmada iyiden iyiye çıkarları vardı. Buna ikna olmak için son bir diyalektik kaçamak [cambazlık, fırıldak] yeter: geniş aydın tabakalarının giderek artan proleterleşmeleri… bu proleterleşme, hem her iki tarafla teması korumaya yarar hem daha güvenlidir.
Marksizmi Rusya’ya sokan ve de “yasal marksizm”in kurucu piri Piotr Struve, “rus toplumsal yaşamının devrimci unsuru sıfatıyla” entellicansiyanın “Kazakların[*] yerini aldığını” düşünüyordu.[77] Alman sosyal-demokrasisinin ender işçi kökenli yöneticilerinden biri olan Bebel’in aydınların kalabalık sayılarına bir başka çözüm bulduğu doğru: proleterleşme yolundaki entellicansiyanın “büyük bir bölümü”nün “zengin kadınlarla evlenmeyi hedeflemelerini, zengin bir evlilik yapmayı en son amaç hâline getirmelerini bile” [aynen böyle! (A. Skirda’nın notu)] iyi gözle görüyordu.[78] Bu aynı hatip [Bebel], “devrim” sözcüğünü telâffuz ederek dinleyicilerinin yüreklerine su serpiyordu: “Bu sözcükten korkmayın, düşündüğümüz şey tüfekler, dirgenler filân değil.” der ve şiddetli devrim yanlısı suçlamalarına karşı kendini savunur.
Fransa’da bu sorun özellikle Dreyfus olayından, aydınların sosyalist örgütlere akınına şahit olan bu olaydan sonra çıkar ortaya. Sosyalist ve sendikalist belli başlı ideologlardan biri olan ve kafası işlere “bilimsel” bir çeki düzen vermeye çalışmakla meşgul Hubert Lagardelle, canı gönülden başvurduğu Kautski’nin ele aldığı konuları –saflara yeni katılan aydınları biraz haşlayarak– yeniden ele alır ve aydınlara Kautski’den biraz daha sertçe saldırır daha baştan: “Okumuş sınıf, sadece bu sınıfın ayrıcalıklı bir eğitim ve yüksek öğrenim görmüş olması nedeniyle bu düşünen sınıf, toplumsal çatışmalardan bağımsız olduğunu, toplumun genel çıkarlarını yalnızca kendisinin temsil ettiğini ve bir aydın aristokrasisi oluşturduğunu düşünür kolaylıkla. Aydınların çoğu, kol işçilerini az ya da çok küçümserler ve her şeyi anlamada en becerikliler, her şeyi yönetmede en yetenekliler, her şeyi idare etmeye en lâyık kişiler olduklarını zannederler rahatça. [Kısacası] emek işçilere, iktidar okumuşlara! Toplumsal hiyerarşiyi işte böyle anlıyorlar.”[79] Bu insanlar geleneksel olarak her zaman devleti yönettiler… “Diğer sınıfların hesabına yönettiler, ama yönettiler.”
Fakat Lagardelle, “proletarya” olduğu için sosyalist harekete gelen “iyi” aydınlarını da yani “aydın proletarya”yı bulur: bunlar, “anlıksal emek güçlerini pazarda düşük fiyatla satan, sınaî çevreyle ve işçi sınıfıyla doğrudan temas hâlinde bulunan ve onları giderek daha fazla proletaryaya bağlayan çıkar topluluğunu hissetmeyi –bir ölçüde– başarabilmiş “teknisyenler, mühendisler, tarım-bilimciler [agronomlar] ve benzerleri”dir.[80] Bu yüzden sınıf bilinçleri kolayca uyanmak zorundadır. Bu, “aydın proletaryanın sağlıklı bölümü”dür. Bunların tersine “işsiz diplomalılar, dikiş tutturamayanlar, küskünler, düş kırıklığına uğramış ikbal avcıları güruhundan, burjuva toplumun [bile] istemediği bu insanların hepsinden kesinlikle kaçınmak gerekir, zira bunlar, toplumun “döküntüleri”dir.”
Lagardelle, “proletaryanın zararına aydınlara önemli mevkiler yaratan devlet sosyalizmi” konusundaki güvensizliğini de belirtir.[81] “Sosyalizme varmak gayesiyle” proletaryadan “bir araç” olarak yararlanma eğiliminde olan sosyalist şefleri eleştirerek sözlerini biraz sertleştirir. Çözüm, “onları [aydınları] denetlemek ve yönlendirmek üzere yeterince güçlü” bir proleter örgüt kurmaktan ibaret olacaktır [ona göre]. Bu örgütteki aydınların işlevi, “proleter hareketin dileklerinin ve kararlarının sözcüleri ve gramofonları olmak olacaktır.[82] Lagardelle sınıf hareketinin özerk gücüne, kendi gözünde zorunlu “uzman yetkililer” ve bilgeler olan aydınları özümlemesi, eğitmesi ve değiştirmesi gereken özerk gücüne güveniyordu.
Bu yılların bir diğer önemli kuramcısı Georges Sorel de, bu aynı konuyu incelemek için Kautski tarafından çizilen yolu tutmuştu aynı şekilde. Ne var ki Sorel, “üretim araçlarının toplumsallaştırılması”nın gereksiz hâle gelmiş çok sayıda entelektüel işin –ona göre– “çok büyük çapta lokavt”ıyla kendini açığa vuracak olması nedeniyle, aydınların sosyalizmden hangi özel yararları çekip alabileceklerini pek anlamıyordu. Proleter cennete götürmesi gereken uzun ve ağır “geçiş safhaları”nın ve bu safhalar boyunca serpilip boy atacak çok sayıda arpalığı ve “sorumlu” görevleri basitçe es geçiyordu.
“Uygun olmayan aydın proleter teriminin kullanımını esinleme dâhiyane fikri”ni akıl etmiş olanları hiçbir hoşgörü göstermeksizin yargılıyordu, zira “bu insanlar, böylece uransal proletaryanın saflarına kolayca sızabileceklerdi.”[83] Onlar hakkındaki bu tavrı, neredeyse ezici bir küçümseme derecesindeydi: “Aydınlar, sıkça denildiği gibi düşünen insanlar değildir; bunlar, düşünmeyi meslek hâline getiren ve bu mesleğin asaleti nedeniyle asillere yaraşır bir ücret alan kişilerdir.”[84] Proletaryadan yana takındığı tavır, “işçileri, çıkarlarının kendilerini iktidara getirmek ve emekçileri siyasî insanların yönetimi altına sokan yetenekler hiyerarşisini kabul etmek olduğuna inandırmayı isteyen”[85] aydınlara yönelik düşmanlığını arttırıyordu.
Bu koşullarda, epeyce prudhonculukla karışık olmasına rağmen sorelci bu tahlilin, Sorel’de bir değişmez olan Marx’a göndermelerin dışında, Makhayski’nin tahliline katıldığını anlıyoruz…
«Sosyalist düşüncede gerçekleşmiş olan değişimi iyi anlamak için çağdaş devletin yapısının [bileşkesinin] ne olduğunu anlamak gerekir. Bu, kamu işlerinin getireceği çıkarları kapmaya hevesli başka aydın gruplarının devlete yönelik giriştikleri saldırılara karşı kendilerini savunmak maksadıyla siyasî denilen araçlara sahip ve ayrıcalıklarla donatılmış aydınlardan oluşan bir yapıdır. Bu işlerin [makamların] ele geçirilmesi için partiler kurulur ve bu partiler de devlete benzerler. O hâlde “Komünist Parti Manifestosu”nda Marx’ın koyduğu tez açıklanabilir: “Bugüne kadarki bütün toplumsal hareketler, der, azınlıklar tarafından veya azınlıkların yararına gerçekleşmişlerdi.” Biz de, tüm siyasî buhranlarımızın bazı aydınların yerine başka aydınların geçirilmesinde yer ettiklerini söyleyeceğiz; yani bu krizler, çıkar ortaklarının sayılarını arttırarak devleti koruyup sürdürmenin hatta kimi zaman kuvvetlendirmenin sonuçları oldular her zaman.»[86]
Proleter devrim, “şu aydın kalelerini, devlet ve siyasî partiler olan aydın kalelerini ortadan kaldırma”yı kapsamalıydı. Sorel, devrimin “büyük sanayinin atölyelerinin yönetimine alışık aydınları sadece işçiler, mümkün mertebe az sayıda zorlu işleri yerine getiren [basit] işçiler düzeyine indiren üreticiler”[87] tarafından gerçekleştiğini görmeyi isteyerek Marx’ı kendi tarzında yeniden ele alır. Ama ne yazık ki aklın bu güzel görüşü, olgularda hiçbir zaman gerçekleşmedi gerçekte: devrimler sırasında basit işçilerin değil, ama saygıdeğer “sorumlular”ın yeteneklerini ispatlamak maksadıyla mümkün mertebe çok sayıda “zorlu işler” yaratan “işçiler” [bürokratlar] görülür her zaman.
Düşüncelerinin diğer yankıları…
1905 rus devrimi, Makhayski’nin eleştirel tahlillerini iyice göstermenin vesilesi oldu. Dönemin sosyal-demokrat bir tarihçisine, Gorev’e göre bu düşünceler, marksizmin etkisiyle bağıntılı biçimde ifade edilmişler ve yandaşlarının çoğu da zaten sosyal-demokrat işçilerdi.[88] “Aydınlar karşıtı” kampanya ve sosyalizme karşı yürütülen kızgın mücadele, şu “beyefendiler”e özellikle de “komitarlar”a karşı çok sayıda işçinin sezgisel güvensizliklerinde verimli bir alan bulmuşlardı. Bu kampanya, doğrudan mücadeleden koparılmış devrimciler yani mahpus, sürgün, göçmen vb. devrimciler arasında daha etkili olmuştu (ama Gorev bunun sözünü etmez).
Potemkin zırhlısı isyancılarının önderi Afanasiy Matiuşenko sayesinde bunun mükemmel bir örneği var elimizde… Romanya’ya ayak bastığında,[89] yerel sosyal-demokrasinin başı Christian Rakovski, ona burjuva denilen özgürlüklerden yararlanan “özgür” bir ülkeye hoş geldin diyen Rakovski tarafından [huzura] kabul edilmişti (Matiuşenko’nun kendisi de sosyal-demokrattı).
Rakovski, Potemkin mürettebatının “böylesi bir özgürlük” için isyan etmediği yanıtını veren Matiuşenko’ya ukalâca şu yanıtı verir: “Peki, ne bekliyordunuz? Sosyalizm mi? Hayır yiğidim, doğa, mutlakıyet hükümranlığından özgürlük hükümranlığına sıçramak için böylesi taklalar atmaz; gelişmenin bütün aşamalarından tedricen, teker teker geçmek gerekir ve ne yapılırsa yapılsın burjuva yönetimden kaçılamayacaktır; bu, bilimsel sosyalizmin yasası!”[90]
Matiuşenko bu cevap karşısında şaşırır ve safça sorar: “Hangi sıçramalar? Hangi yasa? Niçin bir burjuva yönetim, neden sosyalist değil? Burjuva, özgürlükten yararlanmaya mecbur da, niçin işçi değil?” O zaman Rakovski, “hâlâ haddinden fazla bilinçsiz olduğunu, hâlâ çok şey öğrenmesi gerektiğini ve bunun için çok okuması gerektiğini, ancak o zaman anlayacağını” söyleyerek ona tatsız tuzsuz hamasi bir nutuk çeker.
Kafası karışan Matiuşenko, Rakovski’nin öğüdünü tutar: çok okur, ama köktenci anlayışları hiçbir bakımdan değişmez; buna karşın, o güne kadar ona basit görünen her şey anlaşılmaz ve karmaşık bir hâl alır. O sıralar bir sosyal-demokrat ona Marx’ın “Kapital”ini ödünç verir ve ona bu kitapta aradığı açıklığı bulacağını vaat eder. Bu durumda Matiuşenko “Kapital”i okumaya koyulursa da, çok sayıda bilmediği yabancı kelime yüzünden ve kavrayamadığı cebirsel işlemler nedeniyle okumayı bırakır.
Bu deneyimi sayesinde “Kapital”i okuyabilmek ve anlayabilmek için önceden çok şey bilmek gerektiğini görür; her günkü on saatlik zorlu çalışması yüzünden işçi bunun ihtiyacını duymaz; üstelik pahalı bir kitap. Bu kitabın işçilere hiçbir şey vermeyeceği sonucuna varır. Ona bu kitabın, onu “anlayan” insanların –daha sonra halka aktardıkları– bilgilerini aldıkları “bitip tükenmez bir bilgi kaynağı”, “suyu çekilmez bir kuyu” olduğu söylendiğinde… habire “bekle!”, “sabret”, “şunu yapma, bunu yapma”, “kendiliğinden herhangi bir şeye kalkışma”, “sadece bize güven, biz senin için gerekeni yaparız” ya da iyi olan yalnızca sosyal-demokrasi, öteki grupların hepsi küçük-burjuvalardan, muhbirlerden veya kaçıklardan oluşmakta”[91] türünden nasihatler ve emirlerle karşılaşılan “halk için yazılmış” bu yazılara karşı sert bir yargıyı dile getirir.
Kendisini hiçbir şey “anlamamak”la suçlayan ve şayet Kant’lardan, Marx’lardan veya diğer ünlü kişilerden yararlanmamış olursa bir “maymun” olarak kalacağını söyleyen bir sosyal-demokrata şu karşılığı verir: “Şayet kendisi gibi insanlar olmasaydı Kant, Marx ve tüm şu ünlü şahıslar köpekler gibi açlıktan gebermiş olurlardı.” “Eski eğitimcileri”ne karşı kaleme aldığı mektubunu, yazdığı tek bir kelime için bir işçinin bir günlük ücreti kadar para aldığı hâlde burjuvayı bir vampir olarak gören Gorki’yi nasıl adlandırması gerektiğini sorarak bitirir.
Ağacı meyvesine göre yargılayan Matiuşenko, marksizmden uzaklaşır ve bir anarko-sendikalist olur. Avrupa ve Amerika’da bir süre gezindikten sonra mücadele etmek üzere 1907’de Ukrayna’ya döner, [ama] çar polisi tarafından yakalanıp öldürülür.
O güne kadar “maksimalist”[92] devrimci sosyalist eğilimli olan ve Makhayski’nin eleştirisini yeniden ele alan Evgeni Lozinski’nin yazıları çıkar bu aynı sene Rusya’da. Lozinski, Makhayski’yi sistem düşüncesinden yoksun olmakla, böylece çalışmalarını bir yöntembilimden mahrum ederek çağdaş toplumsal bilim gibi kuramı da aşırı derecede ihmal etmekle suçlamıştı yazılarında.[93] Makhayski gibi ona göre de, aydınlar [entellicansiya] el emekçilerinin ödenmemiş emeğinden beslenen ayrıcalıklı ve sömürücü bir sınıftı (bir yandan sömürücü öte yandan sömürülen bir Janus-sınıfı[*] söz konusu değildi artık onun için). Makhayski’deki yöntembilimsel hatayı telâfi eden Lozinski, kısacası yeterince “marksist” şu ölçütlerden itibaren yani 1) gelir kaynaklarının ortak kökenleriyle 2) temel iktisadî çıkarlarının tutarlı topluluğuyla ve 3) tüm diğer iktisadî gruplarla olan –az çok çelişik– ilişkilerinin özdeşlikleriyle aydınları bir sınıf olarak tanımlar.[94]
Ona göre aydınlar sınıfının çıkarları, Marx’ın manevî desteği altındaki sosyalist yönelimli çok büyük bir yazın tarafından daha iyi temsil ediliyor ve savunuluyordu. Bu konuda makhayskici tezi yani marksizmin temel sınıf çelişkilerini ortadan kaldırmaya çalışmadığını, [aksine] eskisinin yerine yeni bir egemen sınıfı, daha ince ama daha az etkili olmayan yeni baskı koşullarını geçirmeye çalışmaktan başka bir şey yapmadığını [söyleyen] tezi yineler.
Lozinski, “Aydın Emekçi”nin ikinci kısmında “Kapital”in ikinci cildinin –millî hâsılanın önemli bir bölümünü üretim araçlarının toplumsallaştırılması biçimi altında kendi yararına gizleyen– entellicansiyanın sosyalist yönetimindeki egemenliğini haklılamayı amaç edindiğini göstermiş olduğu için Makhayski’yi saygıyla anar. Makhayski tarafından Marx’a ve sosyalizme indirilen bu darbe, Lozinski’ye göre kesindi… Marx ve sosyalizm, yalan söyleyip dolambaçları yollara başvurmadıkları sürece, bellerini zorlukla doğrultabileceklerdi.[95]
Anlıksal emeğin yüksek ücreti hakkaniyetli ve normal bulunduğu andan itibaren aydınların artık hiçbir toplumsal devrimden korkmaları gerekmez.[96] Zira bunu kabul ederek “imalâthaneler, fabrikalar, topraklar, maden ocakları vs. artık özel mülkiyet olmayacak, ama devletin veya toplulukların zilyetlikleri hâline gelecektir. Bu andan itibaren bütün ülke çapında toplumsal üretimin doğrudan örgütlenmesine, değişime ve bölüşüme geçmek gerekecektir. Hacmi ve zorluklarıyla bu devasa iş, çok büyük bir anlıksal güçler, bilgi, yetenek ve bilim insanları ihtiyacı yaratacaktır. Merkezî ya da yerel tüm idarî, örgütsel ve yönetim görevleri, yeni toplumun bütün hayatî düğüm noktaları kaçınılmaz olarak aydın emekçiler, entellicansiya tarafından işgal edilecektir. (…) Bu işi üstlenecek olanlar işçiler değildir, [zira] onlar bu işten bir nebze olsun anlamazlar. (…) “Gelecek”te, “üretimin teknik koşulları” buna elvereceği gün için, işçi sınıfına eşitlik sözü verilecektir, ama şimdilik onlara akıllıca [uysalca] beklemeleri emredilecektir. Daha sonra –tekelindeki kalıtsal malının (bilginin) zilyetliğini güvenceye alan– aydın emekçiler sınıfının yeni dönemi başlayacaktır… tek bir sözcükle bu, onlarca yıldır o kadar çok arzu edilmiş, böylesin çok övülmüş “sosyalizm”in [yani] entellicansiyanın egemenliğinin gelişi olacaktır.[97] (…) Böylelikle toplumsal devrimin hemen ertesinde entellicansiya, proletaryanın [yani] kalifiye olmayan işçi yığınlarının temsilcisi, gizli genel oy temelinde “özgürce seçilmiş” temsilcileri sıfatıyla dümeni ele geçirecektir.”[98]
Aydınlar tüm devlet çarkını elde tutacak, toplumsal mekanizmaları tasarrufunda bulunduracak, ama ayrıca “işçi yığınlarının tam güveni”nden de yararlanacaktır.
Lozinski, entellicansiya ve sosyalizm üzerine olan bu yıkıcı kavramlarının zorlu bir muhalefete yol açacağından, tüm “bilim” ve “felsefe”nin onlara karşı ödünsüz bir savaş açacaklarından kuşku duymuyordu.
Lozinski’ye karşı her görüşten saldırılar gelmişti gerçekte. O da sadece Makhayski’den aşırma yaptığı suçlamasını, “mikrop öldürücü tedbirleri”ni aldıktan sonra, onun bu konudaki önceliğini asla saklamadığını söyleyerek yanıtlamıştı. Daha sonra düpedüz Makhayski’yle ve “makhayevskicilik”le bir tutuldu.
Batı’da ve Rusya’daki işçi hareketlerinin bir bilânçosu ve olası gelecekleri için alabildiğine ilginç bir kitap yayımlandı 1909’da.[99] Bu kitapta, ülke ülke işçi sınıfının ve “temsilcileri”nin durumları inceleniyor, ardından iyice karamsar genel bir bilânço çıkartılıyordu: teknik ve bilimsel ilerleme, işçilerin sefil yaşamlarında hiçbir şeyi düzeltmemişti; bu ilerleme, daha ziyade sömürülerini ağırlaştırdı; askerî ve baskıcı güçleri ve genel olarak şartlandırma araçlarını güçlendirip mükemmelleştirdi; mutlak ve göreli işsizliğe[*] yol açtı (genellikle işçilerin sağlıklarının bozulmasının nedeni olan makinelerin ve makineleşmenin ilerlemesine bağlı bir olay); ürünlerin fiyatları arttı; sanayiciler kendi aralarında örgütlendi; tüm basın, söz vs. sözde hürriyetleri, bunlardan yararlanabilecek olanların, okumuşlar âleminin, böylece bu özgürlüklerin “etkisi”ni kullanabilen yani sömürülen yığınları aptallaştırabilen sosyalist entellicansiyanın işine yarıyorlardı; kapitalist fabrikanın –Marx’a göre– “örgütleyici” rolünün, tersine, işçilerin köleleştirilmelerinin güçlü bir aracı olduğu çıktı ortaya. Lozinski, işçi sınıfının daha büyük bir sömürüsünün yaratıcısı kapitalist gelişmeyi işte böyle eleştiriyordu.
Pek çok belgeye dayanan bu incelemesi, proletaryanın bütün parti ve sendikaların dışında özerk mücadelesinin olası görünümleri [perspektifleri] üzerinde bitiyordu; bu görünümler, tastamam Makhayski’de olduğu gibi –her derde deva grevin dışında– epeyce puslu, belirsiz kalıyorlardı. Kuşkusuz bu, her ikisi için de, kendilerini yeni ideologlar [akıldaneler] olarak dayatmama isteklerinden kaynaklanıyordu. Onların gözünde proleter hareket, –belirli tavırların bir asgarisinden itibaren– kendini, mücadele araçlarını ve mücadelenin erekliğini biçimlendirme gücünde olmalıydı.[100]
Başka tepkiler, başka eleştiriler…
Eleştiricileri arasında yer alan İvanov-Razumnik edebiyatçı müsveddesinin tepkisi, halkçı rus aydınlarının tepkilerini simgeler mükemmelen. Bu zat, makhayevçinaya yönelik yazdığı dolgun bir kitapta,[101] bu tepkilerin ana hatlarını sadıkane tarzda açıklıyordu. Ona göre söz konusu olan, konuşmacıları arasında [makhayevskici düşüncenin] temsilcilerinden birinin bulunmadığı pek az toplantısı olan [rus] işçi hareketinin tipik bir eğilimiydi.
Entellicansiya teriminin rusçaya 1860’lı yıllarda Boborykin tarafından sokulmuş olduğunu, daha sonra Pissarev’in[102] de “düşünen proleter”i, küçük memuru[103] betimlemek için bu sözcüğü kullanmış olduğunu hatırlatır. Entellicansiya, emek gücünü satmış olmasına karşın yine de burjuvazinin bir bileşeniydi. İvanov-Razumnik’e göre gerçekte söz konusu olan bir sınıf değil, ama töresiyle [etiğiyle] nitelenen sınıf dışı bir gruptur. Bu grup, bilgilerinin düzeyiyle belirleniyordu (ayrıca öğretimi de kültürden ayırt etmek gerekiyordu), ama –toplumsal veya iktisadî işlevinden ziyade– bilinciyle ve –özel ölçütü Makhayski’yi uçurumun kenarına götürmüş olan– bütün bir töresel “iç” belirtileriyle [işaretleriyle] tanımlanıyordu.
Devekuşu siyasetine benzeyen bu tavır, halkın “kutsal” davası uğruna ve bu dava tarafından kurban edilmiş ve de “kutsallaştırılmış” uzun yıldırgan-şehit listelerinin ve halkçıların mirasçıları olan sosyalist-devrimcilerin tavrıdır. Onlar için aydınlar, yığınlardan daha bilinçli ve gözü pek öncü olarak kalacaktı her zaman. Makhayevskici eleştirinin, “gökyüzü ve yeryüzü” arasında yer alan bu grubu sıkıca kavramayı başarmaksızın onlar üzerinde en ufak bir etki yaratmamış olması, bu koşullarda şaşırtıcı değil. Asıl kuramcıları Viktor Çernov, –her ne kadar yüksek bir bilgi düzeyinin daha nitelikli bir emeğe ve buna uygun bir ücrete tekabül etmesini normal bulsa da– bu sorunun çözümünün ücretsiz öğretimin genelleştirilmesinden ibaret olduğunu ve bilgi konusunda bu kadar gürültü koparmanın gerekli olmadığını düşünecekti. Ücretlerin [basit] elemeği düzeyinde eşitlenmelerinin, “bu durumda en büyük iyiliğin sefalet içinde eşitlik demek olması”na götüreceğini yazarak işi alaya döküyordu.[104]
Anarşistlere gelince, onlar sorunu daha dar bir açıdan görüyorlardı… Bir işçi ile aydın bir proleter arasında kuvvetli bir karşıtlık olduğunu kabul ederler. İkincinin çalışma koşulları çok daha iyi, günlük çalışma süresi daha kısa ve ücreti daha elverişlidir. Dış görünüşleri, farkı derhâl ortaya koyar: aydın emekçi daha iyi giyinir; elleri kaba saba değil daha naziktir; bir el emekçisinden kolaylıkla ayırt edilir; ücreti kimi zaman bazı işçilerinkinden düşük bile olsa, kişiliğinin daha az ezilmiş olduğunu görme üstünlüğünü korur. Kısacası bu makalenin yazarı Vetrov, gerçek sorunu göstererek onu eleştirel anlamda ele almayı terk etmekle başlar işe.[105] İşçi kitlesini bitli bir piyade alayı gibi düşünen devrimci aydınların her şeyi yönetmeye, devrimin üst düzey görevlerini işgal etmeye can atmaları nedeniyle, işçiler bu aydınlara kızmakta epeyce haklıdır. Üstelik bu çevrede, sıradan işçiler için anlaşılmaz ve hatta –eğer düşman değillerse– alabildiğine yabancı manevî ilgiler, fikirler ve bir tartışma havası hâkimdir genellikle. Bu işçiler, devrimin canlı eserinden [özünden] ayrıldıklarını, şu aydın saplantılarına [meşguliyetlerine] saplanıp kaldıklarını hissediyorlardı sezgisel olarak. Vetrov, entellicansiyanın her zaman kapitalistlerin ve devletin hizmetinde bulunmuş olduğunu ve –özellikle bilim ve sanat dehaları arasında yer alan– ancak çok az sayıda üyesinin işçi yığınlarını ezmek üzere hâkim sınıfların ellerindeki uysal bir araç hizmeti görmediğini kabul etmeye kadar vardırır anlayışını.
Vetrov’un sempatisi bu noktada biter. Proleter devrimi ona karşı yöneltmeyi öneren Lozinski’nin gösterdiği gibi entellicansiyayı mutlak ve sinsi bir düşman olarak düşünmeyi, –hiçbir toplumsal devrim, hiçbir zaman kol işçilerine gerçekten yardım edemeyeceği için– reddeder. Tersine, Vetrov dikkatleri gerçek düşmanlar yani sermaye ve devlet yerine kurgusal [uyduruk] bir düşman üzerine çekmekle suçlar onu. Yığınları gerçek hedeflerinden saptırmayı isteyerek tastamam gerici bir lâf ebeliğine [demagojiye] düşmekle bile suçlar. Ve Vetrov, akla aykırı biçimde [paradoksal olarak] Lozinski’yi marksizmin alanında kalmakla, toplumun sınıflı yapısına hapsolup kalmakla da suçlar. Onun için toplumsal devrim ülküsü, bu devrimin görevlerini anlayabilecek ve kendilerini onun için feda etmeye hazır artan sayıda insan tarafından benimsenmiş olmak zorunda. Onun için entellicansiya hiç de iktisadî ya da sosyolojik bir görüngü değil, ama sadece kişilerin ruh hâline bağlı [psikolojik] bir olaydır: tıpkı anarko-sendikalist işçiden ayrılan “sarı” işçi gibi, bazıları sömürücülerden yanadır, diğerleri de toplumsal devrimden. Anarşist-komünist bir toplumda “”akıl sahipleri”nin etkisinin sadece manevî olacağını ve hiç kimseye zarar vermeyeceklerini; insanlığın gerçeğin, iyinin ve güzelin yolunda ilerlemeye devam edeceğini” söyleyerek bitirir sözlerini. Eğer bunun entelektüel olduğu kabul edilirse, “bütün insanlık ona dönüşürken, üstün kültürel yeteneği hiç kuşkusuz tam da burada yer etmektedir”.
Bir başka anarşist yorumcu, Maxime Raevsky de aynı tavrı benimser… Önce sosyal-demokrasi ile özdeşleştirilmeyi reddeder, ardından anarşist toplulukta –ilkesi “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” olacağı için– hiç kimsenin mağdur olmayacağını öne sürer. Entellicansiyanın insancı “sınıf dışı” rolünü yeniden savlar ve “doğal yansızlığı”nın altını çizer.[106]
Her şeye rağmen belli bir güvensizlik sürüp gitmiş, dolayısıyla aydınları işçi hareketinden uzak tutmak önerilmişti. Ola ki devrimden sonra “egemenler”i oynamaya heveslenirse, işçi yığınları gerektiğinde onları yeniden daha iyi düşüncelere getirmeyi bilecektir.
Yine de her şey çözülüp halledilmemişti, zira Kropotkin’in bir tilmizi, Orgeani, 1912’de, açıkça aynı kanıtları [argümanları] yeniden ele alarak entellicansiyaya bir kitapçık ayırmıştı. Onun tek katkısı, –özgürlükçü [liberter] komünizmin ve gerçek eşitlikçiliğin tam karşıtları olan– iktidarın, merkezileşmenin ve emeğe ücret ödenmesinin ana öğelerini koruyan Makhayski ve Lozinski’nin eşitlikçiliklerini eleştirmekten ibaretti.[107]
Özetlersek… Her ne kadar entellicansiya sosyalist devrimler için “asil” esinlerle [özlemlerle] dolu idiyse de, anarşistler, bu görüngünün tümü konusunda –makhayskici eleştirinin berisinde ve devrimci amaçların ötesinde– farklı ve ayrıntılarda daha belirgin bir tutumu benimsemişlerdi.
R. Michels’in tezleri…
Rus sosyal-demokrasisinin tavrına gelince… o da Kautski’nin tahliline sadık kalıyordu: aydınlar, ne şiş yansın ne kebap misali ne sömürücü sınıftır ne de özel [özgün] bir sınıf, ama daha ziyade proletaryayla burjuvazi arasında yer alan, siyasî açıdan kısmen birinden kısmen diğerinden yana olmayı benimseyerek birincinin yararından yana olmaya eğilimli bölünmüş bir alt-sınıftır.[108]
Robert Michels’in (1876–1936) demokrasilerin takım erkine yönelik [oligarşik] eğilimleri üzerine denemesinin çıkışı, bu aynı dönemde olur. Özellikle alman sosyal-demokrasisi örneğinden hareketle siyasî grup ve partilerin bu toplumbilimsel incelemesi, bizi ilgilendiren temayı dikkate değer tarzda içermekte…
Olguların ışığında şunu tespit eder: “Örgütten söz eden, takım erkine eğilimden söz eder.” Örgütün “bütün bir partiyi veya mesleki tüm bir sendikayı yönetici bir azınlık ve yönetilen bir çoğunluk hâlinde bölmek gibi bir sonucu vardır.”[109]
Yalnızca basit bir yürütme organı olması gereken yönetici azınlık, Michels’in adlandırmasına göre “şefler”, durmadan tabanın denetiminden uzaklaşırlar: “Ama kitlenin [çoğunluğun] kabul edilmiş denetleme hakkı, gerçekte örgüt büyüdükçe giderek daha aldatıcı hâle gelir. Üyeler, bütün işleri yönetmekten hatta izlemekten bile vazgeçmek zorunda kalırlar. Bu görevi emin kişilere, ücretleri örgüt tarafından ödenen görevlilere emanet etmeye mecbur kaldıklarını görürler. Kitle, kısanın kısası yazanaklarla yetinme veya denetleme kurullarına başvurma derekesine düşürülmüştür.[110]
Görevlerinin içerdiği sorumluluklar, gerektiğinde “konu dışı, dolambaçlı lâflar ve gereksiz terminolojik incelikler sayesinde dünyanın en basit ve en doğal sorunundan –anahtarına sadece kendilerinin sahip oldukları– olağanüstü bir gizem yaratmayı bilen şeflerin kafalarını özel bilgiler ve özel bir beceriyle donatır.”[111] Böylelikle bu şefler, taban ve kendileri arasında faaliyetlerinin taban tarafından denetlenmesini engelleyen bir duvar örerler. Bu, iktidarlarını güçlendirmeye ve onları yerleri doldurulamaz hâle getirmeye yardım eder: “Alınacak kararın özel bilgileri ve belirli bir yetki uygulamasını gerektirdiği bütün idarî ve taktik işlerde belirli derecede bir zorbalığı [despotizmi] dolayısıyla halis demokrasinin [ideal, kusursuz demokrasinin] ilkelerinden belli bir sapmayı kabul etmek zorunda kalınır. Demokratik bakış açısından bu, belki bir kusur, ama kaçınılmaz bir kusur. Sosyalizm her şey halk tarafından [yapılacak] anlamına gelmez, ama her şey halk için demektir.”[112]
Yani yöneticiler, bir çeşit “en iyilerin yönetimi”ne, en yeteneklilerin seçkin erkine [aristokrasisine] dönüşerek yığınların yeteneksizliklerinden [bilgisizliklerinden] ve kendi yetenekliliklerinden fiilî egemenliklerinin kuramsal haklılanmasını çıkartırlar (bu noktada Michels, daha önce gördüğümüz gibi, sosyalizmin Saint-Simon’un kavramları tarafından etkilenmiş özgün özüne varmakta). Bu yöneticilerin nitelikli ve âdeta “doğal” temsilciler sıfatıyla yığınların başına geçme hakkını değil sadece, ama ödevini de kendilerinde görmeleri bu yüzden.
Söz konusu yönetici azınlığın, “kuramsal sorunları ele alıp açındırmanın ve günlük kılgısal siyaseti yönetmenin sorumluluğu”nu üstlenen üyelerinin –özellikle demesek de– burjuvazinin üyelerinden oluştuğu çok açık… burada “modern üretimin örgütlenmesi”nin bir sonucunu görmek gerekir.[113]
Michels, bu görüngünün [fenomenin] asıl nedenini verir:
«Proletarya için hâlâ külliyen eksik olana yani siyasî eğitimini gerçekleştirmek üzere zamana ve araçlara, bir yerden bir başka yere gidebilmenin maddî özgürlüğüne ve yaşamını sürdürebilmenin geçimsel bağımsızlığına, yokluklarında kelimenin tam ve gerçek anlamında siyasî bir mücadele yürütmesinin düşünülemeyeceği özgürlük ve bağımsızlığa sahip olan sadece burjuva kökenli sosyalisttir.
Eğer proletarya bugün hâlâ belli ölçüde burjuva dönmelerin buyruğu altındaysa, bu koşullarda bunda şaşılacak bir şey yoktur.»[114]
Daha ilerde Michels, kolektif iktidarın araçlarına sahip olan toplumsal bir grubun “bu araçları korumak için elinden geleni” yapmasının tamamen mümkün olmasını, bir ilke [öngerek] olarak ileri sürer. Michels’in makhayskici tezlerle buluşması kaçınılmazdı… hem de ilk elde Marx konusunda:
«Marx, kapitalist toplumun yıkılması ve komünist toplumun kurulması arasında devrimci bir geçiş döneminin, “bu dönem boyunca devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamayacağı” iktisadî bir dönemin yer alacağını iddia eder; ya da daha az dolaylı ve yumuşatılmış biçimde [dobra dobra] söylemek gerekirse, can çekişen burjuvazinin ellerinden sosyalizm adına koparıp almanın kurnazlığına [dolapçılığına] ve gücüne sahip olmuş olacak şeflerin diktatörlüğüne, egemenliğin hükümranlığına şahit olmaktayız bu durumda.»[115]
Ve daha sonra Makhayski’nin tahlilinin ana noktasını ele alır: “Toplumsal devrimin, sahte eşitlik maskesi altında iş gören halk avcısı [demagojik] ve gizli bir takım erkini –günümüzde var olan ve açıkça davranan– sınıf egemenliği yerine koymasından korkmak gerekir.”[116]
Bu çok tutarlı [mantıklı] sonuç, toplumbilimsel bir yasayı dile getirmesine elverir: “Bu, topluluğun –emeğin bölünmesinden [“işbölümünden”] doğan– bütün organları sağlamlaşır sağlamlaşmaz, kendinde ve kendisi için var olan bir çıkarın yaratıldığı kaçınılmaz toplumsal bir yasadır. Lâkin özel çıkarlar, hemen umumî çıkarla karşıtlığa düşmeksizin kolektif organın içinde var olamazlar. Bitmedi, dahası var: farklı işlevler gören toplumsal tabakalar kendi içlerine kapanmaya, özel çıkarlarını savunmaya muktedir organlar edinmeye ve sonuçta farklı sınıflara dönüşmeye eğilimlidirler.”[117]
Böylece toplumsal devrim, yığının [çoğunluğun] içyapısına önemli hiçbir değişiklik getirmeyecektir. “Zafer”i, yeni bir takım erkinin gelişini belirleyecektir yalnızca.
Michels için örgütün kendisi, kesin engel niteliğindeki bir biçim kusuru içerir yani seçilenlerin seçenler, vekillerin vekâlet verenler, delegelerin delegeliklerini yaptıkları kişiler üzerindeki egemenliği”ne götürebilir ancak.[118] Var olan, var olması gerekeni baskı altında tutar.
Küllî kötümserlikten kaçınmak ereğiyle salt demokrasi için çizilmiş amaçlar [perspektifler], bir denge hareketine tutunurlar: bir yandan birey nezdinde eleştiriye ve denetime yönelik anlıksal yeteneği uyandırmak; öte yandan giderek daha da karmaşık ve farklılaşmış yani bir azınlığın anıklığı [kompetansı] üzerinde temellenmiş örgütler yaratma eğiliminden sakınmak.
Bu denemesi Michels’i şu sosyalist “millet” arasında çok ünlü kılmadı kuşkusuz, ama belli bir yankı uyandırmasını da engellemedi… ne var ki kısa bir süre sonra 1914 kıyımıyla [birinci denilen dünya savaşıyla] duyulmaz hâle getirdi.
Ve Lenin…
Makhayskici eleştirinin toplumsal-ideolojik çevresinin bu betimlemesinde –aydınlar konusunda şu karma ve “zenginleştirilmiş” marksizmin [yani] bolşevizmin kurucusu– Lenin’in genel anlayışlarından [eğilimlerinden] söz etmemiş olsaydık eğer, betimlememiz eksik kalmış olacaktı.
Olay, Lenin için anlaşılmıştır: ona göre “yığınların kendileri tarafından hazırlanmış” sosyalist bir ideoloji söz konusu olamazdı.[119] Lenin, –“bugün sosyalist bilincin sadece derin bir bilimsel bilgi temelinden çıkabileceğini, (…) oysa bilimin taşıyıcısının proletarya olmadığını, ama burjuva aydınlar olduğunu; çağdaş sosyalizm bu ulamın [ulemanın] bazı fertlerinin beyninde doğdu ve bu sosyalizm, daha sonra onlar [ulema takımı] tarafından proletarya mücadelesine sokulmuş ve koşulların izin verdiği yerde anlıksal bakımdan gelişmiş proleterlere iletilmişti; o hâlde sosyalist bilinç proletaryanın sınıf mücadelesine böylece dışarıdan taşınmış bir unsurdur” diyerek– “tarihin genel hareketinin kuramsal anlayışı düzeyine yükselmiş burjuva ideologlar konusunda” kendisi Marx’tan esinlenmiş olan Kautski’nin “son derece doğru ve anlamlı sözleri”nden esinlenir.[120]
Yani sosyalizm, “mülk sahibi sınıfların okumuş temsilcileri tarafından, aydınlar tarafından” hazırlanmıştı. Bizzat Marx ve Engels de, toplumsal konumları nedeniyle bu burjuva aydınlar ulamına aitlerdi.[121] Proudhon ve Weitling gibi bazı “gelişmiş” işçilerin her ne kadar söylenecek sözleri olmuş idiyse de, amprio-kritisizmle ya da nefret ettiği şu menşeviklerle haddinden fazla meşgul Lenin’in, görüldüğü gibi, Makhayski’yi veya Lozinski’yi okumaya ne ihtiyacı vardı ne de zamanı. Öyleyse aydınların (sosyalizmin bütün sorunları konusunda var olan bu biricik uzman azınlığın) rolü, “partiyi terk etmeleri”nin dışında, [Lenin için] açıktır; terk etmeleri durumunda da tepkisi, onları kargışlamaktır: “Karayel alası pis herifler! Parti, böylece şu küçük-burjuva döküntülerden kurtulmuş oldu.”[122]
Öfke geçer, huy ağır basar: “Şu aptal sendikacılar gibi “aydınları kovmak” ya da işçi hareketine gerekli olduklarını yadsımak niyetinde değilim.”[123] Michels’in sözünü ettiği iktidar yüzünden bozulma, Lenin’in kafasını hiç de karıştırmaz; “seçkin yöneticiler”, 1917 çıkışlı iktidarı gasp edecekleri zaman, büyük bir başarıya aday şu acayip filiz, “profesyonel devrimci” kavramı nedeniyle bunu [iktidar tarafından bozulmayı] güvenle istemeye eğilimliydiler daha ziyade. Bu, o zamanlar –bugün hâlâ hayretler içinde bırakan– “diyalektik” taklalar dönemi olacaktı. Görelim bakalım ne demiş: “Hayır. Sosyalizmi yaratmanın veya kurmanın tröst örgütleyicilerinin okuluna başlamaksızın olanaksız olduğunu anlayanlar, sadece onlar komünist adlandırmasına lâyıklar. Çünkü sosyalizm bir icat değil; bu, tröstler tarafından yaratılmış olanın iktidarı ele geçiren proletaryanın öncüsü tarafından özümlenmesi ve uygulanmasıdır. Biz, proletaryanın partisi, tröstler misali büyük çapta üretimi tröstler gibi örgütleme sanatını hiçbir yerde edinemeyiz… bunu kapitalizmin en nitelikli uzmanları düzeyinde aramaya gitmediğimiz sürece hiçbir yerde ele geçiremeyiz.”[124]
Böylece işçinin şu fabrika denilen okulunun, üretimi örgütlemek üzere ona gerekli bilgi dağarcığını kazandırmada yeterli olmadığı görülüyordu.
“En nitelikli uzmanlar” da, leninci iktidarın en iyi muamelelerine hak kazanmışlardı: dört dörtlük toplumsal saygıyı hesaba bile katmaksızın, ödenen yüksek ücretler ve özenceler [primler] vs.
Lenin’in sürükleyici [karizmatik] nüfuzunun özellikle etkili olduğuna inanmak gerekiyor… zira partisinin 1922’deki 11. kongresinin katılımcılarına aşağıdaki şu cambazvâri tanıtlamayı elçabukluğuyla yutturmayı becerebilmişti:
«Bizim toplumumuz kapitalist raydan çıktı; henüz yeni bir yola girmiş değil, ama devleti yöneten artık burjuvazi de değil, proletarya. “Devlet” dediğimiz zaman bu devletin biz olduğunu, proletarya olduğunu, işçi sınıfının öncüsü olduğunu anlamak istemiyoruz. Sınırlarını belirlemeyi bileceğimiz devlet kapitalizmi, sınırlamayı bileceğimiz bir kapitalizmdir; bu devlet kapitalizmi devlete bağlıdır, ama devlet işçilerdir, işçilerin ileri bölümüdür, öncüdür, devlet biziz.»[125]
Lenin’in panayır cambazları gibi sözcüklerle oynamaktan hoşlandığı görülüyor. Şayet rus proletaryası kobay yerine koyulmamış olsaydı, bu ip cambazlığı talimleri hiç kimse için zararlı olmayacaktı. Rus işçilerinin yaşam koşullarını iyileştirmek maksadıyla Kronştad ayaklanmasından sonra 1921’de başlatılan şu ünlü “yeni iktisadî siyaset” (NEP) çerçevesinde Lenin’in niçin özel kapitalizmi yeniden canlandırdığını ve –kendilerine cömertçe imtiyazlar sunulan– yabancı kapitalistlere neden güvendiğini böylece daha iyi anlıyoruz.
Makhayski’nin tezleri ve olgular…
1917 devrimi Makhayski’nin kaygılarını [öngörülerini] doğruladı. İlk halk ayaklanmasının ardından entellicansiya, ister Kerenski geçici hükümetinde olsun ister “tepe”lerinde –gerçekte– çok sayıda 1917 öncesi devrimci militanları toplayan sovyetlerin bizzat içinde olsun başlatılmış sürecin devamlılığını güvenceye alıp sağlamlaştırdı, hareketin siyasî söylemini de tekeline aldı.
Militan “sermaye”nin, üstünlüğü tam da bu sırada kazandığı açık. Ağzı lâf yapmayı “iyi” bilenler, düşüncelerini yazıya dökmeyi, örgütlemeyi ve denetlemeyi “iyi” bilenler, yalnızca onlar, gücü tükenen eski yetkililerin yerine kendilerini önerebilmişler ve de onların yerini alabilmişlerdi. İşin daha çarpıcı yanı, bu aynı “militanlar”ın –daha önce çoğunun muhalif olduğu, ama artık onlardan vazgeçmek, onlara aldırmamak için yeterince sağlamlaşacağı güne kadar sadakatle destekledikleri– bolşevik iktidara yoğun biçimde katılmış olmalarıdır.[126]
İdare etmek ve yönetmek için belli bir öğrenim, belirli bir zihinsel çalışma alışkanlığı, genelleştirme ve sonuç çıkartabilme yetenekleri gerekiyordu ki, bu da ancak beyin işçilerinin, aydınların işi olabilirdi. Ve Rusya’da bu dönemin belli başlı önderlerinin özgeçmişleri incelendiğinde, anlıksal eğitimli profesyonel devrimcilerle (yayıncı, öğretim görevlisi, mühendis, üniversitelerin eski öğretim üyeleri, memurlar vs.) ve olsa olsa özöğrenimli birkaç işçiyle karşılaşırız yalnızca. Bu çevre, kırların ve kentlerin proleterlerinin günlük yaşamlarından ve anlayışlarından çok uzaktı; dolayısıyla proletaryanın gerçek ve somut istemlerini ifade etmesi –imkânsız değil idiyse de– çok zordu, onları temsil etmeleri daha da zor. Ve bu çevre, ya eski yönetimi [çarlığı] ya da kendi yazgılarını ellerine almak üzere iyi yüreklilikle [safça] onların [okumuş takımının] hizmetlerinden vazgeçmeyi isteyen şu anlaşılmaz [önemsiz] yığınları temsil eden her şeye karşı bir blok oluşturmaya vardı en sonunda. Yani entellicansiyanın sınıf çıkarları ağır basmıştı. İdeolojilerin ancak tali [ek] bir rol oynamış olmalarını ve daha az temiz güdüleri gizleyen paravanalardan başka bir şey olmamış olmamalarını açıklayan da bu.
Halkın [yığınların] enayi olmadığına inanmak gerekir: yazar Paustovski, bu döneme ait anılarında, –gözlükle simgelenen– aydınlara yönelik gizli bir kinden söz eder… Anılarının aşırı miyop kişilerinden biri, yürümek için bir başkasına dayanmak zorundaymış ama yine de gözlük takmayı reddediyormuş, zira… eğer bunu yapmış olsa “hiç kimse yoksulluklarına inanmazmış. Bu karışık dönemde gözlüklü insanlara kuşkuyla bakılıyordu. Gözlüklü bütün kişiler, bir numaralı düşman addediliyor ve bu insanlardan dehşetle nefret ediliyordu.” Paustovski, bir ara “gözlüklü insanlara yönelik mevcut kuşkunun o ana kadar korunduğunu ve “gözlüklüler” küçümseyici lâkabına yol açtığını” not ederek sorunu yeniden gündeme getirir.[127]
Yeni yönetimin doğası, kuruluşundan itibaren epeyce fırtınalı bir tartışmayı beslemeye ara vermemişti. Lenin için bu yönetimin, tuhaf bir mahlûte yani araya sokuşturulan parti aracılığıyla proleter yönetimli bir devlet kapitalizmi olduğunu biliyoruz; bürokratlaşmaya doğru güçlü bir eğilim olduğunu da genellikle kabul ediyordu. Kafasını kurcalayan son saplantı, bu kötülüğe [bürokrasiye] karşı bir çare bulmaya çalışmak olmuştu: partinin merkez komitesine ve siyasî bürosuna “dürüstlükleri ve fedakârlıkları kesinlikle sınanmış”[128] birkaç düzine sıradan işçi ve köylünün katılmasını önermişti.[129] [Ama] bunu yaparak önceki kuramlarının tersine davranmış ve girişiminin açık başarısızlığını kabul etmişti. Maalesef artık çok geçti: kısa bir süre sonra –onu ölüme götüren– hastalığının son safhasına girecekti. “Marksizm-leninizm”in kesin olarak uygulamayı öğrencileri üstlenmişti. Lukacs, “proletaryanın sınıf bilincinin, tarihsel görevinin bilincinin taşıyıcısı” partinin rolünü haklılamaya daha o zaman girişmişti.[130]
Öte yandan bu yönetime muhalif olanların neredeyse tamamı, şu anlamda pek boldu: her ne kadar partinin diktatörlüğünü, baskıcı aşırılıklarını ve elbette totaliter ırasını mahkûm etmiş olsalar da, sorunun köklerini tahlil etmeyi reddetmişlerdi.
Bolşeviklerin –daha sonra düşmana dönüşen– sütkardeşleri menşeviklerin tavrı özellikle bu olmuştu. Liderleri Dan 1932’de hâlâ şunları söylüyordu: “Bolşevik yanlısı yönetim altında devrimin büyük tarihsel kazanımlarını inkâr etmek partimizin [menşevik partinin] aklından bile geçmez; tersine, bu kazanımları, bolşevik yanlısı diktatörlüğü bir “karşı-devrim” olarak ilân eden veya onu faşizmle bir tutan herkesin karşısına çıkartacağız. (…) Rusya’daki toplumsal güçler ilişkisine uygun “bilinçli azınlığın” bolşevizm yanlısı diktatörlüğünün rus devriminin seyri içinde kaçınılmaz ve zorunlu tarihsel bir aşama olduğu çıktı ortaya.”[131]
Dan’a göre proletarya için tehlikeli burjuva bir engel oluşturan köylülüktü! Diktatörlüğün yozlaşması ve bürokrasinin büyümesi, “korunma içgüdüleri”yle açıklanmıştı! “Üretken olmayan harcamalar” (aynen böyle!), böylece bütün iktisadî ve siyasî yaşama yansıyordu; ve bu, yığınların artan hoşnutsuzluklarına yol açıyor, bu hoşnutsuzluk da iktidarın “açık şiddet” siyasetine neden oluyordu![132]
“İşçi sınıfının diktatörlüğü olmayan” bolşevik diktatörlük, halk yığınlarının içinden çıkan ayrıcalıklı yeni bir tabakanın giderek diktatörlüğüne dönüştüğü hâlde, [yine de] “devrimci” olarak kalıyordu.[133] Hilâfımız yok, aynen böyle! Bu hoşnutluk yılında [1932’de] “yumuşamış” rus marksist beyninin ipe sapa gelmez biçimde yazabildikleri işte böyle. Yukarıda belirtilen “engel”, şu kışla-kolhozlara karşı çıkan köylülerin sistemli soykırımı olan “kulaksızlaştırma”[*] büyük kampanyasıyla soluk aldırmaksızın kaldırılmış olacakı. “Ayrıcalıklı yeni tabaka” da, 1936–1939 arasında ibiğinin [doruğunun, en tepedeki yöneticilerinin] yenilendiğini görecekti. Bu gelişme, özel tepkilere yol açmaksızın Rusya’da sosyalizmin ilânıyla düşümdeşecekti. Sosyalizmin abecesi her zaman üretim araçlarının kolektif sahiplenilmesiyle tanımlanmış olduğundan, aslında bu, bu adlandırmayı mazur göstermek [meşrulaştırmak] için yeterdi.
Troçki’yi –tahlilini çelişkili kılacak derecede– büyülemiş olan da bu aynı üretim ilişkileriydi. Ona göre “işçi devleti”, stalinci bürokrasi tarafından tutulan “yanlış” yön nedeniyle yozlaşmıştı. Bürokratların ayrıcalıkları, gene ona göre, –gelirler arasındaki oransızlığın çok büyük olmasına rağmen– sadece “suiistimaller”den ibaretti: 1939 sonunda yayımlanmış bir makalesinde nüfusun yüzde on veya on biri ulusal gelirin yaklaşık yarısını alıyordu ve bu, resmî sayımlamalara [istatistiklere] göre böyleydi. Stalinci sapmanın sadece köylülüğün toplumsal üstünlüğü ve kapitalist kuşatma yüzünden olduğunu söyleyen teze varmak için, alabildiğine şaşı olması gerekiyordu. Dahası var: bütün ihtiyatlılığına rağmen, yönetim –onun gözünde– yine de proleter ve sosyalist ırasını koruyordu…
«Ulusallaştırılmış üretim araçları temelinde ekonominin ve kültürün gelişmesini güvenceye aldığı ve bu aynı nedenle bürokrasinin ve toplumsal eşitsizliğin tasfiye edilmesi yoluyla emekçilerin gerçek kurtuluşunun koşullarını hazırladığı için sovyet devletinin –akıl almaz bürokratik bozulmaya rağmen– yine de işçi sınıfının tarihsel silâhı olarak kalmasını sağladık aynı zamanda. (…) Sovyetlerin bürokratlaşması, toplumsal çelişkilerin yani kentle kır arasındaki, proletarya ile köylülük arasındaki (bu iki çelişki hiçbir biçimde uyuşmaz), ulusal cumhuriyetlerle onların alt bölümleri arasındaki, köylülüğün değişik grupları arasındaki, proletaryanın farklı tabakaları arasındaki, çeşitli tüketici grupları arasındaki ve nihayet bütünlüğü içinde sovyet devletiyle kapitalist kuşatma arasındaki çelişkilerin ürünüdür.»[134]
Bu akrobatik taklalar, Troçki’nin bu yönetimin ırasını şöyle değerlendirmesini engellemiyordu: “Bürokratik diktatörlüğün toplumsal içeriği, proleter devrimin sağladığı üretim ilişkileri tarafından belirlenmiştir. Proletarya diktatörlüğünün bu bürokrasi diktatörlüğünde bozuk ama apaçık ifadesini bulduğunu –bu anlamda– söylemenin tam hakkına sahibiz.”[135] (Aynen böyle!)
Troçki, alabildiğine bir polis devleti olan bu yönetimi şu ya da bu biçimde meşrulaştırmanın [mazur göstermenin] ihtiyacını duyuyordu: devrimin –gaspçı bürokrasiyi ille de devirmek zorunda olan– sovyet emekçilerinin bilincinde gene de yaşayacağını söyleyerek, rus proletaryasını kıskıvrak bağlayıp bu bürokrasiye teslim etmiş olmasının –taşıdığı– sorumluluğunu önemsiz gibi göstermeye çalışıyordu.
Bu bürokrasinin bir diğer temsilcisi, kendisinden daha etkili bir temsilci tarafından dışlanmış olduğunu bir türlü hazmedemiyordu. Sofu bir leninci olmadan önce şu parlak “ornatçılık”[**] kuramını aydınlığa çıkartmış olduğunu da unutuyordu: “Parti örgütü partiyi, merkez komitesi parti örgütünü ve sonuçta diktatör de merkez komitesini ornatmaya [yerini almaya] varıyordu.”[136] O dönemde bu eleştirinin hedefi “Maximilien” Lenin’di.
Rus halkının ve ekonomisinin “geri kalmışlığı” kanıtı, bazı açıklamalar gerektiriyor… Her şeyden önce, 1914 savaşının öngününde böylesine yaygın bu düşüncenin tersine, çarlık Rusya’sı tartımı [ritmi] ancak Birleşik Devletler’in gelişme tartımıyla kıyaslanabilecek çok hızlı bir gelişme yaşıyordu ve –savaş ve devrimci karışıklık olmamış olsaydı– Rusya’nın büyük bir kapitalist güç hâline geleceği tastamam kesindi.[137] Üstelik –ve bu daha çok bilinir– Avrupa’nın buğday ambarı Rusya, büyük ölçüde bir tarım ülkesiydi ve köylülerinin yaklaşık beşte dördü –toprağın ortak sahipliğiyle ıralanan– kırsal topluluklarda [mir] toplanıyordu. Bu [mir], ilkel komünizm diye adlandırılanın bir kalıntısıydı.[138] Marx, kırsal topluluğun varlığını “Rusya’da toplumsal yeniden canlanmanın dayanak noktası” olarak düşünüyordu. [139] 1917’deki “toprak köylülere” sloganının anlamı, çarlık hanedanını, ruhban sınıfı [ortodoks kilisesi] ve büyük toprak sahipleri tarafından tutulan en iyi toprakların ortak mülk edinilmesine tekabül ediyordu. Lenin ve bolşevikler gibi burada yalnızca küçük mülk sahibi olma isteğini görmek, Rusya’da köylü sorunu konusunda tam bir bilisizliği ve en katı “marksist” önyargılardan kaynaklanan bir körlüğü gösterir.
“Geri kalmışlık”, gerçekte bir aldatma olarak işler, zira “geri” ve “gerici”, marksist-leninist ilmî ilâhide eşanlamlı olduklarından, her şey (soykırım gibi zulümler) mümkün [kabul edilebilir] hâle gelir… yeter ki neden [dürtü] “ilerici” olsun. En korkunç suçlar, “ilerleme”nin tahta çıkışıyla, uygarlığın veya “üstün” addedilen bir kültürün (gerçekte yalnızca üstün askerî araçlarla donanmış bir kültürün) gelişiyle haklı gösterilmişlerdi her zaman.
Troçki, bürokrasinin sınıf doğası konusunda çok fazla utangaçtı: tıpkı Dan gibi, burada sadece “halk yığınından gelme ayrıcalıklı bir tabaka”, partinin ve sendikaların sürekli çalışanlarından, “Çeka”cılardan, diğer uzman ve ideologlardan [akıldanelerden], devasa devlet işletmelerinin [tröst] yöneticilerinden, “duygu mühendisleri”nden (parayla satın alınan kalem erbabından) ve “duygusuz mühendisler”den (stakhanovculardan), “proleterci” teknisyen ve bilim zevatından ve de yönetimin diğer yiyicilerinden oluşan bir tabakayı görmüş olan Dan gibi… o da burada [hâlâ] proletaryanın öncüsünü görmekte diretiyordu.
Bu yeni burjuvazinin örgütçü ve yönetici yeteneklerinin değerlendirilmeleri, yığınların “geri kalmışlığı” ölçüsünde kuşkusuz daha kolaydı.
Troçki’nin bazı tilmizleri, sağır sultanın bile bildiği bir sırrı yani SSCB’de üretim araçlarına kolektif olarak sahip olan ve proletaryayı kendi hesabına sömüren yeni bir egemen sınıfın varlığını keşfetmişlerdi.[140] Burnham “örgütçüler çağı”nı başlatan yeni bir “menecerler” sınıfının söz konusu olduğunu açıklamış,[141] daha sonra Djilas da bu sınıfın –içeriden görülen– gelenek ve göreneklerini betimlemişti.[142]
Komintern’de çalışmak üzere Moskova’ya gelen ve bu vesileyle 1926’dan 1935’e kadar SSCB’de yaşamış olan hırvat komünisti Anton Ciliga’nın daha önceki tahlili, bu yönetimin gerçeği konusunda yazılmış olanların en açığı ve en aydınlatıcısı. İşçi sınıfına lâyık görülen durum konusundaki tanıklığı özellikle önemli:
«SSCB’de işçinin aşağılanmasının açıkça görüldüğü bir durum var hâlâ: bu, özellikle gözde bir iş söz konusu olduğunda, işe alma sırasında olur… Büyük ve orta boy işletmelerin müdürleri, kadrolarını yani mühendislerini, ustabaşlarını ve muhasebecilerini –bu kişiler ayrıca bir üst makam tarafından kendilerine zoraki tavsiye edilmedikleri ölçüde– yalnızca kendileri seçip işe alırlar. Bu kadrolar da, ihtiyaç duydukları işçileri ve küçük memurları kendileri seçerler. İşçilerin, işe alınmak amacıyla nasıl alçalmak, boyun eğmek hatta hediyeler sunmak, rüşvet vermek zorunda kaldıklarını görmek gerekir.»[143]
Ciliga, sistem konusunda ağızlarda dolaşan tuhaf bir kelime oyununu anlatır: “Bizde, Rusya’da sınıflar yok, ama sadece farklı yurttaş ulamları var.” Bu “ulamlar” arasında yer alan asıl ikisi, rus proleterleri tarafından “onlar” ve “biz” sözcükleriyle özetlenmişti.
Bu formül, toplumun iki sınıf hâlinde bölünmesini yansıtıyordu: neticede kendisi için hiçbir şeyin değişmediği proletarya ve iktidardaki sınıf. Proleter bilgelik, NEP döneminden (1921) başlayarak şu ünlü mülkiyet ilişkileri hakkında bunu daha önce de kullanmıştı: o dönemde rus proleterleri “toprak “biz”e ait, buğday “onlar”a; Bakû “biz”e ait, petrol “onlar”a; fabrikalar “biz”e, ürettikleri de “onlar”a” ait diyorlardı.[144]
Proleter mizah, günlük yaşamda şu ünlü ilişki konusuna da uygulanıyordu… “Sadece bürokratları, uzmanları ve aile fertlerini [kısacası] kaymak tabakayı taşıyan” bir tren göründüğünde, demiryolcular “işçi treni istasyona girdi” diyorlardı; buna karşın “kapı basamaklarına kadar hınca hınç dolu, kir pas içinde bir işçi treni” söz konusu olduğunda da “patronların treni geldi” diye açıklıyorlardı alayla.[145]
Bu örnekler, “sosyalist üretim ilişkileri” üzerine yazılmış [oturtulmuş] tüm şu didintilerden çok daha anlamlı.
Ciliga’ya göre yeni yönetici sınıf başlıca iki ana koldan oluşuyordu: komünist bürokrasi ve “uzmanlar”ın partisiz aydın takımı (1936’dan beri –Stalin tarafından bir kararnameyle buyrulmuş– parti üyeleriyle aynı siyasî haklara sahip “partisiz bolşevikler”). Şimdi köken genellikle aynı olduğu için,[146] biri “siyasî” diğeri “iktisadî” iki başın olduğunu söylemeliyiz. Entellicansiyanın bu iki bileşeni, bir yandan kumanda görevlerini tutan üstyapısına öte yandan yönergeleri ifa etmekle yükümlü yönetimin altyapısına aittir. İlki partinin sürekli görevlileri ve memurları, idarî yapının ve devlet işletmelerinin yöneticilerini, ordu ve polis örgütlerinin üst yöneticilerini [subayları] kapsar; ikinci de –kolhozun basit bürokratından tutun da Yazarlar Birliğinin veya Bilimler Akademisinin bir üyesine kadar– parti üyesi tüm aydınları ve “partisiz bolşevikler”i içerir.
Sovyet toplumundaki bu egemen işleyiş, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin genel toplantısı [plenyumu] tarafından bir kararnameyle 1963’te kabul edilmişti: “Parti, sovyet entellicansiyasını komünist halk toplumu kavramını oluşturmada ona yardım etmeye çağırır. Tüm sovyet halkının anlıksal [entelektüel] ırasının daha sonraki gelişiminin, gerçekten insanî bir toplumun yani komünizmin kuruluşunda kaçınılmaz olduğundan kuşku duyulamaz.”
Şu “kültürsüz” Kruşçev’in düşmesinden kısa bir sonra ünlü bir ideolog [akıldane], bu yönelimin altını çizmişti: “Entellicansiya, toplumumuzda hızla gelişen kalabalık toplumsal bir tabakadır ve bütün sovyet emekçilerinin yaklaşık beşte birini oluşturur. (…) Parti, entellicansiyada büyük yardımcısını ve sağlam bir temeli görmekte; komünist kuruluşun sorunlarının çözümü için ona büyük umutlar bağlamakta. (…) Parti, tüm sovyet entellicansiyasını ve bilgeleri gerçek ve gelişmiş bir parti ruhuna çağırıyor ve bütün ülke önünde onlardaki yüksek sorumluluk duygularına sesleniyor.”[147]
Bu konuda kaleme alınmış birçok inceleme yazısı [monografi], odur budur bu belirgin görüngüye ayrılmıştır. 1968’de yayımlanan bir kitapta, sovyet entellicansiyasının başlangıçtaki çekirdeğinin profesyonel devrimcilerden oluştuğu söylenmişti. Bu çekirdeğin halka ve sosyalizme yakın dünya görüşlerinin ve siyasî yönelimlerinin cazibesine kapılan eski entellicansiyanın temsilcileri de onlara katılmışlardı. İşçilerin bir bölümünün bilincinde var olan makhayevskici aydın-karşıtı bazı “mizahî” yaklaşımların olayı daha da karmaşık [içinden çıkılmaz] hâle getirdikleri belirtilmiş [aynı kitapta].[148]
Daha yeni iki başka kitap, bu görüngü üzerinde yeniden ve daha çok durmakta… entellicansiya 1917’de yaklaşık bir milyon üyeyi kapsarken, 1926’da bu sayının 2 725 000 kişiye, 1939–1941 arasında 14 milyon, 1959’da 20,5 milyon, 1965’de 25,3 milyon ve 1977’de de yaklaşık 37 milyon kişiye ulaştığını öğreniyoruz bu kitaplardan. Bir başka ifadeyle, 60 sene içinde aydın emekçilerin sayısı tam 37 kat artmış. Kolhoz çalışanlarının (köylülerin) sayısı 1976’da ancak 14,7 milyon emekçiyi gösterirken, işçi sınıfının da –bir karşılaştırma yapmak istenirse– 73 milyon üyesi vardı sadece.
Bunun izahı, “sosyalizmin yeni türde bir entellicansiyanın doğmasına yol açmış ve geçen yüzyılın [19. yüzyılın] ilerici düşünür ve sanatçıları bütün bir halkın çıkarı dâhilinde yürütülen özgür ve severek yapılan bir iş düşlediklerinde, onların umutlarını ve beklentilerini gerçekleştirmişti”[149] diyen açıklamadan gelecekti. Öne sürülen bir diğer açıklama da, “teknik ve bilimsel gelişmenin hızlanması” ve “sovyet halkının kültürel bakımdan zenginleşmesi”dir. Bu 37 milyon aydın emekçi arasında 24 milyon orta veya yüksek öğrenimli “uzman”ın yer aldığını, ayrıca uygulamaya sokulan onuncu beş yıllık plânın da 9,6 milyon yeni uzmanı öngördüğünü[150] not etmek ilginç olur.
“Parti ve Entellicansiya” başlıklı ve konuya verilen önemin işareti olarak ortaklaşa yazılmış bu kitabın yazarları, entellicansiyanın sayısal artışını bahane ederek onu yönetici “yeni sınıf” gibi kabul eden “burjuva propagandası”nın (siz bunu batılı “sovyetologlar” olarak anlayın) bu mesnetsiz kurgularını çürütmekle uğraşırlar. Partinin ve devlet örgütünün görevlerine özellikle bir kara çalma gibi düşünülen bu propaganda, “yeni yönetici seçkinler”i oluşturan sovyet entellicansiyası içinde açıkça ortaya koyulup sergilenir. Bu “propaganda”nın amacı, “sovyet entellicansiyasını işçi sınıfının ve kolhoz köylülüğünün karşısına çıkartmak ve dostça ilişkilerine fesat karıştırmaktır.”
Bu yazarlar, yine de kendi aleyhlerine olan veriler sunarlar bize: ilçe, bölge ve cumhuriyetler parti örgütleri merkez komite genel sekreterlerinin % 99,4’ü bir yüksek öğrenim diplomasına sahiptir (yaklaşık % 70’i mühendis, teknisyen, ziraî iktisatçı ve uzmanlar); kentlerin ve bucakların yerel parti komite sekreterlerinin % 99,9’u –bitirilmiş veya bitirilmemiş– bir yüksek öğrenim görmüştür (% 60’ı sanayi ve tarım uzmanları). Ukrayna özel bir durum arz eder: kentlerin yerel parti komite sekreterlerinin % 80’i tarım ve sanayi uzmanlarıdır; yerel bucak komitelerinde bu oran hafifçe yükselir (% 80,4).[151]
Egemen sınıfın yani işçi sınıfının temsilcileri (“kolhoz çalışanları”ndan söz bile etmeksizin), muhtemelen hepsi “uzmanlar”ın emirlerini haddinden fazla izlemekle meşgul olduklarından, bu işlerde yer almamalarıyla göze çarparlar özellikle.
Anlıksal emeğin hiçbir kapitalist ülkede SSCB’deki kadar böylesine büyük toplumsal ve idarî bir kabul görmediği de birkaç sayfa ötede yinelenir. Sözgelimi dokuzuncu beş yıllık plân döneminde (1971–1975) entellicansiyanın 448 temsilcisi “sosyalist emek [iş] kahramanı” nişanı almıştı. Bu aynı dönemde 1 017 teknisyen ve bilim insanı ile 177 yazar, aktör ve mimar da bir devlet ödülü kazanmıştı. Yine aynı dönemde sadece 23 işçi, bilimsel projelerde bilginlerle çalıştıkları için bir ödüle hak kazanmıştı. Görüldüğü gibi liyâkatokrasi herkes için değildi.
Bu görüngü, Makhayski’nin tahlilinin doğruluğunu “çıplak gözle” onaylamamıza elveriyor… Söz konusu görüngü, bu rejimi [yönetimi] devam ettirme [yaşatma] sorununun –onu polisiye çarkın olağanüstü gücüyle açıklamanın dışında– anahtarını da verir bizlere özellikle; eğer eski entellicansiyanın –etkin desteğine değilse bile– yardımına güvenemeseydi, daha sonra “parti ruhu” içinde eğitilmiş yeni bir aydın kuşağı [böylece] nöbeti devralmamış olsaydı, bu yönetim 1917’den bu yana asla sürüp gelmiş olmayacaktı. Düzenin [sistemin] temelleri bir kez sağlamca atıldıktan, toplumsal kurumlar bir kez kökleştikten sonra, düzenek [mekanizma], bu toplumdaki uzlaşmaz sınıfları –apaçıklığına karşın– ortadan kaldırılmasının ve sosyalizmin kurulmasının ihtiyacını öne sürerek, rolünü oynamaya devam eder ve giderek daha da katmanlaşan, alt-üst ilişkileri kemikleşen bir toplumda insanın insan tarafından sömürülmesinin sürüp gitmesi konusunda her şeye rağmen kendilerini sorgulayanların gözlerini boyamak maksadıyla yakında komünizmin geleceğine dair [yemin billâh] söz verilir düzenli olarak.
Makhayski’nin marksizm ve sosyalizm üzerine tezlerinin akla yatkınlıklarının bu açık doğrulaması, üç ayrı baskısında [1938, 1954 ve 1974 baskılarında] “Büyük Sovyet Ansiklopedisi” tarafından Makhayski’ye lâyık görülen anlamlı yorumlarla da doğrulanır…
Ansiklopedinin ilk baskısında makhayevçina, “anarşistimsi sendikacılığa yakın gerici küçük-burjuva bir akım” olarak tanımlanır.[152] Bu ansiklopediye göre Makhayski, “entellicansiyanın özel bir gelir kaynağıyla yani bilgileri sayesinde özel toplumsal bir sınıf olacağını ve bu yüzden işçilerin emeğiyle yaşayan ve bütün topluma egemen olmaya can atan bir asalak olarak ortaya çıkacağını söyleyen bir kuram” geliştirmişti; [ona göre] “sosyalizm, entellicansiyaya özgü bir ideoloji, böylece işçileri aldatmanın aracı bir ideoloji olacaktı, zira entellicansiya, iktidarın bilgiyi ve kültürü tekellerine alan kişilere ait olacağı bir toplumda proletaryayı sömürmekle uğraşacaktı.”
İkinci baskıda hınç, soğuk tahlilin yerini alır ve üslûp sertleşir:
«(…) Marksizme düşman anarşist bir akım, (…) gerici ve karşı-devrimci özü, devrimci entellicansiyanın –işçi sınıfının düşmanlığını ona karşı kışkırtmak gayesiyle– kinci ve çamur atıcı bir iftirayla çıkar ortaya. Makhayevçinanın kimi yalıtık dönemlerde sovyet entellicansiyası hakkında aşağılayıcı tavır biçimi altında görülen tezahürüne karşı mücadele edildi. (…) Parti Merkez Komitesi, 14 Kasım 1938 tarihli kararında entellicansiyaya karşı olan bu anti-bolşevik tavrın vahşi holigan bir davranış olduğunu ve devlet için tehlike oluşturduğunu yazmıştı. Merkez Komite, entellicansiyaya karşı olan bu anti-leninist tavra son verilmesini buyurdu. Komünist Parti, sovyet entellicansiyasıyla ve onun marksist-leninist eğitimiyle çok büyük ölçüde ilgilenmekte. Sovyet halkı da, işçi sınıfı ve köylülükle el ele –partinin yönetimi altında– komünizmi kuran entellicansiyasını takdir eder ve sever.»[153]
Görüldüğü kadarıyla bu olay, eğer bu savunucu tavra bakılarak değerlendirilirse, pek de istendiği gibi gitmiyordu… Lenin’den bu yana üretkenliği yani sömürüyü arttırmakla ve çalışma temposunu hızlandırmakla yükümlü çok sayıda mühendis ve teknisyen, işçiler tarafından sık sık katledilmişlerdi.[154] Bu vakalar, 1936–1939 arası stakhanovcu dönemde daha sık olmuş olmalı.
Şimdi de “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”nin son ve güncel baskısının yorumunu, o günün [1970’lerin] egemen anlayışlarının özünü görelim…
«Entellicansiyaya, özellikle devrimci entellicansiyaya karşı düşmanca bir söylem öğreten küçük-burjuva anarşist bir akım. Makhayevçinanın lideri polonyalı sosyalist W. K. Makhayski, (…) marksizmden toplumun sınıflı yapısı kuramını aynı şekilde sınıf mücadelesi kuramını da ödünç alarak, bir sınıfa aidiyeti üretim ilişkileri içinde tutulan yere göre değil ama gelir biçimine göre belirliyordu. O, “bilgi tekelini elinde tutan” entellicansiyanın asalak bir sınıf olacağını ve “gelecekteki küresel egemenliği”ni hazırlayarak işçilerin emeğinden besleneceğini söyleyen tezi yaymıştı; bilimsel sosyalizm teorisini de entellicansiyanın marifetiyle işçilerin “korkunç bir aldatılması” olarak ilân etmişti. Makhayskicilere göre devrimin asıl toplumsal temeli, düşkün unsurlardan [işsiz güçsüz, evsiz barksız gariban takımından] oluşuyordu, zira nitelikli işçiler sözde ayrıcalıklı konumlarının korunmasıyla ilgileniyorlar, işçi kitlesi de sosyalist propagandanın etkisinde kalacaktı. Makhayevçina, devrimci işçilerin aklını çeliyor ve –bu noktada ekonomistleri izleyerek– onları “somut günlük ihtiyaçlar” için mücadeleye çağırıyordu.»[155]
Bu yineleme ilk ikisinden oldukça farklı… Şurada burada daha iyi anladığını iddia ediyorsa da, birçok noktada hep hatalı kalıyor: [sözgelimi] Makhayski “sosyalist” ediliyor; onun entellicansiyayı tanımlamak için tam da üretim ilişkilerinde tuttuğu yer üzerinde temellendiği “unutuluyor” vs. Bir beyinsizleştirme [alıklaştırma] ansiklopedisinin her şeye burnunu sokan kâhya-yazarlarına Makhayski’yi okuyup okumadıkları ve bu konuda bilerek konuşup konuşmadıkları sorulamayacaktır [kuşkusuz]. Ayrıca Makhayski etkisi sürdüğü ölçüde aforoz ağır basar: “Parti, makhayevçinaya ve kuruluş yılları boyunca ortaya çıkan yalıtık tezahürlerine karşı her zaman kararlı bir mücadele yürüttü.”[156] Sizin anlayacağınız, brejnevci toplum da komünizme doğru olan nitel sıçramayı hâlâ gerçekleştiremediğinden[157]… bu mücadele günümüzde de sürüp gitmekte.
Entellicansiyadan asıl yandaşlarını ve asıl temelini yaratmış bir rejimin (bu eleştirinin hedefi bir rejimin) sürekli sıkıntılarını [kaygılarını] kavramak, birbirini izleyen bu güncelleştirmeler [1938, 1954 ve 1974 baskıları] sayesinde mümkün.
Kıssadan Hisse…
Bugünkü [Aralık 1978] “kapitalist” dünyada ekonominin ve meta ilişkilerinin durmadan artan karmaşıklığı, giderek daha fazla uzman elemeği gerektiriyor. Aydınların itibarı zirvede, düzenin bütün etkin sektörlerinde katılımları aranmakta. Emeğin artan bölünmesi, aranılan nitelikteki yetenekleri teşvik etmekte. Emeğin akılcı yönetimi ve düzenlenmesi, becerileri bu düzeneğin zayıflıklarını [kusurlarını] örtbas etmek [geçici olarak yumuşatmak] olan bir “toplumsal emekçiler” bolluğunu yaratan sözde insanî bilimlerin gelişmesine yol açıyor; sosyolog, psikolog, şehircilik uzmanları vs. taburları ve insanları şartlandırmanın diğer uzmanları [reklâmcı takımı vs.], proleter yığınların doğal tepkilerini saptırarak, yıkıcı kanalları tıkayarak bu makinenin yağlanmasını ve de “en ufak bir zerre”nin bile dişlilerin arasına girmesini engellemeyi üstleniyorlar.
Yönetim, gözetim ve denetimin çoğalan görevleri, devletin ve bürokrasinin rolünü arttırıyorlar; aydınlar, iktidardaki oymağın [klanın] itaatkâr kuklalarına dönüşmekte sabırsızlanarak küçük aralıklarda vıcır vıcır kaynaşıyor. Tüm bu devlet dalkavukları yöneticilikten, plânlamacılıktan, teknokrasiden başka şey bilmezler ve “gelişme”nin çeşitli modellerini canla başla karşılaştırarak sadece üretim artışıyla, verimlilikle, rekabet gücüyle ilgilenmekteler. Emelleri “verimli” ve “toplumsal” olanı gerçekleştirmeye zorlar onları, ama belli ki güçlüden yani kendi çıkarlarından yana, zira şef bozuntusu ruhları ve yetenekleri ancak “sorumluluklar” düzeyinde tatmin olup rahatlar.
Kamu rahatı ve ortak çıkar kaygısı, –mantık kurallarına uygun olarak– kendilerini sosyalist ilân etmeye götürüyor onları. Sosyalist olmayı kim istemez? [Ama] bundan daha belirsiz, daha soluk hiçbir şey yoktur… zira –sosyalizmden ayrılmaz olan– şu ilerleme kavramı, yöneticileri ve yönetilenleri tam bir görüş, çıkar ve duygu benzerliğine götürür ve sonunda kurulu ilişkilerin dengeleyici toplumsal bir mutabakatına [konsensüsüne] varır. Bu anlamda çok bulunmayan [azınlıkta kalan] her şey, geri [ters yöne giden], gerici ya da hayalci [ütopik] dolayısıyla kendiliğinden gözden düşen şeyler olabilir ancak.
Bu, çıkarlarına yani tartışma götürmez bir toplumsal konuma, bir iş güvencesine ve topluma yaralı biçimde “hizmet etme” buluncuna daha iyi uyan bir düzen için, devlet sosyalizmi için biçilmiş kaftan olan bir yandaşlar topluluğudur.
Fransa’da bu eğilimler, özellikle –merkezileşmiş devlet yapısının simgesi– jakoben modelin ortaya çıkmasından bu yana var. Akıl (yeni tanrı), bu ülkede bir kurtarıcı görevi üslendi. Entellicansiya (elbette solcu olanı), dış kaynaklı [egzotik] çeşitli tuhaf kıvır zıvırların [gadcelerin] her birinin değeri konusunda pür ciddiyet boş lâf etmekten pek bir hoşlanıyor şu sıralar.
Marksist ideoloji, bugüne kadar rakipsiz biçimde egemen oldu… o hâlde ciddiliğin işareti ve tutarlı bir üretim artışçılığının [sen-simoncu prodüktivizmin] teminatı marksizm beratlarının [brövelerinin] çıkarılması da uygundu.
Fransız sosyal-demokrasisi, –çok sayıda uydu “solcu” mezheplerini hesaba almaksızın– rakip iki asıl eğilimi tarafından temsil edilir: kapitalist burjuvaziyle geleneksel el altından uzlaşmaları bilinen “barışçı” sosyal-demokrasi [SP ve türevleri] ve –çirkin yüzü tehlikeli hâle gelmesine rağmen– leninci-stalinci modelin kuyruğundaki sosyal-demokrasi [FKP ve şürekâsı].
Bu iki eğilim, burjuvazinin mirası için aralarında şiddetle çekişir. Her ne kadar yöntemleri farklı olsa da hedef aynıdır: devlet iktidarının ele geçirilmesi ve meta ekonomisinin akılcı ve etkili bir yönetimi, farklı bir ifadeyle, sermayeyi sermayedarlardan [kapitalistlerden] daha iyi yönetmek. Bu yönetme tutkusu, bu güne kadar gerçekleştirdikleri bilinen bütün deneyimlerine, felâketli değilseler de çok kötü sonuçlar üretmiş olan deneyimlerine göre değerlendirilirse, temelsiz ve boştur. Bu sosyal-demokrasi için kapitalizmin –maalesef– düşündüğünden daha direngen olduğu görüldü; bu, durmadan onun yakın çöküşünü önceden haber etmiş çok sayıda Diafoirus[*] sosyalist doktora rağmen hâlâ dipdiri olduğu görülen bir can çekişmedir. Kapitalizm, kendisi için ölümcül olması gereken en büyük engelleri yani genel oy hakkını, savaşları, sömürgecilik karşıtı bağımsızlıkları, özellikle de –Marx’a göre– onun mezarını kazması gereken üretici güçlerin devasa gelişmesi ile artan proleterleşmeyi kolayca aşmayı bildi. Ve tüm bunları kazasız belâsız ne de önemli çelişkiler olmaksızın becerdi. Hatta kapitalizm, yeni bir gürel [dinamik] vermek üzere kendisine yönelik karşı çıkışları telâfi etmeyi de becererek sürekli biçimde bu karşı çıkışlardan beslenmişti. Söz konusu karşı çıkışlar, modernleşmek ve kârı arttırmak, aynı şekilde içinden geçilen olağan [iktisadî] zorlukları halk yığınlarına hatırlatmak üzere (bu, bu yığınları –en azından partilerin ve örgütlerin kendi adlarına konuşmalarına ve davranmalarına katlandığı sürece– sakin ve mütevekkil kılmanın mükemmel bir aracıdır) verimsiz ve çağdışı sektörlerden kurtulmak için yararlandığı iktisadî durgunluklara, “krizler”e yol açmasına da izin verirler ara sıra.
Sosyal-demokrasi militanlarının iktidarın girift geçitlerini topluca arşınlamada, marifetlerini nihayet gösterebilmede sabırsızlandıkları kuşkusuz; yükselen [yeni] kuşaklar değerlerini ortaya koymaya can atıyor ve büyüklerinin geçmiş başarısızlıklarıyla aralarına isteyerek sınır çekiyorlar; onlar için önemli olan, eğitimlerinin meyvelerini toplamak, yetenek [denilen] “sermayeleri”ni değerlendirmektir. Belli ki sabırlarının bir sınırı var ve belli bir sürenin sonunda –sıralarını beklemekten bıkkın– yasak meyveyi dişlerler ve böylece yeni efendilerinin sadık hizmetkârları, esaslı küçük kadrolar hâline gelerek mevcut iktidarın safına geçerler… alışıldık, bildik bir olay.
Tüm sosyal-demokratlardaki bir diğer ortak nokta da, övmeleri gerek yarınlar konusunda, gerçek kurtuluş anı kısacası komünist toplum konusunda “sanatlı puslu bir belirsizliği” besleyip sürdürme yetenekleridir. Amaçları, küçük “sermaye”lerini nihayet verimli [kârlı] biçimde pazarlık edebilecekleri gün, kendi “araçlar”ı çerçevesinde, sosyalist yolları [araçları] içinde yönetmektir yalnızca.
Çağdaş sosyalizm, günümüzde “devrimciler”in ağlama duvarına dönüştü. Onlardan istenmiş olan deneyimler, baskıcı yönetimlerin kurulmasında diğerleriyle rekabet etti ya da o zamanların reformizmi içinde böylesine hoşlanılmış bu deneyimler, bir çeşit “insanî yüzlü” kapitalizmi temsil etmeye vardılar sonunda. Her hâlükârda sosyalizm, kapitalizmin yaşatılmasının –altı hiçbir zaman yeterince çizilmemiş– bariz sorumluluğunu üstlenir. İşçi sınıfını kurtarma tasarısının [projesinin] başarısızlığı, sermayenin kaderi [geleceği] üzerine olan anlaşılmaz [bulanık] kehanetinin iflâsına denktir yalnızca.
Makhayski’nin söz konusu aykırı tahlil ve öngörülerinin tarihsel gelişmeler tarafından doğrulandıkları görüldü; bunlar, devrimci tasarı için hayatî iki sorunu yani sosyalizmin başarısızlığını ve SSCB’de kurulan yönetimin böylesine uzun ömürlü olması muammasını aydınlatmaya da yardım ederler. Alışılagelen açıklama, sosyalizmin temel yetersizliğini koyar ortaya: yani –belirsiz bir geleceğe ertelenmiş hedefler olan– ne emeğin bölünmesini [“ilmî” tabiriyle “işbölümü”nü] ne de meta ilişkilerini yeniden tartışma konusu etmeksizin [hemen masaya yatırmaksızın], her şeyi sadece üretim araçlarının kolektif sahiplenmesiyle göstermeyi istemek. Kısacası sosyalist proje, –“bilgi kapitalistleri” diye adlandıracağımız– toplumsal yeni muharrik bir gücün ortaya çıkışına tekabül eder.
Makhayski’nin eşitlikçi eleştirisinin özgünlüğü, emek gücünün üstünlüğü, özelliği vs. değil sadece, ama sahibi için verimli [kârlı], kuşaktan kuşağa aktarılabilen sermayeleşmiş bir üretim aracı ve kapitalist üretkenlik artışından ilk yararı sağlayan bilginin bu tanımında yer eder. Yönetim [yönlendirme] ve idare görevleri siyasî karar gücüne [iktidara, devlete] sıkı sıkıya bağlı olduklarından, sosyalist aydınlar da (yeni ekâbir taifesi de) bu durumda özel veya kolektif kapitalist üretimi, ama hep metasal [ticarî] kalan kapitalist üretimi –sömürü sistemine dokunmaksızın, ya da daha iyisi, onu mükemmelleştirerek ve sürüp gitmesini güvenceye alarak– kârlı biçimde yönlendirmeyi [yönetmeyi] ve idare etmeyi isterler.
Peki bu, aydınların hepsi gizil olarak proleter karşıtı anlamına ya da proleter karşıtı olacaktır demeye mi gelir? Her şey, “yetenekleri”ni nasıl kullandığına, salt istişarî ve uygulayıcı sınırlanmalarına, özellikle de karar verici olmayan işlevlerine bağlıdır.
Söz konusu olan, bilginin yansız olmayışı (hemen her zaman egemen bir güce bağlıdır) ve sınaî bir toplumda emeğin bölünmesinin yol açtığı toplumsal ve siyasal değişimler üzerinde durmaktır. Bu değişimler, artık sadece “kapitalist-proleter” uzlaşmaz çiftine indirgenemeyen ve bundan böyle asıl “kafa ve kol emekçisi”, “yöneten-uygulayan” ayrılmalarına da uygulanan sınıf mücadelesi pratiği üzerinde etkide bulunmuşlardı.
Bu durum karşısında proletarya, tüm edilginliğin ya da tevekkülün ve bütün bağımlılık ilişkilerinin düzenli ve ısrarlı [sistemli] reddinden itibaren eleştirel özerk bir yol tutarak ve de şu profesyonel akıldanelerin [ideologların] soru-cevap oyunlarına karşı, tüm şu denklemleştirmelere karşı kendi iradesini ortaya koyarak, yine ve her zaman yalnızca kendine güvenebilir.
Bir “öreka” formülü, kaçınılmaz çare oluşturabilecek bir model filân yok; ulaşılacak amaçların açık bilinci ile tarihsel, ortak, doğrudan ve hemen yapılacak girişimlerdir söz konusu olan.
Alexandre SKİRDA
Aralık 1978
[*] “Sunuş”un bu ilki hariç tüm diğer ara başlıkları çeviriye aittir.
[1] Marx, Engels ve Kautski’nin çok sayıda kitabı, 1900’e doğru rusçaya çevrilmiş bulunuyordu; ayrıca almanca Rusya’da rahatlıkla kullanılıyor ve rus aydınları marksizmi özgün [almanca] baskılardan hareketle öğrenebilmişlerdi. Bu konuda bkz: Claudie Weill, “Marxistes Russes et Social-Démocratie Allemande (1898–1904)”, Maspero yayınları, Paris, 1977.
[2] Konunun uzmanı ingilizce dergilerde onunla ilgili pek çok makale yayımlandı: Paul Avrich, “What is “Makhaevism“”, Soviet Studies, Haziran 1965; Marshall Shatz, “J. W. Makhajski: The Conspiracy of the İntellectuals”, Survey, № 62, Ocak 1967; ve İnternational Rewiev of Social History’de çıkan “The Makhaevists and the Russian Revolutionary Movement” başlıklı makale, XV. cilt, 2. kısım, 1970. Amsterdam Uluslararası Toplumsal Tarih Enstitüsü tarafından basılmış bu sonuncu dergide bkz. Anthony d’Agustio’nun “İntelligentsia, Socialism and the Worker’s Revolution: the Views of J. W. Makhajski” başlıklı yazısı.
Eski bir makhayskicinin yazılarını da belirtmek gerek: Max Nomad, “Aspects of Revolt”, s. 96–117, Waldon Press, New York, 1959; “Dreamers, Dynamiters and Demagogues”, s. 103 ve s. 201–206, Waldon Press, New York, 1964. M. Nomad, Révolution Prolétarienne’de (№ 163, 10 Kasım 1933) –Makhayski’nin adını zikretmeksizin– “Le Socialisme des İntellectuels” başlığı altında bu konuda bir tanıtma yazısı yayımlamıştı. Fransızcaya çevrilmiş makalelerinden bir diğeri de Le Contrat Social’ın Eylül 1958 sayısında yayımlanmıştı: “Un Méconnu: W. Makhaïski?”.
Makhayski’nin önemli metinlerinin rusça yeni bir baskısı Albert Perry’nin ingilizce önsözü ve R. N. Redlikh’in sunuşuyla birlikte çıktı: A. Volsky (Makhayski’nin yazılarında kullandığı takma ad), “Aydın Emekçi”, New York, Baltimore, 1968. Dipnotlarımız, daha fazla uyum amacıyla bu sonuncu baskıya göndermelerde bulunur.
[3] Bugünkü Polonya [eski adıyla Lehistan], o zamanlar Almanya, Avusturya ve Rusya arasında bölüşülmüş olarak bulunuyordu.
[*] Elle yazılmış ya da daktilo edilmiş bir sayfayı alkol yardımıyla çoğaltmak.
[4] Neue Zeit, № 36–37, 1895. Makhayski tarafından aktarılmış: bkz. A. Volsky, “Aydın Emekçi”, a.g.e. s. 63.
[5] A. Volsky’nin zikredilen kitabında yer alan “Sosyal-Demokrasinin Evrimi” başlıklı yazısından, s. 75.
[6] Aynı yerde.
[7] a.g.e. s. 41 (1905’te, daha sonra yazılan önsözden).
[8] a.g.e. s. 42.
[9] L. Troçki, Katorga y Ssylka’nın (Zindan ve Sürgün’ün) 5. sayısında (Moskova, 1923) “İlk Sürgünüm Üzerine Anılar” başlıklı yazısından (s. 91–95).
[10] Aynı yerde.
[11] L. Troçki, “Ma Vie”, s. 143, Gallimard yayınları, Paris, 1953.
[12] a.g.e. s. 156 ve L. Troçki, “Lénine”, s. 17–18, PUF, Paris, 1970.
[13] “Sosyal-Demokrasinin Evrimi”, a.g.e. s. 44.
[14] Aynı yerde.
[15] a.g.e. s. 43.
[16] Aynı yerde.
[17] a.g.e. s. 45.
[18] Bu pasaj, özgün almanca baskısında ve rusça çevirisinde olmasına karşın, Joseph Roy’nın fransızca ilk çevirisinde yer almaz. Bu eksiklik, [fransızca] çevirinin okuyucu için daha açık kılınması amacı çerçevesinde doğrudan Marx tarafından yapılmış düzeltmelerle açıklanabilir (bkz. fransızca baskısı için Marx tarafından kaleme alınan “Fransızca Baskıya Sonsöz” [“Kapital”, 1. cilt, s. 30, Sol yayınları, 2004]). Söz konusu pasaj, düzenli biçimde başvuru kaynağı olarak aldığımız Maximilien Rubel baskısında –ek olarak– yeniden kitaba alınmış (bkz. “Economie”, 1. cilt, s. 1650): Karl Marx, “Oeuvres” (“Economie”, Gallimard yayınları, Bibl. de la Pléiade, 2 cilt, 1965 ve 1968). Makhayski’nin muhtemelen yararlandığı “Kapital”in rusça çevirisi, V. D. Liubimov çevirisi (Saint-Petersburg) olmalı: bu pasaj, bu çeviride yer alır.
….Marx’ın Gotha program taslağının eleştirisine ilişkin bir diğer bölümü de bu aynı konuyu ele alır:
«Ama yine de falan kişi fizikî ve anlıksal bakımdan filân diğerinden üstündür ve dolayısıyla aynı sürede daha fazla emek [iş] çıkartır ya da daha uzun süre çalışabilir. Emeğin –ölçüme yarayabilmesi için– süre ve yoğunluk bakımından hesaplanması gerekir, aksi takdirde [iktisadî değerin] ölçü ayarı olmaktan çıkacaktır. Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşitsiz bir haktır. Bütün insanlar tüm diğerleri gibi emekçi oldukları için, bu hak hiçbir sınıf ayrımı tanımaz, ama emekçilerin eşit olmayan yeteneklerini ve bu yüzden üretici yeteneklerini doğal bir ayrıcalık olarak zımnen kabul eder. Öyleyse bu, –tüm diğer haklar gibi– kapsamı çerçevesinde eşitsizliğin hakkıdır.» (“Economie”, 1. cilt, s. 1419–1420 [bkz. “Gotha Program Taslağının Eleştirisi”, 3. eleştiri noktası])
Her türlü tahmine [hesaba] izin veren emeğin bu ölçülmesinin, süre ve yoğunluk olarak ölçülmesinin muğlâklığını [birkaç anlama çekilebilirliğini, belirsizliğini] burada not etmek isteriz.
“Kapital”in üçüncü cildinde Marx, “bir yöneticinin özel ücreti” sorununa değinir hafiften… Önce işlevi [yöneticilik işlevini] haklılar:
«Gözetme ve yönetme işi, bağımsız üreticilerin yalıtık emeğinin değil de, üretimin toplumsal olarak eşgüdümleşmiş bir süreç biçimi içerdiği her yerde kaçınılmaz olarak görülür. (…) Bu, eşgüdümlü bütün üretim sistemlerinde gerçekleştirmek zorunda olunan üretici bir emektir.» (“Economie”, 2. cilt, s. 1144)
Daha sonra Marx bir çelişkiye girer: “ücretli emekçinin kendi ücretini, yetmezmiş gibi –yönetici emeğin karşılığı olarak– gözetme ücretini de üretmek zorunda olmasını” normal bir şeymiş gibi düşünür ki, Makhayski’nin eleştirisiyle [tahliliyle] çakışan da budur. Ardından bilinen savını yeniden ele alır: “Bir yönetmenin ücreti, kârdan tümüyle ayrıdır ve aynı zamanda nitelikli emek ücreti biçimini alır. (…) Yöneticinin ücreti, diğer işçilerin ücretleri gibi, değişen sermayenin bir parçasını oluşturur.” (“Economie”, 2. cilt, s. 1146 ve s. 1147–1149)
O hâlde yönetim ve gözetim işlevi, patronlar için olduğu kadar basit işçiler için de daha yararlı ve gerekli olmalı! Burada Marx, makhayskici eleştirinin haklılığını doğrular.
[19] “Aydın Emekçi”, a.g.e. s. 149–150.
[20] a.g.e. s. 223.
[21] a.g.e. s. 49.
[22] a.g.e. s. 50.
[*] Ekonomizm: Toplumsal görüngüleri salt iktisadî nedenlere indirgemek ya da toplumsal değişimi salt iktisadî güdülerin sonucu olarak düşünmek; Lenin’e ve bolşeviklere göre de sadece iktisadî sendikacılık yanlısı olmak yani işçi mücadelesini salt iktisadî taleplerle sınırlamak.
[23] a.g.e. s. 45.
[24] Bolşevik bölüngünün Duma’daki müstakbel lideri; daha sonra İzvestiya’nın yöneticisi oldu.
[25] Dayanışmacıların arasında sosyal-demokratlar, düşmanca anlayışlarını yine de kendilerinden esirgemediği sosyal-demokratlar da vardı… ne demeli, bir başka zaman bir başka anlayış işte.
[26] “Aydın Emekçi”, a.g.e. s. 155–161.
[27] Piotr Garvi, “Bir Sosyal-Demokratın Anıları” (1935’te Paris’te rusça olarak kaleme alınmış), s. 287–293, New York, 1946. Garbi daha sonra menşevik olmuş ve devrimden sonra ilkin Fransa’ya ardından Birleşik Devletler’e göç etmişti.
[28] a.g.e. s. 292.
[29] Jan Waclav Makhayski, “Burjuva Devrimi ve İşçi Davası” (rusça), s. 12, Cenevre, 1905.
[30] Marx, “Kutsal Aile”de (rusça) yer alan çevirenin [Makhayski’nin] notlarından, s. 47–48, Saint-Petersburg, 1906.
[31] J. W. Makhayski, “XIX. Yüzyıl Sosyalizminin İflâsı” (rusça), s. 29, Cenevre, 1905.
[32] L. N. Syrkin, Kızıl Yıllıklar (Krasnaya Letopis), № 6 (33), s. 182–212 (1929) ve № 1 (34), s. 117–145 (1930). Bu makaleler daha sonra broşür hâlinde yeniden yayımlandı.
[33] La Conspiration Ouvrière (Raboçi Zagovor), № 1, Eylül-Ekim 1907, s. 75 (bu tek sayı ancak Ocak 1908’de yayınlandı).
[34] Aynı dergi, s. 74.
[35] Aynı dergi, s. 25–26.
[36] Zeromski, romanlarından birinde onu Radek isimli bir kahraman olarak resmeder. Romanın bu kahramanının çekiciliği, genç Karl Sobersohn’u hayranlıkla bu adı takınmaya iter: bu genç adam daha sonra Radek adıyla bolşevik liderlerden biri olacaktı… takındığı bu soyadın gerçekte kime ait olduğunu bilmeksizin kuşkusuz.
[37] Vera Makhayski’nin anılarda aktarılıyor (Nomad’ın arşivlerinde yer alan on iki sayfalık bu elyazmaları Amsterdam Uluslararası Toplumsal Tarih Enstitüsünde saklanmakta).
[38] İşçi Devrimi gazetesi, Makhayski’nin çalışmalarının yeni baskısında, “Aydın Emekçi”de tümüyle yeniden yayımlandı: bkz. a.g.e. s. 401 ve devamı.
[39] a.g.e. s. 402.
[40] Aynı yerde.
[41] a.g.e. s. 402–403.
[42] a.g.e. s. 405.
[43] a.g.e. s. 407.
[44] Bu iş, eski “sürgün ve zindan mahkûmları”nın o dönemde çok etkin derneği tarafından sağlanmış olmalı ona.
[45] Dielo Truda (Emek Davası), № 11, (Nisan 1926), s. 5–8, Paris.
[46] Saint-Simon ve Enfantin, “Oeuvres Complètes”, XX. cilt, s. 181, Paris, 1863.
[47] Aynı yerde.
[48] a.g.e. XXIII. cilt, s. 83.
[49] “Doctrine de Saint-Simon, Exposition, Première Année, 1828–1829”, s. 92, Paris, 1831.
[50] a.g.e. s. 193–194.
[51] a.g.e. s. 209.
[52] a.g.e. s. 247.
[53] a.g.e. s. 5 (Bazard ve Enfantin tarafından Millet Meclisi Sayın Başkanı’na yazılan mektuptan).
[54] Başkalarının yanı sıra sadece 1932’den beri bilinen “1844 Elyazmaları”nı, “Alman İdeolojisi”ni veya “Vera Zasuliç’e Mektup”unu, değişik metin ve taslaklarını sayabiliriz. Marx ve Engels arasındaki yazışmaların tamamının ya da –alman sosyal-demokrasisinin arşivlerinde– Amsterdam Uluslararası Toplumsal Tarih Enstitüsü’nde saklanan başka yayımlanmamış yazılarının yayımlanmaları nedeniyle fransız okuyucunun nasibine hâlâ umulmadık şeyler düşebiliyor.
[55] Özellikle leninizmle, –kendisi de bir tatar-leninci olmadan önce– Charles Rappoport’un 1918’de söylediği şaka yollu şu “tatar soslu blankizm”le birlikte gelişmiş olan bağnaz [sekter, darkafalı] çok sayıda marksist değişke görmüştük. Bunun en çarpıcı örneği, “en değerli sermaye insan”ın öylesine devasa ölçüde telef edilmesi olmuş olan Stalin’in o kanlı serüvenidir.
[56] Marx’ın anlaşılır bir değerlendirmesi için L. Laurat’nın (Otto Machl, 1898–1977) yazılarına başvurmak gerek: “Le Marxisme en Faillite?”, Paris, 1939; “Le Manifeste Communiste de 1848 et le Monde d’Aujourd’hui”, Paris, 1948; aynı şekilde Le Contrat Social’de (1957–1968), La Revue Socialiste’te yayımlanmış yazıları ve başka kitapları da. Bu yazılar, “marksist” katkının tahlili içindi.
Daha tam ve “marksçı” bir bilgi için Marx’ın kitaplarının M. Rubel tarafından gerçekleştirilen baskıları gibi (a.g.e. [“Economie”], 1. ve 2. cilt) bu aynı yazarın [Rubel’in] şu kitaplarını da incelemek gerekir: “Karl Marx, Essai de Biographie İntellectuelle” (Marcel Rivière yayınları, 2. baskı, 1971) ile “Marx, Critique du Marxisme”, (Payot yayınları, 1974).
[57] “Manifeste du Parti Communiste”: K. Marx, “Economie”, a.g.e. 1. cilt, s. 174.
[58] a.g.e. s. 171.
[59] “La Première İnternationale”, J. Feymond’un yönetimi altında yayımlanmış bir belgeler derlemesi, 2. cilt, s. 68 ve 373, Cenevre, 1962.
[60] Marx tarafından kaleme alınmış UEB’nin “Açış Konuşması”ndan: bkz. “Economie”, 1. cilt, a.g.e. s. 467 ve UEB’nin tüzüğü, a.g.e s. 472.
[61] “Archives Bakounine”de yer alan “Lettre aux Compagnons du Jura”, 3. cilt, s. 204, Leiden, 1965.
[62] a.g.e. IV. cilt, s. 219–220, 1967 [türkçesi için bkz. M. Bakunin, “Devlet ve Anarşi”, s. 29, Agorakitaplığı, 2006].
[63] a.g.e. s. 346–347.
[64] Marx’ın bu notları ilk kez Riazanov tarafından Létopissi Marksisma’da (II) 1926’da yayımlanmışlardı. 1935’te “Contre l’Anarachie” adlı fransızca bir broşürde ve daha sonra Marx, Engels ve Lenin’in makalelerinden “Sur l’Anarchisme et l’Anarcho-Syndicalisme” başlığı altında (Moskova, 1973) yapılan bir derlemede yeniden yayımlanmışlardı: biz burada bu sonuncudan yararlandık. Almancadan çevrilmiş bu notlar, söz konusu derlemenin 162–169 arası sayfalarında bulunabilir [türkçesi için bkz. Marx-Engels, “Anarşizm Üzerine”, s. 151–152, Sol yayınları, 2. baskı, 1999].
[65] Ucenyj, rusçada allâme, bilge, bilgin anlamlarına gelir ve yüksek öğrenime veya geniş bir kültüre sahip tüm zevatı betimler. Bu sözcük, Makhayski’nin sözünü ettiği “kültürlü, okumuş âlem”le çakışır.
[*] İnsanlığın, bütün dinlerde olduğu gibi birileri tarafından ille de yukarıdan “kurtarılacağı”na duyulan inanç.
[66] Piotr Kropotkin, “La Conquête du Pain”, s. 73–74, Stock, Paris, 1892.
[67] Karl Marx, “Economie”, 1. cilt, a.g.e. s. 719.
[68] Bu ilke, leninci-stalinci “sosyalist” yönetimde [rejimde] basit bir yaptırıma indirgendi şu son yıllarda: “Çalışmayan yemez!” Ayrıca ücretlerin 1’le 150 arasında değişen derecelendirilmesine izin veren de bu… örneğin temizlikçi bir kadın asgarî ücret (60 ruble = ~ 55 euros) alırken, bilim dallarından birinde görevli bir akademisyen 5 000 ruble almakta, ayrıca şoförlü bir araba, bir kır köşkü [datça] ve başka maddi avantajları da var.
[69] K. Marx, a.g.e. s. 1651–1652.
[70] Karl Kautski, Le Devenir Social’ın 2. sayısında (Mayıs 1895) çıkan (s. 107) “Le Socialisme et les Carrières Libérales” başlıklı yazısından (çevirmen, düştüğü bir dipnotta almanca intelligenz’ın eşdeğer bir karşılığının olmaması yüzünden bu iki anlamlı [fransızca] başlığı seçtiğini söyler).
[71] a.g.dergi. s. 110.
[72] K. Kautski, Le Devenir Social’ın 3. sayısında (1895) çıkan “Le Socialisme et les Carrières Libérales” başlıklı yazının devamından, s. 266.
[73] a.g.d. s. 267.
[74] a.g.d. s. 268.
[75] Aynı yerde.
[76] a.g.d. s. 265.
[*] Zorba rus çarlığının ve prenslerinin mecazî ifadesi.
[77] Piotr Struve, “Vekhi” (“İlk Adımlar”) adlı derlemede çıkan “Entellicansiya ve Devrim” başlıklı yazısından s. 158, Moskova, 1909. Rus aydınlarına ayrılmış olan bu derleme, 1905’in büyük karışıklıklarından korkan çok sayıda rus marksistinin yadsınmasını içerir.
[78] August Bebel, “Entellicansiya ve Sosyalizm”, 14 Aralık 1897’de Berlin’de yaptığı konuşmadan; bu konuşmanın rusça baskısı 1906, Saint-Petersburg, s. 25–26.
[79] Hubert Lagardelle, Les Cahiers des Quinzain tarafından yayımlanan (Paris, 1901) 14 Aralık 1900 tarihli söyleşiden: “Les İntellectuels Devant le Socialisme”, s. 22.
[80] a.g.d. s. 24.
[81] a.g.d. s. 34.
[82] a.g.d. s. 43.
[83] G. Sorel, “Matériaux d’une Théorie du Prolétariat” (1898’de yazılmış), s. 97, Marcel Rivière yayınları, Paris, 1929.
[84] G. Sorel, “Réflexions sur la Violence” (1906’da yazılmış), s. 139, M. Rivière yayınları, Paris, 1908.
[85] G. Sorel, “Matériaux d’une Théorie du Prolétariat”, a.g.e. s. 98.
[86] G. Sorel, “La Décomposition du Marxisme” [Temmuz 1907’de yazılmış], s. 53–54, M. Rivière yayınları, Paris, 1910.
[87] a.g.e. s. 54.
[88] B. İ. Gorev, –Martov, Maslov ve Petressov’un yönetimi altında yayımlanan– “20. Yüzyılın Başlarında Rusya’daki Toplumsal Harekette Yer Alan Siyaset ve Parlâmento Karşıtı Gruplar (Maksimalistler, Makhayevskiciler, Anarşistler)” adlı çalışmanın (rusça) III. cildinin 5. kitabı, s. 474 ve 523.
[89] Potemkin zırhlısı ve mürettebatı, romanyalı yetkililere teslim olmuştu.
[90] Matiuşenko’nun Burevestnik (Fırtına Habercisi) dergisinin (anarşist-komünist bir dergi) 5. sayısında (30 Nisan 1907, Paris) yer alan “eski eğitimcileri”ne hitaben yazdığı mektuptan.
[91] a.g.d. s. 7.
[92] Sosyalist-devrimci partinin “azamî” program üzerinde temellenen bir bölüngüsü.
[93] Akıma Karşı (Protiv Tesenie), № 1 (20 Şubat 1907), s. 14, Saint-Petersburg.
[*] Janus: lâtin söylencesinde tanrı Satürn’ün kendisine geçmişi ve geleceği bilme gücünü verdiği, dolayısıyla biri geçmişe diğeri –tam karşıt yönde– geleceğe bakan iki ayrı yüzle temsil edilen Lâtium’un tanrısal bir kralı. Bu kral –kendisi gibi iki yüzleri, iç ve dış yüzleri olan– kapıların da muhafızıymış aynı zamanda. Buradaki Janus-sınıfı benzetmesi de aydınlar için kullanılmış.
[94] Evgeni Lozinski, “Nedir Şu Entellicansiya Sonuçta?” (rusça), s. 162, Saint-Petersburg, 1907.
[95] Akıma Karşı, № 3, s. 14.
[96] Evgeni Lozinski, a.g.e. s. 183.
[97] a.g.e. s. 233 ve 185.
[98] a.g.e. s. 234.
[99] Bu kitap, Saint-Petersburg’ta çıkmıştı. Lozinski, çok daha sonra, 1928’de, Kremençuk’ta son bir kitap, birkaç göndermenin dışında önceki yazılarıyla hiçbir alâkası olmayan bir kitap daha yayımladı: “Proletarya Diktatörlüğü Döneminde Devletin ve Hukukun Rolü”.
[*] Göreli işsizlik: iktisatçıların “eksik istihdam” diye adlandırdıkları ve genellikle “kamu sektörü”nde görülen “yetersiz kapasite kullanımı”na bağlı dolayısıyla “verimi” yani üretilen artı-değer miktarı düşük ağır aksak çalışma (çoğu zaman “arpalık” olarak kullanılan işler). “Pazar” doyup satışlar ve siparişler gerilediğinde “makinelerin teknik kapasitesi” de ister istemez düşürülür, böylece işçi eskisine oranla daha az üretir ve bu, kapitalistler (yöneticiler) gibi iktisatçılar için de her ne kadar “elim” bir vaka ise de, işçiyi “mutlak işsizlik”le tehdidin de geleneksel aracıdır.
[100] Max Nomad, daha önce zikredilen çalışmalarında, Makhayski’yi jakoben ve diktatörce art niyetlere sahip olmakla suçlar. Bir yandan, Makhayski’nin yazılarında bu iddianın hiçbir izini bulamadık ve bu isnat [suçlama], onun ne kişiliğiyle ne de tezleriyle uyumluymuş gibi görünmüyor bize; öte yandan, Makhayski’yi yaklaşık yirmi yıl boyunca yakından tanımış olduğu hâlde Nomad bu düşünceleri ancak 1934’te, –kısa bir süre için Fransa’ya gelmiş olan– Makhayski’nin dul eşiyle karşılaştığı 1934 yılında sürüyordu öne (ve onu Makhayski’nin “kuramsal kalıtçısı” olarak küçümsüyordu; bize göre bu, aslında çok büyük bir onurdu). Bu “varsayım”ını açıkça ortaya sürmüştü. Makhayski’nin yazıları açık: eleştirdiği insanları taklit etmeye hiç mi hiç niyetli değildi.
[101] İvanov-Razumnik, “Makhayevçina Nedir?” (rusça), Saint-Petersburg, 1907.
[102] Boborykin: bir rus yayıncısı; Pissarev: “nihilizm”in öncüsü.
[103] Rusçadaki raznoçinets sözcüğü, küçük idarî bir görevle meşgul ve asilzade sınıfından olmayan sıradan [halktan] insana karşılık gelir.
[104] Viktor Çernov, “Yapıcı Sosyalizm”, Prag, 1925.
[105] Pain et Liberté [Ekmek ve Özgürlük] gazetesinde (№ 15, Londra-Cenevre, 1907) Lozinski’nin kitabı “Entellicansiya Nedir?”in “Les İntellectuels et la Révolution” başlığı altında verilen okuma özetinden (Vetrov, İsrael S. Blank’ın takma adıydı).
[106] Burevestnik, № 10–11 (Mart-Nisan 1908), s. 31–32.
[107] K. Orgeani, “Entellicansiya Üzerine” (rusça), Londra, 1912.
[108] Syrkine, a.g.e.
[109] Robert Michels, “Les Partis Poltiques: Essai sur les Tendances Oligarchiques des Démocraties”, s. 16, Paris, 1914. Bu fransızca baskı, 1911’de çıkan almanca baskısına göre hafifçe kısaltılmıştı. Bu kitap, Flammarion yayınları tarafından 1971’de ve 1978’de yeniden basıldı.
[110] a.g.e. s. 17.
[111] a.g.e. s. 61.
[112] a.g.e. s. 63.
[113] a.g.e. s. 241.
[114] Aynı yerde.
[115] a.g.e. s. 288.
[116] a.g.e. s. 290.
[117] a.g.e. s. 294.
[118] a.g.e. s. 288. Robert Michels, “Le Prolétariat et la Bourgeoisie Dans le Mouvement Socialiste İtalien, Particulièrement des Origines à 1906: Essai Science Sociographico-Politique” adlı kitabında (536 sayfa, Giard et Brière, Paris, 1921) italyan sosyalist oligarşisi [takım erki] konusunda da aynı tahlil yöntemini kullanmış.
[119] V. İ. U. Lenin, “Que Faire?” [“Ne Yapmalı?”] (1902): “Oeuvres Complètes”, V. cilt, s. 391.
[120] Neue Zeit, № 3 (1901–1902, XX. cilt, s. 79): Lenin tarafından aktarılmış, a.g.e. s. 390–391.
[121] a.g.e. s. 382.
[122] Lenin, “Oeuvres Complètes”, XXXIV. cilt (Kasım 1908), s. 393.
[123] a.g.e. s. 399.
[124] a.g.e. XXVII. cilt, s. 366 (Mayıs 1918).
[125] a.g.e. XXXIII. cilt, s. 283.
[126] Rus komünist partisi üyelerinin bütün Rusya çapında yapılan 1922 sayımı, devlet örgütü çarklarına çulu sermiş tüm diğerlerini hesaba bile katmaksızın, binlerce eski anarşistin, menşeviğin, sosyalist-devrimcinin ve bundçunun varlığını gösteriyordu (bkz. Visserosiykaya Perepis Klenov, RKP (b), 1922 goda).
[127] Konstantin Paustovski, “Yaşam Öyküm” (rusça), 2. cilt, s. 154, Moskova, 1962.
[128] Lenin, “Oeuvres Complètes”, XLII. cilt, s. 461 (Ocak 1923).
[129] Lenin, a.g.e. XXXVI. cilt, s. 609–610 (20 Aralık 1922).
[130] Georg Lukacs, “Histoire et Conscience de Classe” (1920’de yazıldı), s. 63, Minuit yayınları, Paris, 1960.
[131] Théodore Dan ve Julius Martov, “La Dictature du Prolétariat”, s. 28–29, Paris, 1947.
[132] a.g.e. s. 30.
[133] a.g.e. s. 31.
[*] Rusya’da “kulaklar”ın yani “zengin köylüler”in tasfiyesi.
[134] L. Troçki, “Nature de l’Etat Soviétique”, s. 31, Maspero yayınları, Paris, 1969.
[135] a.g.e. s. 33. Troçki, “bürokrasi”nin çekiştiricilerini bozum etmek maksadıyla Makhayski’nin eleştirisini de bu arada yeniden hatırlatmıştı: bkz. “Oeuvres de Léon Trotski”de yer alan “IVème İnternationale et l’URSS” (1933) başlıklı yazısı, 2. cilt, s. 243–268, İnstitut de Léon Trotski, Paris.
[**] Substitutionnisme: ikamecilik.
[136] L. Trotski, “Nos Tâches Politiques” (1904), s. 128, Belfond yayınları, Paris, 1970.
[137] Örneğin bkz. A. Michelson, “L’Essor Economique de la Russie Avant la Guerre 1914”, Pichon et Durand-Auzias yayınevi, Paris, 1965.
[138] Bkz. Oganovsky, “20. Yüzyıl Rusya’sında Köylü Ekonomisi” (rusça), Moskova, 1923.
[139] Marx, “Letrre à Vera Zassoulitch”: “Economie”, a.g.e. 2. cilt, s. 1558.
[140] Bkz. Bruno R. (Rizzi) tarafından yazılan ve Ağustos 1939’da yayımlanmış olan “La Bureaucratisation du Monde” başlıklı kitap (850 sayfa) hemen toplatıldı ve imha edildi (Fransa’da ender görülen bir vaka); bu kitap, 1976’da “l’URSS: Collectivisme Bureaucratique” adı altında kısmen (107 sayfa) yeniden yayımlandı (Champ Libre yayınları).
[141] James Burnham, “l’Ere des Organisateurs”, Calmann-Lévy yayınları, Paris, 1947.
[142] Milovan Djilas, “La Nouvelle Classe”, Plon yayınları, Paris, 1957.
[143] Anton Ciliga, “Sibirie: Terre d’Exil et de l’İndustrialisation”, s. 119–120, Les İles d’Or yayınları, Paris, 1950.
[144] a.g.e. s. 122.
[145] Aynı yerde.
[146] Bu metnin [Sunuş’un] 1978’de kaleme alınmış olduğunu ve bu nedenle bazı ifadelerin günümüz okuru için çağdışı görünebileceklerini hatırlatmak isteriz.
[147] Rumiantsev, “Parti ve Entellicansiya” (rusça), Pravda, 21 Şubat 1965.
[148] “Sovyet Entellicansiyasının Oluşmasının ve Gelişmesinin Tarihi: 1917–1965” (rusça), s. 9–11, Moskova, 1968.
[149] “Sovyet Entellicansiyasının Kısa Bir Tarihi: 1917–1975” (rusça), s. 315, Moskova, 1977.
[150] “Partijia i İntelligentisia” [“Parti ve Entellicansiya”], s. 34, Moskova, 1977. Uzmanların dörtte biri parti üyesi olmalı.
[151] a.g.e. s. 253.
[152] “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, XXXVIII. cilt, s. 493, Moskova, 1938.
[153] “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, XXVI. cilt, s. 544, Moskova, 1954.
[154] Lenin, “Oeuvres Complètes”, XLII. cilt, s. 404: “Mühendisler, sadece Ural’da değil dahası Donbas’ta da kamulaştırılmış [ulusallaştırılmış] maden ocaklarında işçiler tarafından öldürülüyor.” (1922)
[155] “Büyük Sovyet Ansiklopedisi”, XV. cilt, s. 520, Moskova, 1974.
[156] Aynı yerde.
[157] Hem de Kızıl Meydan’ın yakınlarında her akşam yakılan neonlu mahyaya, “İnsanlık komünizme doğru ilerliyor” mahyasına rağmen!
[*] Diafoirus: Molière’in “Hastalık Hastası” adlı piyesinde hinoğluhin bir hekimi canlandıran kahraman. Bu paragöz doktor, sağmal inek olarak gördüğü saf ve zengin bir adamı ölümcül hasta olduğuna ikna eder ve tüylerini yolmaya çalışır vs.
dipnot 126. daki iddia doğru ise devrim sonrası ipini kopartan, sudan bir özleştiri yapıp kapağı Parti’ye atmış! 1898’lerdeki sorun, halen daha umutsuz devem etmiyor mu? Sınıf, sınıf olduğunu kabul etmiyor ki bir Parti’si olsun. Parti meraklısı olanlar hep “sınıf” adına hareket ettiği iddiasındaki hırslı küçük burjuva aydınları ve zengin çocukları. Fransa’da Althusser, 60’lı yıllarda Türkiye’de Şahin Alpay, şimdilerde Ahmet Tonak ve Sungur Savran, Kapital’in nasıl okunacağını anlatıyorlar. Kapital’in tamamını okumuş aydın kaç kişi? İşçi nereden bulsun da okusun ve nasıl anlasın?
Bu arkadaşın 1998’deki hicranları da konuyu biraz daha bulandırıyor fikrimce! Çar da olsan Lenin de olsan, insanların karnını doyurmak derdi hep önünde olacak. İdeal durumları öne çıkartarak devrimi erteleyenlerle devrim yapıp niye yaptıklarını unutanlardan başka seçenek yok mudur?